• Sonuç bulunamadı

4.3. Ölçülü Sözler Vecizeler

79

Oğuzhan Atlı, Kemal Tahir’in Eserlerinde Halk Bilimi Unsurları, Niğde Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Türk Dili ve Edebiyatı Ana Bilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Niğde, 2011: s.107.

Zılgıt yemek: Azar işitmek.

Kaya Ali’nin aklından neler geçebileceğini kestiren Berbat’sa,

karşısındaki bu engeli ne yapıp yapıp ortadan kaldırmak için en uygun anı kolluyordu. Đtoğlu itin Kaptan’a güvendiğini biliyordu. Kaptan’la dargın oldukları sıra az zılgıtını yememiş, az yalvarmamıştı. Berbat gene o Berbat’tı, gösterecekti ona o Berbat olduğunu!”

Zıvanadan çıkmak: 1). Çok sinirlenmek, öfkelenmek. 2). Aklını yitirmek, çılgın gibi davranmak. 3). Denetlenemez duruma gelmek.

“Derken iş cıvıdı, millet zıvanadan çıktı:

- Helâl olsun beyefendi, helâl olsun sana emdiğin süt! - Helâl olsuuuuuun!!!

- Allah seni, senin gibileri başımızdan eksik etmesin!!! - Etmesiiiin!!

- Allah seni çoluğuna, çocuğuna bağışlasııın!! (MM. s. 34).

4.3. Ölçülü Sözler Vecizeler

“Atasözlerine yakın olan ancak söyleyeni belli olan özlü sözlere ‘vecize’ denir. Vecizelerin de sözlerinin yeri değiştirilemez.”79

Orhan Kemal’in ‘Önemli Not’ adlı eserinde Mevlana’nın şu sözleri dikkat çekicidir:

“Đlk, 72. Koğuş’un galasına gittiğim gece, Ankara’da, ASȊ’ta görmüş, tevazuundan ötürü de çok sevmiştim. Değil yapmadığı, yaptığı şeylerde bile övünmekten kaçan insanları severim. Bu bakımdan şu sözlere hayranımdır:

80

Ferit Devellioğlu, Türk Argosu, Aydın Kitabevi, 6. Baskı, t.y.: s.9. 81

Ana Britanicca Genel Kültür Ansiklopedisi, C.2 ve C.10., Ankara, 1998: s. 266.

‘Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol!’” (Ö . s. 330).

‘Arkadaş Islıkları’ adlı eserde Ziya Paşa’nın şu dizeleri karşımıza çıkmaktadır:

“0e öyle diyordu hanımağa, ne de böyle. Pek pek, usulca gülümsemekle yetiniyordu. Kart horozunsa aldırdığı yoktu:

‘Đç bade güzel sev var ise aklı şuurun

Dünya var imiş vaki yok olmuş ne umurun.’” (AI. s. 41).

‘Avare Yıllar’ adlı eserde Namık Kemal’e ait şu dizeler karşımıza çıkar: “‘Boş şeylerle uğraşma!’ tavsiyesinde bulunuyordu. Gözlerini yükseklere dik, oraya ulaşmak için oku! Ve hemen ilave ediyordu:

Yüksel ki yerin bu yerin değildir.

Dünyaya geliş hüner değildir.” (AY. s. 85).

4.4. Küfürler ve Argo Sözler

Argo, bir dildeki sözcüklerin biçimlerini bozarak, anlamlarını değiştirerek oluşmaktadır.

Ferit Devellioğlu Türk Argosu adlı eserinde argoyu şöyle tanımlamaktadır: “Toplumda belli bir gruba veya sosyal bir sınıfa mahsus olan ve genel dilin koynunda asalak bir kelime hazinesi bulunan konuşma sistemleri.”80

Argo Ana Britanicca Genel Kültür Ansiklopedisi’nde:

“Bir toplumda geçerli genel dilden ayrı, ama ondan türemiş olan, yalnızca belirli çevrelerce kullanılan, toplumun her kesimince anlaşılmayan, kendine özgü sözcük, deyim ve deyişlerden oluşan özel dil.”81 şeklinde açıklanır.

