• Sonuç bulunamadı

ÇANAKKALE ZAFERİNİN 106. YILDÖNÜMÜNDE TÜM ŞEHİTLERİMİZİ SAYGI VE RAHMETLE ANIYORUZ

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "ÇANAKKALE ZAFERİNİN 106. YILDÖNÜMÜNDE TÜM ŞEHİTLERİMİZİ SAYGI VE RAHMETLE ANIYORUZ"

Copied!
26
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

1

ÇANAKKALE ZAFERİNİN 106. YILDÖNÜMÜNDE TÜM

ŞEHİTLERİMİZİ SAYGI VE RAHMETLE ANIYORUZ

(2)

2

ÇANAKKALE ŞEHİTLERİNE

Şu boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi? En kesif orduların yükleniyor dördü beşi

Tepeden yol bularak geçmek için Marmara'ya Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.

Ne hayasızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı! Nerde gösterdiği vahşetle "bu: bir Avrupa'lı"

Dedirir, yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi, Varsa gelmiş, açılıp mahpesi, yahut kafesi!

Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak Boşanır sırtlara vadilere sağnak sağnak.

Saçıyor zırha bürünmüş de namerd eller, Yıldırım yaylımı tufanlar, alevden seller.

Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere, Sürü halinde gezerken sayısız teyyare.

Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler, Kahraman orduyu seyret ki, bu tehdide güler!

Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından; Alınır kal'a mı göğsündeki kat

kat iman?

(3)

3

Hangi kuvvet onu, haşa edecek kahrına ram? Çünkü te'sis-i ilahi o metin istihkam

Şüheda gövdesi, bir baksana, dağlar taşlar... O, rüku olmasa, dünyada eğilmez başlar,

Vurulup tertemiz alnından uzanmış yatıyor; Bir hilal uğruna ya Rab, ne güneşler batıyor!

Ey bu topraklar için toprağa düşmüş asker, Gökten ecdad inerek öpse o pak alnı değer.

Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi, Bedr'in aslanları ancak bu kadar şanlı idi.

Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın? "Gömelim gel seni tarihe"

desem sığmazsın.

Hercümerc ettiğin edvara da yetmez o kitap Seni ancak ebediyetler eder istiab.

"Bu taşındır" diyerek Kabe'yi diksem başına, Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına,

Sonra gök kubbeyi alsam da rida namiyle Kanayan lahdine çeksem bütün ecramiyle

Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan Yedi kandilli Süreyya'yı uzatsam oradan.

Sen bu avizenin altında bürünmüş kanına Uzanırken gece mehtabı getirsem yanına.

Türbedarın diye ta fecre kadar bekletsem, Gündüzün fecr ile avizeni lebriz etsem.

Tüllenen magribi akşamları sarsam yarana, Yine bir şey yapabildim diyemem hatırana...

Ey şehit oğlu şehit, isteme benden makber, Sana ağuşunu açmış duruyor Peygamber.

Mehmet Akif Ersoy

(4)

4 ÇANAKKALE ZAFERİ BASIN

AÇIKLAMASI

Milletimizin birliğinin ve bütünlüğünün en büyük simgelerinden biri olan Çanakkale Zaferi bir azmin ve inancın zaferidir.

Bugün bizlere düşen görev, şehitlerimizin kanlarıyla sulanan ve bizlere emanet edilen bu kutsal toprakları, aynı şuurla sahip çıkarak korumak ve bizden sonraki nesillere daha güvenli bir şekilde devretmektir.

18 Mart 1915 Çanakkale’sinde, Anadolu’nun her köşesinden gelen, yürekleri bağımsızlık ateşi, yüce vatan sevgisi ile dopdolu bir çoğu çocuk yaşta vatan evlatları, ulu önderimiz Mustafa Kemal’in üstün komutasında, süngüsüyle, kanını, canını ortaya koyarak tüm imkansızlıklara rağmen eşi benzeri olmayan bir destan yazmışlardır.

Çanakkale; Anadolu’nun düzenli ordu kurulmasından önceki silahlı gücü olan Kuva-ii Milliye Ruhu’nun temelinin atıldığı yerdir.

Çanakkale; Türk Ulusunu, TAM BAĞIMSIZ TÜRKİYE CUMHURİYET’i’ni kurmaya doğru götüren ve dünyada hiçbir milletin, bir daha sahip olamayacağı, bir Onur’dur Çanakkale Ruhu”; Mustafa Kemal Atatürk’tür. Atatürkçü Düşünce Sistemi’dir.

Türkiye’dir.

18 Mart'ı, Sakarya'yı, Dumlupınar'ı, 30 Ağustos'u ve 9 Eylül'ü unutmamalıyız.

Unutmamalıyız ki Çanakkale'yi anlamayan Kurtuluş Savaşımızı, Kurtuluş Savaşımızı anlamayan Cumhuriyetimizi, Cumhuriyetimizi anlamayan Mustafa Kemal ATATÜRK'Ü anlayamaz. Tarihini bilmeyen ulusların geleceği de yoktur.

Atatürkçü Düşünce Derneği Alanya Şubesi olarak; 18 Mart 1915 tarihinde ‘Çanakkale Geçilmez‘ diye yazılan bu başarı, ‘ulus‘

olma bilincinin de tohumlarını atmıştır. Tüm halkımızın bu gururlu gününü kutlarken, bugünlere ulaşmamızı sağlayan başta Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları olmak üzere, milli mücadelede hayatlarını feda eden aziz şehitlerimizi minnetle anıyor ve sözlerimi Yüce Atatürk‘ün "Yurtta Sulh, Cihanda Sulh" sözleriyle bitiriyorum.

Zuhal SİRKELİ

Atatürkçü Düşünce Derneği Alanya Şube Başkanı

(5)

5 Fethi Karaduman

Araştırmacı Yazar

CUMHURİYETİN YAPI TAŞLARI:

3 MART 1924 DEVRİM YASALARI

TÜRK DEVRİMİ’NİN ANLAM ve ÖNEMİNİ KAVRAMIŞ OLANLAR, ONU KORUYACAK GÜCÜ HER ZAMAN BULURLAR.

ATATÜRK

Ulus, Cumhuriyetin bugün ve gelecekte her türlü saldırılardan korunmasını istiyor.

M. Kemal Atatürk

M. Kemal 1 Mart 1924 günü Türkiye Büyük Millet Meclis’ini açış konuşmasında, üç önemli konunun çözüme kavuşması zorunluluğunu Meclis’in görüşlerine sunar:

1. Ulus, Cumhuriyet’in bugün ve gelecekte her türlü saldırılardan korunmasını istiyor. Bu istek, Cumhuriyet’in bir an önce, denenmiş ve olumlu olan bütün ilkelere tam olarak dayanması

biçiminde özetlenebilir. Anayasa’da ulusun isteğini, hareket yönünü izlemek, hepimizin görevidir.

2. Kamuoyu ile belirlenen eğitim ve öğretimin birleştirilmesi ilkesinin, zaman geçirmeden uygulanmasını zorunlu görüyoruz. Bu davranış her anlamı ile ulusal bir nitelik özelliğindedir.

