• Sonuç bulunamadı

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

Belgede Kur'an'da ibadetin imani boyutu (sayfa 73-102)

1) İbadet Ve İtaat

Allah (c.c) rızası için yapılan her davranış, her fiil bir ibadettir. İtaat ise boyun eğme, inkiyad etme, baş eğme, verilen emri yerine getirme gibi anlamlara gelmektedir. İbadet ve itaat kavramlarını tarifleri yönüyle karşılaştırdığımızda her iki kavramında aynı anlamları taşıdıklarını görürüz. Bununla birlikte farklı yönleri de bulunmaktadır. Mesala Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır hazretleri tefsirinde bu farka değinmektedir. Yazır’a göre ibadet, niyete bağlı olarak yapılmasında sevap olan ve cenab-ı Hakk’a yakınlık ifade eden özel bir itaattir. İtaat, niyete bağlı olsun veya olamasın ve kimin için yapıldığı bilinsin bilinmesin, yapılması sevap olan fiili yapmaktır. Yakınlık, niyete bağlı olmasa bile yapılması sevap olan fiilin kime yapıldığını bilerek; yani yaklaşmak istediği zatı tanıyarak yapmaktır. Dolayısı ile her ibadet, Allah’a bir yakınlık ve her yakınlık, bir itaattir. Fakat her itaat yakınlık olmaz ve her yakınlık ibadet olmaz. Mesela marifetullah için düşünüp bakmak bir itaattir. Fakat yaklaşılmak istenilen Cenab-ı Allah, bakma durumunda henüz tanınmış olmadığından; bu bakış, bir yakınlık değildir ve niyete bağlı olmadığından ibadette değildir. Kur’an okumak, muhtaçlara yardım etmek, sadaka vermek, vakıf yapmak, köleyi hürriyetine kavuşturmak ve benzeri gibi niyete bağlı olmayan fiiller, hem yakınlık ve hem itaattir, ibadet değildir. Fakat namaz, oruç, zekat, hac, cihad gibi niyet şartına bağlı olmayan filer hem ibadet, hem yakınlık hem de itaattirler.

Demek ki ibadet, insanın ruhen ve cismen, dışta ve içte bütün, varlığıyla yalnız Allah’a yapılan şuurlu bir itaat ve yakınlıktır. Evvelâ: Bunda niyet şarttır. Niyet ise, yapılacak fiilin icadında ancak Allah’a itaat ve yakınlık kastetmek demek olan olayı

istemektir. Azim, fiilden önce, kasıt, fiile yakın olduğu gibi, niyet de niyet edilen şeyi bilmekle beraber fiile yakın olur. Hem ilim ve hem iradeyi içeren bu tam şuur, ruh ve kalbin bir işidir.

Allah katında itaat olan bir fiilin açığa vurulması lazımdır ki ibadet olsun. Yoksa yalnız istek ve ruhta kalan düşünme, zikir gibi bir iç fiili, itaat ve yakınlık olsa da ibadet olamaz. Bunun içindir ki, ibadetlerin başı olan imanda sadece kalben tasdik yetmez; bunu hiç olmasa dille ifadesiyle dışa vurulması da gerekir. Bunu gibi niyete yakın olmayarak yalnız görünürde yapılan fiiller dahi ne olursa olsun ibadet olmaz. niyetsiz yatıp kalkmak namaz değil, niyetsiz oruç tutmak oruç değil, niyetsiz sadaka vermek zekat değil, niyetsiz Kâbe’ye, Arafat’a seyahat edip dolaşmak Hacc değil, niyetsiz savaşmak, şehit veya gazi yapan cihad değil vs.196

