• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 2: II. MEŞRUTİYET SONRASI MEDRESELERİN PROBLEMLERİ

2.2. Medreselerin Eğitim ve Öğretim Yönünden Islâhı

2.2.2. Öğretim Metotlarının Geliştirilmesi

II. Meşrutiyet öncesi medreselerde belirli kitaplar takip edilirdi. Bu kitapların hemen tamamı Arapça idi. Eğitim dili Türkçe, eğitim metodu ise genelde takrir tarzındaydı. Müderris İslâm dünyasının Gazzâlî, Ebû Hafs en-Nesefî, Sa’deddin et-Teftâzânî, Seyyid Şerrîf el-Cürcânî, Kâdî Beyzâvî, Zemahşerî ve Râzî gibi üstatlarının klasik metinler haline gelmiş olan Arapça kitaplarını takrir eder, tartışmalar soru cevaplar Türkçe olurdu. Hezarfen Hüseyin Efendi’nin Telhîsü’l-Beyân adlı eserinde medresede ders usûlü, muteber kitapların yerleşmiş geleneğe göre sırayla okunması, müderristen hangi konu ve kitaplar nereye kadar okunduysa elindeki temessüke düzenli işlenmesi, başka bir müderrisin temessüksüz talebeyi kabul etmemesi, her ilimde aşağıdan yukarıya doğru gerekli kitapların sırayla okunması şeklinde özetlenmiştir.244

67

Medreselerde öğretimde takririn yanı sıra ezber metodu da sıkça kullanılmıştır. Bunların yanında az da olsa uygulamaya da yer verilmiştir.245

Halim Sabit’e göre II. Meşrutiyet dönemi medreselerinde ders programları plansız bir şekilde ve zamanın ihtiyacına önem verilmeden hazırlanmıştı. Usûl-i tedris ise düzenli değildi. Eskileri taklitten ileri gidilememişti. Ona göre medreselerde eğitim metodu olarak nakil esas alındığı için yüz yıllar boyunca buralarda okutulan kitaba, kitabın lafzına, ihtiva ettiği ve edebileceği anlamlara büyük önem verilmişti. Kitap tahlil edilmiş ve ondan daha farklı, gizli anlamlar çıkarılmaya çalışılmış, düşünülmüş fakat kitap haricine çıkılmamıştı. İşte bu anlayış nedeniyle kitap kutsiyet kazanmaya başlamış ve talebe-i ulûm da sevdiği birkaç kitaba büsbütün bağlı kalmıştı. Buna karşın aklın, fikrin, tecrübenin, ihtiyacın önemi kalmadı ve kitaba esir olundu. Bunun neticesi olarak da talebenin zihni körelmiş ve idraki daralmıştır. 246 Musa Kâzım ders kitaplarının asıllarının okunması gerekirken bunun bırakılarak şerh üzerinde aşırı durulmasını eleştirmiş ve hâşiye247 üzerine hâşiye okunması sonucu bir kitabın beş altı senede bitirilebildiğini ve talebenin hiçbir şey öğrenemediğini söylemiştir. Musa Kâzım’a göre ilk etapta metinlerin asılları lügat ve edebiyatla güzelce okunarak anlaşılmaya çalışılmalıdır. Daha sonra şerh, hâşiye ve tenkitlere gerekli olduğu ölçüde yer verilmelidir. Musa Kâzım “Bu gün zannederim ki ulûm-i cedideden medârise hiç olmazsa beş altı ders koymalı. Şimdiye kadar takip ettiğimiz usulden birçoklarını tadil etmeli.”248 diyerek ders programlarında ve eğitim yöntemlerinde değişime gidilmesi gerektiğini belirtmektedir.

Birçok talebe-i ulûm, müderris ve aydın medreselerde yüzyıllardan beri süre gelen eğitim metodunu eleştirmiş ve zamanın şartlarına cevap vermediğini söylemiştir. 249 Sırât-ı Müstakîm ve Sebilürreşad dergilerinde geçen pek çok makalede de medreselerde ortaçağdan kalma usûllerle bir yere varılamayacağı ve bu usûllerin ıslâh edilmesi

245 Zengin, II. Meşrutiyet’te Medreseler, s. 135. 246 Kazanlı, “Islâh-ı Medâris Münasebetiyle”, s. 328.

247 Sayfa boşluklarına ilave edilen açıklayıcı ve tamamlayıcı bilgileri içeren notlara verilen isim. bk. Tevfik Rüştü Topuzoğlu, “Hâşiye”, DİA, XVI, s. 419.

248 Musa Kâzım, “Kütüb-i Kelâmiyenin İhtiyacât-ı Asra Göre Islâh ve Telifi. Beyne’l Müslimîn Mezahib-i Muhtelifenin Tevhidi. Medreselerde Tedrisatın Islâhı [3]”, Sıratı-ı Müstakim, III, Say:54, Ay:9, Yıl:1325, s. 22.