3. Bunun gibi, bağlı olmakla mutlu olduğumuz İslam dinini, yüzyıllardan beri gelenek durumuna getirilmiş olduğu gibi, siyasal bir araç olarak kullanmaktan kurtarmanın ve yüceltmenin gerekli olduğu gerçeğini görüyoruz. Kutsal ve Tanrısal inanışımızı ve vicdanımızı, karışık ve türlü renge giren ve her biçim çıkarların oluşum yeri olan politikadan ve politikanın bütün kötülüklerinden bir an önce ve kesinlikle korumak, ulusun mutluluğunun emrettiği bir zorunluluktur. Ancak bu şekilde Müslümanlığın yücelikleri ortaya çıkar.

Meclis’te, Osmanoğullarından yurt içinde bulunanların ödenekleri ile Şeriye ve Evkaf Bakanlığı bütçeleri üzerinde görüşmeler yapılırken söz alan Yusuf Akçura, “Bütçede Halifeliğe ödenek veren bölümün, Cumhuriyetimizin temeline aykırı olduğunu” belirtir.

Balıkesir Milletvekili Vasıf Çınar,

“Sultanlığı yıktık, fakat saltanatın

(6)

6 simgesi olan Saray, bütün görkemliğiyle duruyor ve yaşıyor. Yarın, bizi yıkmak için hazır bekleyen bu kurumu, kendimiz, yine biz yaşatıyoruz. Elinde bir gücü bulunmayan, herhangi bir saldırı karşısında Saray’ına kapanmaktan başka elinden bir şey gelmeyen Halife’nin, Türkiye Cumhuriyeti’nin kutsal göğsünde bulunuşunun anlamı var mıdır? Gerçeği görmezlikten gelmeyelim.

Yüksek Meclis’in onaylayacağı bütçede, halifeliğin yeri yoktur. Artık bu Ulusun kesesinden, halifelik için bir şey verilemez. Din, bir vicdan işidir.

Özellikle bizim dinimiz, herkesin vicdan özgürlüğüne saygı gösterir ve uyar. Bu bakımdan, bu bütçe Cumhuriyet’in ruhu ile çelişkili durumdadır. Cumhuriyeti ilan eden sizleri, şimdi de, gerçeğin, tarihin ve yaşamın gösterdiği, istediği, çizdiği yola çağırıyorum” der.

3 Mart 1924 günkü Meclis toplantısında Meclis Başkanlığına üç önerge verilir:

1. Şeyh Saffet Efendi ile elli arkadaşının, Halifeliğin kaldırılması ve Osmanoğulları soyundan olanların Türkiye dışına çıkarılması ile ilgili yasa önerisi.

2. Siirt Milletvekili Halil Hulki Efendi ve elli arkadaşının, Şeriye (Dinişleri) ve Evkaf Bakanlığı ile Genelkurmay Bakanlığı’nın kaldırılması ile ilgili yasa önerisi.

3. Manisa Milletvekili Vasıf Bey ve elli arkadaşının, eğitim ve öğretimin birleştirilmesi ile ilgili yasa önerisi.

Görüşme tartışmalar beş saate yakın sürer saat 18.45’te Türkiye Büyük Millet Meclisi 429, 430, 431 Sayılı Yasaları çıkarır. Bu yasalarla:

a. Türkiye Cumhuriyeti’nde, halkın işlevi ile ilgili yasaları yapmaya ve yürütmeye yalnız Türkiye Büyük Millet Meclisi ile onun kurduğu hükümetin yetkili olduğu saptanır. Şeriye ve Evkaf Bakanlığı kaldırılır.

b. Türkiye içindeki bütün bilim ve öğretim kurumları, bütün medreseler, Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlanır.

c. Halife, görevden çıkarılır ve Halifelik makamı kaldırılır. Çıkarılan Halife ve Osmanoğulları soyundan olanların hepsine, Türkiye Cumhuriyeti Ülkesinde oturmak süresiz olarak yasak edilir.

3 Mart 1924 günü TBMM’nce kabul edilen yasalar laik cumhuriyet yapılanmasında önemli yapı taşlarıdır.

Cumhuriyet öncesinin kul ve tebaa anlayışından yurttaşlık bilincine, ümmet toplumundan ulus devlete ulaşılması;

özgür düşünen bireylerden oluşan toplumun laik bir devlet yapısına kavuşmasıyla mümkün olacaktır. Devletin laik bir yapıya kavuşması için de öncelikle eğitim ve hukuk sisteminin çağdaş bir eksene oturması zorunludur. Aklını özgürce kullanan, yurttaşlık bilinciyle

(7)

7 donanmış bireyler de ancak eğitimle yetiştirilir.

EĞİTİM BİRLİĞİ YASASI ile de evrenselliği yakalama uğraşının bir başka boyutu gerçekleştirilmiştir.

Cumhuriyet dönemi öncesi üç grup öğretim kurumu vardır:

1. Dini Öğretim Kurumları ( Sübyan Mektepleri, Medreseler)

2. Tanzimat’la birlikte başlayan genel öğretim kurumları ve meslek okulları (Rüşdiye, İdadi, Tıbbiye (1826), Harbiye (1834), Darülfünun (Üniversite) 1900’lü yıllardan sonra süreklilik kazanmışlardır.)

3. Yabancı Okullar (Azınlık Okulları) idi Cumhuriyet yönetimi, “Öğretim Birliği Yasası”, Ziya Gökalp’ın deyimi ile

“kozmopolit” bir durumda olan Osmanlı eğitim kurumlarını Milli Eğitim çatısı altında toplayarak, dağınıklığa son verdiği gibi din temeline dayalı okulları kapatarak, çağdaş, laik eğitimin yapılanmasını gerçekleştirmiştir.

Eğitimde, “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” kuşakların yetiştirilmesi yolu açılmıştır. Böylece, bilimi dinden, aklı inançtan bağımsızlaştıran “aydınlanma”

süreci de başlamıştır.

HALİFELİĞİN KALDIRILMASI Yasasının gerekçesinde, özetle: “Türkiye Cumhuriyeti içerisinde Halifelik Makamı’nın bulunmasının Türkiye’yi iç ve dış siyasette iki başlı olmaktan

kurtarmadığı, bağımsızlığında ve siyasal hayatında ortaklık kabul etmeyen Türkiye’nin açık ya da gizli böyle bir ortaklığa tahammülü olmadığı ve İmparatorluğu çöküntüye sürüklemiş bir hanedanın halifelik giysisi altında sürmesinin ülke için artık bir tehlike doğurduğu belirtiliyordu.

Ayrıca, Halifeliğin, aslında İslam’ın ilk dönemlerinde hükümet anlamında kurulduğu, günümüzde dünya ve ahiret işlerinin tümünü yüklenmiş olan hükümetlerin yanında ayrı bir halifelik makamının yeri olmadığı” vurgulanıyordu.

Halife-i ruy-i zemin (Yeryüzünün Halifesi) ve Zillulahi fi’l arz (Allah’ın Dünyadaki Gölgesi) sanlarını kullanan Osmanlı Padişahları, siyasi ve dini yetkeyi (otoriteyi) ellerinde tutuyorlardı.

Cumhuriyetin ilanından önce saltanatın kaldırılmasıyla siyasi yetkeden yoksun kalan Padişah’ın, Hilafetin kaldırılmasıyla da din yetkesi yok edilerek, laik, demokratik devlet yapılanması pekiştirilmiştir.

Yüzyıllardır dini politikanın aracı olarak kullanan anlayışın kalelerinden birisi daha çökertilmiştir.