İbadet şeriat manası, halis bir niyetle, sevap beklemek üzere, Allah’a yakın olmayı düşünerek yapılan taat, demektir. İbadet dediğimiz zaman, hem taat hem de kurbet, yani Allah’a yaklaşma manası bunun içinde düşünülür. Ama ibadet, taat, kurbet tamamen birbirinden başka manalara gelen kelimelerdir. Taat, niyet meselesi bahis mevzuu olmadan, şahıs gözetilmeden, sevap kastıyla yapılan şeye denir. Kurbet ise, niyet olmasa dahi belli bir şahsa yaklaşmayı düşünerek ona karşı yağılan taattir. İnsanın nefsini ve kainatı tefekkür etmesi, değişik bir tabirle enfüsive âfâki tefekkürü henüz bir niyete bağlı olmadığından ve daha tanıyacağı şahsı tanımadığından dolayı bir taat olsa bile ibadet değildir. Mesala, bizler, âfâki ve enfüsi tetkiklerde bulunuyoruz; fizik, kimya, astronomi ve biyoloji gibi ilimlerle meşgul oluyor ve bu arada nefsimize dönüyor, enfüsi tetkiklere dalıyoruz, bu ve buna benzer araştırmalarla,

derin bir tefekkür ve tezekkür; düşünme tartma ve hatırlama, anma içerisine girmiş oluyoruz. Ancak, bu tür faaliyetler Mevlâ’ya karşı bir tat olsa bile, kurbet ve ibadet olmaz. Çünkü böyle bir şey yapmak niyete muhtaç ve niyete bağlı değildir. Kurbet değildir, çünkü yaklaşacağımız O yüce Zât’ı, henüz mükemmel bir şekilde tanımış olmuyoruz. K.Kerim okuma, sadaka verme vs. gibi iyilikler niyete muhtaç olmadığından birer taat ve kurbet olsa bile ibadet değildir.197

Allah’a ibadet, O’na itaat etmek demektir. Allah’a ibadeti anlatan ayetlerdeki “ibadet” kelimelerinin hepsinde itaat anlamı vardır. “İtaat”,ibadet kavramının esas manasıdır. “İbadet”, insanın güç ve kudret sahibi birine karşı itaat etmesi, kendi hürriyet ve istiklâlinden ferâgat etmesi, her türlü karşı koyma ve isyanı terketmesi ve tam bir bağlılıkla boyun eğmesidir. İşte bu, kulluk ve itaat etmenin ta kendisidir. Kulun gerçek vazifesi, efendisine itaat etmek ve emirlerine sıkı sıkıya bağlanmaktır. Mü’minin, kendisini yaratan ve rızk veren Allah’a şükredebilmesi için ibadet, yani kulluğunu ikrar etmesi ve itaat edip boyun eğmesi gerekir.198

“Ey Âdem’in evlatları! Size emretmemiş miydim; “Şeytan’a ibadet etmeyin sakın. Çünkü O size apaçık düşmandır.””199 Bu ayeti kerime ile alakalı olarak Safvetü’-Tefâsir’de İbadet kelimesi itaat olarak açılanmıştır.200 İbn-i kesir’de de itaat olarak izah edilmiştir.201

197 Gülen, Fethullah; fatiha Üzerine Mülahazalar, Nil yay, İzmir 1996, s.171-172-173 198 Karagöz, a.g.e, s.30

199 Yasin 36/60

200 es-Sabûnî, a.g.e, c.3, s.31 201 İbn-i Kesîr, a.g.e, c.3, s.166

Yüce Allah meleklerine şöyle emreder: “O zalim müşrikleri, yoldaşlarını ve Allah’tan başka putlaştırdıkları nesneleri toplayın ve hepsini doğru cehenneme sevk edin!”202

“De ki; bana rabbimden apaçık belgeler gelince sizin Allah’tan başka ibadet ettiklerinize kulluk etmekten kesin olarak menedildim ve alemlerin Rabbine teslim

olmakla emrolundum.”203

“Yahudiler hahamlarını, Hıristiyanlar rahiplerini ve Meryem’in oğlu Mesih’i Rabb edindiler. Halbuki onlara bir tek ilaha ibadet etmeleri emrolunmuştu. Ondan başka ilah yoktur. O,onların ortak koştukları şirkten münezzehtir.”204

İtaat kavramı Kur’an-ı Kerim’de kırk üç ayeti kerimede zikredilmektedir. Allah’a itaat, resulüne itaat, anne-babaya itaat, ulü’l-emre itaat şeklinde muhtelif ayeti kerimelerde üzerinde durulmaktadır. Aşağıda bunların bir kısmını zikrederek onların üzerinde yapılan tefsirleri vermeye çalışacağız.

