• Sonuç bulunamadı

Doç. Dr. Süleyman KAYA

Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

Giriş

Çevre konusu, günümüz dünyasının en önemli meselelerinden birisi olarak değerlendirilmektedir. Artan nüfus yoğunluğu, beraberinde gelen şehirleşme, sanayileşme vb. meseleler, çevre kirlenmesini, modern dönem insanının önüne, ilgilenilmesi gereken ciddi bir problem olarak dayatmaktadır. Çünkü insanoğlu, bu sorunun hem kendisini ve hem de gelecek nesilleri ciddi anlamda tehdit ettiğini görmektedir. Bu sebeple konu, herkesin ilgi alanına girmiş, insanlığın geleceğine yönelik iddiası olan hemen her kesim, kuruluş ve düşüncenin konuya dair tutum belirlemesini ve çözüm önerisi sunmasını adeta zorunlu hale getirmiştir. Bu kapsamda, İslam dünyasının da konuya dair görüş bildirme, çözüm önerisi sunma ihtiyacı hissetmiş olması gayet doğaldır.

İtiraf etmek gerekir ki önemle üzerinde durulması gereken bir mesele olarak çevre konusunu insanlığın gündemine taşıma, sistematik çözüm önerileri sunma faaliyetleri ilk defa İslam dünyası dışında başlamış, Müslüman dünya, gündemi geriden takip etmiştir. Elbette konu bu yönüyle çeşitli açılardan gerekçelendirilip değerlendirilebilir. İslam dünyasında da konuya dair bir takım çalışmalar başlamıştır. Bu bağlamda çevre ve önemine dair dile getirilen görüşlerden bir kısmı, doğrudan veya dolaylı olarak Kur’ân’la ilişkilendirilmiştir. Kurulan bu ilişkinin sağlıklı, uzun vadeli, evrensel nitelikte olması beklenirdi. Ancak Kur’ân ile kurulan ilişki boyutunun makûliyet çizgisini aşıp savunma refleksine büründüğü görülmektedir. Oysaki evrensellik iddiası olan bir dinin mensupları olarak bizim açımızdan mesele, Kur’ân’ın kutsallığına sığınarak savunma değil, dünyanın bu önemli sorunu karşısında iddialı bir duruş sergilemek olmalıdır. Müslüman dünya, insanlığın bu meselesi karşısında başkalarını taklit etme yerine, tutarlı çözüm önerilerine yönelmeli, evrensel boyutta bir söylemi gündemine almalıdır.

Yazımızda, çeşitli yönleriyle analiz edilmesi gereken çevre konusunun sadece Kur’ân’la ilişkilendirilen boyutu çerçevesinde değerlendirme yapmaya çalışacağız. Konuyu temellendirme adına gündeme alınan şekliyle çevre konusunun modern dönemin bir meselesi olduğunu vurgulayacağız.

Ardından konuya dair Kur’ânî yaklaşım şekline ve bu noktada gözetilmesi gereken makûliyet çizgisine dikkat çekeceğiz. Asıl önemli olanın evrensel boyutta bir şeyler yapmak gerektiği üzerinde duracak ve konuya dair önerilerimizi dile getirmeye gayret edeceğiz.

Modern Dönem Meselesi Olarak Çevre ve Önemi

Tarihin derinliklerine dalındığında her düşünce sistemi adına konuya dair bir kısım temellendirmeler yapılabilir [1]. Ancak bu yaklaşımların ikna edici olduğunu söylemek pek mümkün değildir. Bunlar, ideolojik boyutta meseleyi sahiplenme önceliği kazanma girişimleri veya gönül ferahlatma çabaları olarak değerlendirilebilir. Oysa bahsettiğimiz konu gündeme taşınan boyutuyla modern döneme aittir [2]. Modern dönem ise, kökleri Batı’da olan, XV. ve XVI. yüzyılda başlayan rönesans ve reform

