• Sonuç bulunamadı

FELSEFENİN KONUSU. Felsefenin üç ana konusu vardır. I - Ontoloji varlık ( evren,tanrı, ruh, madde) ın. II - Epistemoloji ( Bilgi Teorisi )

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "FELSEFENİN KONUSU. Felsefenin üç ana konusu vardır. I - Ontoloji varlık ( evren,tanrı, ruh, madde) ın. II - Epistemoloji ( Bilgi Teorisi )"

Copied!
11
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

FELSEFENİN KONUSU

Felsefenin üç ana konusu vardır.

1- Varlık ( ontoloji ) 2- Bilgi (Epistomoloji ) 3- Aksiyon (Değerler Felsefesi)

M.Ö 9 ve 8. Asırlarda yaşayan bir kısım yunan düşünürler varlık( ontoloji ) problemini ele alarak mitolojiye dayanan efsanevi açıklamalar yapmışlardır. Kimi evrenin oluşumuyla (kozmogoni ) , kimi tanrılarla ( Teogoni ) ilgilenmişlerdir. “orfiklerden intikal eden bazı Teogoniler ve Kozmogoniler var. Örneğin; Başlangıçta bir dev varmış, yumurtlamış, yumurta çatlamış, aşağıda kalan kısım yeryüzünü, yukarıda kalan kısım gökyüzünü oluşturmuş”.

I - Ontoloji varlık ( evren,tanrı, ruh, madde) ın

a) Özünü, (ana maddesinin ne olduğunu) b) Nedenini, ( kim tarafından nasıl) c) Ereğini ( niçin var edildiğini ) araştırır.

Örneğin ; Varlığımızın nedeni, anne ve babalarımız, onların nedeni kendi anne ve babaları.

Böylece ilkel insanlara, onları da tanrıya bağlamak suretiyle, tanrının varlığı niçin yarattığını, meydana geliş nedenini ve amacını, tanrıya sorarak cevaplamak isterler. Varlığın gerek nedeni, gerek amacı, gerekse özü hakkında verdikleri yanıtlar çok ve çeşitlidir. Maddenin özü, Miletli Thales’e göre sudur. Anakximendros’ a apairon, Anaximenes’e göre havadır. Bunlar tamamen boş değildir. Canlıların suya ihtiyacı vardır. Thales haklıdır. Apairon ise görünmeyen varlıktır. İlk çağ Yunan filozoflarından Democritos, varlığın esası atom’dur demiştir. Ona göre ruh bile atomdur. Ruh atomu’da ateş atomu gibidir, ondan, yuvarlak, iri, kaygan olması ile ayrılır. Heraclitos’a göre ateş, Pitagores’e göre sayılardır.

Varlık problemi ile ortaya çıkan bu problemlerin çok çeşitli olduğu ve daima birbirleri ile çelişmekte olduğunu düşünen M.Ö 5. Asırda Atina da yaşayan Sofistler; Ya bu kadar çeşitli hakikat yoktur veya yanlıştır. Çünkü bir konuda ancak bir tane hakikat vardır. Öncelikle insan bilgisinin olanaklarının ve araçlarının ne olduğunun araştırılması gerekir diyerek felsefeyi yeni bir konuya ( Epistemolojiye) yönlendirmiştir.

II - Epistemoloji ( Bilgi Teorisi )

İnsan bilgisinin kaynağı, olanakları, sınırları ve değerini araştırır. Bilgi

probleminin içerdiği soruları dört bölümde toplayabiliriz.

(2)

1 - Bilginin sınırı ve değeri: Bu problemin içerdiği sorular, İnsan neyi bilir veya ne kadar bilir. Bu bilginin değeri nedir. Bu sorulara verilen cevaplar çeşitli felsefi bilgilerin ortaya çıkmasına sebep olmuştur.

a) Dogmatizm : Bu düşünceye göre insan, mutlak hakikati bilir. Bilgisinin değeri tamdır. Sınırı yoktur. Bu görüşe sahip olan filozoflara Dogmatik denir. Başlıca dogmatikler ilk çağda Sokrates, Platon, Aristoteles. Yeni çağ da 17. Yüzyıl Fransız filozofu Descartes, Leibnitz ve Spinozadır.

b) Septisizm ( Şüphecilik ) : Buna göre insan hiçbir konuda kesin yargı vermemeli ancak şüphe etmelidir. Çünkü bilgi edinmeye yarayan araçlar insanı kesin bilgiye götürmeye yeterli değildir. Onlar için tanrı vardır’da , yoktur’da . Her şeyden şüphe ederler. Belki varım, belki yokum. Hayattayım ya da değilim. V.b. M.Ö 5. Asırda taraftarları olmuş, kurucusu ilk çağda Pyrrhon, yeni çağda Hume, Montaigne “ dogmatik her şeyi biliyor, septik bilmiyor”

c) Relativizm : Bilgimiz bağıntılıdır. Dolayısı ile her şeyi bilemeyiz. Ancak bir sınıra kadar. Öncüleri sofistlerdir. Yeni çağda bir sistem haline gelişi iki ayrı şekilde gerçekleşmiştir.İlk İmmanuel Kant’tır. Kantın

Relativizmine Kritisizm denir. Diğeri Pozitivizm, Kurucusu Fransız Auguste Comte.

