• Sonuç bulunamadı

HAYAL BOYUTUNDAKİ MUTLULUK Boyuttan boyuta hayattan hayata neşeden üzüntüye ve insanların gözlerinden kalplere inen yolda o gizemli evrenin bir

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "HAYAL BOYUTUNDAKİ MUTLULUK Boyuttan boyuta hayattan hayata neşeden üzüntüye ve insanların gözlerinden kalplere inen yolda o gizemli evrenin bir"

Copied!
11
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

HAYAL BOYUTUNDAKİ MUTLULUK

Boyuttan boyuta hayattan hayata neşeden üzüntüye ve insanların gözlerinden kalplere inen yolda o gizemli evrenin bir köşesinde güzel mi güzel bir kız varmış... Ama bu kız öyle diğer kızlar gibi değilmiş, daha doğrusu diğer çocuklar gibi değilmiş... Çünkü bu kız hayal dünyasında yaşarmış.

Bütün gün hayal kurarmış, onun hayal kurmasına bir kelebeği, bir böceği bile görmesi yetermiş.

Çeşit çeşit hayalleri varmış çünkü. Hatta bazen bir hayali yarım bırakır başka bir hayal kurup sonra o hayali bitirince diğerine devam edermiş... Bu hayallerin bir özelliği daha varmış: Bu hayaller masallar gibiymiş.

Bazen düşünmesi bir gün bazen de yarım saat alırmış. Etrafındaki insanlar bu kıza hep acıyarak bakarmış. Çünkü bu kızın bir evi yokmuş. Diğer çocuklar gibi bir okulda, bir aileside ve bir adı bile yokmuş ama mutluymuş... Çünkü bu kız ne bu Dünya’da, ne bu evrende ve ne de insanların hayatlarının içinde varmış, bu kız hayallerinin içinde yaşıyor, kendisi hayallerinde uyuyor, hayallerinde yemek yiyor, hayallerinde üzülüyor, hayallerinde şaşırıyor ama bizim dünyamızda sadece bir köşede yırtık battaniyesinin üstüne oturuyormuş. Bazen uzanıyormuş ama hiçbir şey yapmayıp insanların sıkıcı, sade, renksiz ve en önemlisi hayallerinde bile o sadece parayı düşünüp, parayla mutlu olabileceklerini düşünen, hayatlarını sadece o geçici sahte ufak mutluluklarla

dolduran o insanları gözetliyor, kendine bakıp ellerinde sadece hayallerin olmasına bile şükrediyormuş. İnsanlar ona ne kadar acıyarak ve ona sanki bir deliymiş gibi baksalar da o mutluymuş çünkü nasıl göründüğünün, insanların onun hakkında ne düşündüğünün onun için zırnık bir değeri yokmuş lakin zaten hayallerinde diğer insanların ve çocukların sahip olduğundan da fazlası varmış. Belki bu size yanlış gelebilir ama bu hayaller o kız için hayatıymış çünkü hiçbir şeyi yokmuş ve hayallerinde yaşıyormuş. Onun için bu doğru yolmuş.

Bu kız o insanların pisliklerinden, o insanların sahte mutluluklarından, o insanların hayalsiz dünyasından korkarak o Dünya’ya bulaşmadığı için kendi ile gurur duyuyormuş ama bu kızın da her ne kadar hayallerinin içinde yaşasa da, olmasını istediği bir hayali varmış. Bu hayali; o

kurduğu hayallerin içindeki o mutluluğun ve içinde yaşadığı o evin, o ailenin, o aşkın bu dünyada gerçek olmasıymış. Bu kızın hayali, hayallerindeki kızın kendisi olmasıymış çünkü her ne kadar hayallerinde yaşasa da bu hayallerin gerçek olmadığını biliyor ve hayallerinden uyandığında bu gerçekçilik ona acı veriyormuş…

Bu kız her gece ağlayarak, hayattan ümitsizce bir mucize dileniyormuş. Ne kadar mucizelerin gerçek olmayacağını bilse de hayallerindeki yaşamında bu mucizeyi gerçekleştirerek, hayallerinde kazandığı o mutlulukla mutlu oluyor ve asla vazgeçmiyormuş çünkü diğer çocukların ailelerinin onlara asla vazgeçmemeleri gerektiğini ve bir şeyin imkânsız olsa bile o şeyden umudumuzu kesmemelerini söylediklerini duyarak “Acaba benim annem de yaşasaydı bana böyle der miydi?”

diye bu hayalinden asla vazgeçmiyormuş. Bu insanların kıza hayal kurmaktan başka öğrettikleri şeyde işte bu umutmuş. Umut o kız için hayallerle birlikte olan yaşam kaynağıymış. Onun için hayal ve umut ailesiymiş ve hayata hep bir mucize isteyerek umutla yaklaşıyormuş. Yıllar böyle geçmiş. Bir sabah kız yine çok güzel bir hayal görürken sanki birisi onun sarsmış ve uyandırmış.

Ama kız kalktığında etrafında hiç kimse yokmuş. Sokak çok sakinmiş ve her zamanki gibi değilmiş. Normalde sokağın böyle olması kızı pek ilgilendirmezmiş ama bu gün, kız içinde çok değişik bir günmüş. Hayatında ilk defa sabahları kalktığında yapmak istediği şey hayal kurmak değilmiş… Aksine bu pislik hayatı yaşayıp gerçek Dünya’da dans etmekmiş… Birden kız sanki kalkması gerekiyor gibi hissetmiş ve sokağın bir köşesinde olan pis battaniyesinden kalkmış.

Etrafına bakınmış, hiç kimse yokmuş. Sanki o zaman denen tuhaf şey durmuş ve ilk defa

Dünya’dan korkmuş, hissetmemiş. Birkaç adım daha atmış ama o sırada arkasından çok yaşlı ve anlam veremediği bir ses gelmiş. Kız arkasını dönmüş ama hiç kimse yokmuş. Birden kız irkilmiş.

Hemen battaniyesinin yanına geri dönmüş ama bu sefer de ses yanından gelmiş. Kız çok korkmuş ve ayağa fırlamış. Dikkatle etrafına bakarken arkadan omuzuna yaşlı bir el uzanmış. Kız irkilerek arkasını dönmüş ve karşısında beyaz sakallı, beyaz uzun saçlı ve üstünde de beyaz bir elbise giymiş beline de bir kemer takan yaşlı adamı görmüş. Kızın gözleri fal taşı gibi, ağzı açık bir halde

(2)

konuşmaya çalışmış ama korkudan konuşamamış. İlk defa bir insan ona gülerek ve şefkatle bakıyor, onunla irtibat kuruyormuş.

