• Sonuç bulunamadı

ŞEKİL 6. Şema-odaklı bilişsel model

2.3. ÖZNEL İYİ OLUŞ

2.3.3. Öznel İyi Oluş Kuramları

2.3.3.3. Özünü Gerçekleştirme Kuramı

olduğu sorularının cevabını aramaktadır. Seligman’a (2002/2007) göre mutluluk, insan türüne özgü, insanın yarına kalabilmesi ve türünün devamını sağlayabilmesi için evrim sürecinde geliştirmiş olduğu en önemli uyum mekanizmasıdır. Mutlu olabilmek için dışsal değişkenler ele alındığında daha çok para kazanmanın, fiziksel olarak sağlıklı olmanın, olabildiğince çok eğitim almanın ve ırksal özelliklerin insanların genelde zannedildiğinin aksine öznel iyi oluşun temel belirleyicileri olmadıklarını ifade etmektedir. Otantik mutluluğa giden yolun yaşamın çok boyutluluğu içinde insanı insan yapan sevgi, minnettarlık, bağışlayabilmek, cesaret ve bilgelik gibi değerlerini ve kendine ilişkin güçlü yanların fark edilebilmesiyle yakından ilişkili olduğunu düşünmektedir.

yaşamak” yoluyla mümkündür. Savunmaları bir kenara bırakıp yaşantılara tam açık olan ve tam işlev görebilen kimse, her anı yeni ve taze bir yaşantı olarak deneyimlediği için yaşantı varoluşsal dönüşümün aracısı olur. Güzel bir hayata doğru yaşanan sürekli evrilme sürecinde deneyim, benlik ve kişiliğin filtresinden geçerek şekillendirilmez. Tersine benlik algısı doğrudan koşulsuz ve aracısız deneyimin içinden çıkar. Koşulsuz deneyim, gözlemciyi deneyimin bir parçası haline getirir. Bu şekilde organizma seyirci konumundan yaşayan konumuna geçtiği için büyümeye ve varoluşunu geliştirmeye, en nihayetinde mutlu olmaya doğru sürekli bir ilerleyiş içine girer. Bu sürecin adına kendini gerçekleştirme denilmektedir (Rogers, 1961).

Kendini gerçekleştirme konusunda en önemli teorik tartışmalardan biri de, insanın kendi doğasıyla yüzleşeceği ve kabul edebileceği şekilde kişisel hedeflere ulaşmak adına bireysel potansiyeller, kapasiteler ve yeterliliklerin olgunlaştırılması süreci olarak tanımlayan Maslow’ a aittir. Maslow’un tanımladığı özü gerçekleştirme sürecinde artan ölçüde kişisel nitelikler konusunda farkındalık sağlanırken, kişinin farklı nitelikleri arasında bütünleşme ve sinerjinin ortaya çıkması gerekliliği vurgulanır. Maslow’un bahsettiği içsel doğa (intrinsic nature) gerçek benliğe karşılık gelir. İnsanın anlamlı bulduğu, değer verdiği kişisel amaçların kendini gerçekleştirmeyle ilişkisini kurarken, insanın en çok keyif aldığı veya önem atfettiği niteliklerini geliştirmesine olanak tanıyan etkinliklerin, kendini gerçekleştirme konusunda en çok katkı sağlayanlar olduğunu ifade eder (Maslow, 1968: 25).

Kişi için iyi olan tercihleri iyi olmayandan ayırabilmek, ancak kimlik gelişimi sürecini anlayabilmekle mümkün olur ki mutlu bir yaşama hizmet eden tercihler kişinin doğasıyla uyumlu olanlardır. Başarılı bir kimlik gelişimi ise kişinin kendi potansiyelini en gerçekçi bir şekilde anlayabilen ve bu potansiyeli sonuna kadar götürebilen etkinliklere yönelebilmekle mümkün olmaktadır (Waterman, 2004, 2011). Kişinin aşkın deneyimleri içinde kendi gerçek potansiyelini tanıma girişimlerinin psikolojik yansımalarına, kişisel olarak kendini ifade etme hisleri (feelings of personal expressiveness) denilmektedir.

İnsanın aşkın deneyimi olarak mutluluk, her anlamda haz duygularına hizmet eder ve hedonik yaşantılara bağlanır. Buna karşın salt haz duygularıyla bağlantılı etkinlikler her zaman aşkın mutluluğa hizmet etmeyebilir (Waterman,

1990; 1993). Otantik deneyimlerden kaynaklanan aşkın mutluluk yaşantılarının kısmen içsel motivasyon ve psikolojik akışla yakından ilişkili, hatta binişen yönleri olduğu vurgulanmaktadır (Waterman, 1990; Waterman, Schwartz, Goldbacher, Green, Miller, ve Philip, 2003).

