• Sonuç bulunamadı

1970 Sonrasi agdas Trk Tiyatrosunda atisma Yaratan Bir Unsur Olarak Tre

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "1970 Sonrasi agdas Trk Tiyatrosunda atisma Yaratan Bir Unsur Olarak Tre"

Copied!
14
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

1970 Sonrasi Çagdas Türk Tiyatrosunda Çatisma Yaratan Bir

Unsur Olarak Töre

Custom As a Component Which Creates Conflict In Turkish Contemporary

Theatre After The 1970’s.

Turgut Bagir

*

ÖZET

Çalismada, 1970 sonrasi Türk tiyatro edebiyatinda, çatisma yaratan bir unsur olarak töreyi ele alan oyunlara yer verilmistir. Ele alinan bu oyunlar, öz ve biçim açisindan dramaturjik incelemeye tabi tutulup tematik ve biçimsel analizleri yapilmistir. Çalismamizda, 1970 sonrasinda yazilmis töre konulu on iki oyun yer almaktadir. Bu oyunlarda, yazarlarimizin agirlikli olarak iki töreyi ele aldiklari görülmektedir. Bunlardan biri kan davasi digeri ise kuma olgusudur. Bu iki töreden baska, birbirinden farkli üç töre daha ele alinmistir. Bunlar babasindan izinsiz asiret disinda bir erkege kaçan kizin ölümle cezalandirilmasi, bekaret olgusu ve dogum ile ilgili törelerdir. Tüm bu oyunlarda töre, çatisma yaratan bir unsur olarak ele alinip oyunun merkezine koyulmustur. Incelenen oyunlarin, biçim açisindan iki gruba ayrildigi görülmektedir. Bazi yazarlar konularini epik, bazilari ise dramatik üslupta biçimlemektedirler. Bazi yazarlar, ele aldiklari töre konusunu, içinden çiktiklari toplumsal kosullar baglaminda yansitirken bize özgü imge, simge ve formlari kullanarak özü ve biçimi ile kendine özgü ulusal bir tiyatro dili yaratmaktadirlar. Incelenen oyunlarin tümünde, törelerin sürdürülmesinde çevre faktörünün etkili oldugu vurgulanmaktadir. Bu oyunlarin bir kisminda törenin bir kader gibi algilanmasina karsi çikilmakta, kader olmadigi vurgulanmaktadir.Bu oyunlarda, töreden zarar görenlerin daha çok kadinlar oldugu gözlenmektedir. Ancak buna ragmen kadinlarin bizzat bu töreleri tasiyip yeni kusaklara aktardigi görülmektedir. Oyunlarin çogunda, törenin karsisina sevgi ile çikilmakta, sevginin gücüyle törelerin asilacagina inanilmaktadir.

ABSTRACT:

The study consists plays, deal with customs as a component of conflict in contemporary Turkish theatre after the 1970’s. Also, plays were examined according to their drama style and content and they underwent thematic and stylistic analysis. Twelve plays related with customs take place in our study. In these plays, the writers seem to deal with two customs. The first one is vendetta and the other is the fact of second wife. In addition to these, three other customs were also used. These are; a girl who was killed by her father for running away with a man outside the tribe, virginity concept and customs related to giving birth.. In all these plays customs were seen as conflict creating situations and were the centre of the plays. The plays that were analyzed can be put into two groups according to its style. Some of the writers structured their plays in an epical way while others used the dramatical way. Some writers created a special national theatre language using the images, symbols and forms, which reflect our society All the plays that were analyzed indicated that the customs lived for so long because of the environmental factors. In some parts of these plays it was argued that customs should not be seen as fate. In these plays it was observed that women suffered more from the customs. However, it was also observed that women carried these customs to the new generation. In most of the plays, customs were met with love and with the power of love it was believed that these customs will be exceeded.

*

(2)

Tiyatronun amaci da araci da insandir. Insan ise toplumsal bir varliktir. Töre olgusu her dönemde toplumsal yapi içerisinde insani kosullandirip yönlendiren önemli bir olgu olarak karsimiza çikmaktadir. Iste bu nedenledir ki geleneksel toplum yapisini koruyan Türkiye toplumunun yasantisinda önemli bir yeri olan töre olgusunun, çagdas Türk tiyatrosuna yansimalarini arastirmak ve oyun yazarlarinin töre olgusuna yaklasimlarini tespit etmek, bir zorunluluk olmaktadir.

Tanzimat döneminde yogunlasan ve Cumhuriyetle birlikte sistemli olarak yürütülen, çagdas, modern, uygar bir toplum olmayi ifade eden Batililasma süreci, Osmanli döneminden kalma gelenekçi yapinin kirilmasina neden olmustur (Berkes, 1997). Ancak, kirilan geleneksel yapi ve deger yargilarinin yerine yenisi koyulmaya çalisilirken toplum, yasadigi degerler karmasasinda bir çok alanda, degisik boyutlarda çatismalar yasamistir. Bu ikilem sonucu yasanan çatisma süreci günümüzde de devam etmektedir (Tunaya,1999). Geleneksel deger yargilarinin kosullandirdigi toplumumuzun, bugün de bu degerlerin etkisinden kurtulamadigini din istismarinin, dine dayali devlet özlemlerinin geldigi noktadan, buna bagli olarak yasanan laik-antilaik çatismalarindan anlamak mümkündür. Her gün gazete mansetlerine yansiyan, yazili ve görsel basina tasinan kan ve namus davasi öç ve kiskançlik cinayetleri, kuma, baslik parasi, kiz kaçirma, bekaret konulu haberler, törelerin günümüz insani için de önemli bir olgu olmaya devam ettigini göstermektedir.

Töre, diger toplumsal normlar içinde cezai yaptirimi en yüksek olanidir. Kati, bagislamaz tutumlariyla bazen yasalardan daha zorlayicidir (Örnek, 1995). Uygarligin gelisimi sürecinde binlerce yillik birikimin bir sonucu olarak ortaya çikan töreler, baslangiçta toplumsal gelisimi saglayan olumlu degerler oldugu halde, zaman içerisinde kurumsallasip kemikleserek bir dokunulmazlik zirhina bürünmüs, uyulmasi zorunlu, mutlak kurallar olarak kutsallasmistir. Iste törelerin binlerce yilda kazandigi bu kutsallik ve dokunulmazlik onun gücünü olusturmaktadir (Gültekin, 1998).