82

Meydan Larousse, Büyük Lügat ve Ansiklopedi, C.1, t.y.: s. 643. 83

Tahir Nejat Gencan, Haydar Ediskun - Baha Dürder - Enver Naci Gökşen, Yazın Terimleri

Sözlüğü, Đstanbul, 1998: s. 16.

Meydan Larousse, Büyük Lügat ve Ansiklopedisi’nde:

“Aynı meslek veya topluluğa (atölye, okul, kışla vb.) mensup olan şahısların benimsedikleri özel terimlerin bütünü. -Kaba konuşma, kültürsüz ve aşağı tabakanın ağzı.”82 şeklinde tanımlanmaktadır.

Yazın Terimleri Sözlüğü’nde ise :

“Başıboşlar, hırsızlar gibi toplum düzeninin dışında kalan kişilerin kendi aralarında kullandıkları özel dil, bu dili belirleyen sözcük ve deyimler. - Aynı meslekten olan kişilerin kendi aralarında kullandıkları özel sözcük ve deyimler.”83 olarak tanımlanmıştır.

Orhan Kemal küfürler ve argo sözleri çok yoğun kullanmıştır. Küfürler ve argolar adeta Orhan Kemal’in olmazsa olmazıdır.

Orhan Kemal kişilerinin konuşmalarıyla kişilikleri arasında kendine özgü bir bağlantı kurar. Yalnızca kişilerin konuşmalarıyla bile bağlı oldukları değerleri, nasıl bir iç dünyaya sahip olduklarını çıkarabiliriz. Bu bağlamda, Orhan Kemal’in kahramanlarının yaşadıkları çevre ve bu çevrenin kültürel ortamı düşünüldüğünde argoların Orhan Kemal’in eserlerinde neden çok yoğun kullanıldığını anlamak zor değildir.

“Kocasına baktı. O da istemezdi zaten bunu. Fakir fukaraya fiyaka yapmayı sevmezdi. O, bu değil ya, ille doğum!” (DE. s. 23).

“‘Deli. Hanımın yanına saltanatla mı gidilir?’ ‘Hırpani mi gidilir ya?’

‘Hırpani gidilir tabii. Yoksa hanıma fort mu atmak niyetindesin?’” (DE. s. 81).

‘Bu mu? Mektup.’ ‘0e mektubu?’ ‘Aşk!’

‘Kimden?’ ‘Betina’dan!’

‘Zırrıkı. Gâvurluğa mı heves ediyon?’” (DE. s.88).

“O kız bu babanın mıydı? Bu babanınsa, o niye şeytanın alt kıçıydı da, babası aptaldı? Kapma demeye dili varmıyordu. Çünkü kızı tıpkı babası gibi iri yarı, kalıplıydı. Kaşı, gözü de benziyordu. Kapma olmaya kapma değildi.” (HÇ. s.217).

“Afyonkeş Bektaş’ın, dilinden hemen hemen hiç düşürmediği; daha çok da mastorken boyuna tekrarladığı ‘Medet ey dertli Senem, derdine derman ola mı?’ nefesini tekrarlayarak az şekerliye cezve indirdiği sıra kahve sahibi Gafur, bıraktığı yerden sözlerinin ardını getirmişti…” (K. s.99).

“‘Okumam yok. Bilmiyor musun?’ ‘Biliyorum.’

‘Biliyorsun da ne diye…’

‘Soruyorum değil mi? Bu da benim zevkim ağa! Sen nasıl fabrikanla, milyonlarınla bize caka satıp zevkleniyorsan, biz de…’

Ağa yumuşak kahkahalarla uzun uzun güldü. ‘Đt oğlu it!’ dedi. ‘Şu nekreliğin olmasa…’ ‘Çoktan sepetlerdin değil mi?’

‘Yok, gözünün yaşına bakacam bir de…’” (DE. s.57-58).

