• Sonuç bulunamadı

ŞEYH ŞÂMİL VE ÇEÇENİSTAN

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "ŞEYH ŞÂMİL VE ÇEÇENİSTAN"

Copied!
76
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)
(2)

T.C. KÜLTÜR BAKANLIĞI YAYINLARI / 2965 Yayımlar Dairesi Başkanlığı

Kültür Eserleri Dizisi / 383

ŞEYH ŞÂMİL VE

ÇEÇENİSTAN

M. HALİSTİN KUKUL

(3)

İÇİNDEKİLER

Önsöz... ... IX

Kafkaslar'da Başlayan Şanlı Direniş... 1

Kafkaslar'da İslâmiyet... 4

Mürldlzm Hareketi Nedir?... 5

Osmanlı İmparatorluğu ve İslâm Dünyâsı'nın Umûmî Manzarası... 15

Osmanlı İmparatorluğu, Avrupa ve Rusya... 18

Türk Bayrağından İstifadeyle İhânet... 23

Kafkas Meselesine Işık Tutabilecek Kısa Bir Değer­ lendirme ... 26

Rusya'nın Değişmeyen Hedefi... 29

Büyük Mücâhid Şeyh Şâmil Meydana Çıkıyor... 32

Osmanlı İmparatorluğu'ndan Yardım Talepleri... 39

Şeyh Şâmil'in Müthiş Mücâdelesi... 42

Şeyh Şâmil i’lâ-yı Kelimetullah İçin Savaşıyordu... 49

EKLER... 57

VII

(4)

( 1797 - 1871 ) Büyük Mücâhid

Dağıstan Arslanı Şeyh Şâmil

(5)

ÖNSÖZ

1995 yılının Ramazan-ı Şerîf ayında Samsun'un Lâdik İlçesi Kafkas Kültür ve Dayanışma Derneği'nden büyük mücâhid Şeyh Şâmil'in vefatının 124. yıldönümü münâ­

sebetiyle bir konferans dâveti aldım.

Bu hususta, Türkiye Diyânet Vakfı tarafından 1992 yılında neşredilen "Dağıstanlı Arslan Şeyh Şâmil Destanı"

adlı manzum eserimle, bu büyük şahsiyete hayranlığımı bilen dost ve kardeşlerimin tekliflerini bir vazife kabul ederek ve hâlen zulüm altında inleyen, katledilen fakat Ruslara karşı, tıpkı dedeleri Şeyh Şâmil Hazretleri gibi kahramanca mücâdele veren Müslüman Çeçen kardeşle­

rimin de bir nebze olsun yardımlarına omuz verebilmek maksadıyla "Şeyh Şâmil ve Çeçenistan" konulu bir metin hazırlamaya başladım.

Elde ettiğim bilgiler, şüphesiz ki bir konferans muh­

tevasını oldukça aşmıştı. Takriben yirmi yılı aşan bir sü­

reden beri üzerinde çalışma yaptığım Şeyh Şâmil Hazret- leri'nin şanlı mücâdelesini ilmî kaynaklara dayanarak, maziyle irtibatı sağlamak, bugün ve gelecek için bu hâdi­

selerden ibret almak gâyesiyle tedkik etmeye gayret etti­

ğim Şeyh Şâmil ve Çeçenistan adlı bu kitap, ümit ediyo­

rum ki, Türkiyemiz için mühim bir stratejik mevkide bu­

lunan Kafkasya meselesine ışık tutucu bir mahiyet arze- der.

Kafkasya meselesine tarihî boyutu içerisinde bakan­

lar, oradaki bütün halklar adına tek sembol isimle yâni Şeyh Şâmil'le karşılaşacaklar; O'nun imân, cesâret ve

(6)

kahramanlığı yanında, büyük bir hürriyet âşığı olduğunu vc askerî deha olduğunu da göreceklerdir.

Tarih O'nu dâima bu hususiyetleriyle İftiharla ana­

caktır. O na Cenâb-ı Allah'tan rahmet diliyorum.

M. Halistin KUKUL Samsun, 17 Şubat 1995

(7)

KAFKASLAR'DA BAŞLAYAN ŞANLI DİRENİŞ

Şeyh Şâmil'in şanlı ve mübârek mücâdelesini ele al­

madan önce, Kafkaslar’dakl direnişin başlangıcına dön*

mek, bu direnişin sebeplerini ve bilhassa Osmanlı İmpa*

ratorluğu'nun içte ve dışta maruz kaldığı hâdiseleri iyi tahlil etmek gerekir.

Bunun için; 1783 tarihinde İmam Mansur'la başlayan mücâdeleye kadar olan safhayı; ikinci olarak. İmam Mansur'dan Şeyh Şâmil'e uzanan çizgiyi, ardından, Şeyh Şâmil'in mücâdelesini tedklk etmek ve bunlara bağlı olarak bugünkü Çeçenlstan meselesine ışık tutmak gerekir.

1783 yılında İmam Mansur'la başlatılan Kafkas dire­

niş hareketi. Şeyh Şâmil'in teslim oluş tarihi olan 1859 tarihine kadar geçen yetmiş altı yıllık süre içerisinde hangi safhalardan geçmiştir iyice bilinmelidir.

Hadiselerin kendi boyutları içerisindeki durumlarıyla, Osmanlı İmparatorluğu, Rusya ve Avrupa devletleri ara­

sındaki münasebetlerin de hadiseler üzerindeki tesirleri vuzuha kavuşturulmalıdır.

"Ruslar'ın Kafkasya ile temasları çok eskidir. Tâ Suyatoslav zamanında (954-971) bu bölgeye sarkan Ruslarla Adigeler arasında birçok muhârebeler cereyan etmiştir."1

1 General İsmail Berkok, Tarihte Kafkasya. İstanbul 1958. s. 334.

(8)

"1557 yılında Rus Çarı Müthiş (Korkunç) İvan, Çerkeş Prenseslerinden Marl (Meryem) ile evlenerek Kafkaslarla ilk alâkayı tesis etti."2

Rusya. "1699 yılında imzalanan Karlofça Muâhedesi ile Osıııaıılı Devletl'nin elinden Azak Kalesi'ni almaya mu­

vaffak olmuştu. Burasını almakla Kafkasya'ya hücum edebilmek için stratejik bakımdan daha kuvvetli bir hâle gelmişti. Azak'tan Güney'e doğru hareketle Kafkasya'ya biraz daha yaklaşmak için gayret sarfediyordu. Fakat 1711 Prııt mağlûbiyeti sonunda Azak Kalesi’ni Osmanlı- lar'a terketmeye mecbur olunca bu hareket bir duraklama geçirdi. Nilıâyet 1721 yılında İran'a yardım etmek bahâ- nesi ile hareket eden yiizotuz bin kişilik bir Moskof or­

dusu. başlarında bizzat Dell Petro olduğu hâlde Dağısta­

n'a saldırdı. 271 parçadan ibâret Rus donanması da de­

nizden harekete geçirilerek bu tecâvüze İltihak ettirildi.

Önüne çıkan zayıf Kafkas kuvvetlerini ezerek Der- bent'e giren Moskof kuvvetleri, buraya kadar işgal ettikleri köy ve kasabalarda akıl ve hayâle gelmedik zulüm, yağma ve katliam yaptılar. On beş binden ziyâde hayvanın yağ­

malanmasından maada esir edilen sivil halkın çocuk ve kadınlara kadar büyük bir kısmı kılıçtan geçirildi."3

"Âdeta bir kan ve vahşet heyülâsı hâlinde Derbent'e ulaşmaları Petersburg'da bile büyük şenliklerle kutlandı.

Petro: "Bu şehri Büyük İskender kurdu, Büyük Petro işgal etti" diyerek kendisini İskender'e benzetmek sûretiyle bö­

bürlendi. Fakat O'nun sevinci uzun sürmedi. Rus ordu­

sunun ileri harekâtı sırasında mukavemet edemeyerek dağlara çekilen KafkasyalIlar bilâhare toparlanarak Pet- ro'nun kuvvetlerine arkadan hücûma geçtiler. Bu sûretle

2 Şerafettln Crel. Dağıstan ve Dağıstanlılar, İstanbul. 1961, s. 98.

3 Şerafettin Erel. Dağıstan ve Dağıstanlılar, İstanbul 1961, s. 102.

(9)

iki cephede birden vuruşmaya mecbur olan Ruslar büyük zâyiat verdiler. Bir taraftan da bu harekât için getirilen gemilerin büyük bir kısmı, azgın bir fırtınaya yakalanarak battı.

Osmanlı Devleti de tam bu sırada Petro'ya Dağıs­

tan'dan çekilmesi için kat'i bir ihtarda bulundu.

Ordu ve donanması büyük kayıplara uğramış bulu­

nan ve iâşe zorlukları İle karşılaşan Petro, Derbent'de üçbin kişilik bir kuvvet bırakarak gizlice kaçmaya mecbur oldu. Fakat kaçarken de "Derbent'in anahtarı"nı almayı ihmâl etmedi. Petersburg'da istikbaline gelenlere bu anahtarı göstererek Kafkasya'nın istilâsını vasiyet etti."4

"Günümüzde meydana gelen olayların ekonomik, si­

yâsî ve dinî sebepleri olduğu kadar Ruslar'ın 260 yıllık sömürüsüne karşı Çeçen halkının Ruslar'a karşı beslediği kin de önemli bir sebeptir. En zengin topraklara sahip Çeçenler'in kendi öz topraklarında Ruslar tarafından aç­

lığa ve yokluğa mahkûm edimesi eski tarihlere dayanan mücâdele ile birlikte süregelmiştir. 1556'da Rus orduları tarafından işgal edilen Astrahan'da Ruslar, Çeçenler' karşılarında bulur ve bu buluşma asırları alacak bir he­

saplaşmanın, bir mücâdelenin başlangıcı olur.

Ruslar sürekli olarak Kafkaslar'a doğru ilerleyerek 1587'de Terek Nehri'ne ulaşırlar. 1590'da Sunj Nehri üzerinde kontrol altında tutmak için ilk Rus kalesi kuru­

lur. Ruslar, Kafkaslar'a iştahlanmaya başladığı bu tarih­

lerde Çeçenistan'a girememişlerdir. Ruslar, Kafkaslar'ı askerî ve ticarî merkez yapmak için, hakimiyetlerini daha güçlendirmek için Çeçenistan'ı ele geçirmeye kalkışırlar.

