• Sonuç bulunamadı

CUMHURİYET DÖNEMİNDE İSTANBUL DA EĞİTİM

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "CUMHURİYET DÖNEMİNDE İSTANBUL DA EĞİTİM"

Copied!
42
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

GİRİŞ

Bu çalışmada Cumhuriyet dönemi İstanbul’unda eğitimin tarihî gelişimi olabildiğince öz ve bir o kadar da kapsamlı olarak ortaya konmaya çalışılacaktır. Fakat hemen ifade edelim ki bu hiç de kolay bir iş değildir. Zira üç imparatorluğa başkentlik yapan İstanbul, Cumhuriyet dönemine, bunların, bilhassa altı yüz yıllık Osmanlı medeniyetinin mirasçısı olarak girmiştir. Bu mirasın en önemli unsurlarından biri, Cumhuriyet’i kuran nesli yetiştiren modern eğitim kurumlarıdır. Söz konusu miras, Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında Türk eğitim sisteminin omurgasını teşkil etmiştir. Ünlü şehir tarihçisi Osman Ergin, Atatürk devri sonunda (1938) İstanbul okulları üzerine kaleme aldığı beş ciltlik eserini bazı ilavelerle Türk Maarif Tarihi adıyla neşretme gerekçesini izah ederken kullandığı “Daha düne kadar Türkiye maarif demekle İstanbul maarifi kastedilmez miydi? Bugün de hemen hemen böyle değil midir?” cümleleriyle bu gerçeği dile getirmişti. Aşağıda daha geniş olarak anlatılacağı gibi, eldeki istatistiki bulgular bu tespiti desteklemektedir.

Gerçekten de Türkiye Cumhuriyeti’nin tevarüs ettiği Osmanlı eğitim mirasının önemli bir bölümü İstanbul’daydı. Kentin ülke eğitim sistemindeki başat rolü, orta ve yükseköğretim kademelerinde daha bariz hâle geliyordu. Nitekim 1923-1924 öğretim yılında Türkiye’deki özel ve resmî liselerin yarıdan fazlası, üniversite ve yüksekokulların ise tamamı bu ildeydi.

Fakat hemen belirtelim ki İstanbul’un eğitim sistemindeki seçkin konumu, sahip olduğu eğitim kurumlarının sayısı kadar, onların niteliği ile ilgiliydi; çünkü ülkenin farklı kademelerdeki en iyi okulları da buradaydı. Kısaca tarihî gerçekler Osman Ergin’i doğruluyordu: XX. yüzyılın ilk çeyreğinde İstanbul, Türkiye eğitim sistemini anlatan mükemmel bir örneklem oluşturuyordu; bu nedenle de onun eğitim tarihini yazmak, ülkeninkini yazmak kadar güçtü.

Peki, bugün (2013) durum nedir? Bunu en iyi, 14.000.000’a yaklaşan nüfusuyla dünyanın sayılı metropollerinden biri hâline gelen İstanbul’a ait eğitim istatistiklerini inceleyerek açıklayabiliriz. Nitekim 2011-2012 öğretim yılına ait şu bulgular kentin Türkiye eğitim sistemindeki yeri ve önemini ortaya koymak için açıklayıcı ipuçları sunmaktadır: Ülkedeki 168 üniversiteden 44’ü İstanbul’da bulunmakta; okul öncesi eğitimde her 100 öğrenciden 11’i, ilköğretimde her 100 öğrenciden 17’si, ortaöğretimde her 100 öğrenciden 18’i bu ilde okumakta; örgün eğitimde her yedi öğretmenden biri burada görev yapmaktadır. Bu rakamlar da gösteriyor ki İstanbul, eğitimde Türkiye’nin ağırlık merkezidir ve bugün de ülkenin eğitim sistemini betimlemek üzere yapılacak bir araştırma için üzerinde çalışılan evreni temsil kabiliyeti yüksek bir örneklem teşkil etmektedir.

Burada Cumhuriyet döneminde İstanbul’da eğitim, tarihî bağlamı ve sistem bütünlüğü içinde ele alınmıştır.