Felsefede ve psikolojide insanın hem yapıcı hem de yıkıcı potansiyeli bir arada taşıdığına ilişkin genel bir tartışma ve kabul vardır (Hobbes,1651/1950; Nietzsche, 1967/2010, Freud, 1923/2011). Yeni Freudçu akım içinde yer alan Karen Horney benliğe ilişkin iki kutuplu bir açılım önerir.

Horney’e göre üst ben içinde oluşan benlik ideali, gelişim sürecinde gerçek ilgi ve ilişki ihtiyacının karşılanmadığı ve önemli ölçüde engellemelerle karşılaşıldığı durumlarda, güçlü özdeşim nesneleriyle aşırı özdeşleşmeye giderek abartılı bir şişme gösterir. Bu şişme egonun gerçeklik testi işlevini bozabilecek ölçüde ruhsal yapıda çoklu bir benlik tasarımın oluşmasına neden olur. Horney’e (1950: 110-154) göre benlik içinde işlev gören yapılar temelde üç başlık altında toplanır: i) kişinin kendisi için olmak istediği idealindeki ben olarak ideal benlik (idealized self), ii) kişinin kendine ilişkin yaşantıladığı biçimiyle algılanan benlik (actual self) ve iii) farkında olup olmamızdan bağımsız olarak gerçekte kişide varolan asıl kapasitesinin bir ifadesi olarak gerçek benlik (real self). Horney, gerçek benliği gelişimin içsel kaynağı olarak her insanda varolan, ancak her insanda kendine özgü özellikler taşıyan bir potansiyel yumağı olarak düşünmektedir. Bu anlamda insanın ruhsal büyümesi, gelişimin sağlıklılığı ve son noktada gerçek mutluluk, bu gerçek benlik kapasitesi ve özellikleriyle uyumlu deneyimlerle mümkün olabilir (Horney, 1950 :17).

Horney (1950) psikolojik sağlık ve iyi oluşu, gerçek benliğin keşfedilmesi ve gerçek bir hayat yaşanmaya başlanmasında bulur. Gerçek benliğe ulaşmanın yolu, aynı zamanda yaşamın gerçekçiliği içinde kendi geçekliğine ulaşmakla (self-realization) mümkün olur. Kurt Goldstein (1939/1995) ise çevreyle bütün olarak ele aldığı organizmaya ilişkin dinamikleri açıklamaya çalışmaktadır. Kişiliği bir organizasyon olarak düşünen organizmik kuram yapı içindeki parçalar yerine bütünlüğü, tutarlılığı ve uyumu öne çıkarmaktadır. Söz konusu organizasyonun birden fazla dürtüyle değil de genel olarak tek bir motivasyonla hareket ettiğini öne sürer. Her kişilik

organizasyonu kendi içinde endemik bir yapıyı temsil etmekle beraber temel amacı özünü gerçekleştirmektir (self-actualization veya self-realization).

Organizmik kuram bireyi açık bir sistem olarak ele alsa da, çevreyle birey etkileşimi içinde çevrenin etkisinin sınırlı olduğunu düşünmektedir. Çünkü kişilik organizasyonu her zaman için öz yönelimlidir.

