• Sonuç bulunamadı

9. AVRUPA DA EKONOMİK GÜÇ DENGESİNİN DEĞİŞMESİ

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "9. AVRUPA DA EKONOMİK GÜÇ DENGESİNİN DEĞİŞMESİ"

Copied!
21
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

163

9. AVRUPA’DA EKONOMİK GÜÇ DENGESİNİN DEĞİŞMESİ

(2)

164

Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz?

9.1. İspanya’nın Ekonomik Düşüşü 9.2. İtalya’nın Ekonomik Gerileyişi

9.3. Kuzey Hollanda’nın Ekonomik Yükselişi 9.4. İngiltere’nin Ekonomik Yükselişi

(3)

165

Bölüm Hakkında İlgi Oluşturan Sorular

1. Avrupa’nın güçlü ekonomik aktörleri hangi ülkelerdir?

2. İspanya ve İtalya’nın gerileyişleri benzer midir?

3. Avrupa’nın kuzeyindeki ticari gelişmelerin ekonomik gelişmeye olan etkisi nasıl izah edilebilir?

4. İngiltere’nin bir ekonomik güç olmasında hangi saikler etkili olmuştur?

(4)

166

Bölümde Hedeflenen Kazanımlar ve Kazanım Yöntemleri

Konu Kazanım Kazanımın nasıl elde

edileceği veya geliştirileceği Ekonomik güç dengelerinin

değişimi

17. yüzyılda Avrupa’da güç dengelerinde yaşanan değişimleri açıklayabilmek.

Teorik anlatım yöntemiyle

Akdeniz ekonomilerinin yükselişi

Akdeniz ekonomilerinin yaşadığı değer kaybının nedenleri hakkında bilgi vermek.

Teorik anlatım yöntemiyle

Kuzey Avrupa’nın en önemli ekonomik güç hâline gelmesi

Kuzey Hollanda ve İngiltere’nin yaşadığı

yükselişin sebeplerini ortaya koymak.

Teorik anlatım yöntemiyle

(5)

167

Anahtar Kavramlar

 İspanya ve İtalya’nın düşüşü

 Kuzey Avrupa ve ticaret

İngiltere ve deniz aşırı ticaret

(6)

168

Giriş

17. yüzyılda Avrupa’da ekonomik güç dengelerinde önemli bir değişme oldu. Akdeniz ekonomileri düşüş içine girerken Atlantik ekonomileri, özellikle önce Kuzey Hollanda ve daha sonra İngiltere, Avrupa’nın yükselen yeni iktisadi güçleri oldular.

İktisat ve tarih literatüründe 16. yüzyıl bir altın çağ, 17. yüzyıl ise bir kriz dönemi olarak değerlendirilmiştir. Bu değerlendirmenin en büyük eksiği, modern dönemin başlangıcında Avrupa’da geleneksel ekonomik güç dengelerinde ortaya çıkan çok önemli bir değişmeyi görmezlikten gelmesidir. 15. yüzyıl sonunda Avrupa’da en gelişmiş alan, Akdeniz bölgesi özellikle de Orta ve Kuzey İtalya idi. On altıncı yüzyıl boyunca Amerikan hazinelerinin İspanya’ya akışı, Akdeniz’in ekonomik üstünlüğünü sürdürmesini sağladı.

Ancak 17. yüzyılın sonuna gelmeden artık Akdeniz, kesinlikle geri kalmış bir bölgeydi.

Avrupa ekonomisinin ağırlık merkezi Kuzey Denizi’ne kaymıştı.

(7)

169

9.1. İspanya’nın Ekonomik Düşüşü

16. yüzyılda İspanya, Avrupa’nın en geniş imparatorluğuydu. Bu imparatorluk yalnızca İspanya krallığını değil, Orta Avrupa’daki Hapsburg topraklarını, Aşağı Ülkeleri ve İtalya’nın büyük bir bölümünü kapsıyordu. Ayrıca Amerika’da da geniş bir sömürge imparatorluğuna sahipti. Bu büyük imparatorluğun yeterli bir ekonomik temeli de bulunuyordu. İspanya, zirai kaynaklar bakımından çok zengin olmasa da Müslümanlardan gelişmiş bir bahçe tarımı devralmıştı. Ayrıca onun merinos koyunları tüm Avrupa’da şöhret bulmuştu. Başta kumaş ve demir sanayileri olmak üzere gelişmiş sanayi kolları vardı.

Egemenliği altındaki Hollanda, Avrupa’nın en ileri tarımına, en gelişmiş sanayisine sahipti.

Orta Avrupa’daki toprakları ise, zirai kaynaklarına ek olarak maden yatakları bakımından da oldukça zengindi. 1530’lardan itibaren Yeni Dünya’dan akmaya başlayan altın ve gümüş, yüzyılın sonunda en yüksek düzeyine ulaşarak İspanya İmparatorluğu’nu Avrupa’nın en zengin ülkesi hâline getirmişti.

Bu elverişli şartlara rağmen İspanyol ekonomisi gelişmeyi başaramadı. Ekonomik gerileme; halkın hayat standartlarının düşmesi, kıtlık ve salgın olaylarının artması ve 17.

yüzyılda da nüfusun azalması şeklinde kendini gösterdi. İspanya’nın ekonomik düşüşünde pek çok faktör yanında yöneticilerin yanlış ekonomik politika ve uygulamaları da önemli rol oynadı.

İspanya kralları, Hristiyan Avrupa’yı birleştirme gayretleriyle çok büyük savaşlara giriştiler. Nispi yoksulluğuna rağmen İspanyol halkı, 16. yüzyılda Avrupa’da en ağır vergi yükü altında olan milletti. Ayrıca vergi dağılımı da adaletsizdi. 15. yüzyılın sonunda İspanya topraklarının %97’si kilise de dâhil olmak üzere ailelerin %2 ya da 3’ünün elindeydi. Krallık ailesi ve büyük toprak sahipleri vergiden muaftılar. Bu yüzden vergi yükü esnaf, tüccar ve özellikle de çiftçilerin üzerindeydi.