“Bul karayı al parayı’cı Bitirim Leyla ortalarda bir şeyler dönmekte olduğunu çakıyorsa da ateş almadığından şuvallıyamıyordu.” (TD. s. 24-25). “Kupkuru Reşit, ‘Hoşe’ dedi. ‘Hoşe Kurban!’

‘Hele ver şu zıknabutları.’

Berber Reşit çekmeceden el aynası, cımbız, bıyık yağı kutusunu aldı, getirip Cemşir’e verdi.” (VV. s. 2).

“Genç adam alındı belli etmedi. Parası, malı mülkü olmayanların haysiyetlerini feda mı etmeleri lazımdı? Odacı, kapıcı, dokumacı, küçük kâtip… Bütün küçük insanlar meteliğe kurşun atıyorlarsa şahsiyetsiz, silik mi yaşamalıydılar?” (DE. s. 119).

“Sarı demirleri pırıl pırıl karyola, mavi ipek yüzlü yorgan, misafirlere dağıtılacak loğusa şerbeti… Öyle küçük, öyle değersiz şeylerdi ki. Bütün bunlarla karısının etrafa caka satmak değilse bile, hoş görünmek istemesini anlıyor, hak veriyor, ama anladığı, hak verdiği şeyleri satın almak için kendi içinde kaybolmaya yanaşamıyordu.” (DE. s. 113-114).

“Genç adam sözünü kesti:

‘Bunları hangi romanda okudun?’

‘Dalgama taş atma şimdi. Görmüyor musun? Heyecanlarımın zirvesindeyim.’” (DE. s. 127).

“Ooooh, ne güzel dünya, insanlar ne iyiydi!

Aklına bakkal geldi. Paydosta gitse, bir beşlik uçlansa. ‘Baba dostu’ ve bolca maaşın şerefine felekten bir gece çalsalar mıydı?’” (DE. s. 127).

“Aliş’in kafasında şimşek çaktı:

‘Ulan desene ki bu da avantanın yolunu buldu?’ Güllü’ye döndü:

‘Đnandın mı bu martavala?’ diye sordu. ‘Hangi martavala?’

‘Kocasının maaşının artacağı martavalına?’” (DE. s. 139-140). “Şaban bir anlık şaşkınlıktan sonra:

‘Ben ulan değilim,’ cevabını verdi.

‘Ulansın, hem de ulanın kösnüğüsün!’” (DE. s. 156).

“Demek isminin Rıza olduğunu söyleyen adam ‘Sivil’ di? Vay anasını… Đlk adımda çelmeyi yemişti ha? Demek şu ‘ihtilal’ işine gerçekten sarılıp işi ciddi tutacak olsa, yanmıştı? Bu işin çok zor, çok büyük, öyle her önüne gelenin kıvırıvereceği bir ‘Çocuk oyuncağı’ olmadığını anlıyordu. Şaban’a gidip durumu anlatmalı, ‘Herifi’ sinek etmenin yolunu bulmalıydı.” (DE. s. 187).

“Eliyle genç adamı çağırdı.

‘Aklıma kıyak bir fikir geldi.’” (DE. s. 190).

“Yarı yarıya dolu oturakta bir şarıltı başladı. Sidik çok fena kokuyordu ama ne çıkardı? Yabancının değil ya, çocuklarıyla kocasının.

‘Bitti mi?’ ‘Bitti.’

‘Yat yerine de zıbar hadi!’” (DK. s. 14).

“Gerçi dünyada kendisini çok seven, üstüne titreyen, babasına karşı onu bir ana kartal gibi koruyan oydu ama, zaman zaman da dalgasına taş atmadan duramıyor muydu, yoksa mahsus değil de, öyle mi denk geliyordu?” (DK. s. 16).

“‘0e için, sorarsın bir de? Bilmezsin yok cebimde metelik? Đçtim çay, gelmese idin olacaktım rezil!’” (DK. s. 28).