“De ki: Allah’a ve resulüne itaat ediniz. Şayet yüz çevirirlerse, bilsinler ki Allah kafirleri sevmez.”205

“Allah ve Resulüne itaat ediniz ki merhamete nail olasınız.”206

“İşte bunlar Allah’ın sınırlarıdır. Kim Allah’a ve resulüne itaat ederse Allah Onu, içinden ırmaklar akan cennetlere ebedi kalmak üzere yerleştirir. İşte en büyük başarı da budur.”207 202 Saffât 37/22-23 203 Mü’min 40/66 204 Tövbe 9/31 205 Âli İmran3/ 32 206 Âli İmran 3/132 207 Nisâ 4/13

“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Resulüne ve sizden olan ülülemre de itaat edin. Eğer Allah’a ve ahirete iman ediyorsanız, hakkında ihtilafa düştüğünüz meseleyi Allah’a ve Resulüne arzediniz. Böyle yapmanız hem daha hayırlı, hem de daha güzeldir.”208 Bu ayeti kerime ibadet ve itaatin tamamıyla aynı manaya gelmediğini aralarında anlam farklılığının olduğunu açıkça göstermektedir. Eğer itaat ibadet olarak anlamlandırılsa o zaman Resule, ulülemre ibadet söz konusu olurdu ki böyle bir şeyde Allah’a ortak koşmak demektir, çünkü ibadet sadece Allah’a yapılır. Yukarıda zikredilen ayeti kerimelerde olsun aşağıda zikredeceğimiz ayetlerde olsun itaat kavramıyla kastedilen şey ibadet değil itaattir. Her ibadet bir itaattir ama her itaat ibadet değildir, itaatin ibadet olması içinde niyet gereklidir.

“Biz hiçbir peygamberi, Allah’ın izni ile, kendisine itaat olunmaktan başka bir

gaye ile göndermedik…”209

“Kim Allah’a ve Resulüne itaat ederse işte onlar, Allah’ın nimetlerine mazhar ettiği nebiler, sıddîkler, şehidler, salih kişilerle beraber olacaklardır. Bunlar ne güzel arkadaşalar.”210

“Kim Resulullah’a itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur. Kim itaatten yüz çevirirse aldırma, zaten seni üzerlerine bekçi göndermedik ki!”211

“Allah’a itaat edin ve onlara karşı gelmekten sakının. Eğer ona sırtınızı dönerseniz bilin ki peygamberimizin görevi sadece tebliğdir.212

208 Nisâ 4/59 209 Nisâ 4/64 210 Nisâ 4/69 211 Nisâ 4/80 212 Mâide 5/92

Allah (c.c) kullarına itaati emrederken bunu bir takım somut ibadetlerle yerine getirmelerini emreder. Namaz, oruç, Hacc, kurban vs ibadetler bunu teyid etmektedir. Aşağıda bu ibadetleri tek tek ele almaya çalışacağız.

a) Namaz

Namaz İslam dininde çok önemli bir yere sahiptir. İslam’ın şartları arasında

Kelime-i şehâdetten sonra zikredilmesi Allah (c.c) nezdindeki değerini ifade etmektedir. K.Kerim’in birçok ayetinde Allah (c.c) müslümanlara kılmayı emretmektedir. Bakara suresi “ Bir vakit israiloğullarından söz alıp: “Allah’tan başkasına ibadet etmeyin! Anneye babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara güzel muamele edin. İnsanlara tatlı söz söyleyin, namazı hakkıyla eda edin, zekâtı verin!” demiştik. Sonra pek azınız hariç, sözünüzden döndünüz. Hâla da yüz çevirmektesiniz.”213“ Musa’ya ve kardeşine: “Millet için Mısırda evler hazırlayın, evlerinizi namazgah yapın, namazı hakkıyla ifa edin ve ey Musa mü’minleri

müjdele!”214 “Ey bizim rabbimiz ben zürriyetimden bir kısmını senin kutsal mabedin