Yaşlı adam yavaşça ve şefkatle ”Merhaba güzel evladım. Umarım seni korkutmamışımdır, ha?

Hadi gel biraz oturalım…” demiş. Kız korkudan hiçbir şey demeyerek onun pis battaniyesinin olduğu yere gitmişler. Adam söze başlayarak “Benim adım Pentolgo peki ya seninki?” demiş. Kız endişe ile adama bakarak “Şşeyyy… benim adım…” diye gevelemiş durmuş adama çünkü bu güne kadar ona hiç kimse adını sormamıştı. Pentolgo “Hımmm, kimse sana adını sormadı mı?”

demiş. Kız şaşırmış. Adam tam onun gözlerine bakıyormuş ve sanki aklını okuyormuş… Kız

“Evet” diye zar zor cevap verdikten sonra adam düşünmüş. Sonra “Peki, o zaman kimse sana ad vermemişse ben sana verebilirim ne dersin küçük bayan. ”demiş. Kız mutluluktan uçacakmış. İlk defa hayaller ve umutlarından başka bir şeye sahip olacakmış… Bir adı olacakmış… Pentolgo biraz daha düşünmüş ve kızın gözlerine şefkatle bakarak “Peki, ya İndigo ismine ne dersin? Eşsiz ve güzel bir isim. Tam sana göre bir isim!” kız İndigo diye tekrarlamış ve sonra evet anlamında başını sallamış. Ama şimdide Pentolgo ona “Peki, ya senin yaşın kaç?” diye sormuş… Bu güne kadar yılları ve doğum günlerini hiç kutlamayan hatta en zaman doğduğunu bile bilmeyen kız şaşırıp kalmış. Yine “Be-ben bilmiyorum.” diye utanç içinde adama bakmış ama adam yüzüne daha büyük bir ifade ila bakarak “Peki, ya o zaman…” demiş. Sonra bir kaplumbağa gelmiş.

Pentolgo, İndigo’nun elini şefkatle tutmuş ve “Ben ne kadar acı çektiğini, ne kadar kurduğunu biliyorum. Nasıl mı ? Çünkü ben zaman kralıyım yavrucuğum. Bu insanların bilmediği sadece benim krallığıma hak edenlerin geldiği zaman Kralı.”

İşte o an İndigo anımsamış. Bu onun hayalini kurduğu şeymiş. Bir kış günü bu hayali kurmuş, bir dedenin gelip onu zamanlar krallığına götürmesi. Yoksa hayalinin içindeki hayal gerçek mi olmuştu? Mucizesi gerçekleşiyor muydu? Neler oluyordu? İşte o anda kaplumbağa konuşmuş.

İndigo şaşkınlık içinde dönüp bakarken kaplumbağa ona “Merhaba İndigo “ diye seslemiş.

Bir anda yanındaki ihtiyar gittikçe bulanıklaşmış ve gözden kaybolmuş. Ama kaplumbağa hala buradaymış ve ona bakıyormuş. İndigo şaşkın şaşkın “S-sen” konuştun!” kaplumbağa aynı Pentolgo gibi şefkatle bakarak “Evet konuştum. Bak İndigo, sen özel birisin, senin özel güçlerin var ve senin gibi daha nice insan var. “demiş. İndigo çok şaşkınmış bu onun hayaliymiş.

Cesaretini toplamış ve sormuş “Bu benim gerçekleşmesini istediğim mucizemi mi?” demiş.

Kaplumbağa gülmüş “Peki, demek kartları açık oynayacağız. Evet, canım kızım, ben o

mucizeyim, hayat baba bize bu mucizeyi yapmamızı söyledi ve biz de şimdi buradayız. Dur dur!

Sen sormadan söyleyeyim, hayat babayı birazdan göreceğiz, şimdi karar ver; ya bu gerçeklikle kalıp yeni hayaller kuraksın ya da o hayalleri yaşayacaksın!”

İndigo’nun cevabı zaten belliymiş çünkü hayal kurmakla hayallerini yaşamak arasında çok fark yokmuş gibi gözükse de ikisi de çok farklıymış. İndigo: “T-tamam, hayallerimi yaşayacağım.”

demiş. İşte o anda İndigo’nun solundaki ışıkla aydınlatılmış o yoldan sonra bir ışık patlaması ile bir portal açılmış.

Kaplumbağa sanki İndigo geliyor mu diye kontrol etmiş ve sonra oraya girmişler. Girdikten sonra İndigo gördüklerine inanmamış çünkü burası onun kafasının içiymiş. Beyin şeklinde bir odaya girmişler ve her tarafta yuvarlak ve sanki bir videoymuş gibi sürekli tekrarlayan anılar ve hayaller varmış. Kaplumbağa ortada durmuş, İndigo’ya bakmış ve yavaşça ona bakmadan devam ederek şöyle demiş. “Senin gücün bu, istediğin hayali seçebilir ve seçtiğin hayali ömrünün yettiği kadar sanki kaderinmiş gibi yaşayabilirsin.” demiş. Kız şaşkınlıkla “Peki, ya yanlış hayali seçersem?”

diye sormuş. Kaplumbağa en güzel yeri buymuş gibi ona bakarak “İşte o zaman sihirli sözcüğü söylersin ve istediğin yaşta başlayarak seçtiğin başka hayali yaşarsın. Bu hayaldeki ömrün bittiğinde de geçerlidir.” demiş. İndigo daha soruların ardı kesilmeyecekmiş gibi bir soru daha sormuş: “Peki, ya hayallerim biterse peki, ya sihirli sözcük ne? Peki ya…” Kaplumbağa: “Hop

(3)

hop, tamam, sakin ol… Merak etme, hayallerin biterse buraya gelir ve yeni hayaller yaparsın.

