• Sonuç bulunamadı

BİR YERDE BİR ŞEYLER TERS GİDİYORSA, DÜZELTMEYE ÇALIŞ, EĞER DÜZELTEMİYORSAN, GÜCÜN YETMİYORSA, YANLIŞ DÖNEN BİR ÇARKIN DİŞLİSİ OLMA.

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "BİR YERDE BİR ŞEYLER TERS GİDİYORSA, DÜZELTMEYE ÇALIŞ, EĞER DÜZELTEMİYORSAN, GÜCÜN YETMİYORSA, YANLIŞ DÖNEN BİR ÇARKIN DİŞLİSİ OLMA."

Copied!
6
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Bugün beni emeklilik kararıma götüren yolu, kilometre taşlarına göndermeler yaparak anlatıp ardından da köşeme çekilip eski işimden, okuldan söz etmeyeceğim bir daha...

Emeklilik, benim için artık atılması gereken anlamlı bir adımdı.

Buna "kaçmak" diyenlere de iki çift laftır bu. Ya da bir açıklama...

Bugüne dek davranışlarımı belirleyen şu ilke oldu:

BİR YERDE BİR ŞEYLER TERS GİDİYORSA, DÜZELTMEYE ÇALIŞ, EĞER DÜZELTEMİYORSAN, GÜCÜN YETMİYORSA, YANLIŞ DÖNEN BİR ÇARKIN DİŞLİSİ OLMA.

Sistem öylesine güzel kurgulanmış ki, benim gibiler için bir paradoks, gücünün yeteceği yere giden yollar dikenli. Doktorayı 2,5 yılda, 4.00’la bitirip dönerken, orada yaşadıklarımdan sonra, kendi kendime söylediğim şu cümle daha sonra da hep eylemlerimle örtüştü.

"Ben, araştırmayı, bilimi bilmeyenlerin, eylemleriyle söylemlerini örtüştürmeyenlerin önünde unvan için diz çökmem…"

Sisteme hiç girmedim, oy vermedim, oy istemedim. Yeni kurulan ölçme değerlendirme anabilim dalının başkanlığı ile birlikte önerilen kadroyu reddettiğimde de aklımda hep aynı düşünce vardı…

Oy isteyenlere, oy verenlere, seçim dahi yaptırılmadığında, iki kelime edemeden, iki kelime yazamadan, bunu sessizce kabullenmeleri bile, bu sistemin ne hale geldiğinin kanıtı...

Otuz yaşında iş değiştirdim.

Hayata yeniden tutundum.

Hayatımda kendimi gerçekleştirmek için sarf etmem gereken enerjinin yarısından çoğunu, karşıma çıkan engellerle boğuşmaya ve doğru bildiğim şekilde davranabilmenin bedelini ödemeye harcadım. Bugün bundan pişmanlık duymuyorum.

HAYATTA EN ÖNEMLİ HEDEFİN, BU DÜNYADAKİ SÜREYİ, SONUNA GELDİĞİMDE PİŞMANLIK DUYMAYACAĞIM BİR ŞEKİLDE, ONURLA, ARDIMDA UTANÇ DUYACAĞIM BİR ŞEY BIRAKMADAN TAMAMLAMAK OLDUĞUNA İNANDIM HEP. Yarım asırdır çizgimi değiştirmeden yürüyebilmemin sırrı bu…

Hayat hikâyesi yazacak değilim.

Meslek açısından bakınca, değiştirmeye gücümün yetmediği, geçmişime bakınca kalp kırıklığı ile andığım kilometre taşları var ve bunlar biriktikçe yaşlanan bilincimi ve bedenimi daha çok yıpratıyor. Ne kadar zamanım kaldı bilemiyorum ama artık kalan zamanımı huzur içinde geçirmek istiyorum.

ARTIK BİLDİKLERİMİN, BİRİKTİRDİKLERİMİN, YAPTIKLARIMIN, HALA BİRTAKIM DEĞERLERE SAHİP ÜÇ BEŞ ÖĞRENCİNİN, İŞİMİZE AYNI PENCEREDEN BAKTIĞIMIZ İKİ ÜÇ İŞ ARKADAŞIMIN DIŞINDA, HİÇ KİMSE İÇİN BİR ANLAMININ VE DEĞERİNİN OLMADIĞI BİR AŞAMAYA GELDİM…