yanında ekin bitmez bir vadide yerleştirdim. Ey bizim rabbimiz! Namazı gereğince kılsınlar diye böyle yaptım.”215“Derken bebek: “Ben Allah’ın kuluyum, dedi, o bana kitap verdi, beni peygamber olarak görevlendirdi. Nerede olursam olayım beni kutlu, mübarek kıldı. Yaşadığım müddetçe bana namazı ve zekatı farz kıldı.”216Bu ayeti kerimelerden de anlaşılacağı üzere namaz sadece müslümanlara farz kılınmış bir ibadet olmayıp; aynı zamanda diğer milletlere de farz kılınmış bir ibadettir.

213 Bakara 2/83 214 Yunus 10/87 215 İbrahim 14/37s 216 Meryem 19/30-31

Namazın diğer milletlere de farz kılındığına göre bu ibadetin insan hayatının maddi ve manevi açıdan terakki etmesi açısından bir çok hikmetinin olduğu aşikardır. Bazı ayeti kerimeler de Allah (c.c) buna işaret etmektedir. “Ey iman edenler! Sabır ve

namaz ile yardım isteyin.”217 Bu ayeti kerimede cenab-ı Hakk mü’minleri

karşılaştıkları sıkıntılı durumlarda namaz kılmaya teşvik etmektedir. Bir başka ayeti kerime de Allah (c.c) şöyle buyurmaktadır. “Onlar ki gabya iman ederler, namazı da ikame ederler, kendilerine rızık verdiğimiz şeylerden de Allah yolunda infak ederler.”218 Burada mü’minlerin vasıfları zikredilirken onların namaz kıldıklarından bahsetmektedir, yani onların olmasa olmaz özellikleri gibi takdim edilmektedir. Hz Muhammed (s.av)’e Mi’rac’ta namaz farz kılınmıştır.

Günde beş defa kılınan namaz, mü’minin hayatını terbiye ve disipline etmesi açısından önemlidir. Sürekli tayin edilen vakitlerde ifa edilmesi insanı manen ve maddeten bir disiplin altına sokar. Yaratana karşı olan bu görevi yerine getirirken, bu ibadeti yapmanın bir takım kural ve kaidelerini yerine getirerek, emir ve yasakları uygularken itaat etmektedir. Belli vakitlerde, abdestli olunması, kıbleye dönülmesi, niyet edilmesi, belli ayet ve duaların belli yerlerde okunması, cemaatle kılınan namazlarda imama uyulması, ona aykırı hareket edilmemesi vs hususlar insanı tam anlamıyla disipline etmektedir.

Namazın manası; Cenâb-ı Hakkı tesbih ve Ta’zim ve şükürdür. Yani, celâline karşı, kavlen ve fiilen “Sübhanallah” deyip takdis etmek… Hem kemâline karşı, lafzen

217 Bakara 2/153 218 Bakara 2/3

ve amelen “ Allah’ü Ekber” deyip ta’zim etmek… Hem, cemâline karşı, kalben ve lisânen ve bedenen “ Elhamdülillah” deyip şükretmektir.219

Namaz ibadeti Allah (c.c) tarafından kullarına günün belli, muayyen beş ayrı vaktinde farz kılınmıştır. Şüphesiz ki bunun birçok hikmeti mevcuttur. Ayeti kerime de Allah (c.c) buna özellikle vurgu yapmaktadır: “ namaz belli vakitlerde Müslümanlara farz kılınmıştır.” 220 Namazın belli vakitlere ayrılması ile alakalı olarak Said Nursi “ Evet her namazın vakti, mühim bir inkilab başı olduğu gibi, azîm bir tasarruf-u ilahinin âyinesi ve o tasarruf içinde ihsânât-ı külliye-i ilahiyyenin birer ma’kesi olduğundan, Kadîr-i Zülcelâle o vakitlerde daha ziyade tesbih ve ta’zim ve hadsiz nimetlerinin iki vakit ortasında toplanmış yekununa karşı şükür ve hamd demek olan namaza emredilmiştir.