Sihirli sözcüğe gelirsek merak etme hepsini zamanla öğreneceksin ama önce Hayal

Dünya’sında yaşamaya başlamadan senin bir görevin var.” demiş. Kaplumbağa’nın sözünü kesen İndigo: “Görev mi?” diye heyecanla sormuş. Kaplumbağa hiçbir şey demeyerek yeni bir portol açmış ve araya girmişler. İndigo içeri girer girmez bir çığlık atmış çünkü burası uzay oşluğuymuş.

Ama burada yalnız değilmişler. Burada her çeşit hayvan varmış ve tuhaf olanı is bu hayvanlar konuşuyor, ayrıca bazıları insana dönüşüyormuş. Kaplumbağa ortada duran kürsüye çıkmış ve bir insana dönüşmüş. Bu insan Pentolgo’ymuş. Sanki etrafındakileri susturmak için yapıyormuş gibi boğazını temizlemiş ve herkes susmuş. Pentolgo “Evet…” diye söze başlamış…. “Evet, sevgili evrenin yöneticileri tanrı ve tanrıçalar lütfen insan kılığına giriniz.” Bir an herkesin üzerine sarı bir ışık gelmiş. İndigo çok şaşkınmış, bütün hayvanlar insan olmuş. Kelebek; renkli şaçlı, renkli gözlü, rengârenk kanatları olan ve renkli bir elbise giymiş bir kadına… At; çok yakışıklı, beyaz takım elbise giymiş genç bir adama… Ayı; resmen eski çağlardan fırlamış kürkü, iri yarı kaslı bir adama… Balık da derisi pul pul olan bir denizkızına ve daha nice hayvan insan olmuş ama

hepsinin hayvan olduğu belli oluyormuş. Birden Pentolgo konuşmasına devam etmiş. “Evet sengili tanrıçalar ve tanrılar aramıza yeni birini katıldı! Alkışlarınızla İndigo!” Birden herkesin gözü İndigo’ya çevrilmiş ve ilk defa bu kadar insanın ona baktığını gören İndigo ne yapacağını bilemez halde içgüdüsel olarak kürsüye yavaşça yürümüş. Pentolgo’nun yanına ulaşmış ve Pentolgo konuşmasına devam etmiş: “İndigo, insanlarla yaşadı ve daha evrenin sırrını bilmiyor.”

Birden herkes çok şaşırmış. Etraftan kötü bir uğuldama gelmiş. Pentolgo eliyle herkesi susturarak konuşmasına devam etmiş. “Şimdi İndigo, evren insanları barındırır ve insanları biz yarı insan, yarı hayvan tanrılar koruruz. Biz hayvanların özelliklerini alırız. Hayvan özelliklerine göre de tanrı ve tanrıçalar oluruz. Mesela ayı kuvvet ve güç tanrısıdır. Balık denizlerin, kelebek güzelliğin tanrıçasıdır. Bizler tanrısı olduğumuz şeyleri korur ve kollarız. Böylece evrende başarı sağlarız.

Ama sen evrende olan bir şeyin tanrıçası değilsin… İşte bu yüzden sen burada doğmadın ve o yüzden bir hayvanın özelliklerini almadın. Sen hepimizden değişik bir biçimde yeni bir boyut açtın: hayal boyutu. Yani sen yeni bir tanrıçasın ve senin görevin yeni bir hayal boyutu tanrısı haline gelene kadar hayal boyutunu yönetmektir. Şimdi daha iyi anladın mı?” İndigo sessizleşmiş, bu hayalinde yokmuş çünkü bu sanki gerçekmiş ve heyecandan konuşamamış, başıyla onaylamış.

Sonra bir alkış kopmuş. Birden bando sesleri gelmiş. İndigo’nun yırtık pırtık kıyafetleri yerine resmen evreni andıran bir elbise gelmiş. O sırada bir portol açılmış ve içeri bir ejderha girmiş.

Ejderha o kadar muhteşemmiş ki kırmızı tüyleri, altın rengi pullarıyla insanı büyülüyormuş.

Ejderha gelmiş ve kürsüye inmiş, bir insan olmuş. Bu insan kırmızı uzun ve eskiden Çinlilerin giydiği altın işlemeli bir elbise giyiyormuş. Adam çekik gözlü ve uzun saçlıymış, kalın altın yazmalı bir kemer takmış ve saçları Pentolgo’nun aksine siyahmış. Birden adamın elinde bir yastık oluşmuş. Yastığın üzerinde bir tane taç varmış.

Adam uzun uzun boğazını temizleyerek şöyle demiş: “Merhaba, boyutlar tanrıçası adayı, ben tanrısıyım ve seni buraya getiren benim… Artık sen buradasın ve hayallerinden çıkıp gerçekliğe geldin… Seni kutluyorum çünkü asla umudunu kaybetmedin ve hayallerini oluşturmaya devam ettin… Şimdi sana bu tacı vererek seni hayal tanrıçası yapmaktan şeref duyuyorum bayan İndigo.”diyerek tacı almış ve İndigo’nun başına yerleştirmiş. Bir anda İndigo galaksiyi andıran yıldızlarla parlayan bir serçe olmuş. Özgürce odada altın tozlar saçarak uçmuş ve yerine geri gelince eski haline dönmüş. Şimdi o tatsız, renksiz ve hayallerden uzak olan hayatları renkli hayallerle süsleyecek, insanlara hayatın sırrının aslında sadece umut besleyerek ve hayal kurarak bulunacağını öğretecekmiş çünkü hayat başarı mucizeymiş. En başta da dendiği gibi insanların gözlerinden kalplerine inen yolda eğer bir parça umut yoksa işte o kalp taşlaşmıştır. O kalbi artık sadece tek bir şey geriye döndüre bilir: sevgi ve hayaller çünkü hayaller aslında fark etmesek de içimizde yatan o narin kedinin sevgi oluşan umududur. Hayaller aslında bir umuttur. Umut ise sevgiye giden yolda bir anahtardır.