EĞİTİM YÖNETİMİ: İSTANBUL MAARİF

EMİNLİĞİ’NDEN İL MİLLİ EĞİTİM MÜDÜRLÜĞÜ’NE

Bir il ve/veya kent olarak İstanbul’da eğitimin dünü, bugünü ve yarınını doğru olarak yorumlayabilmek için onu sistem bütünlüğü içinde ele almak gerekir. Zira eğitim sistemleri farklı seviyelerdeki alt sistemlerin bileşiminden meydana gelen, fakat kendisi de bir üst sisteme bağlı olan sosyal yapılardır. Canlı bir organizma gibi çevresiyle etkileşim ve alışveriş içinde oldukları için de “açık sosyal sistem” olarak nitelenirler. Bir ara sistem olarak il eğitim örgütünün bağlı olduğu üst sistem (nezaret/vekâlet/bakanlık vs.) ile arasındaki görev, yetki ve sorumluluk paylaşım biçimi, bir bütün olarak millî eğitim sisteminin idari karakterini gösterir.

Türkiye Cumhuriyeti gibi üniter devletlerde yönetim erki büyük ölçüde merkezde toplanırken, federal devletlerde bazı yetkiler yerel yönetimlere bırakılmaktadır.

Oysa 1924 Anayasası [Teşkilât-ı Esasiye Kanunu] ile

CUMHURİYET DÖNEMİNDE İSTANBUL’DA EĞİTİM

CEMİL ÖZTÜRK* - MUSTAFA GÜNDÜZ**

* Marmara Üniversitesi

** İstanbul Teknik Üniversitesi

(2)

kuvvetler birliğine dayalı bir meclis hükûmeti kuran Cumhuriyet dönemi Türkiye’sinin 1926 yılında yürürlüğe giren Maarif Teşkilatına Dair Kanun’un amir hükümleri uyarınca siyasi hayattaki otokratikleşme yöneliminin aksine, daha liberal ve yerinden yönetimci bir eğitim sistemi kurması, yukarıda sözü edilen iki temayülle çelişmektedir. Çelişkiyi daha da çarpıcı hâle getiren başka olgular da vardır. Bunlardan biri, Cumhuriyet’in eğitim sistemini liberal felsefenin XX. yüzyıldaki en önemli temsilcilerinden olan John Dewey’in görüşlerine göre kurulmasıdır.

Felsefi ve siyasi temelleri bir yana Dewey’in Türk eğitim reformlarına kılavuz olacak görüşleri dönemin Maarif vekilleri tarafından olabildiğince hayata geçirilmiştir. Bunlardan biri; Türkiye’nin birkaç ilin bir araya getirilmesiyle oluşturulan Maarif mıntıkalarına ayrılması; diğeri de bu bölgelerde eğitim işlerini yürütmek üzere birer Maarif Eminliği kurulmasıdır.

İstanbul Maarif Eminliği esasen Maarif mıntıkaları ile birlikte kurulmuştur. 1926’da yürürlüğe giren

Maarif Teşkilâtına Dair Kanun’a göre İstanbul Maarif Eminliği’ne bağlı iller; Kocaeli, Bursa, Bolu, Zonguldak idi. Maarif eminleri mıntıkalarındaki öğretmen, müfettiş ve memurların atanması, denetimi, ödüllendirilmesi ve cezalandırılması hususlarında yetkili ve sorumlu kılınmıştı. Bölgedeki ortaöğretim kurumlarını da denetleyebiliyorlardı. Cumhuriyet dönemi rejiminin eğitim sahasında en radikal reformları gerçekleştirdiği yıllarda İstanbul Maarif Eminliği, idaresi altındaki illerde yerel bir bakanlık gibi faaliyet göstermiştir. Bu bağlamda Harf Devrimi’nin hazırlık çalışmalarının ve sonrasındaki Alfabe kursları, Millet Mektepleri A ve B kurslarının yürütülmesinde başrol oynamıştı.

Merkeziyetçiliği devletin bölünmezliğinin güvencesi olarak gören Cumhuriyet dönemi rejimi, Maarif eminlikleri vasıtasıyla adem-i merkeziyetçi bir yönetim tecrübesi edinmiştir. Bakanlık merkez örgütü ile yerel idareler arasında bir ara birim olarak görev yapan Maarif eminlikleri; ülke genelinde de oldukça başarılı olmuştur. Ancak bazı mahzurları görüldüğünden 1931’de kaldırılmıştır.

Bundan sonra Türk eğitim sistemi, bugüne kadar devam eden merkeziyetçi bir döneme girmiştir.

Bu sistemde illerdeki eğitim örgütleri Millî Eğitim müdürlüklerinin çatısı altında faaliyet göstermektedir.

