• Sonuç bulunamadı

Düşünce ve Uygulama Boyutuyla Çevre Korumacılık- Radikal Ekoloji Ayrımı

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "Düşünce ve Uygulama Boyutuyla Çevre Korumacılık- Radikal Ekoloji Ayrımı"

Copied!
10
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Düşünce ve Uygulama Boyutuyla Çevre Korumacılık- Radikal Ekoloji Ayrımı

İlhan Horasan

İnsanların doğaya vermiş oldukları zararların sonucu olarak ortaya çıkan çevre sorunları, insan yaşamı ve evreni tehdit edecek boyutlara ulaşarak en önemli sorunlardan biri haline gelmiştir. Ortaya çıkan sorunun etkilerinden hareketle bu sorunlara karşı çözüm arayışına girilmiştir. Bu noktada sorunların çözülmesine yönelik olarak ortaya konulan ilk yaklaşım “çevre korumacılık” olmuştur. Ancak bu yaklaşım esas aldığı ilkeler itibariyle çevre sorunlarının ortadan kaldırılmasına yönelik yeterli düzeyde bir ilerleme sağlayamamıştır. Çevre korumacılık yaklaşımının bu yetersiz ve sorunların azaltılmasına yönelik reformlara dayalı uygulamalarına karşılık olarak, mevcut hakim paradigmayı sorgulayan, insan merkezli doğa anlayışına karşı çıkan “Radikal Ekoloji” yaklaşımı ortaya çıkmıştır. Radikal ekoloji, ekolojik sorunlara ilişkin temel bir bakış açısı sunmakla birlikte bu temelden hareket ederek farklı bakış açısına sahip birden fazla yaklaşımı da içinde barındırmaktadır. Bu çalışmada çevre korumacı anlayış ile radikal ekoloji arasındaki farklar ele alınarak, radikal ekolojik özellikler barındıran ekoköylere değinilecektir.

Anahtar Kelimeler: Çevre Sorunları, Ekoloji, Çevre Korumacılık, Ekoköy

GİRİŞ

İnsanlar eski dönemlerden bugüne gelinceye kadar, gerçekleştirdikleri eylemlerle doğaya çeşitli şekilde zarar vermiş, çevre kirliliğinin oluşmasına yol açmıştır. Ancak ortaya çıkan zararların etkisi ve boyutu göz önünde bulundurulduğunda dönemler itibariyle büyük farklılıkların olduğu görülmektedir. Aydınlanma döneminde ortaya çıkan “zihinsel dönüşüm”

ün etkisiyle doğaya karşı tutumdaki değişim ve “sanayi devrimi” ile birlikte yerel veya bölgesel nitelikteki çevre sorunlarının etki alanı giderek genişlemiş, zamanla küresel bir sorun haline gelmiştir. İnsanların doğaya karşı pasif bir tutum sergilediği ve doğayla uyumun esas olduğu, doğanın kutsal olarak nitelendiği anlayış aydınlanma dönemi ile yerini insanların doğaya hükmetmesini ön planda tutan insan merkezli anlayışa bırakmıştır.

İnsan-doğa ilişkisinde mevcut bulunan uyum, esas itibariyle batı ülkelerinde meydana gelen aydınlanma düşüncesinin benimsediği Newtoncu mekanik dünya anlayışı ile birlikte değişime uğramıştır. Newton, dünyayı farklı parçaların birleşiminden oluşan bir makine olarak ele alırken Bacon ise, tekniğin doğaya üstünlüğünü vurgulayarak bilimin amacını doğanın hakimiyet altına alınması ve insanların denetiminde bulunması belirlemiştir. Modern bilim, kendi özgün yöntemi ve kavramları dolayısıyla, doğaya hükmetmenin insanlara hükmetmeyle bağlı kaldığı bir evren tasarlamış ve bunu teşvik etmiştir. Burada söz konusu “ bağ”, evrenin bütünü için tehlikeli olma eğilimi gösteren bir bağdır (Habernas, 2004’ten akt. Özel, 2007: 217).

Ortaya çıkan bu gelişmeler neticesinde, insanın doğaya egemen olma boyutları genişledikçe, insanın refahını ve sağlığını olumsuz yönde etkileyecek boyutlarda çevresel sorunlar ortaya çıkmaya başlamıştır (Özel, 2007: 214).