4 Pşimaho Kosok, Yeşil Mayıs Birleşik Kafkasya Dergisi. Sayı: 4 İstanbul 1965.

(10)

Çok önemli stratejik konuma sahip Çeçerıistanın, Kafkas- laı'ı elde tutmak içtıı çok önemli olduğunu bilen Rusların saldırılarına karşılık Çeçcııler'in karşı direnişiyle, 1783-

1793 yılları arasında çok şiddetli çatışmalar oldu. Şeyh Mansur’un öncülüğündeki Çeçen ordusu Ruslara geçit vermedi."5

KAFKASLAR'DA İSLÂMİYET

Kültürlerine, örf ve âdetlerine sıkı sıkıya bağlı olan Çcçcıılcr'in 17. asırdan itibâren Müslümanlığı kabul et­

meleri de, stratejik, ekonomik ve siyasî sebeplere bir de dînî faktörü ekleyince Ruslar'ın daha da hücumuna mu­

hatap olmaya başlamışlardır. Kaldı ki Rusya için güneye inmenin bir kapısı da Kafkasya'dır. Bu sebeple, buradaki kavimler! tesirsiz hâle getirmek, Kafkasya'yı ve buradan da Türkiye'yi ve İran'ı tehdit etmek vazgeçemediği tarihî bir misyonudur.

Artık bu dönemden İtibâren Kafkasya'da "İmamlar Dönemi" diye adlandırılan "Müridizm Hareketi" başlaya­

caktır. "Asırlar boyu hür yaşamış Kafkas dağlarının zirve­

leri kara bulutlarla kaplanmış. Yiğit Kafkas halkı, dînîne, vatanına, namusuna kasteden Rus kâfirlerinin tehdidi al­

tında. Çar Nikola emretmiş: "Kafkasya benim olacak.

Oralarda artık Müslümanlara yer yoktur. Dağ-taş, Rus askeri kaynıyor. Dağıstan'ın çeşitli köylerinde Ruslara karşı yer yer ayaklanmalar var. Ancak bölük pörçük bir güçle Ruslar'a karşı koymak mümkün değil. Bütün Kafkas Müslümanlarını bir arada toplayarak organize bir direniş gücü kurmak gerektiğinde herkes hemfikir.

Bunun gerçekleşmesi için imamın liderliğine ihtiyaç var.

5 Mehmet Koçak, Şeyh Şâmil’den Dudayev’e Çeçen Destanı. Zaman Gzt. 30 Ocak 1995. s. 17.

(11)

Rus Çarı 11 Ntkola orduların gucıınr güvenerek vola çıkmıştı Ama aradan geçen yıllar ona yanıldığını çok arı bir şekilde gösterecekti

Çar ın topu tüfeği, yüzblnlerce kişilik orduları olabl lirdi, ama. Kafkaslar da sahipsiz değildi. Kbıı Muslini adında büyük bir veli sayesinde İslâm'ı tuıuyun Dağıs­

tanlılar. İmam Mansur, İmam Gazi Muhammed, İmanı Haınzat ve Mevlâna Mâlld-1 Bağdadi Hazretleri gibi hlı bıı- yuk Allah dostunun talebesi olan imam Şâmilin orduları dağları saran Rus askerlerine kan kıısturacaktı Her biri birer büyük veli olan bu İmamlar, yetiştirdikleri müritleri He koca Rus ordularına karşı kahramanca savaşacak, ta­

rihe şanlı destanlar yazdıracaklardı. Mürldizın olarak nitelenen bu hareket yıllar boyu sürecek. Karkaslarda.

İslâmın şerefini hiçbir gün ayak altına aldırmayacaktı."0

MÜRİDIZM HAREKETİ NEDİR?

Söz "İmamlar Dönemi"ne yâni "Müridler Dönemine"

gelmişken Müridtzm hakkında da bazı bilgiler sunmakta fayda vardır: "İslâm'ı benimseyerek bütün hayatlarına hâkim kılan KafkasyalIlar ve özellikle Dağıstanlılar, 19.

yüzyıl başlarına doğru ülkelerine yayılmaya başlayan Çarlık Rusyası'na karşı yürütecekleri mücâdelenin moral desteklerini ve fikrî temelini de yine İslâmiyet'te bulmuş­

lardır. İslâm'ın clhad anlayışı, Kafkasya'nın yurt sevgisi geleneğiyle birleşince yüz yıla yakın bir süre, fizik güç yö­

nünden karşılaştırılamayacak Rus ordularına karşı ortaya konan bir destan yaşanmıştır. Tarih içinde oluşan bu du­

rum, Allah rızasına kavuşmayı hedefleyen İslâm tasav­

vufu ile "din düşmanlarıyla sonuna kadar savaş’’ı öngören

6 Murat Yeşil-Murat Arvas. Şeyh Şâmll'ln İzinde. Türkiye Gzt. 23 Şubat 1993, s. 2.

(12)

cihad ruhu, birlikte Müslüman Kafkasya’nın Rusya'nın istilâsından korunmasını hedefleyen bir millî kurtuluş hareketini ortaya çıkarmıştır."7

Ruslar’ın Kafkasya’yı işgalinin anayurtlarına Rus âdetlerini, Hristiyan ilkelerini getireceğini, İslâmî ahlâk ile beraber binlerce yıllık törelerin de yıkılacağını anlayan bölgenin ulemâsı, bölge halkının dinî inançlarını kuvvet­

lendirmek, bövlece İslâm’ın Kafkasya’dan silinmesini en­

gellemek maksadıyla "iman-tevhîd-cihad’’konusunu halka açıklamaya başlamışlardır. Sonraki yülarda mücâdelenin sertleşmesi gündeme "şehadet” kavramını da getirecektir.

Ancak bu şekilde, sayıca ve teknik olarak kıyaslanamaya­

cak kadar üstün kuvvetlere karşı direnme azmi ayakta durabilmiştir.

Allah rızası gözetme, şirkten kaçınma, haramlardan sakınma yanında mübahları dahi terketme suretiyle nefsi tezkiye etme gibi İslâm’ın ezeli şiarlarını temel alan bu mücâdele yöntemi, daha sonra Afrika ve Uzakdoğu'da ortaya konan İslâmî kurtuluş hareketlerini de etküe- miştir. Başlangıcından kısa bir süre sonra Kafkasya Mü- ridizmi, tasavvufi köklerini korumakla beraber millî bir vasıf da kazanarak bir yurtseverlik hareketi haline gel­

miştir.”9

"Kafkasya Müridizmi, İslâmî tasavvuf ekollerinden Nakşibendiyye tarikatına dayalı bir geleneğe sahiptir. Ta­

rikata intisab eden müridler aynı zamanda birer mücahid hâline geçerken, tarikat eğitimini sürdürmekle mükellef olan öğretici kadro da cihad ordusunun karargâhını oluş-

7 Muhammed Tahlr-ül Karakhl. İmam Şâmil in Gazavatı (Haz. Tank Cemal Kutlu), Gözde Kitaplar Yayını, İstanbul 1987, s. 178-182.

8 Aytek Kundukh. Kafkasya Müridizmi (Gazavat Tarihi) (Haz. Tank Cemal Kutlu. Gözde Kitaplar Yay. İstanbul 1987. s. 44-47.

(13)

turmaktadır. Her tasavvuf ekolünde olduğu gtbl tarikatın yürütücüleri, gelecekteki önderleri ve geleneğin ileticisi silsilesi Kafkasya Müridizm’nde de bellidir. Bilinen isimler olan İmam Mansur, İmam Gazi Muhammed. İmam Ham*

zat Bek, İmam Şamil ve İmam Muhammed Emin aynı za­

manda şeyh konumunda olan liderlerdir.9

"İmam mansur bir yandan Ruslar'la mücâdele edip Osmanlı Devleti ile ilişki kurmaya çalışırken, diğer yan­

dan da KafkasyalIlara devamlı beyannameler yayınlamak suretiyle onları Ruslar'a karşı sürekli uyanık tutmak isti­

yordu. Bu yıllarda cihadın bayrağı olan ve Kafkas halkla­

rını temsil etmek için kullanılan sancak, yeşil-sarı ve kırmızı renklerinden oluşmaktaydı. 1786 yılına kadar Ruslar'ı geriletmeyi başaran İmam Mansur'un cihadı sü­

rerken 1787-1792 Osmanlı-Rus Savaşı da başlamıştır.

Ruslar Kafkasya Müridizmi'nin kurucusu olan ve Çeçen- ler arasında ünlenen İmam Mansur’u ele geçirmek üzere yöneldikleri Alda avulu yakınlarında büyük bir yenilgiye uğradılar. Halk arasında daha da ün kazanan İmam Mansur, Kızılyar ve Grigoryapali gibi Rus elindeki kaleleri kuşattı, düzenlediği baskınlarla Ruslar'a önemli kayıplar verdirdi. Ancak daha sonra Tatartop'ta Ruslar'a yenilen İmam Mansur Kuzeybatı Kafkasya’ya çekilerek mücâde­

leye bu bölgede devam etti, etrafına topladığı Adige’lerle birlikte Ruslar'la savaştı. Dağıstan’ı birleştiren ve cihad ruhuyla dirilten İmam Mansur'un adı İslâm dünyasında ve Avrupa'da duyuldu. Kafkasya'da yeni doğan pek çok çocuk hâlen de O'nun adını taşımaktadır. Dağlıları mâ­

nevi yönden büyük bir hızla dirilten İmam Mansur’un et­

kisini yok etmek isteyen Rus yazarları, O'nun hakkında en ufak bir şey yazmadıkları gibi yaydığı tarikatına saldı­

rılarına devam etmektedirler. 1791 yılında Anapa savaş-

9 a.g.e., S. 15-16.

(14)

1 arında Ruslar’a tutsak düşen İmam Mansur, 13 Nisan 1794 te tutsak bulunduğu Şlisselburg Kalesi’nde öldü ve hiçbir dinî muamele yapılmadan yakındaki bir dağa gö­

müldü.