Krallık, Amerikan altın ve gümüşüyle büyük bir gelir kaynağına kavuştu. 1530’dan önce altın ve gümüş ithalatı önemsizdi. Fakat bundan sonra sürekli yükselerek 1540’larda yılda 1 milyon dukadan 1590’larda 8 milyon dukaya yükseldi. Yalnızca yasal altın ve gümüş girişlerini kapsayan bu rakamların %40’ı devlete gidiyordu. Ancak yine de kıymetli madenlerin krallık gelirleri içindeki payı %20-25’i geçmiyordu.

Durumu daha da kötüleştiren toplam gelirlerin hükûmet harcamalarını güçlükle karşılayabilmesiydi. Bu ise kralları üçüncü bir gelir kaynağı olarak borçlanmaya itiyordu.

Borçlanma, olağan bir mali uygulama hâline gelmişti. Bu borçların faizleri sürekli yükseliyordu. Bankerler; zengin tüccarlar ve asiller, verdikleri borçlara karşılık belirli vergi gelirlerinin ya da ertesi yıl gelecek Amerikan gümüşünün kendilerine tahsisini öngören anlaşmalar yapıyorlardı. 1550’lerden sonra düzenli yıllık gelirlerin üçte ikisi, borç ödemelerine ayrılmaya başlandı. 1552’de hükûmet, tüm faiz ödemelerini askıya almak zorunda kaldı. 1557 ile 1680 yılları arasında krallık 8 kez iflasını açıkladı. Her defasında yaşanan mali panik, pek çok banker ve yatırımcının iflasına yol açarak ticari ve mali sistemi altüst etti.

Yönetimin ekonomiye verdiği zararların tek örneği kötü mali yönetim değildi. Mali

(8)

170 ihtiyaçlardan kaynaklanan diğer müdahaleler de aynı ölçüde yıkıcıydı. Krallıkça tanınan çeşitli imtiyazlar, bu kötü uygulamaların örnekleriydi. 1501’de bir krallık emri, sahiplerinin arzusuna bakılmaksızın daha önce sürülerin otlamış olduğu tüm alanları koyunlara çayır olarak tahsis etti. Sürü sahiplerine vergi gelirleri uğruna sağlanan bu imtiyazlar, çiftçilerin menfaatlerini dikkate almıyordu. 1494’te bir tüccar birliğine tüm İspanyol ham yününü ihraç tekeli verildi. Amerika ile yürütülen ticaret de aynı şekilde örgütlendi. Vergi gelirleri uğruna bu tür tekelci uygulamalar yaygınlaştırıldı.

İspanya’da herhangi bir uzun dönemli ekonomik politikanın mevcut olmadığının en canlı örnekleri, tahıl üretimi ile kumaş sanayisidir. Nüfus artışı ve Amerikan hazinelerinin akışından kaynaklanan fiyat yükselişleri nedeniyle 16. yüzyılın ilk üç çeyreğinde tahıl üretimi önemli ölçüde arttı. Fiyat yükselmeleri nedeniyle artan tüketici şikâyetleri karşısında hükûmet, 1539’da ekmeklik tahılların fiyatlarında narh uygulamasını başlattı. Maliyetler yükselmeye devam ettiği için üretici piyasa için tahıl üretmekten vazgeçti. Tahıl kıtlığı daha da artınca hükûmet daha önce yasakladığı ya da yüksek vergiye tabi tutarak sınırladığı tahıl ithaline izin verdi. Bu, tahıl üretimini olumsuz etkiledi ve İspanya düzenli bir tahıl ithalatçısı hâline geldi.

Kumaş sanayisinde de durum aynıydı. 16. yüzyılın başında İspanya, ham yün yanında kumaş da ihraç ediyordu. Talep artışı, fiyatlarla birlikte maliyetlerin de yükselmesine neden oldu ve arz artan talebe cevap veremedi. 1548’de vergisiz olarak kumaş ithaline izin verilirken 1552’de kumaş ihracatı yasaklandı. Sonuçta kumaş sanayisinde büyük bir daralma oldu. İhracat yasağı, 1555’te kaldırıldı. Ancak yabancı pazarların kaybedilmiş olması ve enflasyonist maliyet artışları, İspanya’nın mukayeseli avantajını yok etti. İspanya, uzun bir süre net kumaş ithalatçısı bir ülke olarak kaldı.

Bu geniş imparatorlukta, bir pazar bütünleşmesine imkân verecek bir gümrük birliği de yoktu. Yöneticiler, imparatorluğun çeşitli bölgeleri arasındaki ticarete uygulanan iç gümrüklerin sağladığı vergi gelirlerine büyük önem veriyorlardı. Her bölge, diğer bölgelerin tüccarlarına yabancı muamelesi yapıyordu. Her bölge, diğerine karşı kendi tarife engellerini yükseltmişti. Hatta her biri, ayrı para sistemine sahipti.

İspanyol krallarının dinî politikaları, ülkenin ekonomik gücünü zayıflatıcı diğer bir nedendi. 1492’de Yahudilerin kovulması ile ülke pek çok tüccarını, bankerini, fizikçisini ve esnafını; 1502’de Müslüman Arapların kovulmasıyla zirai işgücünün önemli bir bölümünü yitirdi.

İspanya’nın Amerika’daki topraklarına yönelik politikası da dar görüşlüydü. Hükûmet burada da tekelci ve sıkı kontrole dayalı bir politika izledi. 1501’de yabancıların yeni sömürgelerde yerleşme ve ticaret yapmaları yasaklandı. 1503’te ticari tekel hakkına sahip Casa de Contratacion kuruldu. Tüm tüccar gemilerinin silahlı konvoylar eşliğinde seyretmesi zorunluluğu getirildi. Bu konvoylar, çok masraflı olmasına karşılık etkin de değildi. Bu tekelci ve sınırlayıcı politikalar başarılı olmadı, aksine kaçınmayı ve kaçakçılığı teşvik etti. Sömürgeler arası ticaret de aynı şekilde düzenlendi. İspanya’daki üreticilerin korunması amacıyla sömürgelerde pek çok ekonomik faaliyet sınırlandı. Yerli sanayi düşüş

(9)

171 hâlinde olduğundan bu sınırlamalar, İspanya’nın rakiplerinin ürünlerine talep yaratmaktan başka bir işe yaramadı.