Hilafet makamının kaldırılması, ulus devlet düzeninin temelleri oluşturulurken yapılması zorunlu bir değişimdir. Ayrıca bu yenilik ile devletin ve toplumun dinsel - siyasal bir kurumdan arındırılması sağlanmış, laik bir yapılanmanın öncü adımları atılmıştır.

(8)

8 İstanbul Valisi, 4 Mart 1924 gecesi, Dolmabahçe Sarayı’na gider. Halife Abdülmecit’e, Büyük Millet Meclisi’nin karırını bildirir. Abdülmecit İsviçre’ye gitmeye karar verir. 5 Mart 1924 sabahı, on otomobil ve kamyon, eski Halife ile beraberindekileri trene bindirmek üzere Çatalca’ya götürürler. Böylece halifelik tarihe karışmış olur.

Halifeliğin kaldırılmasında halifenin kendisinden (Abdülmecit) bir tepki gelmez.

Hiçbir İslam ülkesi ya da devleti de bir daha kendisini sahiplenmez, (ölümü 1944). Asıl tepkiyi İngilizlere gönderdiği sığınma mektubunu “Halife-i Müslüman” sıfatıyla imzalamış olan Vahdettin gösterir. San Remo’dan İngiliz Kralına bir mektupla başvurur. (12 Mart 1924).Bu mektupta Vahdettin’in savları ve istemleri:

• Kaldırma kararını veren, “Asi tebaa”mdan olan Ankara Meclisi öldü; hükmü yoktur ve etkisi olamaz.

• Karar, Kuran’a ve Türk milletinin haklarına aykırıdır.

• Size hitap ediyorum, çünkü size sadık 100 milyondan fazla Müslüman var.

• Hanedan mal ve mülklerine el konulması kutsal haklara aykırıdır, yardım ediniz.

İngiltere Kralının 1 Nisan 1924 günlü yanıt mektubu ise kısa ve yalındı.

Kral, üzüntülerini bildirerek,

“Müslüman olmayanların müdahalesi

haklı ve meşru görülemez; ayrıca sonuç da getirmez.”der.

Halife ve Hanedan mensuplarının yurt dışına sürülmesinden sonra, 29 Ocak 1925’te Rum Patriği de aynı işleme tabi tutulur (L’Illustration, 21.02.1925).

Rum patriğinin sürülmesi de Ortodoks ökümenizmine (evrenselliğine) bir darbe olacaktır. Patrik Constantin VI’nın yurt dışına çıkarılmasıyla, İstanbul Hıristiyan Enternasyonalizminin de başkenti olmaktan çıkartılır i.

ŞERİYE VE EVKAF BAKANLIĞINI KALDIRAN YASA ile Türkiye Cumhuriyeti’nde yasa yapma yetkisi yalnızca TBMM’ne bırakılır. Hukuk sisteminde evrensel ölçütlere uymanın yolu açılır. Artık, kamu yaşamına ilişkin karar ve işlemler Şeyhülislam’ın verdiği “fetva”larla ve hiç değişmeyen Dinsel kaynaklı kurallara göre değil, çağdaş evrensel değerlerin üzerinde yükselen hukuk sistemine göre oluşturulacaktır. Böylece bu yasa ile ulusal egemenlik ve laiklik ilkesinin yaşama geçirilmesinde zorunlu olan bir adım daha atılır.

(9)

9 3 Mart 1924 yasalarıyla ilgili olarak Fransız tarihçi Paul Dumont: “Türkiye Cumhuriyeti, eski Türkiye’nin üç yüz yıldır yapamadığını üç günde gerçekleştirdi. Ani bir davranışla, teokrasinin son kösteklerinden kendini kurtaran Türkiye, Avrupalı düşüncelerin izinde duraksamadan ileri atıldı. Bu bütün Batılı düşünür ve yazarların daha düne kadar değişmez ve taşlaşmış saydıkları kurumların tam anlamıyla yıkılışıdır.” değerlendirmesiyle böylesine önemli bir değişimin yurt dışındaki yankılarını yansıtır.

Kaynak:

ALTIN YILLAR - Fethi Karaduman

TWİTTER: fethikaraduman2

(10)

10 Kemal Karkuzey

Emekli Albay, Tarihçi Yazar

“ 1283 - MUSTAFA KEMAL ATATÜRK “ İÇİMİZDE

1. Giriş

Yüreği insan ve vatan sevgisi ile dolu Atatürk Sevdalısı yurtsever dostlarım merhaba. Bizler dün yüce önder Atatürk’ün Mekteb-i Harbiye’ye (Harp Okulu) girişinin ( kayıdı - duhulü) 122'nci yıl dönümünü kutluyoruz. ( 13 Mart 1899) . Bu konuda günün anlam ve önemini belirtmeden önce Mustafa Kemal Atatürk’ün okul yaşamı hakkında biraz bilgi vermek istiyorum.

2. Okul Yaşamı ve Yaşanan Olaylar

a. Mustafa Kemal Atatürk, 1898 yılı Aralık ayının ortalarında Manastır Askeri İdadisi’ni, notları kendisiyle aynı olan Selanikli Ahmet Tevfik’le birlikte birinci olarak bitirmiş ve orta öğrenimini tamamlamıştır. 1899 yılının Mart ayı ortalarına kadar Selanik’te tatilini geçiren Mustafa Kemal, İstanbul Pangaltı’daki Harbiye Mektebi’nde yüksek öğrenimine devam etmek için Selanik’ten vapura biner ve İstanbul’a, Payitaht’a (başkente) hareket eder. Böylece bütün çocukluğu ve gençlik yıllarının geçtiği Makedonya’dan ilk defa ayrılır.

b. Birikimi ile yeni bir hayata atılacağı, kişiliği ve düşüncelerinin daha da olgunlaşacağı Harp Okulu’na girişi (duhulü) 1 Mart 1315- 13 Mart 1899, Apolet Numarası da 1283’tür. Harbiyeli Mustafa Kemal Atatürk buradaki “ 1315 Duhullülere Mahsus Künye Defterine “ ne Selanik’te Koca Kasım Paşa mahalleli gümrük memurlarından müteveffa (ölmüş) Ali Rıza Efendi’nin mahdumu (oğlu) uzun boylu, beyaz benizli Mustafa Kemal Efendi Selanik (96) “ olarak , 1282 apolet numaralı Selanikli Ahmet Tevfik Efendi (96) ile 1284 numaralı Manastırlı Recep Fahri Efendi (95) arasına kaydedilecektir. Mustafa Kemal, o yıl sınıf mevcudu bazı hatıralara göre 900’ü geçen, bazı kaynaklara göre de

(11)

11 736 olan Harp Okulu’nda altı kısma ayrılan birinci sınıfların birinci kısmında idi.

c. Harp Okulu’nun Komutanı Mustafa Zeki Paşa’dır. Kendisi 1884 yılında getirildiği Okul Komutanlığı görevini 1906 yılına kadar yapmış ve tam 22 yıl Okul Komutanlığı yapması ile de Harbiye’de en uzun süre hizmet eden Okul Komutanı olmuştur. Mustafa Zeki Paşa alim (bilgili) bir komutandır. Çok okumakta ve yazmaktadır. Memlekete bilgili, yurtsever subaylar yetiştirmek için çok çalışmakta ve öğrencileri ile ilgilenmektedir. Mustafa Kemal, İsmet İnönü, Kazım Karabekir ve Fevzi Çakmak gibi birçok ünlü komutanı yetiştirmiştir.