İmam Mansur’un bu şekilde ölümünden sonra Kaf­

kasya Müridizmi, mahalli şeyhler vasıtasıyla yaşamaya devam etmişse de yeniden aksiyoner bir şekilde Ruslara karşı cihadı ön planda tutarak ortaya çıkması, 40 yıl ka­

dar sonra İmam Gazi Muhammed'in organizasyonu ile olabilmiştir. Dağıstan'da ve Kuzey Kafkasya'nın doğu ke­

simlerinde klâsik İslâmî medrese eğitimini azimle sürdü­

ren âlimlerin elinde yetişen ve devrinin İslâmî bilgilerini öğrenen Molla Muhammed, İmam Mansur hareketinin Kafkasya'daki aktivitesinin etkilerini yaşayarak bildiği için Rusların Kafkasya'yı istilâsını durduracak tek yolun cihad ruhunun diri tutulması olduğuna inanıyordu. Avar asıllı olan ve 1793'te Dağıstan’ın Şeyh Şâmil'i de yetiştiren Gimri avulunda doğan Molla Muhammed şeriat ilimlerine vâkıf olduktan sonra Kafkasya Müridizmini canlandırma arzusu ile bölgenin önde gelen Nakşibendiyye Şeyhi Kür- demirli Şeyh İsmail Şirvani'ye intisab etti. O devre kadar

"Müceddidiyye ’ ve "Mazhariyye" diye bilinen Nakşiben­

diyye tarikatını "Halidiyye" adı ile devam ettiren Mevlânâ Hâlid-1 Bağdadî, Muhammed el-Mehdi Dağıstanı ve Kür- demirli Şeyh İsmail Şirvanî adlı temsilcileri vasıtasıyla Kafkasya ve Kazan bölgesinde tarikatını yayabilmiştir."10

Şeyh İsmail Şirvanî'nin müridleri arasında Şeyh Şâmil de yer almaktadır. İmam Gazi Muhammed’i etkile­

yenler arasında Şeyh ŞâmiTin kayınpederi olan ve Kaf­

kasya Müridizminin el kitabı sayılan "El Âdab-ül Merziya

10 İrfan Gündüz, OsmanlIlarda Devlet-Tekke Münasebetleri, Seha Yay. İstanbul 1983, s. 226.

(15)

Tarikât-ı Nakşubendiyye"nln müellifi Şeyh Cemaleddin Gazikumukî’nin de ayrı bir yeri vardır. Kürdemirli Şeyh İsmail Şirvanî İle görüşüp tarikat öğreti ve usûlünü kav­

rayan İmam Gazi Muhammed, 1823 yılında Dağıstan’a dönerek halk arasında irşad çalışmalarına başladı. Tari­

katını yayarken bir yandan da, "Dağlı'nm İlk görevinin Allah yolunda cihad=gazavat olduğunu, daha sonra fer­

din, ailenin, toplumun ve ülkenin hayatını tanzim eden şeriata uyma ve saygı göstermenin geldiğini, Dağlı nın Al­

lah'tan başka kimse önünde eğilmeyeceğim, hele kâfire haraç verilemeyeceğini, haramlardan, zevk-ü safadan ka­

çınılarak ruhun İbadetlerle beslenmesi gerektiğini" anlatı­

yordu. Bu yıllardan sonra Kafkasya'daki bağımsızlık sa­

vaşları "Gazavat" olarak adlandırılmış ve dinî motiflerle beraber işlenmiştir. Halkı hazırlamak İçin uzun süre İrşad faaliyetini sürdüren İmam Gazi Muhammed, komşu boy­

ların önde gelenlerim davet ettiği bir istişare toplantısı düzenledi. Avar Hanlığı'ndan Şeyh Şeybanl. Tarko şam- hallığından Molla Hacı Yusuf, Gazi Kumuk Hanlığı'ndan Molla Han Muhammed gibi bölgede sayılan halk önderle­

rinin de katıldığı bu toplantıda seçimle Gazi Muham- med’ln İmamlığı kabul edildi. İmam Gazi Muhammed e biat eden ve aralarında Şeyh Şamil’ln de bulunduğu ön­

derler Kafkasya'ya dağılarak halkı gazavat ve cihad bay­

rağı altında toplama çalışmalarına başladılar. Gralevskl adlı Rus yazarının belirttiğine göre "Cihada daha fazla güç kazandırabilmek için müridler sokak sokak dolaşıyor ve kılıçla kapıları çalarak "Gazavat! Gazavat!” diye bağırıyor­

lardı. Hatta kabristanlara da uğrayarak ağaç kılıçlarla mezar taşlarına vuruyor ve "Gazavat! Gazavat!” diye ölü­

leri bile amansız düşmanla cihada davet ediyorlardı." Ya­

nında organize durumda üçbin mûridlik bir güç oluştu­

ran İmam Gazi Muhammed, halk bu şekilde cihada hazır­

landıktan sonra Ruslar'a karşı açıktan mücâdele için

(16)

şeyhinin de onayıyla 1829'da "Kafkasya Halkını Ruslar'a Karşı Cihada Dâvet" bildirisini yayınlayarak fiili mücâde­

leyi başlattı. Bu sıralarda 1828 Osmanlı-Rus Savaşı'nm doğu cephesinde Ruslar'a yenilerek Erzurum-Muş havali­

sini kaybeden Osmanlı Devleti'nin im zaladığı Edirne Andlaşması'yla bütün Kafkasya ile Karadeniz'in doğu kıyı­

ları Ruslar'a terkedilmişti. Cihad hareketini başlatan İmam Gazi Muhammed, bu davranışıyla Rusya'nın Kaf­

kasya'daki hâkimiyetini tanımayacaklarını da ilân edi­

yordu. Bütün Türklük ve İslâm âleminin zaferleri için dua ettikleri Kafkasya Müridzm Hareketi, İmamlar yöneti­

minde 1864'e kadar cihada devam ederek Rus hâkimiye­

tini önlemeye çalışmıştır."11

"Türkiye ve İran'a yönelik Rus istilâsı 18. ve 19. yüz­

yıllarda Kuzey KafkasyalIlar'ın beklenmedik kahramanca hareketleriyle ve sürüp giden mukavemetleriyle felce uğ­

ratılmıştı. Bu tarihî bir gerçektir. Bu durum, Ruslar da dahil bütün Batı dünyasını şaşırttı. Derin araştırmalar ve yayınlara konu oldu. Bazıları bunu Kuzey Kafkaslı Dağlı halkının akıllara hayret veren cesâretine bağladılar. Bir kısmı da Kafkas dağlarındaki tabiî engellerin kuvvetli bir sebep olduğunu ileri sürdüler. Sonunda konuyu sosyal açıdan tetkik eden yazarlar, bu m ücâdeleyi idare eden başbuğların Kuzey KafkasyalIlara telkin etmeyi başardık­

ları inancın müessiriyetl üzerinde durdular. Rus ordula­

rının Kafkas hârekâtı, sistemli bir şekilde 1722'de başlar.

1864’e kadar devam eder. Bunun 78 senesi İmamlar dev­

ridir. Savaşların en korkunç safhalarını İçine alır ve Kaf­

kas mücâdelesi tarihinde "Müridizm Devri" diye anılır.

Yabancı tarihçileri bu işte yanıltan husus, müridizm deni­

len sistemin tahlilinde uğradıkları zorluktur. Genellikle Doğu'da tasavvuf yolunun saliklerine "mürid" denmesi

11 a.g.e., S. 221.

(17)

Batılı bilginleri bu yanlış kanaate sevketmiştir. Üstelik Kuzey Kafkasya'da, tarikatlar silsilesinin nüfuzuyla mü- ridizmin kuruluşu aşağı yukarı aynı tarihe rastlar. Bu da haklı olarak böyle bir yanlış kanaatin kuvvet bulmasına sebep olmuştur. Tasavvuf tarihi incelendiği zaman görü­

lür ki, İslâmiyet, Güney Kafkasya'ya Halife Hazret-i Ömer (r.a.) zamanında ulaşmıştır. Bir asır sonra da Kuzey Kaf­

kasya'ya yayıldı. Dağıstan kısa bir zaman içinde İslâm m edeniyetini sistemleştiren önemli bir merkez hâline geldi.12

II. Katerina zamanında (1762-1796) Kafkasya'ya karşı ardı-arası kesilmeyen birçok moskof taarruzları oldu. Bu mütemâdi hücûmlar Kafkasya'da yeni ve dinamik bir ci- hâd ruhu doğurdu. Buna "Gazavât" yani "Moskof Gâvu­

runa Karşı Mukaddes Harb" deniliyordu. Bu hareketi, en muteber din adamları sevk ve idare ediyorlardı. Bunlara,

"Şeyh" veya "İmam" deniliyordu.

Bu "Gazavât" mücâdelesi sırasında bütün KafkasyalI­

lar Osmanlı Devleti'ni kendileri için bir nevi hâmi ve kur­

tarıcı olarak görmekte ve zaman zaman Moskof istilâ emellerine karşı ikâz etmekteydiler. Dâhilde ve hâriçte pek çok gâile ile meşgul bulunan Osmanlı Devleti, ne ya­

zık ki, Rusya'ya karşı Kafkasya’yı koruyacak ciddî ve bü­

yük bir ölçüde yardım etmeye muvaffak olamamıştır. An­

cak 1787 yılında Canikli Ali Paşa ve Kaptan-ı Derya Gâzi Haşan Paşa, Soğucak Kalesi'ne gelerek burada Rus isti­

lâsının karşısına dikilebilmişlerdi. Bu cümleden olarak 1781 yılında Ferruh Ali Paşa da Anapa Kalesi'nt inşa et­

tirmişti. Bu sırada Ruslar bir taraftan Kazak kolonizas- yonu ile Kafkaslar'a sızmaya çalışırken diğer taraftan da Kafkaslar'ı Hristiyanlaştırmak için sinsi bir misyonerlik

12 D u rsu n Gürlek, Şeyh Şâmil Destanı. Zaman Gzt. 27 Ocak 1995, s. 17.

(18)

faaliyeti yürütüyordu. OsmanlIlar bu sebeple buraya bir­

çok din âlimi göndererek bu misyoner faaliyetlerini akîm bırakmaya çalıştılar.

Rus-Kafkas mücâdelesinin "İmamlar Devri” diyebile­

ceğimiz bu devresi 1785 yılında hareketin başına geçen Şeyh Nlansur ile başlamıştır. Şeyh Mansur, bu tarihe ka­

dar Rus orduları ile münferid gruplar hâlinde mücâdele etmeye uğraşan Kuzey Kafkasyalılar'ı "Gazavât Bayrağı”

altında birleştirerek ilk defa olarak harpçi ve mistik bir teşkilât ortaya çıkardı. Fakat "Ben bu hareketi yalnız hazırlamaya memurum. Benden sonra biri çıkacaktır ki, asıl mücâdeleyi o yapacaktır." diyordu. Bu ’Biri" hiç şüphesiz Kafkas Dağları nın namlı kartalı "İmam Şâmil"

idi.

Bu mücâdeleyi bir müddet yürüten İmam Mansur, Anapa da. bir talihsizliğe uğrayarak Ruslar'a esir düştü.

