• Sonuç bulunamadı

Kökeni Doğu’ya dayanmasına rağmen öz-duyarlığın yapısı çeşitli disiplinlerde yer alan Batılı psikologların çalışmalarında görülmektedir.

2.7.1 Benlik İlişkisi Modeli (The Self in Relation Model)

Öz-duyarlık kavramının en yakın şekilde benzediği kavram kadınların psikolojik gelişiminde benlik modelinin kurucularından biri olan Judith Jordan’ın çalışmalarında ortaya çıkmaktadır (Jordan, 1997; Jordan, Kaplan, Miller, Stiver ve Surrey, 1991). Jordan (1989, 1991a, 1991b) yazılarında öz-empati (self-emphaty) kavramından kısaca bahsetmiş ve bu kavramı bireyin kendine yönelik eleştirel olmayan ve açıklık içeren bir bakış açısıyla tutumsal bir yaklaşım benimsemesi olarak tanımlamıştır. Bu görüşe göre, öz-empati diğer insanlara karşı gösterilen empati ile yakından ilişkilidir. Kişinin diğerleriyle olan benzerliklerini keşfetmesi ve böylece kişinin insan olmanın beraberinde getirdiği kaçınılmaz başarızızlık ve hata kavramını empati yoluyla kabul etmesini içerir (Jordan, 1989). Jordan (1991b), empatinin kişinin kendisiyle kurduğu ve daha önceden kendisinin sahip olmadığı için eleştirdiği yönlerini “kabul ettiği, önemsediği ve bu yönleriyle etkin şekilde tekrardan ilişki kurduğu” bir çeşit “düzeltici ilişkisel deneyim” olduğunu söylemiştir (s. 287). Bu şekilde, Jordan’ın empati kavramı için öne sürdüğü tanımın öz- duyarlığın üç öğesi olan öz-sevecenlik, paylaşımların bilincinde olma ve bilinçlilik öğelerine açık şekilde değindiği görülmektedir. Jordan empatiden öncelikli olarak karşılıklı empatiye dayalı bir terapi deneyiminden doğan bir süreç olarak bahsetmektedir ve empatinin öz-temsil ve ilişkisel imgelerde psikolojik iyi oluşu büyük ölçüde iyileştirebilecek bir şekilde süregelen yapısal değişikliklere yol açabileceği konusunu gündeme getirmiştir (Neff, 2003a).

32

2.7.2 Hümanistik Kuram

Öz-duyarlık kavramı aynı zamanda pek çok hümanist psikoloğun çalışmalarıyla anılmaktadır (From, 1963; Maslow, 1954). Örneğin, Maslow (1968) insanlara büyümelerinde gerekli olan acı ve başarısızlıklarını kabul etmek ve tanımak için yardım etmenin önemini vurgulamıştır. Maslow, çoğu psikolojik hastalığın temel sebebinin kişinin kendisi ile ilgili bildiklerine (duyguları, arzuları, hatıraları, kapasiteleri ve potansiyelleri) ilişkin korkusundan kaynaklandığını iddia etmiş ve böyle bir korkunun öz-saygıyı koruma açısından savunma işlevi olduğunu belirtmiştir. Bireyin kendi başarısızlıkları ve acılarına yönelik duyarlığa sahip olması yönünde teşvik etmek öz-anlayışı artırmanın bir yoludur ve Maslow'un "B- perception" olarak adlandırdığı kişinin kendine dönük yargılayıcı olmayan, affedici, sevgi dolu kabulünün beslenmesine yardım eder (Maslow, 1968). Bu yolla, öz- duyarlık, kişinin kendisine yönelik Rogers'ın (1961) "koşulsuz kabul" olarak adlandırdığı kavramla özdeşleştirilebilir. Bu durum kişinin kendisiyle ilgili koşulsuz pozitif yargı veya değerlendirmeler şeklinde değil, ancak kişinin kendine yönelik koşulsuz bir şevkatli duygusal duruş sergilemesi şeklindedir. Rogers, yargılayıcı olmayan, kibar öz-tavrın, kişinin daha çok "öz-farkında", kendini kabul eden, daha iyi ifade eden, daha az savunmacı ve daha açık olmasına izin vererek, danışan- merkezli terapinin nihai hedefi olduğunu belirtmiştir (Rogers ve Stevens, 1967; akt. Neff, 2003a). Benzer şekilde, Snyder (1994), terapinin amacının danışanların kendilerine empati yapmayı öğrenmeleri ve kendi tepki ve deneyimlerine yönelik birincil bir merak edici tavır geliştirmeleri olduğundan bahsetmiştir. Öz-kabul duygularını temel alan öz-duyarlık kavramı aşırı derecede kendine odaklanmayı teşvik etmeden geliştirmektedir. Bu anlamda, öz-duyarlık sosyal bağlılık hissini büyütmekte ve kişinin diğerlerine olan sorumluluk duygularını köreltmek yerine teşvik etmektedir (Neff, 2003a).