2 – Epistemolojinin ikinci önemli sorusu ; Bilginin kaynağı ve araçları nelerdir.

a) Akıl diyenler- Rationalist “dogmatikler aynı zamanda Rationalisttir”.

b) Deney diyenler – Empristler,

Empirist filozoflar : İlk çağda Epikuros, Demokritos Yeni çağda : Locke, Hume, Condillac

c) Aktivist Teoriler: Bir anlamda biyolojik bilgi teorileri. Bilgiyi insanın yaşamsal etkinlikleri ve gereksinimlerinden çıkarırlar. İkiye ayrılır.

1 – Entüisyonizm: ( Sezgicilik ) Hakikatin bilgisinin sezgi ile yaşayarak öğrenileceğini savunmuşlardır. Örneğin; Gözü görmeyene ışığı anlatamayız. Yaşayarak, görerek öğrenme savunucusu filozof Bergson’dur.

2 - Pragmatizm ( Faydacılık ) : Tek bir hakikat var. Yaşam ve onu devam ettirmek.

Savunucusu William James’tir.

(3)

III – FELSEFENİN III. ANA KONUSU

Aksiyon – Değerler Felsefesi : İnsan yalnızca bilen bir varlık değil, aynı zamanda çeşitli davranışları olan bir varlıktır. Bu davranışlarından bir kısmı iyiye, bir kısmı da güzel denen bir ideale, dolayısı ile bir DEĞER’e yönelmişlerdir.

İYİYE yönelen AHLAK GÜZELE yönelen SANAT

Ahlak felsefesinin ana konularını ; İyi nedir ? tüm insanlık için geçerli bir iyiden söz edilebilir mi? Her devir ve her toplum için geçerli iyiler – özellikleri – Yine bu bilgi doğuştan mı? Yoksa sonradan mı kazanılır. Öyleyse etki eden faktörler nelerdir. İnsan doğuştan iyi de sonradan mı kötü olmuştur gibi sorular oluşturur.

Aynı soruları Güzel’e de yöneltebiliriz. Güzeli karakterize eden özellikler nelerdir.

Güzel akılla mı kavrar, deneyle mi? Bütün zamanlar için bir güzel ideali varmıdır? Bu bölüme sanat felsefesi ya da Estetik ’de diyebiliriz.

Ahlak Felsefesine Etik’ de denir.

Dogmatizm’e ilk tepki gösteren Sofistler olmuştur. Ancak daha evvel Elealı Zenon Dogmatiklere ve akla şaşmaz bir değer veren görüşlere bir fikir cambazlığı ile karşı çıkmış ve zihinler de ilk şüpheleri yaratmaya çalışmıştır. Zenon’a Elea cambazı da denir.Dört örnekle aklın yanılabileceğini ileri sürer.

1- Achilleus ve kaplumbağa : Yirmi adım tolerans veren Achilleus’un kaplumbağayı geçtiğini görürüz. Ancak Achilleus mantıken kaplumbağayı geçemez. Madem ki arada bir mesafe var, var olan bir şey yok olamaz. ( zamansal anlamda )

2- Ok Misali : Bir ok atılsa bir mesafeye kadar gider. Ama ok mantıken hareket edemez.

Ok bir doğru yönünde gider. Doğru noktalardan oluşmuştur. Ok bu noktalarda durur.

Duran hareket edemez. Hareket eden duramaz. Duyu organlarımız onların hareket ettiğini gösteriyor. O hal de duyu organlarımızla aklımız Çelişiyor.

3- Zaman

4- DARI : Bir avuç darı, hepsi ses çıkarır. Tek tek atsak ses yok. Ses çıkarmayan darıların atılması ile ses çıkmaz. ( duyu organlarının yanılgısı )

Akıl ve duyu organlarının çelişkisini gösteren Zenon Dogmatiklerin zihnin de şüphe uyandırıyor.

