• Sonuç bulunamadı

Nâmı Muhammed’dir. Edirne’ye iki saat mesâfede ve Ada nâhiyesi dâhilinde kâin Ahur köyünde doğmuştur. 923 târihinde Sultân Selîm-i Kadîm hazretleriyle feth-i Mısır’da hâzır olup meclis-i Gülşenî’ye dâhil oldukta şeyh-i kerîm ile güft ü gû esnâsında kulağına bir kere hû deyip ol nefesin te’sîrinden âteş-i pinhân-ı isti‘dâdı müşta‘il ve şu‘le-i hevâ-ger-i cünûnu şevki tâk-ı dimâğa vâsıl olup te’sîr-i cezbe-i ilâhiye ile ser ü pâ bü- rehne kûh ve deşti geşt eylemeğe âgâz ve bu beyti ser-sühan-ı dîvân-ı râz eyledi.

Beyit Ser-i kûyına sehv ile nola bassa kadem âşık

Ser ü pâ fikrin etmez neylesin hem mest ü hem âşık

Bi’l-âhare Edirne huccâcı azîzden bir halîfe ricâ ettiklerinde hemşeh- riniz Âşık’ı gönderelim deyip ol sâat Âşık Dede hû diye nidâ-yı davet eyle- dikte fi’l-hâl lebbeyk-zenân-ı icâbet olur. El-hâletü hâzihi mûy-i jâlidesini tırâş ve kisve-i dervîşâne ile hâzır-ı baş ederler. Rufekâsı ile Edirne’ye gelip Süleymaniye Küçük Pazarı’nda Şâh Melek Zâviyesi’ne nâzil ve mütesaddî-i kat‘-i merâtib ü menâzil olup ol harâbe-zârı iyhâ ve gülşen-i dil-güşâ-yı etkıyâ eder. Ol âşık-ı sâdık mânend-i sahîfe-i subh sîmâyı nakş-ı sevâddan sâde levh ü hâlî ve rind-i âşık-pîşe-i lâübâli iken te’sîr-i nefes-i pîr ile vâsıl-ı derece-i tefsîr ve ser-halka-i erbâb-ı va‘z u tezkîr olup nakl-i mesnevî ve ders-i manevî ile uşşâkı behre-yâb ve teşne-lebân-ı vâdi-i muhabbeti feyz-i mâü’l-hayât-ı sermedî ile sîrâb ettiler. Ol târihte harem-i hâs-ı sultânîden çıkmış Kemâl Bey nâm merd-i sipâhî ve Vardârî Abdülkerîm Efendi nâm merd-i ilâhi ahbâbından olup binâ-i zâviyede Âşık Efendi’ye hizmetkâr ve yâr-ı gâr-ı vefâdâr olurlar. İkisine dahi birer kuyu kazmak emr eyleyip Kemâl Bey’in kazdığı çâh-ı amîki kenîf eyleyip mâldâr olmasına him- met ederler. Kerîm Efendi’nin hazır eylediği çâh menba‘-ı hoş-güvâr ol- mağın mahzen-i selsâl-ı latîf edip masdar-ı âsâr-ı ma‘ârif olmasına işâret ederler. Fi’l-hakîka hâl bu minvâl üzere karâr ve muvâfık-ı takdîr olmakla faysal-kâr bulur. 975 senesinde teslîm-i vedî‘a-i hayât ve tevdî‘-i dehr-i bî- sebât eyledi. Zâviyesi sâhasında medfûn ve ziyâretgâh-ı ehl-i derûndur. Azîz-i müşârunileyh ilm ü irfânla meşhûr-ı âlemiyân metâ‘-ı muhabbet-i ilâhiyenin âşıkı ve şâhid-i şühûd-ı irfânın âşık u sâdıkı gülşen-i vecd ü

hâlin mîr-i âşıkânı ve nihâl-i ışk-ı dil-âvîzin âşık-ı bî-cânı meyhâne-i şevkın sâkin-i uzlet-gedesi ve tekyegâh-ı terk ü tecrîdin dedesi idi. Sandukaların- da Ravzatü’ş-şuarâ’da mezkûru’t-terceme Şeyh Vefâ Efendi’nin bu ebyâtı mastûrdur. Ancak semiyy-i Hayderî ifâdesinden ismine vukûfu olmadığı anlaşılıyor.