13 Nisan 1794 tarihinde, Şlizelburgda işkenceler altında vahşî bir sûrette hayatına son verildi. Halbuki bu sırada imzalanan Yaş Muâhedesi'ne göre esirlerin lâdesi kabul edilmişti. Fakat Ruslar tarih boyunca imzaladıkları hiçbir muâhedeye mecbur kalmadıkça riâyet etmemişlerdir. İşte bu muâhedeye rağmen İmam Mansur'u da iâde etmedik­

leri gibi. Çariçe II. Katerina kendisine bizzat, hakaret et­

miş, sonra da hapsettirmişti. Bu da yetmiyormuş gibi çeşitli zulümler altında hayatına kıyıldı."13

Muhakkak ki, bütün bu hareketlerin temelinde, baş­

langıçta Hazret-1 Ömer (R.A.)ln, daha sonraki yıllarda da Selçukluların önemli bir rolü vardır: "İslâm'ın ikinci hali­

fesi Hz. Ömer İR.A.) devrinin son yıllarında 643'te İran seferinde başarı kazanan İslâm orduları serdarları Suraka b. Ömer komutasında Azerbaycan'ı geçerek Kafkas Dağ­

w ŞeracTeddin Erci. a,g.e., %. 118

(19)

ları'na ulaştılar. Mevcudu 5.000 civarında olan İslâm or­

dusu Hazar kıyıları boyunca İlerlemeyi plânlamasına rağmen bunu başaramayınca Derbent hükümdarı ile ba­

rış andlaşması imzalayıp geri döndü. Barış Hz. Ömer (R.A.) tarafından da onaylanarak Suraka b. Ömer'in ölü­

müne kadar devam etti. Daha sonra Surak b. Ömer'in ölümüyle komutanlığa getirilen Abdurrahman b. Rebia, yeniden Kafkasya'ya yönelerek Hazar Denizi kıyıları bo­

yunca ilerleyip Derbent’i fethetü ve kuzeye doğru harekâta devam ederek Dağıstan'ın birçok bölgesini alıp İslâm’ı bölgede yayma çalışmalarına hız verdi. Ancak daha sonra Hazarlar karşı harekât ile 722'de Arapları Derbent'ten çıkararak bölgeye tekrar hâkim oldular.

Bundan sonraki yıllarda Derbent ve çevresinde kutsal bir makam olduğu inancının etkisiyle Mesleme b. Abdul- melik Dağıstan seferine çıkarak Derbent’i aldıktan sonra kuzeye doğru akınlarına devam edip Dağıstan halkını İs­

lâm'a davet etmiş ve İslâmiyet! bölgede yaymaya çalışmış­

tır."14

"Müslüman Türkler'in Kafkasya ile ilişkileri Selçuklu­

larla başlar. 1062 yılında Selçuklu Türkleri nin Kafkasya üzerine akınlar düzenlediği bilinmektedir. Selçuklu han­

larından Melikşah, Selçuklu hâkimiyetine katılmış bulu­

nan Hazar Denizi’nin batı ve güneybatı bölgelerindeki nüfûzunu artırmak için babası Alp Arslan'ın Anadolu'da uyguladığı iskân politikasına benzer bir şekilde Gürcistan'dan Hazar Denizi kıyılarına kadar Dağıstan’a birçok Türk boyu yerleştirmiştir. Bugün bölgede bulunan Türk kökenli boylardan hiç değilse bir kısmının, bu

14 Cemal Gökçe. Kafkasya ve Osmanb imparatorluğunun Kafkasya Siyaseti. Şâmil Eğitim ve Kültür Vakfı Yay. İstanbul 1979. s 19.

(20)

yıllarda İskân edilen Türk boylarıyla ilgisi olduğu sanıl­

maktadır." 15

İm cim Mansur'dan sonra tam on yedi sene başsız ka­

lan Kafkas Müslümanları, İmam Gazi, Muhammed'le is­

tedikleri lidere kavuşurlar. Ancak, kısa bir süre sonra Gazi Muhammed Glmrl Muharebesi'nde şehîd olur. Bu muharebede şehîd düşeceği günün sabahı bir rüyâ gören Gazi Muhammed, çocukluk arkadaşı ve aynı zamanda yardımcısı olan Şeyh Şâmil'i yanına çağırır ve O'na şöyle der: "Kardeşim Şâmil, bu savaşta şehid olsam gerektir.

Benden sonra Hamzat imam olacak. O'nun kısa süren imamlığından sonra sen başa geçecek senelerce Kafkas­

ya'ya hükmedeceksin. Nâmın cihanı tutacak. Çar ordula­

rını perişan edeceksin. Gimri'den gitsen bile mezarımı düşman çizmeleri altında bırakmazsın inşallah!"16

"Ruslar’ın saldırılarını sürdürmesiyle, 1810'larda İmam Hadis ve 1820'lerde Taynu Biybu Olt'un önderli­

ğinde işgalci Rus ordularına karşı şanlı bir direniş gerçek­

leştirildi. Çeçenlerin, Ruslara karşı direnişinin en önemli ve en başarılı dönemi 1829-1859 tarihleri arası olan ve

"İmamlar Devri" olarak adlandırılan dönemdir. İmam Gazi Muhammed'in öncülüğünde 1829-1832 yıllarında başla­

yan İmamlar Dönemi 1832-34 İmam Hamzat, 1834-1859 meşhur Şeyh Şâmil ile devam etti. İmamlar devri tarikat ve cemaat ruhunun en yaygın olduğu dönem olarak bili­

nir ve Çeçenler bu dönemde, işgalci Rus ordularına karşı en planlı ve en örgütlü mücâdeleyi vererek sayıca olduğu kadar askerî mühimmat bakımından da çok üstün olan

15 Mehmet Saray. Muzaffer ÜrekU, Sema Işıktan, İbrahim Yüksel, Ali Arslan, Mustafa Budak, Cezmi Eraslan, Kafkas Araştırmaları 1, Acar Yay. İstanbul 1988, s. 10.

16 Murat Yeşil. Murat Arvas, Şeyh Şâmil'ln İzinde, Türkiye Gzt. 23 Şubat 1993, s. 2,

(21)

Rus ordularını sürekli bozguna uğratmış ve ülkelerini ko­

rumuşlardır.

Ruslar, Çeçenler'in bu İmamlar direnişini kırabilmek için sürekli asker sayısını takviye ediyorlardı. 1859'da Rus asker sayısı 300.000’e çıkarılmış ve Rus saldırıları artırılmıştı. Çok şiddetli çaüşmalar sonunda Avar Şâmil lakabıyla tanınan ve 74 yıllık ömrünün büyük bir kısmını Ruslar'la savaşarak geçiren Şeyh Şamll'ln esir düşmesiyle Çeçen direnişi çok ciddi mânâda kayıplar vermeye baş­

lamıştır. Çeçenistan'ın işgalinden sonra Kuzey ve Batı Kafkasya'ya doğru ilerleyen Ruslara karşı zorlanan yerli Kafkas halkları, direnişlerini 1864'e kadar sürdürebilmiş- tir.”17

OSMANLI İMPARATORLUĞU VB İSLÂM DÜNYASININ UMÛMİ MANZARASI

Şeyh Şâmil ve O'nun şanlı, mübârek, mukaddes ve faziletli mücâdelesine geçmeden önce, o bölgede ve dün­

yada kuvvet dengelerini ellerinde tutan devletlerin siyasî, ekonomik ve kültürel durumlarına göz atmakta fayda vardır.

Osmanlı İmparatorluğu-Rusya-Avrupa Devletleri bu dengelerin sahipleridirler ve Osmanlı İmparatorluğu coğ­

rafi konumu itibariyle merkezi bir yerde bulunması, eko­

nomik, ticârî hatta kültürel geçişlerde bir nirengi teşkil etmesi; diğer taraftan ezilen, horlanan ve sömürülen en küçük etnik gruplara ve Müslüman halklara yapılan sal­

dırılara karşı bir teminat olması bakımından büyük bir önem taşımaktadır.

17 Mehmet Koçak. Şeyh Şâmll'den Dudayev'e Çeçen Destanı, Zaman Gzt., 30 Ocak 1995. s. 17.

(22)

Bütün bu gruplara hâmilik yapacak olan Osmanlı İmparatorluğu, diğer taraftan da Batılı (Avrupalı) devlet­

lere ve Rusya'ya karşı diplomasisini İyi ayarlayacaktır. El­

bette kİ dünya sadece bunlarla bitmiyor. Meselenin İçinde İran ve Arap ülkeleri de var. Ve açıldıkça, dışa doğru merhale merhale pek çok başka devlet de. Fakat birinci plânda düşünülmesi gereken bu üç münâsebettir.

Çünkü, dostluk gösterisi altında bütün düşmanlıklar bu­

rada doğmakta ve buradan yayılmaktadır.

Kurnaz, sinsi ve haince uygulanan bu plânlara karşı Osmanlı İmparatorluğu'nun çok temkinli olması zarureti vardır. En azından, Avrupa ülkeleri ve Rusya'ya karşı di­

ğer güçlerin hâmiliğini yaparken, diplomasinin gereği ola­

rak kimsenin incinmemesini ve düşman kazanılmamasını sağlamak da gerekiyordu.

Bu noktada, Osmanlı İmparatorluğu'nun, bu dönem­

lerdeki durumuna göz atmadan önce, İslâm Dünyası'nın târih içinde umumî vaziyetini îzâh bakımından, şu tesblt- lere dikkat çekmek gerekir:

"İslâm kültür ve medeniyetinin gelişimini, pek çok mütefekkir ve yazar farklı şekilde tasnif etmiştir ve edebi­

lir. Biz de kendi tesbitlerlmlze göre, konuyu, 1400 yıllık zaman dilimi içinde, şöyle tasnif edebileceğimizi sanıyoruz:

1. İslâm'ın "meydan okuma ve fetih" dönemi: 7. ve 16.

asırlar arası.

2. İslâm'ın kabuğuna çekilme ve direnme dönemi: 17.

ve 18. asırlar arası.

3. İslâm âleminin Batı'ya boyun eğme ve teslim olma dönemi: 19. ve 20. asırlar arası."18

18 S. Ahmet Arvasl, Size Sesleniyorum-1, Model Yayınları. İstanbul 1989. 0. 5.

(23)

İslâm âleminin en büyük zinde gücü olan Türkler de elbette bu tesbltten nasibini alacaktır. Zâten, bütün İslâm memleketlerine hâmilik yapması dolayısıyla Osmanlı İm­

paratorluğu zaman İçerisinde en büyük tahribatı da ala­

cak ve büyük çapta kan kaybedecektir. Hâliyle bu durum, onunla İrtibatlı olan bütün kavimleri de etkilemiş olacak­

tır.