Elea’lı Zenodan sonra Dogmatik’ler de Sofist’lere karşı çıkmışlardır. M.Ö. V. Asırda yaşayan sofistler yaptıkları iş karşılığında para aldıkları için özellikle de Platon tarafından Sofist kelimesi küçültücü bir sıfat ve ad olarak kullanılmıştır. Sofist’in asıl anlamı bilgili demektir.

(4)

Sofistler belirli bir sistem kurmamışlardır. Ancak parlak bir fikir hayatının meydana gelmesine neden olmuşlardır.

Bu devri M.S. 17. 18. Yüz yılda inceleyen bazı düşünürler, kendi devirlerine verilen

“aydınlanma” devri adını Sofistlerin yaşadığı devirler için de kullanmışlar ve antik aydınlanması demişlerdir.( Merkezi Atina )

Gerçekte de her iki devir arsında bazı bakımlardan benzerlikler vardır.

Her iki devirde de fikir hareketleri büyük şehirlerde merkezileşmiştir.

1 - Antik aydınlanma merkezi Atina, Avrupa aydınlanmasın da Paris- Londra – Berlin 2 - Her iki devirde de çeşitli alanlarda ki geleneklere karşı çıkılmış ve fikir hayatı hareketlenmiştir.

3 - İnsan bilgisi önemli bir konu olarak işlenmiştir.

4- Devirlerini aşan düşünürler çıkmıştır. Antik aydınlanmasında Sokratesi, Avrupa aydınlanmasın da Kant’ı örnek verebiliriz.

Sofistlerin ortaya çıkışı Atina’nın siyasi gelişimleri ile sıkı sıkıya ilgilidir. Demokratik bir siyasi düzene girmiş olan Atina vatandaşları belli zamanlarda belli yerlerde toplanmakta, devlet işlerini görüşmekte, kanun teklif etmek, teklif edilen kanunlar üzerin de konuşmak, yürütecek memurları seçmek ve önemli konularda yargı işini bizzat yaparak, suçlayan ve savunan insanlar olarak konuşmak hakkına sahiptirler. Böyle siyasi ve sosyal bir düzen de başarılı olabilmek için güzel konuşmak gerekir. Bu da özel bir eğitimle olasıdır. O zamana kadar çocuklar ve gençler lalaları tarafından eğitiliyordu.

İşte Sofistlerin ortaya çıkmasında ki en önemli nedenlerden biri bu gereksinimdir.

Kendilerinden önce yaşayan filozofları gayet iyi bilen Sofistler, bunların birbirine uymayan, hatta çelişme halinde bulunan fikirlerini görmüşler ve şu kanaate varmışlardır.

Demek ki, ya bu kadar hakikat yoktur. Ya da ortada hakikat diye bir şey yoktur. Çünkü bu kadar çok ve çelişik hakikat olamaz. O halde yapılması gereken, bir taraftan insan bilgisinin olanak ve sınırlarını aramak ve diğer taraftan da güzel konuşarak herkesin kendinin hakikat diye kabul ettiklerini diğerlerine de kabul ettirmek. Çünkü insan bilgisinin olanak ve sınırları araştırıldığı zaman görülecektir ki, insan bilisinin üzerinde birleşebileceği bir hakikat yoktur. O halde insan, güzel konuşmak suretiyle karşısındakine fikrini kabul ettirmelidir.

Bu düşünceden hareket eden sofistler, güzel konuşmayı ve güzel konuşmak için gerekli bilgileri öğreteceklerini iddia ederek ortaya çıkmışlar ve yaptıkları hizmet karşılığında para almışlardır. İlk öğretmen ve hitabetçiler ve ilk gramercilerdir.

Başlıca Sofistler: Protogoras, Gorgias, Hyppino, Krates, Krihias, Trasimahos.

(5)

Protagoras, insan hakikatin ölçüsüdür diyerek insan bilgisini yine kendisine bağlamakta, yani bilginin bağıntılı olduğuna dikkat çekerek Relativizm’e ulaşmış oluyor.

Bireye bağlamakla da Subjektive Relativizm’e geçmiş oluyor. Bireycilik’in (Enduvüalizm ) ilk şekillerini Protogoras’ta görüyoruz.

Yine tüm insanların üzerinde Birleşebilecekleri bir hakikat yoktur. Demekle insan bilgisinden şüphe etmekte ve Septisizm’e öncülük etmektedir.

Protogorastan sonra Gorgias’ı görüyoruz. Üç meşhur önermesi vardır.

1- Hiçbir şey yoktur.

2- Bir şey olsaydı da bilemezdik.

3- Bilseydik de anlatamazdık.