ç. Okul Komutanı Mustafa Zeki Paşa, alman Goltz Paşa’nın “ Askeri Okullar Müfettişi “ olması ve Esat Paşa’nın “ ders nazırı “ olması ile de Harp Okulu’nu çağa uygun bir eğitim kapsamına uydurmak için gerekli kadroları oluşturur. Alman, Fransız, Belçika Harp Okullarının ders programları

incelenerek okul programını yeni baştan oluştururlar. Artık Harp Okulu, talim terbiye bakımından yeni bir devreye girer. Mustafa Kemal ve arkadaşlarının belki de en büyük şansı okulun yeni devresinde Harp Okuluna girmeleridir. Atatürk, okula başladıktan 2 ay sonra arkadaşları arasında sivrilerek sınıf çavuşu oldu.

Burada yıllarca dost kalacağı arkadaşları Ali Fuat Cebesoy ve Asım Gündüz'le tanıştı.

d. Harp Okulu’ndaki birinci yılı gençlik hayalleri ve çok sevdiği İstanbul’un çarpıcı havası içinde geçiveren Atatürk, sınavlarını başarıyla vererek ikinci sınıfa başladı. İlk yıl, ağırlığı sosyal hayata vermesine rağmen oldukça başarılı olan, ikinci ve üçüncü sınıflarda dersleriyle çok daha fazla ilgilenmeye başladı. Çünkü Harp Okulu’nda dereceye girmek oldukça önemliydi ve Kurmay sınıfına ayrılmak okulda üstün başarı göstermekle mümkündü. Atatürk, üçüncü sınıfta 459 öğrenci arasından 8’inci olarak derece girdi ve kurmaylığa hak kazandı. Sicil numarası 1317- P.8 (1901-P.8)’di.

e. Mustafa Kemal, 10 Ocak 1902’de Teğmen rütbesi ile Harp Akademisi’nde öğrenime başladı. Sınıfta topçu ve süvari okullarından gelenlerle birlikte 43 öğrenci vardı. Mustafa Kemal Harp Akademisi’nde iken onun üstün niteliklerini ilk keşfeden Osman Nizami Paşa olacaktı. Paşa, Ali Fuat’ın babası İsmail Fazıl Paşa’nın evinde kendisini mahcubiyetle dinleyen Atatürk’le

(12)

12 konuşup şunları söylemişti; “ Mustafa Kemal Efendi oğlum görüyorum ki, İsmail Fazıl Paşa seni takdir etmek konusunda yanılmamış. Şimdi ben de onunla aynı düşüncedeyim. Sen bizler gibi yalnız Erkan-ı

Harp zabiti (kurmay subayı) olarak normal hayata atılmayacaksın. Keskin zekân ve yüksek yeteneğin memleketin geleceği üzerine etkili olacaktır. Bu sözlerimi bir kompliman olarak alma, sende memleketin başına gelen büyük adamların daha gençliklerinde gösterdikleri müstesna yetenek ve zekâ belirtileri görmekteyim. İnşallah yanılmamış olurum.” Gelecek günler Osman Nizami Paşa’nın görüşlerini haklı çıkardı.

f. Harp Akademisi’nin öğretmenleri dil bilen, iyi yetişmiş ve seçkindiler.

Akademideki sınıf arkadaşı Asım Gündüz’e göre, Atatürk Fransızcasını ilerletmek için Fransız bir bayandan ders aldı. Bu dönemde Paris’teki Jön Türk gazeteleri ile Fransızca gazeteleri getirtiyor ve arkadaşlarını etkilemeye çalışıyordu.

Siyasal düşüncelerinin Harbiye’de

olgunlaşmaya başladığını söyleyen Atatürk, bir yandan öğreniminde başarılı olmak için sürekli çalışıyor bir yandan da ülkenin kaderine kafa yoruyordu. Çünkü ülkenin siyasetinde yanlışlar olduğunu fark etmişti. Ülkedeki yanlışlar hakkında herkesin bilgi sahibi olmasını isteyen Atatürk, Harp Okulu’nda başladıkları el yazısı ile gazete hazırlama işine geri döndü ve gazete çıkarmaya başladı. Gazete az kullanılan bir dershanede hazırlanıyor, elden ele dolaştırılıyordu. Konuyla ilgili olarak şunları dile getirdi. “Binlerce kişiden ibaret olan Harbiye talebesine bu keşfimizi (Memleketin idaresinde ve siyasetinde fenalıklar olduğu konusundaki keşfi) anlatmak hevesine düştük. Mektepte el yazısıyla bir gazete tesis ettik. Sınıf içerisinde ufak teşkilatımız vardı. Ben heyet-i idaresine dahildim. Gazetenin yazılarını çoğunlukla ben yazıyordum.”

g. Ancak bir süre sonra durum Mektepler Nazırı Zülüflü İsmail Paşa tarafından öğrenildi. Bu durumla ilgili bilgi alan akademi komutanı, bir gün ansızın dershaneye bir baskın yaptı. Ve öğrencileri suçüstü yakaladı. Komutan konu hakkında soruşturma yapmayıp sert bir ihtarla yetindi. Fakat Atatürk ve arkadaşları faaliyetlerine ara vermediler. Bir ev tutarak gazeteyi çıkarmaya devam ettiler. Ancak bir muhbir tarafından ele verilerek tutuklandılar. Meslek hayatlarını söndürmeyen ancak birkaç ay hapiste

(13)

13 kalmalarına neden olan olay sonrasında serbest bırakıldılar. Mustafa Kemal 11 Ocak 1905’te üç yıllık notlarının toplamına göre akademiyi beşinci olarak bitirdi.

Atatürk, Harp akademisi yıllarını yabancı dilini geliştirerek, Namık Kemal’in düşüncelerini izleyip, bunları okul içinde yayarak geçirdi. Askeri eğitimi boyunca yabancı dil, şiir, dans, hitabet gibi o dönemin askeri öğrencisi için pek de alışık olunmayan konularla ilgilendi.

3. Sonuç Olarak;

Harbiye de Atatürk’ün apolet yaka numarası “1283” olup, bugün bu apolet numarası hiçbir Harbiye öğrencisine verilmez. Her yıl bu törenlerde yoklama yapılır ve apolet numarası okunan her öğrenci “ BURADA ” diye cevap verir.

Ancak Mustafa Kemal’in numarası olan “ 1283 “ okunduğunda tüm Harbiye öğrencileri ayağa kalkarak ve yükse sesle ve de yürekten bir şekilde “ İÇİMİZDE

“diye bağırırlar.

Ben de ailesi tarafından yüce önder Atatürk’ten esinlenerek Kemal adını almış ve tesadüfe bakın ki Atatürk ile aynı okulda , aynı tabur ve bölükte okumuş bir Harbiyeli dostunuz olarak ve de aynı zamanda bu törenleri 4 yıl yaşamış bir Harbiyeli olarak çok gururluyum. Ruhun şad olsun atam.

Tüm dostlarımıza selam, sevgi ve saygılarımı sunuyorum.