Fecir zamanı, tülua kadar; evvel-i bahar zamanına, hem insanın rahm-ı mâderine düştüğü âvânına, hem semavât ve arzın altı gün hilkatinden birinci gününe benzer ve hatırlatır. Ve onlardaki şuunât-ı ilahiyye’yi ihtar eder.

Zuhr zamanı ise; yaz mevsiminin ortasına, hem gençlik kemâline, hem ömr-ü dünyadaki hilkat-i insan devrine benzer ve işaret eder. Ve onlardaki tecelliyât-ı rahmeti ve füyuzât-ı nîmeti hatırlatır.

Asr zamanı ise; güz mevsimine, hem ihtiyarlık vaktine, hem âhirzaman Peygamberinin (a.s) Asr-ı saâdetine benzer. Ve onlardaki şuunât-ı ilahiyye’yi ve in’amât-ı Rahmâniyye’yi ihtar eder.

219 Nursî, Said; Sözler, Sözler Neşriyat, İstanbul 2005, s.38 220 Nisa 4/103

Mağrib zamanı ise; güz mevsiminin ahirinde pek çok mahlukatın gurubunu, hem insanı vefatını, hem dünyanın kıyamet iptidasındaki harâbiyetini ihtar ile, tecelliyât-ı Celâliyye’yi ifham ve beşeri gaflet uykusundan uyandırır, ikaz eder.

İşa zamanı ise; Alem-i zülûmât, nehar aleminin bütün âsârını siyah kefeni ile setretmesini, hem kışın beyaz kefeni ile ölmüş yerin yüzünü örtmesini, hem vefat etmiş insanın, bakiye-i asarı dahi vefat edip nisyan perdesi altına girmesini, hem bu dâr-ı imtihan olan dünyanın bütün bütün kapanmasını ihtar ile, Kahhâr-ı zülcelâl’in celâlli tasarrufatını ilan eder.221 Yukarıda ifade edildiği üzere her bir namaz vaktinin insana, dünyaya ve ahirete bakan yönüyle işaret etmiş olduğu bir hikmeti bulunmaktadır. Buda Allah’ın(c.c) şuûnatında hiçbir abesiyet olmadığını, her işinde muhakkak bir hikmet bulunduğunu göstermesi açısından son derece önemlidir.

b) Oruç

Oruç kelimesi farsça’dan Türkçe’ye geçmiş bir isimdir. Kelimenin aslı “Ruze” olup Türkçe’de “oruze” şeklinde kullanılırken “oruç” haline dönmüştür. Arapçada karşılığı “savm” ve “sıyam”dır. Lügat bakımından ifade ettikleri mana, gündüzleri yiyip içmekten sakınmaktır. Aynı zamanda “savm” konuşmamak manasını da taşır. Şeriat ıstılahındaki manası: Fecri sadıktan itibaren güneş batıncaya kadar, orucu bozan şeylerden uzak durmak demektir.222

Allah (c.c) K.Kerim’de “ Ey iman edenler! Sizden öncekilere farz kılındığı gibi oruç tutmak size de farz kılındı.”223 Bu ayeti kerimeden de anlaşılacağı üzere oruç

221 Nursî, Sözler; s.39-40

222 Yavuz, Fikri; İslam ilmihali; Çile yayınları; Konya, s.223 223 Bakara 2/183

hem müslümanlara ondan önceki milletlere farz kılınmış bir ibadettir, tıpkı namazda olduğu gibi.

Hz Muhammed (s.a.v) hadisi şeriflerinde Abdullah b.Ömer rivayet ediyor: “İslam beş temel üzerine kurulmuştur: Allah’tan başka ilah olmadığına Muhammed’in Allah’ın elçisi olduğuna şehâdet etmek, namaz kılmak, zekatı vermek, hacca gitmek, ramazan orucunu yerine getirmektir.”224 Bu hadisi şerifte efendimiz (s.a.v) orucun Müslümanların üzerine farz bir ibadet olduğunu belirtmektedir.