(2)

1.Çevre Korumacılık

Sanayi devrimi ile ortaya çıkan seri üretim aşaması ve doğanın kontrolsüzce tüketimi olgusu, 20. yy başı itibariyle aydınlanma düşüncesine karşı birtakım eleştirilerin ortaya çıkmasına ve tepkisel nitelikte çevreci anlayışların oluşmasına yol açmıştır. Çevre koruma anlayışı, ortaya çıkan çevre sorunlarının kirlilik boyutunu esas almakta ve tüm bu teknolojik gelişmelerin doğada meydana getirdiği olumsuzlukların azaltılması yoluyla çevresel zararın oluşmayacağını kabul etmektedir.

Çevreciler, antroposentrik(insan merkezli) anlayış sonucu bozulan insan-doğa ilişkilerinin mevcut toplumsal yapı içerisinde düzeltilebileceğine, bu konuda kurumlar düzeyinde yapılacak kısmi değişikliklerle sorunların çözülebileceğini savunmaktadırlar.

Çevrecilik bu açıdan, sanılanın aksine “radikal” değil, “muhafazakâr” bir tutum sergilemektedir (Önder, 1998: 23). Çevrecilik, günümüz insanının davranışlarının temelinde yatan, insanın doğaya hükmetmesi gerektiği anlayışını sorgulamaz; tam tersine tahakkümün neden olacağı tehlikeleri azaltacak teknikler geliştirerek bu tahakkümün önünü açmamızı gözetir, tahakküm nosyonunu sorgulamaz (Görmez, 2003: 13).

2.Radikal Ekolojik Düşünce Akımları

Ekoloji, kavram olarak ilk defa 1869 yılında Ernest Haeckel tarafından kullanılmıştır.

Ancak bağımsız bir bilim dalı olarak ortaya çıkışı 1960’lı yıllara rastlamaktadır. Arada geçen 100 yıllık süre içerisinde ekoloji, biyoloji bilimine bağlı bir konumda bulunmuştur. Sanayi devriminin ekolojik düzeyde yarattığı tahribatın neticesinde çeşitli ekolojik düşünceler ortaya koyulmaya başlamıştır. Arne Naess, Murray Bookchin, Ivan Illich, Theodore Rozsak, Vandana Shiva gibi isimler ekolojik kaygıyla sorunlara çözüm üretilmesine yönelik çeşitli görüşler ortaya koymuşlardır.

Ekolojik krize yönelik kaygı ortak olmasına karşılık çözüme yönelik referans alınan noktalarda farklılıklar ortaya çıkmaktadır. Çevre korumacılıktan anarşizme, radikal ekolojiden eko-sosyalizme, eko-feminizm’den dinsel hareketlere değin pek çok ekolojik düşüncenin varlığından söz etmek mümkündür. Bu açıdan günümüzde ekoloji hareketinin herkes tarafından

(3)

kabul

edilebilir bir yapısını ya da ideolojisini ortaya koymak olanaklı değildir (Görmez, 2003: 99). Bunlardan bazılarına kısaca değinecek olursak;

2.1.Derin Ekoloji

Derin ekoloji yaklaşımı Norveçli düşünür Arne Naess öncülüğünde gelişme göstermiştir. Naess, görüşlerini “derin-sığ ekoloji” kavramlarının karşılaştırılmasına dayanarak ifade etmiştir. Naess’in bu sınıflandırmasında sığ ekoloji, insan merkezci (antroposentrik) anlayışın hakim olduğu klasik reformcu çevreciliğin özelliklerini barındırmakta iken derin ekoloji, derinlemesine sorgulamaya ve bütüncül bir bakışa dayandırılmaktadır. Derin ekoloji, sığ ekolojisinin aksine eko merkezci (çevre merkezci) bir anlayışı benimsemiş, buna dayanaraktan doğanın salt sağlayacağı faydasının ötesinde, doğanın kendiliğinden değerli olduğunun kabulüne dayanmaktadır. Buna göre doğa, insanlarla eşit bir şekilde yaşamını sürdürebilmelidir. Ayrıca derin ekoloji anlayışının temel savları daha çok felsefi ve dini kaynakların çerçevesinde oluşmuştur.

