4. Toplumsal Cinsiyet ve Cinsellik
Toplumsal Cinsiyet nedir?
Kadın doğulmaz, kadın olunur!
Simone de Beauvoir, 1949 yılında, İkinci Cins kitabını yazıp “kadın
doğulmaz, kadın olunur”
dediğinde, toplumsal cinsiyet kavramının da temellerini attı...
Kadın ve Erkek olmak
Kadın ve erkek olmak, hangi bedende
doğduğumuzla, yani biyolojik varlığımızla ilgilidir.
Ancak cinsiyet, hiç bir
zaman “basit” ve “doğal”
gerçeklerden ibaret bir
konu değildir...
Çünkü cinsiyet, bir yandan kişisel
yaşamlarımızın odağında dururken, bir
yandan da toplumsal örgütlenmenin temel
kategorilerinden biridir.
Toplumsal cinsiyet farkları
“Yumurta bile kıramamak”, biyolojik varlığımızla mı ilişkilidir?
Gece sokağa çıktığında tacize uğrama
riskinden korkmak, biyolojik varlığımızla mı ilişkilidir?
Nezaket, yumuşaklık ve vericilik ya da tuttuğunu koparma, cesaret ve kararlılık, biyolojik varlığımızla mı ilişkilidir?
Toplumsal cinsiyet farkları
Kadın ve erkek olmanın anlamı ve kökeni üzerindeki düşünceler, kabaca üç grupta incelenebilir:
1) Kadın erkek farkının temelinde biyolojik gerçeklikler vardır
2) Kadın erkek farkı, toplumsallaşma içinde kurulur
3) Cinsiyete ilişkin biyolojik ve toplumsal gerçeklikler, tümüyle toplumsal olarak yapılanmıştır.
1.Toplumsal cinsiyet, doğal farklılıklara dayanır
Kadın ve erkek farklılıkları her kültürde
değişik biçimler alsa da, farklılığın kendisi evrensel olduğuna göre, temelinde biyolojik, yani türe ait gerçeklik yatmalıdır.
Kadınların doğurganlığı, bu farklılığın kökeninde yatan gerçekliktir.
Bu nedenle kadınlar toplayıcılıkla, erkekler ise avcılıkla uğraşarak ilk işbölümünü
gerçekleştirmişlerdir (evrimci yaklaşım)
Toplumsal cinsiyet, doğal farklılıklara dayanır
Kadın ve erkeklerin kromozomları, hormon yapıları, beyin büyüklükleri... Birbirinden farklıdır.
Bu farklılıklar, örneğin erkeklerin daha saldırgan, kadınların ise daha duygusal olmalarına neden olur (sosyobiyolojik yaklaşım)
Biyolojik temel yaklaşımlarına eleştiriler
Toplumsal cinsiyetin temelinde biyolojik gerçekliklerin yattığı görüşüne pek çok eleştiri getirilmiştir.
“Doğal fark” kuramları, kanıtlarını insan topluluklarından değil, hayvanlardan
derlerler- çünkü insan topluluklarından bu
konuda kanıt toplama girişimleri, yüz yılı
aşkın bir süredir, başarısız olmuştur.
Kadınlarla erkekler arasındaki farklılığın
biyolojik mi yoksa kültürel mi olduğunu
söylemek, göründüğü kadar kolay bir iş
değildir.
2.Toplumsallaşma yaklaşımları
Biyolojik cinsiyet ile toplumsal
cinsiyet arasında bir ayrım yapmak gerekir: ilki, doğuştan getirdiğimiz
özelliklerle, ikincisi ise kültürün içinde
geliştirdiklerimizle ilgilidir.
2.Toplumsallaşma yaklaşımları
Toplumsal cinsiyet, bu dünyada başımıza gelen şeylerin bir sonucudur: ailede, okulda, iş yerinde, sokakta...
Yani, birincil ve ikincil toplumsallaşma süreçlerinde Öğrenilmektedir.