“Sülo akrabalarının topuna birden basıyordu gamatoyu.” (DK. s. 36). “Bölüşmeleri doğru olmazdı. Ayrı gayrıya ne lüzum vardı? Dükkânda yer içer, ara sıra kafayı çektikten sonra, artan parayı biriktirirlerdi.

‘Bu oyun marsık kokuyor!’ ‘Anlamadım?’”(DK. s. 38).

“‘Fena diyen kim? Kurt dumanlı havayı sever oğlum. Atikali’ye kadar Allah ne verdiyse, ufaktan ufaktan… Atikali’den sonra inek biletçi tak, gelmez

mi? Allah belasını versin yokluğun. Tam sotasında kızı bırakıp…’ ‘Atladın mı?’

‘Yok canım. Atlayıp da zilliğimi belli eder miyim kıza? Pozisyon meselesi. Kafamda derhal şimşek çaktı, dedim ki biletçiye, bey kardeşim dedim, bozukluğunuz var mı? ‘0e kadar?’ diye sordu. Yüz lira dedim. Biletçide yüz lira bozuk olur mu?...” (DK. s. 41).

“Kaz adımlarıyla bahçe kapısına yürüdü. Sülo koştu: ‘Kahvecinin mangırını ver de öyle gidelim!’

‘Kahve mangırınız da mı yok be?’ ‘Yok ya inek, var mı?’

‘Vay kerizler vay…’

Cebinden çıkardığı gümüş bir tek liralığı uzattı:

‘Götür sen ver de tırıllığınız büsbütün belli olmasın!’” (DK. s. 51). “‘Fena tabii. Gebeşin biri. 0e diye yanına gidecekmişim. Gittim diyelim, geçen gün karısıyla kızı bize gelmişler, benim, boktan resim var ya, kız görmüş…’” (DK. s. 130).

“Avare:

‘Boş ver,’ dedi. ‘0iye?’

‘Bana gelmez!’ Sülo araya girdi:

‘Sana gelmezse bize ciro et oğlum… 0asıl Çingene?’

‘Valla bana sorarsan, mangırın hatırı için, yetmişlik de olsa eyvallah ağabey! Sence Taşkasaplı?’” (DK. s. 131).

‘0e domuzluğum olacak yahu…’

‘Ulan ben sana kaçırma filan derdim de sen numara yapardın bana, haybeci!’” (DK. s. 132).

“Hülya göz kırptı: ‘0asıl? Pasör mü?’ Sesini alçaltan Şükran:

‘Bey babanızdan fırsat yok ki,’ dedi. ‘0için?’

‘Çocuğa göz açtırmıyor!’” (DK. s. 144-145).

“Bu tür gençleri avucunun içi gibi biliyordu. Kendilerine benzeyen uygunsuz arkadaşlarıyla buluştular mı, başlarlardı atıp tutmaya: ‘Kızı tapon ama, babasının mangırı var. Söğüşlüyorum enayileri!’” (DK. s. 149).

“Sülo ekledi:

‘Mangıra konacağız ulan kolay mı? Đnsan mangır hatırı için seksenliğe bile tav olur be!’” (DK. s. 155).

“Mustafa sordu:

‘Eve dönünce annene ne cevap vereceksin?’ Öyle cesurdu ki:

‘Bırak şimdi bunu,’ dedi. ‘Anneme vereceğim cevap, pöh…’ ‘Fitili almıştır değil mi?’

‘Alırsa alsın.’” (DK. s. 222).

“‘Hızlı gidince çabuk sarhoş oluyorum Sülo. Sarhoş olunca da gebeş herifi unutuyorum. Demek mahalleli de adamakıllı tiye alıyor?’

‘Hem de nasıl!’” (DK. s. 226). “Hasan Ağabey hâlâ ayakta, sordu:

‘Sana da elbise yaptıracaklar tabii?’ Avare güldü:

‘Yalnız ben değil, bizimkiler de adamakıllı tiritleniyor!’” (DK. s. 173). “‘Babacığım, biz Mustafa’nın arkadaşlarıyız. Arkadaşlarımızın bu en mesut gününü kutlamaya geldik, bu haybeciler bizi içeri bırakmıyor. 0e yani façamız bozuksa insan değil miyiz? Đçerdeki davetliler bizden daha mı şey yani…’” (DK. s. 190).