(4)

Şimdi dünyamızda herkesin vakti olmasa da herkesin parayla süslenmiş hayalleri olsa da her insanın içindeki taşlaşmış veya hala yaşayan kalplerinin derinliklerinde hayaller aracığıyla beslenen sevgi vardır. Çünkü biz doğamız gereği içimizde bulunan sevgiyi öldürmesek de içimizdeki kötülüğü öldürebiliriz. Nasıl mı? Tabi ki de hayallerimizde saklı olan o küçük umutla… İmkânsızı bile yapabileceğimiz o aşkla… Biz insanların tek sorunu hayallere fazla vaktimizin olmadığını sanmamızdır. Ama aslında hayaller bizim vaktimizdir. Ne kadar hayal kurarsak o kadar yaşarız çünkü umut yaşatır. Para ve hayalsiz bir dünya değil, yalnızlık değil, kuvvet ve güç değil; bizi yaşatan ailemiz ve mutluluğumuzdur. Şimdi düşünün ailenizi ne kadar üzdüğünüzü ve ne kadar onlara seni seviyorum dediğinizi. Eğer üzdüğünüz anlar fazla ise sizin hayatınızın büyük bir kısmını yaşamayarak geçirdiğinizin kanıtı demektir. Şimdi çocuklar ve yetişkinler hayal kurmaktan korkmasın ama bu hayaller parayla süslenmiş olmasın kelebeklerle hayat dolu gözlerle ve ağaçlarla dolu olsun.

Yüzünüze gülümseyen ve sizin hayat enerjisinden dolu bir bardağa dönüştüren, o düşündükçe hayatın içindeki güzelliklerle dans ettiren cinsten hayaller kurun ve emin olun işte o zaman gerçek mutluluğu görüp daha fazla hayal kurmak isteyeceksiniz. Çünkü insanlar hedef belirlemeden ve hayal kurmadan içimizdeki taşlaşmış kalbi sevgi ile doldurmadan mutlu olamazlar. O içimizdeki umut dolu kediyi çıkarmadan o taşlaşmış kalbi geri döndüremezsiniz ne yazık ki sevgili okurlarım.

Şimdi hayallerimizi parayla değil minik kelebeklerle süsleyin… İçinizdeki hayaller kuran çocuğu çıkartın ve hayatı insanları üzerek ve somurtarak harcamayın… Tam aksine hep gülerek ve insanları mutlu ederek hayaller dolu bir hayat yaşayın. Çünkü bilin ki İndigo gibi evrenin koruyucuları siz korur ama kalbinizin derinliklerine sadece bir umut parıltısı bırakabilirler ve o umut parıltısını yaşatmak sizin elinizdedir. Lütfen okurlarım hayallerinizden vazgeçmeyin hayallerinizin içinde umutlarınızı besleyin ve sevginizi içinde yaşamayın. Duygularınızı ifade etmekten korkmayın.

İZEM ÜLGEN 7/E 280 GAZİOSMANPAŞA ORTAOKULU

(5)

EZA VE AYASOFYA

Cuma akşamıydı ve ben her zamanki gibi mışıl mışıl uyuyordum, sıradan bir geceydi aslında tabii o rüyayı görene kadar… O gece rüyamda Ayasofya’ya gidiyordum, yanımda her zamanki gibi Aslı ve Emir vardı. Rüyanın aslında sonrasını hatırlamıyorum; tek hatırladığım, rüyamın sonunda üçümüzde çok mutluyduk.

Neyse ben olaylara geçmeden önce sizlere “EZA” grubunun üyelerini tanıtayım.

Grubun ismi baş harflerimizden meydana geliyor: Emir, Zeynep, Aslı. Biz çocukluktan beri üç yakın dostuz. Hiç ayrılmayız. Hani şu çizgi filmlerde gördüğünüz gruplar var ya işte biz onlardanız aslında. Ben, yani Zeynep, 13 yaşındayım; genelde meraklı, sorumluluk sahibi, araştırmacı ve sakin bir kızımdır. Aslı ise bilgili, zeki, cana yakın, tatlı bir kızdır. Ve Emir…

Bir o kadar komik, hareketli, eğlenceli, biraz da yaramaz ve hep pozitiftir. Evet, bizim grubumuz böyle o zaman başta anlattığım olayın sonrasını anlatayım. Bakalım neler olacak?

Bu rüyayı gördüğüm geceden sonraki sabah yani cumartesi günüydü. Her gün olduğu gibi yine EZA grubu toplanmıştı ve biz her zamanki gibi sohbet ediyor ve bizim oralarda dolanı- yorduk. Ve yürürken Emir bayat esprilerini yapıyordu bugün de. Ben de anlamsızca sokak tabelalarını ve posterlerini inceliyordum, sanırım biraz sıkılmıştım. Boşuna incelemiyormuşum aslında çünkü bir anda karşıma ilgimi çeken bir poster çıktı ve dikkatlice yazanları okumaya başladım posterde şöyle yazıyordu: “İşte size fırsat! Yanınıza iki arkadaş alın ve Ayasofya’ya gelin, orada bazı sorular sorulacak ve siz bu soruları bilmek için her etapta Ayasofya’nın içerisindeyken bazı şifreleri çözecek ve doğru cevaba ulaşacaksınız. Ödüle gelirsek ödül belirsiz, bence sizler gelin sonuna kadar ulaşın ve ödülü kendiniz görün, o zaman hadi durma!”

Bu poster bence bir işaretti, daha dün gece rüyamda bununla alakalı şeyler görmüştüm bence buna katılmalıydık. EZA bunu başarabilirdi, hemen büyük bir heyecanla bizimkilere söyledim düşüncelerimi.

“Aslı ve Emir şu postere bakın ve baktıktan sonra sizlere bir şeyler söylemem lazım.

Hadi! Hadi! Okuyun!” dedim.

Onlar posteri inceledikten sonra onlara rüyamı ve tüm düşüncelerimi anlattım onlar da pozitif baktılar düşünceme ve katılmak istediklerini, kaybetsek bile çok güzel bir deneyim olacağını söylediler. Hatta akşam ailelerimize de anlattık, başvuru yaptık ve kayıt olmuş olduk bizim dışımızda üç grup daha vardı, toplam dört grup yarışacaktı ama tabii EZA bununla da başa çıkabilirdi.

Bir hafta geçmişti bu olaylarından üzerinden. Ve beklenen gün gelmişti Ayasofya’ya gideceğimiz, yarışacağımız gün gelmiş ve çatmıştı bile. Biz de bu bir hafta boyunca boş durmamıştık bu arada. İnternetten ve çeşitli kaynaklardan biraz öğrenmiştik bir şeyler. Bu araştırmanında illaki bizlere yarışmada bir avantajı olacaktır diye düşünüyoruz. Evet, o zaman size Ayasofya’ya gittiğimizde olanları anlatmaya başlayayım.