hareketlerinden günümüze kadar devam eden bir süreci ifade etmektedir [3]. Bu dönemin kendine özgü problemleri ve bunlara yönelik çözüm önerileri vardır. Bu süreçte bilim telakkisi, âlem algısı, insana bakış, siyasî, ekonomik yaklaşımlar ve dini değerlendirmeler farklılaşmıştır [4]. Bildik anlamda çevre konusuna dikkatlerin yönelmesi, ekolojik dengeye dair bazı sorunların hissedilmeye başlaması ve buna paralel olarak da çözüm arayışları ise bu dönemin konusudur. Bu sebeple, çevre ve önemi meselesini, zorlama yorumlarla tarihi kökenlere taşıyarak insiyatif alma çabası yerine, bu süreçte şekillenen algı üzerinden değerlendirmenin daha isabetli olacağı kanaatindeyiz.

Bu bağlamda çevre, bireyin, bir organizmanın ya da başka bir varlığın, içinde oluştuğu ve yaşamını sürdürdüğü ortam, onu etkileyen canlı ve cansız varlıklarla bütün etken ve koşulların toplamı [5] veya, insanların ve diğer canlıların hayatları boyunca ilişkilerini sürdürdükleri ve karşılıklı olarak etkileşim içinde bulundukları fiziki, biyolojik, sosyal, ekonomik ve kültürel ortam olarak tanımlanmaktadır [6]. Canlı ve cansız şekliyle varlığın bozulmamış hali de doğal çevre olarak ifade edilmektedir. Bu durumda çevre, canlı ve cansız bileşenlerden oluşan varlığın tümünü kapsamaktadır [7]. Bu sebeple varlık alemini çevresel boyutta değerlendiren bilime de çevrebilim/ekoloji denmektedir [8]. Konuyu siyasal öncelik bakımından en üst düzeyde tutan anlayış ve bu anlayışın yönlendirdiği toplumsal akım ise çevrecilik olarak nitelendirilmektedir [9].

Bu bağlamda bitki, hayvan ve insanların yeryüzündeki dağılımları, fiziksel ve doğal çevreyle olan karşılıklı ilişkileri; doğa koşullarına uyum sağlamada karşılaştıkları sorunlar ve geleceğe yönelik oluşan riskler bu bilimin kapsam alanına girmektedir [10]. Bundan dolayı da Çevrebilim’in, Biyoloji, Botanik, Zooloji ve Jeoloji gibi bilim dallarıyla da yakın ilişkisi olduğu belirtilmektedir [11].

Bu anlamda çevre konusunun, sorun odaklı olarak gündeme alınması, ilgilenilmesi gereken bir mesele olarak bilimsel literatüre girişi XX. yüzyılın ikinci yarısına tekabül etmektedir. Konuyla ilgili olarak makale ve kitap türünde ilk yayınların ciddi anlamda 1960-1970 yıllarında verilmeye başlandığı görülmektedir [12]. 1970 yılı Doğa Koruma Yılı olarak ilan

edilmiş, 1972’de BM tarafından Stockholm’de ilk Uluslararası Çevre Konferansı, sonraki yıllarda bu kapsamda bir seri konferans düzenlenmiş, yayın miktarında da ciddi artış olmuştur [13]. Çünkü hızlı ve sağlıksız kentleşme, düzensiz ve dengesiz sanayileşme, kimyasal kirlilik, radyoaktif kirlilik, çöp yığınları, gürültü kirliliği, erozyon ve çölleşme, su, hava, toprak kirliliği, küresel ısınma; tarım alanlarının iyi kullanılamayışı, ahlâkî kirlilik, tüketim çılgınlığı, tırmanan egoizm vb. etkenler insanoğlunu rahatsız etme aşamasına gelmiştir [14]. Ekolojik bozulma, tüm dünyayı olumsuz yönde etkilemeye başlamış ve günümüz itibarıyla küresel ölçekli en önemli sorun halini almış, çeşitli başlıklar altında incelenme ihtiyacı hissedilmiştir [15].

