• Sonuç bulunamadı

2.5. ROMANLARDA ŞAHIS KADROSU

2.5.3. Çocuklar

İzgü’nün romanlarında çocuklar da önemli bir yer tutar. Çocuk tipler İzgü’nün romanlarında bazen iletilmek istenen mesajın odak noktasıdır.

Gecekondu romanında Ayhan, evin en küçük çocuğudur, olayları sorgulayan bir karakterdir, her şeye rağmen saflığı sembolize eder. Gecekondu yaşamının gerçekliğini karakterize etmek için seçilmiş bir kahramandır. Romanda dramatik son Ayhan üzerinden okuyucuya sunulur: “Göğsü son bir defa daha şişti. Sonra yavaş yavaş kubbeleşen yorgan indi, indi, dümdüz oldu. Minicik baş yana kaydı, hırıltılar kesildi, kasılmalar durdu. Onlarda ölmüştü sanki Ayhan’la beraber.” (İzgü, 2010a: 145). “Madem zenginiz de baba, niçin yorganla ısınıyoruz? Baba, beş yaşındaki çocuğunun sorusuna ne karşılık vereceğini bilemedi.” (İzgü, 2010a: 27).

Asaf, yaşanan sefaleti fiziki yapısında somutlaştıran bir karakterdir:“Asaf, mintanını da çıkardıktan sonra, ortaya verem adayı çıkmıştı. Kaburga kemikleri elle

136

tutulacak kadar belirgindiler. Her soluk alışında, üstleri kara koyu oluyordu. Kemikler sanki üst üste dizilmiş birer kara şerit gibiydiler.” (İzgü, 2010a: 9).

Osman, evin ikinci büyük erkek çocuğudur. Etrafında olup biten olayları diğer kardeşleri gibi sürekli sorgulayan bir karakterdir: “Osman sordu: Doğum günü nedir baba? Bırak oğlum öğrenme. Nasıl olsa hayatta yapamayacağın şeyi öğrenip de ne edeceksin?” (İzgü, 2010a: 25).

İzgü’nün Gecekondu romanındaki diğer şahıslar Çetişli’nin de ifade ettiği şekliyle, hikâye, roman ve tiyatronun şahıs kadrosu içinde, olay örgüsüne doğrudan bir etkisi olmayan tamamıyla yazarın sözünü okuyucuya iletme ile görevlendirilmemiş kahramanlardır. Dekoratif unsur konumundaki kahraman, fon karakter veya figüran olarak da isimlendirilirler (Çetişli, 2009: 71).

Gecekondu’daki diğer on hikâyede de şahıslar İzgü’nün genel karakteri itibariyle ayrıntılı olarak tasvir edilmez, şahıslar daha çok ana temaya uygun roller üstlenirler.

Kasabanın Yarısı’nda romanın ana iletisi, romanda kurguya kaynaklık eden Kaymakamın oğlu Serhan’ın sünnet düğünü merkeze alınarak oluşturulmuştur. Serhan romanda bir yönüyle halkın bürokrasiye bakışını ve bürokrasiyi algılayış biçimini şahsında temsil eden bir çocuk karakterdir. Bu yönüyle önemli bir kimliğe sahiptir: “Serhan ki kaymakam beyin biricik oğlu, ne akıllı bin maşallah, sınıfta herkesten önce o çözer problemleri, Türkçe dersinde en başarılı odur, öyle güzel okur, okuduğunu da öyle güzel anlatır ki. Bilgisi de çoktur, her şeyi bilmez ama, çok şeyi bilir; kaymakamlığa, oradan akşamları eve getirilen gazetelerin tümünü devlet kesesinden okur.” (İzgü, 2005b: 6). İfadeleriyle aynı zamanda bir sistem eleştirisi de yapılır.

Romanda halk ve yöneticiler arasındaki farklılıklar Serhan üzerinden verilir: “Kara kuru çocuk Serhan’ın karşısında bile hazır ol duruyordu.” (İzgü, 2005b: 45). “ Ki Serhan kaka çocuklarla arkadaşlık etmez.” (İzgü, 2005b: 79).

Zıkkımın Kökü romanının başkahramanı gerçek bir karakter olan Muzo’dur. Romandaki diğer kişiler Muzo’yla olan ilişkileri dâhilinde olay örgüsünde yer alırlar. Olay örgüsünün merkezinde yer alan Muzo, temsil ettiği karakter itibariyle kendisi gibi olan toplumun önemli bir kesimini teşkil eden genç okurlara bir model olur.

137

Romanda İzgü, öz yaşam öyküsünden hareketle hayatın zorlukları karşısında direnç gösteren ideal bir insan tipi yaratır. Adeta hayatın kendine bahşettiği mücadele ruhu, azim ve özgüvenle ideal bir insan yaratır.