Kendisini toplumsal sorunlara karsi sorumlu ve duyarli hisseden her sanatçi, töre gibi son derece önemli bu sorunu gündeme getirmek istemistir. Hedefledigi topluma bir sey söylemek; bir çeliskiye, yanlisa, soruna veya dogruya isaret ederek toplumu yasam ve yasantisi üzerine düsündürmek; böylece onu degistirmek isteyen her sanatçi, töre olgusuna ilgi duymustur. Töreler, toplumsal bir olgu olmakla birlikte, dramatik edebiyat için vazgeçilmez bir nitelik olan “çatisma” yaratmada genis olanaklar saglamasi bakimindan da oyun yazarlarina kaynaklik etmektedirler.

Tiyatro sanati için çatisma dramatik yapinin ve eserin en temel unsurlarindandir (Egri, 1993). Dünya tiyatro yazinina bakildiginda, tarih boyunca birey ile

(3)

içinde yasadigi toplumun töreleri arasinda çok güçlü çatismalarin olageldigi görülür. Bu çatismanin taraflari, savunduklari degerler açisindan birbiriyle denk güçler oldugundan, seyircinin, birine ya da digerine hak vermesi, taraf olmasi kolay degildir. Çatisan taraflarin bu denli denk olmasi, dramatik çatismanin da zorlu ve etkili olmasini saglamaktadir. Ancak birey (eksen karakter/ bas oyun kisisi/ oyun kahramani), törelerle girdigi bu savastan bazen yengi bazen de yenilgi ile çikar. Sonuç ne olursa olsun kahraman, girisiminin sonucunda en az çatistigi, karsi koydugu degerler (töreler) kadar hakli oldugu kanitlamis, kendi degerlerinin kamu vicdaninda tartisilmasini saglayarak izleyiciye farkli bir bakis açisi edinme olanagi vermistir.

Çatisma, dramatik eserde önemlidir; çünkü olaylar dizisi, oyun içinde birbirine karsit taraflarin karsilikli çatismasindan dogarak gelismektedir. Çatisma ile oyunun bas kisisi olan karakter arasindaki iliski, dramatik çatisma açisindan önemli olan diger bir konudur. Çünkü bir dramatik eserde çatisma, öncelikle karakter üzerinden yaratilmaktadir. O halde karakterin sahip oldugu nitelikler de en az karakter kadar önem kazanmaktadir. Bu nedenle oyunun bas kisisi olan karakter, bir amaca sahip olmali, bu amaç dogrultusunda ne pahasina olursa olsun, sonuna dek ödün vermeden kararli bir biçimde savasmalidir. Bu yönde bir irade göstermeyen ve mücadele etmeyen kahramanin yaratacagi dramatik çatisma, yeterince güçlü ve etkili olamayacagindan, dramatik yapidaki eser çökecek; basarisiz olacaktir (Egri, 1993).

Oyun yazarlarini töre olgusuna yönelten bir baska neden de törelerin çok güçlü imge, simge ve mecazlar yaratacak olanaklar saglayarak esere görsel ve siirsel bir zenginlik kazandirmasidir. Töre olgusunu ele alan sanatçi konuyu biçimlendirirken, toplumun bilinç altinda yerlesmis bulunan bu imge, simge, mecaz, olgu ve degerlerden olusan göstergeleri kullanarak kendi toplumuna özgü ulusal özellikte bir teatral dil olusturma sansi bulur. Böylece, özü ve biçimiyle kendine özgü, ulusal bir deyis yakalayan sanatçi, hedef kitlesi olan topluma daha yalin ve dolaysiz biçimde ulasip üst düzeyde, yetkin bir iletisim kurabilmektedir. Bundan kültür, gelenek, görenek, örf, adet, töre gibi toplumsal degerler dizgesinin önemli bir teatral malzeme oldugu ve oyun yazarlarina genis potansiyel olanaklar sagladigi sonucu çikmaktadir.

Söz konusu türden çalismalar, Türk tiyatro yazininda da görülmektedir. Kapali toplum olma özelligi dolayisiyla bagli oldugu devletin hukuk sistemini özümseyip benimseyememis, kendi geleneksel deger yargilariyla yasamlarini sürdüren bazi bölgelerimizde töre, yazili olmayan bir yasa niteliginde, bir hukuk sistemi gibi varligini ve önemini günümüzde de korumaktadir. Iste bu toplumsal gerçegi göz ardi edemeyen Türk tiyatro yazarlari, töreyi konu edinen ve onu oyundaki temel çatismayi yaratan bir unsur

(4)

olarak oyunun merkezine koyan eserler vermislerdir. Ancak bu yazarlarin töre olgusuna bakislarinda ve bu malzemeyi degerlendirmelerinde, benzerlikler oldugu kadar farkliliklar da gözlenmektedir. Söz konusu olan bu benzer ve farkli yanlarin bilimsel bir arastirmayla tespit edilmesi gerekmektedir.

Bu amaçla gerçeklestirilen çalismamizda, 1970 sonrasi Türk tiyatro edebiyatinda töre konusunu ele alip onu çatisma yaratan bir unsur olarak oyunun merkezine koyan, farkli yazarlara ait on iki oyun seçildi: Oktay ARAYICI–Bir Ölümün Toplumsal Anatomisi, Orhan ASENA–Ölümü Yasamak, Erhan GÖKGÜCÜ–Ramazan ile Cülide , Murathan MUNGAN–Taziye , Turgut ÖZAKMAN–Töre , Nezihe ARAZ–

Bozkir Güzellemesi, Fazil Hayati ÇORBACIOGLU–Erkek Sati, Yüksel

PAZARKAYA–Mediha, Ismail KAYGUSUZ–Silvanli Kadinlar, Erdogan AYTEKIN– Ebekaya, Erol AKSOY–Köse Dagi’nin Köprüsü, Recep BILGINER–Sari Naciye .

Bu yazarlarin, öncelikle konu seçiminde ortak bir yaklasim içinde olduklari gözlenmektedir. Ele alinan yukaridaki oyunlarda yazarlar agirlikli olarak iki törel gerçegi islemislerdir; kan davasi ve kuma olgusu.