KURUMSAL YAPI İÇİNDE DE, KURUMUN YARARINA OLDUĞUNU DÜŞÜNEREK YAPTIKLARIMIN, KURUMUN TÜZEL KİŞİLİĞİ TARAFINDAN CEZALANDIRILMASI GEREKEN BİR DAVRANIŞ OLARAK ALGILANIYOR HALE GELMESİNİ DE GÖRDÜM…

(2)

Oysa ülkenin geleceğinin teminat olan yeni kuşakların yetiştirilmesinde hayati öneme haiz olan öğretmen yetiştirme, “konfeksiyon atölyesinde son ütücülüken” farklı olmalı…

Kilometre taşlarına gelecek olursak:

Dört beş yıl önce, enstitü bünyesinde verdiğim bir dersten, kurum çalışanının yakını bir öğrenci başarısız oldu, geçir dediler, diğer çocukların hakları bana emanet dedim, sınava ilişkin bir açık bulamadılar, o programın yaz okulu yokken lisans programındaki yaz okulundan farklı bir ders aldırdılar, enstitü programında ders vermek için en az doktoralı olmak gerekir, ders veren lisans mezunu bir arkadaştı, biz bölüm olarak ders denkliği vermemiştik zaten ama arkadaşlar bütün bu hukuksuzlukları bir kurul marifetiyle yaptılar, kurul başkanı da zamanın dekanıydı… Hukuksal mücadele bir buçuk yıl sürdü ancak atı alan Üsküdar’ı çoktan geçmişti… Ha, bu süreçte hakları yenen mağdurlardan hiç birisi yanımda yoktu…

Dört yıl kadar önceydi, bir yüksek lisans öğrencisi yollandı bana. Tez konusu seçilirken, araştırması tasarlanırken sonrası düşünülmemişti ve gelinen noktada işlerin çözümlenmesi gerekiyordu. Tez konusunu ben seçmediğim halde, bu meselenin sorumlusu olmadığım halde, sorunu çözdüm, çocuk jüriden geçti ve diplomayı aldı… Ardından hocası bu tezden makale çıkarmak istemiş olmalı ki çocuk da bir makale yazmış, hocası da, makalenin varlığından bile haberi olmayan bu adama (ki akademik etik açısından ve dahi bilimsel çalışmaların niteliğini göstermesi açısından apayrı bir mevzudur) kendince bir güzellik yapmak maksadıyla, kendi adının yanı sıra makaleye üçüncü yazar olarak beni de eklemiş. Ve bunu da olaydan çok sonra tesadüfen, “Abi, senin o makale neden reddedilmişti?”

sorusuyla öğrendim…

Araştırma konusunda iddialı olan ben, “Yahu meta analiz nedir?” diye kendisine soranların hakem olduğu bir jüride “makalesi reddedilen” kişi duruma düşürüldüm…

Aynı yıllarda, bir Cuma akşamı tam çıkmak üzereyken bölüm başkanı uğradı odama,

“Rektörlüğümüzün talebi üzerine, ARGE günleri için bir projeye ihtiyacımız var, bir şeyler yazar mısın?” diye ricada bulundu… Pazartesi sabahı masasına bir proje koydum, ama bir şartla. “Adımın yazılmasına izin vermiyorum…” Çünkü rektörlüğün tasarrufu sonucu, öğretim üyelerine verilen öncelikli sağlık hizmetinin öğretim görevlileri ve okutmanlara verilmemesine kırgındım. Bana göre sağlık hizmeti “insani” bir konudur, öğretim üyesi ve okutmanın ders ücreti farklı olabilir ama sağlık hizmeti konusunda bu ayrım doğru değildir… Bu nedenle, bu konuda, böylesi bir tasarruf sergileyen kuruma, sarf etmek zorunda olmadığım “özel emeğimi esirgeme” gibi bir tepki göstermek istemiştim… (Seçim döneminde, rektörlük, bu ayrımı reddedercesine, seçim propagandası amaçlı bir doküman ile “şu kadar okutmana, şu kadar öğretim görevlisine, şu kadar öğretim üyesine öncelikli sağlık hizmeti verilmiştir” diye doğru olmayan bilgiler yayınladı, hemen özel kaleme yazdım, rektör de bizzat cep telefonumdan beni arayarak, “o kadar güzel iş yaptık, aferin, bula bula bunu bulmuşsun”

diye beni fırçaladı)

