• Sonuç bulunamadı

Çocuklarda Yetersiz ve Dengesiz Beslenme Sonucu Ortaya Çıkan

sağlık sorunlarının görülme sıklığının günümüzde artış göstermesi beraberinde beslenmenin psikolojik yönünün daha fazla ele alınmasına neden olmuştur. Çünkü beslenmenin, fizyolojik yönü kadar psikolojik yönü de vardır. Sağlıklı bir yaşam sürdürebilmek için, bireylerin sağlıklı ve doğru beslenme davranışlarını erken yaşta edinmeleri ile hem fizyolojik hem de psikolojik beslenme bozuklukları önlenebilir (Kundakcı, 2005).

2.6.1. Obezite

Obezite; vücudun yağ kütlesinin yağsız kütleye oranının artması sonucu boy uzunluğuna göre vücut ağırlığının arzu edilen düzeyin üstüne çıkması olarak tanımlanmaktadır. Vücuttaki yağ miktarına ve dağılımına bağlı olarak hastalıkların morbidite ve mortalitesi değişkenlik göstermekte, yaşam kalitesi ve süresi olumsuz yönde etkilenmektedir. Obezite ile kalp damar hastalıkları, inme, hipertansiyon, kanser (meme, prostat, kolon, endometrium), tip II diabet, osteoartrit, safra kesesi hastalıkları, reflü, uyku apnesi, solunum yetmezliği görülme sıklığı artmaktadır (WHO, 2003). Şişmanlık uzun süren bir enerji dengesizliğinin sonucunda ortaya çıkar.

Bunun belli başlı nedenleri:

1. Fazla yeme,

2. Fiziksel hareketlerin azlığı, 3. Psikolojik bozukluklar,

4. Metabolik ve hormonal bozukluklardır (Toprak, Şentürk, Yüksel, Çakır ve Bideci, 2002).

Şişmanlığın önlenmesinde en önemli kural, küçük yaştan itibaren enerji dengesine uygun bir beslenme alışkanlığının kazandırılmasıdır. Çocukluktan itibaren fazla şekerli, yağlı, sadece enerji veren, vitamini ve proteini düşük besinler fazla tüketilmemelidir. Dört besin grubundan her öğünde dengeli bir şekilde beslenme sağlanmalıdır. Çocuklukta alınan

kiloları yetişkinlikte vermek çok zordur ve şişmanlığın zararlı etkileri çocuklukta başlamaktadır. Bu nedenle halk arasında bilindiği gibi “şişman çocuk, sağlıklı çocuk” düşüncesinin değişmesi gerekmektedir (Toprak, Şentürk, Yüksel, Çakır ve Bideci, 2002).

2.6.2. Malnütrisyon

Büyüme ve gelişme için gerekli olan bir ya da daha fazla besin öğesinin vücut dengesini bozacak şekilde yetersiz ve dengesiz alınması durumunda ortaya çıkan bir hastalıktır (Akar, 2006). Anne karnında başlayan fetal yaşam ve erken çocukluk dönemi olmak üzere, intrauterin beslenmenin büyüme, gelişme, morbidite ve mortalite, bilişsel gelişim, ekonomik üretkenlik üzerinde önemli etkileri bulunmaktadır. Etki intrauterin (gebelikte bebekte gelişme geriliği) beyin hasarından, çocuklukta büyüme geriliğine, azalmış fiziksel ve mental gelişime, ileri yaşlarda beslenmeye bağlı kronik hastalıkların görülme riskinde artmaya kadar uzanmaktadır. Çocuklar ve gençler, malnütrisyon açısından duyarlı gruplardır (Sağlık Bakanlığı, 2013).

Besin alımı ile besin gereksinimleri arasındaki dengesizlik, zamanla metabolizma, organ fonksiyonları ve vücut niteliğinde değişimlere ve dolayısıyla malnütrisyona neden olabilmektedir (Eker, 2006). Malnütrisyon, yetersiz besin alımı, emilim bozukluğu ve besinlerin kullanımının ya da metabolik gereksinimlerin artmasından kaynaklanabilir. En yaygın beslenme bozukluğu olan malnütrisyon vücuttaki birçok organ ve sistemi etkilemektedir (Dal, 2007).

