• Sonuç bulunamadı

1.1. Aile ve Çocuk İlişkisi

1.1.2. Çocuk İstememe

Çocuk, aile bağlarını kuvvetlendiren bir araçtır. Kimi zaman anne ve babanın birleşmesini sağlamış, kimi zaman da aileye moral kaynağı olmuştur. Bütün bunlara rağmen toplumumuzda çocuk istemeyen aileler de olmaktadır. Bunun nedeni ise kadının kendini anneliğe hazır hissetmemesi, babanın otoriter baskısı ya da rahata düşkünlük nedeniyle çocuğu fazla görmesidir. Düşük yapmak istemek de çocuğu doğurmayı istememek manasına gelir.

Sevgi Soysal’ın “Hoş Geldin Ölüm” adlı öyküsünde Sema adlı genç bir kadının çocukluğu ve yaşamı konu alınır. Sema’nın babası kendisini ve annesini bırakıp gidince annesi ikinci bir evlilik yapar. Üvey babası Sema’yı istemeyince annesi de onu büyükannesi ve büyükbabasının yanına verir. Üniversitedeyken Ömer adlı hocasına aşık olur. Ömer’le dünya ve siyasi görüşleri aynıdır. Ömer’den yana hüsrana uğrayınca kendisini okul arkadaşı Hasan teselli eder. Hasan’dan hoşlanan Sema, onunla evlenir. Bir süre sonra

onunla siyasal görüşlerinin uymadığını anlar. Hasan’dan istemeyerek de olsa bir erkek çocuk doğurur:

“Sonra Ali’nin doğuşu, Sema’nın üniversiteye gitmeyişi, bebe bezlerini kendi yıkayışı, Hayriye işteyken evin yükünü sırtlamaya kalkışı, bütün bunlar, daha nice ufak şey, Sema’nın bir fiyatı önceden ödemeye kalkışmasından başka neydi? Yürümeyeceğini biliyordu. Bile bile çocuğu da yalnızca hiçbir cana kıyamayacağını bildiği için doğurdu.” (Tutkulu Perçem: 41)

Çocuğu Ali’yi daha küçük yaşta bırakıp asıl sevdiği Ömer’e kaçar. Ali’yi babası, babaannesi ve dedesi büyütür. Yıllar sonra Sema, çocuğunu ziyarete gelir. Evdeki değişimi ve olanları gözlemler. Bu, Ömer’den ve onun siyasetinden kaçıştır adeta.

Sema, Ali’yi istemeyerek doğurur, sırf bir cana kıyamayacağından dolayı onu aldırmaz.

Çocuk, annenin sağlığı açısından da istenmeyen bir varlık olabilir. Münife Baran’ın “İkinci Çocuğumun Annesi” adlı öyküsünde anne, tehlikeli olsa da ısrarla kürtaj olmayı reddeder. Baba ise karısının sağlığı için çocuğu istemez. Bunda da karısını aldatmasıyla nedeniyle vicdanıyla hesaplaşması etkili olur. Eşinin iyileşmesinde gösterdiği çabadan dolayı çevresinde iyi bir aile babası olarak görülse aslında o, vicdanının sesini dindirmeyi amaçlar. Vicdanıyla hesaplaşmasını da arkadaşına verilecek bir itirafnameye yazar.

Çocuk, doğum sonrasında annenin psikolojisinin iyi olmaması sebebiyle de istenmeyebilir. Afet Muhteremoğlu’nun “Bedriye” (1963) adlı uzun öyküsünde Ahmet Bey ve eşi, Bedriye’yi evlatlık olarak yanlarına alırlar. Bedriye’ye kötü davransalar da çocukları, Bedriye’yi kollar. Öykünün sonunda Bedriye, evden uzaklaştırılır.

Bedriye’nin yanı sıra Ahmet Bey ve ailesinin yaşamlarına da değinilir, Ahmet Bey’in kızının doğum sonrası psikolojisi bozulur ve bebeğini istemez:

“Anne olmak istemiyorum!” diye bağıran ölümün eşiğindeki vücut, acılar biraz hafifledikten sonra yine de hasta olarak “Annelik bana vız gelir” diyordu. Bu, biraz daha yumuşak bir başkaldırmaydı, gittikçe çılgın bir sevgiye tutulacak anneciğin ilk günlerdeki gülünç direnişiydi. Çocuğunu merak bile etmedi. Ona kin bile duydu.” (Bedriye: 52)

Çocuğu aldırma isteği, bazen de bir anneden gelebilir. Mübeccel İzmirli’nin “Ayrık Otu” adlı öyküsünde, anne, hayatla tek başına mücadele

etmek ister ve bu yüzden kürtaja karar verir. Doktor ve eşi üzülseler de görevlerini yerine getirirler. Doktorun eşi, olaya bir kadın duyarlılığıyla yaklaşır ve üzülür. Öykünün sonlarında ise doğamamış olan cenin konuşturulur:

“Kesicinin gözbebeklerimde yanan acısını ilk duyduğumdan bu yana bitti acılarım. Ben şimdi kavramlardan birine doğru kayıyorum. Üşüye üşüye küçülüyorum. Yalnızca hüzün vardı o küçük aralıkta. Kan vardı kan… Ve yüreksiz, yaşamasız, acımasız bir dünyada en ucuzu kandı yine. O en koyu tanrısız karanlıkta ışığa özlemli ve yaşamaya küskün, köksüz ayrık otlarını sulardı…