Derin ekolojinin ilham kaynağı 1960’larda Leopold’un ortaya koyduğu “Toprak Etiği”

düşüncesidir (Sessions, 1995’ten akt, Yaylı ve Çelik, 2011: 371). Leopold toprak etiğinde,

“insanın ayrıcalıklı bir yerinin olmadığını, insanın doğanın efendisi değil de diğer canlı ve cansız varlıklar gibi sade bir üyeliğe sahip olduğunu kabul eder.”(Ünder, 1996, 209).

Derin ekolojinin temel ilkeleri şunlardır: (Naess, 1994’ten akt. Kırışık, 2013: 287-288).

1- Yeryüzündeki insanların ve diğer varlıkların kültürlerinin, yaşamlarının -ki bu yaşam kavramı, cansız nesneleri de kapsamaktadır- iyi durumda olması serpilip gelişmesinin doğal, içsel bir değeri vardır ve bu bağlamda kendi başına değerlidir.

Bu değerler insanların amaçlarına uygunluktan bağımsız olarak ortaya çıkan değerlerdir.

2- Yaşam biçimlerinin çeşitliliği ve zenginliği yukarıda bahsedilen değerlerin gerçekleştirilmesine katkı sağlar. Canlı çeşitliliği ve zenginliği de kendi başına bir değerdir. Zenginlikten anlaşılması gereken her türlü yaşam biçiminin çok miktarda olmasıdır. Varlıklar arasında canlı cansız ayrımı yapılamaz. Bütün varlıklar nehirler, taşlar, ovalar, dağlar birer yaşam biçimidir ve canlıdır.

(4)

3- İnsanların hayatlarını sürdürebilmek için gerekli ihtiyaçlarını karşılama dışında, yaşam biçimlerindeki çeşitliliği ve zenginliği azaltma hakları yoktur.

4- İnsan yaşamının ve kültürlerin gelişebilmesi için insan nüfusu önemli ölçüde azaltılmalıdır. İnsan dışı yaşamın gelişebilmesi için daha az bir insan nüfusu gereklidir. İnsanların dışındaki yaratıkların da nüfusları aynı gerekçeyle azaltılmalıdır.

5- İnsan dışı yaşam biçimlerine insanoğlunun müdahalesi aşırıdır ve bu aşırı müdahale nedeniyle durum hızla kötüye gitmektedir.

6- Ulaşılan sonuçlar ışığında politikaların değişmesi gereklidir. Politika değişimi temel iktisadi, teknolojik ve ideolojik yapılarda değişikliğe götürecektir. Bu değişikliğin gerçekleşmesi durumunda çok çeşitli yeşil toplumlar ortaya çıkacaktır.

7- Davranışlarımızdaki değişiklik, yaşam seviyemizin niceliksel olarak yükselmesi yerine, yaşamın nitelik yönünün değerinin farkına varmamızı sağlayacaktır.

Yaşamın değerini daha çok tüketmekte arayan fakat huzursuz endişeli zihniyetin yerini az tüketen fakat huzur içinde doğayı duyumsayan bir anlayış alacaktır.

8- Bu yedi maddede ifade edilenleri kabul edenler, bu şartların ortaya çıkması için gerekli olan değişiklikleri gerçekleşmesinde doğrudan veya dolaylı olarak katkıda bulunacaklardır.

2.2.Toplumsal Ekoloji

Bookchin’in önderliğini yaptığı toplumsal ekoloji anlayışına göre ortaya çıkan ekolojik sorunların kaynağı toplumsal kökenlidir. İnsanın insanla olan ilişkisinde ortaya çıkan tahakkümün, insanın doğayla olan ilişkisinde de tahakkümü ve doğanın sömürüsünü ortaya çıkardığı bunun da ekolojik sorunlara yol açtığı savunulmaktadır. Bunun sonucu olarakta doğa üzerindeki tahakkümün kaldırılmasının var olan hiyerarşik yapının kaldırılmasına bağlı olduğu ortaya koyulmuştur.