Yazarlarimizdan Turgut ÖZAKMAN “Töre”, Murathan MUNGAN “Taziye”, Oktay ARAYICI “Bir Ölümün Toplumsal Anatomisi” , Orhan ASENA “Ölümü Yasamak”, Erhan GÖKGÜCÜ “Ramazan Ile Cülide” adli oyunlarinda kan davasi olgusunu ele alirken; Yüksel PAZARKAYA “Mediha”, Nezihe ARAZ “Bozkir Güzellemesi” , Fazil Hayati ÇORBACIOGLU “Erkek Sati”, Ismail KAYGUSUZ “Silvanli Kadinlar” oyunlarinda kuma olgusuna deginmektedir.

Bu iki törenin yaninda birbirinden farkli üç töre ve yazar daha bulunmaktadir. Bunlardan Erol AKSOY, Köse Dagi’nin Köprüsü’nde bekaret olgusunu, Recep BILGINER, babasinin izni olmadan asiret disinda bir erkege kaçan kizin töre geregi ölümle cezalandirilisini konu edinmistir. Erdogan AYTEKIN ise Ebekaya adli oyununda Güneydogu Anadolu bölgesinde yasanmakta olan kadinlarin dogurma törenlerine iliskin bir töreyi ele almaktadir.

Incelenen oyunlarda, temel alinan töreyi olumlayan, yaninda yer alan, yasatilmasi gerektigini savunan yazar olmadigi gibi tüm bu oyunlarda töre, çatismaya yol açan bir olgu olarak ele alinip elestiri konusu edilmistir.

Murathan MUNGAN Taziye adli oyununda, kan davasini bin yildir süren topraga bagli feodal düzenin bir parçasi olarak ele almaktadir. “Öldürmek bir kez töre oldu mu, bir tek budur yasayan....” (1982:46) sözleriyle, töre halini almis ölme-öldürme eyleminin (kan davasinin) süregenligine dikkati çeken yazar, bin yillik geçmisi bulunan ve gelecekte de sürecek olan kan davasinin, töre olmaktan çikarilmasini istemektedir. Kan

(5)

davasi töresinin karsisina sevginin-sevdanin töresiyle çikan yazar, kin, nefret ve kan ile beslenen topragin töresinin ancak sevgi ile yikilabilecegine inanmistir. “Insan demek töre demektir” diyen MUNGAN, töresiz insan ve toplum olmayacagini, bir törenin yikilip digerinin dogacagini, böylece insan var oldukça törelerin de var olacagini söylemektedir. Madem ki insan demek töre demektir, töresiz insan ve toplum olamamaktadir, o halde ölme-öldürme töre olmaktan çikarilip sevginin, sevdanin töresi egemen kilinmalidir.

Oktay ARAYICI da Bir Ölümün Toplumsal Anatomisi adli oyununda kan davasi töresini MUNGAN’da oldugu gibi topraga bagli feodal düzenin bir sonucu ve parçasi olarak görmektedir. Ancak ARAYICI’da, bu feoda l düzende var olan sömürü düzeninin alti kalin çizgilerle çizilmis, öne çikarilmistir. Töre (kan davasi), ayni zamanda bu sömürü düzeninin sürmesinde kullanilan bir araç olma özelligi tasimaktadir. Düzenin basindaki feodal beyler-agalar, güçlerini büyütmek için daha çok topraga sahip olma egilimindedirler. Bu nedenle ortaya çikan kan davasi, toprak beylerinin, agalarin bir erk savasidir ve bu savasta hiçbir çikari olmayan sömürülen köylüler de canlarindan olmaktadir. Toprak agalari sömürü düzenini devam ettirmek, egemenliklerini korumak için töreyi de insani da dilediklerince kullanabilmektedirler. Kan davasi töresinin sona ermesi ancak feodal düzenin tasfiyesi, sömürü düzeninin yikilmasiyla olasidir.

Turgut ÖZAKMAN’in kan davasini ele alan Töre adli oyununda, törenin karsisina baska bir töre ile çikilmakta, ayni zamanda iki töre birbiriyle çatismaktadir. Yazar, oyununda kan davasi gibi olumsuz bir törenin karsisina, Anadolu insaninin güzelligini yansitan bir baska töreyle; misafirligin töresiyle çikmaktadir. Mustafa, kan davasinda öldürülmemek için düsmanin evine siginmistir. Töreler geregi eve gelen misafir, düsman dahi olsa ona zarar verilememektedir. Ailenin reisi olan Kara Hasan, evde kistirilmis olan bu genci öldürüp töreyi yerine getirmek istemektedir. Ancak evin en yasli kadini olan Nene, Kara Hasan’a misafirligin töresini hatirlatip eve siginmis genci öldürmesine izin vermez.

Böylece, ÖZAKMAN da kan davasinin karsisina sevgiyi koymaktadir. Yazar, bunun için kadinin dogasinda bulunan sevgiyi, sevinci yesertme potansiyeline güvenmektedir. Sevginin, barisin, insani olanin temsilcisi olan Nene araciligiyla kan ve kin denizinde sevgi yesertmenin mümkün olabilecegini söyleyen yazar, oyunda gerçeklesemeyen bu düsün yasamda gerçeklesmesi umudunu dile getirmektedir. Insan, öfkesine kamçi degil dizgin vurdugunda, ölümü degil; sevinci, sevdayi simartip azdirdiginda, kan davasi gibi aci ve yikim getiren töreler yikilacak, daha insanca olan “misafirligin töresi” egemen kilinacaktir. Çatisma yaratan, insana aci ve yikim getiren kan

(6)

davasi töresini elestiren yazar, insana yakisan ve daha hümanist karakterli bir baska töreyi yüceltmektedir.