İstanbul İl Millî Eğitim Müdürlüğü, Millî Eğitim

Bakanlığı’na bağlı okul, öğretmen ve öğrencilerin yaklaşık 1/5’ine tasarruf ederek, sistemin en önemli taşra teşkilatını oluşturmaktadır.

ÖRGÜN EĞİTİM

1973 yılında yürürlüğe giren 1739 sayılı Millî Eğitim Temel Kanunu’na göre yapılandırılmış olan Türkiye Cumhuriyeti millî eğitim sistemi; “örgün eğitim” ve “yaygın eğitim”

olmak üzere iki ana bölüme ayrılmıştır. Örgün eğitim;

belirli yaş grubundaki ve aynı seviyedeki bireylere, amaca göre hazırlanmış programlarla, okul çatısı altında düzenli olarak yapılan eğitimdir. Okul öncesi eğitim, ilköğretim, ortaöğretim ve yükseköğretim kurumlarını kapsamaktadır.

2012 yılında Türkiye nüfusunun %18’inin yaşadığı bir il/kent olarak İstanbul, daha önce de vurgulandığı gibi, ülke örgün eğitiminin önemli bir bölümüne ev sahipliği yapmaktadır. Aşağıda öğretim kademeleri bazında örgün eğitimin tarihî gelişimi ve bugünü ana hatlarıyla ele alınmaktadır.

Okul Öncesi Eğitim

Günümüz Türkiye’sinde okul öncesi eğitim; isteğe bağlı olarak zorunlu ilköğretim çağına gelmemiş, 3-5 yaş grubundaki çocukların eğitimini kapsar. Okul öncesi eğitim kurumları bağımsız anaokulları olarak kurulabildikleri gibi, gerekli görülen yerlerde ilköğretim okullarına bağlı ana sınıfları hâlinde veya ilgili diğer öğretim kurumlarına bağlı uygulama sınıfları olarak da açılmaktadır.

Türkiye’de okul öncesi eğitim, XX. yüzyılın başında İstanbul’da doğmuştur. Özellikle II. Meşrutiyet Dönemi’nde çalışan kadın sayısının artmasına paralel olarak okul öncesi eğitim kurumlarına talep artmış, bu da Maarif Nezareti’ni yeterli sayı ve nitelikte anaokulu öğretmeni yetiştirmek için tedbir almaya sevk etmişti. Bunun sonunda 1914 yılında İstanbul’daki Darülmuallimat-ı Âliye’ye bağlı bir Ana Muallim Mektebi açılmıştı. Fakat dört yıl süren harbin devletin çöküşüyle sonlanması, okul öncesi eğitimdeki büyümeyi durma noktasına getirmiş; mezunları istihdam edilemeyen okul ise kapatılmıştı (1918). Mütareke Dönemi’nin sosyal buhran ve mali darlık yıllarında vaktiyle açılan okulların bir kısmı da kapanmıştı. Bu nedenle Osmanlı’dan geriye cılız bir kurumsal miras, fakat hayati öneme sahip bir tecrübe kalmıştı.

Cumhuriyet’in ilan edildiği 1923-1924 öğretim yılında Türkiye’de 38 ilde özel/resmî toplam 80 anaokulu vardı ve bu kurumlarda 5.880 öğrenci öğrenim görüyordu.

Bu okulların önemli bir kısmı yabancı ve azınlık okulların da dâhil olduğu özel okullardı. İstanbul’da yalnız 8 resmî anaokulu bulunmakta idi. Bu okulların Filiz sınıfında

(3)

209, Gonca sınıfında 338, Gül sınıfında da 194 öğrenci vardı. Toplam öğrenci sayısı 741 idi. Bu öğrencilerden 32’si üç, 154’ü dört, 237’si beş, 187’si altı, 131’i de yedi yaşındaydı. İstanbul’daki anaokullarına giden öğrenci velilerinden 27’si tüccar, 243’ü esnaf ve sanatkâr, 298’i memur, 14’ü ruhani şeyh, 92’si amele/rençber, 7’si eşraf ve servet sahibiydi. 60 çocuğun velisi de başka mesleklerle iştigal ediyordu. Bu veriler Cumhuriyet kurulduğu sırada çocuğuna okul öncesi eğitim aldıra(bile)nlerin büyük bir kısmının (%72,9) memur, esnaf ve sanatkârlardan oluştuğunu göstermektedir. Bunların o zamanın düzenli ve/veya yeterli geliri olan kesimleri olduğu dikkat çekmektedir.