Cinsiyet rolü
Cinsiyet rolleri, bu rollere eşlik eden kimliklerle birlikte öğrenilir (işlevselci yaklaşım)
Bu öğrenme süreci, olumlu ve olumsuz yaptırımlarla ilerler: ödüller ve cezalar.
Toplumsal cinsiyet kalıpları
Toplumsal cinsiyet kalıpları, kültürün
oluşturduğu kimliklerdir.
Bu kalıplar, küçük
yaştan itibaren kız ve erkek çocukların
cinsiyet kimliklerinin
oluşmasında büyük etki yaparlar...
Toplumsallaşma yaklaşımlarına eleştiriler
Toplumsallaşma, sorunsuz bir süreç değildir.
Toplumsallaşma
“aracıları” birbirlerine karşıt mesajlar verebilir.
Bireylerin bu mesajları algılamaları
farklılaşabilir, bunları değiştirebilirler ya da itiraz edebilirler.
3. Toplumsal belirlenme yaklaşımları
Toplumsal cinsiyetin biyolojik bir Қzӟ yoktur.
Bedenlerimiz, doğal ve tarih dışı gerçeklikler değildir.
Bu nedenle de hem biyolojik varlığımız, hem de toplumsal cinsiyetimiz,
toplumsal ilişkiler içinde kurulur ve
belirlenir.
Beden: iktidar alanı
Beden eğitimi, diyet, moda, estetik cerrahi, cinsiyet değiştirme
ameliyatları... Hepsi, bedensel gerçekliğin kültürel olarak
belirlenmesine ilişkin
örneklerdir.
Bedensel gerçeklik...
Kadın ve erkeklere
atfedilen özelliklerin her biri her insan tekinde
bulunur.
Kültür ve toplumsal
ilişkiler, bu özelliklerden bazılarını geliştirmemizi, bazılarını ise
bastırmamızı gerektirir.
Bu nedenle, “biyolojik gerçekler” de
dahil olmak üzere, insanlara ilişkin her
şey, toplumsal süreçler içinde kurulur.
Toplumsal cinsiyet kimliği: Freud ve Chodorow
Toplumsal cinsiyet kimliğinin bireysel düzeydeki oluşumuna ilişkin iki önemli kuram, Freud ve Chodorow’unkilerdir.
Chodorow, feminist bir sosyologdur ve Freud’u izleyerek onun kadınların ve
erkeklerin benlik yapılarının oluşumuna ilişkin görüşlerini geliştirmiştir.
Sigmund Freud: Anatomi kaderdir...
Freud, cinsiyet
kimliğinin oluşumunu biyolojik gerçekliklere dayandırır: penisin
varlığı ya da yokluğu.
Ancak bu
gerçekliklerin,
toplumsal anlamı
önemlidir.
Sigmund Freud: Anatomi kaderdir...
Erkek çocuklarda hadım edilme
korkusu, kızlarda ise penis kıskançlığı,
cinsiyet kimliğinin oluşumunda kurucu
önemdedir.
Freud’a feminist eleştiriler
Cinsiyet kimliğinin cinsel organlara ilişkin bir farkındalık tarafından belirlendiği söyleniyor, oysa daha zor fark edilen etkenler de vardır
Vajina, “olmayan penis” değildir!
Babanın otorite sembolü oluşu, evrensel bir gerçeklik değildir
Cinsiyetin öğrenilmesi Freud’un dediği gibi beş yaş civarında değil, çok daha erken gerçekleşmektedir.
Nancy Chodorow: benlik sınırları
Annenin rolü,
çocuğun cinsiyet kimliğini
öğrenmesinde temel önemdedir.
Anneden kopma travmasının nasıl yaşandığı, kültüre nasıl girildiğini de belirler.
Bu travma, kız ve erkek bebeklerde farklı yaşanır.
Kayıp duygusu kızlarda değil, erkeklerde
güçlüdür.
Chodorow’a eleştiriler
Beyaz ve orta sınıf aile modeline dayalı bir kuramı evrenselleştiriyor.