Meseleye dönecek olursak, önce projeye (üzerinde kalem oynatmamış) iki isim daha eklendi. Bu kişilerden birisi, katkı olsun diye olsa gerek, projenin (sadece) başlığını değiştirmiş ama proje bu haliyle, ciddi bir bilimsel yanlışı, daha da komiği, başlığında önemli bir yazım hatasını da içeren bir hal almıştı. (Çünkü “Microsoft Word” ün sözlüğünde o kelimenin yazılışı yanlıştı… Sonuçta, hak etmediğim bir biçimde “bir bilimsel hataya düşmenin” yanı sıra “başlığı bile doğru yazamama” gibi bir duruma da düşürüldüm… (Bu hikâye daha komik aslında, o çalışma birinci seçildi iyi mi, ben gitmedim, yollanan (ne idiyse) onu da reddettim…

Bir iki yıl önce, zamanın dekanının, damardan giren bir söylemi yüzünden Pedagojik Formasyon Sertifika Programında ders vermeyi kabul ettim. “Sen benim vitrinim olacaksın, işlerin nasıl yapılması

(3)

gerektiğini göstereceksin” demişti. Bu program vesilesiyle tanıştığım, hala dostluğumuzun sürdüğü, evime kadar gelip beni ziyaret etme nezaketini gösteren pek çok öğretmeni tenzih ederek ve bir genellemeden kaçınarak ifade ediyorum, programı öyle bir hale getirdiler ki, bedeli mukabili sertifikayı satın alamayanlar, hakaret etmeye başladı. Ücreti mukabili ders verenler de dahil oldu bu çarka. Son dönemde, yan sınıfımda, bir dönem boyunca dersin sadece yarısının yapıldığına ben tanığım.

Bir sınavda öğrencilere diledikleri puanlar dağıtıldı, benim grubumdaki çocuk gelip “başarısızlığımın tek suçlusu sensin” dedi, “o grupta olsaydım geçmiştim” dedi, yapabileceğim tek şey paranı geri ödemek, vicdanınla hesaplaş ardından bana banka hesap numaranı yolla dedim. Ve işimi olması gerektiği gibi yapmanın manevi bedeline ek olarak, maddi bedel de ödedim. Hatta o programa, dershanelerde çalışıyor olma gerekçesiyle, programın zorunlu devam süresi geçtikten sonraki bir aşamada öğrenci kaydedilerek, resmen “gelen geçecek arkadaş, devam falan alma” örtük mesajı verildi. (Sonradan başka fakülteler bu sorunu kökten çözdü, uzaktan eğitime döndü ki biz, Eğitim Tarihinde, “bu memlekette yetmişli yıllarda uzaktan eğitimle öğretmen yetiştirdik” diye çocuklara bir garabeti anlatıyorduk…)

Bu programdan ayrıldım. Ama program artan mevcutlarla devam etti ve ediyor. Vitrin olmak için çıktığım yolda, formasyoncu bir sözlük yazarının "kendisinden nasıl ölçme yapmayacağımızı öğrendik" şeklinde ithamına maruz kaldım ve bu kişi yazısını fiziksel görünüşümle alay ederek bitirdi...

Oysa KPSS sonunda, lisans programlarında benden ölçme alan öğretmen adayları, beni arayarak, e- posta yazarak teşekkür ederlerdi.

İngilizce öğretmenliği programı, benim için sığınacak bir limandı. İngilizce öğretmenleri daha nitelikli olsunlar diye, YÖK’ün sağladığı bir inisiyatifi kullanarak bir ders açtım. Evet, çocuklara zor geldi ama yıllardır İngilizce öğreniyor olmalarına rağmen bazı şeyleri ilk kez orada görüyorlardı. Her dönem sonunda da isimsiz bir anketle, dersi isteyenlerin oranı yüzde yetmişin altına düştüğünde dersi kapatacağım vaadiyle, dersin devam edip etmemesi kararını onlara verdirdim.

Dersin açılmasında hukuksal anlamda da bir sorun yoktu, ki olsaydı, üç dört yıl önce, başarısız oldukları için bu ders kapatılmalı diye yargıya başvuran iki öğrenci davayı kaybetmezdi.