Nazm Hazret-i Âşık Efendi ol semiyy-i Hayderî Kıl ziyâret ravzasın al bûy-ı verd-i ahmerî Sırr-ı pâkine teveccüh eyle her dem ey Vefâ Olmak istersen hakîkat feyz-i sırr-ı Gülşenî

16-Ârif-i Bi’llâh Şeyh Hasan Bin Hızır Bin Mehmed

Mahmiye-i Edirne’den bedîdâr ve Hasan Dede demekle şöhret-şi‘âr olmuş idi. İntisâb-ı mukaddimât-ı fünûn ve iktisâb-ı levâzım-ı mefrûz u mesnûn ettikten sonra Sünbül Sinân Efendi’den inâbet badehû Merkez Efendi’ye hizmet edip Mısr-ı Kâhire’ye hicret ve İbrâhim Gülşenî hazretle- rinden tekmîl-i tarîkat eylemiş idi. Badehû Şam-ı şerîfte ikâmet ve ihtiyâr-ı künc-i uzlet edip 976 târihinde âlem-i kudse rihlet [s.290] eyledi. Azîz-i mesfûr ser-çeşme-i feyz-i mevfûr keşf ü kerâmet ile meşhûr-i âfâk kesîrü’s- samt u dâimü’l-istiğrâk ekseriya nergis-i gülşen-i bâsıraları nâ-güşûde ve kayd-ı ta‘ayyün-i hestîden âsûde vazîfe vü zâviye kabûlünden şânı âlî keşf-i ahvâl-i nâsı hasîse-i zât-ı bî-misâli idi. Mervîdir ki bir gün hilâl-i sohbette buyururlar ki âsitâneden fülan maslahata fülan kimse tayin olundu. Allâhü a‘lem fülan gün fülan hey’ette vâsıl olur deyip esvâb ü devâbbı a‘yân ve elvânı ile tayin eder. Fi’l-hakîka tayin ettiği a‘yân bilâ-ziyâde vü lâ-noksân mir’ât-ı şühûdda ayân olur. Ve bazı icâbetten nakl olunur ki menkûhası olan afîfe-i za‘îfe hâmil iken bî-vakt u nâ-hengâm kuzu arzusuyla azîze keşf-i merâm eder. Muktezâ-yı şefkat üzere hâline merhamet edip kıble- gâh-ı gaybe teveccüh ederler. Bir saat mürûrundan sonra kapı açılıp bir bere-i firişteh-nihâd dâhil-i savma‘a-i irşâd olur. Ve’l-uhdetü ale’r-râvî. Kezâ fî Hadâyiku’l-hakâyık.

Der-Asr-ı Sultân Murâd Hân-ı Sâlis

17- Ârif-i Bi’llâh Şeyh Sinânüddin Yûsuf El-Hatîb

Edirneli’dir. Kemâlât-ı ilmiyeyi tahsîl ü tekmîl ettikten sonra tarîk-i sa‘âdet-refîke sâlik olup ser-halka-i kavâbil ü imâme-i sübha-i emâsil olmuş iken tarîkten ferâğ ve âbrîz-i muhabbet-i ilâhiyeyi kâlıb-ı kalbe ifrâğ eyle-

yip bazı meşâyih-i kirâma hizmet ve tekmîl-i âdâb-ı tarîkat ile Üç Şerefeli Câmii’nde mutasarrıf-ı imâmet u hitâbet ve şem‘-i nûr-efşân-ı mihrâb-ı tâ‘at u ibâdet olmuş idi. Ol hâlat üzere iken 982 senesi evâhirinde irtihâl eyledi. Müşârunileyh kemâl-i fazl u takvâ vü kerâmât ile meşhûr ve zâhir u bâtını ma‘mûr bir zât idi. Müftü Ebu’ssuûd Efendi’ye Edirne’den fetvâ geldikçe Edirne’de Sinân Çelebi gibi bir fâzıl var iken halk niçin zahmed çekip hâricten fetvâya muhtâc olurlar der imiş.