Çantalarımızı hazırladık, giyindik ve hazır bir şekilde Ayasofya’ya bizleri yani dört grubu götürecek otobüsü beklemeye başladık, en sonunda geldi ve bindik. İçerde üç grup daha vardı hepsi bizlere hırslı bakışlarını atıyordu. Emir çenesini tutar mı?

“Allah Allah ne bakıyorsunuz arkadaşlar, sanki size bir şey yapmışız gibi ne bu sinir?

Vallahi ben anlamadım sizleri!” dedi Emir.

Aslı fısıldayarak “Emir Allah aşkına tut şu çeneni baştan kavga etmeyelim bari.” Neyse ki Emir’in sözlerine hiçbir grup cevap vermemişti de kurtulmuştuk kavgadan. Bu arada

(6)

otobüsteyken her grup kendini tanıtmıştı; Yıldız takımında Emre, Sevgi, Elif vardı. Çiçek takımında Sıla, Betül, Ayşe vardı. Ve son olarak Elmas takımında da Selim, Ahmet, Eren vardı.

Yarım saatlik yolculuktan sonra Ayasofya’ya ulaşmıştık. Gerçekten de internette yazdığı gibi ihtişamlı ve koskocamandı. Bizler için o günlük Ayasofya’yı kapatmışlardı ziyarete. Önce bizleri kapı girişinin önünde beklettiler, biraz sonra bir rehber geldi, adı da Sena imiş. Çok tatlı bir kadına benziyordu.

Ve Sena abla konuşmaya başladı: “Hepiniz Ayasofya’ya hoş geldiniz çocuklar. Ben sizin rehberiniz Sena. Sizlere yardımcı olacağım, yarışma boyunca neler olacağını ben bildireceğim. Öncelikle çocuklar sizleri birkaç bölüm, etap bekliyor yarışmanın kaç etap olduğunu sizlere söylemeyeceğiz. Zaten posterimizde de neler olacağını öğrendiniz. Amacınız sizlere sorulan soruları doğru cevaplamak ve en sona kalan grup olmak. Böylece sona kalan grup ödüle ulaşmış olacak. O zaman hadi içeri buyurun ama lütfen içerdeyken gereksiz gürültü yapmayın ve benim arkamdan ayrılmayın.”

İçeri girdik, ilk etap Ayasofya’nın ilk katında olacakmış. Etrafımızda çeşitli mozaikler, üzerinde Arapça yazıların olduğu levhalar ve daha bir sürü şey vardı, hepsi birbirinden gizemli gözüküyordu bence. Sena abla ilk etabın daha kolay olduğunu ve bize çözmemiz gereken bir bilmece vereceğini söyledi. Ardından bu bilmeceyi çözdüğümüzde bu bilmece bizi yönlendirecek ve bulunduğumuz yerde bir kâğıt bulacak ve bu kâğıt sayesinde soruyu cevaplayacakmışız. Eğer bilmeceyi belirli sürede çözemeyen bir grup olursa o elenecekmiş.

“O zaman hazır mıyız? Bilmeceniz geliyor dikkatli dinleyin, bilmeceyi çözmek için süreniz 8 dakika. ‘Su ya da şerbet, içelim bizler de birer kez!’ Hadi çözmeye başlayın bilmeceyi!” dedi Sena abla.

“Bana su olsun lütfen ben biraz susadım açıkçası Sena abla nerden içecektik?” dedi Emir. Ben de: “Ya Emir ne saçmalıyorsun ama ya hemen aklınızı çalıştırın ve şu bilmeceyi çözelim. Bakın önemli, önemli!” Aslı bizle hiç konuşmadan dikkatlice etrafını inceliyor ve düşünüyordu.

“Buldum buldum! Mermer küpler, mermer küpler hatırlasanıza! Bergama antik şehrinden getirilmişti buraya. Kandillerde ve bayram namazlarında şerbet diğer günlerde su dağıtılıyordu. Koşun, mermer küpünün yanına!” dedi Aslı.

Koşmuş ve birinci bilmeceyi çözen grup biz olmuştuk şükürler olsun ki. Aslı bizi yine kurtarmıştı. Bu arada bizden sonra üç grupta bilmeceyi çözmüş ve dört grupta mermer küpün önünde Sena ablanın sorusunu beklemeye başladı.

Sena abla: “Evet, sorumuz geliyor! Yapmanız gereken sorunun cevabının yazdığı kâğıdı bulmak ve bana getirmek. Süreniz yine 8 dakika. Bu mermer küplerden elimizde kaç tane var ve bu küplerden kaç tanesini kimlere vermişiz zamanında?” dedi.

Dört grupta cevabı bulmak için kâğıdı aramaya başlamıştı bile. Biz belki kâğıdı aramadan cevabı buluruz aklımızda kalanlarla diye düşündük ama bu Aslı’nın bile aklında kalmamıştı maalesef. Biz de aramaya başladık. İlk üç dakika kimseden ses gelmedi. Dördüncü dakikada bir grup sevinç çığlığı atıyor ve buldukları kâğıdı Sena ablaya veriyorlardı. Cevabı tabi ki de diğer gruplar duymasın diye söylemediler.

Emir gülerek: “Hey bakın kâğıt belki de cebimdedir.” dedi. Aslı: “Emir, ne olur etrafına bak senin gözün iyidir bu konularda hadi!” Aslı’nın bu sözleri Emir’i gaza getirmişti. Emir

(7)

hemen etrafına dikkatlice bakmaya başladı, yani mermer küpün etrafına. Emir tam bakınırken… Selim: “Hey! Şuraya bakın buldum, diğerleri daha çok arar!” dedi.

Biz hala bakınırken diğer grupta bulmuştu. Sona biz ve diğer grup kalmıştı. Allah’ım ne olur yardım et! Birinci turdan elenmek istemiyorum. Derken Allah dualarımı kabul etti.

Emir: “Buldum işte buldum! Hadi yine iyisiniz ben olmasam evdeydik şu an.” dedi. Aslı ve ben derin bir nefes aldık ve hemen kâğıdı Sena ablaya ulaştırdık, neyse ki yine başarmıştık!

