• Sonuç bulunamadı

Örgütler Arası İlişkilerde Ağ Düzeneği ve Sosyal Yerleşiklik Yaklaşımı

Gerekli piyasa koşulları sağlandığında, mükemmel işleyen bir piyasa mekanizmasının varolduğu anlamına gelecek ve fiyatlar işlemlerin düzgün yürümesini sağlayan ve piyasayı temizleyen bir unsur, ve hatta, tek unsur olabilecektir. Ama, belirsizlik, değişen çevresel koşullar, bu değişimlerin örgüt yapıları üzerindeki etkileri ve fırsatçı davranan piyasa aktörleri düşünüldüğünde, Burt’un (1997: 340) belirttiği gibi, piyasadaki aktörler arasında iletişim kopuklukları yaşanacaktır. Bu durumda, sadece fiyatlara bakarak tüm alternatifler hakkında bilgi sahibi olmak ve akılcı kararlar vermek mümkün olmayabilecektir. Belli aktörler, piyasadaki yine belli bazı aktörler ile iletişim içinde olacak, bazılarına güvenecek, bazılarına bağımlı olacak ve bazılarını da desteklemek zorunda olacaktır. Her örgütün, bu şekilde, kendisi için oluşturduğu bir portföy ve piyasadaki çeşitli örgütler arasında oluşmuş ağdüzenekleri bulunmaktadır.

Ağdüzeneği kuramı çerçevesinde, White (1993), piyasadaki yapının ağdüzeneği ve örgütler arasındaki ilişkiler üzerinde nasıl etkileri olduğunu incelemiştir. Piyasa mekanizmasının kendi kendini idare eden yapısına vurgu yaparak, aktörleri geri planda bırakmış ve ağdüzeneklerini piyasalar arasındaki oluşumlar olarak tanımlamıştır. Örgütler, piyasadaki konumlarını koruyacak şekilde davrandıkları için rekabetçi ilişkilerin ortaya çıkacağını, üretim sürecinin düzgün işleyebilmesi için de birbirine tamamlayıcı olan piyasalar arasında ağdüzenekleri oluşacağını belirtmiştir. Bunu sağlayan piyasanın yapısıdır.

White’a (1993) göre, firmalar arasındaki ilişkiler, basit bir ifadeyle sadece, alışveriş ilişkisidir. Bu bakış açısı, işlem maliyeti yaklaşımı ile benzeşmektedir. Çünkü, firmalar, kendi uzmanlıklarına göre yapı içinde bir yer edinmişlerdir ve piyasanın koşullarını değerlendirerek en fazla getiriyi elde edecek şekilde davranan aktörler olarak değerlendirilmektedir. Üretim sürecini gerçekleştiren ise piyasadır. Bir piyasanın ürettiği ürüne başka bir piyasanın talebi söz konusudur. Bu yüzden ağdüzenekleri piyasalar arasında oluşmaktadır.

White’ın (1993) aktörleri, onların tercihlerini, sosyal ilişkilerini gözardı etmesinin nedeni, toplulaştırılmış kavramlar üzerinden inceleme yapıyor olmasıdır. Bu yüzden örgütlerarası ilişkilerden ziyade, piyasalar arasındaki ilişkilerden bahsedilmektedir. Bu inceleme içindeki örgütler, fiyatlara bakarak karar veren, karlılık hedefleyen ve rekabetçi, piyasa ilişkileri yürüten aktörlerdir. Ağdüzeneklerinin ortaya çıkardığı ilişkiler ise, tarihsel bir süreç içinde oluştuğu için daha zor değişen, yerleşik hale gelmiş ilişkilerdir.

Söz konusu örgüt kuramlarının hepsi örgüt ve çevresi arasındaki ilişkilere, birbirlerine nasıl etki ettiklerine ve üretim süreci ile ilgili kararların nasıl alındığına dair, farklı boyutlarda da olsa çeşitli tartışmalar ortaya koymuşlardır. Bu kuramların ortak noktası, ilişkileri sadece rekabete indirgeyici bir yaklaşımla örgütleri izole varlıklar olarak ele almalarıdır.