18-Ârif-i Bi’llâh Şeyh Muslihu’ddin Mustafa Bin Eş-Şeyh Alâüddin Eş-Şehîr Bi-Cerrâhzâde

Zât-ı kerâmet-simâtlarının hilâl-i vücûdu matla‘-ı dâru’n-nasr Edir- ne’den bedîdâr olup 991 Saferinde kadem-nihâde-i âlem-i vücûd olarak tahsîl-i kemâl ve Edirne’nin Câmi-i Atîk müderrisi Mevlânâ Lutfu’llah Bin Şücâ‘a’ddin hizmetlerinden metn-i miftâhı kırâ’at u ikmâl eyledikten sonra pederleri Şeyh Alâüddin’den ve Şeyh Abdurrahîm Müeyyedî’den ahz-ı yed-i inâbetle tarîk-i tasavvufa sâlik ve ba‘de mücâhedâti’l-kesîre kümmel-i evliyâu’llâhdan olup tâlib-i ma‘ârif-i ilâhiye olan âşıkları irşâda mâlik olmağın pederleri makâmına Edirne’de Şeyh Şücâ‘addin Zâviyesi’ne şeyh olmuşlar idi. Mervîdir ki evâil-i hâlinde ulûm-i zâhire ile iştigâlinden nâşî tarîk-i tasavvufu münkir idiler. Bir gece bir hücrede bazı ehibbâsıyla akd-i cem‘iyyet ve musâhabet u müsâmeretten sonra ehl-i meclis hâb-ı râhata vardığı bir zamânda savb-ı semâdan bir sayha-i garîbe peydâ olarak o sırada gâyet cesîm bir taş cem‘iyethâneleri sakfını kırarak hücre içerisi- ne düşüp gâib ü nâ-bedîd olmuş ve ehl-i meclis kâmilen uykudan bîdâr olup keyfiyeti suâl ettiklerinde bir netîce hâsıl edemediklerinden dolayı onlar tekrâr uykuya varıp Muslihu’ddin hazretlerini kemâl-i dehşetlerinden nâşî uyku tutmadı. Meclis-i mezkûrdan vâlih ü hayrân derece-i nihâyede meslûbü’l-akl ü ser-gerdân oldukları hâlde hânelerine gelirler ve bi’l-cümle elbise-i fâhirelerini satıp üryân kalırlar. Pederleri nush u pend edip tarîk-i sûfiyeye sevk eyledikçe i‘râzla mukâbele ve huşûnetle mu‘âmele ederler idi. O esnâda gözlerinden perde-i gaflet ref ‘ olup ahvâl-i ehl-i kubûra muttali‘ olurlar. Ya‘ni mevtâyı makâbire ihyâ gibi oturmuş müşâhade ederler imiş. Atâyî merhûm Hadâyiku’l-hakâyık’ta râvîye atfen der ki keyfiyet-i keşf-i kubûru kendilerinden suâl ettim buyurdular ki mevtâyı makâbirde ihyâ gibi oturmuş [s.291] müşâhade ederdim. Kiminin kabri vâsi‘ ü pür-nûr kendi ferah u fahûr. Kimi dîk-i makâmdan dil-teng ve rencûr-ı mübtelâ-yı zulmet ü deycûr. Kiminin kabri kürre-i haddâdân gibi pür-devr. Kiminin

makâmı âteş-dân-ı şerâr-âlûd kimi gâyet za‘fla bî-tâb kimi devre-i kebâb mutasaddî-i inkılâb u ızdırâb benimle mükâleme edip duâ ricâ ederler idi. Ben dahi hâllerinden istihbâr ve esbâb-ı mevt ü vedâ‘ı sevâb u akâblarından istifsâr ederdim. (intehâ makâle-i Atâyî) Enîsü’l-müsâmirîn bu keyfiyeti nazmen beyân etmiş olduğundan aynen nakl edildi.

