• Sonuç bulunamadı

I SİVAS ÂŞIKLARININ ŞİİRLERİNDE SOSYAL MOTİFLER

Ç ÇOCUK HASRETİ VE ÇOCUK ÖLÜMÜ

Şiirlerde ayrılıkların en acısı olan ölüm üzerinde de durulur. Ölüm kimseye yakışmaz ancak hiç yakıştırılamayanlar çocuklar olmalı.

Âşıklar çocuk ölümlerine, evlat acısına ve özlemine sıkça değinmiştir. Sadece Sivas’ta değil Anadolu’nun her köşesinden bu sözler duyulur. 1918 Kağızman doğumlu Âşık Laçin Aladağlı, suda boğulmuş oğlunun arkasından:

Yetmiş üç yılında bir Cuma günü, Felek darbesine gelen yavru can. Seslenmiş bir yana gitmemiş ünü, Amansız ecelden ölen yavru can.

Ana demiş, baba demiş seslenmiş, Nefesi kesilmiş, sesi kıslanmış, Sığ altında çamurlara yaslanmış, Sedasız yerlerde kalan yavru can.

şiirini dile getirmiştir. Anne her yerde anne, baba her yerde babadır. Sivaslı Âşıklarımız da evlat acısını derinden yaşamışlardır. Gürünlü Sefil Gülhanî’nin alttaki dörtlüğünden anlaşıldığı gibi Gülhanî çocuğunu daha çok küçükken sekiz aylıkken kaybetmiş. Bu acıdan olsa gerek biraz sitem de olan şiirinden bir dörtlüğü veriyoruz.

Kanlı felek gelip beni mi buldu? Bu kadar dertlere diz mi dayanır? Sekiz aylık körpe kuzumu aldın. Dağlar taşlar ağlar düz mü dayanır?

Âşığın hamuru ayrılıktır. İlham,onlara yârdan ya da evlattan ayrılınca geliyor ki Sivaslı pek çok ustanın sazından ve ağzından dökülen mısralar konusu ne olursa olsun doyumsuz. Bu duyguları bu kadar samimiyetle anlatmak halkın içinden gelmekle açıklanabilir.

Âşık Tabibî eşi ve çocuğundan ayrılan birinin duygularını:

Kalmadı hayatın lezzeti, tadı, Eşinden ayrılan eder feryadı, Kayıp ettim çok sevdiğim evladı, Zaten can evimden vurgunum kader.

(Ayral, 1994: 56)

Çocuksuzluk, halk arasında kadere isyan etmeden, çözüm yollarını kendi çapımızda aradığımız bir sorun. Duygu yüklü bir âşığın bu sorunu çözüp evlat sahibi olması ve ne acıdır ki onu kaybetmesi zor bir durumdur.

Âşık Ali İzzet Özkan, seslendiği yavrusuna şu dörtlüğü yazmıştır.

Kahpe felek seni bana çok gördü, Adak ile çerak ile bulduğum. Felek kollarımı kökünden kırdı, Kuzu ile kurban ile aldığım.

(Başgöz, 1979: 58)

Sivaslı Âşıklar, çocukları hayattayken ama hastayken de bu sonu hissetmiş olmalılar ki gazel ile, güz ile hayatın bitişini dile getirmişlerdir.

Gider mi Suzanî yürekte dağlar, Yaz bahar ayında gazelli döker.

Derde düşmüş yavrum durmadan ağlar, Naciler bacısı ağlar da gezer.

yukarıdaki dörtlükte yalnız Suzanî değil tüm ev halkı kederlidir.Bu tür şiirlerde evin direği olan baba ailesinin duygularını da dile getirmektedir.

İyi temenniler sunarız birbirimize. Babaya ve yeni doğum yapan anneye ‘Allah hayırlı bir evlat etsin’ deriz. Öyle ya her çocuk bir gün büyüyüp kendi ayakları üzerine bastığında hayırlıysa ata-ana bilir; saygılı olur. Ancak hep istenen olmamış anlaşılan. Sivas’ta bazıları çocuklarından memnun olmamışlar ki aşağıdaki dörtlükler dökülmüş dillerden:

Sivas’ın ustası Veysel:

Ne oğluna güven ne de kızına, Doğru söylen, kulak vermez sözüne. Yalvar yakar getiremen sözüne, İçimde bir ateş kor belli değil.