Özetle Amerika’dan altın ve gümüş akışı ve sonucunda efektif talebin genişlemesi, ekonomik gelişmeyi uyardı ve İspanya 16. yüzyılda dünyanın merkezi hâline geldi.

İspanya’nın zengin bir ülke olarak Avrupa ekonomisi içindeki önemi büyük ölçüde arttı.

Ancak bu başarı kısa sürdü. Yeni Dünya’nın yönetiminin ve krallık ordularında hizmetin sağladığı zengin kazançlı fırsatlar, İspanyolları sınai ve ticari faaliyetlerden kopardı. Arapların ve Yahudilerin daha önce kovulmuş olması, ülkenin insan kaynağını zaten büyük ölçüde zayıflatmıştı. İhtisaslaşmış işgücünün azlığı ve devletin isabetsiz politikaları yüzünden ekonomide darboğazlar ortaya çıkmaya başlayınca üretimdeki genişleme durdu, fiyatlar yükseldi ve talebin büyük kısmı yabancı mal ve hizmetlere kaydı.

17. yüzyılda kısmen üretimin düşmesi, kısmen de sömürgelerin daha önce ithal ettikleri bazı malları kendileri üretmeye başlayarak ekonomik bağımsızlık kazanmaları nedeniyle İspanya’ya Amerika’dan kıymetli maden akışı önemli ölçüde azaldı. Böylece İspanyol zenginliğinin kaynağı kurumuş oldu. Sonuçta İspanya, ekonomik gelişmede Avrupa’nın diğer ülkelerinin gerisinde kaldı ve Kuzey Avrupa’nın ekonomik bakımdan daha aktif olan diğer toplumlarıyla karşılaştırıldığında nispeten yoksul bir ülke durumuna düştü.

9.2. İtalya’nın Ekonomik Gerileyişi

İtalya nispeten sınırlı bir iç pazara sahip, doğal donanımı yoksul bir ülkeydi. Onun ekonomik zenginliği, ürettiği mamul malların ve hizmetlerin çok yüksek bir oranını ihraç etmesinden kaynaklanıyordu. Orta Çağ’ın ikinci yarısı boyunca Avrupa ekonomisinin en aktif ve zengin bölgesi Kuzey İtalya idi. Profesyonel, pragmatik ve çıkarlarına düşkün tüccar bir elit tarafından yönetilen Venedik, Cenova, Floransa ve Pisa gibi İtalyan şehir devletleri, mülkiyet haklarını ve sözleşmelerin uygulanabilirliğini garanti eden siyasi ve hukuki müesseseler oluşturarak ticari kapitalizme uygun bir kurumsal yapı geliştirmişlerdi.

Bankacılığın, muhasebe sistemlerinin, döviz ve kredi piyasalarının, etkin bir mali sistemin ve uzman bir diplomasinin gelişmesi gibi değişmelerde de öncülük yapan bu şehirlerin mali sistemleri sermaye birikimine elverişliydi. Yerli tüccar kadar yabancı tüccarın da serbestçe faaliyet gösterebildiği hoşgörülü bir yönetim anlayışı vardı.

İtalya, ticaret yoluyla ekonomik bir imparatorluk oluşturma başarısını gösterdi. İtalya, 1000-1500 yılları arasında ticaretin canlanmasında önemli rol oynadı. Karadeniz’deki limanlara kervanlarla Çin mallarının ulaşmasını sağlayan İtalya, Suriye ve İskenderiye yoluyla da Asya ürünlerinin ticaretini yaptı. Bu ticaret, yüksek değerli baharat ve ipekli kumaşların Avrupa’ya ithali açısından önemliydi.

İtalya’da ticaret yanında sanayi faaliyetleri de gelişmişti. İpekli ve pamuklu kumaş, pirinç, şeker kamışı ve cam üretimi teknolojileri Asya, Mısır ve Bizans’tan transfer edildi. 13.

yüzyıldan itibaren denizcilerin zaman ölçmekte yararlandıkları kaliteli kum saatleri üretilmeye başlandı. İtalya, Avrupa’da cam üfleme teknolojisinde de öncü oldu. 15. yüzyılın sonuna kadar İtalya kaliteli sabun üretiminde tekel konumundaydı. 14. yüzyılda bir İtalyan icadı olan gözlük imaline başlandı. Asya ile yapılan ham ipek ve ipek ürünleri ticareti, ithal

(10)

172 ikamesine yol açtı. İpekli kumaş üretimi, Çin’den Hindistan ve Suriye’ye yayılmıştı. 12.

yüzyılda da İtalya’da ipekli kumaş üretimine başlandı. Hükûmet, kaliteyi garanti altına alan düzenlemeler yaptı.

İtalya, gemicilik teknolojisinde de büyük ilerlemeler sağladı. Devlet, en büyük gemi inşacısıydı, ayrıca özel sektöre devlet gemilerini kiralıyor ve filoların organizasyonunu düzenliyordu. İtalya, Akdeniz’deki ticaret şartlarına uygun gemi tipleri geliştirdi. Bu devlet desteği, ticareti daha güvenli hâle getirerek özel tüccarların maliyetini düşürdü ve küçük sermayeli tüccarın da uluslararası ticarete katılmasına imkân verdi.

İtalya, ilk yazma eserler kütüphanelerini kurarak ve kitap yayınına öncülük yaparak Batı Avrupa’nın kültürel ve entellektüel gelişmesine de büyük destek verdi. İtalya, Batı’da klasik Yunan eserlerini yeniden tanıtarak Rönesans hareketinde önemli bir rol oynadı. Ünlü Galile’nin ders verdiği Padova Üniversitesi, Avrupa eğitiminin önemli bir merkeziydi.