Nazm Kiminin makberesi dopdolu nûr Kabri vüs‘atte işi zevk u sürûr Merkadi ravza-i rıdvân olmuş Hemdemi hûr ile gılmân olmuş Gark olup rahmet-i Hakka bedeni Nûr-ı mahz olmuş anın cümle teni Kiminin za‘f ile hâli düşvâr Kiminin makberesi dopdolu nâr Kiminin dûd ile kabri meleân El-ıyâz ey keremi çok rahmân Söyleyip her birisi hâlin ana İster idi dil ü cân ile duâ

O esnâda kendisini gâh İstanbul’da ve gâh Bursa’da ve gâh emkine-i ba‘îdede görüp halktan gelen ta‘âmda necâset ve adem-i tahâret müşâhade etmekle eklden âciz idi. Bu hâl yedi ay kadar devâm edip bir gece pederi hânesinde âlem-i menâmda iken bir şahs-ı nûrânî zâhir olarak elinden tu- tup ömründe görüp işitmemiş olduğu mevâzi‘-i garîbe vü acîbeyi müşâhade ettirdikten sonra bir büyük dağ eteğine götürür. Orada sâkin olmuş bir pîr görüp ve hemrâhı olan şahs-ı nûrânî ana selâm verip hamden lillâhi Teâlâ sizi arar idik mülâkî olduk diyerek kelâma ibtidâr ve kendisine işâret ile pîrin önünde yer gösterip oturmuş ve ol zât eline yapışıp avucunun içine bir alâmet vaz‘ etmiş ve badehû diğer bir şahsı dahi götürmüşler ol pîr ken- disine eylemiş olduğu vaz‘ı ona dahi eyleyip badehû ikisini birden yanında ateş ile memlû bir hâneye idhâl ile kapısını kapamış ve o ateş-i cân-sûz bunların içinde dışında yakmadık bir yer bırakmadıktan sonra kapıyı açıp bunları taşra çıkarmış ve derhâl delîl olan şahs-ı nûrânî zâhir ve elinden tutup kendisini yine aldığı yere götürüp bırakmış sabah olunca vukû-ı hâli pederi Şeyh Alâüddin’e tamâmiyle hikâye ettikte ol dest-gîr olan şahs-ı nûrânî câzibe-i hidâyet ve ol nâr-ı bâhirü’t-te’sîr âteş-i aşk u muhabbettir diye ta‘bîr ve karîben dâhil-i pota-i ilâhiye ve tasfiye-i kurs-i reddiye edersin