Orhan ASENA, Ölümü Yasamak’ta tipki diger kan davasi konulu oyunlarda oldugu gibi ölümü yasamaktan yasami tatmaya firsat bulamayan insanlari ele almaktadir. Bir bizden, bir onlardan düzeni içerisinde bir ritüel gibi sürekli el degistirerek devam eden bu ölme-öldürme eylemi, kan davasini sürdüren iki tarafa da aci ve yikim getirmektedir. Bu töre çerçevesinde çatisan davanin iki tarafindakiler de birer kurbandirlar. Öldüren bilmektedir ki ölüm bir gün mutlaka kendisini de bulacaktir. Daha düsmanini öldürdügü an öldürme sirasinin düsmanina, ölümün ise kendisine düstügünü bilmekte ve ne zaman öldürülecegini beklemeye baslamaktadir. Öldürülecegi ani beklemek de en az ölmek kadar aci verdiginden, düsmana siktigi kursun ile kendisini de öldürmüs olmaktadir. Oyun kisileri, bunu tanrisal bir iradenin ürünü olan kader ile açiklamakta, degistirilemeyecek, yerine getirilmesi gereken bir zorunluluk olarak kabul etmektedirler.

Orhan ASENA, oyun kisilerinden Mustafa araciligiyla, kan davasinin bir kader olmadigini, insanin içinde biriken öfke ve kinin, karsi koyamadigi intikam duygusu araciligiyla yol bulup kan davasini besledigini söylemektedir. Kan davasini önlemenin yolu, insanin içinde biriktirdigi öfke ve kinin önünü kesip, bu acimasiz töreye karsi ne pahasina olursa olsun savasmaktan geçmektedir. ASENA da yine sevginin gücüne isaret etmektedir.

Erhan GÖKGÜCÜ’nün Ramazan Ile Cülide adli oyununda töre (kan davasi), Oktay ARAYICI’nin oyununda oldugu gibi sömürü düzeninin devam etmesine yarayan bir araç olarak karsimiza çikmaktadir. Ancak burada düzenin basindaki kisinin davanin taraflarindan biri olmadigi, sadece bu davanin sürmesini isteyen ve bundan çikar saglayan üçüncü sahislar oldugu görülür. Kan davasi töresine elestirel yaklasan GÖKGÜCÜ, yoksulun kan davasi gütmemesi gerektigini söylemektedir. Yazara göre yoksulun bir tek kavgasi vardir o da ekmek kavgasidir; geçim kavgasidir. Bu kavga ise birbiriyle degil, birlesip güç birligi olusturarak sömürü düzeninin basindakine karsi yapilmalidir. Bu kavgada savasan her iki taraf da kaybetmektedir. Kazanan tek kisi ise kan davasini körükleyip devam ettiren ve bundan çikar saglayan “sömürenler”dir.

Yüksel PAZARKAYA, antik Yunan oyun yazarlarindan Eurupides’in “Medeia” adli oyunu ile kosutluklar kurarak kaleme aldigi kuma konulu Mediha adli oyununda, kadinlarin binlerce yildir degismeyen kaderine dikkat çekmis, kadini asagilayici, küçültücü bir töre olan kuma olgusuna elestirel bir bakis açisiyla yaklasmistir. Mediha, üzerine kuma almak isteyen kocasiyla çatismaktadir. Iki bin bes yüz yil önce Medeia’nin kisiliginde simgelestirilmis olan kadinin acilari, horlanmisligi, bir kader gibi

(7)

günümüzde de devam etmektedir. Ancak kadinin verdigi onur mücadelesi, geçmiste oldugu gibi bugün de yarin da devam edecektir, etmelidir. Ta ki onur kirici bu kuma töresi ortadan kalkincaya dek.

Nezihe ARAZ, yazdigi kuma konulu Bozkir Güzellemesi’nde, töre karsisinda kadinin ezilmisliginin bireysel degil genel ve toplumsal bir sorun oldugunu vurgulamistir. ARAZ, ayni kaderi paylasan toplumdaki tüm kadinlarin, birbirini rakip ve düsman olarak görmeden, dayanisma içinde olmaya çagirmaktadir. Yazara göre, kadini bir yazgi gibi kusatan kuma töresi, erkek egemen toplumun bakis açisinin bir ürünüdür ve bu sorunu asmak ancak toplumda var olan erkek egemen yapiyi kirmakla olasidir. Bunun için kadinlarin birbirine sahip çikip güçlerini birlestirmesi ve bir dayanisma içinde mücadele vermesi gerekmektedir.

Ismail KAYGUSUZ, berdel ve kuma törelerini bir arada kullandigi Silvanli Kadinlar’da, kadere kulluk edip eli kolu bagli durmamak gerektigini söylemekte, mücadele etmeden, yazginin degistirilemeyecegini vurgulamaktadir. Berdele, kumaya, kadini hor görüp asagilayan onur kirici bu törelere karsi bas kaldirmaya çagirmaktadir seyirciyi.

Fazil Hayati ÇORBACIOGLU ise yine kuma içerikli Erkek Sati oyununda, tüm olumlu nitelikleriyle çevresinde saygi ve itibar gören, Erkek Sati’nin, kirsal yasamin törel gerçekleri çerçevesinde kocasi tarafindan horlanip bir kenara atilisindaki dramatik çeliskiye isaret etmektedir. Kurtulus Savasi’nda cephede ön saflarda gönüllü olarak savasmis, gösterdigi basari ve yararliliklarindan dolayi onbasi rütbesi ve madalya ile ödüllendirilmis korkusuz, yürekli, mert, evine ve kocasina sevgiyle bagli Erkek Sati, çevresinden gördügü itibar ve saygiyi kocasindan görememektedir. Karisinin gördügü itibardan memnun olmadigi gibi bundan rahatsizlik duyan kocasi, Erkek Sati’nin üzerine kuma getirmektedir. ÇORBACIOGLU, Erkek Sati’nin kisiliginde, yasadigi toplumda hak ettigi noktaya gelememis, ezilip horlanmis tüm Anadolu kadininin durumunu yansitmakta, kuma olgusunu tartismaya açmaktadir.