İtalya, 15. yüzyılın sonunda Avrupa’nın en müreffeh ülkesiydi. Ancak 16. yüzyılla birlikte, İtalyan ekonomisini problemlerle karşı karşıya getiren önemli değişmeler oldu. İlk önemli olumsuz gelişme, İtalyan tüccarlarının baharat ticaretindeki rolünün büyük ölçüde azalmasıydı. Osmanlı İmparatorluğu’nun yükselişi ile Bizans’ın düşüşü, Doğu Akdeniz’deki haçlı devletlerinin ve Mısır’da Memlük yönetiminin son bulması İtalya’nın Asya ile temasının kesilmesine yol açtı. Bir yandan Osmanlıların Suriye ve Mısır ile ticarete sınırlamalar getirmesi, öte yandan Portekiz’in doğrudan Asya’dan baharat getirerek rekabet etmesi 16.

yüzyılın başında İtalyan tüccarlarının Doğu ticaretindeki rolünün önemli ölçüde azalmasına neden oldu.

Deniz taşımacılığında da olumsuz gelişmeler söz konusuydu. Tek direkli gemilerin yerini tam yelkenli ve üç direkli gemiler alınca kürekli İtalyan gemileri demode oldu. İtalyan tersanelerinde üretimin düşmesi sonucunda dışarıdan, artan miktarda gemi ithal edilmeye başlandı.

16. yüzyıl boyunca Avrupa’nın diğer ülkeleri, özellikle Hollanda, Belçika, Lüksemburg ve İngiltere üretimlerini yeni ölçeklerde ve yeni metotlarla geliştirir ve ürünlerini başarılı bir şekilde uluslararası pazarlara sürerlerken, İtalya ekonomik açıdan daha az etkin olmaya başladı. Yine de 16. yüzyılın sonuna kadar uluslararası pazarlarda talep artma eğiliminde olduğu için İtalyan ekonomisi büyük bir güçlükle karşılaşmadı. 16. yüzyıl, İtalyan ekonomisinin pastırma yazı dönemiydi.

17. yüzyılla birlikte şartlar değişti. Bir dizi faktör, uluslararası ekonomik durumu altüst etti. Amerika’dan kıymetli maden ithalleri azalma dönemine girdi ve bu durum, İspanya’nın ekonomik bir gerileme süreci içine girmesine yol açtı. Orta Avrupa’da 1618’de 30 yıldan daha fazla bir süre Alman devletlerinin bulunduğu bölgeye yıkım ve sefalet getiren yıkıcı bir savaş patlak verdi. 17. yüzyılın başlarında nüfus ve gelirin azalmasına yol açan gerilimli iç durumun bir sonucu olarak Osmanlı mahallî pazarlarında belirgin bir kötüleşme vardı.

İspanyol, Alman ve Türk pazarlarındaki bu daralma, uluslararası alanda derhâl etkisini gösterdi. Bu güç rekabet şartlarında, ancak en etkin ekonomiler ayakta kalabildi. Hollandalı,

(11)

173 İngiliz ve Fransız malları, İtalyan mallarını yalnız dış pazarlardan değil İtalyan pazarından bile kovdu.

İç ve dış pazarlardaki bu kayıplar, üretimde azalmaya, imalat ve hizmet sektörlerinde önemli ölçüde negatif yatırıma yol açtı. Her şehirde, bütün üretim alanlarında büyük düşüşler görüldü. İtalyan mal ve hizmetlerinin yerini başkalarının almasının temel nedeni, İngiliz, Hollandalı ve Fransız mal ve hizmetlerinin daha düşük fiyatlarla arz edilmesiydi. Bu fiyat farklılığının ilk önemli sebebi, İtalyan mallarının daha kaliteli olmasıydı. İtalyan imalatçıları, kısmen geleneklerinin bir sonucu olarak daha da önemlisi lonca düzenlemelerine bağlılıklarından ötürü eski metotlarla üretmeye devam etmekteydiler. Tekstil alanında İngiliz ve Hollandalı üreticiler, daha parlak renkte, daha ince ve daha az dayanıklı mallar üretmekteydi. Kalite açısından onların malları, İtalyanlarınkinden daha düşüktü, ancak daha ucuzdu.

İtalyan mallarının pahalı olmasının tek nedeni daha kaliteli olmaları değildi. İtalya’da üretim maliyetleri de daha yüksekti. Bunun ilk nedeni, loncaların geniş kapsamlı kontrolünün İtalyan imalatçılarını eski ve geri üretim ve organizasyon tekniklerini kullanmayı sürdürmeye zorlamasıydı. Ayrıca İtalya’da vergi baskısı yüksekti ve vergi sistemi kötü bir şekilde düzenlenmişti.

Üçüncü ve daha önemli bir neden ise İtalya’da ücretlerin rakip ülkelere göre daha yüksek olmasıydı. 16. yüzyılın fiyat ihtilali sırasında nakdî ücretler, İtalya dışındaki ülkelerde fiyatlardaki artışı izleyememişti. İtalya’da ise güçlü lonca teşkilatı yüzünden işçiler, fiyatlardaki artış oranında ücretlerini yükseltmeyi başardılar. İngiltere’de reel ücretler, 17.

yüzyılın başlarında yüzyıl öncesine göre daha düşükken İtalya’da 16. yüzyıl boyunca ücretlerde bir kötüleşme görülmedi. İtalya’da ücretler, 17. yüzyılın başlarında diğer ülkelerin çok üzerindeydi. Bu yüksek ücretler, daha yüksek bir işgücü prodüktivitesi ile dengelenmiş olsaydı; İtalya bundan zarar görmeyebilirdi. Ancak İtalyan işçisinin prodüktivitesi de İngiliz, Fransız ve Hollandalı işçiden daha düşüktü.

Bu gelişmeler, İtalyan ekonomik büyümesinin 16. yüzyıla kadar motorunu teşkil eden dış ticarette büyük değişmelere yol açtı. İtalyan ihracatı, hem miktar olarak büyük düşmeler gösterdi hem de daha çok zirai mallar ve yarı mamullerden ibaret olmaya başladı. Zeytinyağı, buğday, şarap, yün ve özellikle de ham ve iplik hâlinde ipek başlıca ihraç malları oldu. İtalya;

İngiltere, Fransa ve Hollanda’dan mâmul mal ithal eden bir ülke hâline geldi. Dış ticaretteki bu değişme, ekonomide yeni oluşumlara yol açtı. Emek ve sermaye, imalat ve hizmet sektörlerinden tarıma kaydı. Çünkü dış talep; zeytinyağı, şarap ve ham ipek üretimini teşvik ediyordu. Denizcilik hizmetlerinde de pasif bir duruma düşen İtalya’nın şehirleri canlılıklarını kaybetti. İtalya, Avrupa’da az gelişmiş bir bölge olarak yeni ekonomik kariyerine başladı.