Sena abla: “Çocuklar son bir dakika!” dedi. Sona kalan gruptan bir kız kendine hâkim olamamış ve kızın gözleri dolmuştu. Maalesef bir dakika sonunda sona kalan grup elenmişti yani kâğıdı bulamamışlardı. Onlara teselli ödülü olarak birer Ayasofya ile alakalı yazılmış olan kitap hediye edildi.

Sena abla: “Evet, o zaman kâğıdı bulan gruplardan herhangi biri lütfen öne çıkarak cevabı okusun.” dedi. Elif: “Çiftçi Mahmut’un bulduğu 3 küpten ikisi bugün bizde, Ayasofya’da ama en değerli olanı Padişah Mahmut tarafından Fransa’ya hediye edilmiştir.”

dedi. Sena abla: “Sağ ol Elif bu güzel cevabın için. Bu etabın sonunda maalesef Çiçek takımı elendi geriye üç grubumuz kaldı. O zaman sizlerle şimdi diğer etaba geçelim. Ancak sizlere söylemem gereken bir şey var öncelikle. Çocuklar bu etapta sürprizim var yani şöyle ki bu etapta üç gruba da çeşitli sorular soracağım, en az bilen bu etapta elenecek. O zaman şöyle sandalyelere oturun lütfen sizlere sorayım.” dedi.

Sandalyelere oturmuş en önce cevap vermek için dikkatle Sena ablanın ağzına odaklanmıştık resmen.

Sena abla: “Çocuklar o zaman ilk soru geliyor. Önünüzdeki butona basın ardından ben söyleyebilirsin dediğimde cevabı söyleyin. Çocuklar, Ayasofya İmparator Justinianos tarafından dönemin en önemli iki mimarına yaptırılmıştır. Peki, bu mimarların ismi nedir?” diye sordu. Evet, Zeynep biliyorsun bas hadi bas! Kendi kendime iç sesimle savaşırken butona basmıştım bile.

Sena abla: “Söyleyebilirsin Zeynep.

Ben hemen atıldım: “Ayasofya İmparator Justinianos tarafından dönemin en önemli iki mimarı olan Miletoslu İsidoros ile Trallesli Anthemios’a yaptırılmıştır.”

Sena abla: “Bravo! Bir puan EZA grubuna. İkinci soru geliyor. Çocuklar, Fatih Sultan Mehmet, Ayasofya için çeşitli bakım onarım çalışmaları yaptırmıştır. En kapsamlı tamir çalışması kimin döneminde ve kim tarafından yapılmıştır?” diye sordu.

Bizimkilere fısıldayarak bilip bilmediklerini sordum ancak hiçbirimiz bu soru hakkında bir şey hatırlamıyorduk. Biz çaresiz bir şekilde karşı takımlara bakarken bir takım butona basmıştı Sena abla onları onayladı ve…

Emre: “Sena abla, en kapsamlı tamir çalışması Sultan Abdülmecid döneminde (1839- 1861) Fossati tarafından yaptırılmıştır.” diye cevap verdi.

Sena abla: “Doğru! O zaman bir puan da Yıldız takımına. Diğer sorumuz geliyor.

Çocuklar, mihrabın iki yanında bulunan bronz kandiller nasıl Ayasofya’ya ulaşmıştır?” diye sordu. Bu soruyu çok düşündüysem de hiçbir şey bulamamıştım.

(8)

Emir: “Ben bu soruyu hatırlıyorum araştırma yaparken bir yerde okumuştum ancak cevabı tam hatırlayamıyorum biraz bekleyin bulacağım.” diye düşünmeye başladı.

Aslı: “Hey çocuklar ben buldum! Hatırladım işte, bilirsiniz hafızam da iyidir!” dedi.

Emir: “Akıllı Aslıcığım o zaman niye butona basmıyorsun, iyi misin sen?” dedi Emir ve Aslı hemen butona bastı. Sena abla da onayladıktan sonra…

Aslı: “Kanuni Sultan Süleyman tarafından (1520-1566) tarafından Budin Seferi (1526) dönüşünde camiye hediye edilmiştir.” diye cevapladı. “Helal olsun kızıma! Hafızanı öpeceğim senin ben!” dedim mutlulukla. Emir ve Aslı güldükten sonra Sena abla konuşmaya başladı.

Sena abla: “Evet, bu durumda, Yıldız takımı bir puanda EZA grubu iki puanda ve son olarak Elmas takımı sıfır puanda, eğer son soruyu da bilemezse Elmas takımı o zaman elenecekler. Bu uyarıya karşın Elmas takımından hüzünlü oflamalar gelmeye başlamıştı. Biz son soru sorulurken rahattık, ne de olsa biz şuan her türlü diğer etaba geçebilecektik, şükürler olsun ki.

Sena abla: “Özellikle, Elmas takımı dikkatli dinleyin. Çocuklar Ayasofya 1200’lü yıllarda çok yıprandı. Sizce neden?” diye sordu. Beş dakika kadar kimseden ses çıkmadı. Biz stresli değildik. Düşünüyorduk ama çok da hırslı değildik. Elmas takımının hayal kırıklığı olan bir ses duyuldu herkesin kulaklarında. Bu ses… Yıldız takımının buton sesiydi.

Sevgi: “1204’te Latinler kiliseyi yağmaladılar (4. Haçlı Seferi). Bir süre sonra Ayasofya Venedikliler tarafından ele geçirildi. 1261’de Bizanslılar kenti geri aldıklarında Ayasofya çok yıpranmıştı.” diye cevapladı. Bu cevaptan sonra Elmas takımının suratı iyice düşmüş ve boyunlarını çaresizce eğmişlerdi. Yıldız takım ise beraberlikten kurtulduğu için rahatlamış ve birbirlerine sarılıyorlardı. Biz, yani EZA takımı olarak birbirimizi gururla tebrik ettik.

Sena abla: “Çok güzel söyledin Sevgiciğim. Son durumda EZA ve Yıldız takımı 2 puanda ve maalesef Elmas takımı hiç puan alamadan eleniyor. Bu durumda Elmas takımına lütfen hediye kitaplarını verelim ve uğurlayalım onları.” dedi. Elmas takımı aramızdan ayrıldıktan sonra finale kalmamın gururunu yaşıyorduk.

Emir: “Bakın yine harikayız ve son ikiye kaldık. Hep benim sayemde ben olmasam ne yapacaktınız!” dedi.