1 – Eğer varlık olsaydı, bu yaratılmamış, sonsuz, ezeli ve ebedi bir şey olacaktı. Ya da yaratılmış sonlu bir şey olacaktı. Bir an için evrenin sonsuz yani yaratılmamış ezeli ve ebedi olduğunu, o zaman evrendeki sonlu olan varlıkları açıklayamazdık. Evrenin sonlu olduğunu düşündüğümüzde de, o zaman evrenin devamlılığı ve değişmeyi açıklayamayacaktık. Bir şey varsa ya sonlu ya da sonsuz olacaktır. Halbuki evren ne sonlu ne de sonsuz olabiliyor. O halde hiçbir şey yoktur.

2 – Bir şey var olsa da bilemeyiz. Çünkü onu bilmek için duyularımız ve aklımız var. Duyumlar bireyden bireye değişiyor. Hatta farklı zamanlarda farklılık gösterebiliyor. O halde duyular hakikati gösteremez.

İkincisi düşünme ( akıl ) ; İnsan her şeyi düşünebilir, en olmayacak şeyleri bile. Örneğin:

deniz üstünde giden bir at arabası gibi. Demek ki düşünme de bize hakikati bildiremez.

Bunların dışında bir bilgi edinme aracımız olmadığına göre bir şeyin var olduğunu kabul etsek bile bilemeyiz.

Üçüncü olarak bir şey bilsek de anlatamazdık. Çünkü, herkesin kelimelere verdiği anlamda değişiyor. Söylediklerimizin çoğu zaman anlaşılamaması veya yanlış anlaşılması bunun en açık delilidir. Çeşitli duygu ve düşüncelerimizi anlatmak için kelime bulmakta sıkıntı çekebiliyoruz. O halde bilsek de anlatamayız.

SOFİSTLERİN TENKİDİ :

Genellikle savundukları ile de çelişkiye düşen sofistler, herkesin üzerinde birleşebilecekleri bir hakikat yoktur derken ve bu söylediklerinin hakikat olduğunu savunurken çelişkiye düşüyorlar. Herkesin hakikati kendine göredir dedikleri halde, gençlere güzel konuşmayı öğreterek başarılı olmalarını sağlayabileceklerini söyleyerek de çelişiyorlar.

Hatta onlardan sonra - Sofizm – mugalata diye bir konuşma şekline de öncülük etmişlerdir.

Güzel söz ve mantık oyunları ile en olmayacak şeyleri gerçek gibi göstermişlerdir ve bu çelişkiler nedeniyle sistem kuramıyorlar. Buna rağmen Felsefe ve Kültür tarihi bakımından bir yer işgal ederler.

(6)

Birinci olarak Sofistler, spontane dogmatiklere yaptıkları itirazlarla dikkati insan ve insan bilgisi üzerine çekmek suretiyle Felsefe de Epistemoloji probleminin doğmasına ve hatta asıl Dogmatizmin ve dogmaların çıkmasına sebep olmuşlardır.

İkinci olarak, kendileri bir sistem kuramamış olmakla birlikte çeşitli felsefi sistemlere öncülük etmişlerdir. İnsan hakikatin ölçüsüdür dedikleri için Relativizm’i, herkesin hakikati kendisine göredir dedikleri için Subjektivizm’i, tek bireye önem verdikleri için de Enduvüalizm’i ve insanların üzerinde birleşebilecekleri bir hakikat yoktur dedikleri için de Septisizm’in öncüsü olmuşlardır.

Üçüncü olarak, kültür tarihi bakımından bunlar öğretmenliği ilk meslek olarak kullanmışlardır. İlk hitabetçi, belagatçı ve gramercilerdir.

Dördüncü olarak, sosyal konulardaki fikirleri ile sosyoloji ilmine adeta habercilik etmişlerdir. Cemiyetin suni olduğu temelinde bir sözleşmenin bulunduğu, sosyal kurumların insan eliyle meydana geldiği ve yine insan eliyle değişebileceği, yani sosyal konularda bir reformun olabileceği, yine insanların eşitliği fikri ilk defa Sofistler de görülmüştür.

Beşinci olarak, gerek yaşayışları ve gerekse fikirleri ile Atina’nın bütün geleneklerine karşı çıkışları, fikir hayatının yeni konular kazanmasına ve sosyal yaşayışta yeni birtakım problem ve değişmelere sebep olmuştur. Bu bakımdan önemlidirler.

SEPTİSİZM

Septisizmi anlayabilmek için çeşitli şüphe şekilleri üzerinde durmak gerekir.

1 - Adi Şüphe : Günlük yaşayışta duyulan şüphedir.Olay meydana geldikten sonra şüphe kalkar.

2 – Yöntemsel Şüphe : Descartes’in şüphesidir. Gerçeğe ulaşmak için yöntem olarak kullanılır. Sağlam bir temel bulduktan sonra şüphe ortadan kalkar.