Çocuklarda malnütrisyonun yaygınlığını etkileyen etmenler çok çeşitlidir ve hepsi birbirine çok bağımlıdır. Yapılan çeşitli araştırmalara göre malnütrisyon oluşumunda önemli olduğu saptanan etmenler; çocuğun cinsiyeti, aile tipi, ailedeki kişi sayısı, ailenin ekonomik durumu, anne ve babanın eğitim durumu, beslenme konusundaki bilgi ve alışkanlıklar, anne yaşı, annenin doğum aralığı, çocuğun doğum ağırlığı, yaşayan kardeş sayısı, ölen kardeş sayısı, çocuğun istenmemesi, enfeksiyon hastalıklarıdır (Sağlık Bakanlığı, 2002).

2.6.3. Raşitizm

Vitamin D’nin alım eksikliği ya da aktif formunun etkisinin azalması sonucu iskelet sisteminin mineralizasyonu gecikir ve raşitizm dediğimiz çocukluk dönemi hastalığı oluşur (Türkmen, Türkmen ve Nursoy, 2013). Raşitizm, ülkemizde en sık görülen gelişim

bozukluğu olup, D vitamini alımı eksikliğine bağlı olarak gelişir. Nadiren D vitamini metabolizmasındaki ve emilimindeki çeşitli bozukluklara bağlı olarak da ortaya çıkabilmektedir (Sümbül, 2009). Raşitizm başlıca kemik sistemi olmak üzere birçok sistemi ilgilendiren bir hastalıktır. Anneden alınan D vitamini bebeğin vücudunda 2 ay kadar depolandığından ilk aylarda raşitizm nadiren görülür. D vitamini eksikliğine bağlı raşitizm 3 ay- 2 yaş arasında sık görülür (Sağlık Bakanlığı, 2002).

Bir ay- 2 yaş arasında bebeklere düzenli olarak ağız yoluyla günde 400 ünite D vitamini verilmesi ile raşitizm önlenebilir. D vitamininin daha yüksek dozlarda verilmesinin yan etkileri olacağına dikkat etmek gerekir. Ancak preterm bebeklere günde 800 ünite D vitamini verilmesi gerekebilir (Sağlık Bakanlığı, 2002). Gereksinmemizin % 90’ı deride güneş ışınları aracılığı ile sentez edilir. Deride sentezlenen D vitamini (kolekalsiferol) kana geçer. Kas ve yağ dokusunda depolanır veya karaciğer ve böbreğe geçip, D vitamininin aktif şekline dönüşerek vücutta kullanılır. Vücudun D vitaminini depolama yeteneği önemlidir. Çünkü derideki sentezi sadece yaz aylarında gerçekleşir. Kış aylarında güneşi her zaman görmek mümkün olmadığından ve güneş ışınları eğik geldiğinden, D vitamini oluşumu yetersizdir (Rakıcıoğlu, 2006). Çocuklar güneşlendirilirken, doğrudan güneş ışınlarına temas ettirilmesi, güneşlendirme sırasında kol ve bacaklarının çıplak olması gereklidir. Camdan geçerek gelen ışığın D vitamini sentezi bakımından yararı olmamaktadır (Sağlık Bakanlığı Belgeleri, 2005).

Raşitizm, gelişmiş ülkelerde çözümlenmiş olmasına rağmen, gelişmekte olan ülkelerde güncelliğini koruyan ve komplikasyonlar ile önem taşıyan bir sağlık sorunudur. Raşitizmin büyümekte olan organizmanın bir hastalığı olup malnütrisyonlu hastalarda gelişmeyeceği ileri sürülmesine rağmen, sosyokültürel seviyesi düşük olan toplumlarda malnütrisyonla beraber raşitizmin birlikte görüldüğü bir gerçektir (Altınkaynak vd., 1989).