Tarihçi, Yazar ve E. Albay Kemal KARAKUZEY

(14)

14 8 MART DÜNYA EMEKÇİ

KADINLAR GÜNÜ

Kadınların mücadele ateşini, Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) 40 bin kadın dokuma işçisi, ABD’nin New York kentinde, bir dokuma fabrikasında 8 Mart 1857'de greve başlayarak yaktı. Sadece "daha iyi çalışma koşulları" istiyorlardı ve başlattıkları grevde çıkan yangında 129 kadın can verdi. Bu feci olayın tarihi 8 Mart 1857'ydi.

Tarihe büyük bir emek mücadelesinin anma günü olarak geçen 8 Mart, Alman politikacı ve kadın hakları savunucusu Clara Zetkin ve onun gibi emek veren tüm kadınların uzun süren mücadeleleri sonunda dünyada özellikle kadın emeğinin sömürüsüne karşı direnişin simgesi haline gelmiştir.

1977 yılında BM tarafından “Emek”

kelimesi çıkarılarak “Dünya Kadınlar Günü”

haline getirilen 8 Mart; bir “kutlama” günü değil; Kadınların yüzyıllar süren emek mücadelesinin, kazançlarının, kayıplarının,

sadece sermayenin değil, geleneklerin, törelerin, siyasetin kadını nasıl sömürdüğünün konuşulacağı bir “anma”

günüdür.

Ülkemizde bu gün “Kadından, “Kadın emeğinden söz edebiliyor olmamızı,

“Kadının işgücü olarak üretime katılması, toplumsal yaşamda hak ettiği yerde bulunması, sadece bireysel değil toplumsal gelişimin, çağdaş ve ileri bir toplum olabilmenin en temel unsurudur.” diyen Mustafa Kemal ATATÜRK’ün kurduğu, Laik Cumhuriyet’e borçlu olduğumuzu hiç unutmamalıyız.

Atatürkçü Düşünce Derneği; Ulusal Kurtuluş Savaşı’nda en ön saflarda savaşan, Türk Devrimini ödünsüzce savunan, Mustafa Kemal ATATÜRK’ün gösterdiği Tam Bağımsızlık hedefine kararlı bir şekilde yürüyen Türk Kadının emeğinin sömürülmesine, her türlü şiddete maruz kalmasına, kadını “yok” sayan zihniyetlere, sessiz kalmamıştır, kalmayacaktır.

Kadını “yok” sayan bir anlayışı bu ülkeye egemen kılmaya çalışanlara Mustafa Kemal ATATÜRK’ün “Bir toplum, bir millet erkek ve kadın denilen iki cins insandan oluşmaktadır. Mümkün müdür ki, bir kitlenin bir parçasını ilerletelim, diğerine aldırış etmeyelim de kitlenin tümü ilerleme onuruna erişebilsin. Mümkün müdür ki, bir topluluğun yansı topraklara zincirle bağlı kaldıkça diğer kısmı göklere yükselebilsin?

Kuşku yok, ilerleme adımları, dediğim gibi

(15)

15 iki cins tarafından beraber, arkadaşça atılmak ve ilerleme ve yenilik alanında birlikte yol almak gereklidir. Böyle olursa inkılâp başarılı olur.” sözlerini hatırlatıyoruz.

Laik Cumhuriyet rejimi ile var olan,

“Çağdaş, eşit yurttaş” kimliği, Türk Kadınlarının vazgeçilmezidir. İktidar eliyle toplumda yaratılan cinsiyet ayrımcılığı, kadınların ayağındaki prangadır.

Cumhuriyet ile özgürleşen kadın, bugün yeniden yok edilmenin kıyısına gelmiştir.

Çağdaş Türk Kadını, emeğinin ve kimliğinin sömürülmesi karşısında direnmeye devam edecektir. Bu uğurda savaşım veren, Tam Bağımsız bir ülke, daha iyi bir dünya kurmak için çaba harcayan tüm kadınlarımızı Mustafa Kemal ATATÜRK’ün devrimci ruhuyla selamlıyoruz…

Zuhal SİRKELİ

ADD Alanya Şube Başkanı

(16)

16 Kemal Karakuzey

Emekli Albay, Tarihçi Yazar İSTİKLAL MARŞININ TBMM.DE

KABULÜNÜN 100’NCÜ YIL DÖNÜMÜ (12 MART 1921) VE

DEĞERLENDİRMELERİM.

1. Giriş

a. Değerli dostlarım ve yüreği insan sevgisi odaklı, Atatürk sevdalısı yurtsever kardeşlerim hepinize selam, sevgi ve saygılarımı sunuyorum. Sizlere istiklal marşımızın TBMM. ’de kabulünün yıl dönümü olan bu günde (12 MART 1921) 100 yıl sonra gerek vatan ve milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy öz geçmişi hakkında, özellikle kişiliği ve günümüzde siyaseten kullanılmaya çalışılması gerekse İstiklal marşının söz ve bestesinin kabulü ile

birlikte İstiklal marşımızın yazılması önerisi o zaman Batı cephesi Komutanı olan Miili Şef İsmet İnönü’den gelmiştir.

b. Ankara’da 2007-2013 yılları arasında lise ve kolejlerde albay rütbesiyle görevlendirildiğim Uzman Lider Eğiticiliği ve Milli Güvenlik Bilgisi dersi öğretmenliğim esnasında İstiklal marşımız ve bunun yanında şairimiz hakkında çok ayrıntılı

bilgiler veriyorduk. Aynı zamanda bu derslerin verilmesinin amacı gençlerimizin ülke sorunlarına duyarlı ve milli bilinç içinde yetişmesi olduğu için derslere çok titiz ve ayrıntılı hazırlanıyorduk. Bu ders bizim lise yıllarımızdan çok farklı ve çok yararlı konuları içeriyordu. Hatta konferanslarımda bu dersin konularını da izleyenlere aktarıyordum. Malumunuz olduğu üzere Yüce önder Atatürk’ün Türk gençlerinin milli bilinç içinde yetişmesi için 1926 yılında lise eğitim ve öğretim konularına koyduğu ve halen birçok ülkede verilen bu ders bu iktidar tarafından 2012 yılından itibaren kaldırılmıştı. Ben de bu konuyu anlatırken şairimizi çok derinlemesine araştırdım ve hakkında çok bir şey bilmediğimi fark ettim. Ben de bu bilgileri sizlerle paylaşmak istedim.

(17)

17 2. Milli vatan şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un hayatı, kişiliği ile yaşamında meydana gelişmeler.

a. 12 Mart 1921 yılında bugünden tam 100 yıl önce İstiklal Marşı TBMM.’de kabul edilmişti… Türkiye Cumhuriyeti’nin Ulusal Marşı olan İstiklal Marşı ‘nın güfte kârı,

“Vatan şairi " ve “milli şair " unvanları ile anılan Mehmet Âkif’di. İşgal sonrası İstanbul ‘da rahat hareket etme olanağı kalmayan Mehmet Âkif Anadolu’ ya geçer.

TBMM'nin açılışının ertesi günü olan 24 Nisan 1920 günü Ankara ‘ya varır. Millî mücadeleye “şair, hatip, seyyah, gazeteci, siyasetçi “olarak katılır.

b. Şu birkaç olay kişiliğini daha iyi yansıtır; 2’nci Meşrutiyet’in ilanından hemen sonra arkadaşı rasathane müdürü Fatin Hoca onu, on bir arkadaşı ile İttihat ve Terakki Cemiyeti ‘ne üye yapar. Ancak Mehmet Âkif, üyeliğe girerken edilen yeminde yer alan “Cemiyetin bütün emirlerine, bil â kayd ü şart (kayıtsız şartsız) itaat edeceğim " cümlesinde geçen “kayıtsız şartsız " ifadesine karşı çıkmış, “sadece iyi ve doğru olanlarına

" şeklinde yemini değiştirtmişti. Mehmet Âkif, İttihat Terakki Partisi’nin ilk iktidar yıllarında onların yanında yer alır, sonra gidişatı beğenmez ve onlardan uzak durur.