Mevzumuzu da yakından ilgilendirmesi bakımından, bütün bu iniş çıkışlara dikkatlice bakmak gerekir: "Ger­

çekten de, İslâm kültür ve medeniyeti, 7. asırdan başlaya­

rak, büyük bir hızla 16. asrın sonlarına kadar, zirveye tırmanmaya başladı. Müslüman Araplar, bu medeniyeti,

10. asra kadar bizzat kendileri temsil ettiler. Daha sonra 11. asırdan itibaren, bu temsil hakkını, Doğu'da Müslü­

man Türklere Batı da Müslüman Berberîlere bırakmak zo­

runda kaldılar. Böylece, Selçuklular ve Osmanoğulları, fetih ordularını Doğu'dan Batı'ya doğru koştururlarken, Berberîler Batı Avrupa'dan Doğu'ya doğru yay çizmek İsti­

yorlardı.

Doğu'da Bizans çökertilmiş, bütün Doğu-Avrupa, Müslüman Türk'ün eline geçmiş ve artık Viyana kapıları zorlanmaya başlamışken, Batı'da Endülüs İslâm Devleti kurulmuş ve Avrupa İki ucundan kıskaca alınmıştı ve kıskaç, gittikçe daralıyordu. Eski Dünya'yı birbirine bağ­

layan bütün kara ve deniz yolları Müslümanların eline geçmişti. Hrlstiyan Dünyası, çok yönlü bir baskı altında olduğunu hissediyordu. Üstelik bütün çırpınmalarına rağmen, bu baskıyı, bir türlü kaldıramıyordu.

Bu durum. Avrupalı kavimler için, ilk görünüşte, bir felâket gibi görünse bile, gerçekte, bir "uyanış ve dirilişin"

de başlangıcı olacaktı. Avrupalı kavimler, İslâm orduları karşısında ve İslâm medeniyeti karşısında güçsüzlüğünü anlamış, kendini tenkit etmeye başlamış, eksiklerini, ku­

(24)

surlarını yakalamış, yeni kültür ve medeniyet değerleri ile temas kurmuş, ilimde, tefekkürde, teknikte ve sanatta yeni tecrübeler kazanmış ve bunların ışığında kendini ge­

liştirmişti." 19

Avrupalı diriliş hareketine girerken, İslâm âlemini, el­

bette ki OsmanlIları da yavaş yavaş rehavet basmaya başlamıştı. Bu rahavette çok mühimdir ki, neticesinde koca bir imparatorluğur çöküşünü hazırlayan sebepler vardır. İmparatorluğun çöküşünde ve çevresine yeterli faydayı sağlayamamasında sadece karşı tarafın kuvvetli oluşu tek müessir unsur değildir. Şöyle ki:

"İslâm Dünyası, kazandığı zaferlerle ve elde ettiği ba­

şarılarla yetinip kendini rahata bıraktığı bir dönemde, Av­

rupa, korkunç bir dinamizm içinde, kendini, yeni baştan yoğuruyordu. İslâm Dünyası'nda öylesine bir üstünlük kompleksi (complex supériorité) teşekkül etmişti ki, Avru- palı'nın her hamlesi "bırakın şu gâvurları", her yeni bu­

luşu "gâvur icâdı" biçiminde küçümseniyordu. Bazı sosyo­

logların da işâret ettikleri gibi, medeniyetlerin en güçlü olduğu dönemlerde, cemiyete "bir rahata düşkünlük ve uyuşukluk" musallat olur. Biz de öyle olduk. Artık herkes

"külfetsiz nimet" peşinde idi. "Devlet ricali" eğleniyordu.

"Yeniçeri" kendi vatanında işgal ordusu kesilmişti, "med­

rese" hâlâ 16. asırda dolaşıyordu, "tekke" tembelhâne ol­

muştu, "memurluk" gizli işsizlerin sığmağı idi. Her neyse ötesini siz söyleyin. Kısaca, cami vardı, medrese vardı, tekke vardı, saray vardı, kışla vardı, kalem vardı, mürek­

kep vardı, kılıç vardı, kalkan vardı... Fakat bunları temsil eden "kahramanlar" çekilip gitmiş, yerine "sahteleri"

oturmuştu."20

19 a.g.e.. S. 5-6.

20 a.g.e.t S. 6.

(25)

OSMANLI İMPARATORLUĞU, AVRUPA VE RUSYA

İlerde görülecektir kİ, içte ve dışta cereyan eden hâdi­

seler, bilhassa Şeyh Şâmil'in Çeçenistan’da mücâdele verdiği dönemde, Osmanlı İmparatorluğu'nu AvrupalIlar nezdinde "HASTA ADAM” olarak göstermiş ve gerçekten kendi iç işleriyle boğuşmaktan, hâmiliğini yapmak istediği kavimlere el uzatamamıştır.

Bunları tesbit bakımından, bazı hususları belirtmekte fayda vardır. Şöyle ki:

a) Birinci Abdülhamid Han dönemi: Kafkaslar'da İmamlar Dönemi'nin başladığı 1783 tarihinde, Osmanlı İmparatorluğu'nun başında Birinci Abdülhamid Han (1725-1789) bulunuyordu. Onun on beş sene saltanat sürdüğü dönemde, Ruslar, 1774 tarihinde yapılan Küçük Kaynarca Antlaşmasıyla, Türk topraklan üzerindeki orto- dokslar üzerinde bazı himâye haklan elde etmişler; bilâ­

hare, Kırım'da bağımsızlık ilân edildiğinde de oraya asker şevketmiş ve kendi adamlarından olan Şahin Giray'ı han seçtirmişlerdi. 1779'da ise, Fransızlar'm yardımıyla, 10 Mart'ta Haliç Aynalıkavak Kasrı'nda bir antlaşma imza­

lamış ve buna göre de Osmanlılar Şahin Giray'm hanlığını tasdik etmişlerdi.

Görülüyor ki, Osmanlı, Rus, Avrupalı üçgeni, Avrupa cephesinde bâzan Fransız, bâz an İngilizlerle ve bâzan da Fransız, İngiliz, Avusturya yâni, bütün Avrupalılar’ın müşterekliğinde teşekkül etmektedir.

Osmanlı İmparatorluğu, Ruslar'ın Kafkasya'nın gü­

neyine kadar ulaşabilecek hâkimiyetini büyük tehlike ola*

rak görüyordu. Bunun için Birinci Abdülhamid Han, Kaf­

kasya'da bâzı bölgeleri kontrolü alüna almayı düşündü ve bu sebeple Soğucak ve Anapa Kaleleri'ni tahkim etti.

Böylece, buradaki kabileleri himâye altına almış oldu.

(26)

Elbette kİ Ruslar bununla kalmadı. Koyu bir Rus ta­

raftarı olan Şahin Giray’a karşı Kırım'da isyan eden halka karşı, Ruslar buraya takviye asker gönderdi, binlerce Müslüman'ın katledildiği bastırma harekâtında, Kırım'ı yine Şahin Girayca bırakarak oradan çekildiler.

1786'da Ruslarla savaşırken, Avsuturyalılar da Bel- grad ve Sırbistan'a saldırdılar. Ardından Ruslar, Özi Ka- lesi'ni alarak otuz bin civarında masum insanı katlettiler.

Bu haberin padişaha ulaşması üzerine, Birinci Abdül- hamid Han 28 Mart 1789'da vefat etti.

b) Üçüncü Selim Han dönemi: Birinci Abdülhamid Han'ın yerine geçen Üçüncü Selim Han'ın taht'a çıktığı sı­

ralarda Avrupalılar'ın 1789'da yapılan Fransız İhtilâli'yle meşgul olmaları, kısmen de olsa OsmanlIlar için bir nefes alma imkânı sağlamıştır. Buna rağmen, Avrupalılar'ın ve Rusya'nın kışkırtmalarıyla Balkanlar'da ve İngilizler'in kışkırtmasıyla da Arabistan'da yer yer isyanlar başgös- terdi.

1798 de Napolyon Bonapart Mısır'a asker çıkardı. Ba­

şarılı olamadı. Napolyon tehlikesine karşı İngiltere ve bâzı Avrupa devletleri Osmanlılar'a yakınlık gösterdi. Fakat bu yakınlık geçiciydi ve göstermelikti. Hâliyle, Rusya'yla da İngiltere’yle de dostluk uzun sürmedi.

Bu sıralarda, "1789 Fransa inkılâbı evvelâ Fran­

sa'daki rejimi ve daha sonra Avrupa’daki durumu değişti­

recek bir mahiyet alması üzerine ehemmiyet kesbetmiş, Prusya, Avusturya, İspanya ve İngiltere hükümetleri kendileri için tehlikeli görülen bu ihtilâl hareketini önle­

mek üzere Fransa'ya harp açmışlardı (1792).

Fransa İnkılâbına karşı Osmanlı devleti hiçbir telâş göstermemişti; Fransa aleyhine hareket etmiş olan Avus­

turya, Prusya ve Rusya hükümetleri Osmanlı hükümetini

(27)

de Fransa aleyhine tahrik eyledikleri gibi XVI. Lui'nln idamı üzerine Fransa ile münâsebetlerimizi kesmeye ça­

lışmışlardır; Fakat Osmanlı hükümeti bu hususta kati hiçbir harekette bulunmayarak tereddütlü bir devir geçi­

rip 1796'da Fransa elçisi olarak gelen General Ober Dü- baye (Aubert Dubayet) eski Osmanlı-Fransız dostluğunu canlandırmağa muvaffak olmuştur."21

Bu dönemde, yine AvrupalIlar'm teşvikiyle Arabis­

tan'da isyan çıktı. Mısır Vâlisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa bu isyanı bastırdı. Ancak, İngiltere Doğu'da, Rusya ve Avusturya Balkanlar'da Osmanlı İmparatorluğu'nu de­

vamlı olarak rahatsız ediyordu.

Hattâ, Rusya, harp dahi ilân etmeden Eflâk ve Boğ- dan'ı işgale başladı. İngiltere ise bir filosunu İstanbul ön­

lerine gönderdi.

İçerde ise Yeniçeriler 25 Mayıs 1807'de Kabakçı isyâ- nıyla başlayan hareketin ardından Üçüncü Selim Han’ı tahttan indirdiler ve Sultan Selim Han 28 Temmuz 1808’de Harem Dairesi'nde şehîd edildi.

c) Dördüncü Mustafa Han dönemi: 29 Mayıs 1807'de devletin başına geçti. Bu dönemde. Yeniçeriler, her şeye rağmen istediklerini yapıyorlardı. Nihâyet, 28 Temmuz 1808'de Alemdar Mustafa Paşa tarafından İkinci Mahmud Han Osmanlı Sultanı ilân edilerek, Dördüncü Mustafa Han tahttan indirildi. Bilâhare, 15-16 Kasım gecesi (1808) boğdurularak öldürüldü.

d) İkinci Mahmud Han dönemi: Bu dönemde de içte ve dışta pek çok hâdise cereyan etti. Kabakçı isyanında bulunan isyancılara karşı savaş açan Mahmud Han,

21 Ord. Prof. Dr. İsmail Hakkı Uzunçarştlı. Osmanlı Tarihi. IV. cilt, 1. Kısım, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1956. s. 634.