9.3. Kuzey Hollanda’nın Ekonomik Yükselişi

Geleneksel olarak Hollanda, 17 eyaletten oluşan iki bölgeye ayrılır. Bu eyaletler, siyasi yakınlıkları nedeniyle 16. yüzyılda İspanya İmparatorluğu’nun ticari imkânlarından yararlanıyorlardı. 11. ve 15. yüzyıllar arasında Güney Hollanda, Avrupa’nın ekonomik gelişme merkezlerinden biri olan İtalyan kutbunun hemen ardından geliyordu. 13. ve 14.

(12)

174 yüzyıllarda Kuzey Avrupa’nın en önemli uluslararası iş merkezi Bruj’du. 15. yüzyıl ile 16.

yüzyılın ilk yarısında Güney Hollanda’daki Antwerp; baharatlar, İngiliz kumaşları, İtalyan ipeklileri, Alman gümüşü gibi değerli mallarda en parlak uluslararası finans ve ticaret merkeziydi. Flandra’nın tekstil ürünleri, Kuzey ve Orta Avrupa’da en iyi yünlü kumaşlardı.

Kuzey Hollanda ise güney bölgeleri ile aynı seviyede değildi. Kuzey Hollanda ekonomisinin en önemli sektörleri tarım, hayvan yetiştiriciliği ve gemiciliğe bağlı olarak Baltık bölgesi ile ticaret ve balıkçılıktı. Kuzey Hollanda’daki Amsterdam, 16. yüzyılda hububat ve kerestede uluslararası ticaretin ana merkezi olmuştu.

1568’de İspanya’ya karşı isyanla ve bunu izleyen savaşla birlikte Güney Hollanda harap oldu. Savaş yüzünden önemli tekstil merkezleri büyük zarar gördü. 1585’te Antwerp şiddetle yağmalandı. Güney bölgeleri İspanyol egemenliği altına düştü.

1609’da barış yapıldıktan sonra 7 kuzey eyaleti, Hollanda Cumhuriyeti olarak siyasi bağımsızlığını elde etti. Daha şaşırtıcı olan husus, yeni devletin ekonomisinin olağanüstü şekilde canlı olmasıydı. Gerçekten Hollanda; İspanya gibi dev bir ülke ile 40 yıl savaşmasına ve doğal kaynaklar bakımından fakir olmasına rağmen Avrupa’nın en dinamik, en gelişmiş ve en rekabetçi ekonomisi hâline geldi.

Kuzey Hollanda’nın bu ekonomik canlılığında en önemli rolü, Güney Hollanda’dan kaçarak Kuzey Hollanda’ya sığınan insanlar oynadı. Onların arasında pek çok usta, sanatkâr, denizci, tüccar, maliyeci ve meslek sahibi bulunuyordu. Bunlar beraberlerinde Kuzey Hollanda’ya sanatkârlığı, ticari bilgiyi, teşebbüs ruhunu ve likit sermayelerini götürdüler.

Nitekim 17. yüzyılın başında, Hollanda Doğu Hindistan Şirketi’nde hisse sahiplerinin en güçlü gruplarından biri bu göçmenlerden oluşuyordu. Yine 1609 - 1611 yılları arasında bu göçmenler, Amsterdam’ın en büyük bankasındaki mevduatın yarısının sahibi durumundaydılar.

Daha sonra okyanus ticaretinin gösterdiği gelişmeler, Kuzey Hollanda’nın bir altın çağa girmesine yol açtı. Amsterdam, bütün dünyadan gelmiş malların bulunabileceği uluslararası bir pazar hâline geldi. Amsterdam’daki fiyatlar, diğer Avrupa pazarlarındaki fiyatları da belirliyordu. İtalyanlardan alınan iş teknikleri düzenlenmiş ve daha da geliştirilmişti. Sermaye piyasası doğmuş, modern kapitalizmin bütün özellikleri ortaya çıkmıştı. Hollandalılara dünyanın her tarafında rastlamak mümkündü.

Kuzey Hollanda, 17. yüzyılda gemicilik ve ticarette Avrupa’nın en önde gelen ülkesiydi. Ticari filosu yalnız sayı olarak değil, kalite olarak da Avrupa’nın diğer ülkelerinden mukayese edilemeyecek kadar ileriydi. Hollanda ekonomisinin en dinamik ve görkemli sektörü dış ticaretti. Hollanda, hem denizaşırı uzak mesafeli ticaretten hem de Avrupa sularında yapılan ticaretten büyük kazançlar sağlıyordu. Özellikle Baltık ticaretinde Hollandalılar mutlak bir hâkimiyete sahipti.

Hollanda’nın ekonomik refahı, yalnızca ticari başarıya dayanmıyordu. 17. yüzyılda Hollanda’nın tarım ve imalat sektörleri de oldukça gelişmişti. 1700’de işgücünün sadece

(13)

175

%40’ı tarımda faaliyet gösteriyordu. Hollanda, Avrupa tarım uzmanlarının merkezi hâline gelmişti. Avrupa’nın diğer kesimlerinden 2-3 kat daha yüksek zirai verim almayı başarıyordu.

İmalat sektörü de belirgin şekilde ve yaygın ölçüde gelişmişti. Hollandalıların imalat faaliyetlerinin bir bölümü uluslararası ticaretle yakından alakalıydı. Bu faaliyetler, ham olarak veya kısmen mamul durumda ithal edilmiş malların bitmiş hâle getirilmesiyle ilgiliydi. İthal tütünün kesilerek paketlenmesi, ithal ipeğin dokunması, ithal şekerin rafine edilmesi önemli ekonomik faaliyetlerdi.