diye tebşîr eylemiş. Fi’l-vâki o geceden sonra hâlât-ı mebhûse zâil olmakla yüz tutup tarîke incizâb-ı küllî mukaddimeleri zuhûr etmiştir. Ve’l-hâsıl Şeyh Muslihu’ddin Efendi hazretleri Şeyh Şücâ‘ Zâviyesi’ne şeyh olduktan sonra bir zamân da İstanbul’da Şeyh Yâfi‘î Zâviyesi’ne nakl edip yedi sene mürûrunda yine Edirne’deki zâviye-i mevrûselerine gelerek Hadâyiku’l- hakâyık ve Enîsü’l-müsâmirîn beyânınca 983 Muharreminde hatâir-i dâra’l-ünse intikâl etmekle Şeyh Şücâ‘a’ddin Zâviyesi hatîresinde defn olunmuş ve nokta taşı olan seng-i mezârı (hazret-i Şeyh Mustafa Efendi kuddise sırruh) ibâresiyle menkûş bulunmuştur. Kabri taşında târîh-i vefâtı 982’dir. Hikâye: Ahizâde Mehmed Efendi Edirne’de Câmi-i Atîk müder- risi iken bir gün hânesine bir dervîş varıp zâtınız karîben Hayrabolu’da Rüstem Paşa Medresesi’ne müderris olacaksınız fülan gün haberi gelir di- yerek ihsân niyâz eder. Ahizâde herifin gâibden haber verişine sıkılarak bir müddet sonra işin sebeb-i husûlunu sorar. Dervîş [s.292] cevâbında ben Cerrahzâde Muslihu’ddin Efendi’nin ahbâbından kesîrü’l-ıyâl bir fakîrim kendilerine hâl-i iftikârımdan bahs ettim cevaplarında bu gece aleyhi’s- salâtü ve’s-selâm efendimizin meclis-i âlîlerine duhûl ettim bana Câmi-i Atîk müderrisi Muhyiddin Hayrabolu’da Rüstem Paşa Medresesi’ne mü- derris oldu fülan gün haberi gelir var tebşîr eyle sana ihsân eder buyurdular. Ben de size ihbâr ettim demesiyle Ahizâde Muhyiddin Efendi bir miktar şey ihsân eder ve yevm-i mu‘ayyende ifâdesi de zuhûr eyler. Hikâye: Yine Ahizâde Efendi Edirne’de müderris iken bazı köylere gitmeleri îcâb edip mevsimin ziyâde harâreti ve yollarda suyun nedreti cihetle Efendi hazret- leri yolu şaşırıp ve susuzluktan pek ziyâde sıkılıp muhayyer kalmış iken orada bir zât zuhûr eder. Arkasından indirdiği torbadan birkaç karpuz çı- karıp Cerrâhzâde Muslihu’ddin Efendi selâm etti bu karpuzları yiyip def ‘-i harâret etsinler ve fülân tarafa azîmet edip ba‘demâ delilsiz yola gitmesinler deyip karpuzları önlerine yuvarlar. Ahizâde Efendi ızhâr-ı memnûniyetle şeyhin ikâmetgâhını suâl eyler. O zât dahi şu karşıki dağın ardında çiftliği vardır yaz günlerinde orada otururlar ben de orada hizmet ederim. Demin- cek harem dâiresinden çıkıp zâtınız için fülân mahalde yolunu gâib eyledi. Susuzluktan ziyâde zahmeti vardır. Birkaç karpuz götürünüz de harâretini def ‘ ve yolu dahi ta‘rîf ediniz buyurdular. Fakîr dahi geldim diyerek hatm-i kelâm eyledi.

19-Ârif-i Bi’llâh Eş-Şeyh Abdü’lkerîm

Şeyh Âşık Çelebi yerine Süleymâniye Küçük Pazarı’nda vâki Şâh Me- lek Zâviyesi’ne (el-yevm Sezâyî Dergâhı derler) seccâde-nişîn ve halîfe-i sâhib-i temkîn olmuş idi. Nice yıllar irşâd-ı ibâd ve terbiyet-i erbâb-ı rüşd ü sedâd edip 992 senesinde hayr-bâd-ı dehr-i bî-bünyâd eylediler. Zâviye-i mezkûrede Âşık Efendi cenbinde defn olunmuştur. Bu mısra‘ târîh-i intikâlleridir.

Mısra Oldu Kerîm Efendiye dâru’l-cinân makâm

Kerîm Efendi’nin aslı Vardarî’dir. Kendileri maden-i ilm ü maârif ve mahzen-i letâif ü zarâif melek-haslet mazanne-i kerâmât idi. Sandûkalarında Veli Dede Tekkesi şeyhi Vefâ Efendi’nin bu ebyâtı mastûrdur.

Nazm Şeyh-i sânî hazret-i Abdü’lkerîm Menba‘-ı feyz idi ol kalb-i selîm Gel Vefâ dergâhına yüz sür anın Tâ olasın mazhar-ı lutf-ı rahîm

Abdülkerîm Efendi’nin mahdûmu Şeyh Sâdık Efendi dahi pederi ya- nında medfûn ve sandukasında bu ebyât mastûrdur.