(Alptekin, 2004: 56) derken başka bir şiirinde aynı konuyu şöyle işlemiştir:

Evlattan uşaktan fayda bekleme, Binde bir bulunur o da tekleme. Cahil insan gül ise de koklama, Ayvası turuncu nar belli değil.

(Alptekin, 2004: 213)

Veysel yukarıda belirtilen iki örnekte bir nevi nasihat veriyor bir nevi de zamane ailelerdeki kopukluğu dile getirmiştir.

Halk arasında söylenen güzel bir söz vardır: ‘Oğlum oldu, özüm oldu; evlendi komşum oldu.’diye. Ne kadar doğru ya da katılan var mı bilinmez ancak Âşık Ahmet Kaya bu sözü destekler nitelikte yazmıştır.

Hanedanlık ettim, yedirdim nimet, Gençlik elden gitti, kalmadı devlet,

Zahmetler çekerek büyüttüm evlat, Onlar da büyüdü, el oldu gitti.

(Demiray, 1973: 19)

Ekmeği, yemeği, sevdası, yâri ellerinde olanlar sazları ve duyguları olan şairler diyar diyar gezerler. Hem ekonomik zorluklar hem de sosyal şartlardan olsa gerek günümüzde de yurt dışında veya başka bir ilde çalışmak zorunda kalan âşıklarımız vardır. Gurbetin mesafesi olamaz, hele arkada bırakılmış çocuklar var ise…Örnek olarak önce Ali İzzet’ten bir dörtlük verelim.

Yollarım karanlık, kumlu yazılar, Varamıyorum, küsmen körpe kuzular, Eşinden ayrılan ağlar, muzular(sızılar), Kaldın yad ellerde dul kara bahtım. (Özkan, 1969: 42) Âşık Mihmanî ise:

Hasret mektubunu aldım elime, Dikkat et yazdığım sözlere yavrum, Gitmek mi istedin gurbet ellere, Ayrılık mı düştü sizlere yavrum.

(Aslanoğlu, 1973: 17) şeklinde evladına seslenmiştir.

Gurbette yalnızlık, insanların duygularını daha da güçlendirmiş adeta. Hiç dönmeyecekmiş gibi çocuğuna dert yanan Mihmanî alttaki dörtlüğü dile getirmiştir.

Mihmanî’yim kem haberim alınca, Dost ağlayıp, düşmanlarım gülünce. Vadem yetip gurbet elde ölünce, Saranım bulunmaz bezlere yavrum.

İnsan yaşlanınca evlat hasretini daha derinden hissetmeye başlıyor. Bir evladın anne babasına son görevi onları kaybettiği gün yaptığı işlerdir. Ali İzzet kendisi öldüğünde tabutunu taşıyacak bir çocuğunun olmamasını şiirde dile getirmiştir.

Komşularım yok ki kabirim kaza, Yavrularım yok ki tabutum düze, Karanlık kabire on arşın beze, Sarmadan, koymadan, ölmeden yetiş. (Özkan, 1969: 88)

İnsanlar hasta oldukları zaman daha çok ilgi bekler. Âşık Meslekî, geçirdiği bir hastalık sonucu çocuklarının ona gösterdiği ilgi ve duyduğu üzüntüyü aşağıda verilen örnekte açıklamıştır.

Ne yapalım böyle imiş kaderim, Günbegün artıyor derdim kederim, Kimi der validem kimi pederim, Kuzularım etrafımda seslenir.

(Öztürk, 1973: 15)

Bir anne babanın göreceği en acı olay kendilerinden önce çocuklarının acılarını yani ölümlerini tatmaktır. En büyük beddua da bununla ilgili olsa gerek. Âşık Minhacî evlenemediği ama çok sevdiği Ağgelin’e aşk acısından olsa gerek şöyle sesleniyor:

Ela gözlerine çöksün betire,

Sen sildikçe Mevla’m derdin artıra. Kıran gele yavruların götüre, Daha derdim az diyesin Ağgelin. (Kaya, 1994: 35)

Çocuk uzak diyarlarda olsa, hayatını kaybetse de arkada kalanlar hep bir gün tekrar gelecek gibi umutlanır ve bu umutla yaşarmış. Âşık Suzanî’nin dediği gibi:

Yine derunuma düştü bir ateş, Cesetle damarlar sızlar gezer, Yavrusundan ayrı gezen analar, Gözetir yolunu bekler de gezer.

Benzer Belgeler