“‘Peki,’ dedi, ‘ne zaman gidelim?’

‘Sana kalmış bir şey. Sen ne zaman istersen.’

‘Đyi ya. Gideceğimiz gün, sabahleyin ben sana pencereden akoz ederim, sen de…’

‘Akoz ne demek?’

‘Haber veririm yani…’ (DK. s. 109).

“Birinde usulcacık sokulup bir budak deliğinden içeri baktı. Kestirdiği gibi, işçiler barbut atıyor, boyacı Bayram da mano alıyordu!” (DK. s. 91). “‘Peki, gidelim hadi, gel!’ dese, ağzı süt kokan çocuğun nasıl kıpkırmızı kesilerek çevresine şaşkın şaşkın, bakınacağını, daha sonra da kalabalığa karışıp voltasını alacağını gayet iyi biliyordu.” (SBK. s. 7).

“Ama öyle başka arkadaşlarının belalıları gibi metazori değil.” (SBK. s. 8).

“Bir bahane uydurur ya da geçenki gibi saparta yemekten korkarak gelmez diye içi gitti ama, genç adam ne bahane buldu, ne de hatta çekindi.” (SBK. s. 194).

“‘Kim? Mühendisin zamazingosu mu? Egafta!’

Mühendisin genç karısını kim ‘Egafa’ geçirmişse başlardı nasıl geçirdiğini bire beş on, bazen yüz katarak anlatmaya.” (SBK. s. 244).

“Liman dışındaki Baba’nın küçük şaraphanesine gitti.

Ufacık ama şipşirin bir meyhaneydi. Sahibi Yahya Kaptan, eski, kurt denizcilerden. Kocaman burnuyla gece gündüz sarhoş, nekre bir adamdı ki, çeşitli şilep ya da vapurlarla hemen hemen dünyayı dolaşmıştı.” (SBK. s. 256). “Beriki homurdandı:

‘Sana ne?’

‘Aslını yitirene haramzade derler aslanım!’ ‘Müjdeyi ağama sen vermedin ya!’

‘Ben diyorum bayram haftası, sen diyorsun mangal tahtası!’” (YĐK. s. 20).

“Bu sefer kahkahalarla güldüler. Daha beter kızdı: ‘0e gülüyorsunuz yahu? Oyuncağınız mı var sizin?’ Ulan ha sen, ha o. Çingene evinde musandıra!’

‘Hadi be siz de… Ağamın yüz elli lirası geldi bugüne bugün!’ ‘0erden?’

‘Anasından.’” (YĐK. s. 21).

“Bunlar ecir takımı bey, sen benden iyisini bilirsin. Đtin çenilemesi kemiğedir. Atalım ağızlarına bir kemik gevelesinler.” (HÇ. s. 132).

“‘Boş ver ama, başa çıkamazsın sonra. Bunlara elini veren kolunu alamaz!’

‘Boş ver dedim ya…’

‘Bunlar Allah’ın cebinden peygamberi çalarlar. Bir sefer alıştılar mı bitti. Sendeki yürek zaten muhallebi, boyunlarını büktüler de başladılar mı ağlamaya dayanamazsın. Bırak, Allah’ın acımadığına sen mi acıyacaksın? Elimizdeki parayı çarçur etmeyelim…’

‘Bunlar analarını boyar da babalarına satarlar!’ Kaya Ali’ye çıkıştı:

‘Kabartsana yatağı lan!’” (YĐK. s. 23-24).

“Tavukçu, ‘Kaya Ali maldan anlamaz…’ dedi, ‘doğru, değil mi Fitil?’ Upuzun, sipsivri Fitil:

‘0e anlayacak? Gezdiği Antep, yediği pekmez!’ ‘Eline para teslim etmeyin…’

‘0iye?’