Cumhuriyet’in 10’uncu yılının kutlandığı 1933- 1934 öğretim yılında İstanbul’daki resmî anaokulu sayısı 13’e çıkmıştı. Bu okullar, Cağaloğlu Yeni Nesil İlk Anaokulu, Boğaziçi Anaokulu, Okullar Güneşi Ortaokulu Ana Kısmı, Feyziati Lisesi Ana Kısmı, Hayriye Lisesi Ana Kısmı, Fevziye Lisesi Ana Kısmı, Işık Lisesi Ana Kısmı, Şişli Terakki Lisesi Ana Kısmı, Aksaray Anaokulu, Gedikpaşa Yavrular Yurdu, Kadıköy Alaaddin Ana Kucağı, Üsküdar Çocuk Yuvası idi. Bu okullarda hemen hemen sadece bir öğretmen görev yapıyordu.

1933-1934 öğretim yılında İstanbul’daki özel okulların sayısı resmî okullarınkinden daha fazla idi. (i) Özel Türk anaokulu, (ii) özel yabancı anaokulu ve (iii) özel azınlık anaokulu olmak üzere üçe ayrılan bu okulların sayısı 22 idi. Böylece İstanbul’daki toplam anaokulları sayısı 35’e ulaşıyordu.

1930’ların ikinci yarısında Türkiye bütün enerji ve kaynaklarını ilköğretimde okullaşma oranını yükseltmek için harcadı. İlköğretimde okullaşma oranı %20 civarında iken okul öncesi eğitime kaynak ayırmanın gerçekçi olmadığı düşünüldü. 1937-1938 öğretim yılında okul öncesi eğitime ayrılan bütçe ilköğretimi geliştirme çalışmaları için kullanıldı. Bu uygulamanın son aşaması, resmî ana sınıfları ve anaokullarının kapanması oldu.

Cumhuriyet’in ilanı sırasında 80 olan ülkedeki resmî/özel toplam anaokulu sayısı 1937-1938 öğretim yılı sonunda 47’ye indi; başlangıçtaki sayı ancak 1964-1965 öğretim yılında geçilebildi. 1970’li yıllarda devlet mevcut ilkokul/

ilköğretim okullarında ana sınıfları açarak okul öncesi eğitimi geliştirme politikası izlemeye başladı. Özel sektör de bağımsız anaokulları açarak, bu büyüme politikasına destek verdi. Bu eşzamanlı çalışmaların sonunda İstanbul ilindeki okul öncesi eğitim kurum, öğretmen ve öğrenci sayısında kayda değer artış meydana geldi.

Nitekim 1995-1996 öğretim yılında okul sayısı 558’e,

öğrenci sayısı 21.006’ya ve öğretmen sayısı da 1.201’e yükseldi. Ne var ki bu yükselme, doğum ve göç nedeniyle hızlı bir nüfus artışı yaşayan İstanbul’da okul öncesi çağ nüfusu okullaşma oranının %4,5’te kalmasına engel olamadı.

Okul öncesi eğitim, özellikle 2000’li yıllardan sonra devlet tarafından üzerinde ısrarla durulan ve çok yatırım yapılan eğitim alanlarından biri olmuştur.

Çalışan sayısı 150’yi geçen işletmelere ve işyerlerine kreş açma şartı getirilmiştir. Anaokullarının kuruluş ve işletilmesine yönelik pek çok kolaylaştırıcı düzenleme hukuki altyapılar meydana getirilmiştir. Devletin bu alana yaptığı ciddi katkılar sonrasında okul öncesi eğitim son on yılda İstanbul’da belirgin biçimde nicel olarak artmıştır.

Okul öncesi eğitim, ana sınıfı ve anaokulu olmak üzere iki kısma ayrılmaktadır. 2012 yılında İstanbul’da resmî anaokulu sayısı 85, özel anaokulu sayısı da 762’dir. Anaokullarında toplam 3.371 öğretmen görev yapmaktadır. İstanbul’da 1.355 resmî ana sınıfı, 133 tane de özel ana sınıfı bulunmaktadır. Anaokullarında derslik başına 13, şube başına 14, öğretmen başına da 11 öğrenci düşmektedir.

İstanbul’daki ana sınıflarında ise, 3.078 derslik, 4.376 şube bulunmaktadır. Bu okullarda toplamda 86.300 öğrenci eğitim görürken, 4.014 öğretmen görev yapmaktadır. Bu ana sınıflarında derslik başına 28, şube başına 20, öğretmen başına ise 21 öğrenci düşmektedir.