Kadınların cinsiyet kimliklerinin hızlı
dönüşümünü açıklayabilecek herhangi bir şey söylemiyor.
Kadınların ve erkeklerin psikolojik yapıları, bu kuramın söylediğinden daha fazla çelişki ve çatışma barındırır.
Toplumsal cinsiyet eşitsizliği
Kadın ve erkek olmak ister biyolojik
gerçeklerce, ister toplumsal olarak belirlensin, toplumsal cinsiyet, hiç bir durumda nötr bir
kavram değildir.
Kadınlarla erkekler arasındaki fark, eşitsizliği açıklamaz.
Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin nedeni nedir?
İşlevselci yaklaşımlar
İşlevselci yaklaşımlar, cinsiyet eşitsizliğini bir sorun olarak tanımlamazlar.
Onlara göre, kadınlarla erkeklerin farklılığı, işlevlerinin farklılığından kaynaklanır ve
biyolojik temellidir.
Talcott Parsons da, kadınların anlatımsal, erkeklerin ise araçsal roller üstlenmelerinin, dengeli bir aile hayatının temeli olduğunu söyler.
John Bowlby: Olmayan anne
Annenin yokluğu ya da yetersiz annelik
durumunda, uygunsuz toplumsallaşma
gerçekleşir.
Bu da anti sosyal ve psikopat eğilimlerle
sonuçlanabilecek, ciddi bir sorundur.
İşlevselci yaklaşımlara eleştiri
Toplumdaki görev dağılımının doğal ya da kaçınılmaz bir yanı yoktur.
“duygusal kadın” ve “ekmeği kazanan erkek”
rolleri, kültürel rollerdir ve farklı kültürlerde bu biçimiyle ortaya çıkmazlar.
Bu rollerin kadınlar açısından sonucu, eşitsizliğin artmasıdır.
Feminist yaklaşımlar
Cinsiyet eşitsizliğini siyasi bir sorun olarak tanımlarlar.
Hepsi bu sorunun ortadan kaldırılmasının yolunu arar ama verdikleri yanıtlar bazen tamamen karşıt olabilir.
Özgürlükçü (Liberal) feminizm
Erkeklerle kadınlar
arasındaki eşitsizlik, pek çok toplumsal kurum
tarafından yeniden üretilir:
İş yerleri, okullar, medya gibi.
Bunların her birinde, kadın erkek eşitsizliğini yeniden üreten politika ve tutumları değiştirmek için mücadele etmek gerekir.
Özgürlükçü feminizm
Kadınlara eşit fırsatlar sunulması için yasal değişiklikler de dahil, siyasi bir mücadele gerekir.
Sosyalist ve Marxçı feminizm
Sosyalist feminizm, Marx'ın çatışma
kuramından hareketle geliştirilmiş olmakla birlikte, Marx'ın kendisi toplumsal cinsiyet eşitsizliğine ilişkin pek az şey söylemiştir.
Sosyalist feminizm liberal feminizmi,
toplumda kadın-erkek eşitliğine düşmanlık besleyen son derece güçlü çıkar ilişkileri olduğunu göremediği için eleştirmiştir.
Sosyalist ve Marxçı feminizm
Sosyalist feministler hem ataerkilliği hem de kapitalizmi ortadan kaldırmayı
hedeflemişlerdir .
Toplumsal cinsiyet eşitsizliklerinin Marxçı bakış açısından bir açıklamasını vermeye çalışan kişi Marx'tan ziyade, onun dostu ve çalışma arkadaşı olan Friedrich Engels
olmuştur.
Sosyalist ve Marxçı feminizm
Engels, kapitalist koşullarda maddi ve
ekonomik etkenlerin kadınların erkeklere
hizmet etmesinin zeminini hazırladığını, zira ataerkilliğin köklerinin (tıpkı sınıfsal baskı gibi) özel mülkiyette bulunduğunu ileri
sürmüştür.
Sosyalist ve Marxçı feminizm
Engels, kapitalizmin, servetin ve iktidarın az sayıdaki erkeğin elinde toplanmasına neden olarak, ataerkilliği yani erkeklerin kadınlar
üzerindeki egemenliğini güçlendirdiğini savunmuştur.