Nazm Hazret-i Abdü’lkerîmin zâdesi Şeyh-i sâdık oldu vaktın zübdesi Türbesin eyle ziyâret ey Vefâ Diler isen gide kalbin gussası

Abdülkerîm Efendi Âşık Çelebi’den müstahleftir. Vakâyi‘u’l-fudalâ beyânınca Abdü’lkerîm Efendi’nin yerine halîfeleri Sırrî Mehmed Efendi post-nişîn olup onların yerlerine de Es-Seyyid Kutub Efendi onların ye- rine de mahdûmları Es-Seyyid Ali Efendi onun yerine de Sırrî Mehmed Efendi’den müstahlef La‘lî Mehmed Efendi şeyh olmuştur. Tercemeleri mahallerinde mezkûrdur. Sırrî Mehmed Efendi’nin Şeyh İbrâhim Efendi nâmında bir halîfesi daha vardır ki 1100 târihinde Edirne’de vefât etmiştir. Kaddese’llâhü esrârehüm.

20-Ârif-i Bi’llâh Eş-Şeyh Vâlihî

Edirnelidir. Kurtzâde demekle ma‘rûftur. Şehîr-i dânişmend ve emsâli miyânında bî-mânend iken mısr-ı Kâhire’ye azîmet ve ârzû-yı tarîkat-ı erbâb-ı hakîkat edip Gülşenîzâde Seyyit Hayâlî hizmetlerinden [s.293] cûyende-i murâd u fuâd ve me’zûn bi’l-irşâd olmuş idi. Badehû Edirne’de

vâ‘iz ve müzekkir ve muhaddis ve müfessir olup enfâs-ı pür-sûzu meclis-i va‘z u nasîhini germ ü âhendilân-ı şeddâd-ı hilkat-i nerm etmekle asrın- da misâl-i Asma‘î vü Câhız hempâye-i Hüseyin Vâ‘iz olmagın Edirne’de Sultân Selîm Câmii binâ olundukta bunlar en evvel kürsi-nişîn-i va‘z u nasîhat olmuş idi. 994 Zilkadesinin yirminci sülâsa günü irtihâl-i dâr-ı ukbâ etmekle Tunca Nehri kenârında vâki Şeyh Sücâ‘addin Zâviyesi ha- tiresinde defn olunmuştur. İrtihâline çok târîh demişler ise de cümleden biri hem-mahlasları Üsküblü Vâlihî tarafından (Mâte kutbü’l-ârifîn)’dir. Merhûm-ı müşârunileyh dilberân-ı sîm-berâna mâil âşık-meşreb deryâ- dil bir fâzıl-ı kâmil olup Vâlihî mahlasıyla eş‘ârı dahi olmakla Ravzatu’ş- şuarâda zikr olunmuştur. Menkûldür ki bir gün kürside va‘z ederken mâil olduğu bir dilber-i dil-sitân ile rakîb-i girân-cân-ı musâhabet-künân câmie duhûl edip tâ kürsi mukâbelesinde ku‘ûd u bî-tekellüfâne musâhabete şürû‘ edince

Mısra Gayr ile görsem seni gayret helâk eyler beni

Mefhûmunca vâ‘iz efendinin sabr u karârı kalmayıp halt kelâm ederek âhir ihtiyârı elden giderek hemân kürsiden aşağı sıçrayıp bir sikkîn-i keskîn ile rakîb-i bed-âyînin üzerine hücûm eder rakibin mukâbeleye mecâli ol- mayıp hemân üftân ü hîzân kapıdan dışarıya çıkınca vâ‘iz efendi yerine gelip va‘z u nasîhate meşgûl olurlar

Beyt Âşıkın hâlât-ı vecdin ihtiyârî sanmanız Dil-rübâlar şîvesi âdemde koymaz ihtiyâr