Ağdüzeneği kuramı, bu yaklaşımlara kıyasla daha ilişkisel bir bakış açısı geliştirmiştir. White’ın (1993) ekonomik yaklaşımına karşın, özellikle Granovetter

(1985) ve Uzzi (1997) sadece ağdüzenekleri arasında değil, aynı zamanda bu ağdüzeneklerinin içindeki örgütler arasında ve piyasada farklı konumlarda bulunan örgütler arasında da alışveriş ilişkisinden doğan ama alışveriş ilişkisinden öte, sosyal unsurları da içeren ilişkiler olabileceğine vurgu yapmış ve geleneksel kuramların yaklaşımlarını eleştirmişlerdir. Bu eleştiriler örgütlerarası ilişkilerin tartışılmasının önünü açmıştır.

Granovetter’in (1985) vurguladığı yerleşiklik kavramı, firmalar arasındaki ilişkilerin bir sonucu ve aynı zamanda bir tetikleyicisi, yeni ilişkilerin motivasyon kaynağı olan sosyal sermaye kavramı ile de ilişkilidir. Portes ve Sensenbrenner (1993: 1321), yerleşiklik kavramının geleneksel modelleri eleştirmek açısından çok faydalı bir yaklaşım sağladığını ama teorik temellere dayanan önermeler ileri sürmekte yetersiz kaldığını ve bu eksikliğin sosyal sermaye kavramı ile kapatıldığını belirtmektedirler. Gerekli piyasa koşullarının mükemmel işlediği piyasalarda fiyatın, piyasayı temizleyen, yani, piyasa mekanizmasının dengeye gelip düzgün işlemesini sağlayan bir unsur, ve hatta tek unsur olabileceğini belirten Burt’e (1997: 340) göre, tam mükemmelliğin olmadığı piyasalarda aktörler arasındaki iletişim önemli bir unsur haline gelmektedir. Fiyatların bilgi taşıma rolünü, iletişim üstlenmekte olduğu için yine sosyal sermaye kavramı önem kazanmaktadır.

Sosyal sermaye, Burt’e (1993: 66) göre, arkadaşlar, meslektaşlar ve diğer ilişkiler dolayımıyla finansal ve beşeri sermayenin kullanımı sırasında ortaya çıkan fırsatların değerlendirilmesiyle oluşmaktadır. Firmalar ağdüzeneğinin sağladığı fırsatlardan yararlanarak kazanç elde etmektedirler. Portes ve Sensenbrenner’e

(1993: 1321) göre de, yerleşiklik ve sosyal sermaye kavramları birbirini tamamlayarak ekonomik aktivitenin ne kadar yerleşik hale geldiğini açıklamaya çalışmaktadırlar. Ekonomik işlemlerin yerleşik hale gelmesi sayesinde firmalar kazanç elde edebilmektedirler.

Coleman’ın (1988: 98), belirli bir sosyal yapı içinde gerçekleştirilen aktiviteleri kolaylaştıran ilişkilerin oluşturduğu yapı olarak tanımladığı sosyal sermayeyi, Adler ve Kwon (2002: 17) belli bir alan içindeki üyelerin ortaklaşa davranışları, ilişkileri sayesinde oluşmuş ve süregelen ilişkiler dolayısıyla zaman içinde dinamik olarak varlığını sürdüren, en geniş ifade şekliyle o alandaki saygınlık, itibar birikimi olarak tanımlamaktadır. İtibar, aynı örgütsel alan içindeki firmaların sahiplerinin, arkadaşları ve meslektaşları arasında iyi niyet ve güven duyulan bir konumda olması ve bu konumun da firmaya yine diğer meslektaşlarınca sunulan bir değer olması nedeniyle önemli bir kaynaktır (Adler ve Kwon, 2002: 18).

Sosyal sermaye, ilişkiler yoluyla oluştuğu ve firmalar gelecekle ilgili çıkarlarına yönelik olarak beklentileri nedeniyle yatırım yaptığı için uzun vadeli bir kaynaktır (Adler ve Kwon, 2002: 21).