Zira insan, ekolojik denge bozulduğunda, fiziksel ve yaşamsal ortamın olumsuz yönde etkilendiğini, eko sistemin bozulduğunu ve ekolojik sorunların ortaya çıktığını, bunun hem kendi yaşamını ve hem de gelecek nesilleri tehdit ettiğini fark etmeye başlamıştır [16]. Buna paralel olarak ilerleyen süreçte bu kapsamda çalışma çeşitliliği ve oranı giderek artmış, konuya olan duyarlılığın birey ve toplumların her kesimine sirayet etmesi yönünde gayret gösterilmiştir. Doğal olarak Müslüman toplumlar da konuya dair önerilerinin bir kısmını Kur’ân üzerinden dile getirmeye çalışmışlardır.

Kur’ânî Yaklaşım Boyutu ve Makûliyet Çizgisi

İnsanlığın neredeyse birinci derecede meselesi haline gelen bir konuda evrensel iddiaları olan Kur’ân’ın ve dahi onun mensuplarının da elbette söyleyeceği sözü, önereceği çözüm önerilerinin olması beklenir. Çünkü Kur’ân, Müslüman toplumun en temel dinamiklerinden birisidir. Nitekim yapılan yayınlardan ve kurumsallaşma çabalarından, İslam dünyasının 1990’lı yıllardan itibaren çevre konusunu bu kapsamda gündemine aldığı anlaşılmaktadır. Ancak bu çalışmaların bazılarında Kur’ân yorumu açısından değerlendirildiğinde makûliyet çizgisinin aşıldığı söylenebilir. Biz burada öncelikle çevre konusuna Kur’ânî boyutta bir yaklaşım için makûliyet çizgisini belirlemeye çalışacağız.

Burada makûliyet çizgisinden kastımızın, Kur’ân’ın yorum/tefsir boyutuyla ilişkili olduğu açıktır. Çünkü tarih boyunca Kur’ân üzerinden üretilen yorumlar/tefsirler çeşitli şekillerde sınıflandırılmış, makul

olabileceği düşünülen yorumlar için belli kriterler öngörülmüştür. Net bir sınır belirleme kolay olmamakla beraber, sahih yorum ilkelerine uyanlar kabul görürken, bir metnin yorum ilkeleri dışına çıkanlara itibar edilmemiştir. Geçmişe yönelik yorumlara bu yönüyle atıf yapışımız, çevre ve önemine dair Kur’ân üzerinden yapılan yorumların da bu kapsamda değerlendirmeye tabi tutulma ihtiyacını hissetmiş olmamızdandır.

Çünkü modern dönemle birlikte Kur’ân yorumu ciddi anlamda bir kırılma yaşamıştır. Bu yüzdendir ki modern döneme ait tefsir çeşitleri kendi içerisinde ayrıca sınıflandırılmaktadır [17]. Bu çerçevede baktığımızda çevre ve önemine dair yorumlar, modern dönem tefsir çeşitleri arasında sayılan bilimsel tefsir kapsamında değerlendirilebilir. Bilimsel tefsir ise, Kur’ân ibareleri ile tabiî bilimler arasında doğrudan ilişki kurmak suretiyle Kur’ân’ın yorumlandığı tefsir tarzı olarak nitelendirilir [18]. Bu tefsir savunucularına göre, Kur’ân’ın bazı ayetlerinde, hatta kelimelerinde, onda zikredilen tarihi olaylarda ve mucize olarak nitelendirilen hadiselerde insanların ileride ulaşabileceği bilimsel verilere dair bazı işaretler vardır.

Bunlar, zaman içerisinde ortaya konacak, Kur’ân’ın evrenselliğini gösterecek ve mevsûkiyetini güçlendirecektir [19].

Oysaki bu yaklaşım, bir metnin yorumlanma kriterlerini göz ardı eden, Batı karşısında bilim ve teknolojideki geri kalmışlığın aşağılık kompleksini yansıtan, Kur’ân’ın daha çok işârî anlamına yönelerek üretilen bir savunudur [20]. Çünkü bu yaklaşımda, Kur’ân’ın kastettiği anlamı yakalamaktan ziyade arzu edilen anlamı üretmek söz konusudur [21]. Belki modern dünyayla yüzleşmede hissedilen zaafın böylelikle örtülebileceği düşünülmüş, sorumluluktan kurtulma yoluna gidilmiştir [22]. Ama bu yorum şekli Müslüman dünyanın yarasına merhem olmamıştır.