Ben işte oydum... CENİNDİM... Soluksuz bir…Yazgısız bir bebek yani… “Dölüt” diyorlar şimdiki dilde. Ki bir tutam arsız yeşillik... Toprağa özlemli yalnızca, güneşe... Hikâyesi olmayan canlı...” (Sabah Geçidi: 147)

Sevgi Soysal’ın “Tante Rosa” (1968) adlı uzun öyküsünde Tante Rosa’nın çocukluğu, gençliği ve yaşlılığı verilir. Düzene karşı koyma ve bir kaçış anlatılır. Tante Rosa, daha on bir yaşındayken okuduğu bir yazıdan etkilenerek at cambazı olmak ister. Bu yolda ilerlemek ister; fakat başarılı olamaz. Rahibe okuluna gider, orada hırçınlığı yüzünden kovulur. İçkili bir alemde tanıştığı Hans ile çocuğu babasız kalmasın diye evlenir. Bu yüzden de kendince “piç kurusu” dediği çocuklarını istemeden de olsa doğurur. Evliliğinde mutluluğu yakalayamadığı için çocuklarını bırakıp evden kaçar. Evden kaçtığı için günahkar sayılıp aforoz edilir. İkinci bir evliliğinde de aradığı mutluluğu yakalayamaz. Yaşlılığında kitap yazmaya başlar.

Bu öyküde de çocuk, mutsuz bir evlilik sonucunda istenmeyen bir varlık olarak karşımıza çıkar.

Çocuk doğuracak olmanın verdiği korku ve çocuk istememe Gülten Dayıoğlu’nun “Gül Gelin”de karşımıza çıkar. Gül Gelin, daha çocuk denilecek yaştadır. Bir insan yavrusunu nasıl doğuracağına şaşar ve onu doğurmak istemez:

“Karnı günden güne büyüdükçe, Gül Gelin, doğurmaktan korkmaya başladı. Bir gün anasına: -Koca bebe, nasıl çıkacak içimden, ben doğurmam ana, doğuramam! Diye sızlandı. Anası öfkelendi.” ( Döl: 24)

Çocuk, ayak bağı olacağı gerekçesiyle de istenmeyebilir. Yazarın

“Ortak” öyküsünde kapıcı Ömer, beş yıldır uğramadığı köyüne döner. Köyden

kocası askerde olan Cemile’yle ayrılır. Esma, Cemile’nin kendisine kuma geldiğini İstanbul’a geldiğinde öğrenir. Burada havasız, basık bir kapıcı dairesinde yaşamlarını sürdürmeye çalışırlar. Bu arada iki kadın arasında amansız bir çekişme de yaşanır. Ömer, çekişmelerden bıkar ve bakkal dükkanını bir başkasına devrederek kayıplara karışır. İki kadın önce dövüşseler de sonradan bunun anlamsız olduğuna karar verip, birbirlerine destek olurlar.

Öyküde Cemile, Ömer’den çocuğu olmasını istediği halde Ömer, bu isteği geri çevirir. Çünkü çocuk, onun için ayak bağı olacaktır. Bu yüzden varlığı gereksizdir.

Cahit Uçuk’un “Günahını Ödeyen Çocuk” öyküsünde kızını ayak bağı olarak gören bir anne vardır. Baba, ne kadar çok kızına düşkünse de anne kızına karşı kayıtsızdır. Eskisi gibi gezmelere, partilere gidemediği için şikayet eder:

“Genç kadın, somurtmuş yandaki küçük karyolada uyuyan kızına bakıyordu. Zengin kocasının hatırı için doğurduğu bu çocuk, onun eteklerine dolanacak, onun yüzünden gezmelerine, çaylarına, partilerine rahatça gidemeyecekti.” (Kurtların Saygısı: 161)

Bütün bunların sebebi olarak da kızını görür. Bir gün bahçede kitap okurken kızı da yanında oyun oynar. Kızı, oyununa anneyi katmak istese de anne, onu başından savar. Kocası eve geldiğinde çocuğu her yerde ararlar. Küçük kız, kireç kuyusuna düşmüştür.

Bu öyküde annenin rahatına düşkünlüğü nedeniyle çocuk istenmez. Çocuk, ekonomik yönden ağırlık vereceği düşüncesiyle çevre zoruyla da aldırılabilir. Annenin ne istediği, böyle bir durumda çevre için önemli değildir. “Kötü Kadın” da yazar, Samiha’nın çocukluk ve gençlik yıllarını anlatır. Ninesi tarafından büyütülen Samiha, bir umutla evlendiği kocasında da mutluluk yüzü görmez. Çocuğuna hamile olduğu bir dönemde kayınvalidesi, ekonomik külfet olacağı sebebiyle çocuğu istemediğini belirtir. Çocuğunu aldırmak zorunda kalan Samiha, yaşadıklarına bir süre sonra dayanamaz ve ayrılır. İş bulmak için çaldığı her kapıdan ahlaksız teklifler alınca da sırf açlığını giderebilmek için kötü yola başvurur. Toplumun

kendisine vurduğu damgaya inat, suçu kendisinde değil çevresindekilerde arar.

Çocuk istememe, öykülerde mutsuz bir evlilik, ekonomik koşulların olumsuzluğu, anne olmanın verdiği korku ya da rahata düşkünlük nedeniyle karşımıza çıkar. Kimi zaman anneler çocuk istemez kimi zaman da onların bu isteğinde çevre etkili olabilir.