1. Ör f
İnsan topluluklarında, âdetler, örfler 130 , görenekler ve gelenekler “kültür unsurları” olarak, insanların duygularına, düşüncelerine ve davranışlarına doğrudan doğruya tesir ederler. Bu kültür unsurları sosyal gruplarda insanlar arası ilişkileri, sosyal etkileşim açısından, sosyal beklentilere ve daha üst düzeyde ise, sosyal kurumlar bakımından, insanlar arası ilişkileri sosyal kaidelere bağlarlar. Onlar, sosyal gruplara benlik katan ve onları yaşatan özelliklere sahiptirler. 131
Örfler, çoğu zaman toplumun katı beklentileri olarak nitelenen birtakım örnek tutum ve davranışlardır. Örfler, aynı zamanda toplumu bir arada tutan değerler sisteminin temel taşları arasındadır. Bu değerler sistemi, toplumsal yapının durumuna göre giderek özel bir hukuk sistemine göre ya da o sistemdeki bir yasa maddesine de gerekçe olabilmektedir.
Örflerin bireyle birey, bireyle aile, bireyle komşular ve akrabalar, bireyle halk ve ulus arasındaki ilişkileri, davranışları, tutum ve tavırları düzenleyen ve belirleyen işlevleri vardır. Toplumun her üyesini sürekli olarak baskı altında tutan örfler, zorlayıcı yaptırıcı ya da yasaklayıcı yaptırımlarıyla bireyin grupla cemaatle ya da toplumla uygun olmasını sağlarlar. Öte yandan cins, yaş, sınıf ve mesleklere göre belirlenmiş çeşitli örfler bunlar arasında bağlantıyı koruma, kollama, pekiştirme ve denetleme işlevleriyle de yüklüdürler. Örflere karşı çıkma kimi toplumlarda yasaya karşı çıkmayla bir tutulur; hatta zaman zaman yasaların da üstünde tutularak katı bir tutumla birey cezalandırılır. Bir sosyokültür biriminde kanun ve ahlâk kaidelerinin yerine geçebilecek kadar kuvvetli fakat kanunî yaptırımla desteklenmeyen davranış kalıbına örftöre adı verilir. Yaptırımları en kuvvetli olan kural çeşididir. 132 Bir kültürün değerler sisteminin bünyesinin temelinde yer alırlar. Diğer bütün sosyokültürel kuralların üzerinde kuvvete sahiptirler. Örftöre, birçok kültürde zamanla yazılı kanunlar haline dönüşür ve o sosyokültürel yapının bütün fertlerini bağlayıcı, sınırlayıcı bir fonksiyon kazanır.
130
Yasalarla belirlenmeyen, halkın kendiliğinden uyduğu gelenekler.
131
Nihat NirunM. Cihat Özönder (1990): “ Türk SosyoKültür Yapısı içinde Âdetler, Örfler, Görenekler, Gelenekler”, Millî Kültür Unsurlarımız Üzerinde Genel Görüşler, Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yayını, Sayı.46, s.252,253
132
2. Âdet
Adetler 133 , tıpkı örfler gibi birçok sosyal içerikli ilişkiyi düzenlemekte, yönetmekte ve denetlemektedirler. Toplumsal yaşamın düzenli gitmesinde, kuralların uygulanmasında adetler etkili olmaktadırlar; örneğin karşılama ve uğurlamalar; yemek ve sofra düzenleri; geçiş dönemleriyle ilgili kutlama ve kutsamalar; kız isteme, nişanlılık ve evlenme usulleri; cinsler, yaş grupları, meslek mensupları arasındaki ilişkilerin biçimleri; selamlaşma, hatır sorma sırasında uyulması gereken kurallar; bayramlar, mevsimler, önemli günlerle ilgili davranış biçimleri; "yas alma","baş sağlığı dileme" gibi durumlarda söylenecek sözler, takınılacak tavırlar ve tutumlar adetlerin alanına girerler. 134
Adetler çeşitli kökenlerden kaynaklanmış ve biçimlenmişlerdir; bunlar içerisinde geçmiş zamanların yaşama biçimleri, dünya görüşleri, ilginç rastlantı ve olaylar önemli bir yer tutarlar. Bir toplumda, toplumun bütününü ilgilendiren adetler olduğu gibi, çeşitli mesleklerin, mezheplerin, etnik grupların v.b. kendilerine özgü adetleri vardır. Adetlerin pratikteki uygulanışını giderek gelenekleşmesini sağlayan bu konuda bilinçli ya da bilinçsiz görev üstlenen yaş ve cins gruplarıyla dinsel liderler, dernek yöneticileri, oyun grubu başkanları bulunmaktadır. Kimi adetler oldukça durağan ve sürekliyken, kimisi de zamanla değişebilen niteliktedir. Adetlerden bir bölümü toplumun büyük değişim çalkantısına ayak uydurarak özlerinde ve biçimlerinde sınırlı değişmelere uyarak benliklerini bir dereceye kadar korurken, bir bölümü de tıpkı canlı organizmalar gibi etkinliği ve diriliğini zamanla yitirerek gün gelir ortadan kalkarlar.