Köse Dagi’nin Köprüsü oyununda, törelerin devletin yasalariyla karsitligini gündeme getiren Erol AKSOY, bu yolla tartismaya açtigi geleneksel deger yargilarini elestiriye tabi tuttugu gibi kirsal kesim kapali köy toplumunun bu çagdisi, kati ve tutsak edici törelere mahkum edilmesinde payi bulunan devlete de bir sorumluluk yüklemektedir. Erkek egemen toplumun kati namus anlayisinin bir sonucu olan bekaret probleminin neden oldugu bir intihar olayindan yola çikarak, kapali köy toplumunda var olan çagdisi, tutsaklastirici törel degerler sorguya çekilmekte, feodal yapinin iç yüzü açiga çikarilip sergilenmektedir. Ancak köylünün bu noktada olmasinda bireyin sorumlulugu oldugu gibi

(8)

en büyük sorumluluk devlete düsmektedir. Devlet, köylüyü uygar dünyanin çagdas yasam olanaklariyla bulusturmamis, egitim, saglik, kültür, ulasim, haberlesme vb. alanlarda üstüne düseni yapip insanca yasamin asgari kosullarini saglayamamistir. Kaderiyle bas basa birakilmis olan köylü, devletten umudunu kesmis, bildigi geleneksel-törel degerlere bagli olarak yasamak zorunda kalmistir.

AKSOY, toplumsal gelismenin önünde engel, çagdisi, tutsaklastirici ve acimasiz törelerin bu yüzyilda halen egemen olmasinin temel nedenini cehalete, egitimsizlige ve insana yatirim yapilmamasina baglamakta, bunun için sorumlulugunu yerine getirmeyen devleti birinci derecede elestirmektedir. Egitim ile cehalet ortadan kalkacak; bekaret, kuma, imam nikahi gibi çagdisi törelere, itibar edilmeyecektir.

Erdogan AYTEKIN, Ebekaya adli oyununda, törelerin bir baska karakterini öne çikarmis, akilci ve bilimsel bilgi ile olan karsitligina dikkati çekmistir. Hiçbir bilimsel ve tibbi niteligi olmayan ebekaya töresi nedeniyle pek çok kadin ve çocuk hayatini kaybettigi halde kadinin hastanede ve doktor kontrolünde dogum yapmasi törece yasak sayilmistir. AYTEKIN, bireyi mutsuzluga mahkum eden ebekaya töresi gibi çagdisi, tutucu ve tutsaklastirici törelere karsi savas açmaktadir. Toplumsal gelismenin önünde bir engel olan bu gerici karakterli töreler yikilmali, insan; çagdas yasamin gerekleri dogrultusunda özgürce yasayabilmelidir. AYTEKIN’e göre bu çagdisi töreler ile toplumda egemen olan güç odaklari arasinda yasamsal bir bag bulunmaktadir. Bu törelere dayanip ondan güç alarak varolan bu kisiler, çikarlarini sürdürmek için törelerin ihlal edilmesine izin vermemekte onu yasatmaya çalismaktadir. Ancak çagdas dünyanin degisen kosullarinda yikilmaya mahkum olan bu töreler de töreleri kisisel çikarlari için kullananlarin kurdugu düzen de yikilmaya mahkumdur.

Recep BILGINER, Sari Naciye adli oyununda, törelerin insan dogasina aykiri oluslarina dikkati çekmistir. Acimasiz kurallar koyarak insana aci ve yikim getiren töreler, insanin tabiatina aykiridir ve insan tabiatini hesaba katmadan yasa olmuslardir. Insan gönlünün kafese kapatilmis bir kus gibi tutsaklastirilamayacagini söyleyen BILGINER de, törenin karsisina sevgi ile çikmaktadir. Seven insanin yüregi töre, yasa, kural muhasebesi yapamayacak kadar heyecanli ve özgürlükçü oldugundan, toplumsal normlarla çatisma halinde olacaktir. BILGINER, ne denli kati kurallar koysalar da insan dogasina aykiri olduklari sürece, törelerin yikilmaya mahkum oldugunu dile getirmektedir. Insana aci ve yikim getiren törelerin ancak sevgiyle yikilabilecegini vurgulayan yazar, bunu oyununa da yansitmis, evlat sevgisi töreler karsisinda üstün gelmistir.

Tüm bu oyunlarda ortak bir özellik olarak, törelerin sürdürülmesinde çevre faktörünün vurgulandigi görülür. Bu faktör, kimi zaman töreyi kullanmak yoluyla bundan

(9)

kisisel çikar elde etmek, kimi zaman kinamak, dislamak ya da övmek, pohpohlamak yolu ile etkili olmaktadir. Oyun kisileri, töreyle ilgili bir zorunlulukla karsi karsiya kaldiginda bunu, akil ya da yüreginin süzgecinden geçirmekten çok “el alem ne der” ölçegine vurmakta, çevrenin ölçütleriyle hareket etmektedir.

Ramazan Ile Cülide , Ebekaya, Bir Ölünün Toplumsal Anatomisi, Köse Dagi’nin Köprüsü oyunlarinda, töreyi kullanmak yoluyla kisisel çikar elde eden kisiler ön plandadir.

Ramazan Ile Cülide ’de Barut Osman, kan davasi güden iki asiret arasindaki düsmanligi kullanarak bir sömürü düzeni kurmustur. Taraflari birbirine karsi koz olarak kullanip ucuz is gücünden yararlanmaktir. Ebekaya’da köyün agasi, imam, ebekadin Zeyno, köy yerindeki iktidar ve itibarlarini törelere dayanarak saglayan kisilerdir. Imam’in ve ebekadin Zeyno’nun geçimi ve itibari, törelerin devamini gerektirir. Aga ise iktidarini törelerden almakta, köylünün bilinçlenmesini istememektedir. Köse Dagi’nin Köprüsü’nde Muhtar, Imam, Osman Aga, geleneksel yapinin törelerin sürmesinden dogrudan çikari olanlardir ve degisimi hos karsilamamaktadir. Bir Ölümün Toplumsal Anatomisi’nde Abdülgani, avukat Erhan ve Seyh Üveyiz, töreleri kisisel çikarlari için kullananlardir.

Oyunlarda, töreyi yerine getirmek, köy yerinde itibari arttirdigi gibi bundan kaçmak kinama, dislama, asagilama vb. tepkiler dogurmaktadir. Ölümü Yasamak, Bir Ölümün Toplumsal Anatomisi, Töre , Sari Naciye , Köse Dagi’nin Köprüsü, Taziye , Ramazan Ile Cülide , Bozkir Güzellemesi, Ebekaya oyunlarinda, bu çevresel faktörler etkili olmakta, oyun kisilerinin yönelmelerini belirleyebilmektedir.