Toplumsal ekoloji anlayışına göre, ekolojik sorunların klasik çevre korumacı yaklaşımın ortaya koyduğu çözüm önerileriyle sonlandırılamaz. Toplumsal ekoloji, her derin ekolojiyi hem de klasik çevreci yaklaşımı belirli noktalardan eleştirmektedir. Toplumsal ekoloji anlayışına göre, derin ekoloji “antiussalcı”, “insan sevmez”, “doğa ile mistik birliği esas alan”

tutumu ve ekolojik bunalımlardan insanı sorumlu tutmaya yönelik anlayışı sebebiyle sorunların arkasındaki toplumsal gerçeklerin görülmesini engellemektedir. Çevrecilik hareketinde ise

(5)

pragmatik, ”insan merkezli”, sistem için sistemi eleştirmektense sistemin uygulamalarını görünürde yumuşatan, ancak mevcut sömürücü sistemi yaptıklarıyla meşrulaştıran bir “sübap”

görevi görmekten öteye geçmeyen “çevre mühendisliği” yatmaktadır (Tamkoç,1994:87).

Toplumsal ekoloji, insan ile doğa ilişkilerinde bölünmüşlüğe karşı bir tutum sergilemiş ve ilişkisi bütüncül bir anlayışla ele almıştır. Ancak bu bütüncül anlayışa göre bütünü oluşturan parçalar kendi içinde bir bütünlük oluşturmaktadır ve bütün parçalardan farklı ve değerlidir.

2.3.Eko- Marksizm

Eko-Marksist anlayışa göre, kapitalist gelişme üretimin doğal ve çevresel koşullarını tahrip ederek kendi gelişmesinin temelini dinamitlemektedir. Tarım ve hayvancılıkta kullanılan araç ve yöntemler çevre üzerinde yıkıcı etkiler bırakmıştır. Hem toprak, hem su kaynakları, hem de hava kirletilmiş; yoksulların ve işçilerin sağlığı bozulmuştur. Kâr odaklı üretim modeli hem çevresel düzene hem de toplumsal düzene tehdit oluşturmaktadır (sonsuz.us, 2016).

2.4.Eko-Feminizm

Eko-feminizm ekolojik sorunları kadınların tarihteki toplumsal konumu ile bağdaştırıcı bir anlayışı benimsemiştir. Çünkü eko-feministlere göre ekolojik sorunların nedenlerine ulaşmak için kadının tarihteki yeri ve ona atfedilen değerin anlaşılması gerekir. Eko-feminizme göre toplumsal ve siyasal alanlarda erkek egemenliği ön plana çıkarken kadınlar pasif bir tutum sergilemek zorunda bırakılmışlardır. Bu noktadan yola çıkılarak, kadına uygulanan tahakküm ile doğa üzerinde oluşturulan tahakküm arasında tarihsel bir ilişki vardır. Ataerkil toplumların oluşmasıyla birlikte kadınlara uygulanan zulümün doğaya uygulanan zulümle bağlantısı göz ardı edilemez.

3.Çevre Koruma-Radikal Ekoloji Farkları

Ekolojik sorunların çözümüne ilişkin ortaya çıkan iki anlayış, öncelikli olarak sorunlara karşı yaklaşımlarıyla farklılık göstermektedirler. Çevre korumacılık anlayışı, sanayileşme ile birlikte ortaya çıkan sorunlara yönelik olarak faydacı bir tutumla çözümler üretmeyi esas almış buna karşılık radikal ekolojik yaklaşım, ekolojik sorunların temelinde yatan düşünsel boyutu esas almakta ve dönüştürmeye çalıştırmaktadır. Bunun yanında çevre korumacılık yaklaşımında insanın doğaya vermiş olduğu zararın minimize edilmesine dayalı ve indirgemeci bir anlayış hakimken, radikal ekolojik yaklaşımda bütüncül bir anlayış benimsenmektedir.

(6)

Çevre korumacılık yaklaşımı, sorunların çözümünde yöntemler ve araçları ön planda tutmakta buna karşın radikal ekolojik yaklaşım doğayla bütünlük sağlayacak temel hedeflere odaklanmaktadır. Çevre korumacılık yaklaşımı mevcut üretim teknolojilerinden kaynaklanan kirlilik ve tahribatın etkisini azaltacak başka bir teknolojisinin ikame edilmesi, yönetsel düzenlemelerle sorunların çözülmesini esas almakta, radikal ekolojik anlayışta ise sorunun toplumsal, kültürel, ekonomik boyutlarını da göz önünde bulundurulmaktadır.

