• Sonuç bulunamadı

VI. VARSAYIMLAR

1.4. ÇALIŞMA HAYATINDA KADIN

Belirlenmiş bir nesneye odaklanmış, sosyal kural ve değer yargılarına göre, bireyin zihinsel, fiziksel ya da psikolojik gücünü belirlenmiş hedef doğrultusunda sistemli olarak kullanması çalışma olarak tanımlanmaktadır. Oxford sözlüğünde çalışma kavramı şu şekilde tanımlanır: “Enerji harcama, çabalama, bir amaç için gayret sarf etme” (Oxford Dictionary, 2008) ‘dir.5

Çalışma kavramını kimi iktisatçılar, bireylerin belli bir para karşılığında yaptığı faaliyetler olarak tanımlamaktadır. Ancak bir ücret üzerinden tanımlanması ev hanımlarının ya da gönüllü çalışanların yaptıklarının iş olmadığını söyler ve bu ironi

toplumda iş para karşılığında yapılmıyorsa genel anlamda o iş değersiz görülmektedir. Para yapılan işe değer kazandırmaktadır.6

Kapitalist ilişkilerin değişim ve dönüşümünü tüm yönleriyle çözümleyen Polanyi 18. yy’da söz konusu olan büyük dönüşümü hizmet sektörünün emek olarak görülmesi ve toprağın paranın metalaşması olarak yorumlar (Ercan ve Özar, 2000).

İşçiye verilen ücretlerin yalnızca çalışanın ve ailesinin fizyolojik ihtiyaçlarını karşılayacak kadar olması gerektiğini savunuyordu. Ancak Marx yazılarında bireyin hayatının değersizleştirilip, nesnel hayatın değer kazandığını söyler. Meta yalnızca emekle üretilmez, çalışanında metalaştırıldığını söyler. İşçi yalnızca yaşaması için gerekli olan metalardan değil, iş yaması için gerekli olan metalardan da yoksun bırakılır. Kapital düzen bireyin yabancılaşmasına gerekli olan tüm temeli atmaktadır (Ercan ve Özar, 2000).

1.4.2. Kadın İşgücü

Klasik ekonomik görüş, iş hayatında söz olan eğilimleri; kadınların iş hayatına katılmaları üzerinden çözümlemeye çalışmıştır. Ailenin ekonomik yönlerini araştıran Mincer, aile bireylerinin çalışma hayatına, ev işlerine, arta kalan boş zamana; neye, ne kadar ayıracağının fiziksel ve sosyal arzularla ilgisi olmadığını temel noktanın ücret üzerinden değerlendirildiğini söyler (Ercan ve Özar, 2000). Eleştirel olmayan ekonomik görüş, aile kurumunun iktisadi yönelimini ücret üzerinden değerlendirir.

Çalışmalarının evli kadınların iktisadi yönelimleri üzerinden yapan Mincer, evli kadının iş hayatına girmesinde yalnızca kendi alacağı ücret üzerinden değil, kocasının kazandığı ücretinde önemli bir belirleyici unsur olduğunu vurgular. Akılcıl bir ekonomik kurum olan aile, iş hayatında ücret miktarı arttıkça, ekonomik hayatta kadının emeği de sergilenmeye başlar. Neo-klasik iktisatta gelir düzeyi ve işe yerleşme önemlidir. Amsden II. Dünya Savaşı’ndan sonra iş hayatında kadınların görünür düzeyde arttığını söylemiştir (Ercan ve Özar, 2000).

Kadınların emek piyasasına girişi aile içi ilişkilerinin de nasıl değiştiğini, bu süreçte özgür seçim yapıp/yapmadıklarını, hane içi güç ilişkileri gibi önemli noktalar ekonomik hayatta görmezden gelinmektedir. Bu nedenle kişilerin yaptığı seçimler değil, güç akılcıl düzeye getirilmektedir. İnsan sermayesi kişilerin geleceğe dönük olarak kendilerine yönelik birikimlerdir. Bu noktada eğitim önemli bir yatırımdır.

Kişilerin verimliliğini eğitim düzeyleri arttırmaktadır. Akılcıl insan imkânlarını hemen kullanmak yerine eğitimle kendini geliştirip/geliştirmeyeceğine karar verir (Ercan ve Özar, 2000).