Aslı: “Allah aşkına Emir! Bu etapta biz olmasak sen ne yapacaktın asıl! Komiksin vallahi!” dedi.

Emir: “Sizinle de dalga geçilmiyor. Hemen alınmayın!” dedi.

Ben de: “Ya siz onu bunu bırakın da finale odaklanın, resmen finaldeyiz büyük sona yaklaştık!” dedim heyecanla.

Aslı ve Emir: “Evet!” diye sıçradılar.

EZA takımı her şeyin üstesinden gelirdi doğru tahmin etmiştim. Eğer bu finali de başarıyla tamamlarsak işte o zaman korkun bizden! Bu sefer Ayasofya’nın ikinci katına çıkmıştık. Anlaşılan son etap buradaydı. Üç etap az gelse de yıllar gibiydi sanki. Yani üç etap dediğim de daha iki etap yapmıştık ancak bu iki etap bile çok uzun gibiydi sanki.

Sena abla: “Evet, şu anda ikinci kattayız ve finaldeyiz. Sizler de anladığınız üzere üç etap olmuş olacak yarışma. Az gelmiş olabilir ancak diğer iki takım daha geç elenir diye düşünmüştük. Neyse bu etapta da birinci etapta yaptığımız gibi yapacağız. O zaman büyük ödüle, büyük sona hepimiz hazır mıyız?” diye sordu. Hep bir ağızdan, “Evet!” diye bağırdık.

(9)

Aslı: “Ya ben çok heyecanlandım!” dedi. Göz bebekleri büyüyordu konuşurken.

Emir: “Ben de!” dedi.

“Bakın bilmeceyi sorduğunda Sena abla, ne olur odaklanın çok önemli!” diye atıldım.

Emir: “Sen merak etme, beynimin hepsini kullanacağım bu sefer.” dedi.

Aslı ve Zeynep: “Emir güldürmesene!” diye alaycı bir bakış attılar.

Sevgi: “Bakın şu Emir’e sinir oldum. İki saattir şaklabanlıklar yapıp duruyor!” dedi.

Emre: “Aman Sevgi! Biz kazanınca göreceğiz şaklabanlığı.” dedi.

Elif: “Arkadaşlar ya kafanıza takmayın onları odaklanın yarışmaya el ele vereceğiz ve biz kazanacağız!” dedi. İki grupta kendi arasında konuşurken Sena abla konuşmaya başladı.

Sena abla: “Bu bilmeceme dikkatlice odaklanın bence. Bilmeceniz geliyor çocuklar.

Herkes öldüğünde girecek ikisinden birine, peki ya sen hangisine? O zaman süre 5 dakika! Bu son şans!” dedi.

Emir: “Ya! Ne girmesi ne ölmesi! Ben hiçbir şey bilmiyorum sanırım!” dedi şaşırarak.

Aslı: “Emir düşün işte ne olabilir diye” dedi.

“Yani… Biz öldüğümüzde doğru ahirete…” dedim.

Aslı: “Oradan da, cennet ya da cehenneme…” dedi.

Emir: “Evet! Buldunuz işte kızlar. Cennet Cehennem Kapıları hani mermerden olan vardı ya!” dedi.

Aslı: “Aaa! Evet, bulmuşuz biz ama farkında değiliz.” dedi. Hemen Cennet Cehennem Kapısına gittik. Hemen ardımızdan maalesef Yıldız takımı da geldi!

Sena abla: “Aferin! Harikasınız! İki takımı da kutluyorum. Ve o zaman süreyi başlattığımda kâğıdı aramaya başlayın. Ancak size şöyle bir şey söyleyeceğim. Sorumuz Cennet ve Cehennem kapıları ile alakasız. Yıldız ve EZA takımı kazanan taraf olmak için işte sorumuz! Çocuklar, sizce Ayasofya nereden adını aldı? Hiç düşündünüz mü? Bence şimdi düşünün! Cevabı ilk veren takım kazanan olacak. Kolay gelsin!” diye sordu. Bu sorunun cevabını bilmiyordum, ayrıca hiç düşünememiştim adını nerden aldığını.

Emir: “Aslı, Zeynep! Hemen arayalım, bakın biz EZA’yız yapabiliriz!” dedi. Bu etap gerçekten zordu nereye sakladılarsa iyi saklamışlardı. Resmen kâğıt yer yarılmış da içine girmişti. Biz arayıştayken hiç beklemediğim bir şekilde Aslı bir kızla kavga etmeye başlamıştı.

Aslı: “Ya, bir çekilir misin?” dedi.

Sevgi: “Sen çekilsen ne olur sanki!” dedi.

Emir: “Hey hey! Sakin olur musunuz, Aslı gel biz arayalım o kendi kendine kavga etsin.” dedi.

Aslı: “Doğru dedin ya!” dedi.

Sevgi: “Aman ne komik!” dedi.

Emre: “Sevgi gel buraya sen de ara, tam kavga zamanıydı arkadaşım!” dedi. Şimdi bu kavgadan sonra bir takım kâğıdı bulmuştu. Ancak siz bana sinir olsanız da hangi takımın bulduğunu şimdilik söylemeyeceğim. Biraz merak edin! Tamam, tamam! Söylüyorum hangi takımmış ya da neyse siz okumaya devam edin ve kim kazanmış kendiniz görün. Kavgadan 5 dakika kadar sonra Emir, ben ve Aslı aynı anda kâğıdı görmüş ve çığlık atarak Sena ablaya götürmüştük. Allah’ım hayatımda hiç bu kadar mutlu olmamıştım sanırım. Aslı kâğıdı verdikten sonra Sena abla düdüğü çaldı.

Sena abla: “EZA! EZA! EZA takımı kazandı! Yarışmanın birincisi sizsiniz! EZA!” diye heyecanla mutlu haberi verdi.

Emir: “Ya biz harikayız! Sizi çok seviyorum! Rüya gibi ya kazandık!” dedi.

Aslı: “EZA yine bir işi daha başarıyla tamamladı.” dedi.

Sena abla: “Neyse öncelikle hemen cevabı okuyun lütfen.” dedi.

(10)

Emir: “Orijinal adı Hagia Sofia olarak da bilinmekteydi ve Hristiyan üçlemesinin ikinci unsuru olan “Kutsal Hikmet”e (Sofia) adandığından Ayia Sofia olarak tanınmıştır.