Ekolojik yönelim ile çevre korumacı yönelim arasındaki farklılıkları kısaca şu şekilde özetlemek mümkündür: (Önder, 2003 (a): 602-603).

1- Çevre korumacı anlayış, yaşam çevresinin, ulusal, kültürel ve doğal mirasın korunması gibi sorunlarla ilgilenmektedir. Ekolojik anlayış ise, siyasi öğeleri ve ideolojisiyle çevre korumacılıktan ayrılmaktadır. Friends of the Earth (Yeryüzü Dostları) ve Greenpeace (Yeşil Barış) gibi örgütler, korumacı derneklerden farklı olarak, ileri sanayi toplumlarının nükleer enerji, sanayi kirliliği, asit yağmurları gibi sorunlar üzerinden temel bir toplumsal değişme gereksinimini gündeme getirmektedirler.

2- Korumacı yaklaşım mevcut toplumsal-siyasal düzeni ve onun kurallarını benimser, toplumun hakim değerlerini sorgulayıcı bir tutum içerisine girmez. Toplumsal sistemin içinde kalarak amaçlarına ulaşabileceği inancına sahiptir. Alternatif ekolojik toplumsal değerler dizisi ise, bireysel değerlere ve insani bir toplumsal düzene vurgu yapmaktadır. Modern toplumun hiyerarşik ve bürokratik örgütlenmesi karşısında, küçük ölçekli ve komünal örgütlenmeyi savunur.

3- Ekolojik anlayış, doğrudan eylem modeliyle daha açık ve katılımcı bir siyasi sistemi pratiğe geçirmeye çabalamaktadır. Toplumun bireyi kontrolünün değil, bireyin toplumu kontrolünün gerekliliğine inanmaktadır. Ekolojik anlayış, ideolojik yapılandırılmış eylem tarzına sahiptir.

4.Ekoköy (Ecovillage)

Ekolojik sorunların küreselleşme süreciyle birlikte tüm dünyaya yayılmasına paralel olarak sürdürülebilir yaşamın sağlanmasına yönelik arayışlar da ön plana çıkmaya başlamıştır.

Bu arayışların bir sonucu olarak dünyanın farklı yerlerinde ekoköyler kurulmaya başlanmıştır.

Sürdürülebilir yaşamı esas alan, barışçıl ve eşitlikçi bir anlayışa sahip olan ekoköyler, insanların doğayla bütünleşmiş bir şekilde faaliyette bulunmasını amaçlamaktadır.

(7)

Ekoköy kavramı ilk defa engelli çocukları topluma yeniden kazandırmak amacıyla 1930 yılında İzlanda’da kurulan Solheimer Eco-village ile birlikte kullanılmaya başlanılmıştır.

Çeşitli ülkelerde ortaya çıkmış olan ekoköylerle ilgili tek bir tanımlama oluşturmak oldukça zordur. Ancak temel niteliği itibariyle, minimum düzeyde ekolojik etki meydana getiren ve yenilebilir enerji kaynaklarına dayalı bir yaşam biçimini esas alan topluluklar olarak değerlendirilebilir. Ekoköyler genel itibariyle şehirlerdeki gürültü, kirlilik, kitlesel tüketim, karmaşıklıklardan uzaklaşarak doğayla uyumlu bir şekilde yaşamayı amaçlayan bireyler tarafından kurulmaktadır.

Dünyada Ithaca (ABD), Auroville(Hindistan), Sieben Linden (Almanya), Findhorn (İskoçya) gibi çok çeşitli ekoköyler bulunmaktadır. Türkiye’ de ise bazıları ekoköy bazıları ise “ekoköy girişimi” olarak tanımlanan Datça, Bayramiç, Marmariç, Belentepe gibi yerleşimlerden mevcuttur.

Takas usulüne dayanan alışveriş anlayışı veya paraya alternatif bir değişikliğin aracının kullanılması, barınma mekanlarının saman, taş gibi doğal malzemelerle inşa edilmesi, ısınma ve enerji ihtiyacının güneş enerjisi, bioyakıt gibi alternatif kaynaklara dayalı olması ekoköylerde ön plana çıkan özellikler olarak gösterilebilir.