Sonra anabilim dalı başkanı değişti, ben kendisinden bir talepte bulundum, çünkü lisede bile zümre öğretmenleri bir araya gelip derslerini planlarken, üniversitede, derslerin ve ders dağıtımının akademik bir ortamda, konuşularak tartışılarak yapılmasını istedim. Ders dağıtımı bahane, maksat dersleri, içerikleri, neler yaptığımızı tartışalım ki gereksiz tekrarlar olmasın ya da eksikleri görelim…

Ben hiç bir yöneticimin, -hukuksuz uygulamalar dışında- yaptıklarını eleştirmedim ama yapacağım deyip de bir şeyin yapılmamasından da müthiş rahatsızlık duydum. Bu toplantı finallerde yapılacaktı, finaller geçti, bütünlemeler geçti, ek sınavlar geçti, Temmuz’un ilk haftası geçti, millet izine ayrıldı, sonuçta yine yapılmadı. Eğer yapılsaydı, derse ilişkin bu paylaşımımı kurulda dile getirecektim… Ders ekleniyor, ders çıkarılıyor, aynı programda ders veren hocaların hiç bir şeyden haberi yok… Demek ki biz hoca taifesi, birinci sınıfta önümüze konan boş tuvali, elimizden geldiğince mükemmel bir öğretmene dönüştürmek için değil, sadece önümüzde bulunduğu sürece, gördüğümüz kadarını kafamıza göre boyamak için zaman geçiriyorduk… Başkasının ne yaptığı, ne tür deneyimleri olduğu hiç önemli değildi...

Anabilim dalına vekâlet eden bir arkadaşımız tarafından, sıralı yöneticilerle görüşülerek, açtığım o dersi yaz okulunda açmadığım için, başka bir üniversitedeki Türkçe bir eğitim dersi, o İngilizce dersin karşılığı olarak gösterildi. Bundan benim haberim sosyal medya aracılığı ile oldu. Ardından da, “buna biz değil kurullar karar veriyor” diye açıklama yapıldı. Kurullar ne bilsin iki dersin içeriğini, ben o

(4)

kurulların nasıl karar verdiklerini çok iyi biliyorum… Bu arada, dönem içinde o dersi benden alan, benim kahrımı çeken yüzlerce öğrenci “neden biz bu kadar uğraştık ki?” diye akıllarından bile geçirmedi…

Oysa, yaz okulu bir zorunluluk olmadığı için o dersin açılmaması, telafisi gereken kazanılmış bir hak değildi. Dersin öğrenci değişim programları için pürüz olarak görülmesinin rasyoneli de yoktu, çünkü öğrenci değişim programları sadece eğitim fakülteleri için değil, tüm fakülteler içindi ki, standart program uygulayan sadece eğitim fakülteleriydi. Üstelik devlet üniversitelerindeki eğitim fakültelerinden, benim dersimin karşılığı olarak gösterilen o dersi hiç açmayan fakülteler vardı ki, bütün bunlar konunun arka planının pedagojik olmadığını göstermekteydi. Dersimin karşılığı olarak gösterilen dersi hiç açmayan devlet üniversitelerin varlığı argümanına karşı, bana söylenen “onlar özerk üniversite” açıklaması, bizim, uygulamada “kapıkulu olma arzumuzun” açık bir tezahüründen başka bir şey değildi. Zaten bu tartışma pedagojik bir tartışma olsaydı, vekil başkan tarafından sarf edilen “bu ders zormuş”, “çocuklara güçlük çıkartıyormuş” gibi söylemler kapalı kapılar ardında sağda solda yapılan dedikodular formatında değil, benim de bulunduğum ortamlarda açıkça, bilimsel bir formatta tartışılırdı ve eğer bir sorun vardı ise birlikte çözüm aranırdı. Kaldı ki son dönem yaptığım ve cevapları öğrencilerin kendilerine saydırdığım ankette, ders devam etsin diyenlerin oranı %88’di…

YÖK’ün tanıdığı bir inisiyatifi kullanmanın ardından, bir suçluluk kompleksiyle davranmanın altında yatanın ne olduğunu çok düşündüm...

Sonuç olarak, çocuklar bir şeyler öğrensin diye attığım adımın sonunda, ders sahibine sorma gereği bile duyulmadan denklikler verilerek, “yok” sayıldım. Bu en hafifiyle akademik nezaketsizliktir. Bunu bir öğretim kurumundaki “insan ilişkileri” açısından yorumlamaya bile gerek duymuyorum. Bunları sığındığım limanda, hem de gönül bağımın olduğu bizim programda yaşadım. Sonuçta bastırıp dilekçeyi dersi vermiyorum dedim. Bölümce bir konuşsaydık falan denmeden dilekçenin memnuniyetle kabul edilmesi de zaten konunun, arka planda, bireysel kararlarla kotarılmış olduğunu gösteriyordu… Ve şaka gibi, benim dersimin yerine, yine YÖK'ün standart lisans programlarında OLMAYAN bir ders açtılar. (Kapattığım dersi alanların derse ilişkin değerlendirmelerini merak ederseniz burada: https://goo.gl/aA7sHT