2.6.4. Anemi

Anemi, alyuvarlardaki hemoglobin miktarının azalması ile ortaya çıkar. Kanın içindeki hemoglobin, oksijeni dokulara taşıyan bir maddedir ve besinlerle aldığımız demir ve proteinlerin birleşmesinden meydana gelir. Çocuklarda görülen önemli beslenme yetersizliği sorunlarından birisi de demir eksikliği anemisidir. Ülkemizde okul öncesi çocuklarda hafif ve orta derecede anemi görülenlerin oranı % 33 olarak saptanmıştır (Tepe, 2010). Çocukluk çağı demir eksikliği anemisi, çocuğun 1 ve 2 yaşları arasında sıklıkla

görülür. Hücrelerdeki oksijen miktarının azalmasından dolayı, çocuğun hem öğreniminde hem de dayanıklılığında azalmaya neden olabilir. Diğer bir etkisi de hastalıklara karşı direncin düşmesidir (Sümbül, 2009).

2.6.5. Basit Guatr

Tiroid hormonları, normal büyüme ve gelişmenin sağlanmasında önemli etkilere sahiptir. İyot yetersizliği hastalıkları özellikle toprağında iyot yetersizliği olan bölgelerde sık görülmektedir. Havada bulunan iyot toprağa çöker ve bu toprakta yetişen bitkiler iyodu alır. Bu bitkilerle beslenen insanlar ve hayvanlar da iyottan yararlanır. Bol yağış alan, ağaç bulunmayan yörelerde toprak yüzeyindeki iyot yağmur suları ve rüzgarla erozyona uğrar. Bu bölgelerde iyot yetersizliği hastalıkları sık görülür. İyot yetersizliği hastalıklarının sıklıkla görülen belirtisi basit guatrdır. Guatr, boyunda tiroid bezinin büyümesidir. Ülkemizde her 100 kişiden 31’inde guatr görülmektedir (Toprak, Şentürk, Yüksel, Çakır ve Bideci, 2002; Köroğlu, 2009). Türkiye 1960 yılından beri iyot yetersizliği olan bir bölge olarak belirlenmiştir. Çocuklarda görülen hafif guatr durumunun dahi zihinsel gelişimi olumsuz etkileyeceği ifade edilmektedir (Köksal, 2008).

Çin’de iyot yetersizliği olan bir bölgede yaşayan 4-7 yaş arası çocuklar ile yapılan bir çalışmada annesi gebelikte iyot takviyesi alan çocukların psikomotor testlerinin, iyot takviyesini iki yaşında almaya başlayan çocuklara kıyasla daha iyi olduğu gösterilmiştir (Noğay, 2012).

2.6.6. Diş Çürükleri

Diş çürüğü, konak (diş), mikroflora ve diyet gibi üç ana etkenin dışında pek çok etkenin ve bakteriyel aktivitelerin neden olduğu lokalize bir hastalık olarak tanımlanmaktadır (Aydın, 2007).

Çürük; diş minerali ve plak arasındaki fizyolojik dengenin bozulmasıyla oluşur. Diş çürüğü etkeni bakteriler, enfeksiyona bağlı olarak hastalığın ilerlemesine neden olurlar. Çürük lezyonları, asidik ortam üretebilme yeteneği olan çok sayıda bakterinin diş yapısını demineralize etmesiyle oluşur. Diş plağı, diş yüzeyine yapışan çok sayıda bakteriden meydana gelir. Bu bakteriler, enerji sağlamak için çeşitli karbonhidratları parçalar ve yan

ürün olarak organik asit üretirler. Bu asitler, dişin kristal yapısının çözünmesi ile çürük lezyonu oluşmasına sebep olur (Çine, 2012).

Kötü beslenme ve sulardaki flor miktarının azlığı, besinlerle yeterli miktarda florun alınamaması ise diş çürüklerine neden olmaktadır. Çocukların yeterli ve dengeli beslenmesinde sağlıklı bir ağız ve dişlerin önemli olduğu düşünülmektedir. Çünkü ağızda bulunan çürük ve eksik dişler kişinin yeteri kadar yiyecek almasını engellemekte ve böylece hastalıklara karşı direncin azalmasına neden olmaktadır. Diş sağlığı bakımından çocukluk dönemi çok önemlidir. Diş çürüklerinin yanı sıra bu dönemde gelişebilecek kötü alışkanlıklar diş ve çene yapısında bozukluklara da neden olabilmektedir. Dişleri korumaya yönelik önlemler okul öncesi dönemde alınmaya başlanmalıdır (Uçan, 2007).