Sosyal sermayenin oluşmasına neden olan kaynaklar aktörlerin içinde bulundukları sosyal yapıdan etkilenmektedir. Adler ve Kwon’a (2002: 18) göre bu yapı içinde üç tip ilişki söz konusu olabilir. Birincisi para için gerçekleştirilen, mal ve hizmet alışverişlerinden doğan piyasa ilişkileri; ikincisi, bir otoriteye bağlılık çerçevesinde ve onun yönlendirdiği hiyerarşik ilişkiler ve üçüncüsü, taraflar

arasındaki ‘iyilik’ alışverişlerinden doğan sosyal ilişkilerdir. Sosyal sermayenin oluşumunu sağlayan Adler ve Kwon’a (2002: 18) göre, bu üçüncü tip ilişkilerdir.

Portes ve Sensenbrenner’e (1993: 1323) göre ise, sosyal sermayeye kaynak teşkil edebilecek dört unsur bulunmaktadır. Birincisi, değerlerin içselleştirilmesidir (value introjection). Böylece, firmalar kendi hırslarının, çıkarlarının ötesinde topluluk içindeki diğerlerinin de yararlanabileceği birer kaynak oluşturacak bir çerçevede davranışlar göstermeye teşvik olurlar. İkinci unsur, grup dinamikleri ile ilgilidir. Sosyal hayat; bilgiler, iyilikler, onaylama, takdir etme ve benzeri değerler yüklenmiş unsurların taraflar arasındaki çeşitli alışverişlerini de içermektedir. Bu nedenle, sosyal sermaye, para ve diğer maddi varlıkların alışverişinden farklı olarak, sosyal değerlerin de piyasadaki aktivitelerin birer parçası olduğunu göstermektedir. Karşılıklı alışverişe dayanan sosyal sermaye, grup içinde oluşmuş olan normlar ve değerlerden dolayı parasal sermayenin ötesinde bir paylaşımı ifade etmektedir.

Sosyal sermayeye kaynak olabilecek üçüncü unsur, sınırlı dayanışmadır. Aynı piyasada aynı koşullar altında faaliyet gösteren firmalar ortak tepkisel davranışlar geliştirerek kendi kimliklerini oluşturmaktadırlar.

Son unsur, firmaların grup içindeki diğerlerine sadakat göstererek sosyalleşmelerinin bir sonucu olan geri alınabilir güvendir (enforceable trust). Bir ödül ya da cezanın varlığı topluluk içinde belli davranışların yaygınlaşmasını sağlamaktadır. Örgütsel alan içinde sosyal sermayenin kolay ulaşılabilir bir kaynak olması, grup üyelerinin davranışlarının monitör edilebilmesi ve öğrenilebilmesi geri

alınabilir güvenin hem ödül hem ceza olmasını sağlamaktadır. Çünkü, bir firmanın davranışı gruptaki, yani örgütsel alandaki diğerleri tarafından da kolaylıkla öğrenilebilmektedir. Onaylanan davranışlar güveni artırarak ödül yaratırken, onaylanmayan davranışlar güven kaybına neden olmaktadır.

Sosyal sermaye, grup içinde ekonomik işlemlerin kolaylaşmasını sağlayarak firmalar için bir avantaj yaratırken, bir yandan da bir baskı unsuru oluşturması ve dışarıyla ilişkileri kısıtlayıcı bir çerçeve çizmesi nedeniyle negatif bir özellik de barındırmaktadır. Ancak, Perrow da (1993: 377) küçük ölçekli firmaların kendi aralarındaki uzun süreli ilişkiler dolayısıyla üretilen güvenin, üretim sürecinin tanımlanmamış bir faktörü olduğunu belirtmiştir. Güveni kaybetme olasılığı bir baskı unsuru olarak negatif bir özellik gibi görünse de aslında örgütsel alandaki faaliyetlerde güvenin önemli bir üretim faktörü olarak kullanılmasını sağlamak üzere, kalıcılığını tesis etmektedir.