3 – Bilimsel Şüphe : Hipotez, gözlem, deney aşamalarından sonra sonuca ulaşılınca şüphe ortadan kalkar.

4 – Septiklerin Şüphesi : Diğer şüphelerden tamamen farklıdır. Septikler de şüphe, hem bir hareket noktası hem de bir amaçtır ve devamlıdır. Bu özelliklerini göz önünde bulundurarak diyebiliriz ki septisizm gerçeğin varlığından, gerçeğin bilgisini elde etmeye götürecek araçlardan prensip olarak şüphe eden felsefi bir sistemdir.

İlk çağ ve yeni çağ septikleri diye iki gruba ayrılırlar.

(7)

İlk çağ septikleri : Sofistler, phyron,

orta akademia ( Timon, Karneades),

İskenderiye Mektebi (Sextus Emprikus,Ainesidemos, Agrippa.) Yeni çağda ise Hume’u ve Montaigne’yi görüyoruz.

Sofistler ilk çağda insanların birleşebilecekleri bir gerçekliğe ulaşamayacaklarını, hiçbir şeyin bilinemeyeceğini söyleyerek ilk şüpheyi başlatmış olmalarına, ilk şüpheciler olarak anılmalarına rağmen herhangi bir sistem oluşturamamışlardır.

Fakat sofistler de dağınık olan bu görüşler iki asır sonra yaşayan Phyron tarafından sistemleştirilmiştir. Bu bakımdan, Septisizme Phyronizm de denir. Ona göre her konuda birbirine tamamen zıt iki hüküm ortaya konulabilir. Tanrı vardır da denilebilir, yoktur da.

Evren sonlu da, sonsuz da denilebilir. Bu fikirlerden hangisini tutarsak tutalım, karşımıza daima bunun tam aksini, aynı şiddet ve kesinlikle savunanlar bulunacaktır. Dolayısı ile aldanmış olacağız ve tekrar yanılgıya düşeceğiz. Yanılmak ise insanın huzur ve sukununu bozar, oysa yaşamın amacı huzur ve sukundur. O halde hiçbir konuda kesin hüküm vermemeli, her şeyden ancak şüphe ile bahsetmelidir. Belki öyle, belki öyle değildir gibi.

Zaten insanın bilgi edinme araçları gerçeği bulmak için yeterli değildir. Ayrıca gerçek bir bütündür. Bu bütünü araçlarımızın ( akıl ve duyum ) yetersizliği nedeni ile bilemeyiz. Bazıları bütünü bilemezsek bile bir kısım gerçekleri bilebileceğimizi iddia ediyorlar. Bu görüş yanlıştır.

Çünkü parça bütün içinde ancak bir anlam ve önem kazanır. Bütünü bilemediğimize göre, bunun içindeki bir parçayı da tam olarak bilebilmemiz olasılığı yoktur. O hal de özellikle Ontoloji konularında hiçbir kesin yargı vermemeliyiz ve yaşamak için asgari bilgilerle yetinmeliyiz.

Phyron’dan sonra septisizmin orta akademia mensuplarından Timon ve Karneades’i görüyoruz. Bunlar Phyron’un fikirlerini devam ettiriyorlar. Fazla bir değişiklik yapmıyorlar.

Bunlardan sonra Septisizmin sönük bir dönem geçirdiğini görüyoruz.

M.S. 1. Yüzyıl ortalarından M.S. ikiyüz yıllarına kadar olan zaman da septisizm İskenderiye Mektebinde canlanıyor. Bütün septiklerin fikirlerini Sextus Emprikus’un eserlerinden öğreniyoruz. İki eseri var.

1 – Matematikçilere karşı,

2 – Phyroncuların Hipotezleri adını taşıyor.

Dönemin septiklerinden biri olan Ainesidemos’tur. Septisizmi savunabilmek için bilgi edinme araçları olan duyum ve düşünmeyi ele alarak, bunların yetersizliklerini anlatmaya çalışıyor.

Duyumlar bize hakikati anlatamaz, çünkü duyum bireyden bireye ve bireyin bulunduğu zaman ve ortama göre değişiklik gösterir. Kesin sonuca ulaşılamaz. “ on delil” ileri sürüyor.

(8)

İkinci olarak, düşünme de bize gerçeği bildiremez. Çünkü düşünmek demek önermeler arasında bağıntı kurmak ve yargılara varmaktır. Ancak yeni sonuçlar elde etmek için aralarında bağıntı kuracağımız önermeler duyumlarla elde edildiğine göre, duyumlarda kesin olmadığına göre elde edilen sonuçta kesin olamaz. Bunlardan başka aracımız olmadığı için hakikate ulaşmamıza olanak yoktur.