Sosyalist ve Marxçı feminizm
Kapitalizm, ataerkilliği kendinden önceki toplum düzenlerine göre daha fazla
güçlendirir, zira eski çağlara kıyasla, artık ücretli çalışan, mülkiyet sahibi ve belli bir
servetin varisi olan erkeklere iktidar bahşeden muazzam bir zenginlik yaratır.
Sosyalist ve Marxçı feminizm
İkincisi, kapitalist ekonomi, başarılı olabilmek için insanları -özellikle de kadınları-
ihtiyaçlarının ancak sürekli bir mal ve hizmet tüketimiyle karşılanabileceğine inandırarak, birer tüketici olarak tanımlamak zorundadır.
Sosyalist ve Marxçı feminizm
Son olarak, kapitalizm bakım ve temizlik gibi işler için evde karşılıksız kadın emeğine bel bağlar.
Engels'e göre kapitalizm, erkekleri düşük ücretlere mahkum ederek, kadınları ise bedava çalıştırarak sömürmüştür.
Sosyalist ve Marxçı feminizm
Ev işleri için ücret ödenmesi konusu birçok feministin inançlarının önemli bir bileşenidir ve “Çalışma ve Ekonomik Yaşam” başlıklı 18.
Bölümde tartışılmaktadır.
Sosyalist ve Marxçı feminizm
Sosyalist feministler, liberal feministlerin reformcu hedeflerini yetersiz bulmuşlardır.
Ailenin yeniden yapılandırılması, “aile içi
köleliğe” son verilmesi ve çocuk yetiştirmek için ortaklaşa yollar bulunması için çağrıda bulunmuşlardır.
Sosyalist ve Marxçı feminizm
Pek çok sosyalist feminist, Marx'tan
hareketle, bu hedeflere ancak herkesin gereksinimlerini karşılayacak şekilde
tasarlanmış devlet merkezli bir ekonomiyi yaratacak sosyalist bir devrim yoluyla
ulaşılabileceğini ileri sürmüştür
Köktenci (Radikal) feminizm
Toplumsal kurumların
eşitsizliği yeniden üretmesi, sistematik bir nitelik gösterir.
Bu sistem, ataerkilliktir.
Toplumda kadınlara yönelik baskının birincil kaynağı
ailedir.
Kadınların karşılıksız emeği, erkekler tarafından
sömürülmektedir.
Nesneleştirme: ikincilleştirmenin aracı
Kadınların moda,
medya ve reklamlar aracılığı ile
“nesneleştirilmesi”, ikincilleştirmenin
önemli
araçlarından biridir.
Toplumsal kurumların içindeki dönüşümler eşitsizliğin ortadan
kalkmasına yetmez, ataerkil düzenin
ortadan kaldırılması gerekir.
Siyah feminizm
1980’den sonra, siyah ve üçüncü dünyalı
feministler, feminist
yaklaşımların beyaz ve orta sınıf kadınların
deneyimlerini temel
aldığını söyleyerek büyük bir eleştiri dalgası
başlattılar.
Ataerkillik
Ataerkillik, erkeklerin kadınlara egemen olduğu, onlara baskı uyguladığı, onları sömürdüğü bir toplumsal yapılar ve uygulamalar sistemidir.
Bu sistemin boyutları şunlardır:
- Evdeki üretim ilişkileri
- Ücretli istihdamdaki cinsiyet ilişkileri
- Ataerkil devlet yapısı
- Şiddet
- Cinsellikte ataerkil ilişkiler (zorunlu heteroseksüellik ve çifte standart)
- Ataerkil kültür kurumları
Ataerkillik
Ataerkillik, iki düzeyde işler:
- özel ve
- kamusal
Ev içinde ortaya çıkan egemenlik ilişkileri, özel ataerkilliktir
Siyaset, işgücü piyasası gibi kamusal
alanlarda kadınların güçsüzleştirilmeleri ise kamusal ataerkilliktir.