Vitaminlerin eksiklikleri; dişlerde eksikliklere, şekil ve hacim bozukluklarına, anormal dentin ve mine yapılarına, diş eti kanamalarına, diş çürüklerine, aftlara neden olmaktadır. Amerikan Besin ve İlaç Örgütü (FDA) 2005 yılında “florid”in vücuttaki tüm mineralize olabilen dokular için önemli bir element olduğunu tekrar onaylamıştır. Uygun florid alımı ve kullanımının kemik ve diş birlikteliği için faydalı olduğunu vurgulanmıştır (Tepe, 2010).

2.7. İlgili Araştırmalar

İşgüzar (2012)’ın, Gaziantep Milli Eğitim Müdürlüğü’ne bağlı tam gün eğitim veren ilköğretim okullarında öğrenim gören birinci sınıf öğrencilerinin okulda tükettikleri besinlerin günlük gereksinimlerine uygunluk ve bu yaş grubu ilköğretim çocuklarının büyüme durumlarını belirlemek amacıyla yürüttüğü çalışmanın bulgularına göre; araştırmadaki okulların 5 günlük öğle yemeği menüsü, menü uygunluk durumuna göre incelendiğinde 30 menüden 13 tanesinin uygun; 17 tanesinin ise uygun olmadığı belirlenmiştir. Bu çalışma sonucunda, ilköğretim okullarında öğle öğünü menülerinin okul çağı çocuklarının enerji ve besin öğeleri gereksinmelere uygun hale getirilmesi için iyileştirme çalışmalarının yapılmasının gerekliliği ortaya konmuştur.

Noğay (2012), beslenmenin beyin gelişimi üzerindeki etkisini araştırdığı çalışmasında besin öğesi yetersizliklerinin nöro gelişimsel süreçleri doğrudan etkilediğini bildirmiştir.

Demir (2011)’in, sosyo-ekonomik düzeyi farklı ilköğretim çağı çocuklarında beslenme alışkanlıklarının, fiziksel aktivitelerinin değerlendirilmesi ve obezite prevalansının belirlenmesi amacıyla yürüttüğü çalışması incelendiğinde; obezitenin sosyoekonomik

düzeyi yüksek ailelerin çocuklarında daha sık görüldüğü, öğrencilere verilen harçlık miktarı ile obezite arasında ilişki bulunduğu, eğitim düzeyi yüksek olan anne-babaların çocuklarında obezite oranı daha fazla olduğu, çalışan annelerin çocuklarında obezitenin daha fazla görüldüğü, ailedeki birey sayısı fazla olan çocuklarda obezitenin daha az görüldüğü bilgisine ulaşılmıştır.

Başkale (2010)’nin okul öncesi çocuklara yönelik Piaget’nin kuramına dayalı beslenme eğitiminin geliştirilmesi, uygulanması ve bu eğitimin çocukların beslenme bilgisine, besin tüketim sıklıklarına, beden kitle indeksi ve kol çevresi ölçümlerine etkisini incelemek amacıyla gerçekleştirmiş olduğu araştırmasında; deney grubundaki anaokullarında okuyan çocuklara Piaget’nin kuramına dayalı beslenme eğitimi yapılmıştır. Çocukların beslenme hakkındaki bilgi düzeyleri ve besin tüketim sıklıkları eğitim öncesinde, eğitim sonrasında ve eğitimden bir yıl sonra; antropometrik ölçümleri eğitim öncesinde ve eğitimden bir yıl sonrasında alınmıştır. Araştırmanın sonuçlarına göre; eğitim sonrasında deney grubundaki çocukların beslenme bilgi puanları artmış ve besin tüketim sıklıklarında kontrol grubuna göre olumlu gelişmeler olmuştur. Eğitimden sonra deney grubundaki çocukların süt ve ürünleri, yeşil yapraklı sebze, köksü sebze, beyaz et, balık ve meyve tüketimlerinde artış; şeker ve hazır meyve suyu tüketimlerinde azalma olmuştur.

Öztürk (2010)’ün, okul çağındaki çocukların beslenme alışkanlıkları ve beden kitle indeksi (BKI) sonuçlarını etkileyen faktörleri, Sağlık Davranışı Etkileşim Modeli (SDEM) kapsamında incelemek amacıyla yürüttüğü çalışmasında; ailedeki birey sayısı, ebeveynlerin evlilik durumu, anne-baba BKİ değerleri, ebeveyne göre çocuğun sağlık durumu algısı ve ailenin sosyo-ekonomik seviyesi çocukların BKİ sonucunu doğrudan etkileyen değişkenler olarak bulunmuştur.