3. Gelenek
Gelenekler geniş anlamıyla bir kuşaktan ötekine geçirilebilen bilgi, tasarım, boş inanç, yaşantı biçimi; daha geniş anlamıyla maddi olmayan kültürdür. Dar anlamda ise, kuşaklar boyunca bir toplumun örneğin kutsal ya da politik işleri gibi önemli konulardaki görüşlerdir. Gelenekler sözlü ve yazılı olmak üzere iki bölüme ayrılırlar. Tıpkı adetler gibi, ama onlardan daha güçlü olarak toplumsal yaşamın düzenlenmesinde ve denetlenmesinde önemli rol oynarlar. Nitelikleri bakımından genellikle tutucu olan gelenekler aile, hukuk, din ve politika gibi toplumsal kurumlar üzerinde etkilidirler;
133
Topluluk içinde eskiden beri uyulan kurallar, töre. (Bkz. Türk Dil Kurumu (1988): Türkçe Sözlük 1: Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları, s.25
134
bilim ve sanat, geleneklerin daha az etkisi altındadırlar. Bireyin bağlı bulunduğu grubun ya da toplumun geleneklerine karşı çıkması, bu karşı çıkışın derecesine göre bireyin toplulukça dışlanmasından saldırıya uğramasına, hor görülmesinden alaya alınmasına kadar genişleyen tepki türlerinde biçimlenir. Geleneklerin tıpkı örfler gibi yasalarla belirlenmiş türleri vardır. Yasa, geleneklere ve onlara aykırı davranışlar için verilecek olan cezaları bir ölçüye sokmaya çalışır. Gelenekler, genellikle yasalardan çok daha geniş bir alanı yönetirler. 135
Bir kültür içinde her zaman var olduğuna inanılan, sosyal olarak bir nesilden diğerine sözlü anlatma yollarıyla aktarılan alışkanlıkların, normların toplamı olarak tanımlayabileceğimiz Gelenekler; mensup oldukları kültürlerin üyeleri arasında ortak bir ruh ve dolayısıyla sağlam bir örgü (kalıp) meydana getirerek kültürel devamlılığı sağlarlar. Yaygınlık ve yaptırımların kuvveti açısından göreneklerden kuvvetli, âdetlerden zayıftırlar. En yavaş değişen çeşitten normlardır. Adetlere göre kuvvetli yaptırımlara sahip olmayan, görüp tekrarlanarak alışılagelen normlar "görenekler" olarak gruplandırılmaktadır. Âdet ve geleneklere göre daha kuvvetsiz, daha kolay terk edilebilen çeşitten davranışlardır. Yaptırımları en yumuşak normlardır. Belli bir topluluğun günlük hayatında her türlü ihtiyaç halinde uygulaya geldiği yol veya yöntemlerdir. Bu anlamı ile ilk defa Amerikalı sosyolog William Graham Sumner tarafındanFolkways (1907) adlı kitapta kullanılmıştır. 136
İnsanların giydikleri ve takındıkları şeyler, renkleri ve biçimleri ile toplumsal ya da ulusal kültürü dışa yansıtan en belirgin ölçütlerden biridir. Öyle ki kimi durumlarda kişilerin salt giyim ve kuşamlarına bakarak onların hangi toplumdan olduklarını kestirmek olanağı vardır. Çok değişik toplumlardan olan bireyler bir araya geldiklerinde fiziksel görünümleri dışındaki farklar, ancak ulusal giysilerini giydiklerinde belirginleşir Gerçi günümüzde çok büyük boyutlara varan kültür alışverişi ve moda nedeniyle giyim kuşamda da bir benzerlik, bir yakınlaşma meydana gelmekte ise de, yerel ya da ulusal giysiler yine de önemlerini ve etkinliklerini korumaktadır. 137 Sayıları gittikçe artan festivallerde ve şenliklerde genellikle ulusal kıyafetler giyilmekte, moda pazarlarında da eski giysileri yansıtan esintilere ağırlık verilmektedir. Bu eğilimin etkisi altında olacak 135 http://kygm.kulturturizm.gov.tr 136 NirunÖzönder, 1990: 262. 137 Şerafettin Turan (1990): Türk Kültür Tarihi, İstanbul: Bilgi Yayınevi, s.202
ki Türkiye'deki turistik yörelerde “Türk kahvesi” ile “Maraş dondurması” bile ulusal sayılan eski kıyafetlere bürünmüş kişilerce satılmaktadır.