Demek ki anabilim dalında ortak akıla, daha nitelikli olabilmek için işbirliğine gerek yoktu. Birileri, anlık değişkenlerle karar verirken, kalanına da itaat etmek düşüyordu… Dün mücadeleler vererek elde ettiğimiz ve kazanım olarak gördüğümüzü, bugün gündelik tartışmalara ve popülist yaklaşımlara feda ediyorsak, artık bir politikadan söz etmek olanaksızdır orada… Sonuç olarak, programın daha nitelikli olması için adım atmanın, bir şeyler yapmaya çalışmanın bir anlamı kalmamıştı benim için…

Sonra, profili değişen anabilim dalımda, bir iş arkadaşım, herkesin yerinin belli olduğu, stressiz, muhasebesi kolay, kaostan uzak sınavlar yapmak için uğraştığım (olması gereken) sınav düzenimden duyduğu rahatsızlığı öğrencilerle tartışacak duruma geldiyse, artık benim, bir kısım öğrencisiyle ve hocasıyla uygulamalarıma direnen anabilim dalıyla aramdaki gönül bağı da kopmuştur. Bu nedenle artık bir politikasının olması ya da olmaması beni zerre kadar ilgilendirmemektedir…

Dilekçe vererek ayrıldığım, önceki dekanın, öğrencilerini üzerinden aldım dediği formasyonun ek sınavını, yeni dekan bir yazıyla bana yaptırdı. Bu hassas dönemde, notları önüme koyup notlardan soru sordum, soranlara sınavın tipini söyledim, tek kalem işlem sormadım, hatta bana sınav esnasında yardım eden iki İngilizce öğretmenin ifadesiyle, “ölçme ve değerlendirme arası fark”, “hata tipleri”,

“değişken tipleri” gibi, sıradan, beylik, çok kolay konuları sordum. Sınavda kazık kadar adamların kopya girişimini görmezden geldim. Çıkışta duvara önerdiğim yanıtları yapıştırdım ki çoğu bakmadan

(5)

gitti. Sınavdan sonra 102 sayfa sınav evrakını elektronik ortama aktardım, herkes hem kendi sorusuna hem de arkadaşının sorusuna kaç puan vermişim görsün diye… Ha, bir de kimsenin yapmadığı şekilde güven aralığı hesaplayıp, (bilirsiniz standart hatanın yönü bilinmediğinden, hatadan arınık puan bilinmez, sadece bir aralık bulunabilir) bu da bizden olsun diye herkese 8,5 puan ekledim.

Ne oldu biliyor musunuz?

Önce “merhametsiz” diyen e-postalar aldım.

Sonra da dekanlıktan üç ayrı yazı geldi. Sınava itiraz edilmiş.

“Önerilen cevapları” ve “sınav evrakının fotokopyasını” yolladım… (Bilenler bilirler, sınavlarımdan sonra öğrenciler cevaplarını neye göre puanlandığımı kontrol edebilsinler diye üzerine beklenen cevapların yazıldığı bir soru kâğıdını öğrencilerle paylaşıp, tepesine de KEY, ANSWER KEY, ANAHTAR, DOĞRU CEVAPLAR gibi ifadelerden özenle kaçınarak, “SUGGESTED ANSWERS” "ÖNERİLEN CEVAPLAR"

yazarım.

"ANAHTAR" yerine, “ÖNERDİĞİM CEVAPLAR” yazmamın altındaki ince mesaj şudur; “İçinizden birileri, benim bile düşünemediğim güzellikte bir cevabı formüle edebilir ve bu da benim kabulümdür.”

Önerilen cevapları ve itiraz edenlerin sınav kâğıtlarının fotokopyalarını dekanlığa yolladıktan sonra telefonla arandım.

Dekan demiş ki, “cevap anahtarını da yollasın”

O önerilen cevaplara “anahtar” diyebilirsiniz diye haber yolladım.

Eskiden hocaya güvenilir, ilk adımda, "Bir maddi hata (toplama hatası vs.) var mı? bir bakıver"

denirdi… Sorun çözülmezse iş resmiyete dökülürdü.