Tepe (2010)’nin “Okul Öncesi Kurumlarındaki Çocukların Annelerinin ve Öğretmenlerinin Çocuk Beslenmesine İlişkin Görüşleri”ni araştırmak amacıyla yürüttüğü çalışmasının uygulama aşamasında 119 okulda bulunan hem okul öncesi öğretmenlerinin hem de ailelerin görüşlerinden faydalanmıştır. Bu görüşlerden elde edilen verilerin analizi sonucu ulaşılan bulgular incelendiğinde; okul öncesi kurumlarında çalışan öğretmenlerin ve ailelerin çocuk beslenmesine ilişkin görüşlerinin karşılaştırılmasında, öğretmenlerin ve ailelerin görüşleri arasında anlamlı bir farklılık olmadığı görülmüş ancak ailelerin ve öğretmenlerin tutumları arasında bazı sorulara verilen yanıtlarda anlamlı farklılıklar gözlenmiştir. Çeşitli öğrenim düzeyine sahip aile ve öğretmenlerin düzenli ve dengeli beslenme görüşleri arasında, anlamlı farklılık olmadığı belirlenmiştir. Farklı öğrenim

düzeyine sahip aile ve öğretmenlerin içeceklere yönelik görüşleri arasında, anlamlı farklılık olmadığı belirlenmiştir. Ancak tek bir maddede (“Çocuğun yemekten önce su içmesinin iştahı açıp, kapatma ile ilgili bir etkisinin olduğunu düşünmüyorum”) aileler ve öğretmenler arasında farklılık ortaya çıkmıştır. Farklı gelir düzeyine sahip aile ve öğretmenlerin çocuklarının yemek yeme ilgisine yönelik görüşlerinin karşılaştırılmasında anlamlı bir farklılık olmadığı belirlenmiştir. Ancak tek bir maddede (“Çocuk eğer kilolu ise, o çocuğun yeterli ve dengeli beslendiğini anlamada kilosunun bir ipucu olduğunu düşünüyorum”) aileler ve öğretmenler arasında farklılık ortaya çıkmıştır.

Sümbül (2009)’ün, Konya iline bağlı Ereğli ilçesinde dört-altı yaş arası okul öncesi çocuklarının yetersiz ve dengesiz beslenme alışkanlıklarını belirlemek amacıyla yapmış olduğu araştırmasını 34 öğrencinin velisi ile yürütmüştür. Veliler rastgele seçilen 17 deney 17 kontrol grubuna ayrılmıştır. Velilere çocukların beslenme davranışları ve ailelerin bilgisini içeren anketler verilerek beslenme alışkanlıkları tespit edilmiştir. Deney grubuna bir ay süreyle beslenme eğitimi verilmiştir. Kontrol grubuna ise beslenme eğitimi verilmemiştir. Araştırma sonuçlarına göre; Çocuğun tükettiği yiyeceklerin besin değerine dikkat etme konusunda deney grubundakilerin büyük bir çoğunluğunun dikkatli olduğu görülmektedir.

Köroğlu’nun 2009 yılında yaptığı araştırmasının bulgularına bakıldığında ailelerin, çocuklarının istedikleri besinleri tüketmelerine müsaade etme durumları ile çocukların istedikleri zaman istedikleri besini tüketme alışkanlığı arasında yapılan analizler sonunda 0.05 anlam düzeyinde anlamlı bir fark ortaya çıkmamıştır. Ailelerin bu tutumu çocukların beslenmesinde olumsuz beslenme alışkanlığına neden olmaktadır. Ailelerin çocuklarına yemekte servis edilen yemekten istedikleri arasında seçim yapmasına müsaade etmeleri ile çocuklarının servis edilen yemeklerden istedikleri arasında seçim yapması arasında yapılan analizler sonunda 0.05 anlam düzeyinde anlamlı bir fark ortaya çıkmamıştır. Çocukların yemek seçmeleri, sadece istedikleri besinleri tüketmeleri çoğu zaman tek tip beslenmeye yol açabileceği için çocuklarda yanlış beslenmeye dolayısıyla da beslenme bozukluğuna yol açmaktadır.