Hollandalılar, rüzgâr enerjisinden de çok geniş ölçüde yararlandılar. Bunu, denizlerde yelkenleri daha bol ve rasyonel şekilde kullanarak karada ise rüzgâr değirmenleri ile başardılar. Bir hesaba göre 17. yüzyıl ortasında Kuzey Hollanda’da 3.000 değirmen işlemekteydi. Bunlar, 50.000 atın kullanılması ile sağlanabilecek miktarda enerji üretiyordu.

Hollandalıların ekonomik başarılarının temelini, dünyanın her yerinde her şeyi diğer ülkelerden daha ucuza satabilmeleri oluşturuyordu. Bu sonuca büyük ölçüde üretim maliyetlerini düşürerek ulaşmışlardı. Aslında Hollanda’da ücretler oldukça yüksekti. Bütün tüketim mallarına ağır vergiler konmuştu. Ancak Hollanda, işçisinin prodüktivitesini bu mukayeseli dezavantajını giderecek şekilde yükseltmişti. Bunun için emekten tasarruf sağlayıcı çok sayıda teknik yaygın ölçüde uygulamaya konmuştu.

Hollandalılar, herhangi bir şekilde maliyeti düşüremediklerinde malın kalitesini düşürüyorlardı. Nitekim yünlü üretiminde düşük kaliteli, fakat parlak renkli kumaşlar yaptılar.

Böylece kaliteli kumaş üretenlerin aleyhine olarak pazarlarını genişlettiler. Fiyatı düşürmek için kaliteden fedakârlık yapan Hollandalılar, Orta Çağ’da ve Rönesans dönemi başlarında geçerli bir prensipten ayrılmış oldular. Orta Çağ esnaf ve tüccarı, üretim birimi başına kârını maksimize etmeye uğraşırdı ve bu nedenle yüksek kalitede ısrar ederdi. Hollandalılar ise kitle üretimine yöneldiler ve satış miktarını arttırarak kârlarını maksimize etmeye gayret ettiler.

Birim başına düşük kârlarla yetinen Hollandalıların bu tutumu, yeni ve daha geniş sosyal grupların Avrupa’da sosyal merdivende ilerlemesinden ve talebin fiyat elastikiyetinin artan sayıda mal için yükselmesinden de destek gördü.

Hollanda, modern dönemin başlarında Avrupa’nın ekonomik açıdan en gelişmiş, en yoğun nüfuslu ve en yüksek oranda şehirli nüfusa sahip ülkesiydi. Hollanda, ekonomik büyümeyi başaran ilk ülke oldu ve uzun bir süre Avrupa’da kişi başına gelir düzeyi en yüksek ülke olma özelliğini korudu. Ancak 18. yüzyılda Hollanda bu üstünlüğünü yitirdi. Onun iki önemli rakibi olan İngiltere ve Fransa, denizlerdeki güçlerini büyük ölçüde geliştirerek Hollanda’nın hükmettiği pazarlardaki egemenliğine son verdiler. 1720-1820 tarihleri arasında İngiltere, dış ticaretini 7’ye katlarken Hollanda’da dış ticaret hacmi beşte bir ve kişi başına gelir altıda bir oranında düştü.

9.4. İngiltere’nin Ekonomik Yükselişi

İngiltere, 15. yüzyılın sonunda İtalya, Hollanda, Fransa ve Güney Almanya gibi o zamanın gelişmiş ülkeleri ile karşılaştırıldığında geri kalmış ve nüfus olarak küçük bir ülke idi. İngiltere ve Galler’de 4 milyondan daha az nüfus yaşıyordu. Oysa Fransa 15 milyon, İtalya 11 milyon, İspanya 6-7 milyon nüfusa sahipti. İngiltere, teknolojik ve ekonomik açıdan

(14)

176 da kıta ülkelerinin gerisindeydi. İngiliz dış ticaretinin %40’ı yabancıların elindeydi.

İngiltere’nin en büyük ticaret şehri olan Londra, Kıta Avrupa’sının büyük şehirlerinin servet ve büyüklük bakımından oldukça gerisindeydi.

Ancak İngiltere, küçük bir ada devleti olması nedeniyle Kıta Avrupa’sındaki yüksek maliyetli yıkıcı savaşların dışında kalabilmişti. Öte yandan İngiltere, Avrupa’nın en iyi yün yetiştiricisiydi. 1300’lerde İngiltere, yünün ülke içinde işlenmesi için ham yüne ihracat vergisi koyarken kumaş ihracını vergi dışı bıraktı. Böylece İngiliz üreticisi, kıtadaki rakiplerine göre ham maddesini daha düşük fiyatla temin etme imkânını buldu. Bu uygulamanın sonucunda, 14. yüzyıldan itibaren daha fazla yünlü kumaş üretilmeye başlandı. Orta Çağ’ın sonlarında yün ve yünlü kumaş, İngiliz ihracatının büyük bir kısmını oluşturuyor ve bu ihracat içinde yünlü kumaşın ham yüne oranı giderek artıyordu. Ham madde yerine bu maddelerden yapılmış mamul ürünlerin ihracına doğru geçiş, ekonomide imalat sektörünün artan ağırlığının bir işaretiydi.

Tekstil ihracatındaki canlanma etkisini diğer sektörlerde de gösterdi. Ekili alanlar ham yün ihtiyacını karşılamak için çayırlara dönüştürüldü. Tekstil sanayisi, tüm kırsal bölgelere yayıldı. İhracatın gelişmesi ithalatın da büyümesini sağladı. Bu dönemde İngiltere’nin önemli özelliklerinden biri, kapılarını dünyanın her tarafından gelmiş sermaye ve teşebbüse açmış olmasıydı.

İngiltere, süratle kıtanın en gelişmiş ülkeleriyle aynı çizgiye yükseldi. 16. yüzyılın ortalarından itibaren ekonomide yeni sektörler de genişleyerek önem kazandı. Demir, kurşun, teçhizat, yeni tip kumaşlar, cam ve ipek üretimi 16. yüzyılın ikinci yarısında şaşırtıcı ölçüde arttı. Bu gelişmelerin bir sonucu olarak 1688 ile 1801 yılları arasında millî gelir içinde tarımın payı %40’tan 32,5’e düşerken madencilik imalat ve inşaat sanayilerinin payı %21’den 23,6’ya, ticaret ve taşımacılığın payı %12’den 17,5’e yükseldi.

