• Sonuç bulunamadı

2. KURAMSAL BİLGİLER VE LİTERATÜR TARAMASI

2.2 Öğrenci Muhakemesi ve Öğrenme

Bilme ve öğrenmenin en önemli aracı insanın zihnidir. İnsan hemen hemen her davranışını düşünerek, zihin yeteneklerini kullanarak öğrenir. Bilgi kazanma, bilgileri sistemli olarak belleğe kaydetme, hatırlama ve gerektiğinde yeni durumlarda kullanma hep düşünme süreçleriyle başarılır. Daha genel olarak söylersek, bilme ve öğrenme büyük ölçüde düşünme süreçlerinin farkındalığıyla sağlanır.

Öğrencilerin feni nasıl öğrendiğini bilişsel/gelişimsel araştırmaya dayalı olarak şu şekilde açıklayabiliriz:

1) İnsan zihni fiziksel ve sosyal dünyadan bilgi toplayan özelleşmiş ve evrimleşerek gelişen mekanizmaya sahiptir. Bu; doğumdan hemen sonra başlayan oldukça hızlı ve etkili olan öğrenmeyi sağlar. Bu nedenle öğrenme de evrimseldir. Bu süreç, dil öğrenimine ve sezgisel fiziğe uygulanır. Sezgisel fizik, bebeklikte fiziksel dünya hakkında gelişen ve çocukların fiziksel çevredeki hareketlerini sağlayan bilgidir.

2) Yaşamın ilk yıllarında bireyin bilinçli farkındalığı olmadan kazanılan öğrenmeler, fen öğrenmeye büyük engel oluşturur. Çünkü fiziksel olguların bilimsel açıklamaları sezgisel fiziğin temel ilkeleri ile daima çelişkilidir. Zaten, şu anda kabul edilen bilimsel açıklamalar bilimin uzun tarihsel gelişimin bir ürünüdür. Bilim, fiziksel dünyanın gösterimlerini yeniden yapılandırmamızı sağlayan devrimsel kuramlarla tanımlanır.

3) Kavramsal değişim, sadece bilimin değil çoğu fen kavramlarının öğrenilmesinde gereklidir. Çünkü sezgisel fizikteki fiziksel dünyanın ilk açıklamaları, ilişkisiz ve parça parça gözlemler değildir, tersine tutarlı bir bütün oluşturur. Sezgisel fizik; fiziksel dünya hakkında daha ileri bilgi kazanma sürecini sınırlayan ve kavram yanılgılarına sebep olan bir çerçeve yapı içinde organize edilir. Çoğu kavram yanılgıları, birey tarafından yeni bilgiyi özümlemek için oluşturulmuş bu çerçeve yapıda yapay modeller olarak açıklanabilir. Çerçeve yapının değişimi zordur, çünkü günlük tecrübelere dayanan tutarlı bir açıklayıcı sistem gösterir ve yılların getirdiği deneyimlerin sonucu doğrulamalarla ilişkilidir (Vosniadou 2001).

Bilginin yapılandırılması ve dönüştürülmesi süreçlerini açıklamak için önce Piaget’nin kuramındaki bilginin yapılandırılması sürecini açıklayalım. Düşünmenin ana işlevleri; “örgütleme” ve “uyum” dur. Düşüncelerin ve bilgilerin sistemli yapılar halinde düzenlenmesine örgütleme denir. Örgütlenmiş bu yapılar da düşünmenin temel taşları olan şemaları oluşturur. Yani şema, belli bir konuda bireyin sahip olduğu bilgilerin tümüdür. Şemalarla dünyayı anlar ve etkileşimde bulunuruz. Örgütlemeyi belirleyen ise parça-bütün ilişkileridir. Her zihinsel işlem, kendi öğeleriyle ve diğer bütün zihinsel işlemler ile ilişkilidir. Birbirleriyle ilişkili parçalardan oluşan her şema da

diğer bütün şemalarla ilişkilidir. Karmaşık davranışlar şemaların gelişmesiyle elde edilir.

Piaget’ye göre uyum; organizma ve çevresi arasındaki dengedir. Uyumda, özümleme ve uygu olmak üzere iki süreç vardır. Özümleme, var olan şemaların çevrenin öğeleriyle birleşmesidir. Varolan şemalar, yeni öğrenilen şemaların birleşmesine elverişli değilse bu şemalar değiştirilir veya yenisi oluşturulur. Buna uygu denir. Piaget’nin kuramında önemli yeri olan bir diğer süreç, insanın düşüncelerini geliştiren dengeleme sürecidir. Zihinsel uyum; özümleme ve uygunun dengelenmesidir. (Açıkgöz 2004).