Agrippa, on delili beş delile indirmiş, başka bir değişiklik yapmamıştır.

SEPTİSİZMİN ELEŞTİRİSİ

1 – Ontoloji problemi üzerinde düşünülemeyeceği konusunda haklılar 2 – Hiçbir şey bilemeyiz demekte haksızlar

3– Septisizm tam benimsendiği takdirde insana sıkıntı verir. Ayrıca hiçbir konuda kesin yargıya varılmamalı diyen septikler, bu konuda verdikleri kesin kararla, kendi kendileri ile çelişkiye düşmüşlerdir.

SKOLASTİK DÜŞÜNÜŞ

Skolastik düşünüş, Hıristiyan dini ile sıkı sıkıya ilgilidir. İsa tarafından kurulan ve getirdiği inanç sistemi ile halk üzerinde etkili olan Hıristiyanlık bütün insanların eşit olduğunu, bu dünyanın geçici, ölümden sonraki dünyanın asıl dünya olduğunu, bu dünyada sıkıntı çekenlerin öbür dünyada rahata ereceğini kabul etmektedir. Doğal olarak bu fikirler köle sınıfı için teselli kaynağıdır. İlk tepkiyi gösteren Politeistler ve Putperestler takip edilmişler ve öldürülmüşlerdir. Çok tanrılı dinleri inkar ederek ortaya çıkan Hıristiyanlık’ın Allahsızlık ve ahlaksızlıkla suçlanmasının nedeni, o güne kadar mevcut bütün tanrıları inkar etmekte ve yepyeni bir tanrı anlayışı getirmekte olmasıdır. Şüphesiz var olan tanrılara tek bir tanrı ilave etmesi bu kadar tepkiye neden olmayacaktı. Ahlaksızlıkla suçlanıyorlar. Çünkü Hıristiyanlık o günün Hedonist ve hazcı ahlak anlayışına da karşıdır. Hedonizm, çeşitli maddi hazları iyi olarak kabul ederken Hıristiyanlık bu maddi hazların geçici olduğunu ve sırt çevrilmesi gerektiğini, yani bedenin isteklerinin öldürülmesini savunuyor. Bu anlayış İslam ve Tasavvuf’ta da vardır. Nihayet M.S 329 yılında Roma İmparatoru Konstantin’in Hıristiyanlığı Romanın resmi dini olarak kabul etmesi ile Hıristiyanlıkta yeni bir dönem başlıyor. Artık dışarıdan gelen etkilerle mücadele durmuş ve din üzerine eğilenler dinin temel hükümleri ile yani inanılması gereken dogmalarla akıl arasında bazı çatışmaların ve çelişkilerin bulunduğunu görmüşlerdir. Bunların mevcudiyeti şüphesiz dini inanışları ve dolayısı ile Hıristiyanlığı zayıflatabilirdi. Bunun için bilhassa kilise mensupları akıl ile iman arasındaki bu çatışmaları kaldırmak ve bir uzlaşma yapabilmek için gayret göstermişler, bu suretle Hıristiyanlıkta fikri bir dönem başlamıştır. Bu dönemin en önemli şahısları rahip ve papalar olduğu için, bu döneme Patristik dönem veya Kilise Papaları dönemi denir. Dönemin en büyük öncüsü Saint Augustinus olmuştur.( M.S. 354- 430) S. Augustinus Hıristiyan bir anne ile Panteist bir babanın oğludur. İlk gençliğini tam bir hedonist olarak geçirmiştir. Fakat

(9)

Çiçero’nun bir eserini okuduktan sonra belagat ve hidabete merak sarmış, daha sonra Manizm dinini kabul etmiş, fakat dinin önde gelen simalarının kofluğunu gördükten sonra tam bir Septik olmuştur. Bu septik hava içindeyken Milano Piskoposunun delaletiyle Hıristiyanlığı kabul etmiş, koyu bir savunucusu ve kuvvetli bir fikir adamı olmuştur.

Sonrasında septikler karşı yazdığı eserinde Augustinus, septiklerin iddia ettiği gibi insanın her şeyden şüphe edemeyeceğini ve sağlan olarak bildiği bir takım hakikatlerin bulunduğunu iddia etmiştir. Bunlardan bir tanesi insanın düşünmesi, bir ruha sahip olması, dolayısıyla var olmasıdır.