Toplumsal cinsiyet ilişkileri
Toplumsal cinsiyet ilişkileri, ilk olarak
feministler tarafından gündeme getirildiği için, öncelikle kadınların durumuna odaklanan
yaklaşımlar geliştirilmiştir.
Ancak toplumsal cinsiyet ilişkileri yalnızca kadınları değil, erkekleri de etkilediği için, erkeklik çalışmaları da özellikle 1990’lardan sonra gündeme geldi.
Toplumsal cinsiyet düzeni
R.W.Connell, toplumsal cinsiyet
düzenini erkekleri ve kadınları içerecek biçimde kuramsallaştırdı ve bu
yaklaşım, sosyolojide çok etkili oldu.
Bu yaklaşıma göre, kadınlara ya da
erkeklere bakmaktan önemlisi, cinsiyet ilişkilerine ve bu ilişkilerin sistematik
yapısına odaklanmak gerekir.
Toplumsal cinsiyet düzeni
Toplumsal yaşamın üç alanında:
-
çalışma,
-
iktidar ve
-
kişisel ilişkilerdeki düzenlemelerin
bütünü, cinsiyet ilişkilerini ve düzenini
oluşturur.
Hegemonik erkeklik/hegemonik kadınlık
Cinsiyet sisteminin ürettiği cinsiyet kimlikleri, çeşitlilik arz eder- tek bir kadınlık ve tek bir erkeklik yoktur.
Erkek egemenliği, bazı erkeklik
kimliklerini değerli kılarken, bazılarını da ikincilleştirir.
Aynı şekilde, kadınlığın da belirli bir
modeli öne çıkarılırken, farklı kadınlık
biçimleri ikincilleştirilir.
Hegemonik erkeklik
İçinde yaşadığımız toplumda,
heteroseksüel, evli,
işi olan ve fiziksel
olarak güçlü erkek
modeli, hegemonik
erkek modelidir.
Hegemonik kadınlık
Dişiliğin belirli bir biçimi, vurgulanmış dişilik,
toplumumuzda öne çıkarılır.
Boyun eğme, bakıp besleme ve
duygudaşlığın
belirlediği bu model, pek çok kadınlık
deneyimini ikincilleştirir.
Eğitimin etkisi
Cinsiyet kimliklerinin
oluşturulmasında eğitimin etkisini inceleyen önemli bir araştırma, 1994 yılında,
Mairtin Mac an Ghaill tarafından yapılmıştır.
Bu araştırma, İngiliz
okullarında yaratılan farklı
erkeklik kimliklerini ortaya
koyar.
Dönüşen erillikler
Var olan cinsiyet düzeni, toplumsal değişimler karşısında sarsılmakta ve
“erillik bunalımı” diyebileceğimiz bir soruna yol açmaktadır.
İşsizlik, yüksek boşanma oranları ve yüksek suç oranları, kadınların
bağımsızlaşması, klasik ataerkilliğin kurduğu erkek kimliğini tehdit
etmektedir.
Erkekliğin yeni görünümleri
Erkekliğin
bunalımının bir çıkışı
“cezalandırıcı
erkek” modeli, bir diğeri ise “yeni
erkek”tir.
İlki, değişime direnmeye ve bunun için şiddet de dahil çeşitli yollar kullanmaya işaret eder. İkincisi ise, daha önce
ikincilleştirilmiş erkeklik modellerinin öne
çıkmasını gösterir.
İnsan cinselliği
Toplumsal cinsiyet modellerindeki değişime benzer biçimde, cinsellik anlayışlarında da hızlı bir değişim gerçekleşmektedir.
Geleneksel toplumlardaki
üreme/cinsellik bağlantısı, eskisi kadar sıkı bir biçimde yaşanmamakta, farklı
cinsellikler kendilerine alan açmaktadırlar.
Cinsel davranış ve kültür
Cinsellik, insan türü için biyoloji ve üremeden ibaret bir etkinlik değildir.