Toker ve Hocaoğlu (2009) yeme bozukluğu ile aile yapısı arasındaki ilişkinin saptanması amacıyla yaptıkları çalışmada, bireyin anne-babası ile kurduğu ilişki biçiminin yeme bozuklukları üzerinde etkili olduğunu göstermiştir.

Demirkaynak (2004)‘ın Ankara Üniversitesi’ne bağlı anaokullarında çocuğu olan annelerin beslenme bilgi düzeylerini ve beslenme alışkanlıklarını incelemek amacı ile yaptığı

çalışmasının sonuçlarına göre annelerin % 36.5’i çocuklarının beslenmesi konusunda doktordan yardım alırken, % 29.5’i yardım almamaktadır. Çocuklarının çoğunluğu (% 83) üç ana öğün yemektedirler. Çocukların % 46.5’inin yemediği bir besin bulunmamakta, yenmeyen besinlerin başında sebze grubu (% 38.71) gelmektedir. Çocukların % 38.46’sı iştahı olmaması, % 25.64’ü tabağında fazla besin bulunması nedeniyle tabağında artık bırakmaktadır. Annelerin % 49’unun çok iyi, % 43’ünün iyi, % 7.5’inin yeterli ve % 0.5’inin yetersiz düzeyde beslenme bilgisine sahip olduğu saptanmıştır.

Sabbağ (2009)’ın sonuçlarına göre; Ankara ili Keçiören ilçesinde Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı iki ilköğretim okulunun 5. ve 6. sınıflarına devam eden öğrencilere verilen beslenme eğitiminin beslenme bilgi, tutum ve davranışlarına etkisini incelemek amacıyla yürüttüğü araştırmanın verilerine göre; öğrencilerin % 70.9’unun beslenme eğitimi almadığı, % 26.2’sinin beslenme konusunda bilgileri kitaplardan aldığı; % 72.4’ünün beslenme eğitimi almak istediği, % 63.1’inin ise beslenme uzmanından eğitim almak istediği belirlenmiştir. Verilen eğitimden sonra öğrencilerin yazılı ve görsel basında beslenmeyle ilgili çıkan haberleri takip edenlerin oranında artış olduğu gözlenmiştir. Öğrencilerin öğün aralarında yiyecek tükettiği, süt içme oranlarının eğitim sonunda arttığı (ön test: % 29.9, son test: % 50.4, izleme testi: % 47.4), günde 2 su bardağı süt içenlerin oranının eğitim sonunda arttığı belirlenmiştir. Fast food restoranlarında öğrencilerin en çok hamburger ve kolayı tercih ettiği tespit edilmiştir. Öğrencilerin eğitim öncesi dönemde beslenme bilgi puan ortalaması 11.0±3.3 iken, verilen eğitimden sonra 18.6±5.6’ya yükselmiş, izleme döneminde ise 15.9±4.0’a düşmüştür. Verilen beslenme eğitiminin beslenme bilgi, tutum ve davranışlarında olumlu etki yaptığı sonucuna varılmıştır.

Aydın (2007)’ın diş sağlığı bozulmuş ve bozulmamış, yaş grupları 36- 60 ay arası çocuklar üzerinde erken çocukluk çağı diş çürükleri ile beslenme alışkanlıkları ve besin tüketimi arasındaki ilişkiyi incelemek üzere yürüttüğü araştırma sonuçlarına bakıldığında; okul öncesi çocuklarda, erken çocukluk çağı diş çürükleri ile beslenme arasında kuvvetli bir ilişki olduğu görülmüştür.

Onur (2007)’un Ordu ili Kabataş ilçesinde ailelerin beslenme bilgi düzeyleri ile sebze- meyve tüketim alışkanlıklarını saptamak amacıyla yürütmüş olduğu araştırma sonuçlarına göre, araştırmaya katılan bireylerin % 87.6’sı beslenme eğitimi almıştır. Bireylerin beslenme bilgisi puan ortalaması 67.87± 4.28’dir. Başarı derecesine göre “iyi” seviye puan aralığında olduğu, bireylerin % 11.5’i her zaman, % 23.0’ının bazen öğün atladığı

belirlenmiştir (p<0.05). En çok atlanan öğün, sabah öğünüdür. düşük sosyo-ekonomik düzeydeki bireylerin % 95.3’ü, yüksek sosyo-ekonomik düzeydeki bireylerin ise % 37.7’si her zaman kahvaltı yapmaktadır (p< 0.05).