Organizmik kuram davranışı doğal ve doğal olmayan davranış biçiminde ayırmakta, bir davranış bütünsel, esnek ve duruma uygun olduğu ölçüde doğal olarak nitelendirilmektedir. Temel davranış kategorileri üç başlık altında sınıflandırılmaktadır. Birincisi, istemli ve bilinçli olarak bulunulan girişimler şeklinde tanımladığı ‘performanslar’. İkinci olarak hisler, duygulanım ve diğer içsel deneyimleri kapsayan ‘tutumlar’. Son olarak da doğrudan deneyimlenen bedensel işlevler olarak tanımlanan ‘süreçler’. Kuram organizmanın çevreyle etkileşimi içinde rol oynayan temel dinamikleri de yine üç başlık altında ele almaktadır: dengelenim süreci, kendini gerçekleştirme ve çevreyle başa çıkma. Kurama göre organizmada genel olarak sabit düzeyde bir enerji dağılımı vardır. Bir uyaran karşısında bu ortalama enerji dağılımındaki değişimler her zaman için genel ortalama düzeyine geri dönme eğilimi gösterir. Organizma üzerindeki pek çok etki düşünüldüğünde, bireyi en yüksek işlevsellik düzeyinde tutabilecek enerji dağılımı optimal dengelenim noktasıdır. Organizmik dinamiklerin ikincisi her organizasyonun temel güdülenme kaynağı olan kendini gerçekleştirmektir. Bu nedenle gereksinimlerin giderilmesi bir eksikliğin giderilmesi değildir. Aksine organizmanın bütünlüğünü sağlama ve tamamlanabilme ihtiyacını karşılayarak kendini gerçekleştirme amacına hizmet eden bir araçtır. Kendini gerçekleştirme güdüsü evrensel olmakla birlikte sonuçları bireysel olarak çeşitlilik gösterir. Kedini gerçekleştirmenin en temel yolu kişinin neyi tercih ettiğini ve neyi en iyi yaptığını farklı deneyimlerle keşfederek, kendi belirlediği yolda yürüyebilmesidir. Son olarak, organizmik kuram her ne kadar kişilik organizasyonunu öz yönelimli olarak kabul etse de çevreyle birey etkileşiminin önemini kabul etmektedir. Bununla beraber, çevresel etkilerin önemi bireyin kendini gerçekleştirme sürecinde çevreden sunulan olanaklar ve karşılaştığı engeller bağlamında ele alınmaktadır. Bu anlamda kuramın öngördüğü üçüncü davranış dinamiği, kişinin kendini gerçekleştirme sürecinde çevresel

olanakları kendi özünü gerçekleştirebilmek adına kullanabilmesi ve karşılaştığı engelleri kendi amaçlarına ulaşabilmek adına aşabilmesi yeterliği olarak tanımladığı başa çıkmadır (Hall ve Linzley, 1957:305).

Felsefede saadet kavramı (eudemonia) genel olarak haz almaktan veya ihtiyaçların karşılanmasından fazlasını ifade eder. Saadet insanın sadece insan mutluluğuyla açıklanamaz. İnsanın keyif aldığı veya istediği halde ulaştığı her şey onun yaşamdan zevk almasını sağlasa bile her zaman ona saadet getirmeyebilir. Çünkü haz veren her şey veya acıdan kaçındığı her durum, özde insan için her zaman iyi olmayabilir. Waterman (1993) mutluluğun çoğunlukla haz anlayışı içinde anlaşılmasına rağmen, asıl iyi oluşun insanın yaşamını gerçek benliği veya özüyle (daimon) uyumlu bir hayat yaşamasıyla mümkün olduğu öne sürülmektedir. Bununla beraber, öznel iyi oluş durumu olarak insanın potansiyeline ulaşması ve doğasıyla uyumlu bir yaşam sürdürüyor olması, yaşam sürecinin sonunda ortaya çıkan bir durum olmaktan çok süreç içinde zaman zaman ulaşılan nitelikli yaşantıları ifade eder. İnsan yaşam etkinlikleri ve tercihlerinin öznel gerçeğine ve değerlerine en çok yaklaşabildiği zamanlarda, en yüksek düzeyde bağlanma ve bütünlüğü yakalar ki bu anlar varoluşsal iyilik halleridir (Ryan ve Deci, 2001).

İyi oluşu haz ilkesine dayalı deneyimler ve daha aşkın bir varoluş hali arasında ayrım yaparak açıklamaya çalışan yaklaşımların, bu iki insani durumu keskin bir sınıflamayla iki kategoriye ayırmaları pratikte pek de geçerli bir ayrım gibi görünmemektedir. İyi oluşun ne olduğunu açıklarken hedonik açıklamaların daha varoluşsal bir kendiliği gerçekleştirme veya tam işlev görme süreciyle ele alan açıklamalardan tamamen ayrı olmadığı görülmektedir. Bu konuda gerçekleştirilen araştırmalar, iyi oluşun kendi içinde paralellik taşıdığını göstermektedir. Araştırmalar haz ilkesine dayalı mutluluk ve eudemonic mutluluk düzeylerinin göstergeleri arasında yüksek ilişki olduğu göstermektedir. İnsanın kendi özüyle uyumlu öznel yaşantıları ele alındığında, bu yaşantıların haz duygusuyla birlikte deneyimlendiği ve kuramsal olarak ayrı olduğu düşünülen iki psikolojik yapının gerçekte paralellik taşıdığı anlaşılmaktadır (Ryan, Huta ve Deci, 2008; Deci ve Ryan, 2008).