Ve yine nakl olunur ki bir gün câmiden çıkarken tâlib-i ma‘rifet bir civân-ı mâh-tal‘at teberrük kasd eyleyip yaşmakların döndürür Vâlihî Efendi ol hûb-ı nâzenîne vâlihâne nigâh edip “benüm sultânum şimden sonra biz bunu başımuza giymek göründi” diye latîfe eder. Ve yine mervîdir

ki 971 târîhinde bir vâ‘iz-i bed-hû ile mâcerâları olmakla ol esnâda nefy-i beled fermân olunup Edirneli Emrî Çelebi hasmı hakkında ta‘miye tarîki ile bu târîhi demiştir:

Emriyâ bu bir aceb târîh olur Vâ‘izin başın keserse şâhımuz

Lutfî Târîhinde (hâtıra) Cum‘a günü okunan hutbeler mevâ‘ız-ı dîniyeden ibâret olup lisâna âşinâ olmayan cemâ‘at-i müslimînin istifâdeleri için selâtîn-i mâziye-i Osmâniye te’sîsine muvaffak oldukları cevâmi‘-i şerîfeye mahsûsan muntazam ve âlî kürsiler vaz‘ıyla sulehâ-yı ulemâ-yı

benâmdan muvazzaf olarak kürsü şeyhleri ve Cum‘a vâ‘izleri nasb ü ta- yinini i‘tiyâd buyurmuşlar idi. İşbu şeyh efendilerin vazîfesi namâzdan sonra kürsülere çıkıp o gün okunan hutbeyi Türkîye tercüme ve zamân ü makâma münâsib mevâ‘ız-ı dünyeviye vü dîniye vü ledünniye ile ümmet-i merhûmenin terbiyelerine himmet ve saltanat-ı seniyyenin da‘vât-ı hay- riyesine muvâzabet etmektir. Ne büyük hizmet ve ne büyük âdettir ki cemâ‘at-i mevcûde miyânında bulunan sunûf ve tabakât-ı beşeriye derecât-ı kâbiliyetlerine ilcâât-ı vakt ü zamâna göre îfâ-yı farîza-i gazâ vü cihâda teşvîk ü tergîb ü te‘âvün ü tenâsur-ı islâmiyeyi “kellimü’n-nâse alâ kadri ukûlihim”1 tarîkasıyla ezhân-ı müstemi‘îne arz u tefhîm ü tertîb eylerler. Bu zevâtın ehemmiyet-i mevki‘iyeleri ol kadar mu‘azzezdir ki Hüdâî Azîz Mahmûd Efendi ve cenâb-ı Nasûhî kaddesellahu sirrahume’l-âlî hazerâtı gibi aktâb-ı zamândan zevât-ı kudsiyyet-sıfât gelmişlerdir ki ile’l-ân gülbang-i mahabbetleri tanîn-endâz-ı kulûb-ı ehl-i îmândır. (intehâ)

21-Eş-Şeyh Pîr Ahmed Edirnevî

Pîr Ali Dede halîfesidir. Tarîkat-i aliyye-i Bayramiyye’dendir. 1000 târihinde fevt olup [s.294] Dersaâdet’te Defterdâr Câmii mukâbilinde medfûndur.

Der-Asr-ı Sultân Mehmed Hân-ı Sâlis

22-Eş-Şeyh Nûrullâh

Me’hazlarımızda terceme-i hâline dest-res olunamadı. 1011 târihinde vefât etmekle Üç Şerefeli Câmi-i şerîfi kabristânında medfûn ve nakş-ı seng-i mezârı bu târîh-i mevzûndur.