Uçan (2007)’ın, 0-5 yaş arası çocukların kan demir ve çinko düzeyini belirlemek, bu kan değerleri ile beslenme durumları, antropometrik ölçümleri ile, bu verilerin çocukların ailelerine ait özelliklerle birlikte değerlendirilmesi amacıyla yürüttüğü araştırma sonuçlarına göre; araştırmaya katılan çocukların besin tüketim sıklığı formları değerlendirildiğinde çocukların demir ve diyet posası yönünden yetersiz beslendiği saptanmıştır.

Eker’in (2006) araştırma sonuçlarına göre beslenme; yaş, cinsiyet, eğitim durumu, sosyoekonomik durum, medeni durum ve alışkanlıklardan etkilenmektedir. Eker, yapmış olduğu araştırmanın sonuçlarına göre, ülke genelinde beslenme durumunu belirlemek amacıyla kapsamlı araştırmalar yapılmaması gerektiğini önermiştir. Türk toplumuna uygun beslenme rehberleri oluşturma gerekliliği olduğunu belirtmiştir.

Akar (2006)’ın özel ve resmi okul öncesi eğitim kurumlarına devam eden 4-6 yaş grubu çocuklarının beslenme alışkanlıklarının karşılaştırılması amacıyla planlayıp yürütmüş olduğu araştırmaya göre; özel okullara giden çocukların % 42’sinin, devlet okullarına giden çocukların % 44’ünün bazen öğün atladığı, atlanan öğünün % 36’lık oranla öğle öğünü olduğu görülmüştür. Çocukların % 55.4’ünün her gün sebze tüketmediği buna karşılık özel okullara giden çocukların % 33.8’inin haftada 1-2 kere hızlı-hazır yiyecekleri tükettikleri tespit edilmiştir. Özel ve resmi okul öncesi eğitim kurumlarına devam eden çocukların beslenme alışkanlıklarında öğün atlama durumu, en çok sevilen peynir çeşidi, fast-food yiyecekleri tüketme sıklığı konularında farklılıklar olduğu sonucuna ulaşılmıştır.

Ünlü ve ark (2006)’nın erken çocukluk dönemindeki beslenme sorunlarının annelerdeki ruhsal bozukluklarla ilişkisini belirlemek amacıyla yapmış oldukları çalışmada yeme reddi olan çocukların annelerinin depresyon ve anksiyete belirti düzeylerinin kontrol grubuna göre daha yüksek olduğu, algıladıkları aile işlevlerinin de daha sağlıksız olduğu sonucuna ulaşmışlardır.

Dölek (2004), annelerin beslenme konusundaki yeterliklerinin ve eğitim gereksinimlerinin saptanması amacıyla 5 ilköğretim bünyesinde eğitim gören çocuğu olan 183 kadın üzerinde bir çalışma yürütmüştür. Araştırma sonucunda; annelerin beslenme ile ilgili bilgi sahibi olma açısından beslenme konusundaki yeterlikleri, genelde olumlu düzeydedir. Bazı

konularda annelerin yarısının genellikle de yarısından daha fazlasının; çocuklarının beslenmesine ilişkin olarak beklenen davranış ve görüşlerle uyum içinde olduğu gözlenmiştir. Fakat annelerin çocuklarına doğru beslenme alışkanlıkları kazandırma konusundaki başarı düzeyleri, çocuklarının beslenmesine ilişkin sahip oldukları yeterliklere kıyasla daha geri gözükmektedir.

Ünver ve Ünüsan (2004)’ın 5-6 yaş grubu çocuklarına verilen beslenme eğitiminin etkisini belirlemek amacıyla yürüttüğü çalışmanın sonuçlarına göre; deney grubu çocuklarının, kontrol grubu çocuklarına oranla, besin gruplarına ilişkin bilgi düzeyleri ve yemek yeme davranışlarında olumlu yönde gelişmeler ortaya konmuştur. Okulöncesi eğitim

Benzer Belgeler