Zaten genel anlamda bakıldığında da bu yönelişte Kur’ân yorumunun tabii seyrinden ziyade Batı sömürgeciliği ve oryantalist saldırılara karşı cevap verme çabası hissedilir [23]. Bu nedenledir ki bazı yorumlar, tefsirin asıl gayesi olan murad-ı ilâhîyi anlamadan çok, toplumu modern algı şekillerine hazırlamaya matuf olmuştur [24]. Modern dönem Kur’ân yorumcularından bazıları, İslâm toplumunun ilmî açıdan geriliğinin doğurduğu ruh haliyle Kur’ân’ı, bütün ilimlerin bir bakıma menbaı gibi

görme ihtiyacı hissetmiş, dolayısıyla bunu yorumlarına yansıtmıştır [25].

Bu, Kur’ân’ı kıyamete kadar olacak her türlü hadiseyi önceden haber veren ve/veya içerisinde barındıran bir kitap olarak görme eğiliminden kaynaklanmaktadır. Nitekim yapılan açıklamaları makulleştirme adına, yeri gelmiş Kur’ân’ın evrenselliğine sığınılmış [26], yeri gelmiş bazı Kur’ân kesitlerinin/ayetlerin bilimsel verilere işaret ettiği öne sürülmüştür [27]. Bu eğilim, Kur’ân bütünlüğü, tefsir ilminin temel ilkeleri, ayet veya kelimelerin anlam alanları dikkate alınmadan istenen anlamı yükleyebilme çabasına veya savunusuna dönüşmüştür [28]. Oysa Kur’ân, bir bilim kitabı değildir.

Aksine aklımızı kullanarak hayatın sırlarını keşfetmeyi bize bırakmaktadır (Bakara 2/44,73,76,164,170,171,242; Âl-i İmran 3/65,118; Mâide 5/58,103; En’âm 6/32151; A’râf 7/169; Enfâl 8/22 vb.). Onun evrenselliğini veya mevsukiyetini bu şekliyle ortaya koymak da mümkün değildir. Belki bu yaklaşım tarzı ciddi sakıncaları içinde barındırmaktadır.

Yukarıda da vurguladığımız gibi İslam dünyasının sömürge durumuna düşmesinin, toplumsal meselelerde ekonomik, bilimsel ve siyasal çözümler üretmede Batı dünyasının gerisinde kalmasının bunda ciddi anlamda etkisi söz konusudur. Bu psikolojik durum bazılarında geçmişe yönelerek öykünme ve savunma refleksine dönüşmüş, bazılarını ise yeni arayışlara sürüklemiştir [29]. Hâlbuki mikro meselelerde bile derinlemesine uzmanlaşmanın söz konusu olduğu dünyamızda Kur’ân’ı bu kadar yormanın ve geri kalmışlığımızın telafi mekanizması haline getirmenin anlamı ve faydası yoktur. Kaldı ki kendi içimizde dillendirebildiğimiz vaazsal nitelikli, geleneği ve onun kaynağını övme, akabinde de onu savunma ve ona sığınma şeklinde tezahür eden savunmacı yaklaşım kısmen gönül ferahlatsa da başkaları tarafından kabul edilebilir özellikler taşımamaktadır [30].

Bu işin makuliyet çizgisi bizce şudur: Müslüman toplumun temel dinamiğini oluşturması açısından Kur’ân’ın evren ve insan tasavvurundan, akletme ve düşünme prensiplerinden, insana yüklediği ahlakî değerler üzerinden çevre ve önemini kavrayan Müslüman insan yetiştirme çabası anlaşılabilir ve izahı yapılabilir niteliktedir. Bu noktada en makul çizgi, Kur’ân’ın evrensel nitelikli verilerle uyumlu olduğu ve sunduğu ruh itibarıyla bu çabaları desteklediği vurgusudur. Bu yaklaşım, insanlığın sorunlarına dair

sosyal yapıda Kur’ân’dan beklenen manevî katkıyı/motivasyonu sağlamaya yetecektir. Sosyolojinin kendi içerisindeki dinamikleri de göz önüne alarak Kur’ân’ın bu yöndeki katkısından faydalanmak makul çizgidir. İnançla insan davranışları arasındaki ciddi ilişki dolayısıyla bunu önemsemek durumundayız [31].