Oyunlarin bazilarinda, törenin tanrisal bir iradenin ürünü olan kader gibi algilanmasina vurgu yapilmakta, bunun kader olmadigi anlatilmaktadir. Taziye , Ölümü Yasamak, Mediha, Bozkir Güzellemesi, Silvanli Kadinlar töreyi ayni zamanda bu açidan da ele alan oyunlardir.

Sari Naciye , Töre , Taziye , Bozkir Güzellemesi, Ramazan Ile Cülide , Silvanli Kadinlar oyunlarda, törenin karsisina sevgiyle çikilmakta, sevginin gücünün töreyi asacagina inanilmaktadir.

Incelenen oyunlarda yazarlar, töreyi, aci ve yikim getiren, toplumsal gelisimin önünde engel, tutucu, baskilayici, yasaklayici, tutsaklastirici ve çatisma yaratan bir olgu olarak ele almis ve bu nitelikleriyle elestiriye tabi tutup yikilmasi gerektigine isaret etmislerdir.

Incelenen oyunlarin tümünde, törele rden birinci derecede zarar görenler en çok kadinlar olmaktadir. Bu oyunlardan Mediha, Erkek Sati, Silvanli Kadinlar ve

(10)

Bozkir Güzellemesi, kuma olgusunu ele alan oyunlar olup tümüyle kadin odaklidirlar. Töreler ve din, erkege birden çok kadinla evlenme hakki tanidigindan, yüzlerce yildir erkek bu hakkini kullanmakta, ilk esinin üzerine kuma almaktadir. Ancak erkek egemen bakis açisiyla sekillenmis geleneksel törel yapinin bir sonucu olarak ortaya çikan bu olgu, kadin için her zaman asagilayici, onur kirici bir durum oldugundan, bu töre ile kadin arasinda sürekli bir çatisma hali olagelmistir. Kuma konulu bu oyunlarda zarar gören ve bu töreden magdur olan; daha çok kadindir.

Bekaret, kuma, imam nikahi gibi törelerin yer aldigi Köse Dagi’nin Köprüsü, dogum ile ilgili bir törenin anlatildigi Ebekaya ve babasinin rizasi olmadan bir erkege kaçan kizin öldürülmesini konu alan Sari Naciye oyunlari, yine kadin sorunlarina odaklanmis oyunlardir. Bu oyunlarda da töreden birinci derecede zarar görenler kadinlardir.

Kan davasi ve törelere aykiri ask hikayesinin iç içe oldugu Taziye , Töre , Ramazan Ile Cülide oyunlarinda, çatismanin merkezinde (Taziye , Töre ) ya da bir tarafinda kadinlar yer almaktadir.

Yine kan davasi konulu Ölümü Yasamak, Bir Ölümün Toplumsal Anatomisi oyunlarinda, töreye kurban edilen ya da bu töreden dolayi kadinligini unutmus, yüregi kararmis kadinlar görülmektedir.

Töreden en çok kadinlar zarar gördügü halde, bazi oyunlarda kadinlarin ayni zamanda, bu töreleri tasiyan ve yeni kusaga aktaran kisiler old ugu görülmektedir. Taziye ’de Kevsa, Bir Ölümün Toplumsal Anatomisi’nde Zalha, Ölümü Yasamak’da Aysa Ana, Bozkir Güzellemesi’nde Halime, Köse Dagi’nin Köprüsü’nde Sultan, Sidika Ana, Ebekaya’da Hacer, Zeyno bu nitelikteki kadinlardan bazilaridir.

Bir Ölümün Toplumsal Anatomisi, Ebekaya, Silvanli Kadinlar, Bozkir Güzellemesi, Köse Dagi’nin Köprüsü ve Taziye’de törenin, din ya da hurafelerle iç içe geçtigi görülmektedir.

Bu oyunlarda töreler yasalara, bilime, insan dogasina ve çagin gereklerine aykiriliklar göstermekte, bunlarla çatismaktadirlar.

Bir Ölümün Toplumsal Anatomisi, Taziye , Ölümü Yasamak, Ramazan Ile Cülide , Töre , Sari Naciye , Ebekaya ve Köse Dagi’nin Köprüsü’nde, oyun kisilerinin töreye karsi içten içe bir yilginlik yasadiklari görülmektedir.

Kan davasi konulu oyunlarda ölmek ve öldürmek, bir sizden bir bizden düzeni içerisinde tekrarlanan bir ritüel gibidir. Öldüren taraf, öldürme sirasinin karsi tarafa geçtigini, ölümün kendi ailesinin etrafinda dolandigini bilmekte, her an öldürülmeyi bekleyen bir kurban olmaktadir. Kan davasinin kazanani yoktur; her iki taraf da bu törenin

(11)

kurbanidir. Kan davasini kimin ve neden baslattiginin, kimin hakli ya da haksiz oldugunun bir önemi kalmamis; davayi sürdürmek ve ne olursa olsun töreyi yerine getirmek tek amaç olmustur.

Konusu dogrudan kadinla ilgili olan Erkek Sati, Mediha, Silvanli Kadinlar, Bozkir Güzellemesi, Köse Dagi’nin Köprüsü oyunlarinda töre olgusu, erkek egemen bakis açisinin bir sonucu olarak ele alinmakta, erkeklere dair yogun bir elestiri yönelt ilmektedir. Erkegin egemenligi altinda ezilmekte olan kadin, alinip satilmaktan, kullanilip bir kenara atilmaktan, erkegin kendisi üzerinde karar vermeye yetkili tek kisi olmasindan rahatsizlik duymaktadir. Sorun, kadinin toplumda hak ettigi yere gelememis olmasiyla birlikte ele alinmaktadir.

Bir Ölümün Toplumsal Anatomisi, Taziye , Ölümü Yasamak, Töre , Silvanli Kadinlar, Bozkir Güzellemesi, Köse Dagi’nin Köprüsü, Sari Naciye ve Ebekaya oyunlarinda, oyun kisilerinin sonunda bilinçlendigi, törenin yanlisligini anladigi görülmektedir.