Rihlet etti cihân-ı fânîden Kutb-ı âfâk Şeyh Nûru’llah İrci‘î emri sırrın anlayuben Davetu’llâhı bildi ol âgâh Sâlik-i râh-ı Hakk olup gitti Diyerek lâ ilâhe illellâh

Kudsiyân kabrini edüp pür-nûr Rûhunu şâd ede resûlu’llâh Dedi fevtin görünce bir ârif Şimdi cânâna erdi Nûru’llâh

23-Eş-Şeyh Koyun Baba

Nâmı Mehmed’dir. Örfî Ağa Târihçesi beyânınca Nakşibendî tarîki meşâyihinden Seyyid Ali-i Semerkandî me’zûnlarından meczûb-i ilâhi bir zât olup 1012 târihinde vefât etmekle Kasab Abdülazîz Mahallesi’nde Kanlı Pınar’da Altûnîzâde Sokağı’nın ikinci numarasında vâki nâmına mensûb olan tekke sâhasında türbe-i mahsûsada defn olunmuş ve şuarâ-yı asriyeden Mamazâde Hâdî Efendi bu târihi demiştir.

Mısra Dehr kassâbı Koyun Baba’yı kurbân eyledi

Azîz-i mûmâileyh Sultân Mahmûd Hân-ı Evvel hazretlerinden âlem-i manada üç defa tekkesinin tamirini ricâ etmekle 1165’te esâsından hedmle ittisâline müceddeden bir de câmi-i şerîf ilâvesiyle inşâ ettirilmiş- tir. Ravzatü’t-tekâyâ’ya mürâcaat buyurula.

24-Ârif-i Bi’llâh Eş-Şeyh Mehmed

Tırhalalı’dır. Dizdârzâde demekle meşhûrdur. Edirne kadısı Ağazâde’den mülâzim ve Dimetoka’da ve mahâll-i sâirede vâki medâris-i ilmiyede ifâdeye müdâvim olup kırk akçe ile Hasköy’de Mahmûd Paşa Medresesi’nden munfasıl iken meşreb-i fenâdan hisse-dâr ve bazı meşâyih-i Nakşibendiyye’den nakş-hân-ı sahîfe-i esrâr olmağın tarîkden ferâğ ve kâlıb-ı kalbine âbrîz-i muhabbet-i ilâhîyi ifrâğ edip 994 senesi hilâlinde Edirneli Vâlihî Efendi yerine Sultân Selîm Câmi-i şerîfinde va‘iz ve müfes- sir ve Dâru’l-hadîs’te muhaddis ü müzekkir olmuş idi. Badehû bir vâ‘iz ile vâki olan mu‘ârazalarından dolayı bazı kibârın arzı ile Edirne kadısı tara- fından azl edilmekle sılasına avdet ve bir çok seneler ikâmet ettikten sonra Üngürüs Muhârebesi’ne müteveccihen Edirne’ye gelmiş olan vezîrâzam İbrâhim Paşa’dan şeyh-i müşârunileyhin Edirne’de mahall-i kadîmine i‘âdesini Edirne ahâlisi niyâz etmekle bi’l-müsâade Edirne’de Sultân Selîm Câmi-i şerîfinde tekrâr va‘iz-i kürsi-nişîn ve mesned-efrûz-ı izz ü temkîn olmuş ve o hâl üzere imrâr-ı eyyâm u leyâl eylemekte iken 1008 senesi Muharreminde vefât eylemiştir. Tafsîl-i ahvâli Hadâyiku’l-hakâyık’tadır.

Der-Asr-ı Sultân Ahmed Hân-ı Evvel

25-Eş-Şeyh Muhyiddin

Dâru’n-nasr Edirne’den bedîdâr ve Ekmekçizâde unvanıyla şöhret- şi‘âr olmuş idi. Ulûm-ı nâfi‘ayı tahsîl ve levâzım-ı isti‘dâdı tekmîl ettikten sonra tarîk-i zühd ü salâha âzim ve kütüb-i meşâyih mütâla‘asına müdâvim

bulunmuş idi. 981 târihinde Edirne kadısı olan Çivizâde Mevlânâ Meh- med Efendi bir gün câmi-i şerîfte istimâ‘-ı hutbe ederken sâhib-i tercemeyi

Benzer Belgeler