Oruç, Hz Peygamber (s.a.v)in Medine’ye hicretinin başlarında peygamberimiz tarafından her ayda üç gün, bir de aşura gününde oruç tutmak nafile olarak emrolunmuştu ki buna ilk oruç denir. Yüce hicretten bir buçuk sene sonra kıblenin değiştirilmesini takiben Şaban ayının onuncu gününde Ramazan orucu farz kılınmıştır.225

Bir takım rivayetlerden de anlaşılacağı gibi islamdan evvelki milletlerde oruç tutma ibadetinin mevcut olduğunu kaynaklar bize aktarmaktadır. Mesela Hz Aişe validemiz: “ Yevmi aşura vakt-i cahiliyette Kureyş’in oruç tuttuğu bir gün idi. Resulullah (a.s) da onlara muvafakaten oruç tuttuğu bir gün idi. Bundan başka Recebü’l –Esam ve Şehr-i Mudar dedikleri ve dahilinde ziyaretine gidip atire kurbanı kesdikleri Receb ayında oruç tutarlardı. İhtimal ki aşure orucu, kendilerine İsmail (a.s) dan kalmış, Yahudilerden intikal etmişti. İşledikleri bir günahın keffareti, Yahudiler kurtuldukları bir kıtlığın şükrânesi olmak üzere aşure orucuna başladıkları da rivayet

224 Buhârî, a.g.e , İman bölümü, c.1, s.28 225 Yazır, a.g.e, c.1, s.493

edilir.226 Bu rivayetlerden de anlaşılacağı üzere eski kavimlerde her ne kadar tahrif edilmiş te olsa oruç ibadetinin olduğunu görmekteyiz.

Oruç, dinin en büyük rükünlerinden ve yüce şerîatin en kuvvetli kanunlarındandır. Kötülüğü emreden nefis, bu cihadla terbiye olunur. Oruç, kalp amelleri ve bütün gün yiyecek, içeçek ve cinsi temaslar gibi şehvet ve arzulardan nefsin el çekmesinden meydana gelen mukaddes bir cihadtır. Hayatın lezzetini, iradenin kıymetini tattıran en güzel bir huydur. Fakat insanların nefislerine yükümlülüklerin en meşakkatlisi olarak görünür. Bunun Allah’ın Rabbani hikmeti, kademe kademe önce yükümlülüklerin en hafifi olan namazın, ikinci olarak ortası olan zekatın, üçüncü olarak en zoru olan orucun emredilmesini gerektirmiş ve böylece yükümlülere bir alıştırma yapılmıştır.227

Oruç ibadeti insanın Allah’ın (c.c) emir ve yasaklarına itaat ve inkiyadı sağlaması açısından insan nefsini dize getiren, hakkından gelen yegane ibadettir. Bununla alakalı olarak Said Nursi hazretleri şunları kaydetmektedir: Ramazanı şerifin orucu, doğrudan doğruya nefsin mevhum rububiyetini kırmak ve aczini göstermekle ubûdiyetini bildirmek cihetindeki hikmetlerinden bir hikmeti şudur ki: Nefis Rabbisini tanımak istemiyor, firavunane kendi Rububiyet istiyor. Ne kadar azablar çektirilse, o damar onda kalır. Fakat açlıkla o damarı kırılır. İşte Ramazanı şerifteki oruç doğrudan doğruya nefsin firavunluk cephesine darbe vurur, kırar. Aczini, zaafını, fakrını gösterir. Abd olduğunu bildirir. Hadisin rivayetlerinde vardır ki: Cenâb-ı Hakk nefse demiş ki: “ Ben neyim, sen nesin?” Nefis demiş: “ Ben benim, Sen sensin.” Azab vermiş, cehenneme atmış, yine sormuş. Yine demiş: “Ene ene, Ente ente”. Hangi nevi

226 Olgun,a.g.e,s.148 227 Yazır,a.g.e,c.1,s.493

azabı vermiş, enaniyetten vazgeçmemiş. Sonra açlık ile azab vermiş. Yani aç bırakmış. Yine sormuş: “Men Ene vema Ente” Nefis demiş: “Ente Rabbi’r-Rahim ve Ene abdüke’l-âciz. Yani Sen benim Rabb-i Rahimimsin, ben senin âciz bir kulunum.”