2.7.3 Duygusal Düzenleme (Emotional Regulation)

Öz-duyarlığın yapısı duygusal gelişim alanındaki güncel çalışma olan başa çıkma ve duygusal düzenlemeyle de ilgilidir (Brenner ve Salovey, 1997). Duygusal düzenleme, kişilerin duygularına dikkat ettiği, duygusal uyarımın süre ve yoğunluğunu ayarladıkları ve stresli veya rahatlatıcı durumlarla karşılaştıklarında duygu durumlarının doğasını ve anlamını dönüştürdükleri süreçlere karşılık

33

gelmektedir (Thompson, 1994). Geleneksel olarak, duygu odaklı başa çıkma duygusal kaçınma olarak ele alınmıştır (ör: önemsiz şeylere gülme). Yani, zorluklara karşı gösterilen duygusal tepkiler problemle doğrudan yüzleşmek yerine, onu reddetmek veya dikkati başka yöne çekmek için kullanılan savunma mekanizmaları olarak kullanılmaktadır (Lazarus, 1993).

Çoğu yönden öz-duyarlık işe yarar bir duygusal yaklaşımın kullanıldığı bir başa çıkma stratejisi olarak görülebilir. Öz-duyarlık, acı veren veya rahatsız eden duygulardan kaçınmak yerine bu duygulara şefkat ve anlayışla yaklaşarak duyguların farkında olmayı gerektirir (Bennett-Goleman, 2001; Kabat-Zinn, 1994). Böylece, olumsuz duygular daha iyi bir hissetme durumu haline getirilerek kişinin o anki durumunun daha iyi anlaşılması ve kişinin kendini değiştirmesi veya çevresini etkili ve uygun şekilde düzenlemesini sağlayan aksiyonların hayata geçirilmesini sağlar. Bu nedenle, öz-duyarlığın duygusal zekânın önemli bir yönü olduğu söylenebilir. Bu, kişinin kendi duygularını izleyebilmesini ve bu bilgiyi ustaca bir şekilde düşünce ve davranışlarına uygulayabilmesini içerir (Salovey ve Mayer, 1990).