Biliyordum ki artık ben, yanlışı bulunmak istenen ve bulunduğu anda kafası kopartılacak bir adamdım… İtiraz edenlerin dilekçeleri gösterilmediği için, neye ya da ne için itiraz edildiğini) bilemeden verdiğim yanıt karşısında bir şey çıkaramadılar...

Ben bugün artık bunların dışındayım…

Benim bireysel olarak sistemin dışına çıkmam sistemi zerre etkilemez. Sonra, son kullanma tarihi gelen ben, unumu eledim eleğimi astım. Tuzum kuru yani…

Lakin memleketin eğitimi öyle bir yere doğru gidiyor ki, yarın çoluğunuzu çocuğunuzu emanet edeceğiniz öğretmeni mumla arayacaksınız. Ölçmeyi bilmeyen kişilerin başına getirildiği kurumlar tarafından şaibeli sınavlar yapılmaya devam edecek. Önce sizlerin, sonra da çoluğunuzun çocuğunuzun hakları yenilecek. Ama siz şahsen başınıza gelmedikçe bunları görmezden geldiğiniz için, tepkisiz kaldığınız için, bunlar olmaya devam edecek.

Kimseden bir şey istemiyor, kimseye de sitem etmiyorum.

Sadece, neden köşeme çekilip artık sazımla, kitaplarımla, oltalarımla, yürüyüşlerimle vakit geçirmeye karar verip “EYİTİM” işlerini kapattığımı anlatmaya çalışıyorum, BİR ANLAMDA DEĞER VERDİKLERİME HESAP VERİYORUM…

Bu arada, sayılarını unuttuğum, işimi yaparken mutluluk duymama vesile olan, kendimi kötü hissettiğim, tükenmek üzere olduğum anlarda varlıklarıyla bana güç veren, yaptıklarımı anlamlı kılan, iş arkadaşlarıma, rahle-i tedristen geçmiş öğretmenlere ve geçmekte olan öğretmen adaylarına içtenlikle teşekkür ediyorum…

(6)

Tabii, dört seçenekle ya da doğru-yalan tipi maddelerle kolayca yırtmak yerine benim “bir türlü anlaşılamayan” yaşamdan alıntı soruları içeren sınavlarıma katlanmak zorunda kalan, uzun ikinci öğretim derslerinde dersin sonuna dek saate bakmaktan sıkılan, dolayısıyla kulaklarımı çınlatanlara da iki çift lafım var. Benimkisi işin zoruydu ama zor olanı sadece ve sadece sizin daha iyi olmanız için seçtim ve bedeline katlandım…

Sınavımdan başarısız olan tanıdığı öğrenciyi geçirmem için art arda üç kez beni telefonla arayan, bunun dışında hiç yolumun kesişmediği, ama o olayın ardından adım geçtiğinde "Haa o sorunlu adam mı" diye arkamdan konuşan bir yöneticinin dışında, üzerimde HİÇ KİMSENİN hakkı kalmamıştır.

Benden yana helal-i hoş olsun.

Temennim, üzerlerinde hakkımın kaldığı kişiler var ise onların da helal etmeleridir.

Referanslar

Benzer Belgeler

[r]

Bu çalıĢmada aerobik bakteriler için kullanılan klasik kültür yöntemiyle ülkemizde bulunan bazı sert kene türlerinin bakteri florasının (bakteriyom)

(1) oxLDL may induce radical-radical termination reactions by oxLDL-derived lipid radical interactions with free radicals (such as hydroxyl radicals) released from

Dördüncü hasat döneminde sırasıyla kateşin, rutin ve eriositrin miktarı en yüksek flavon olarak bulunurken en düşük miktar sırasıyla, apigenin, kuarsetin, kaemferol

Laparoskopik sleeve gastrektomi (LSG) son yıllarda primer bariatrik cerrahi yöntem olarak artan sıklıkla kullanılmaktadır. Literatürde, LSG’nin kısa dönem sonuçları

PhD Mehdi Keshavarz Ghorabaee, Department of Industrial Management Allameh Tabataba’i University (ATU), Iran PhD Komeil Nasouri, Textile Engineering Department, Isfahan University

Ayrıca, hidrofilleştirme işleminin ananas lifli kumaşlar üzerine etkisinin değerlendirilebilmesi için direk ham kumaş üzerine optimum ozonlu ağartma şartlarında

Modelde bitkisel üretimdeki en önemli maliyet unsurları olan mazot ve gübre fiyatlarının; arpa, mısır ve ayçiçeği fiyatlarına istatistiki olarak anlamlı ve pozitif