‘Gözden sürmeyi çeker dinime imanıma…’ Berbat güldü:

‘Hanginiz çekmeksiniz itoğlu itler? Yankesiciler, karmanyolacılar!’” (YĐK. s. 25-26).

“Dizler üzerine oturulmuş, marş marş komutu beklenircesine alestaydılar. Açlıktan güçleri azalmış, bir deri bir kemik kalınmış, yüzler büsbütün kurumuş, nefesler titriyordu. Đş artık Berbat’tan da çıkmıştır.” (YĐK. s. 34).

“‘Başka ağalar olsa…’

‘Fakir fukaraya tencere mi kaynatır?’ ‘Kurban ederler!’

‘Sölezli kumardan her gün iki yüz, üç yüz alıyor da…’ ‘Zırnığını kurban ediyor!’

‘Bizim ağamız onun gibi kazansa bize her gün tencere kaynatıverir!’” (YĐK.s. 35).

“Kaya Ali’nin aklından neler geçebileceğini kestiren Berbat’sa, karşısındaki bu engeli ne yapıp yapıp ortadan kaldırmak için en uygun anı kolluyordu. Đtoğlu itin Kaptan’a güvendiğini biliyordu. Kaptan’la dargın oldukları sıra az zılgıtını yememiş, az yalvarmamıştı. Berbat gene o Berbat’tı,

gösterecekti ona o Berbat olduğunu!

Berbat’ın aklı başına geldi, karanlık düşüncelerinden kurtuldu. Çayını tıngır mıngır karıştırmaya başladı. Ama şu herifi mutlaka, mutlaka marizlemeliydi. Marizlemezse tekerine boyuna taş koyacak, işlerini bozacaktı. Đşlerininse bozulmaması lazımdı.” (YĐK. s. 37).

“Tavukçu uzun, sivri burnuyla sustu ama, mim koydu. Sorduracaktı ona ‘Kenef’i.

“‘Hiç canım. Bende bir onluk vardı, beş de Kaptan’dan iyi ettiydim, hepsi bu. Bak dinle Kaptan, ya gelir ya gider. Sölezli’nin zarı çok kırık bugünlerde. Anam avradım olsun şöğüşleyen söğüşleyene!’” (YĐK. s. 49).

“Tavukçu parayı kapıp fırlarken, ötekiler peşi sıra seğirttiler. Berbat da en geriden. Serserileri kollayacak, Kaptan’a madik atmalarına engel olacaktı. Serseriler önde, Berbat arkada, merdivenler inip yarı karanlık dehlizler geçtiler. Tel örgünün yanında Katil Hilmi’ye rastlayan Berbat saygıyla durdu. Hilmi yirmi dört yıla hükümlü olduktan başka, cezaevinde bıçağı en keskin kabadayıydı.” (YĐK. s. 57).

“Kaya Ali içini çekti:

‘Ah be başefendi, sizin yanınızda hiç piyasamız yok…’

‘Yok tabii. Piyasası olan adam ot otlar mı? Çöp tenekesinden karnını doyurur mu?’” (YĐK. s. 60).

“‘Oda senin benim gibi insan!’ ‘Eskiden korkardın ya?’

‘Sen şimdiye bak. Mangırımız var oğlum.’” (YĐK. s. 61).

“Ertesi, daha ertesi günler de Kaptan’ın şeytanı gür, kılıcı keskin oldu. Tarla, ev, dükkânlarından başka zeytinlik sahibi Sölezli hop kalkıp hop oturuyordu.” (YĐK. s. 64).

çerçeveli, ister çerçevesiz. Yeter ki takılsın!’” (YĐK. s. 69).

“Kıkırtıyla güldüler. Kapı gardiyanın kupkuru karısı kadın gardiyan, elindeki yün örgüden başını kaldırıp arkasına baktı:

‘0e o gene, aygır kokusu almış kısrak gibi kişnediniz?’ Yeni bir kişneme.