Ana sınıfı ve anaokulu birlikte düşünüldüğünde, İstanbul’da toplamda 11.399 öğretmen görev yapmaktadır.

Derslik başına 21, şube başına 17, öğretmen başına da 16 okul öncesi öğrenci düşmektedir. Bu dağılım okul düzeyi bakımında ideal bir rakam olarak kabul edilebilir. Bu durum, İstanbul’un okul öncesi eğitimde çağın gerektirdiği okullaşma ve en azından nicel ortalamayı yakaladığını göstermektedir.

Yukarıda verilen Cumhuriyet’in ilk yıllarına ait rakamlar ile Tablo 1’de verilen 2011-2012 yılına ait veriler karşılaştırıldığında, son yıllarda ivme kazanan büyümenin neticesinde İstanbul’da okul öncesi eğitim alanında da önemli gelişme kaydedildiği söylenebilir.

Bu gelişmede özel okul yatırımcılarının çok büyük katkısı olduğu görülmektedir. Şöyle ki devlet ilköğretim okullarına eklediği sınıflarla ana sınıfı sayısının

artmasında başrol oynamıştır. Nitekim sözü edilen tarihte İstanbul’daki 1.488 ana sınıfının %91,1’i resmî iken, 3-5 yaş gruplarına ait 847 anaokullarından yalnız

%10’u resmîdir.

(4)

Tablo 1- 2011-2012 öğretim yılında İstanbul’da okul öncesi eğitimin durumuna ilişkin sayısal göstergeler

Okul Türü Okul Derslik Şube Öğrenci Öğretmen Anaokulu

(Resmî) 85 3.047 4.670 93.494 4.085

Anaokulu (Özel) 762 2.676 2.319 28.222 3.300

Anaokulu

Toplamı 847 2.645 2.613 35.416 7.385

Ana sınıfı

(Resmî) 1.355 2.656 4.044 81.480 3.517

Ana sınıfı (Özel) 133 422 332 4.820 497

Ana sınıfı

Toplamı 1.488 3.078 4.376 86.300 4.014

Okul Öncesi

Toplamı 847 5.723 6.989 121.716 11.399

Fakat kaydedilen gelişmeye rağmen geçtiğimiz öğretim yılında İstanbul okul öncesi eğitimde arzu edilen okullaşma oranına sahip değildir. Okullaşma oranının düşük olmasında, %90’ı özel sektöre ait anaokullarının yıllık ücretlerinin alt ve alt/orta gelir gruplarına mensup ana-babaların ödeyemeyeceği kadar yüksek olmasıdır.

İlköğretim

1739 sayılı Millî Eğitim Temel Kanunu [METK] diğer eğitim kademeleri gibi ilköğretimi de tanımlamıştır.

Kanuna göre Türkiye eğitim sisteminde ilköğretim, 6-13 yaşlarındaki çocukların eğitim ve öğretimini kapsamaktadır. Kız ve erkek bütün yurttaşlar için

zorunludur ve devlet okullarında parasızdır. İlköğretimin amacı; öğrencilerin iyi birer insan ve vatandaş olabilmesi için, gerekli temel bilgi, beceri, davranış ve alışkanlık kazanmasını, millî ahlak anlayışına uygun olarak yetişmesini, ilgi, istidat ve kabiliyetleri yönünden hayata ve bir üst öğrenime hazırlanmasını sağlamaktır.

İlköğretimin temel vatandaşlık eğitimi olarak tüm çağ nüfusu için zorunlu hâle getirilmesi, Batı’da ulus devletlerin bekalarını güvence altına almak için ortak duygu ve düşünceler etrafında birleşen nesiller yetiştirme ihtiyacı duymaları ile ortaya çıkmıştı.

Ayrıca Avrupa’da XVIII. yüzyılda yaşanan Aydınlanma Çağı’nda temel eğitimin bir insan hakkı olduğu

düşüncesinin yerleşmesi ve Sanayi Devrimi’nin ortak bilgi, beceri ve tutum/değer sahibi iş gücü temini için kitle eğitimini dayatması da bu süreçte etkili olmuştu.

Türkiye’de Osmanlı’nın son yüzyılı zorunlu temel eğitim düşüncesinin yerleşmesi, kanuni bir zemine kavuşturulması ve hayata geçirilmesi çabalarına sahne olmuştu.

