• Sonuç bulunamadı

2.1. STRES VE STRESLE BAŞA ÇIKMA

2.1.2. B aşa Çıkma

2.1.2.5. Fenomenolojik Stresle Başa Çıkma Kuramı

Fenomenolojik stres modeline göre kişi tarafından yaşanan psikolojik stres, öz kaynakların zorlandığı veya aşıldığı, kişinin kendi öznel iyi oluşuna karşı bir tehdit olarak değerlendirdiği bir çevreyle karşılaştığı zaman yaşanmaktadır. Bu bağlamda kişinin çevreyle etkileşimini iki sürecin yönlendirdiği varsayılmaktadır: bilişsel değerlendirmeler ve başa çıkma stilleri (Lazarus ve Folkman, 1984).

Modele göre stresli durumlar karşısında yapılan değerlendirmeler insanların zorlayıcı durumlarda verdikleri duygusal ve davranışsal tepkilerin belirleyicisi olabilmektedir (Smith ve Lazarus, 1993; Smith, Haynes, Lazarus ve Pope, 1993). Bununla beraber, kuramda önerilen değerlendirmeler bilişsel davranışçı kuram içinde ele alınan düşünce biçimlerinden farklılık göstermektedir. Duygusal sorunlarla ilişkili bilişsel müdahale yaklaşımlarında tanımlanan bilişsel özellikler, daha çok ruhsal problemlerin ortaya çıkışında rol oynayan bilişsel risk faktörlerini ortaya koyabilmek amacıyla geliştirilmiştir (Ingram, Atchley ve Segal, 2011: 92). Yaşamda kişinin duygusal sorunlarla karşı karşıya kalmasına neden olan olumsuz düşünme biçimleri, akılcı olmayan inanışlar veya bilişsel çarpıtmalar olarak tanımlanmaktadır. Söz konusu bilişsel modellerde tanımlanan bilişsel özellikler, olaylar karşısında yapılan olumsuz veya gerçekle uyuşmayan bilişsel çıkarımlarla ilişkili genel eğilimleri ifade etmek için kullanılmaktadır. Bu modellerde stresli durumlarla ilişkili ortaya çıkan bilişsel süreçten çok duygusal problemlerin ortaya çıkışında rol oynayan, gerçekçi olmayan abartılı bilişsel değerlendirme biçimlerini ortaya koymaya dönük tanımlamalar yer almaktadır (örn., Ellis ve Dryden, 2007: 15;

DeRubeis, Tang, ve Beck, 2001: 353). Fenomenolojik stres modelinde ise yaşanan stresli olaylarla ilişkili yapılan çıkarımlar ve stresli yaşam olaylarıyla ilişkili bilişsel değerlendirme aşamaları tanımlanmaktadır (Lazarus, 2006).

Stresli durumlarla baş etmeye ilişkin fenomenolojik yaklaşım, çevre ve organizmanın etkileşim sürecinde çevre koşullarıyla bireye ilişkin bilişsel, duyuşsal, davranışsal ve kişilerarası özelliklerin karşılıklı olarak birbirini etkileyen unsurlar olarak el alınması gerekliliği üzerinde durmaktadır. Bu bağlamda kişinin karşılaştığı engellerle ilişkili olarak yaptığı değerlendirmelerin altında yatığı öne sürülen bir grup çevresel ve kişisel etken tanımlanmaktadır.

Çevresel etkenler içinde çevrenin talepleri, çevrenin sunduğu olanaklar, kısıtlamalar ve kültür sayılabilir. Çevresel belirleyiciler içinde yer alan çevrenin talepleri, daha çok sosyal normlar dahilinde kabul edilmiş belirli durumlarda beklenen davranış kalıpları olarak açıklanabilir. Bu kalıplar zamanla içselleştirilebildiği için bir süre sonra davranışlar üzerindeki etkilerinin içsel mi yoksa dışsal mı olduğunu tam olarak ayırmak mümkün olamayabilir. Çevreden sunulan olanaklar, kişinin karşısına çıkan avantajlı durumlarla ve kişisel olarak kendini doğru konumlandırma becerisinin etkileşimi sonucunda avantaj sağlayan kolaylaştırıcılardır. Kısıtlamalar, beklentilerin aksine kişinin belirli durumlarda neleri yapabileceğinin değil, tam tersine neleri yapamayacağının sınırlarını çizmektedir. Kültür ise yaşantının anlamlandırılmasında belirleyici olan tutumların oluştuğu sosyo-kültürel zemini temsil etmektedir (Lazarus, 2006: 61). Yapılan pek çok araştırma duygusal tepkiler ve başa çıkma konusunda kültürel farklılıkların varlığına ilişkin güçlü kanıtlar sunmaktadır (Lazarus 1997). Bununla beraber yapılan çalışmalarda kültürel ayrımların uluslara veya etnik gruplara göre yapıldığı ve bu grupların tamamen homojen sosyal yapılar olarak görüldüğü dikkati çekmektedir. Bu anlamda kültür çalışmaları araştırmacılar tarafından eleştirilmektedir (Lazarus, 2006: 66).