Tarihleri boyunca çeşitli ülkelere yerleşip devletler kuran ve pek çok yabancı kavimle iç içe, yan yana yaşayan Türklerin giyim ve kuşamlarında büyük değişiklikler olması kaçınılmazdır. Günümüzde kullandığımız başlıca giyim eşyaları adlarına ilişkin yüzeysel bir inceleme bile bunların birçoğunun Türkçe olmadığını ve alındığı ülkedeki adla yaygınlaştığını göstermektedir. Örneğin Türkçe giyim kuşam deyimi ile kılık kıyafetteki, kıyafet sözcüğü Arapçadan alınmıştır. Eski Türkçede don, içe ve dışa giyilen şeylerin tümü, yani giysi demek iken giderek ayağa giyilen iç çamaşır anlamında kullanılır olmuştur. Çamaşır sözcüğü ise Farsçadan geçmiştir. Giysi, Türkçe iken Arapça olanelbise sözcüğü daha yaygınlık kazanmıştır. 138
İslamiyet’e girişten sonra İran ve Arap giyimlerinin etkisinde kalan Türk giyim kuşamının, batıya yönelme ve çağdaşlaşma eğilimleri sonucunda bu kez de Avrupa'dan esinlendiği, o etki alanına girdiği görülmektedir. Düzenleme hareketlerine örnek alınmasının yanı başında modaya da öncülük etmesi nedeniyle Fransa'nın ön planda gelmesini de doğal karşılamak gerekir. Nitekim siyasal ve ekonomik ilişkilerin artması sonucu son yıllarda İngiliz ve Amerikan giyimlerinin gittikçe yaygınlaştığı dikkati çekmektedir. Öteki alanlarda olduğu gibi İslam öncesi Orta Asya dönemindeki Türk yaşayışını ayrıntılarla gösteren yazılı belgeler bulunmamaktadır. 139
Bu özelliklerin başında, Türklerin hayvancılıkla uğraşan ve ata özel bir değer veren göçebe bir kavim olarak giyim eşyalarını deriden yapmaları ve biniciliğe elverişli bir biçimi yeğlemeleri gelmektedir. Aslında ilk giyim malzemesi için bitki yaprakları kullanılmış da olsa, avcılık ve hayvancılık dönemine geçişten sonra, insanların, genelde avladıkları ya da besledikleri hayvanların postlarından yaptıkları giysileri giydikleri bilinmektedir. Orta Asya'da yaşayan Türkler, kimi araştırmacıların at kültürü diye adlandırdıkları bir yaşam biçimi sürdürdükleri için, giyimlerinde de süvariliği ön planda tutmak gereğini duymuşlardır. 140 138 Turan, 1990: 207. 139 Turan, 1990: 207209. 140 Turan, 1990: 209211.
Türklerin günlük hayatla ilgili gelenek ve görenekleri Ahî birliklerince 13. yüzyıldan itibaren sistemleştirilerek yazılı görgü kuralları haline getirilmiş, zaviyelerde öğretilmeye başlanmıştır. Her insanın evde, sokakta, çarşıda, hamamda, mabette, mezarlıkta, misafirlikte uyması istenen kurallar 124 adettir. Bu kuralların yarısından çoğu bugün de bütün dünyada benimsenen görgü kurallarıdır. Günün ihtiyaçları, Avrupa devletleriyle yakın ilişkiler Türk gelenek ve görenekleri arasına yeni davranış kalıplarının girmesine zemin hazırlamıştır. 141 Örneğin; Büyüklerin sözleri kesilmez. Büyükler de küçükleri sabırla dinler Yanlış konuşmalara kızılmaz. Hoşgörüyle doğrular anlatılır. Argo sözler kullanılmaz. Aile dışında da herkesle nazik konuşulur. İsimlerin sonuna "Bey, Hanım" sözleri eklenir veya "Beyefendi Hanımefendi" diye hitap edilir. "Senben" denmez, "Sizbiz" denir. Konuşurken el ve kollar sallanmaz, bağırılmaz. Konuşan kişinin yüzüne bakılarak, konuşması dinlenir. Konuşulan kişinin omzuna, sırtına el konulmaz. Biriyle yürürken, tanıdık biriyle karşılaşıldığında, uzun süre sohbet edilip birlikte yürünülen kişi oyalanmaz. Konuşan iki kişinin yanına üçüncü kişi geldiğinde, bu kişiyi tanıyan diğerine tanıtır. Yardımlara mutlaka teşekkür edilir. Kusurlu hareket edenler özür dilerler, istekler rica edilerek anlatılır.