(28)

Devlet'e karşı gelenleri şiddetle cezalandırdı. 14 Ekim 1808'de Sekbân-ı Cedit adıyla yeni bir ordu kurdu.

15 Kasım 1808'de Alemdar Mustafa Paşa, Yeniçeri asîleriyle mücâdele sırasında dumandan boğularak öldü.

Ve nihâyet, 1826 yılında, tarihe "Vak'a-i Hayriyye" olarak geçen hâdiseyle Yeniçeriler târih sahnesinden silindi.

Dışarda ise, Avrupa devletleriyle Rusya, bilhassa Bal- kanlar'da. Basarabya, Boğdan ve Sırbistan'ı önce Os- manlılar’dan ayırmak, sonra da bağımsız yapmak için is­

yana teşvik ediyorlardı.

Neticede, Sırplar ve Rumlar isyan ettiler. 1813 yılında Sırbistan’a muhtariyet verilmesine kadar bu durum de­

vam etti.

Ve Rumlar... 1821 yılında Mora isyanı başladı. Hepsi, elbette ki Rus Çarı'ndan ve Avrupalılar’dan teşvik ve yar­

dım görüyorlardı. Tek maksatları Osmanlı İmparatorlu- ğu'nun Balkanlar'daki ve Kafkaslar'daki üstünlüğünü kırmak ve muhteşem imparatorluğu zerre zerre zaafa uğ­

ratıp, yıkmaktı.

Etniki Eterya ve Fener Rum Patrikhânesi'nin öncülük yaptığı isyan kısa zamanda bütün Mora Yarımadası'na yayıldı. Müslüman ahaliye işkenceler yapıldı. Müslüman- lar katledildi. İsyan, Atina, Adalar ve Teselya'ya kadar genişledi. Ancak. İkinci Mahmud Han'ın dirâyetiyle bas­

tırıldı.

Osmanlı İmparatorluğu'nu yıkmayı hedef alan ''Yu­

nanlılık fikri Rumluk fikriyle başlamıştır: Şimalî Yunanis­

tan'la çevresine münhasır olan Yunanlılığa mukabil Garbi-Anadolu. Adalar ve Rumeli'nin muhtelif taraflarına yayılmış olan Rumluk daha geniş bir câmiadır; her ikisi de ırkî birlikten tamamiyle mahrumdur; bütün Rum-Yu-

(29)

nan câmiası bir mezhep ve dil birliğinden tbârettir. Bil­

hassa mezheb bakımından ilk zamanlarda Sırplar'la Bul' garlar ve Ulahlar bile Rum cemâatine mensup sayılmıştır.

İşte bu vaziyetten dolayı yukarıki fıkrada bahsi geçen "Hé- tairiaMlarm gayesi Ortodoks istiklâli ve Bizans İmparator*

luğu'nun ihyâsı şeklinde ortaya atılmıştır. Bunlardan ”Hé- tairaitôn Philikon” ilmi ve edebi bir cemiyet şeklinde meydana çıkmış ve "Ethniki hétalria" ise gizli bir ihtilâl cemiyeti şeklinde kurulmuştur: Bu İkincisinin ilkönce 18 inci asırda meşhur şâir Rhigas tarafından kurulduktan sonra onun 1798'de idâmı üzerine dağıldığından ve nihâ- yet 1814'de Odesa'da ikisi Rum ve biri Bulgar olmak üzere üç tüccar tarafından tekrar te'sis edilmiş olduğun­

dan bahsedilir.

Rus çarını o gizli cemiyetin umumi reisi gibi gösteren bu müessislerin iddiaları mevsuk olmamakla beraber, Rusya’nın Rum-Yunan dâvâsını daha 18 inci asırdan iti­

baren siyaseten benimsemiş olduğu muhakkaktır."22

TÜRK BAYRAĞI NDAN İSTİFADEYLE İHÂNET

"... Diğer Yunan adalarıyla sâhil şehirleri gibi bunlar da son Avrupa muharebelerinde Türk bayrağının bîtaraflığından istifade ederek deniz ticaretinde çok ilerlemişler ve bilhassa korsanlara karşı gemilerini toplarla takviye etmişlerdir. 1816'da Rumlar’m 600 gemisiyle 17 bin gemicileri olduğundan ve hatta yalnız o üç adanın 180 gemiyle isyâna iştirâk ettiğinden bahsedilir. -Mora isyanının ilk reisi, yukarda bahsi geçen Alexandre Ypsilanti’nin kardeşi Dimitrios Ypsilanti'dir;

22 İsmail Hâml Danimend, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, cilt: 4.

Türkiye Yayınevi, İstanbul 1972, s. 104.

(30)

unvânı "Archistratège'dir; bayrağında siyah zemin üzerine bir ankaa resmi vardır; fakat Bizans fikrini temsil eden bu Eteryacı Yunanistan'da tutunamamış, yabancı diye defedilmiş ve ondan sonra birtakım mücâdeleler olmuşsa da nihâyet isyân hareketinin başına Alexandre Mavrokordato geçmiştir. Diğer rüesânın en mühimleri de Marko Botsaris, Kolokotronis, M avrom ihalis ve Baş- piskopas Germanos gibi adamlardır; muvakkat hükümet merkezi Anadolu'dur. -M ora askeriyle Yanya'da bulunan vali ve ser-asker Hurşid Paşa bu vaziyet üzerine Kapucu- başı Mustafa Bey kumandasında 3500 asker göndermiş ve Mustafa Bey de 3 Cumâda 1 âhir e = 8 Mart Perşembe günü Argos'u istirdâd etmişse de oradan Tripoliçe'ye gidip tedbirsizlik ederek kaleye girm iş ve m uhâsaraya uğramıştır. Tripoliçte K alesi 1821 = 1237 senesi 5 Teşrinievvel=8 Muharrem Cuma günü sukut etmiş ve ahâliden sekiz bin Müslüman kılıçtan geçirilmiştir; zâten bütün Mora kalelerinde âsiler hep aynı vahşeti irtikâb etmişlerdir. - Yunan isyânı Mora'dan Eğriboz'a, Sisam'a, Girid’e ve hatta Selânik havâlisine bile sirâyet etmiş, devletin başına karada ve denizde yıllarca büyük bir gaile açılmıştır; buna karşı hükümetin ilk tedbirlerinden biri, isyanın İstanbul'daki elebaşılarının tenkilidir: Rum patriki Grigorios 19 Receb=22 Nisan Pazar günü patrikhânenin orta kapısında - şaiben idâm edilmiş ve yaftası göğsünde olarak üç gün teşhir olunmuştur; bundan başka Kayseri, Edremit. Tarabya ve Edirne piskoposlarıyla tüccar vesaireden birtakım hâinler daha asılmışlardır. -Eterya reisi Alexandre Ypsilanti'nin Bizans hulyâsiyle hareket ettiğini yukarda görmüştük: Eflâk-Boğdan ve Sırbistan'ı da bu hulyâ ile ayaklandırabileceğini zanneden Ypsilanti Boğdan Beyi Mihal Soutzo/Suzzo ile anlaşarak 5 Mart=30 Cumâda -1 -ûlâ Pazartesi günü üç bin kişiyle Yaş'a girmiş;

11 Mart=6 Cumâda-1-âhire Pazar günü Kalas ve nihâyet

(31)

30 Mart=25 Cum ada-1-âhire Cuma günü de Bükreş sukut etmişse de, Rumanyalılar Rumlukla alâkadar olmadıkları gibi Rus çarı da bu hareketi takbih edip Ypsilanti'yi askerlikten tardetmiş, İstanbul’daki Rus sefiri hükümete te'minat vermiş, Türk askeri harekete geçmiş ve nihâyet hayalperest Ypsilanti Avusturya'ya ilticâ m ecburiyetinde kalmıştır: Büyük Rumluk ve Bizans hulyâları işte böyle suya düşmüş ve isyan hareketi Yunanistan'la bâzı adalarda mevzîleşerek Rumluk ve

Ortodoksluk yerine Yunanlılık fikri alevlenmişti."23

OsmanlI'nın etrafındaki çember hiç durmadan fitne üretiyordu. Nihâyet 6 Temmuz 1827'de, Rusya, Fransız ve İngiltere Londra’da bir sözleşme imzalayarak Osmanlı Devleti'ne müdahale kararı aldılar.

29 Ekim 1827 târihinde Navarin'de Osmanlı donan­

masına hücûm edildi ve elli yedi gemimiz kaybolarak se­

kiz bin Müslüman asker şehid edildi.

Adı geçen bu üç devlet de hâdiseden haberdar olma­

dıklarını beyan ettiler ve 26 Nisan 1828'de Ruslar, Os- manlılar’a karşı savaş İlân etti. Fransa İse Mora'yı işgal etti. 15 Ağustos 1829 tarihinde Fransa, Rusya ve İngilte­

re'nin gayretiyle Yunan Devleti kuruldu.

Ayrıca Ruslar, Anadolu ve Rumeli cephelerinden hü- cûma geçtiler.

Osmanlı bu şartları yaşarken, Kafkaslar'da da elbette kİ zulüm son haddindeydi.

e) Abdülm ecld Han dönemi: Şeyh Şâmil'in (1834- 1859) yılları arasında Ruslara karşı verdiği büyük mücâ­

delenin geçtiği dönemdir. Bu bakımdan bu dönemdeki

23 a g.e.. S. 106.

(32)

Osmanlı-Kafkasya münâsebetleri daha yakından mercek altına alınmalıdır. Ancak, unutmamak gerekir kİ, önceki hâdiseler de tanıamlyle bu târihler arasında cereyan eden olayları etkilemiştir. Her bir hâdisenin sebebinin çok olduğunu ve bunları İyi tahlil etmemiz gerektiğini bilmek

lâzımdır.

1823-1861 yılları arasında yaşayan Abdülmecid Han, 1839 târihinde, babası İkinci Sultan Mahmud'un vefatı üzerine padişah olmuştu. Yirmi bir yıl altı ay padişahlık yaptı.