Diğer taraftan Augustinus’a göre, insanın zihninde bir takım prensipler vardır. Aklın ve matematiğin prensipleri gibi. Bunlar zaman ve mekanın dışındadırlar ve aynı zamanda sonsuzdurlar. Bunlara tam olarak sahip olacak bir varlığında zaman ve mekanın dışında ezeli ve ebedi olarak var olması gerekir. Böyle bir varlık ise ancak tanrıdır ve tanrı vardır. Ne kendi varlığımızdan şüphe edebiliriz ne de tanrının varlığından. Tanrı evreni hür iradesiyle yaratmıştır ve insanı da kendi modeline göre yaratıcı bir yaratık olarak yaratmıştır. Ancak insan kibri yüzünden şeytana uyarak memnu meyveyi yemiş ve tanrı gibi olmayı istemek suretiyle ilk günahı işlemiştir. Çünkü hiçbir zaman Mahluk Halik gibi olamaz. Mahluk’un Halik olmak istemesi büyük bir suçtur. Bu günah nesilden nesile bütün insanlara geçmiş oluyor.

Yani insan doğuştan günahkardır. Bundan kendisini kurtarmak için tanrıya bağlanması, ibadet etmesi gerekmektedir. Fakat , tanrının affının kime olacağı bilinmez. Bu ilahi hikmetin işidir. İnsana düşen iş; Boyun eğmek ve tanrıya bağlanmaktır.

Bu fikri dönem çok devam etmemiştir. Çünkü, Avrupa kavimler göçü ile adeta alt üst olmuş, bir huzursuzluk ve emniyetsizlik içine düşmüştür. Huzursuzluk içinde kalan ve her an çeşitli tehlikelerle karşı karşıya olan insanlar kiliseye sığınarak teselliyi orada aramışlardır. Bu ise git gide kiliseyi hakim hale getirmiştir. Avrupa da sukun teessüs ettikten sonrada Hıristiyanlık bu hakimiyetini devam ettirmiştir. Bu hakimiyet siyasi alanda olduğu kadar, fikri alanda da kendini gayet açık ve şiddetle hissettirmiştir. Bütün öğreti dinsel sebeplere dayandırılmak istenir. Bunun için kilisenin yanına skolalar açılır. Buralarda öğretim iki aşamada yapılmaktadır.

Birinci aşama : Liberal Sanatlar denilen aşamadır. ( mantık, matematik, gramer, müzik, tıp v.b)

İkinci aşama da ise tamamen dini eğitim yapılarak bir din felsefesi “Teoloji” yapılır.

Bütün fikri faaliyet bu kilise yanındaki Skolalar da yapıldığı ve bunun esaslarına uymayan hiçbir düşünce ve fikri faaliyete hayat hakkı tanınmadığı için bu döneme Skolastik dönem, dönemin düşünme tarzı ise skolastik düşünüş olarak adlandırılır.

Skolastik dönem deyince genel olarak bütün Ortaçağ anlaşılmakla birlikte, asıl Skolastik dönem 9. Asırda başlayıp 14. Asıra kadar devam eden dönemdir. Bu devrin amacı dinin dogmaları ile aklı uzlaştırmak ve bir Teoloji yapmaktır. Yöntemi Dedüksiyondur.

(10)

SKOLASTİK DÖNEMLER

Devrin konusu dinin dogmalarıdır. Dogmalar ise külli hakikatlerdir.

Skolastik dönemin en önemli problemi akıl ile iman arasındaki çatışmayı ortadan kaldırmaktır. Dolayısı ile bu bağlamda ileri sürülen fikirler özelliklerine göre Skolastik dönemi kendi içinde üç farklı döneme ayrılır.

1 - Realizm Dönemi: Dönemin temsilcisi Saint Anselmustur. Bu dönemde Platonun etkileri hakimdir. Ancak Platon bu dönemde doğrudan doğruya değil, Hıristiyanlığa daha yakın bir anlayışla Plotinos tarafından oluşturulan yeni Platonculuğun etkisi altındadır. Yeni Platonculuk St. Augustinus’uda etkilemiştir.

Skolastiğin bu devrine ulaşmasında Hıristiyan büyüğü olarak kabul edilen Augustinus’un rolü önemlidir.

Gelelim Anselmus’un dönemin önemli konusu külliler problemini nasıl açıkladığına; Ona göre külli kavramlar insan zihninden bağımsız olarak vardırlar.

Bizim zihnimize de oradan gelmişlerdir. “Külli kavramlar yaratıcı insan zihni değildir”. Külli kavramların insan zihninden ayrı bir realitesi vardır. Onun için bu döneme Realizm dönemi denir. Buna dayanarak Anselmus iman ile akıl arasında hiçbir çatışma olmadığını, iman ile bilmenin aynı şey olduğunu söylüyor.