Kişinin stresli durumlar karşısında yaptığı bilişsel değerlendirmelerde rol oynayan kişisel etkenler ise şu üç başlıkta ele alınmaktadır: Kişisel hedefler ve hedef hiyerarşileri (goals and goal hierarchies), benliğe ve dünyaya ilişkin inanışlar (beliefs about self and world) ve kişisel kaynaklar (personal resources). Güdülenmeyle ilişkili süreçlerin stresin ortaya çıkmasında önemli rol oynadığı varsayılmaktadır. Özellikle kişisel hedeflerle ilişkili tehlike algılandığında bireyin stres düzeyinde artış olması beklendik bir durumdur.

Hangi kişisel amaçların daha önemli veya daha az önemli olduğuna ilişkin kişisel hedeflerin kendi içindeki sıralaması, kişisel hedefler hiyerarşisinin göstergesidir. Bu anlamda kişisel önem bakımından hiyerarşinin üst basamaklarında yer alan amaçlara yönelik karşılaşılan engellerin yarattığı stres çok daha büyük olmaktadır. Benlik ve dünyaya ilişkin inanışlar, kişinin kendini nasıl algıladığı ve kendini yaşamda nerede konumlandırdığı ile ilişkili bilişsel tutumları içermektedir. Burada kişinin tehlikede olduğunu düşündüğü hedeflerine ulaşabilmek için ne kadar çaba harcayabileceği, ne ölçüde

hedeflerine ulaşabileceği ve bu süreçte başarı veya başarısızlığın sonuçlarının neye mal olabileceği yolundaki bilişsel değerlendirmeleri önemli rol oynamaktadır. Kişisel kaynaklar, ihtiyaçların giderilebilmesi, hedeflere ulaşılabilmesi ve çevresel koşullardan kaynaklı streslerle başa çıkılabilme konusunda belirleyici olabilmektedir. Bu grupta sayılabilecek özellikler arasında zeka, mali durum, sosyal beceriler, eğitim düzeyi, destekleyici bir aile, güvenilir arkadaş çevresi, bedensel sağlık, vb. sayılabilir (Lazarus, 2006:

p70).

Ekolojik bir yaklaşım olan fenomenolojik stres modelinde, birey-çevre etkileşimi içinde yapılan değerlendirmeler bir süreç olarak düşünülmektedir.

Stresli durumlarla başa çıkmada bilişsel değerlendirmelerin rolü, iki düzeyli bir süreç dahilinde tanımlanmaktadır: Birincil değerlendirmeler (primary appraisals) ve ikincil değerlendirmeler (secondary appraisals). Birincil değerlendirmeler, stresli bir durumla karşılaşıldığında kişinin değerleri, bağlandığı hedefleri, benliği ve dünya hakkındaki inanışları ve durumla ilişkili beklentiler bakımından ne tür bir tehditle karşı karşıya kalındığının değerlendirildiği aşamayı ifade etmektedir. Daha özet bir anlatımla, birincil değerlendirme basamağı hangi kişisel faktörlerin ne ölçüde tehlike altında olduğunun bilişsel olarak değerlendirildiği aşamadır. Birincil değerlendirmeler aşamasında, karşılaşılan problemle ilişkili ciddiye alınabilecek hiçbir durumun ortaya çıkmayacağı yönünde bir sonuca ulaşılabileceği gibi, yaşanan problemle ilişkili zarar/kayıp, tehdit veya meydan okuma yönünde çıkarımlar da yapılabilir. Burada ifade edilen zarar/kayıp, kişi için önem taşıyan konularda kayıplarla karşılaşması veya zarar görmesidir. Tehdit, yaşamla ilişkili kişisel amaçların veya önem verilen yakın kişilerin zarar görebilmesi olasılığıdır. Meydan okuma ise kişinin aşması gereken engellerle karşılaşabileceğine ilişkin yaptığı kişisel değerlendirmelerdir. Birincil değerlendirmelerde karşılaşılan durumlarla ilgili olumsuz bir çıkarım yapılmamışsa, ikincil süreçlere gerek kalmaz. İkincil değerlendirmeler, karşılaşılan problemle ilişkili zarar/kayıp, tehdit veya zorlukla mücadele edilmesi gerekliliği yönünde birincil çıkarımlar yapılması halinde bu değerlendirmeleri takip eden yorumları içerir. İkincil yorumlama süreçleri, birincil çıkarımlara bağlı olarak başa çıkma konusunda hangi stratejilerin

kullanılacağı yönünde kararların alındığı aşamadır. Bu anlamda ikincil değerlendirmeler yapılırken problemli durumlarla ilişkili benimsenen çözümler, karşılaşılan duruma özel başa çıkma stratejilerini içinde barındırmaktadır (Chang ve DeSimone, 2001; Lazarus, 2006).