Ekoköylere ilişkin ortaya çıkan olumlu izlenimlere karşın çeşitli eleştirilere de konu olmaktadır. Bu konuda getirilen eleştirilerden birisi ekoköylerin ütopya niteliğinde olduğu ve kavramın sömürülerek her şeyin önüne “ekolojik”, “doğal”, “organik” gibi sıfatların eklenerek işin ticarete dönüştürüldüğüdür. Başka bir görüşe göre ise ekoköyler , sistem karşıtı olmamakta tam tersine sistem tarafından çeşitli fonlarla desteklenmektedir. Ayrıca ekoköylerde yaşayanların ayrıcalıklı ortaya sınıf olduğu ve başkalarından edindikleri paralarla kendilerine ekoköy inşa ettikleri savunulmaktadır. Bu eleştirilere göre ekolojik yıkımdan şikayet edenlerin bütün olarak kapitalist sistemi sorgulamak ve alternatifler üretmek yerine kapitalizmin yarattığı cehennemde kendilerine sistem içinde daha sağlıklı alanlar kurarak yeni pazarlar alanı yaratıp, yine sistemin bir başka dişlisinde yer almaktalar (wearethehippies.com, 2017)

Global Ecovillage Network’ ün (Küresel Ekoköy Ağı/ GEN) kurulumundan(1995) bu yana birçok ekoköyde sürdürülebilir yaşam teknikleri ile ilgili eğitimler düzenlenmektedir ve yeni ekoköy girişimlerine destek vermektedir. Yaşam tarzının değiştirilmesine yönelik olarak eğitim etkinlikleri yılda birçok kez tekrarlanmaktadır. Eğitim etkinlikleri, ekoköylerin dış dünya ile kurdukları en güçlü iletişim yollarıdır. Felsefelerinin insanlara aktarılmasının yanında ekoköyler için gelir kapısıdır(Zeybek, 2015)

(8)

SONUÇ

Aydınlanma döneminde, temel kabul gören modern bilim anlayışı ve Newton fiziğinin etkisiyle birlikte insan doğa ilişkisinde geçmişe nazaran büyük farklılıklar ortaya çıkmış ve doğa, insanın hakimiyetine ve biçimlendirmesine açık bir alan olarak kabul edilmeye başlamıştır. Fikri temelde gerçekleşen bu değişimin ve kapitalist sistemin etkinlik kazanmasıyla birlikte doğal kaynaklar kâr odaklı anlayış yüzünden hoyratça tüketilmiş ve tahrip edilmiştir.

Özellikle de Sanayi Devrimi ile birlikte üretim teknolojisindeki gelişmeyle birlikte bu çevrenin tahrip düzeyi oldukça artmıştır.

Günümüzde çevre sorunları yerel veya bölgesel niteliği aşarak küresel bir sorun halini almıştır. Bu sorunların çözümüne ilişkin birçok çalışma ortaya koyulmuştur. Ekolojik sorunların çözümüne yönelik geliştirilen çevre korumacı yaklaşım, mevcut sistem ve üretim ilişkileri temelinde hareket ederek çeşitli yasal düzenlemeler ve sınırlandırmalar gibi küçük ölçekli reformları esas almıştır. Radikal ekolojik hareket olarak kabul edilen düşünce akımları ise çevre korumacı anlayışın tersi olarak bütüncül bir bakış açısına sahiptir .Aynı zamanda da sorunların kaynağını fikri temelde ele almakta ve kökten bir değişime odaklanmaktadırlar.

Radikal ekolojik hareketin eleştirdiği boyutla çevre korumacı yaklaşımın ortaya koyduğu geçici çözümlerle ekolojik sorunların çözülmesi olanaksızdır. Radikal ekolojik yaklaşımlar ortak bir ekolojik kaygıya sahip olmakla birlikte , çözüme ilişkin ele aldıkları özneler birbirinden farklıdır.