‘Tuh size. Utanmıyorsunuz değil mi?’” (YĐK. s. 74).

“Yalnız. Bobi, bütün bunları kadına inceden inceye anlatmamış mıydı? Anlatmadıysa, Fatma’da gereği gibi arkadaşlarına anlatamaz, sevdiği adamla onlara gereği kadar kurum satamazdı.” (YĐK. s. 82).

“‘Sigaram var. Lakin, n’olur yani bir gün biz de birer mekik yersek?’ ‘Ananın dini olur. Ver kibriti… Mekik yerse n’olurmuş? Taşlı köylü boylarsın n’olacak?’” (AY. s. 19).

“‘Bu elbiselik kumaşlar da senin mi?’

‘Tabii. Bu entariler de… Birkaç sene senden üst baş istemem artık.’ ‘Bayağı tiritlendik desene.’” (AY. s. 125).

“‘Pişti’de çaylar gene onda kalınca, Allahlı kitaplı gamato salladı kahvenin rutubeti alacakaranlığına. O sıra ocakta çay bardaklarını yıkayan kahveci ocaktan ok gibi fırlayıp ‘Gamatoyu hangi ineğin’ salladığını sorunca da şafak attı. Kahvecinin Allahlı kitaplı küfüre şakası olmadığını bilirdi. Bilirdi ama sırtı sırtına üç gündür otuz altı çaydı yutulduğu!...” (ÇKK. s. 9).

“Kıza bakmıyordu. Dirseklerine kadar sıvalı montgomerisi, kabarık sarı saçlarıyla kocaman bir horozu hatırlatıyordu. Sonunda:

‘Etmem.’ dedi, ‘merak etme.’ ‘Parayı götür güzellikle ver.’

‘Hadi sen voltanı al bakalım artık!’” (ÇKK. s. 19).

gelirken az takılmamıştı. Kızı gibi fındıkçıydı ilk zamanlar. Bir gün Doklardaki Bolulu Memet’le… Sonra işi uydurmuş, evlenmişlerdi. O zamanlar, yani Ayten’in annesi dal gibi, fındıkçı kızken, teyzesi sağlamcıydı.

‘Yapsın be Altındiş? Yok, yok işte!’

‘Yok mu? Yalı kazığı gibi be ayı oğlu ayı. Đhtiyar anasının çalıştığı fabrikada çalışsa olmaz mı?’

‘Doğru ama…’

‘Futbolsa, orda da var, hem de daniskası!’ Pişti oynayanlar da söze karıştı:

‘Pazar günü gördük Eyüp sahasında futbolunu!’ ‘Gördük ki gördük…’

‘Đki metreden topu sokamadı kaleye be!’ ‘Beş yaşındaki çocuk sokardı.’

‘Bırak beş yaşındakini, kör olsa sokar şerefsizim…’ ‘Hayvan. Boş kaleye şu asılıyor!’

‘Orda hafif bir iç…’ ‘Tamam.’

Altındiş:

‘Umumi kaptan ifrit oldu,’ dedi. ‘0e anasını bıraktı sövmedik, ne avradını!’

‘Bir daha takıma almazlar bunu.’

‘Takıma mı? Ense kökünü görürse takımı görür bir daha.’” (ÇKK. s. 31).

“Altındiş sigarasının izmaritini bir fiskeyle fırlattı: ‘Top falso yapar, karı falso yapar…’

Kalktı:

‘Hastir lan, inek!’

‘Đnek mi? Benim adım Erol değil, Ayten isimli sevgilim yok beni boynuzlayan!’

‘Bana ne Ayten’den? 0ikâhlım mı?’ ‘Olmasın. Aftosun değil mi?’

‘Bana göre hava hoş oğlum. Yoksuz kaldım mı mangır pasa ediyor, canım istedikçe de koynuma giriyor. Daha ne?’” (ÇKK. s. 33).