Abdülmecid Han döneminde, Devlet bünyesini sarsan iki mühim hâdise olmuştu. Bunlardan biri 1839'da Tan­

zimat Fermanı'nın ilânı; İkincisi ise 1853 yılında başlayıp 1856'da Paris Anlaşması'yla nihâyet bulan Kırım Harbi'dlr ki bundan sonra AvrupalIlar, koskoca Osmaıılı İmparator­

luğu için "Hasta adam" ifâdesini kullanmaya başlayacak­

lardır.

KAFKAS MESELESİNE IŞIK TUTABİLECEK KISA BİR DEĞERLENDİRME

"Târihi, her türlü peşin hükümden uzak bir gözle in­

celediğim iz takdirde, Batı'nın bizi aldatma zamanının Tanzimat'ın ilân edildiği tarihte başladığını görürüz.

Reşld Paşa Hariciye Nazırı iken İngilizler tarafından elde edilmişti. Reşld Paşa, İngiliz Sefiri Lord Rading ile be­

raber. 1837'de hazırladığı ve 1839’da ilân ettiği Tanzimat Ferm am 'na dayanarak İngiltere başta olmak üzere sö­

mürgeci Batılı devletlerin misyoner faaliyetlerini serbest bıraktı. Bunun üzerine Osmanlı topraklarında misyoner okulları açılmaya başladı ve zamanla sayıları hızla arttı.

(33)

Misyoner okullarının en fazla açıldığı dönem 1870-18!*0 tarihlerine rastladığı görülmektedir,*4

"Gülhâne Hatt-ı Hümâyûnunun teceddüd w demokrasi tarihimizdeki büyük kıymetine mukabil, devlet bünyesin- dekl nıühllk (=lıelâk eden) te’slrlnl de inkâr ctınek kabil değildir. Bütün imparatorluklarda bir hakim millet vardır:

Avusturya İmparatorluğu'nda Alman ırkı, Moskof çarlı­

ğında Rus unsuru, İngiltere câmlasında İngiliz milleti ve hattâ Amerika Birleşik Devletleri'nde Aglosaksoıı unsuru hâkim vaziyettedir ve bütün bu devletlerin mevcudiyeti işte o hâkimiyetlere bağlıdır. Osrnanlı İmparatorluğu bu bakımdan tarih sahnesinde bir istlsnâ sayılabilir; Osman- Gazl'nin itibarî istiklâl tarihi sayılan 1299=699 senesin­

den Tanzimat'ın ilânına tesadüf eden 1837=1255 tarihine kadar geçen 540 yıllık büyük devirde hâkim bir millet yoktur, hâkim bir ümmet vardır; devlet bünyesine "Müsâ*

vât-ı İslâmiyye" esasının hâkim olduğu bu beş buçuk asır, kılıç altında İhtidâ etmiş mağlûp milletlerden Boşnakla­

rın, Pomaklar'm, Çıtaklar'ın, Arııavutlar'ın ve ötedenberl Müslüman olan Araplar'ın, Kürtler'in, Berberiler'in ve daha birçok unsurların devlet sahibi olan Türk ırkıyla hukuk müsâvâtına mazhar oldukları ve müşterek bir hu­

kukî kütle teşkil ettikleri devirdir. Türk ırkı millî hüviyet ve hâkimiyetini İşte bu beş buçuk asırlık dinî hâkimiyet devrinde unutmuştur. Tanzimât'ın bu bakımdan zararlı tarafı, ümmet hâkimiyetine bile nilıâyet veren "Ehl-i İslâm ve ınillet-i sâlre" nüisâvâtında gösterilebilir; işte bu su­

rette ümmet devrinin yerine artık kozmopolit bir Osman­

lılık devri kaatm olmuş ve üç kıt'aya yayılan o muazzam İmparatorluk câmlasında hâkim bir unsur kalmaması kadar anâsır disiplininden eser bırakmadığı için devlet

a4 P ıo f. Dr. i.snıct M troglu. Hah Ald atıyor, T ıiık lv r Gzt,, 23 Ocak 1905, s. H.

(34)

bünyesi mukadder bir demokrasiye mukavemet edemeye­

cek bir hâle gelmiştir. Bu iğreti anâsır câmiası içinde devletin müessisi ve sâhibi olan Türk unsuru artık bir akalliyet vaziyetindedir: Hânedân'ın Türk ve resmî dilin Türkçe olmasından başka bir Türklük alâmeti kalmamış- ür. Böyle bir aziyette ümmet hâkimiyetinin de yıkılması, o zaman bile halk arasında muhtelif aksül'ameller uyan­

dırmış, Müslümarılar müteessir, gayr-i -müslümler memnun olmuştur. ',25

Tanzimat'ın ilân edildiği 1839 tarihinde, padişah Ab- dülmecid Han henüz on altı yaşındaydı ve henüz dört ay üç günlük padişahtı. İçte ve dışta çok büyük hâdiselerin cereyân ettiği bir dönemde bu tecrübesizlik ülkenin ba­

şına elbette ki birçok gaaileler açacaktı.

Genç padişah, kurnazca düzenlenen hâdiselerin içine çekilmiş ve sanki Osmanlı İmparatorluğu'nda İçtimaî dü­

zeni sağlayıcı hukuk sistemi yokmuş gibi Gülhane Hatt-ı Hümâyûnu ile devlet bocalamaya sokulmuştu.

Tanzimat Fermam'nda yer alan: "Müslüman ve Hris- tiyan tebeanın ırz, nâmus ve mal güvenliğinin temini"

maddesi, bir nevi bu âna kadar, bu sayılan hususların sağlanamadığı mânâsına geliyordu ki, doğru değildir.

Maksat, OsmanlIların esas hedeflerinden saptırılması ve halk arasına fitne sokulmasıydı.

İçte hâdise cereyan ederken, Paris ve Londra elçilikle­

rinde bulunan ve İngilizlere hayranlığı ile tanınan Mustafa Reşid Paşayı, İngilizler, Osmanlı İmparatorluğu'nu Rusya ile savaşa teşvik ediyorlardı.

25 İsmail Hâml Danlşmend, İzahlı Osmanlı Tarllıl Kronolojisi, Cilt:

4, Türkiye Yayınevi, İstanbul 1972, s. 126-127.

(35)

Sonuçta, bunda başarılı da oldular ve Osmanlı İmpa- ratorluğu'nun Rusya ile savaş kararını, Reşld Paşa, Padi­

şah Abdülmecld'e imzalattı. Böylece, Kırım Harbi baş­

lamış oldu.

İngilizler bu taktikle hem Osmanlı İmparatorluğunu zayıf düşürmüştü ve hem de Osmanlı İmparatorluğumdan başka dünyanın ikinci büyük Türk İslâm devleti olan Hindistan'daki Gürgani Devleti'nin içinde karışıklıklar çı­

kararak onun yıkılmasına zemin hazırlamıştı.

Bu durumda, iç işleriyle meşgul ve dışta da zor bir vaziyette bulunan Osmanlı, elbette ki Kafkaslar'a gerekli yardımı yapamayacaktı.

RUSYA'NIN DEĞİŞMEYEN HEDEFİ

Görülüyor ki, esası Deli Petro İle başlayan, çarlarla devam ederek günümüze kadar intikal eden Rus ideali, ele almaya çalıştığımız dönem içerisinde hiçbir zaman in- kltaya uğramadan Türk-İslâm âlemine karşı acımasızca uygulanmış planlarla doludur. Malûmdur ki, Osmanlı- lar'ın Deli, Ruslar'ın büyük dediği Çar 1. Petro (1672- 1725), kuzeyde Baltık ve güneyde de Karadeniz'e inme politikasını takip etti. Hatta, bu "sıcak denizlere açılma"

siyaseti, Ruslar'ın millî bir siyaseti olarak bugüne ulaştı.

İster çarlık dönemi, ister komünist dönem ve isterse başka bir ad altında -meselâ demokrasi olsun, Rus hü­

kümetlerinin tatbik etmeye çalıştığı ve çalışacağı temel si­

yaset bu olmuştur ve olacaktır.

Ruslar'ın, 1587'de Kafkaslar'da ilerlediklerine, Terek Nehri'ne ulaştıklarına ve 1590'da Sunya Nehri üzerinde bölgeyi tutmak için ilk Rus kalesini kurduklarından daha önce bahsetmiştik. Deli Petro ile bir nevi sistemleştirilen Rus dış siyasetiyle, tamamen ortodoks slav menfaati gö­

(36)

zetilmiş, hele hele Türk ve Müslüman kavimler İnsan dahi telâkki edilmemiştir.

Dell Petro, İlk olarak 1696'da Azak Kalesi'ne ordu gönderir ve Osmanlı Devleti'nin, Avrupa devletleriyle meşguliyeti dolayısiyle buradaki kuşatmayı şiddetlendirir.

Altmış dört günlük kuşatmanın ardından kaleyi vire 1le teslim alır. Bilâhare, 21 Temmuz 1711'de Prut'ta Baltacı Mehmed Paşaya yenilen Deli Petro, kaçmak istediyse de kaçamayarak, sinir buhranları geçirerek ve Baron Şaflrov vasıtasıyla OsmanlIlarla anlaşma yapmak sûretlyle Prut bataklığında boğulmaktan kurtulur (22 Temmuz 1711).

Buna mukabil, Azak Kalesl'nl Osmanlılar'a iâde etti.

Deli Petro ki vasiyetnamesinde: "İstanbul'a hükme­

den, bütün cihana hükümran olur. Bu bir kazıyye-ı mü­

sellemedir (ispatlanmış teoremdir.) Onun için, mümkün olduğu kadar İstanbul'a yaklaşmak gerekir."26 derken, sa­

dece Balkanlar'a veya Kafkaslar’a hükmetmeyi değil,

"bütün cihana" hükmetmeyi nihaî hedef olarak göster­

miştir.

Şimdi, buraya kadar zikretmeye çalıştığımız bu tarihî hadiselerin ışığında, Osmanlı İmparatorluğu'na, dolayı­

sıyla onun nezdinde İslâm âlemine karşı vukubulan ve bilhassa Rusya ve Avrupa devletlerinin yürüttüğü gizli veya alenî düşmanlık hiçbir zaman durmaksızın ve hiçbir zaman yumuşamaksızm devam etmiştir.

Osmanlı İmparatorluğu'nun en azından bu sırala­

maya çalıştığımız hadiseleri ihtiva eden dönemini tanıma­

dan, bu dönemi bilip tahlil etmeden, mevzumuz olan Kaf­

kasya meselesi İyi bir şekilde tetkik edilebileceği kana­

atinde değilim.