Kültürün ortaya çıkışından itibaren toplumsal anlamlarla da yüklüdür.
Her toplum, belirli cinsel davranışları
onaylar, çok daha fazlasını ise sapkınlık
olarak etiketler ve yasaklar.
Batı kültüründe cinsellik
Batı toplumlarında “uygun” cinsel davranış normları, büyük ölçüde
Hıristiyanlık tarafından oluşturulmuştur.
19. yüzyılda, kilisenin yerini tıp almıştır (ama söyledikleri, kiliseyi aratmaz!)
1960’lardan sonra Batı toplumlarında
cinsel davranışların eskiye göre daha
özgür olduğu söylenebilir.
Ortadoğu toplumlarında cinsellik
Ortadoğu toplumları, Batı’dan farklı olarak İslamiyet tarafından
biçimlendirilmiştir ve İslamiyet'in cinselliğe yaklaşımı,
Hıristiyanlığınkinden farklıdır.
Namus kodunun belirleyici gücü, kadınların cinselliğinin sıkı bir
denetimine yol açar.
Kinsey Raporu
1940’li ve 1950’li
yıllarda Alfred Kinsey’in ABD’de yaptığı
araştırma ve bulgularını içeren rapor, modern toplumda cinsel
davranışa ilişkin çok önemli ipuçları sunar.
En önemli bulgu ise, onaylanan cinsel
davranışlar ile
gerçekleştirilenler
arasındaki büyük farktı.
Kinsey sonrası araştırmalar
1980’lerin sonunda yine ABD’de yapılan bir araştırma, cinsel davranışlarda bazı
değişimlere işaret etti: daha erken başlayan cinsel etkinlik, çifte standardın hafiflemesi gibi...
1994’te yapılan geniş çaplı bir başka
araştırma ise, cinsel tutuculuktaki artışa işaret eder.
Eşcinsellik
Kendi cinsinden olanlara cinsel ilgi duyan bireyler, bütün
toplumlarda vardır.
Ancak eşcinselliğin bir kimlik olarak ortaya çıkışı, yenidir (19. yüzyıl)
Eşcinselliğin bir sapkınlık olarak tanımlanması da aynı döneme rastlar.
Batı ülkelerinde aşağı yukarı 30 yıl öncesine kadar eşcinsellik bir suç olarak tanımlanıyordu.
Batı kültüründe eşcinsellik
Kinsey’in araştırmasında ve daha sonra yapılan başka araştırmalarda, eşcinsel
edimlerin büyük bir çeşitlilik gösterdiği ortaya çıkmıştır.
Geçici ilişkiler yanında güçlü eğilimler
hissetse bile harekete geçmeyen bireylerin sayısının da çok olduğu gösterilmiştir.
Bu bulgular, eşcinselliğin utanç verici
bulunmasının etkisini de ortaya koymaktadır.
Homofobi
Eşcinsel bireylere yönelik korku ve
aşağılama, homofobi olarak adlandırılır.
Tarih boyunca, özellikle erkek eşcinsellere
yönelik şiddet görülmüştür.
Eşcinsel hakları
Eşcinsellik günümüzde suç ve hastalık olarak tanımlanmamaktadır (en azından laik ve demokratik ülkelerde)
Eşcinsel evlilikler, pek
çok ülkede yasal kabul
edilmektedir.
Fahişelik
Tarih boyunca, insan cinselliğinin önemli bir
parçası, fahişelik olmuştur (en eski meslek!)
Günümüzde fahişelik, yoksullukla ilişkili bir meslektir.
Pek çok ülkede fahişelik suçtur ama müşteriler cezalandırılmaz
Çocuk fahişeliği
Çocuk fahişeliği, dünyanın çeşitli
bölgelerindeki seks
turizminin bir parçasıdır.
1998 yılında yayınlanan bir raporda Güneydoğu Asya’da fuhuş
sektörünün en büyük sektörlerden biri olduğu ortaya konmuştur ve bu sektörde çocuk yaştaki seks işçileri büyük bir yer tutmaktadır.