Hasta akrabalar, komşular, iş arkadaşları mutlaka ziyaret edilir. Hasta ziyaretine çiçek, kolonya gibi armağanlarla gidilir. Meyve dışında yiyecek kesinlikle götürülmez. Çünkü dokunabilir. "Hasta çorbası" denilen yoğurtlu, baharatsız çorba zorunlu hallerde (hastanın kimsesi yoksa) hastaya götürülebilmektedir. 142 Hasta ziyaretleri; 1530 dakikayı geçmez. Hastanın yanına güler yüzle girilir. İyileşmekte olduğu söylenir. Benzeri hastalardan, ölülerden söz edilmez. Tıbbi tedavi dışındaki tedavi yolları tavsiye edilmez. Ayrılırken sağlık şifa dilenir, dua edilir.
İş yerine, okula gelenler, kendilerinden önce gelenlere selam verir. "Günaydın, hayırlı sabahlar, iyi günler, iyi işler" dileğinde bulunurlar. Onlar da aynı sözlerle karşılık verirler. İş yerinde okulda kanunların, yönetmeliklerin ön gördüğü kurallara, temel görgü kurallarına uyulur. Arkadaş, dost ziyaretleri kısa tutulur. Çalışanların gereksiz sözlerle oyalanması, iş sahiplerinin bekletilmesi hoş karşılanmaz.
141
21. Yüzyılın Eşiğinde Örf ve Âdetlerimiz (1997): Ankara: T.C. Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu Başkanlığı Yayını, s.106
142
Türk millî kimliğinin en canlı konularından biri de sofra ve mutfak kültürüdür. Türk Mutfağı, Çin ve Fransız mutfağıyla birlikte dünyanın en zengin üç mutfağından biri kabul edilmektedir. Yiyecek ve içecekler, hayatın devamını sağlaması yanında, toplumda beşerî ilişkilerin kurulması, ailede sevinç ve üzüntülerin paylaşılması gibi önemli rolleri de üstlenirler. Beslenme geleneklerimizde, ailenin komşularıyla ilişkileri de önemlidir. "Göz hakkı", "koktu" diyerek zaman zaman komşulara ve yoksullara yemek gönderilir. Komşuya iade edilecek yemek kabı boş gönderilmez. Küçük bir armağanla veya değişik bir yiyecekle geri verilir. Başkalarını imrendirmemek için yiyecek maddeleri açıkta eve götürülmez, sohbetlerde evde pişirilen yemeklerden söz edilmez. Mecbur kalınırsa "söylemesi ayıp" diye söze başlanır. 143
Türk ailesi günümüzde genellikle bir gün içinde üç defa sofra başında toplanmaktadır. Sabah, öğle ve akşam, Büyükşehirlerde iş yeri ve okulların evlere uzaklığı, eşin de çoğu zaman çalışıyor olması, tatil günleri dışında öğle yemeğinde bir araya gelme imkânını ortadan kaldırmıştır. Eski kültürümüzdeki iki öğüne dayalı (kuşluk ve akşam yemeği) beslenme geleneği, böylece günün şartlarına uymuştur. 144
Yemeğe, aile reisi (baba, büyük baba) "besmele çekerek", "afiyet olsun" diyerek başlamadıkça diğerleri hiç bir şey yemezler. Sofrada misafir varsa, o da aile reisinin yemeğe başlamasını bekler. Haklı mazeretleri dolayısıyla sofraya geç gelen aile fertleri "afiyet olsun" diyerek kendilerine ayrılan yere oturulur. Türk sofrası geleneğinde yemek sağ elle yenir. Bugün de bu gelenek devam etmektedir. Ancak çatal ve bıçak birlikte kullanılacaksa çatalın sol, bıçağın sağ elde tutulması yaygınlaşmaktadır.
Gelenek ve görenekler toplumu yalnızlıktan kurtarır, lüzumsuz endişelerden, korkulardan uzaklaştırır, sosyal çevre içinde insanların birbirlerine karşı uygunsuz davranışlarda bulunmalarını önler. Bu şekilde âdetler, örfler, görenekler ve gelenekler insanları manevî desteklerinin himayesi altında hep birlikte tutarlar.
143
21. Yüzyılın Eşiğinde Örf ve Âdetlerimiz, 1997: 89.
144