Tanzimat’tan itibaren ilköğretimi modernleştirme ve yaygınlaştırma yolunda büyük gayretler

gösterilmişse de Osmanlı’dan Cumhuriyet’e %9 civarında bir okuryazar bir nüfus, ilköğretimde %20 civarında bir okullaşma kalmıştı. Bu miras Cumhuriyet Türkiye’sini çözmek için on yıllarca mücadele etmek zorunda kalacağı iki sorunla karşı karşıya bırakmıştı:

ümmiliği ortadan kaldırma ve ilköğretim çağ nüfusunu okullaştırma. Bu sorunlar yaklaşık yarım yüzyıldır Osmanlı aydınları ve Rus Çarlığı tebaası Türk münevverleri tarafından tartışıla gelen alfabe meselesini yeniden gündeme getirecekti.

Yazı Devrimi ve Millet Mektepleri:

Tanzimat’tan beri okuryazar oranını artırmak için düşünülen çarelerden biri Arap alfabesini Türkçeye uyarlamak veya yeni bir yazı kabul etmekti. Gazi Mustafa Kemal [Atatürk] bu sorunu araştırmak üzere İstanbul’da bir komisyon kurdu;

kendisinin de kimi zaman bizzat katıldığı çalışmaların sonunda “Latin esaslı yeni Türk alfabesi”ne geçme kararı alındı. Gazi, bu kararı 8 Ağustos 1928 tarihinde İstanbul Sarayburnu’nda halka açıkladı. Zamanın başvekili İsmet İnönü’nün de ifade ettiği gibi, bir medeniyet değiştirme projesi olan Harf Devrimi, her düzeyde toplum kitlelerinin -zaten mahdut olan- okuma yazma seviyesini sıfıra

indirdi. Okuma yazma oranının yükseltilebilmesi için çok farklı yollar denendi. Bunların başında hem yeni Türk harflerini öğretmek hem de temel vatandaşlık eğitimi vermek için açılan Millet Mektepleri gelmektedir.

Mustafa Kemal, bu kuruluşun çalışmalarını İstanbul’da başlattı. Başöğretmen unvanıyla ilk dersi Dolmabahçe Sarayı’nda bizzat kendisi verdi. Devrim, şehirde çarpıcı görüntülere sahne oldu: Kısa zamanda bütün tabelalar değiştirildi; gazeteler önce kısmen birkaç ay sonra da tamamen yeni harflerle çıkmaya başladı. Ümmisi, eğitimlisi hemen herkes Millet Mekteplerine kaydoldu. Bu okulların faaliyetleri il valisinin yetki ve sorumluluğunda yürütülüyordu. Türk Ocakları ile daha sonra onların yerini alacak halkevleri ve halkodaları da bu çalışmaları desteklemişti. Fakat okuryazar oranının Harf İnkılabı öncesindeki seviyesine çıkması birkaç yıl almıştı.

Tek Parti Dönemi ve Geçiş Yılları:

Türkiye

Cumhuriyet’i 1923’te ilan edildikten sonra 22 yıl -kısa süreli denemeler hariç- tek partili sistemde CHP tarafından yönetilmiştir. Bu yıllarda CHP, bir ulus devlet olarak tasarlanan yeni Türk Devleti’nin bekasını ve milletin refahını gerçekleştirebilmek için, belirlediği ilkeler doğrultusunda bir dizi inkılap ve reform

gerçekleştirmiştir. Genel olarak eğitim, bu süreçte bazen değişimin öznesi, bazen de nesnesi olmuştur.

(5)

1923-1950 yıllarında ilköğretimde nicel gelişme 1923-1924 öğretim yılında Türkiye’de toplam 5.010 ilköğretim okulu bulunuyordu; bunların 4.894’ü ilkokul, 116’sı -1973 yılına kadar resmen ortaöğretim kademesinde yer alan- ortaokuldu. Bu okullarda 351.835 öğrenci öğrenim görüyor; 11.292 öğretmen görev yapıyordu. Aynı tarihte İstanbul’daki ilköğretim okul, öğretmen ve öğrenci durumu, Cumhuriyet’in eğitimde devasa bir sorunla karşı karşıya olduğunu anlatır nitelikteydi.