Demiş.228 Buradan da anlaşılacağı üzere nefsi terbiye ve tesviye etmenin yolu açlıktan

geçiyor Allah (c.c) rahmetinin bir tecellisi olarak hem insanı terbiye edecek hem de ahirette mükafat alabilecek bir ibadetle insanı mükellef kılmış, orucu bize farz kılmıştır.

Orucun Ruhi ve bedeni yönden birçok faydaları vardır. Her şeyden önce, Allah Teâlaya itaat ve ibadettir. Mü’min kul bu itaatinden ötürü sınırsız bir şekilde sevap kazanır. Çünkü oruç yalnız Allah’a içindir. Allah’ın keremi ise çok geniştir. Oruç sebebiyle Allah ‘ın rızasına nail olunur. Bunu gibi, “ Reyyan denilen” sadece oruçlulara tahsis edilmiş cennetin özel bir kapısından içeri girme hakkı elde edilmiş olur. Kişi oruç sebebiyle, daha önceden kazandığı günahlarından ve hak ettiği Allah’ın azabından kendisini uzaklaştırır. Oruç bir yıldan öbür yıla işlenen küçük günahlara keffarettir. Oruçtan hasıl olan taat sebebiyle, Allah’ın çizdiği hak yolda mü’minin dosdoğru gitmesi sağlanır. Çünkü oruç, Allah’ın emirlerini tutmak ve yasaklarından sakınmaktan ibaret bulunan takvayı gerçekleştirir. 229

İslam dininde üç çeşit oruç vardır. Farz, vacip ve nafile oruçlar.

1) Farz oruç: Zamanı muayyen olan farz oruç. Ramazan ayı orucu gibi. Yılın

belli bir ayı olan “Ramazan” ayında oruç tutmak her mükellefe farzdır. Zamanı belli olmayan farz oruç; vakit ve zamanı belirtilmeksizin mutlak olarak tutulabilen farz

228 Nursî,Mektubat, Tenvir neşriyat,İstanbul,s.381

229 Zuhaylî, Vehbe,İslâm Fıkıh Ansiklopedisi,Risâle yayınları,Tercüme: Ahmet Efe, Beşir Eryarsoy, Fehmi Uus, Abdürrahim Ural, Yunus Vehbi Yavuz, Nurettin Yıldız, İstabul 1994, c.3, s.110

oruçlardır. Kefaret oruçları, kazaya kalan Ramazan orucu gibi. Bu oruçlar için muayyen bir ay veya zaman yoktur.230

2) Vacip oruç: Farz olmadığı halde kişinin kendi iradesi ile “falan işim olursa, bu

yıl şaban ayında oruç tutacağım.” Şeklinde yapılan adaktır.231

3) Nafile Oruç: farz ve vacip oruçların dışında tutulan oruçlardsır.232

Ramazan ayı dinimizce kutsal sayılan bir aydır. Bu ayın kutsal sayılmasında en büyük etken belki de K.kerim’de ifade edildiği üzere Kadir gecesi gibi bin aydan hayırlı bir gecenin bu ayda olması ve K.Kerim’in Hz Muhammed (s.a.v)’e bu gece vahyedilmiş olmasıdır. Ramazan aynı zamanda rahmet, mağfiret, ibadet ve kur’an ayıdır, bu ayı oruçla geçirmek fazilet ve sevabına nail olma yönüyle çok önemlidir. Hadisi şerifte Hz Peygamber (s.a.v) Hz Ebu Hüreyre rivayet ediyor. “ Ramazan ayı girdiği zaman cennetin kapıları açılır, cehennemin kapıları kapatılır ve şeytanlar da zincire vurulur.”233 Bir diğer hadiste ise Efendimiz (a.s) “Ayların seyyidi ramazan ayıdır, günlerin seyyidi Cuma günüdür. Eğer kullar Ramazan ayındaki fazileti

bilselerdi, bütün senenin Ramazan olmasını isterlerdi.”234 K.Kerim’de Allah (c.c) “O

Ramazan ayı ki insanlığa bir rehber olan, onları doğru yola götüren ve hakkı batıldan

Belgede Kur'an'da ibadetin imani boyutu (sayfa 73-102)

Benzer Belgeler