Rekabetçi iş hayatında insanlar bireysel sermayelerine göre belirli iş kollarına dağılır. Bireysel sermayesi aynı düzeyde olanlar benzer koşullarda ve benzer maaşla çalıştığı söylenir. Bireysel sermaye ile ücretlendirmenin nasıl oluştuğu bu genel sebeplerle açıklanabilir (Ercan ve Özar, 2000).

Kişisel sermaye aile ekonomisinin de zeminini oluşturmaktadır. Aile ekonomi yönü ağır basan bir kurumdur. Becker, aileyi “küçük fabrika” olarak tanımlar. Yeni ailenin ekonomik yönleri; evlilik ilişkileri, eğitim düzeyleri, annelik ve boşanma gibi kavramlar üzerinden çözümlenmeye çalışılır (Ercan ve Özar, 2000).

Yeni aile modelinde iş bölümü önemlidir. Erkek ile kadının ayrıştığı temel nokta işbölümünde başlar, işbölümü üzerinden üstünlük kurulur. Kadın ile erkek arasında iş verimliliği anlamında temelde bir ayrışma olmasa da iş piyasası verimlilik düzeylerini ayrıştırmaktadır. Hane içinde kim piyasaya göre düşük ücret alırsa o düşük ücret alanın piyasa dışına çıkması gerekmektedir. Böylece düşük ücret alanın özel alanda uzmanlaşması ailenin ve toplumun avantajına olacaktır. Aile birkaç bireyden oluşsa da tek kişiymiş gibi kararlar alır. Ailenin aldığı kararlar genel anlamda piyasanın çıkarına hizmet etmektedir (Ercan ve Özar, 2000).

İnsan sermayesi kadınların iş hayatında erkelere nazaran daha dezavantajlı konumda olmalarını çözümlemek amacıyla da kullanılmaktadır. Kadınların iş hayatında daha düşük ücret almalarını özel alanda kalmak zorunda olmalarına bağlanmaktadır. Kadınlar hayatlarının önemli bir kısmını çocuk yetiştirmek için iş hayatından uzaklaşarak geçirmektedirler. Evdeki sorumluluklara bağlı kalmaları verimliliklerini düşüreceğine, düzenli ve sürekli çalışamayacakları için onların yerine iş hayatından kolay kolay uzaklaşmayacak erkekler tercih edilmektedir. Bu nedenle erkeğe yapılacak eğitim yatırımı daha rasyonel kabul edilir. Bu ayrımcı sebepler kadının konumunu iktisadi hayatta da tanımlamaktadır. Kadının iş hayatındaki yerini aile içindeki görevleri belirlemektedir. Kadının konumunu aile içi alanla sınırlamak eğitimine yatırım yapmak bu ayrımcılığın önüne geçmek için önemlidir (Ercan ve Özar, 2000).

Feminist bakış açısı beşeri sermayeyi cinsiyetçi tavır sergilediği için eleştirmektedir. Kadınların düşük ücret almalarının gerekçelerinin meşru zeminini hazırladığını söyler. Kadının ev içinde yaptığı işlerle; birçok işi aynı zamanda yaparak kendini geliştirdiklerini söylerler. Ancak maddi karşılığı olmadığı için bu işler değersiz kabul edilmektedir (Ercan ve Özar, 2000).

Mies kadının ayrımcılığa maruz kalmasını sosyal hayatta “ev kadını” olarak bilinmesinden kaynaklandığını söyler. Feministler ekonomik hayatta kadının ikincil konumda görülmesini aslında iş hayatının tüm bireylere haksızlık yaptığını söyler (Ercan ve Özar, 2000).

Dijkstra ve Plantenga cinsiyetçi yaklaşımların sosyo-kültürel etkinin toplumsal değerlere uygun bakış açısıyla hareket ettiğini öne sürer. Kadının ekonomik hayatta yer alabileceği işleri, alacağı ücreti toplumsal normlar belirler der (Ercan ve Özar, 2000).

Klasik iktisat, işsizliği bireylerin tercihi olarak yorumlar, bireylerin gönüllü işsiz olduğunu varsayar. Fakat bu oldukça spekülatif bir yorumdur. Yapılan psikolojik yönelimli araştırmalar insanların işsiz kalmamak için birçok olumsuzluğa tahammül etmek zorunda kaldıklarını gösterir. Klasik iktisat teorileri kuramsal zemininin olmamasından ve ideolojik önyargılardan dolayı eleştirilirler (Ercan ve Özar, 2000).