Tablo 2- 1923-1924 öğretim yılında İstanbul’da ilköğretime ilişkin sayısal göstergeler

Okul türü Okul Öğrenci Öğretmen

1 sınıflı ilköğretim okulu 22

2 sınıflı ilköğretim okulu 47

3 sınıflı ilköğretim okulu 38

4 sınıflı ilköğretim okulu 18

5 sınıflı ilköğretim okulu 22

6 sınıflı ilköğretim okulu 75

İlköğretim okulu toplam 222 24.820 1.136

Kız Ortaokulu 5

Erkek Ortaokulu 6

Ortaokul toplamı 11 1.588 84

İlköğretim genel toplam 233 26.408 1.220

Tablo 2’de görüldüğü gibi, 1923-1924 öğretim yılında İstanbul’da farklı sınıf seviyelerine sahip okullar bulunmaktadır: Bir sınıflı 22, iki sınıflı 47, üç sınıflı 38,

1- İstanbul’da ilkokul öğrencileri (İBB, Kültür A.Ş.)

(6)

dört sınıflı 18, beş sınıflı 22, altı sınıflı 75 olmak üzere toplam 222 ilköğretim okulu vardı. Altı sınıflı ilköğretim okulları 1913 Tedrisat-ı İbtidaiyye Kanun-ı Muvakkati ile ibtidaî ve rüşdiyelerin birleştirilmesiyle teşkil edilmiş mekteb-i ibtidaîlerin devamıydı. Muhtemelen az sınıflı okullar öğrenci sayısı az, küçük yerleşimlerde, bilhassa -1927 nüfus sayımı verilerine göre- il nüfusunun

%12,6’sının yaşadığı köylerde idi. Cumhuriyet’in ilan edildiği günlerde İstanbul’da bir ilköğretim okulu binası, beş ilköğretim okulu da öğretmeni olmadığı için kapalı durumdaydı. Bu arada ildeki ilköğretim okullarının yaklaşık %21,2 (n: 47)’si yalnız kızlara mahsustu. Aynı yıl İstanbul’da 6’sı erkek, 5’i kız olmak üzere toplam 11 ortaokul faaliyet gösteriyordu.

1923-1924 öğretim yılında ilköğretim okullarında 15.643’ü erkek, 9.177’si kız olmak üzere toplam 24.820 öğrenci vardı. Ortaokullarda ise 1.588 öğrenci öğrenim görüyordu. Tahmin edilebileceği gibi, İstanbul okullarında

öğrenim gören kız öğrencilerin toplam öğrenci sayısına oranı (%36,9) ülke ortalamasından (%18,4) iki kat daha fazlaydı. Bu sonuç Tanzimat’tan beri kızların eğitim seviyelerini yükseltmek için yapılan çalışmaların sosyal, kültürel ve psikolojik yansımalarının eseriydi. Zira her alanda olduğu gibi kültür/zihniyet değişmeleri önce onu harekete geçiren odaktan çevreye doğru sirayet ediyordu;

nitekim Müslüman kızların eğitim seviyesi de merkezden çevreye doğru artıyordu. İstanbul’daki bu uygun çevre, Mütareke Dönemi’nde İnâs Darülfünunu öğrencilerinin eylemiyle Batı’nın çoğu ülkesinden önce yükseköğretimde karma eğitime geçilmesine zemin hazırlayacaktı.

1923-1924 öğretim yılında İstanbul’da toplam 2.975 öğretmen görev yapmaktaydı. Bunların 1.136’sı ilköğretim okulu, 84’ü ortaokul öğretmeniydi. İlköğretim öğretmenlerinin kayda değer bir kısmı bayanlardan meydana geliyordu. Mesela, vilayetteki yatılı ilkokullarda ve darüleytamlarda görev yapan 79 öğretmenin 32’si

2- Bir grup ilkokul öğrencisinin öğretmenleri nezaretinde Eminönü’nde bir tören vesilesiyle yürüyüşü (İBB, Kültür A.Ş.)

(7)

(%40,5), ortaokullarda görevli 84 öğretmenin 45’i (%53,5) bayandı. Bu öğretmen cinsiyet dağılımı, Türkiye’de modernleşmenin hem sonucu hem de sebepleri arasında yer almıştı.

1933-1934 eğitim-öğretim dönemine gelindiğinde İstanbul merkez ilköğretim okullarında 524 erkek 946 kız, özel ilköğretim okullarında 441 erkek, 817 kız olmak üzere toplam 2.708 öğretmen görev yapmaktadır. Aynı tarihte, İstanbul’un köylerinde 391 öğretmen vardır. Aradan yaklaşık on iki yıl geçtikten sonra ise, [1945-1946 döneminde] İstanbul merkezdeki resmî ve özel ilköğretim okullarında 607 erkek, 1.654 kız, toplamda 2.261 öğretmen görev yapmaktadır. Aynı tarihte İstanbul’un köylerinde 439 öğretmen bulunmaktadır. Merkez ve köylerde görev yapan toplam öğretmen sayısı 2.700’dür. Bu rakamlar öğretmen sayısında on iki sene öncesine göre gerilemeyi göstermektedir.