Cinayetlerle ve darbelerle, baskı rejimi kuran ittihatçılar, Mehmet Âkif’ in kendilerine karşı olduğunu bilirler. Bir gün, ihbar gelir bir “fesat cemiyeti”

kurulmuştur, içlerinde Mehmet Âkif de

vardır. İhbar İttihatçıların liderlerinden

“Kara Kemal “ ’e duyurulur, o da hemen polis müdürüne telefon eder: “ Eğer içinde Âkif varsa, bu fesat cemiyeti değildir.”

c. Ankara’ya geldiği günlerde, Mustafa Kemâl Paşa tarafından aday gösterilerek milletvekili seçilip 1920-1923 yılları arasında vekil olarak I. TBMM’de yer alır.

İstiklâl Madalyası ile ödüllendirilen Mehmet Âkif, Türkiye'de gerçekleşen devrimleri kendi inançlarına ve ülküsüne aykırı görerek 1926 yılında gittiği Mısır’dan dönmez… Mısır’a gitmeden önce Kuran’ı Türkçeye tercüme etmek için Diyanet İşleri ile anlaşma imzalar… Kuran tercümesi üzerinde 6-7 sene üzerinde çalıştıktan sonra sonuçtan memnun kalmaz.

Sonunda 1932’ de mukaveleyi fesheder…

Diyanet İşleri Başkanlığı hem tercüme hem yorumlama işini Elmalılı Hamdi Efendi'ye verir… Akif, kendi yazdıklarını dostu Yozgatlı İhsan’a teslim eder ve ölür de gelmezse yakmasını nasihat eder.

ç. Türkçe ibadet projesinde kullanılacağından endişe ettiği için tercümeyi teslim etmediği iddiası da vardır.

On bir yıl sonra yurda döndüğünde, Mustafa Kemal Atatürk için bir yakın arkadaşına şu sözleri söyler; “Mısır’da on bir yıl kaldım. Fakat on bir saat daha kalsaydım artık çıldırırdım. Sana halisane bir fikrimi söyleyeyim mi:

İnsanlık’ da Türkiye’de, Müslümanlık da Türkiye’de, hürriyetçilik’ de Türkiye’de.

(18)

18 Eğer varsa, Allah benim ömrümden alıp Mustafa Kemal'e versin! " Bu da yorumsuza yorum olsun.

d. 27 Aralık 1936 tarihinde İstanbul’da hayatını kaybeder… 1960’ta yol inşaatı nedeniyle kabri Edirne kapı Şehitliği’ne nakledilir… Mezarlıkta Süleyman Nazif ve arkadaşı Ahmet Naim Bey’in arasında yatmaktadır. Mehmet Akif, şiir yazmaya Baytar Mektebi’nde öğrenci olduğu yıllarda başlar… Balkan Savaşı yıllarından itibaren destansı şiirler yazmaya başlar… İlk büyük destanı, “Çanakkale Şehitleri’ne “ başlıklı şiiridir. İkinci büyük destanı ise Bursa’nın işgali üzerine yazdığı “ Bülbül “ adlı şiiridir.

Üçüncü olarak da İstiklal Marşı'nı yazarak İstiklal Savaşı'nı anlatmıştır. Şairin Safahat adı altında toplanan şiirleri yedi kitaptan oluşmuştur. Aslında bu yedi kitap da bir kitaba sığacak büyüklüktedir. Şair, İstiklal Marşı'nı Safahat'a koymamıştır. Nedenini ise şöyle açıklar: "Çünkü ben onu milletimin kalbine gömdüm". Mehmet Akif vatan şairidir, millî şairdir… Arapça, Farsça ve Fransızcada bilir…

e. Ankara’da yoksul, kış günü paltosu dahi yokken İstiklal Marşını yazması nedeniyle verilen o zaman büyük bir meblağ olan 500 TL ödülü reddeder. Bu marş para karşılığı yazılmaz der… Bir meclis çalışmasında mesleğinin baytar olması nedeniyle kendisine “Siz baytardınız değil mi? “ diye sataşmak isteyen bir vekile cevaben; “ Evet

efendim, bir rahatsızlığınız mı vardı? “ diye cevap verdiği rivayet edilir… Mehmet Akif Arnavut kökenli olduğu halde kendisine Arnavut denmesini reddederek bilinçli bir şekilde; ‘’Türk eriyiz, silsilemiz kahraman, Müslüman’ız, Hakk'a tapan Müslüman. Bizim ana dilimiz, kökenimiz ne olursa olsun biz Türk’üz’’ diye konuşurken Türkiye Cumhuriyeti’nin bugünkü bazı önder geçinen insanları yaptıkları konuşmalarda ise bir konuşmasında Türk Milletini küçümseyerek ‘’ İstiklal Marşı’nı bir Türk mü yazdı? Arnavut yazdı’’ diye Mehmet Âkif’i anlayamadığının bir göstergesi olarak, Mehmet Âkif’in reddettiği etnik temele vurgu yaparak konuşabiliyor.

Tarihçi Mithat Cemal Kuntay, Mehmet Âkif hakkında şunu söyler: ‘’ İstiklal Marşı şairine, şairi İstiklal Marşı’na yakışıyor.

Mehmet Âkif adam gibi bir adamdı, gerçek bir Müslüman’dı, günümüzün bezirgân dincilerine hiç mi hiç benzemiyordu “ . Ruhu şâd olsun…

3. İstiklal marşımızın yazılmasına ve bestelenmesine ilişkin yaşanan tarihsel olaylar ve gelişmeler.

a. Türkiye’de, milli marş yazılması önerisi, 1920 yılında önce İsmet Paşa’dan (İnönü) geldi. Millî Eğitim Bakanlığı, bu öneriyi dikkate alarak bir yarışma düzenledi. O günlerde “ Türk Kurtuluş Savaşı ” en heyecanlı günlerini yaşıyordu;

cephede savaşacak askerlerimizi ve

(19)

19 toplumda milli bilinci pekiştirecek, milliyetçilik duygusunu daha da canlı kılacak bir marşa gereksinme duyuluyordu.

b. Yarışmada güfteyi yazacak olana 500 TL., besteyi yazacak olana da 1000 TL. ödül verileceği ilan edildi. Yarışmaya katılan 724 şiirden hiçbirisi başarılı bulunmadı. Dönemin Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi (Tanrı över) tarafından Mehmet Akif’ e görev verildi. Mehmet Akif, 48 saat gibi kısa bir sürede marşın güftesini yazıp 20 Şubat 1921’de Milli Eğitim Bakanlığı’na gönderdi. T.B.M.M.’nin 01 Mart 1921 tarihli toplantısında okunan bu şiir, 12 Mart 1921 tarihli toplantıda “ Milli Marş ” olarak kabul edildi. Mehmet Akif Ersoy, İstiklal Marşı için, “Onu milletime ve kahraman ordumuza hediye ettim.