Madem ki tanrıya inanıyorum o halde tanrıyı biliyorum. Bu fikirler bana benden gelmiş olamaz, tanrıdan gelmiştir. “Platonun idealar evreni gibi”. İnandığımız şey, aynı zamanda bildiğimiz şeydir. Külli kavramlar zihnimizden bağımsızdır.

Buna inanıyoruz ve biliyoruz.

2 – Conceptüalizm (Kavramcılık): Skolastik düşünüşün bu ikinci döneminde Aristotelesin fikirleri hakimdir. Aristotelesin ide anlayışı Platondan farklıdır. Ona göre her türlü muhtevadan ( içerik ) kurtulmuş olarak sırf bir formdan meydana gelen idealar evreni yoktur. İdealar, ait oldukları varlıkların içindedirler. Her varlık kendi ideasını gerçekleştirmek üzere vardır. Örneğin;

Platonda Meşe İdeası bu evrende gördüğümüz meşeler içinde olmayıp idealar

evrenindedir. Aristoya göre meşe bunların içindedir. Bir meşe palamutunda

bütün bir meşe ideası vardır. Bir buğday parçasında buğday idesi saklıdır. Bütün

çabası bir başak meydana getirmektir. Çiçek ideası çiçeğin içindedir gibi. Ancak

bir varlığın tam olabilmesi için aynı zamanda insan zihninde de o varlığa ait bir

kavramın olması gerekir. Bu görüşten faydalanarak Hıristiyanlığın külliler

problemine çözüm bulmak isteyen Aquinolu Thomas külli kavramlara delalet

(11)

eden varlıklar insandan ayrı olarak vardırlar. Ancak, varlıklarının tam olması için insan zihninde de onlara ait kavramların tam olarak teşekkül etmesi gerekmektedir. Bu kavramların insan zihninde teşekkül etmesi demek, bunların akıl yoluyla temellendirilmesi demektir. Yani, St. Thomasa göre önce dogmalara inanılacak, sonra da bunlar akıl yoluyla temellendirilecek, yani bilinecektir.

3 – Nominalizm (isimcilik ): Bu dönemin en önemli düşünürü Ockhamlı williamdır. Ona göre külli kavramlar insan zihninin yarattığı isimlerden başka bir şey değildir. Bunları akıl yoluyla bilmeye çalışmak boşunadır. Bunlar ancak bir iman konusu olabilirler. Aklın konusu değil, aklın konusu doğadır. Akıl ancak doğayı bilebilir. İman konusu küllileri bilemez, sadece inanır. İnanma ile bilme, iman ile akıl, birbirinden farklı şeylerdir. Bu fikirleri ile Skolastik Düşünce Wiliamda hem kemale, hem de sona ermiş oluyor. Her ne kadar skolastik düşünce 14. Asırda sona ermişse de, kilisenin hakimiyeti daha uzun süre devam etmiş ve fikir hayatını kösteklemiştir.

Referanslar

Benzer Belgeler

3.16 Kullanıcı’nın işbu Sözleşme ve Site kapsamında yer alan diğer koşul ve şartlar ile bu kapsamdaki beyan ve taahhütlerine aykırı davranması halinde

Çocukların grup içindeki etkileşimlerini izlemek, çocuk ve grup hakkında diğer yollarla erişilemeyen bilgilere ulaşmamıza olanak sağlamaktadır.. Örneğin; Arkadaşlık

Gerekli şablonlar sunulduktan sonra öğrencilerin örnek cümlelerin Türkçe karşılıklarını yazmaları beklenir.. Bu kip bir oluşun, bir kılışın veya tasarlanan bir

Ermenistan’ın resmî dili olan Doğu Ermenice, Rusya ve İran’da yaşayan Ermeniler tarafından da kullanılmaktadır.. Türkiye ve dünyanın diğer bölgelerinde yaşayan

Sartre’a göre kendisini Venedik’e kurban eden Tintoretto, yaşamının son saatlerine kadar heykellerini tamamlamaya çalışan ve hep bir eksiklik hisseden Giacometti, soyut sanat

şahsa devredilmesi veya hattın Müşteri adına kayıtlı olmaması ve Müşterinin işbu taahhütname ve eki olduğu Kredi Sözleşmesi veya MBFT ile imzalamış olduğu

shell_exec, passthru, exec gibi fonksiyonlar kullanılarak sistem komutları çalıştırılabilir. Yine asp 'ler için fso (File System Object) ve diğer programlama dillerinde

Çağdaş Uygur şiirine yeni bir ses getiren Guñga şiir hareketinin önemli temsilcilerinden biri olan Adil Tuniyaz’ın şiirleri incelendiğinde, hemen hemen her şiirinde geniş