26 Cevdet Paşa Tarihi, cilt: 1. s. 356.

(37)

Rusya'nın, Avrupa devletlerinin ve onların etrafında kümelenen birtakım farklı derecelerdeki düşman unsur­

ların, bu gizil veya alenî menfaat çatışmaları ve kindar davranışları münasebetleri çerçevesinde ve Şeyh Şâmil'in yetişme tarzı, şahsî kaabiliyeti, iman, cesaret ve kahra­

manlığı ile Kafkasya'nın içinde bulunduğu siyasî, askerî, dinî ve ekonomik faktör ve şartları da göz önüne alarak, 1783 tarihinde İmam Mansur ile başlayan ve Şeyh Şâmil ile tam yirmi beş yıl sürecek olan mücâdeleye daha sıh­

hatli bir şekilde bakmamız mümkün olacaktır.

Bunun içindir ki, Kafkasya meselesini Ruslar'ın Kaf- kaslar'da ilk ilerleyişleri olan 1587'den İtibaren ele almak, Kafkasya'nın önemini bu mantık dairesi içerisinde İdrâk etmek lâzımdır. Öyleyse, bugünün tarihi itibâriyle düşü­

nürsek, Kafkasya meselesinin dört yüz seneyi aşan bir mücâdele mazisi vardır. İşte, bu mücâdelenin en can alıcı noktası İmam Mansur'la başlamış olan. Şeyh Şâmil'le sembolleşen dönemdir.

Rusya ve Avrupa devletleri, gerek birbirleriyle ittifak hâllndeyken, gerekse OsmanlI'ya dost görünüp onunla sulh hatta ittifak hâllndeyken dahi, mutlaka belli maksat­

lar güdüyorlardı ve mutlaka belli art niyetli maksatlar peşindeydiler. Çünkü, Kafkaslar ve Balkanlar, Rusya'nın ve Avrupa devletlerinin Osmanlı İmparatorluğu'nu delme noktalarıdır ve Anadolu'nun da Kafkaslar ve Balkan­

lardaki üstünlük muhafaza edilmeden müdafaa edilme­

sinin zorluğunun bilinmesi gerekir.

"Kuzey Kafkasya Halklarının Çar 4. İvan döneminden başlayarak 1864 yılına kadar 3 yüzyıl süreyle var olma mücâdelesi içinde gösterdikleri direniş Rusların her türlü hunharlığına rağmen kahramanca sürmüştür.

1864'te Şeyh Şâmil mukavemetinin kırılmasını müte­

akip Rusya Osmanlı topraklarında Doğu'da Erzurum'a, Balkanlar'da İstanbul'a kadar ilerlemiş, orta Asya'daki

(38)

Türk ülkelerinin topraklarına da girme imkânı bulmuş­

tur."27

Bunun için, Avrupa devletleri birbirleriyle ihtilaflı da olsalar Osmanlı'ya karşı birleşmekten hiçbir zaman geri durmamışlar ve OsmanlI'nın güçlenmesini önlemek için Rusya'yla işbirliğinden kaçınmamışlardır. Elbette ki, aynı şey, Rusya ve müttefikleri için de aynı ölçüde geçerlidir.

Yine, meseleye tarihî perspektifle baktığımız zaman görürüz ki, Kafkasya'da ilkönce. İnsanî bir mesele yâni orada yaşayanların hayatlarını insanın temel hak ve hür- riyeüerine sahip olarak idâme ettirmeleri; müstakil ve in­

san şerefine yaraşır bir şekilde yaşamalarını temin açı­

sından alâka duymak gerekir.

Kaldı ki, yine tarihî perspektifle, Rusya'nın Karadeniz ve Hazar Denizi arasını kontrol altında tutması, kendi milletinden, kendi dininden ve kendi kültüründen olma­

yan bu insanların ezilmesi bakımlarından Kafkasya mese­

lesine alâka duymak gerekir.

Bu sebeplerden başka, bir de stratejik durum mevzu­

bahistir. Rusya için Kafkasya, onun güney hudutlarını teşkil etmesi bakımından ne kadar mühimse, Türkiye'nin ileri hat savunması bakımından da Kafkaslar ve batıda Balkanlar aynı derecede mühimdir. Bu bakımlardan, ge­

rek Osmanlı ve gerekse bugünkü Türkiye Cumhuriyeti'nin o bölgeye Kuzey Kafkasya’nın jeopolitiği ve kendi güvenli­

ğini temin bakımından yaklaşması lâzımdı ve lâzımdır.

Kaldı ki, dinî, kültürel ve etnik faktörler de bu yakla­

şımda büyük bir mesuliyeti de yüklemektedir.

27 Sönmez Can (Em. Kur. Albay). Kafkasya ve Çeçenistan, Türk Yurdu Dergisi. Mart 1995. s. 17.

(39)

BÜYÜK MÜCÂHİD ŞEYH ŞÂMİL MEYDANA ÇIKIYOR

Şimdi, bu umûmî değerlendirmeyi yaptıktan sonra, meşhûr kahraman, âlim ve velî, Dağıstan Arslanı Şeyh Şâmil'in şanlı ve mübârek mücâdelesine ve bu mücâde­

lenin tarihte derinleşen mânâsına bakabiliriz.

Şeyh Şâmil, 1797 senesinde Dağıstan'ın Oimri avu- lunda (köyünde) doğdu. O doğduğu zaman, Kafkasya'da İmam Mansur'un başlattığı mücâdele on dördüncü yılın- daydı.

"Babası Muhammed, ona Ali ismini verdi. Küçük yaşta ağır bir hastalığa yakalanan Ali'ye, âdetlerine uya­

rak, Şâmil ismini de verdiler ve o isimle çağırmaya başla­

dılar.

Küçük yaşından itibaren ilim tahsil edip âlim olması için, zamânın ulemâsında okuttular. Şâmil, otuz yaşma kadar tefsir, hadîs, fıkıh gibi zâhirî ilimleri, edebiyât, târih ve fen bilgilerini öğrenerek, büyük bir âlim, gönül sâhibi bir velî oldu. Ruslar'm, Kafkasya'daki Müslüman Türkleri esâret altına almak, kalblerindeki îmânı söküp atmak ve İslâmlyeti yok etmek için maddî ve manevî bütün güçleri ile uğraştığını görünce, gönlündeki îmânın tezâhürü ola­

rak cihâd aşkıyla ortaya atıldı."28

İmam Mansur'la 1783 tarihinde başlayan hareket.

İmam Gazi Muhammed'le devam etti. 1832 yılında şehîd düşen Gâzi Muhammed'in yerine Hamzat Bey imamlığa seçildi. Üç yıl kadar imamlığı sürdüren Hamzat Beyin 1835 tarihinde, bir cuma günü Hunzah Camiinde şehîd

28 Türkiye Gazetesi, İslâm Âlimleri Ansiklopedisi, elit: 18. s. 226.

(40)

edilmesinden sonra liderlik yâni imamlık Şeyh Şâmil'e verildi.

O dönemin ileri gelenleri ve âlimlerinin Gohlok'ta yaptığı bir toplantı sonunda, otuz dokuz yaşındaki Şeyh Şâmil Kafkasya'nın liderliğine seçilmiş oldu.

Şunu da hemen belirtmek gerekir ki, Şeyh Şâmil:

"Şems-üş-şümûs" isimli kitapta bildirildiğine göre; arka­

daşları ile ilim öğrenmek üzere Bağdat'a gidip, Mevlânâ Hâlid Hazretlerinden ders aldı. Ondan, tefsir, fıkıh, hadîs, edebiyât, târih, fen gibi zâhiri ilimleri öğrenerek, büyük bir âlim, ayrıca tasavvuf ilmini öğrenerek, hocasının eşsiz teveccühleri ile de büyük bir velî oldu. Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretleri, bu kıymetli talebesine halifelik de ve­

rerek, Allahü teâlâya kavuşmak arzusuyla yanan âşıkla­

rın kalblerine bir kıvılcım sunması için memleketi olan Kafkasya'ya gönderdi. Bazı kaynaklara göre de, zâhirî ilimleri Sa'id Herekânî'den, kalb ilimlerini de Cemâleddîn Kumûkî hazretlerinden öğrendi.

Şeyh Şâmil, otuz yaşlarına geldiği zaman, iki metreyi aşkın boyu, geniş omuzu, levent endamı, ilmî kudreti, sarsılmaz îmânı ve keskin bakışları ile muhteşem bir şahsiyet idi."29

Böyle köklü bir tahsil hayatı olan Şeyh Şâmil, imam seçildikten sonra elbette ki ilk iş olarak Ruslar'ın hücû- muna rnarûz kalan ülkesinin savunmasına koşmak için halkı birlik ve berâberliğe dâvet edecekti.

"Otuzdokuz yaşındaki Şeyh Şâmil, bu büyük yetkiye dayanarak meşhûr iki silâhına sarıldı. Bunlar hitâbet kudreti ve sol eliyle kullandığı kılıcı idi. Kafkasya'da ayrı ayrı hânlıklar hâlinde olan Müslümanları bir bayrak al­

20 a.g.ansiklopedi, *. 226.

Referanslar

Benzer Belgeler

Her bir kabuk genellikle yanyana spiral(sarmal) boncuk dizisinden oluşmuş atomların sayısı ile biçimlendirilmektedir. Her bir kabuğun yüzeyi neredeyse üçgensel

Bu hafta 29 Aralık günü saat 12.00’da KESK tarafından bir yürüyüş ve basın açıklaması gerçekleştirildi. Atatürk Caddesi Taş Bina önünde bir araya gelen

Sovyetler Birliği döneminde Rus coğrafyacılığında genel olarak ele alındığında beşeri coğrafya geleneği (kültürel, tarihi, siyasi, bölgesel, ekonomik

[r]

SİPARİŞ ADRESLERİ İSTANBUL ANKARA ANKARA ANKARA GAZİANTEP ELAZIĞ DİYARBAKIR ESKİŞEHİR ADAPAZARI BALIKESİR SAMSUN : ESİN YAYINEVİ Taşsavaklar Sk.. Abdullah Alpdoğan

Kimyasal bileşiminde yüksek orandaki sülfür içeren östenitik paslanmaz çelik (AISI 303), martensitik paslanmaz çelik (AISI 410) malzemeye göre daha düşük tornalama

Sefer Paşa, Kuzey Kafkasya’ya geldikten hemen sonra Çerkeslere gönderdi- ği mesajlarda İngiliz ve Fransızlara yakın davranılmasını istemekle birlikte onlara fazla

2014-2015 öğretim yılı verilerine göre MYO’larda öğretim üyesi başına 287 öğrenci, öğretim elemanı başına ise 51 öğrenci düşmektedir. Bu veriler,