Zaten o milletin eseridir, milletin malıdır.’’ demiştir.

c. Bu şiirin marş biçiminde bestelenmesi için bir yarışma açıldı ve yarışmaya aralarında Ali Rıfat ÇAĞATAY, Hüseyin Saadettin AREL, Lemi ATLI, Mehmet BAHA (Pars), Rauf YEKTA, Sadettin KAYNAK, Zeki ÜNGÖR’ ün de bulunduğu besteciler katıldı. Ancak savaşın şiddetlenmesi üzerine kesin bir seçme yapılamadı. Marşın farklı bestelerle okunması birtakım sakıncalar yarattığı için, 1924’te Milli Eğitim Bakanlığı’nca oluşturulan bir kurul tarafından Ali Rıfat ÇAĞATAY’ ın bestesi resmen kabul edildi ve marş bu beste ile 1930 yılına kadar

çalınıp söylendi. 1930’da yeni bir emirle Cumhurbaşkanlığı Orkestrası şefi Zeki ÜNGÖR tarafından yeniden bestelenen marşın, armonik düzenlenmesi Edgar MANAS, bando düzenlemesi de İhsan Servet KÜNÇER tarafından yapıldı.

d. Türk Kurtuluş Savaşı’nın en çetin günlerinde yazılan bu marşta; tarih boyunca özgür ve bağımsız yaşayan Türk Milleti’nin, kutsal değerlerinden olan bayrağına, yurduna, kültür ve tarih mirasına yönelik sömürgeci eylemler karşısında takındığı (ve takınması gereken) tavrı, azimli, inançlı ve gür bir sesle adeta haykırmıştır. Türk Milleti, tarih boyunca özgür ve bağımsız yaşamıştır, bundan sonra da sonsuza değin yaşayacaktır.

4. Milli bilinç içerisinde davranılması gereken hususlar ile alınması gereken dersler.

a. Değerli dostlarım yukarıda sizlere İstiklal marşımızın şairi Mehmet Akif Ersoy hakkında biraz olsun gerçekçi ve ayrıntılı bilgiler vermeye çalıştım. Bu değerli yurtsever şairimiz ve İstiklal marşımız hakkında gerek gençlerimiz gerekse üniversite eğitim ve öğrenimi görseler bile birçok yurttaşımız yeterli bilgiye sahip değildir. Okullarımızda artık Atatürkçü Düşünce sistemi ve ilkeleri eğitim konularından çıkarıldığı ve Milli Güvenlik Bilgisi dersleri eğitim kapsamından

(20)

20 kaldırıldığı için yurttaşlarımız ne yazık ki milli bilinç, Atatürk Milliyetçiliği ve milli birlik ve beraberlik konularından yoksun bir şekilde yaşama hazırlanmaktadır. Benim düşünceme göre bu yapılanlar, ülkemizde Cumhuriyetimizin bekasına ve milli varlığımıza karşı sinsice yapılan tehditlerdir.

b. Tüm anne ve babalara sesleniyorum. Artık çocuklarımızın eğitimi ve öğretimi sizin sorumluluğunuzdadır. Bu konularda siyasetçi ve bürokrat yöneticiler dâhil olmak üzere, ilgilileri uyarıcı tepki ve eleştirileri yazılı ve sözlü şekilde yapmalıyız. Geleciğimiz olan yavrularımızın arzu edilen seviyede eğitim ve öğretimi için gereken duyarlılığı göstermeliyiz. Asla nemelazımcılık ve duyarsızlık yapmayarak gereken tepkileri vermeliyiz. Çünkü İstiklal Marşımız “ KORKMA ” diye başlıyor. Çok uyanık olmalıyız.

c. Sonuç olarak; ben bu olumsuz koşullara rağmen bu ülke insanlarının hak ettiği değeri kazanması için büyük bir özveri ile emeği geçen herkese teşekkür ediyorum. Merak etmeyin kazanan yine gerçek Atatürk’ün sevdalıları olacak. Asla umudumuzu yitirmeyeceğiz. Lütfen halen parti, dernek, sendika ve STÖ yöneticilerini bu tür organizasyonların daha etkili olması için gerekeni yapmaya davet ediyorum.

Bizler de bu milli bilinç sayesinde çok çalışmalı ve halkımızı aydınlatmalıyız.

Herkese selam, sevgi ve saygılarımı sunuyorum.

Tarihçi, Yazar ve E. Albay Kemal KARAKUZEY

(21)

21 ÇANAKKALE İÇİNDE AYNALI ÇARŞI TÜRKÜSÜ

İlmi çalışmalarıyla beraber Kastamonu Kültür ve Sanatına olan hizmetini folklor araştırmacılığı yönüyle de sürdüren İhsan Ozanoğlu, Kastamonu Yöresine ait türkülerin ve halk müziği ezgilerinin TRT ve Devlet Konservatuvarları arşiv ve repertuarlarına kazandırılması konusunda “kaynak kişi”

sıfatıyla emek vermiş ve bu suretle İlimizin kendine özgü folklorik ve kültürel yansımaları olan bu müzik eserlerinin zamanla unutulması ve kaybolmasını da önlemiştir. Adı geçen Kurumların arşivlerinde mevcut Kastamonu türkülerinin çoğu İhsan Ozanoğlu’ndan derlenmiştir.

Aşık İhsan Ozanoğlu

İhsan Ozanoğlu’ndan derlenen türküler arasında çoğunlukça bilinen

“Çanakkale İçinde Aynalı Çarşı, Benden Selam Olsun Bolu Beyine, Mapushane Çeşmesi, Demirciler, Asker Katar Katar olmuş” gibi türküler vardır. Burada özellikle

üzerinde duracağımız türkü “Çanakkale İçinde Aynalı Çarşı” türküsüdür.

Çanakkale İçinde Aynalı Çarşı türküsü bir Kastamonu türküsü olmakla birlikte, anadolunun çeşitli yörelerinde söylenmiş farklı varyantları da vardır. Fakat yıllardır dinlemekte olduğumuz sözleri ve ezgisiyle, herkesçe bilinen biçimiyle tanıdığımız “Çanakkale İçinde Aynalı Çarşı” adlı eser Kastamonu'ya aittir ve 1948'de İhsan Ozanoğlu'ndan derlenmiştir.

Çanakkale İçinde Aynalı Çarşı türküsü, Çanakkale savaşında en çok şehit veren vilayetlerden biri olan Kastamonu’da yakılmıştır. Vatanın varlığı için bir genç neslin yok oluşunun, şehitlerimizin yarattığı acı ve kederin sonucunda güzel sözler ve yanık ezgilerle oluşturulan bir ağıt, bir müzik yapıtıdır.

I.Dünya Savaşı içinde yer alan ve insanlık tarihinin en büyük savaşlarından sayılan ve onbinlerce şehit verilen Çanakkale Savaşı’nda, vatanı uğruna gözünü kırpmadan canını feda ederek şehitlik mertebesine eren bu Mehmetçiklerin yürekleri dağlayan acısı, tüm anadolu şehirlerinde olduğu gibi, bu savaşta en çok şehit veren üçüncü il olarak bilinen Kastamonu’muzda da derin tesirler uyandırmış ve bu türkü ortaya çıkmıştır.