Küçük yaşına rağmen, büyük insanlardan beklenen olgunluğu gösterir. Yaşam mücadelesinin kendisine kattığı özelliklerle, sıradanlıktan uzaklaşarak özel bir konuma yerleşir ve bu yönüyle ideal bir tip olur.

Sefa, romanda Muzo’nun kardeşi olması yönüyle ve yaşam mücadelesindeki ailenin bir ferdi olması yönüyle olay örgüsünde yer almış bir karakterdir ve geri plandadır.

Sıpa romanının başkahramanı, aynı zamanda esere ismini veren, dolayısıyla romanın bütününde olayların merkezinde olan Sefa’dır. Sefa, önce sokağa, ardından da yetimhanenin kaderine terk edilmiş bir çocuk olarak karşımıza çıkar. Bu durum romanda şu şekilde verilir: “Tek suçumuz, babamızın tohumu attıktan sonra başka tohumlar atmak üzere yeni tarlalar araması, anamızın da: ‘Zaten babasından ne hayır gördüm, çocuğundan ne hayır göreceğim?’ diyerek, bizi bir gece parkın içine bırakıvermesi…” (İzgü, 2010b: 5).

Önce sokaklar ardından da yetimhanenin acımasız şartlarıyla tanışan Sefa’ya hayat acımamıştır. On sekiz yaşına kadar dayak yiyerek ve horlanarak büyüyen Sefa, kaldığı yuvada eşekler gibi dayak yediği için adının sıpa olduğunu düşünür ve sıpa der kendine. Bu aynı zamanda yaşama dair bir sorgulamadır: “Ben Sefa’ya benziyor muyum hiç? Hiç sefa süren, sefa içerisinde yüzen bir surat var mı bende? Yanlış, vallahi de yanlış, billahi de… Olsa olsa, bunu yanlış yazmış, yanlış öğretmişlerdir. SIPA olacak, evet, tastamam sıpa…” (İzgü, 2010b: 6-7).

Sefa, ısrarcı bir kişiliğe sahiptir ve yaşayacağı olası olumsuzluklara karşın, ısrarcı kişiliğinden ödün vermeksizin bu tavrını muhafaza etmektedir: “Hazır oldum... Dayağa, tokada, tekmeye tüm gövdemle hazırım.” (İzgü, 2010b: 12).

Sefa, bir aileye sahip olamamanın beraberinde getirdiği zorlukları şahsında somutlaştıran biridir. O, terk edilmişliğine ve tüm muhtaçlığına karşın kendi fanilasını başkasına verecek kadar da sağlam bir kişiliğe sahiptir: “Hele bir tanesi vardı ki üzerindeki fanilası kapkaraydı, yırtık pırtıktı. Titriyordu. Fanilamı çıkardım, ona verdim.” (İzgü, 2010b: 80).

138

Sefa’nın yetimhane şartlarından uzaklaşmak ve dışarıyı tanımak üzerine kurguladığı yaşamı, eserdeki vakayı oluşturmaktadır. Sefa bu yönüyle kimsesiz çocukların temsilcisi konumundadır. Ana-baba sevgisinden uzak, analık duygusunu Sabahat Ablası üzerinden yaşamaya çalışan ve terk edilmişliği küçük bedeninde bütün somutluğuyla yaşayan, ama her şeye rağmen mutlu olmayı ve hayata tutunmayı başarabilen bir karakterdir: “Hele o pamuk tarlalarında çalışanlar, güneşin altında şıpır şıpır terliyorlardır şimdi. Ya ben? Sağımda bir polis, solumda bir polis, geziyorum. Üstelik beş liram var, hem de ayakkabılarım var.” (İzgü, 2010b: 126-127).

Sefa, nüfus kâğıdının olmamasına ve toplumun kendisine dair ön yargılarına aldırış etmez, kendisini bu vatanın bir parçası olarak görür. “Siz istediğiz denli beni bu ülkenin vatandaşı saymayın! Ama, ben bu ülkenin vatandaşıyım. Çatlayın, patlayın işte! Bakın, hazır ol duruyorum… Bayrağa selam duruyorum. Haydi, kovun beni, sürün beni! Süremezsiniz…” (İzgü, 2010b: 104).

Sefa, yaşamın tüm acımasızlığına karşın pes etmez. Çareyi, yaşamı alaya almakta bulur. Romanda parkta terk edilmiş, yetimhanenin olumsuz şartları içinde büyüme sürecini tamamlamaya çalışan ve adına Sefa denilmiş bir çocuğun Sıpa olma yolundaki dramını buluruz.

Benzer Belgeler