“‘Bu futbol da fasarya be…’ ‘Spor oğlum…’

‘Ben fasulye demedim.’” (ÇKK. s. 43).

“Revirin hastalarından bazıları bu iş yapıyorlardı zaten. Aralarına Recep de katılınca, müthiş bir rekabettir başladı. Recep bu işte olanca zekâsını kullanıyordu. Cezaevi doktoruyla da arası iyiydi, ahbaptılar. 0e yaptı yaptı doktoru kafesledi, rakiplerini taburcu ettirip kurtuldu.” (ÇKK. s. 89-90).

“Ama 0esrin… 0esrin cingöz mü cingöz!

Kunduracının oğlunu öyle bir maneje getirmiş ki… Bir gece, Bozdoğan Kemeri’nin orda kunduracının oğluyla gezerken bekçiye mahsustan yakalatır kendilerini, karakola giderler. Doktor muayenesi filan, kunduracının oğlunu hapse attırır. Çünkü yaşı küçüktür 0esrin’in. 0esrin mahsustan böyle yapar. 0esrin cin gibidir. Ama 0evin…” (ÇKK. s. 122).

“Ama içlerinden o sarı, o parlak oğlanı unutamıyor. Pembe pembe yanakları vardı piçin. Adam adam gelse belki, ama zorla öpmek isteyip de işi metazoriye dökünce, bir itmişti, haydi hendeğe. Durur mu? Yakalasalar parçalarlardı ama nerde?” (ÇKK. s. 133).

“Başgardiyan bıçak ve esrar aramak için gelmişti. Đçeriye usulcacık girip hastaları yataklarında bastırmak istiyordu. Fakat böyle yaygaraya verilip ortalık

ayağa kalkınca, tabii hastalar çoktan işi anlamış, şimdiye kadar bıçaklar da, esrarlar da zula edilmiş olacaktı. Buysa, kapının geç açılması yüzündendi.” (EK. s. 10-11).

“Ali eskiden beri bir şeye imrenirdi: Mahalle bekçisinin, fabrika kapıcısı Arnavut Recep’le ahbaplık etmesine Çoğu gece paydoslarında rastlamıştı, iş başı yapanlara paydos edenlerin kalabalığı çekilip ortalık ‘mayna’ oldu mu, kapıcı ile bekçi sandalyelere kurulurlar, mevsimine göre çay içer, dondurma yer, sigaralarını tüttürerek dereden tepeden konuşurlardı. Ali’de bundan sonra böyle yapacaktı.” (EK. s. 13).

“Dışarıdan bakan hiç kimsem yok. Laf aramızda, çamaşırların bitlendi. Bu yüzden kimse beni yanına sokmuyor, beni burunluyorlar. Hem de karnım hiç doymuyor. Bir tayını bir solukta yiyiveriyorum, bitip gidiyor. Şurda kırk gün bir cezam kaldı. Dışarda ödeşiriz. Beni ciddi olarak sevdiğini anlayayım ki, bana bir kalıp sabunla iki somun gönder!” (EK. s. 25).

“Dilberler Sekisi’nde esrarkeşlerle cura çekti. Çakıt’ta rakı içti, eli kulağa atıp yıldızlara karşı Antep halk havalarını haykırırken, aklına Kilis bağlarında ırgatlık eden ve o….u kızını hatırladıkça, alt dudağını ısırıp içini çeken, mavi yemenili anasını düşünüp ağladı.” (EK. s. 53).

“Etini satmakla kazanamıyordu çokluk. Kiminle gitse, ona cılklık yapıyorlar, dövüyorlar, kara donunun cebindekileri alıyorlar, dehliyorlardı. O da işi esrar satıcılığına döktü. Bir erkek gibi sövmesini, usta bir esrarkeş gibi çifte kâğıtlı sarmasını öğrendi. Bilek gibi kalın çifte kâğıtlısından öyle bir duman alırdı ki, sigara yarıya iner, simsiyah gözbebekleri kayar gider, sırtüstü devrilir,

Benzer Belgeler