İngiltere’nin ekonomik büyümesinin en önemli nedeni, dış ticaretinde görülen büyük genişlemeydi. İngiltere’nin toplam ihracatı, 17. yüzyılın başları ile 18. yüzyılın başları arasında altı katına çıktı. 17. yüzyılın sonunda İngiltere, Hollanda’dan sonra kişi başına dış ticaret değeri en yüksek olan ülkeydi. Bu genişleyen dış ticaret içinde, Avrupa dışında yürütülen ticaret ile reeksport ticaretinin önemi giderek arttı. Nitekim 1640’larda reeksport ticareti, toplam ihracatın %18’i iken yüzyılın sonunda %31’ine yükseldi.

Bu gelişen dünya ticaretinin merkezi olan Londra’nın nüfusu 17. yüzyılın sonuna doğru 500.000’i aştı. Londra, dünyanın en büyük, en zengin ve en aktif metropolü oldu.

Londra para piyasası, dünyanın en zengin ülkesinin ulusal kredi sisteminin merkeziydi.

Londra, büyük hacimlere varan liman ticareti sayesinde tüm dünyanın kredi merkezi hâline gelmiş ve Fransız savaşları ile durumları kötüleşen Amsterdam ve Paris’in yerini almıştı.

İngiltere’nin bu dünya çapındaki ticaret ağını geliştirmesini mümkün kılan başlıca kaynakları şunlardı:

1) İyi gemicilerin ve riske girme yeteneğine ve gerekli fonlara sahip tüccarların

(15)

177 çokluğu.

2) Fiziki ve mali kapitalin nispi bolluğu.

3) Gelişmiş bir kredi, ticaret ve sigorta organizasyonunun varlığı.

4) Tüccar sınıfının isteklerine karşı duyarlı bir yönetimin varlığı.

5) Krallık deniz gücünün üstünlüğü.

Uluslararası ticaret, İngiltere’nin ekonomik gelişmesine büyük katkılarda bulunmuştur. Bu katkılar özetle şöylece sıralanabilir:

1) Dış ticaret, İngiliz sanayisinin ürünlerine talep yaratmıştır. Çoğu sanayi öncesi ekonominin karşılaştığı problemlerden biri, iç satın alma gücü düzeyinin sınai ihtisaslaşmaya imkân vermeyecek kadar düşük olmasıdır. İhtisaslaşma olmadan ölçek ekonomisinden yararlanmak ve bir ürünün nüfusun büyük bir kesimi tarafından elde edilebilecek ölçüde maliyet ve fiyatını düşürebilmek mümkün değildir. İngiltere dünya pazarından yararlanarak bu kısır döngüyü kırmıştır.

2) Uluslararası ticaret, İngiliz sanayi ürünlerinin sayısını arttıran ve ucuzlatan ham maddeleri elde etme imkânını sağlamıştır.

3) Uluslararası ticaret, yoksul ve az gelişmiş ülkelere İngiliz mallarını satın alma gücünü sağlamıştır. Ticaret iki yönlü bir süreçtir. İngiliz ithalatçıları, yabancılardan mal satın alarak onlara İngiliz sanayiinin ürünlerini satın alabilecekleri kredi ve dövizi vermiş oldular.

4) Uluslararası ticaret, sınai ve zirai gelişmeyi finanse etmeyi kolaylaştıran ekonomik bir fazla yarattı. Uluslararası ticaretin kazançları tarıma, madenciliğe ve imalata aktı. Bu olmaksızın müteşebbislerin yeni fikirleri, rotasyon sistemlerini ve makineleri üretken teşebbüslere dönüştürmeleri güç olurdu.

5) Uluslararası ticaret, dış ticaretin olduğu kadar ülke içi ticaretin de gelişmesinde etkili olan kurumsal yapı ve iş ahlakının doğmasına yardımcı oldu. Dış ticaretin gereklerinden doğan düzenli pazarlama, sigorta, kalite kontrol ve ürünün standartlaştırılması sistemleri ülke içinde verimliliğin yükselmesine önemli ölçüde katkıda bulundu. Herhangi bir alanda sürekli ekonomik gelişmenin temel şartları olan sağlam iş ahlakı ölçüleri, ticari atılımcılık ve riske girmeye hazır maceracı bir tutum uluslararası ticaret alanında nispeten daha süratle gelişti.

Çünkü onlar olmaksızın dış ticaret mümkün olmazdı.

6) Son olarak uluslararası ticaretin genişlemesi büyük şehirlerin ve sanayi merkezlerinin gelişmesinin ana nedeniydi. Londra, Liverpool, Manchester, Birmingham ve Glasgow büyümelerinin önemli bir kısmını dış ticarete borçluydular.

Bu dönemde İngiliz ekonomisinin gösterdiği yüksek performansın temelinde İngiliz toplumunun karşılaştığı güçlükleri yeni gelişmelere bir başlangıç hâline

(16)

178 getirebilme gücü yatıyordu. Bu sayede İngiliz ekonomisi, karşılaştığı çeşitli meydan okumalara sağlıklı bir organizma gibi başarılı ve yaratıcı cevaplar verebilmişti.

İngilizler 1550’lerden sonra yünlü dokuma sektöründe artan ölçüde dış rekabetle karşılaştıklarında yenilgiyi kabul etmediler. İspanyol baskısından kaçarak İngiltere’ye yerleşen Güney Hollandalıların da yardımıyla süratle Hollandalıların üretim metotlarına kayan İngilizler, yabancı tüccarın İngiltere’ye gelip yün ve yünlü kumaş almasını beklemeyerek Kuzey Afrika ve Orta Doğu’da yeni pazarlara girdiler.