Sena abla: “Evet, aynen öyle Emirciğim! Bu durumda EZA takımı sizleri kutluyorum.

Ve Yıldız takımı sizlere de tüm performansınız için teşekkür ederim. Sizlere de kitaplarınızı hediye edelim.” dedi.

Emre: “Bravo! Kaybettik!” dedi.

Sevgi: “Ne kızıyorsun Emre olabilir yani ne yapalım.” dedi.

Elif: “Bence harika bir deneyimdi arkadaşlar üzülmeyin!” dedi. Yıldız takımı da gitmişti ve biz Sena ablayla kalmıştık. Sena abla heyecanla konuşmaya başladı.

Sena abla: “Zeynep, Aslı, Emir… Tüm her şeyinizi ortaya koydunuz birbirinize destek oldunuz. Siz kazandınız. Ödüle gelirsek…” dedi.

Emir: “Heh! Ödül evet, evet! Sena abla söyle ne olur!” dedi.

Sena abla gülerek: “İlahi Emir! Söyleyeceğim. Emir, Aslı, Zeynep ödülü söylüyorum o zaman.” dedi.

Aslı: “Buyur Sena abla!” dedi.

Ben: “Sizde amma sabırsız çıktınız arkadaşlar bekleyin söyleyecek zaten Sena abla.”

Sena abla: “Çocuklar ödül şu: Ayasofya için yakında tanıtım filmi çekilecek ve sizlerde bu filmde önemli rollerde yer alacaksınız! Nasıl harika değil mi?” dedi.

Hep bir ağızdan “Harika!” diye bağırdık, çok sevindik.

Emir: “Ne güzel bir ödülmüş…” dedi.

Aslı: “Daha güzel olamazdı!”

Ben: “Ben de bayıldım.”

Sena abla: “Beğenmenize sevindim. O zaman şimdilik evlerinize. Ancak en yakın zamanda yine tanıtım filmi için hep beraber olacağız.” dedi.

İki hafta sonra… Ne mi oldu? İki hafta içinde tanıtım filminde yer aldık çok eğlenceliydi doğrusu! Gerçekten de çok güzel bir ödül düşünmüşlerdi. Aslında ödül olmasa da sorun değildi.

Öyle eğlenmiş ve bilgilenmiştik ki yarışma boyunca, bu bile yetmişti harika bir deneyimdi!

Hala gitmediyseniz hemen gidip Ayasofya’yı ziyaret edin! Benden söylemesi…

Elif Şen

Özel Derya Öncü Ortaokulu 8-A

(11)

Vicdanımı Rahatlattım

Günlerden salıydı, uyandım ve kahvaltımı yaptım. Normal bir insan gibi otobüse binip iş yerime gittim. Herkes gibi işlerime koyuldum, o gün yapılacak çok iş vardı. Sonunda öğlen arasına çıktım ve çok sıkılmıştım, aklımdan izin almak geliyordu ama almayacaktım çünkü izin günlerim sınırlıydı. Öğlen arası bitti ve ben işe döndüm, patronumun böyle çalıştığımı görüp bana prim vermesini istiyordum ve bu yüzden dikkatli çalışıyordum. Dikkatlice çalıştıktan sonra biraz ara vermek istedim. Telefona baktım, öyle komik kedi videoları izledim, geçen zamanın farkında değildim ama patronum bu halimi gördü.

Çok kızmıştı, beni kendi odasına çağırdı. Uzun bir konuşma yapacağı belliydi ama ben de o anki cesurluğumla “İstifa ediyorum!” dedim. O anda içimden tek şey geçiyordu “Ne yaptın?”

Ne yaptığımın ben bile farkında değildim ve koşarak iş yerimden çıktım. Patronum öylece bana bakakaldı. Kendimi çok kötü hissediyordum. Yaklaşık iki saat bir bankta oturup düşündükten sonra otobüse gitmeye karar verdim. Otobüse yürüdüm.

Otobüse vardım ve içimdeki düşüncelerle otobüse bindim. Otobüs gitti gitti sonunda benim evime yaklaşıyordu. Bir kadın vardı, Özgecan Aslan aklıma geldi. O kadın inmeden ben de inmeyecektim. Evine güvenle girdiğini görmeden içim rahat etmeyecekti. Son durağa geldik ve kadın indi, ben de indim. Yokuş aşağı bir sokaktan indi, ben de indim. Evine girdi.

Kendi evime otobüsle döndüm. Ev arkadaşım eve döndüğümde “Neden geç kaldın?” dedi. Ben de “Vicdanımı rahatlattım!” dedim.

Ela Naz BAŞMAN

Terakki Vakfı Okulları 6/I 1069

Referanslar

Benzer Belgeler

• Geçinme: Bütün insanlar yaşamlarını devam ettirebilmek ve hayatta kalabilmek için yaşamsal gereksinimlerini karşılamak zorundadır.. Bu zorunlulukları yerine

Erozyon üzerinde etkili olan faktörler Doğal faktörler İklim Topografya Toprak özellikleri Kayaç yapısı Doğal bitki örtüsü İnsandan kaynaklanan faktörler Bitki

• Benzerlik (Başkaları da aynı durumda aynı şekilde veya benzer şekilde mi davranıyor).. • Belirginlik (Sadece bu durumda mı böyle

Yapılan çalışmaya tekrar geri dönecek olursak, kullanılan yöntem gözle görülen ışığa yakın dalga boyundaki ışığın enerjisi- ni ısıya çevirme özelliğine sahip

Buna göre kaşının başlangıç yeri (yani buruna en yakın bölümü) alnına daha yakın olan, elmacık kemikleri belirgin ve geniş çeneli insanların genellikle daha

Bazı araştırmalar gamzesi olan kişilerde zygomaticus major kasının ikili bir yapıya sahip olduğunu gösteriyor.. Kas yapısı böyle olan kişilerde zygomaticus major kası

-insan kaynaklı etkinliklerin iklim sistemleri üzerindeki etkisi nedeniyle- Büyük Okyanus’un batı bölgelerinde deniz seviyesinin artmaya devam edeceğini gösterdi.

• Kültür toplumun değerlerini bir araya getirir. • Kültür sosyal dayanışma için temel oluşturur. • Kültür her toplumda farklıdır.,kültür sosyal kişiliğin