Ancak Kur’ân ve bilim ilişkisi, Kur’ân’dan bilim üretme veya modern dönemin ortaya koyduğu bilimsel verilere Kur’ân içerisinden işaret arama çabasına dönüşmemelidir. Tikel anlamda ayet ve kelimeler üzerinden herhangi bir bilimsel veriye işaret veya ispat aranmamalıdır [32]. Çünkü bilimsel veriler zaman içerisinde değişken olabilmektedir. Ayrıca Kur’ân bir bilim kitabı değildir. Kur’ân’ın varlık alemine, insana, tarihe, mucize kabilinden olaylara vb. dair verileri bilimsel veriler sunmaya matuf olmayıp, inanca, sabra ve samimiyete davet eden vurgular ve örneklemelerdir [33].

Onun gönderiliş amacı insanın hidayetidir [34]. Bu minvalde öne sürdüğü değerler ve şekillendirmeye çalıştığı insan modeli evrenseldir. Bunun ötesine taşınan her yaklaşım, kısa süreli narkoz etkisi yapsa da uzun vadede, zımnen Kur’ân algısını değersizleştirecek, kimi pasajlarla değerli kılınmaya çalışıldığı kuşkusunu oluşturacaktır [35]. Nitekim bu savunma refleksi hissedilmekte ve ciddi eleştirilere maruz kalmaktadır [36]. Çünkü bir şeyi sloganlaştırmakla gereğini yapmak arasında ciddi bir fark vardır [37].

Yeni Bir Şeyler Yapmak

Çevre ve önemi gibi önemli bir meselede Kur’ân’a sığınarak teselli bulma yerine insanlığın bu sorununa evrensel nitelikte merhem olacak işlere yönelmemiz gerekmektedir. Bu çerçevedeki mütalaamız şudur:

Savunma Refleksli Yaklaşımlardan Uzaklaşmak

Her şeyden önce kendimizi aşağılık kompleksinden uzaklaştırmalı, modern dönem verilerinden her birisine Kur’ân’dan bir yorum üretme çabasından vaz geçmeliyiz. Modern dönemde maruz kaldığımız Batı menşeli yaklaşımlara ve daha da özelde çevre konusuna İslam’ın gelişim dönemlerinde yöneltilen itirazlara karşı yapılan savunma şekli ile cevap

veremeyeceğimizin farkına varmalıyız. Gelişim sürecinde Müslümanlar hem güç ve hem de bilgi bakımından etkin konumdaydı [37]. Ancak modern dönemde İslam toplumu hem güç ve hem de bilgi bakımından edilgen durumdadır. Dolayısıyla düştüğümüz yerden kalkmalıyız. Kur’ân’ın kutsallığına veya tarihi geçmişimize sığınarak teselli bulmayı bırakmalıyız.

Modern anlamda çevre ve ona karşı gösterilmesi gereken duyarlılığın apayrı bir ihtisaslaşma alanı olduğu gerçeğini kabullenmeliyiz. Makus talihimizi tersine çevirecek yolları bulmalıyız.

Yapılması Gerekeni Yapmak

Çevre ve önemi konusunda Müslümanın yapması gereken şey, tıp, matematik, fizik, kimya, bilişim vb alanlarda yapması gerekenden farklı bir şey değildir. İlgili bilimlerde evrensel ölçekte neredeysek, aslında çevre ve önemi konusunda da bir ölçüde oradayız demektir. Bu kapsamda örgün eğitim ve üniversiteleşme oranlarımızdaki oranlar bir ölçü verme açısından yeterli uyarıyı yapmaktadır. Mesela, edinilen bilginin yaşama aktarılması konusunda Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı – PISA (The Programme for International Student Assessment) rakamlarında önceki oranlara göre çok fazla iyileşme gözükmemektedir [38]. Ortaöğretimin bir üst kademesi olan üniversiteleşme oranlarımız [39] ve üniversitelerimizde yapılan yayınlar dünya sıralamalarında oldukça gerilerdedir [40]. Kaldı ki tıpkı ortaöğretimde olduğu gibi üniversitelerde verdiğimiz eğitim ve yaptığımız yayınların pratiğe aktarımında da sıkıntılarımızdan bahsedilmektedir.