Incelenen oyunlarin biçim açisindan iki gruba ayrildigi görülür. Sari Naciye , Töre , Ölümü Yasamak, Ebekaya, Erkek Sati, Köse Dagi’nin Köprüsü isimli oyunlar kapali biçim-benzetmeci üslupta (dramatik); Silvanli Kadinlar, Bir Ölümün Toplumsal Anatomisi, Ramazan Ile Cülide , Taziye , Bozkir Güzellemesi ve Mediha ise açik biçim-göstermeci üslupta (epik) biçimlendirilmistir.

Kimi oyunlarda yazarlarin, güçlü karakterler yaratip bu karakterler araciligi ile çatismayi olusturmak yerine oyun kisilerini simgesel tiplere indirgemeyi tercih ettikleri görülür. Oyun kisilerinin simgesel tip boyutuna indirgenmesiyle yazarin iletmek istedigi düsünce ön plana geçmekte, böylece karsit görüslerin temsilcisi olan bu simgesel tiplerin tartisma-çatismasi yoluyla oyunun tezinin kalin ve etkili çizgilerle dile getirilmesi saglanmaktadir.

Bu oyunlarda olaylar anlatici, arastirici, savci, hakim, bas agitçi ya da danisman kadin gibi kisiler araciligi ile sorgulanip sorusturulmakta ve sergilenmektedir. Verilen ifadeler, hatirlamalar, yeni ip uçlari ile gelistirilen olaylar dizisinde, zamanda geriye dönüslerle siçramali bir anlatim elde edilmekte, geçmis ve simdiki zaman birlikte yansitilmaktadir. Bir mahkeme-durusma havasinda gerçeklestirilen bu form, yazarlarin töreye karsi tavirlari ile kosutluklar göstermektedir. Bu oyunlarda törenin insana aci ve yikim getiren, baskici ve tutsaklastirici niteliklerinden dolayi elestirilip yargilandigi gözlenmektedir. Oyunun biçimlendirilisinde görülen bu durusma havasi, yazarla rin töreyi yargilayan tavrina uygun düsen bir form olmaktadir. Yazarlar bu yolla, töreleri etkili oldugu çevresi içerisinde ele alip arastirmakta, sorgulama-sorusturma yolu ile suçu ve

(12)

suçluyu ortaya çikarip yansitmakta, seyirciyi bilgilendirip aydinlatarak karar vermesini saglamaktadir. Erkek Sati, Köse Dagi’nin Köprüsü, Bir Ölümün Toplumsal Anatomisi, Ramazan Ile Cülide , Silvanli Kadinlar, Mediha ve kismen Taziye , bu özellikte oyunlardir.

Bazi yazar ve eserlerin, tiyatroda ulusallasma ve ulusal kaynaklara yönelme açisindan önemli bir çaba içerisinde olduklari, özü ve biçimi ile kendine özgü ulusal bir tiyatro dili olusturma yolunda önemli adimlar attiklari gözlenmektedir. Yazarlar, ele aldiklari törel konuyu, içinden çiktiklari toplumsal kosullar baglaminda yansitirken bize özgü imge, simge ve teatral anlatim formlarini mümkün oldugunca kullanmak yoluyla bir ulusal tavir-deyis yakalamaya çalismaktadirlar. Oktay ARAYICI’ nin, Bir Ölümün Toplumsal Anatomisi ile Murathan MUNGAN’ nin Taziye adli oyunu buna örnek gösterilebilir. Bu oyunlarda, özü ve biçimiyle kendilerine ve bize özgü bir tiyatro dili yakalayan yazarlarin, iki ayri kaynaktan beslendikleri görülür. Bunlardan Oktay ARAYICI, Türk köy seyirlik oyunlarinin, Murathan MUNGAN ise Dogu toplumlarina özgü taziye geleneginin biçimsel konvansiyonlarini degerlendirmislerdir.

Nezihe ARAZ, Bozkir Güzellemesi’nde türküler, danslar, ve soyutlastirilmis olarak kullanilan simgesel-folklorik elemanlar yoluyla, Orhan ASENA ise Ölümü Yasamak’ta topluma ait simgesel, törensel, dinsel motifleri etkili olarak görsel anlatima dönüstürmek suretiyle, bize özgü ulusal bir tavir arayisi içinde olan yazarlarimizdir.

Bozkir Güzellemesi’nde Nezihe ARAZ, Bir Ölümün Toplumsal Anatomisi’nde Oktay ARAYICI, Ramazan Ile Cülide’de Erhan GÖKGÜCÜ, Silvanli Kadinlar’da Ismail KAYGUSUZ’un Bertold Brecht’in epik-diyalektik tiyatrosu ile geleneksel Türk tiyatrosunun açik biçim-göstermeci niteliklerini birlestirme yoluna gittikleri görülmektedir.

Erhan GÖKGÜCÜ, Shakespeare’in “Romeo Ve Jüliet” oyununu günümüz Türkiye’sine adapte ederken geleneksel Türk tiyatrosunun kimi konvansiyonlarini kullanmakla yetinmistir. Ismail KAYGUSUZ ise Silvanli Kadinlar’ da ele aldigi konuyu teatral bir malzemeye dönüstürürken ulusal motifleri daha yogun ve etkili kulla nmak yoluyla ulusal bir dil olusturma kaygisi içindedir.

Ebekaya’da Erdogan AYTEKIN, Töre ’de Turgut ÖZAKMAN, oyunun bütününden bagimsiz olarak kullandiklari oyun çikarma gelenegini, bize özgü ulusal bir renk olarak degerlendirmislerdir.

Köse Dagi’nin Köprüs ü’nde Erol AKSOY, Erkek Sati’da Fazil Hayati ÇORBACIOGLU, Sari Naciye ’de ise Recep BILGINER, ele aldiklari töreyi gerçekçi-benzetmeci biçimde, dogal çevresi içerisinde yansitmakla yetinmis, yalnizca konu

(13)

seçiminde ulusal olmakla kalmislardir. Yüksel PAZARKAYA da kuma konulu Mediha adli oyununda, yalnizca bize özgü toplumsal bir sorunu ele alarak özde ulusal olmayi basarmis, ancak biçimde ulusallasma kaygisi tasimamistir. Euripides’in Medeia adli oyununu yeniden ele alip kosutluklar kurarak biçimlendirdigi Mediha’da klasik tragedya formunu zorlayan PAZARKAYA, yerel kaynaklardan yararlanma yoluna gitmemistir.