Piaget, öğrenmeyi yaşa bağlı bir süreç olarak kabul eden zihinsel gelişim kuramına dayalı olarak açıklamıştır. Zihinsel gelişimi doğumdan başlayan ve yetişkinliğe kadar devam eden dört dönemde değerlendirmiştir.

Piaget’in aksine Vygotsky; bilginin öğrencinin gelişimi ile doğal olarak gelişeceği fikrine katılmaz. Öğrencinin bilişsel gelişiminde sosyal çevrenin rolünü vurgulamaktadır. Çocukların kazandıkları, kavram, fikir, olgu, beceri ve tutumların kaynağı sosyal çevreleridir. Ona göre bilgi, toplumu oluşturan toplumsal kurumlar ve kültür aracılığı ile aktarılır ve bu bilgi, toplumu oluşturan fertler arası diyaloglar sonucu bir anlam kazanır. Bu nedenle bilişsel gelişimin kaynağı, kişisel psikolojik süreçlerden önce insanlar ve kültür arasındaki etkileşimdir ve başkaları tarafından düzenlenen davranışlardan bireyin kendi kendine düzenlediği davranışlara doğru ilerler (Senemoğlu 2004).

İnsan zihnindeki öğrenme ve yeniden yapılanma süreci her yaşta sürer. Bilgiyi yapılandırma ve öğrenme hem Piaget’in vurguladığı gibi bireyin zihinsel gelişimi ile hem de Vygotsky’nin vurguladığı gibi, dil yoluyla kültürün paylaşımı olarak meydana gelmektedir.

Erken yaşlarda temel kavramların soyut terimlerle verilmesi, öğrencinin anlamasını güçleştirerek bunları anlamadan ezberlemesine yol açar. Ezberlenen bilgiler de kısa zamanda unutulduğu için, zihin gelişimlerini olumsuz etkiler. Bu nedenle, ilköğretimden itibaren soyut kavramların öğretilmesine geleneksel yöntem yanında

diğer yöntem ve teknikler de kullanılmalıdır. Bunun için fen derslerini verecek öğretmenlerin yetiştirilmesine önem verilmelidir. Böylece farklı yöntem ve teknikleri kullanan öğretmenler sayesinde erken yaşlarda oluşan kavram kargaşası önlenebilir (Gürdal vd 1998).

Çoğu araştırmacı öğrencilerin fen öğrenme sürecini şu şekilde açıklamaktadır: 1. Fen öğrenme zordur. Yıllar süren fen öğretimi sonunda bile öğrenciler fen

kavramlarını anlamada zorlanmaktadır. Bu durum, test puanları ve öğretmenin değerlendirmeleri sonunda ortalamanın üzerinde performans gösteren öğrencilerde bile görülmektedir.

2. Kavram yanılgıları hemen hemen bilimin tüm alanlarında görülmektedir.

3. Fen dersinde öğrencilerin kazandığı çoğu bilgi durağandır. “Durağan bilgi” terimi bildiği şeyi gerektiğinde kullanamama problemlerini tanımlamak için kullanılan bir terim olup, sınırlı durumlarda ulaşılabilen bilgi olarak tanımlanabilir. Öğrenciler okullarda fen problemlerini çözmeyi öğrenirler fakat bu bilgiyi okul dışında fiziksel olguları açıklamak için kullanmada başarısızdırlar.

Harlen’e göre bazı araştırmacıların fen öğrenmenin zor olduğunu düşünmesinin nedenleri şunlardır;

 Öğrenciler sınırlı deneyimlere sahiptir ve bunları nasıl yorumlayacaklarını bilmemektedir.

 Hipotezleri nasıl test edeceklerini bilmemektedirler.

 Kendi ulaşabildikleri deneyimler çerçevesinde reddetmeleri gereken açıklamaları nasıl kabul edeceklerini bilmemektedirler.

 Açıklamalarını, mantık üzerine değil, algıladıkları olgular üzerine kurmaktadırlar.

 Çoğu zaman olayların nedenini açıklama ihtiyacı bile duymamaktadırlar (Vosniadou 2001).