Çevre meselesi başta olmak üzere, toplumsal tüm problemlerimizin çözümünde nirengi noktasının, toplumun bütün bireylerine yönelik eğitim faaliyetleri yanında [41]; ana rahminden itibaren düşünülmesi, planlanması ve hazmettirilmesi gereken uzun vadeli bir eğitim süreci olduğunu artık görmeliyiz. Genel anlamdaki bu açıklarımızı kapatmadan toplumsal bir algı üzerine oturması gereken çevre ve önemi konusunda evrensel anlamda bir şeyler üretme ve söyleme ihtimali hayalden öteye geçmeyecektir. Bu konularda geçmişin değerleriyle avunma yerine artık modern bilimin dayandığı temel ilkeler çerçevesinde bir şeyler yapmak zorundayız

[42]. Belki iletişim ağının sınırlı olduğu kapalı toplum döneminde kendi kendimize yeterli gibi görünüyorduk [43]. Ancak şu anda bir bütünün parçasıyız. Bu bütün içinde kendimizi korumanın ve hatta etkili olmanın yolu, onu etkileyecek mantık yapısıyla hareket etmemizden ve evrensel ölçekte öneriler sunmaktan geçmektedir. Yoksa sorunların başına Kur’ân ve Sünnet ifadelerini ekleyerek çözüm üretemeyiz.

Bilgiden Bilince Dönüştürmek

Çok yönlü kalkınmanın temel dinamiklerinden biri olan eğitim ve öğretim meselesi hep gündemde tutulmuş, bu süreçte eğitimin daha önemli olduğuna vurgu yapılmıştır. Ama tam da bunun aksine eğitim geçmişimiz öğretim ve daha da vahimi ezberci bir yöntem üzerinden şekillenmiş;

son yıllarda önemle üzerinde durulan analitik düşünce ve pratiğe yönelik eğitim çabaları ise henüz yeterince meyvesini vermemiştir. Oysa bilince dönüşmeyen öğretimin toplumun çözüm bekleyen meselelerine çok da katkı sağlamadığı yukarıda bahsettiğimize benzer araştırmalar sonucunda ortaya konmuştur. Dinî bir literatürle ifade edecek olursak, inanç ancak amelle anlam ifade etmekte ve kalıcılığı sağlanabilmektedir. Salt inancın temel bir değeri olmakla birlikte korunabilirliği tartışmalıdır. Çevre konusunun da önemini öğretmek ciddi bir aşamadır. Ancak bu yeterli değildir. Bunun pratiğe dönüştürülmesi gerekmektedir. Bu sebepledir ki son yıllarda çevre ve bilinç konusu önemli bir çalışma alanı olarak belirlenmiş gözükmektedir [44]. Müslüman toplum, çevre ve önemi konusunda gelinen son noktayı yakalamalı, önem atfedilen meseleleri belirlemeli, çalışmalar çevre ve önemi konusunda Müslüman toplumun sosyal muhayyilesini bezeme adına eğitim sürecinin tüm katmanlarında artırılarak devam etmelidir (Sosyal muhayyile, herhangi bir tarihi dönemde ve örgütlü bir sosyal toplulukta siyasi ideolojiye şuuraltı yapısını veren tasavvurlar, semboller, göstergeler, ölçüler ve değerler bütünüdür.) [45]. Yani konu, bireysel ve toplumsal bir şuur haline dönüştürülmelidir.