68

gerektiği dillendirilmiştir. Mesela M. Şemseddin Sebilürreşad dergisinde geçen makalesinde medreselerdeki eğitim metodu hakkında şunları söylemiştir:

“Medreselerdeki kurûn-i vüstâ250 usûlleriyle söndürülen binlerce dimağların âtiyesinin düşünmemek, memlekete en nafiğ birer mütefekkir olarak yetişmeleri icap eden çalışkan bir kütle-i masumenin atıl kalmasına karşı göz kapamak, iktisab marifet arzusuyla medârisin zir sakifine koşan bu vatan evlatlarının heder olmalarını lakaydane temaşa etmek mümkün müdür? Böyle bir lakaydi en büyük cinayet-i vicdaniye olmaz mı?! Biz o kanaatteyiz ki sakim usullerle çarpışarak her türlü manalara rağmen mücerred gayret ve faaliyet-i şahsileri sayesinde bugün ilmiye sınıfı arasında birer necm ümit gibi parlayan itiraf ve eşhadçılara menşe olan medreseler ıslâh edilir makul usuller ihtiyacı asra muvafık ilimlerle techiz olunursa çalışmaktan yılmayan talebe az zaman zarfında liyakatlerini gösterirler ve medreselerde hakiki bir darü’l-irfan halini alır…Medreselerde takip edilen akîm usullerle şimdiye kadar heder edilen zengin dimağlara acıyalım ve mütenebbih olalım.251”

Müderrislerin bir kısmı da yüzyıllardır süre gelen metotları değiştirme zahmetine girmeyi akıllarından bile geçirmemişler ve ortaçağ eğitim anlayışıyla dersleri öğretmeye çalışmışlardır. Hatta bu müderrisler çoğu kişi tarafından medreselerin ıslâhının gerçekleşememesinin sebebi olarak görülmüşlerdir.252 Bu durumla ilgili örnek olması açısından Sebilürreşad dergisinde geçen bir makalede şu cümleler dikkat çekicidir: “Hendese dersleriyle kesinlikle bir alakası olmayan bir dersiâm efendi o dersin muallimi oluyor, lisan-ı Arabî üzerine yazılmış kadim hendese kitaplarını metin, şuruh ve havâşiyesiyle dershaneye getirip onların münakaşasına başlıyor.”253Bunun yanında medreselerde eğitim öğretim için uygulanan usullerin yetersiz olduğunun farkında olan ve bunu dillendiren, buna çözüm arayan müderrislerde mevcuttu. Şubat 1913’te Bayezid dersiâm müderrisleri Sebilürreşad dergisinde yer alan beyanatlarında öz eleştiride bulunmuşlar ve takibine mecbur olduğunu hissettikleri, değiştirmeye güç yetiremediklerini ifade ettikleri eski metotların terk edilmesi gerektiğini şu cümlelerle ifade etmişleridir:

“İtiraf ediyoruz ki: Takibine mecbur tutulduğumuz kurûn-i vüstâ mahsul-i usullerle hiçbir vakit müfessirin-i izam, fukaha-yı kiram ve sair ulema-yı İslâm’ın derecelerine yetişemeyeceğiz. Fakat şuraya da işhad ediyoruz ki: Kendimizin de

250 Kurûn-i vüstâ tarih-i mezkûrden İstanbul’un Sultan Muhammed Han Sani Hazretleri canibince fethi zamanına dek geçen tarihe denir. Günümüz kullanımı ortaçağ şeklindedir. bk. Şemseddin Sami,

Kâmûs-i Türkî, Çağrı Yay., İstanbul 2002, s. 1065.

251 M. Şemsettin, “Medreselerin Islâhı Hakkında İtiraf ve Eşhadçılara”, Sebilürreşad, X, Sayı: 238 Ay: 3, Yıl: 1329, s. 64-65.

252 M. Şemsettin, s. 66. 253 Hatipzâde, s. 97.

69

memnun olmadığı bu haller, sayımızın noksanından, istidadımızın fıkdanından neşet etmeyip her türlü salahiyetin fikr-i teceddüt ve ruh-i teşebbüsten âzâde uhdelere tefvîz edilmesi yüzünden ellerimiz bağlanarak beslediğimiz âmâl-i terakki ve ıslâhın her vakit akamete duçar edilmesinden ileri gelmektedir. İtiraf ediyoruz ki: Medreselerden yetişenler ne lisana, ne Ulûm-i İslâmiye’ye, ne de sair fünûna layıkıyla vakıf olamıyorlar.”254

Bu müderrislere255 göre medreselerden ortaçağdan kalma usullerin kaldırılması ve yerine zamanın gerekleri gözetilerek bir eğitim anlayışı getirilmesi halinde medreselerin ıslâhı mümkün olur.

Uygulanan eğitim usullerinden fayda göremeyen talebe-i ulûm da konuyla ilgili pek çok yazı yazarak seslerini yükseltmiştir. Medreselerde eğitim öğretimin hâlâ eski usullerde devam ettiğinden ve kendilerine bir şey katmadığından yakınan Ethem Ruhi isimli bir talebe, Sebilürreşad dergisinde yer alan makalesinde bütün talebe-i ulûma bir çağrı yaparak talebenin birleşmesi, kaleme sarılması ve ihtiyaçlarını anlatması gerektiğini belirtmiştir. Ethem Ruhi eski usûllerle eğitim öğretim yapılmaya devam edilmekte ısrar edilirse talebe-i ulûmun medreseleri terk etmesini dahi tavsiye etmiştir.256 Sırât-ı Müstakîm dergisindeki bir yazıda da hâlâ eski usûl eğitimin muhafaza edildiği söylenmiş ve talebe-i ulûmun değerli vakitlerinin hâşiye sayfaları çevirmek, lüzumsuz müâakaşa ve israiliyâtla uğraşmakla boşa gittiği belirtilmiştir. Bunun yerine eğitim usûllerini faydalı bir hale getirmek gerektiğine, konunun önemine dikkat çekilerek yer verilmiştir.257