2.7.4 Psikoanalitik Kuram

Psikoanalitik gelenekte, nesne ilişkiler kuramından Winnicott’un (1953; 1971) potansiyel alan kavramı öz-duyarlığın kurgusuna, bilhassa da düşüncelilik öğesine ilişkin gibi duruyor. Bu kavram fantezi ile gerçeklik arasında uzanan ara bölgeyi tanımlamak için kullanılmıştır (Kirkpatrick, 2005). Bu kavram, bebeğin anne-çocuk ortak yaşamından, ayrı bireyler halinde anne ve çocuk olarak gelişimindeki ilk ilerleme düşüncesinden ortaya çıkmıştır. Başlangıçta, çocuk tüm dünyayı kapsayan ve kendi içinde tamamen yeterli olan bir fantazi içinde yaşar. Çok geçmeden, gelişmekte olan çocuk taleplerinin her zaman kusursuz biçimde karşılanmadığını ve “ben”in başladığı ve “ben değil” in bittiği bir yerin varlığını fark eder. Potansiyel alan “ben”in başladığı ve “ben değil” in bittiği yer arasındadır, fakat paradoksal biçimde her ikisini de barındırır. Ne kişinin içinde ne de dışındadır. Bu var olmayan fakat varlığı olan bir alandır. Bu alan, anne ve çocuğu hem birleştirir hem ayırır. Çocuk, bir annenin varlığı konusunda gelişen bilinci sayesinde, yalnızca kendini ayrı bir varlık olarak deneyimleyebilir. Çocuk nesne değişmezliği açısından geliştikçe ve olgunlaştıkça, kendi potansiyel alanını üretme becerisini kazanır (Ogden, 1990; akt. Kirkpatrick, 2005).

34

Çocuğun “ben” ve “ben değil”i idrak edebilmesinin akabinde öz-duyarlığın başlaması da muhtemeldir, çünkü öz-sevecenlik, ortak insanlığın farkında olma ve bilinçlilik boyutlarının hepsi kedini nesnel bir bakışla görebilme becerisini gerektirir. Kendi ve diğeri arasındaki ve bunları birbirine bağlayan alan bilinçlilik ve ortak insanlığın yeni farkına varmış olma durumunu yansıtıyor. Ogden (1990), ayrıca empatiden potansiyel alanda yürütülen ve kişinin bir başkası olma fikrini keşfe çıktığı fakat aynı zamanda bir başkası olmadığını bildiği bir süreç olarak bahseder (Akt. Kirkpatrick, 2005).

2.7.5 Bilişsel-Davranışçı Kuram

Geleneksel bilişsel müdahaleler ve öz-duyarlığın geliştirilmesine ilişkin bilinçlilik temelli müdahaleler arasındaki önemli bir fark “bilinçlilik eğitiminin düşünceleri mantıklı veya saptırılmış olarak değerlendirilmesinin yapılmasını veya mantıksız olduğuna karar verilen düşünceleri değiştirme gibi sistemli girişimleri içermez. Bunun yerine, katılımcılara düşüncelerini izleme ve geçiciliklerinin farkına varma ve onları değerlendirmeden sakınma öğretilir” (Baer, 2003, s. 130). Buradaki odak noktası, düşüncelerin/bilişlerin geçici olgular olarak görülmesidir.

2.7.6 Geştalt Kuramı

Geştalt kuramının, öz-duyarlık ve özellikle farkındalıkla birkaç bağlantısı vardır. Farkındalığı tam olarak değerli kılan şey, bireyin duygularıyla, bilhassa güçlü duygularıyla aşırı derecede özdeşleşmeden, aşırı derecede kontrol etmeden veya onlardan kaçınmadan başa çıkmasına izin vermektir.

Geştalt kuramının temel kavramları olan şekil ve zemin kavramları da (Perls, Hefferline ve Goodman, 1951) öz-duyarlıkla ilişkilidir. Farkındalığı, hem mevcudiyetinin farkında olma, hem de karşılıklı olarak alternatifleriyle ilgilenme veya ilgilenmeme becerisinden dolayı, şekil ve zemin alternatiflerine (ör. Bir arada var olan öz-sezgiler) isteğe bağlı olarak erişelebileceği bir süreç olarak göstermek için bir Gestalt şekil-zemin kavramı Martin (1997) tarafından analoji olarak kullanıldı. Biliçliliğin inşasında dikkatin ve farkındalığın iç içe geçmiş yapısını örneklendirmek için, Brown ve Ryan (2003) tarafından da bir şekil-zemin benzerliği kullanıldı. Buna göre “dikkat devamlı olarak, şekilleri farkındalık zemininden değişen süreler boyunca için çekerek çıkarır” (Brown ve Ryan, 2003, s. 822).

35