Müslüman Bir Kimlikle Temsil Etmek

Müslüman dünya; meseleye geç el atmakla birlikte özellikle Türkiye ölçeğinde hem kamusal alanda, hem de toplumsal anlamda ciddi bir teşkilatlanma ve eğitim sürecine girildiği görülmektedir. İnternette ki çevre kuruluşları, ulusal ve uluslararası çevre kuruluşları vb. ifadelerle girmemiz bu konuda oluşan ağ hakkında bir kanaat oluşturma bakımından yeterli olacaktır. Ulusal ve uluslararası ölçekte hizmet vermeye çalışan bu kuruluşlar, işin gereği ne ise onu yapmalı, insanlığın bu meselesine evrensel boyutta katkı sağlamalıdır. Müslüman birey ve toplum eğer Kur’ân adına bir şey yapmak istiyorsa bu noktadaki sorumluluğunu en üst düzeyde içselleştirmeli ve evrensel ölçekte hazırladığı bir çözüm önerisini insanlığa armağan etmelidir. Çünkü Müslüman, Allah’a sorumlulukları yanında yaşadığı toprakları yaşanır kılma gibi (imâratü’l-arz) bir sorumlulukla da yükümlüdür [46]. Bu alanda istihdam edilen kimseler bunun kendilerine farz-ı kifâye niteliğinde dinî bir sorumluluk olduğunu bilmelidirler [47].

İnsanlığın bu önemli sorununa evrensel ölçekte bir çözüm üretemediğimizde bütün bireyler olarak sorumlu olduğumuzu unutmamalıyız. Çünkü dinde farz-ı kifâye bir görev, konunun ilgili taraflarınca layıkı veçhile yerine getirilmediğinde toplumsal sorumluluğa dönüşür. Öyleyse çevre ve önemi konusunda Kur’ân adına yapacağımız en önemli hizmet, Müslüman kimliğimizle evrensel boyutta bir çözümü veya çalışmayı temsil ediyor olmaktır.

Sonuç

Bugün ele alınan şekli itibarıyla çevre konusu modern döneme ait bir meseledir. Bu anlamda çevre ve önemi modern dönemde ortaya çıkan bir problemdir. Dolayısıyla konu, bu bakış üzerinden değerlendirilmelidir.

Çevre meselesinin evrensel bir nitelik taşıması hasebiyle Kur’ân’ın insanlığın en önemli meselelerinden biri hakkındaki iddiası elbette merak edilecektir. Bu beklentiye cevap tikel ayetler üzerinden üretilmekten ziyade, tümel bir yaklaşımla Kur’ân’ın inşa etmeyi amaçladığı temel ilkeler üzerinden karşılanmalıdır. Konunun ilk defa Batı tarafından gündeme getirilişinin ezikliği içinde tikel ayetlerden hareketle verilmeye çalışılacak

cevaplar savunma refleksli olacağı için başkaları nazarında Kur’ân’ın değer yitirmesine vesile olabilecektir. Dolayısıyla Kur’ân bir bilim kitabı hüviyetine sokulmamalı, Kur’ân-çevre ilişkisinde sosyolojik gerçeklik gözetilmeli ancak makul çizgi aşılmamalıdır.

Müslüman toplum, çevre konusunu fizik, kimya, matematik tıp vb. bilim dalları gibi müstakil ilgilenilmesi gereken bir konu olarak değerlendirmeli, bu konuda bilgi ve çözüm üretmelidir. Bu alanda ortaya konulan insanlık tecrübesi bir bütün halinde değerlendirilip istifade edilmeli, toplumun tasavvurunda çevre ve önemi konusu özel bir bilinç şekline dönüştürülmeli,

Müslüman toplum, çevre konusunu fizik, kimya, matematik tıp vb. bilim dalları gibi müstakil ilgilenilmesi gereken bir konu olarak değerlendirmeli, bu konuda bilgi ve çözüm üretmelidir. Bu alanda ortaya konulan insanlık tecrübesi bir bütün halinde değerlendirilip istifade edilmeli, toplumun tasavvurunda çevre ve önemi konusu özel bir bilinç şekline dönüştürülmeli,