Bir Mehmetçiğin ağzından söylenmiş gibi yakılan bu türkü gerek müzik gerekse söz bakımından mükemmel bir

(22)

22 eserdir. Türkünün bazı sözlerinde derin anlamlar mevcuttur. Çanakkale’de bulunana Aynalı Çarşıya gönderme yapılarak; buradaki “ayna” ile savaşın en yoğun yaşandığı yakın muharebe anlarında yaşanan karmaşa ve ancak ana baba günü tabiriyle tarif edilebilir biçimde, insanların ölüm kalım mücadelesi içine girdikleri bir sırada, güneş ışıklarının, silahların, süngülerin ve her türlü savaş araç gereçlerinin üzerinde oluşturduğu yansıma ve ışıltılar anlatılmaktadır.

“Çarşı” ile de, bu muharebelerde her iki taraf arasındaki ölüm kalım savaşımının

gerçek anlamdaki “çarşı”da olduğu gibi almak ve satmak üzerine kurulu olduğu ancak, burada söz konusu olan durumun bir “can pazarı” olduğu ve can alıp can satıldığı ima ve ifade edilmektedir ki;

aslında gerçek çarşı olgusunun oluşumunda da esasen,bir karmaşa, kalabalık ve mücadele söz konusudur.

Dolayısıyle buradaki “Aynalı Çarşı”

kavramı felsefi ve mecazi manasıyla çok isabetli ve yerinde bir terkip oluşturmaktadır.

Can Ozanoğlu

(23)

23 ÇANAKKALE TÜRKÜSÜ

Çanakkale içinde Aynalı Çarsı, Ana ben gidiyon düşmana Karsı.

Of Gençliğim Eyvah.

Çanakkale içinde bir uzun selvi, Kimimiz nişanlı kimimiz evli.

Of Gençliğim Eyvah

Çanakkale içinde bir dolu testi, Analar babalar mektubu kesti.

Of Gençliğim Eyvah.

Çanakkale üstünü duman bürüdü, On üçüncü fırka harbe yürüdü.

Of Gençliğim Eyvah.

Çanakkale içinde vurdular beni, Ölmeden mezara koydular beni.

Of Gençliğim Eyvah

Çanakkale içinde sıra söğütler, Oturmuş zâbitler asker öğütler, Of Gençliğim Eyvah

Çanakkale içinde harman olur mu, Kâfir düşmanlarda iman olur mu.

Of Gençliğim Eyvah

Çanakkale içinde sıra kazanlar, Oturmuş kâtipler künye yazarlar.

Of Gençliğim Eyvah

(24)

24

21. ALANYA ATATÜRK HALK KOŞUSU

VE

YARI MARATONU

ADD Alanya Şubesi olarak Atatürk’e Koşalım Atatürk’le Koşalım sloganı ile bu yıl 21. sini düzenlediğimiz Türkiye’nin Atatürk adıyla düzenlenen tek uzun yol koşusunun olan Alanya Atatürk Halk Koşusu ve Yarı Maratona bu yıl 525 Sporcu katılmıştır.

Bugüne kadar en yüksek Yarı Maraton katılımı bu yıl gerçekleşmiştir. Türkiye’nin her yerinden birçok spor kulüplerinden gelerek yarışmaya katılan sporcular Atatürk’e koşmuştur. Gelecek yıl ve sonrasında binlerce insanın Atatürk’e koşması için çalışmalarımızı yoğun bir şekilde sürdüreceğiz. Alanya’da yaşayan, Alanya dışından gelerek Atatürk’e koşan herkese sonsuz teşekkürlerimizi sunuyoruz.

(25)

25

Bu yıl 10 - 18 Yaş arası sporcularımız Pandemi nedeniyle 21 Mart 2021 de kaymakamlık tarafından izin verilmediği için koşamadılar. Ancak 10-18 yaş grubu sporcuların koşusu Kaymakamlığın kararı ile 19 Mayıs 2021 tarihine ertelendi.

Kayıtları 26 Mart 2021 Cuma günü güncellenerek tekrar açılacaktır.

KATEGORİLER 2 KM HALK KOŞUSU 10 – 12 Yaş Kadın – Erkek 13 – 14 Yaş Kadın – Erkek 5 KM HALK KOŞUSU 15 - 18 Yaş Kadın Erkek Olup

Birincilere Bisiklet İkincilere 100 TL Üçüncülere Tişort Ödülü verilecektir.

2 Km için START anıt önünde verilecek olup eski Jandarma kavşağından dönülecek anıt önünde FINISH noktasına gelinecek

5 Km için START anıt önünde olup milli egemenlik stadından dönülerek tekrar anıt önüne FINISH noktasına gelinecek.

Koşuyu bitiren sporcularımıza Atatürk tişörtü ve Atatürk sticker’ı verilecektir.

19 Mayıs’ta Alanya’da yaşayan tüm gençlerimizi ATATÜRK’E KOŞMAYA davet ediyoruz

Alanya Kaymakamlığı, Alanya Belediye Başkanlığı, Gençlik Hizmetleri ve Spor İlçe Müdürü Sn. Emre Kıldırgıcı ve çalışanlarına, Atletizm Federasyonu

(26)

26 temsilciliği, Alanya İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü, İlçe Emniyet Müdürlüğüne, Alanya Belediyesi Spor Müdürü Sn. Levent Uğur ve çalışanlarına, Ayrıca Sponsor olarak Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Sn. Muhittin Böcek’e, Alanya Belediye Başkanımız Sn. Adem Murat Yücel’e, ALTİD’e ve Sn. Burhan Sili’ye, ALTSO’ya Sn. Mehmet Şahin’e, Muratpaşa Belediyesi Sn. Ümit Uysal’a Racetiming çip sistemlerine, Altınkepçe Aşçılar Derneğine ve sponsor olarak derneğimize gönülden katkıda bulunanlara sonsuz teşekkür ederiz.

Referanslar

Benzer Belgeler

A m a çok sazlı bir topluluk ile tek sesli müzik yapmak çok seslilik an­ lamına gelmediği gibi, çeşitli saz gruplarına bir türkünün ayn ayrı cümlelerini

Aktif tüberkülozlu olguların serum 25(OH) vitamin D düzeylerinin iyileşmiş tüberküloz sekelli olgulara ve sağlıklı kontrol olgularına göre anlamlı derecede düşük

İlk olarak 2003 yı- lındaki Irak savaşına karşı çıktı; sonra 2010 yı- lındaki Gazze Filosu uluslararası sularda, do- kuz Türk’ün öldürülmesiyle

Türk Klinik Mikrobiyoloji ve İnfeksiyon Hastalıkları Kongresi (KLİMİK 2015), 25-29 Mart 2015, Antalya, Türkiye (Poster Bildiri).. Gülhan B, Çıkman A, Aydın M, Karakeçili

Heger Jaba li derekê destnîşan kiriba ka ev helbestên stranî ji deve kê hatine guhdarkirin, belkî em îro fêrî navê çendîn îcrakerên (dengbêj, stranbêj yan

Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne Burdur milletvekili olarak katılan Mehmet Akif, milletvekili olduktan sonra da Milli Mücadele içerisindeki hizmetlerine devam etmiştir..

Sayıştayın görev-yetki ve sorumlulukları başta Anayasa olmak üzere, 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu ile, 6085 sayılı Sayıştay Kanununda ve

Sayıştay, denetimlerini yaparken yasada düzenlenen genel esaslara uyar. Denetim; kamu idarelerinin hesap, mali işlem ve faaliyetleri ile iç kontrol sistemlerinin incelenmesi