Sanat Sineması
• Sanat sineması (cinéma d’art) terimi ilk olarak, 1908 yılında popüler bir eğlence aracı olarak görülen sinemaya orta sınıfları çekme amacıyla Fransızlar tarafından kullanılmıştır.
İlk biçimi tiyatro oyunlarının filme alınması ve müzisyenlerin
eşlik etmesi şeklindedir. Daha sonra ise Alman
dışavurumculuğu ve Fransız avangart hareketiyle kavramın
anlamı genişlemiş ve 1930’larda Fransız Şiirsel Gerçekçiliği,
1940’larda Yeni Gerçekçilik ve 1950’lerde auteur politikasıyla
ilişkilendirilmiştir. Auteur yönetmenin yaratıcı sanatçı olarak
tanımlanması diğer ülke sinemalarına mensup
yönetmenlerin, azınlık gruplarının, feministlerin filmlerinin
de bu kapsamda değerlendirilmesini sağlamıştır (Hayward,
2012, s. 411-412).
Biçem ve İzlek
• Sanat sineması sıklıkla klasik anlatı sineması karşıtlığıyla ilişkilendirilmiştir. Klasik anlatı sineması, eylemlerin neden- sonuç mantığıyla sunulduğu, psikolojik olarak motive edilmiş amaç yönelimli karakterlere sahip filmler biçiminde değerlendirilirken; sanat filmleri neden-sonuç ilişkisinin gevşek olduğu ve belirli bir amacı ya da hedefi olmayan, tutarsız davranan (Tatlı Hayat’taki Marcello) amaçları hakkında kendilerini sorgulayan (Yedinci Mühür’deki Şövalye) karakterlere sahip filmler olarak nitelendirilirler. Karakterlerin pasif bir şekilde bir durumdan diğerine sürüklendiği görülür (Bordwell, 2010, s. 73-74).
• Sanat sinemasında “gerçekçilik kavrayışı filmin mekansal ve
zamansal yapısını etkiler.” Farklı olasılıkların mümkün hale
geldiği bu filmlerde belgesel bir gerçekçiliğe bağlılıktan yoğun
psikolojik öznelliğe varana dek pek çok seçenek” gündeme
gelir (Bordwell, 2010, s. 75).
• Sanat sineması hiçbir şey olmuyormuş gibi görünen ölü zamanları kullanma, zaman ve mekanın anlatı devamlılığına hizmet etmemesi, yabancılaşmış karakterlere ya da anti kahramanlara yer verme ve açık anlatı gibi pek çok unsurla ilişkilendirilmiş ve bunların hepsi ana akım sinemadan farklılaşma olarak yorumlanmıştır.
• Bu noktada Peter Wollen’ın Jean Luc Godard’ın sinemasıyla
ilişkili olarak altını çizdiği karşı sinema kavrayışının sanat
filmlerinin yorumlanması açısından da ipuçları barındırdığı
söylenebilir. Wollen Godard’ın Doğu Rüzgarı filminden yola
çıkarak Godard filmlerinin anlatısal ve biçimsel özelliklerinin
Hollywood sinemasından radikal biçimde farklılaştığını ileri
sürer. Karşı sinemanın özelliklerini sinemanın yedi büyük
erdemi olarak nitelendirirken Hollywood sinemasının
özelliklerini yedi büyük günah olarak tanımlar (Wollen, 2010,
s.113).
GODARD VE KARŞI SİNEMA (Peter Wollen)
Hollywood- Mosfilm
• Geçişli Anlatı
• Özdeşleşme
• Saydamlık
• Tek anlatım
• Son
• Hoşlanma
• Kurmaca
Karşı Sinema
• Geçişsiz anlatı
• Yabancılaşma
• Öne çıkma
• Çok anlatım
• Açık uç
• Rahatsız olma
• Gerçek
• Peter Wollen’ın “Karşı Sinema: Doğu Rüzgarı” makalesinden (2010) hareketle bu özellikler şu şekilde yorumlanabilir:
• Geçişli Anlatıya Karşı Geçişsiz Anlatı: Geçişli anlatı, olayların nedensellik zinciri çerçevesinde arka araya sıralanması olarak tanımlanabilir. Hollywood sinemasında bu nedensellik zinciri genellikle psikolojiktir ve bir dizi motivasyondan oluşur. Öykü denge-dengesizlik ve yeni denge biçiminde yapılanır. Godard ise öyküyü kesintiye uğratan ayrı bölümler aracılığıyla geçişli anlatıyı parçalar. Yine ilk filmlerinde öyküye müdahale eden ara yazılar Doğu Rüzgarı filmiyle birlikte anlatıya egemen hale gelir; geçişli anlatıyı imha eder (114-115).
• Özdeşleşmeye Karşı Yabancılaşma : “Empati, bir karaktere duygusal bağlanıma karşı doğrudan hitap, çok sayıda karakter ve yorum.”
Godard ilk filmlerinden itibaren özdeşleşmeyi kırmak için çabalar.