Stresli durumlar karşısında yapılan bilişsel değerlendirmeler karşılaşılan olumsuzluğun kişisel hedeflerle ne ölçüde ilişkili olduğu, yaşantının kişisel hedeflerle uygunluğu ve hangi ego işlevlerinin rolüne bağlı olarak değişmektedir. (Lazarus, 2006: 92). Sosyal çevreye ve kendine güven, ahlaki değerler, egonun idealleri, kişisel anlamlar ve bakış açıları, diğer insanlar ve onların iyi oluşları ve yaşam hedefleri biçiminde listelenen başlıklar ego işlevleri içinde kişisel önem düzeyine göre hiyerarşik olarak sıralanmaktadır. (Lazarus, 1991a: 102). Karşılaşılan zorlayıcı durumların birincil değerlendirilmesinde olayın zarar/kayıp, tehdit, kişiye meydan okuyan bir engel veya bir yaşam olanağı biçiminde yorumlanmasının altında problemin kişisel hedeflerle kurulan ilişkisi, yaşanan durumun kişisel hedeflere uygunluğu ve öncelikli ego işlevi belirleyici olmaktadır. İkincil değerlendirmelerde ise karşılaşılan sorunla ne şekilde başa çıkılabileceği sorusuna cevap aranmaktadır. İkincil değerlendirmelerde etkili olan bilişsel süreçler ise üç başlık altında ele alınmaktadır: Sonuçtan kimin veya neyin ne şekilde sorumlu olduğu, başa çıkma potansiyeli ve gelecekle ilişkili beklentiler.

İkincil değerlendirmeler aşamasında başa çıkma çabaları neticesinde ortaya çıkabilecek sonuçlarla ilişkili kendini sorumlu tutma veya durumu onaylama durumu, kişinin başa çıkma stillerini belirlemesinde etkili olmaktadır. Başa çıkma potansiyeli (coping potential), kişinin karşılaştığı engelleri ne ölçüde aşabileceği ve zararlardan ne kadar korunabileceği yolundaki inancını ifade etmektedir. Gelecek beklentileri (future expectations) ise var olan durumdaki çevreyle etkileşimin daha iyiye mi yoksa tersine kötüye mi gideceği yolundaki beklentilerinin ifadesidir. Bu modele göre, kişiler başa çıkma stillerini, dolayısıyla da stresli durumlar karşısında başa çıkma biçimleriyle yakından ilişkili olan duygusal tepkilerini ikincil değerlendirmelere bağlı olarak şekillendirmiş olurlar (Lazarus, 1991a: 122; Lazarus ve Folkman, 1988).

Duygular, içsel ve dışsal pek çok değişkenle çok yönlü ve karşılıklı bir etkileşim içinde ortaya çıkmaktadır (Lazarus, 1989). Baş etme ise çevreden

gelen dışsal ve/veya içsel taleplerin bireylerin kişisel kaynaklarını ne ölçüde aştığı veya bu kaynakların sorun üstesinden gelmede yeterli olarak görülüp görülmediğinin değerlendirmesi işidir (Lazarus ve Folkman, 1984).

Fenomenolojik stres modelinin hipotezlerine göre psikolojik iyi oluşla ilişkili olarak çok büyük önem taşıyan kişilerin başa çıkma yeterlilikleri için ölçüt, stresli durumlar karşısında başa çıkma yöntemlerinin işlevselliğidir. Baş etme, algılanan biçimiyle yaşam streslerine veya bu streslerin nesnel düzeyine bağlı olarak kişilerin dengeleniminde rol oynayan psikolojik uyum biçimleri olarak işlev görmektedir. Bu açıdan bakıldığında modelin öngördüğü iki çeşit baş etme stratejisinden bahsedilebilir. Bunların birincisi, olumsuz yaşam olayları karşısında problem çözme becerilerini harekete geçirerek soruna doğrudan müdahaleyi öne çıkaran problem-odaklı baş etme stili, ikincisi ise, içsel olarak duygusal dengelenime yönelik girişimleri öne çıkaran duygu-odaklı baş etme stilidir (Folkman ve Lazarus, 1980; Folkman, Lazarus, Dunkel-Schetter, DeLongis ve Gruen, 1986). Dengelenim, başa çıkma stilleriyle ilişkili çekirdek kavramdır. Modelde stresli durumun yarattığı gerilimin azaltılması ve dengelenim için başa çıkma stilleri arasında işlevsel bir ayrıma gidilmemektedir. Durumun niteliğine göre başa çıkma stillerinin öznel iyi oluş bakımından olumlu veya olumsuz sonuçlara neden olabileceği vurgulanmaktadır (Folkman, Lazarus, Dunkel-Schetter, DeLongis ve Gruen, 1986; Folkman, Lazarus, Gruen ve DeLongis, 1986; Smith, Haynes, Lazarus ve Pope, 1993).