1.4.3. Mobbing

Mobbing son zamanlarda iş hayatında karşımıza çıkan yaygın kavramlardan biridir. Etimolojik olarak “mob” kelimesinden türetilmiştir. Psikolojik şiddet ve rahatsızlığı ifade etmek için kullanılmaktadır. Leymann psikolojik şiddeti, ekonomik hayatta bir işverene bağlı olarak çalışan bireyler üzerinde sistemli baskı oluşturan kişiyi korkutma, sindirme gibi planlı aşamalarının söz konusu olduğu işten çıkarmayla sonuçlanan süreçtir (Mizrahi, 2013).

Mobbing’e maruz kalan kişi haklarından mahrum edilip, haklarını kullanamaz hale getirilir. Bu tarz tutumlar süreç içerisinde sıklıkla yapılır. Mobbing’e maruz kalanlar süreci ya istifa ederek ya da işten uzaklaştırılarak sonlandırır (Mizrahi, 2013). Mobbig’in yaşanmasında pek çok sebep vardır. Bu sebepler kişisel ya da örgütsel olabilir. Mağdurun işinde oldukça iyi olması, kariyer hedefinin yüksek olması gösterilebilir. Çobanoğlu’nun 2005 yılında yaptığı çalışmada mobbinge maruz kalanların %70’i kadındır. Mobbing yapan kişiyle ilgili sebeplere bakıldığında,

uygulayıcının kendini kanıtlama çabası, hırslı ve özgüvensiz birey olması gösterilebilir (Mizrahi, 2013).

Leymannmobbingi beş farklı süreçle özetler:

 İlk aşamasında mağdura direk bir etkisi yoktur. Grup içindeki herhangi bir çatışma ya da bir anlaşmazlık süreci başlatır.

 İkinci aşamada mağdura yönelik psikolojik baskılar başlar. Saldırgan tutumlar bu aşamadadır.

 Üçüncü aşamada sürece yönetimde katılır.

 Dördüncü aşamada mağdur olumsuz özelliklerle damgalanır. Bu damgalama kimi durumlarda gerçeği de yansıtabilir. Çünkü mağdur psikolojik olarak süreç içinde yıpranmaktadır.

Son aşamada mağdur ya isteyerek ya da zorla istifa eder.(Mizrahi, 2013). Mobbing sonucunda mağdur ve ailesi olumsuz etkilenir. Stres ve kaygı bozuklukları mağdurun yaşam kalitesini düşürür. İntiharla sonuçlanabilecek olumsuzluklar da yaşanabilir. Toplumsal hayatta mutsuz ve kaygılı bireylerden olumsuz etkilenir (Mizrahi, 2013).

Mobbing ile mücadele etmek için hukuksal ve toplumsal önlemler alınmalıdır. Birey haklarının bilincinde ve bu haklarını kullanabilecek yeterlilikte yetiştirilmelidir. Birey kurban zihniyetiyle hareket etmemeli, profesyonel önlemler almalıdır. Mobbing’e karşı en önemli önlemleri çalışanları korumak adına devlet almalıdır. Mobbing tutumları, suç olarak kabul edilmeli, yasal yaptırımları olmalıdır (Mizrahi, 2013).

1.4.4. Mesleki Deformasyon

Mesleki deformasyon kavramı Fransızca’dan türemiştir. Mesleki deformasyon bireyin mesleki itiyatlarının gündelik hayatını farklılaştırması, etkilemeye başlaması olarak kullanılmaktadır. Bu farklılıklar psikolojik ya da fizyolojik olabilir. Psikolojik ya da fizyolojik yönünü ayırt edebiliyor olmak önemlidir.7

Yapılan mesleğin bireyin hayatını gerektiğinden fazla ve olumsuz etkilemesi mesleki deformasyon olarak gösterilebilir. Mesleki deformasyonun öğretmenlik mesleğinde fizyolojik ve psikolojik etkileri şu şekildedir:8

 Fizyolojik etkiler: kas ağrıları, sürekli ayakta durmaktan dolayı; varis ve topuk dikeni, sesini çok kullanmaktan dolayı; ses nodülleri ve faranjit gibi sorunlardır. Bu fizyolojik rahatsızlıklar bireyin yaşam kalitesini düşürmekte hayatını oldukça olumsuz etkilemektedir.

 Psikolojik etkiler: baş ağrıları, yorgun hissetme, insanlarla daha az etkileşime girme isteği gösterilebilir.