Özetle, 1970 sonrasi çagdas tiyatro yazarlarimiz, töre konusunu teatral bir malzeme olarak degerlendirirken, çatisma yaratan bir unsur olarak ele alip oyunun merkezine koymus, toplumsal gelismenin önünde engel olmalari, tutucu tutsaklastirici, insana aci ve yikim getiren çagdisi nitelikleri nedeniyle elestirilmislerdir. Törelerin karsisina insani olan sevgiyi koyma egiliminde olan bu yazarlarimiz, sevginin gücüyle sorunun asilabilecegine isaret edip izleyiciyi törelerin yikilmasi dogrultuda çaba göstermeye çagirmaktadirlar. Tiyatroda dramatik metnin en önemli unsurlarindan biri olan dramatik çatismayi güçlü ve etkili kurmak açisindan basarili oyunlar bulu nmakla birlikte, seçilen malzeme (töre) olanak sagladigi halde, bu bakimdan genel bir zafiyet gözlenmektedir. Ele aldiklari konuyu toplumsal yasamin gerçeklerinden seçtikleri için, öz’de ulusal olana yönelmis olan bu yazarlarin, konularini biçimlemede farklilastiklari görülür. Yazarlarimizdan bazilari açik göstermeci (epik), bazilari ise kapli biçim-benzetmeci (dramatik) üslubu seçmistir. Bazi yazarlar, öz’de ulusal olmakla yetinip ele aldiklari törel konuyu bilinen tiyatro kaliplari içinde biçimlemekle yetindikleri halde, bazilari Tiyatroda ulusallasma ve yerel kaynaklardan yararlanma konusunda bilinçli ve etkin bir çaba içindedirler. Bu yazarlar, ulusal-yerel kaynaklara yönelip geleneksel Türk tiyatrosunun biçimsel konvansiyonlarindan, topluma ait imge, simge, norm, form ve çesitli folklorik ögelerden olusan göstergelerden yararlanarak ayni zamanda biçim açisindan da ulusal bir dil/tavir yakalamak istemektedirler. Bu konuda kaygi tasiyip bir çaba içinde olan yazarlarimizdan bazilari oldukça yetkin eserler verdigi halde, bazilari yeterli yetkinlige ulasamadan iyi niyetli girisimler olarak Türk tiyatro tarihindeki yerlerini almaktadirlar.

KAYNAKÇA:

Aksoy, Erol. 1998. Köse Dagi’nin köprüsü . Ankara: Kültür Bakanligi.

Arayici, Oktay.1982. Bir ölümün toplumsal anatomisi. (2. basim). Istanbul: Yeni Türkü Oyun Yay.

Araz, Nezihe. 1974. Bozkir güzellemesi. (teksir). Ankara: Devlet Tiyatrolari Dramaturgi Bürosu. Asena, Orhan. 2000. Ölümü yasamak . Ankara: Kültür Bakanligi.

(14)

Aytekin, Erdogan. Ebekaya . Ankara: Kültür Bakanligi.

Berkes, Niyazi. 1997. Baticilik ulusçuluk ve toplumsal devrimler-II. Istanbul: Cumhuriyet. Bilginer, Recep. 1997. Sari Naciye. Ankara: Kültür Bakanligi.

Çorbacioglu, Fazil Hayati. 1976. Erkek Sati . (teksir). Ankara: Devlet Tiyatrolari Dramaturgi Bürosu.

Egri, Lajos. 1993. Piyes yazma sanati (Çev.S. Taser). (2. Baski). Izmir: Ileri Kitabevi. Gökgücü, Erhan. 1972. Ramazan ile Cülide. (Yazarin Orijinal metninden Fotokopi). Gültekin, Mehmet Bedri. Gelenek ve gelisme . Istanbul: Kaynak.

Kaygusuz, Ismail. 1998. Silvanli kadinlar. (Yazarin Orijinal Metninden Fotokopi). Mungan, Murathan. 1982. Taziye. Ankara: Dost.

Örnek, Sedat Veyis. 1995. Türk halkbilimi. Ankara: Kültür Bakanligi. Özakman, Turgut. 1991. Ah su gençler- töre- ocak . Istanbul: Boyut. Pazarkaya, Yüksel. 1993. Mediha. (2. baski). Ankara: Kültür Bakanligi. Tunaya, Tarik Zafer. 1999. Batililasma hareketleri-II. Istanbul: Cumhuriyet.

Referanslar

Benzer Belgeler

Halk anlatılarının bir formülden yola çıkıp geliştiği, çeşit- lendiği, varyantlarına ayrıldığı tezi (Degh 1989, 49-50) kabul edi- lirse; anlatıcı /

Agtk Ders MalzemeleriSistemine eklenmek i.izere hazrrlanmrg yukarrda bilgisiverilen ders igeri$i, di..izen ve kapsam agrsrndan uygundur. Ofretim Elemanr

Küresel kapi- talizm dolaylı olarak yerel olanın kendi’ni ve öteki’ni tanımasını sağlıyorsa, yerel olan ile küresel olan birlikte bütüncül bir dünya

Kökenini ritüellerden alan, büyük çoğunluğunun oyun yapısı do- ğanın canlanışı, hayvanların yavrulaması, ya da yağmur yağdı- rılması gibi doğayı etkilemek

Coğrafi konumu nedeniyle Doğu ile Batı'nın buluştuğu bir or- tamda yeşeren Türk kültürü ve bu kültürün ürünü olan Türk tiyatrosu 71 yıllık Cumhuriyet dönemi içinde,

Görüldüğü gibi Bilgesu Erenus;un amacı, seyircinin, küçük bur- juva aydını denilenkesimi eleştirici bir gözle görmesini, hatta onu yargılamasını sağlamaktır. Yazar

Tiyatro sanatçısının meslek saygınlığını korumak adına uyması gereken temel ilkelerden biri durumuna gelecek olan bu düşünceyi gerek Darülbedayi gerekse Devlet Tiyatrosu

1942 yılında Avni Dilligil’in girişimi ile kurulan Ses Tiyatrosu Operet Topluluğu İstanbul operet yaşamına büyük katkıda bulunmuştur.Bu dönem Şehir Tiyatrosu’ndan daha