Günümüzde çevre korumacı yaklaşımlar ve bu yaklaşıma dayanan uygulamalar hakim paradigmaya bakış açısının da etkisiyle ön plana çıkmaktadır. Radikal ekolojik anlayışa uygun yerleşimlerden olarak ekoköyler gündeme gelmektedir. Hakim ekonomik sisteme tepki niteliğinde kabul edilen ekoköyler; merkezileşme karşıtı, eşitlikçi, kendine yeten, doğayla bütüncül bir yaşamı esas alan yerleşimlerden olarak kabul edilen yerleşim birimleridir. Çeşitli ülkelerde birbirinden farklı nitelikleriyle ön plana çıkan ekoköylerin, ekolojik hareketin esas aldığı şekilde bir paradigma değişikliğini sağladığı söylenemez. Ancak GEN (Küresel Ekoköy Ağı) desteğiyle mevcut ekoköyler arası iletişim olanakları gelişmekte ve yeni kurulacak ekoköy girişimleri desteklenmektedir. Ekoköylerin oluşturduğu bilincin toplumun geniş kesimlerince benimsenmesi durumunda ekolojik hareketin tam olarak işlevini yerine getireceği söylenebilir.

Kaynakça

(9)

Kırışık, F. (2013). “ Ekolojik Sorunların Çözümünde Derin Ekoloji Yaklaşımı”.

Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Dergisi. 9 (2). 279-301.

Görmez, K.(2003). Çevre Sorunları ve Türkiye. Ankara: Gazi

Önder, T.(1998). “Çevrecilik ve Ekolojizm Üzerine”. Karınca Dergisi. Yıl:64.

Sayı: 738.

Özel, M.(2007). “ Çağımız Çevre Sorunlarının Düşünsel Temelleri Üzerine Bir Yaklaşım”. Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi. 9 (1). 207- 226.

Tamkoç, G. (1994).” Derin Ekolojinin Genel Çizgileri”. Birikim .Sayı: 57-58.

Ocak-Şubat. 87-91.

Ünder, H. (1996). Çevre Felsefesi. Ankara: Doruk.

Yaylı, H. ve Vasfiye, Ç. (2011), “Çevre Sorunlarının Çözümü İçin Radikal Bir Öneri: Derin Ekoloji”. Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi. Sayı:

26. 369-377.

Zeybek, O. (2015). “Dünyanın bozulan sağlığını tedavi edebilecek bir çözüm:

Ekoköyler”. Erişim: 4 Mayıs 2018, https://gaiadergi.com/dunyanin- bozulan-sagligini-tedavi-edebilecek-bir-cozum-ekokoyler/

http://www.sonsuz.us/ekoloji-dusuncesi-nedir/,(04.05.2018)

http://www.wearethehippies.com/ekokoyler-surdurulebilir-bariscil-ve-adil-

topluluklar-mi/, (04. 05. 2018)

(10)

Referanslar

Benzer Belgeler

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı yaptığı plan tadilatında ‘konut alanı’ (arazinin yarısı olan 42 bin 500 metrekare).. üzerinden inşaat hakkı vermek yerine emsali

16 bin YTL'ye tesis kurduklarını söyleyen kooperatif yetkilileri "Daha önce ürettiği biyodizeli sadece kendi araçlarında kullananlar için lisans istenmiyordu. Lisans

Radikal çevre Raporu 10.12.2006 (Koruma Bölgelerinin S ınırları Değişti; Harran'da Ölüm Tarlası; Datça Mevsimleri Şaşırdı; Doğa Yürüyüşlerine Büyük İlgi)..

Mu ğla'daki Yatağan Termik Santralı'nın birinci ünitesinde faaliyete geçen baca gazı arıtma borularında meydana gelen kaçak nedeniyle devre d ışı kaldı.

İşte bu profesyonel çevre avukatlığı ile düşünsel olarak aynı düzlemde bulunan gönüllü çevre avukatları da vardır. Bu yönüyle çevre avukatl ığının iki

Fazla mesai alacakları için yargıya başvurduğu gerekçesiyle "Radikal" gazetesindeki işinden olan deneyimli çevre muhabiri İbrahim Günel'in haksız yere

radikal değişikliği, besin seçimlerini, beslenme alışkanlıklarını, sigara içme, alkol tüketimi ve fiziksel durağanlık, değişik bulaşıcı olmayan süreğen

Koyun verdi kuzu verdi süt verdi Yemek verdi ekmek verdi et verdi Kazma ile döğmeyince kıt verdi Benim sâdık yârim kara topraktır Âdem'den bu deme neslim getirdi Bana türlü