İngiltere, karşılaştığı ciddi kıtlıklara karşı ise sahip olduğu daha bol kaynaklardan yararlanmasını mümkün kılan yeni teknikler geliştirdi. Enerji probleminin çözümü, bunun en güzel örneğidir. İngiltere, hiçbir zaman bol ormanlı bir ülke değildi. Sahip olduğu ormanlar da 16. yüzyıl boyunca nüfusun, inşa faaliyetlerinin, ısınma için odun kullanımının ve pek çok sanayi dalı için bilinen tek yakıt olan odun kömürü üretiminin artışı nedenleriyle tahrip olmakta ve İngiliz orman rezervleri süratle erimekteydi. Nitekim 1530 ile 1620 arasında odun kömürü fiyatlarındaki artış, genel fiyat seviyesindeki yükselmeyle aynı düzeydeydi. Oysa 1620 ile 1690’lar arasında fiyatların sabit kaldığı ya da küçük düşmeler gösterdiği bir dönemde odun kömürü fiyatları iki katına çıkmıştı. Nispi fiyatlardaki değişme, İngiltere’de yakıt krizinin had safhaya ulaştığını göstermekteydi. Bu kriz, pek çok sanayide üretimin düşmesine yol açtı. 16. yüzyılın ortalarından itibaren silah imalatçısı ve ihracatçısı bir ülke hâline gelen İngiltere, 1630’lara doğru, kendi ihtiyacına yetecek miktarda bile silah üretemiyordu.

İngiltere, bu enerji krizine iki şekilde cevap verdi. İlk olarak orman bakımından zengin olan İskandinav ülkeleri ile ticaretini güçlendirdi. İkincisi ve daha önemlisi, İngiliz adalarında bol olarak bulunan yakıtlara başvurdu. 16. yüzyılın başlarından itibaren kok kömürü, gerek evde ısınmak için gerekse sanayide enerji kaynağı olarak kullanılmaya başlandı. Bütün bu başarılarının bir sonucu olarak 1700’lerden itibaren İngiltere, Kıta Avrupa’sının önde gelen ekonomisi Hollanda’yı geride bıraktı. Artık İngiltere, dünyanın en etkin ve en hızlı gelişen ekonomisiydi. Bu durum, ona yüzyıl sonra Sanayi Devrimi’ni ilk başaran ülke olmanın da yolunu açtı.

(17)

179

Uygulamalar

(18)

180

Uygulama Soruları

(19)

181

Bu Bölümde Ne Öğrendik Özeti

Bu bölümde, 17. yüzyılda Avrupa’da ekonomik güç dengelerinde ortaya çıkan önemli değişme ele alınmıştır. Akdeniz ekonomileri düşüş içine girerken Atlantik ekonomileri Avrupa’nın yükselen yeni iktisadi güçleri olmuşlardır.

(20)

182

Bölüm Soruları

1) Aşağıdakilerden hangisi 17. yüzyılda İspanya’nın ekonomik güç kaybına uğrayışının nedenlerinden değildir?

a) Avrupa’yı birleştirme amacıyla girişilen savaşlar b) İktisat politikası uygulamaları

c) İnsan kaynağının yetersizliği

d) Gemicilik teknolojisinde geri kalınmış olması

2) Aşağıdakilerden hangisi 17. yüzyılda İtalya’nın ekonomik güç kaybına uğramasının nedenlerinden değildir?

a) Osmanlıların Suriye ve Mısır ile ticarete sınırlamalar getirmesi b) Portekiz’in baharat ticaretine girmesi

c) Nüfusun düşmesi

d) Uluslararası piyasalarda talebin daralması

3) Aşağıdakilerden hangisi 17. yüzyılda İtalyan üreticisinin dış piyasalarda rekabet gücünün zayıflamasının nedenlerinden değildir?

a) Gümrük tarifelerinin yüksek olması b) Loncaların politikaları

c) İşçi ücretlerinin yüksekliği d) İşçi verimliliğinin düşük olması

4) Orta Çağ’ın sonlarında İngiltere’de giderek önem kazanan imalat sektörü aşağıdakilerden hangisidir?

a) Pamuklu dokuma sanayi b) Silah sanayi

c) Yünlü dokuma sanayi d) Cam sanayi

5) 17. yüzyılda İtalya’da işçi ücretlerinin diğer ülkelere göre daha yüksek olmasının nedeni aşağıdakilerden hangisidir?

(21)

183 a) Loncaların gücü

b) Nüfusun yetersiz olması c) Sendikaların çabası d) Hükûmet politikaları

Cevaplar

1)D, 2)C, 3)A, 4)C, 5)A

Referanslar

Benzer Belgeler

Buradaki Wide (W) geniş anlamında yani ekranın en-boy oranının 16:9 olduğunu ifade eder.. Anlaşılacağı gibi herhangi bir çözünürlük

Sıcaklık ortalaması bütün yıl boyunca 0°C'un altındadır. Yağışlar son derece az ve her zaman kar şeklindedir. Ortalama yıllık yağış 200 mm civarındadır.. Kutup

Bu hem adresin kentle olan ilişkisi için önem taşıyor hem de adresin kendisi için." Göksel, 15 yıl süreyle mimarlık ofisinin yeraldığı -ve ayrıldıktan sonra da uzunca

-Parsel bazında bina yapılacak zemin etüdlerinde temel tipi ve temel derinliği belirlenmeli, temelin oturacağı birimin mühendislik parametreleri (şişme, oturma, taşıma

163 Sivas Valili~i'nin Müdafaa-i Hukuk-u Milliye Cemiyeti Sivas Heyet-i Merkeziyesi'ne gön- derdi~i 12 ~ubat 1920 tarihli yaz~ n~n ekinde bulunan Aziziye Kaymakaml~~~ 'ndan

Ekonomik özelliklere göre oluşturulan bölge sınırları, beşerî bölgelerde olduğu gibi, doğal bölgelere nazaran daha hızlı değişebilir.. Örneğin, önceleri bir

sözleşmelerinin alt yüklenicilerle firma veya hastane tarafından temin edilmesi durumunda maliyetler arasında bir fark olmayacağı kabul edilerek, teknik bakım onarım

Dolayısıyla doğal kaynak zenginliğinin ekonomik büyüme üzerindeki etkilerinin kesin olarak belirlenememesi iktisat literatüründe belirsizlikler yaratmakta ve