Bu dönemde öğretmen kaynakları da çok farklı idi. Örneğin, 1933’te İstanbul merkezde görev yapan öğretmenlerin 37’si yüksekokul mezunu, 99’u lise mezunu, 1.045’i ilköğretmen okulu mezunu, 98’si orta dereceli meslek yüksekokulu mezunu, 123’ü de ilkokul mezunudur.

1940’ta İstanbul’da ilk defa yatılı ilköğretim okulları da açılmıştır. Bunlar: Büyükçekmece Yatılı Okulu, Beykoz Bozhane Köy Yatılı Okulu, Şile Teke Köyü Yatılı Okulu, Şile Kurallı Köy Yatılı Okulu’dur.

1938’deki eğitim istatistiğine göre İstanbul’un nüfusu henüz 1.000.000’a ulaşmış değildir. 884.222 kişinin yaşadığı ilde 477 resmî ilkokul vardır. Bu okullarda toplam 73.256 öğrenci eğitim alırken, 1.859 öğretmen de görev yapmaktadır. Bu tarihte İstanbul’un 11 merkez, 6 tane de çevre ilçesi vardır (Tablo 3) ve bazı köylerinde okul, bazılarında da öğretmenin olmadığı bilinmektedir.

3- İstanbul’da bir ilk mektep ve talebeleri (İBB, Kültür A.Ş.)

(8)

Tablo 3- 1938 yılında İstanbul’un ilçelerinde ilköğretimin durumuna ilişkin sayısal göstergeler

İlçeler Nüfus Okul Öğrenci Öğretmen

Eminönü 100.923 18 6.294 153

Fatih 150.504 37 15.789 366

Eyüp 26.269 22 3.164 83

Beyoğlu 232.170 29 10.496 258

Beşiktaş 54.761 17 5.576 144

Sarıyer 24.266 17 1.975 63

Beykoz 21.197 13 2.718 77

Üsküdar 57.071 28 4.846 157

Kadıköy 57.542 20 5.285 138

Adalar 16.814 4 412 16

Bakırköy 28.377 21 2.501 67

Şile 15.101 42 2.893 64

Kartal 17.379 85 1.917 57

Yalova 16.840 30 1.991 44

Silivri 22.790 25 2.898 64

Çatalca 42.218 69 4.501 108

Toplam 884.222 477 73.256 1.859

İstanbul’daki ilköğretim rakamlarında 1950’lere kadar radikal bir değişimin olmadığı görülür. Zira bu dönemde uluslararası düzeyde ciddi siyasal ve sosyal gelişmeler söz konusudur. Nüfus henüz hızla artışa geçmemiştir. Daha da önemlisi İstanbul’da kültürel

4- İlk mektep talebeleri gösteri yaparken (İBB, Kültür A.Ş.)

(9)

ve kentsel dokuyu altüst eden göç akını da henüz başlamamıştır.

Öğretim Birliği ve Laikleşme

Cumhuriyet’in ilanından sonra eğitim alanında bir dizi inkılap yapıldı ve bütün bu inkılapların öncelikle başladığı yer İstanbul oldu. Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde gerçekleştirilen eğitim inkılaplarının en önemli amaçlarından biri, laik bir eğitim sistemi kurmaktı. Bu nedenle Fransa’da III. Cumhuriyet’in izlediği yoldan gidilerek din dersleri ve/veya dinî temalar okul programlarından çıkarıldı. Köy okulları 1939 yılına kadar bu uygulamanın dışında tutuldu; tabii olarak bu sırada İstanbul belediyesi sınırları içindeki okullarda din eğitimi verilmezken, sınırların 3-5 km ötesindeki köylerde devam ediyordu.

Laikleştirme ve ulus devlet politikaları

kapsamında gerçekleştirilen icraatlardan biri de Tevhid-i Tedrisat Kanunu’na göre Darü’l-Hilafe medreselerinin ibtidaî kısmı lağvedilerek İmam Hatip Mektebi adıyla açılan okulların kısa bir süre sonra kapatılmasıydı.

1924-1925 öğretim yılında İstanbul İmam Hatip Mektebi’nde İbtidaî Hariç kısmında 269, İbtidaî Dâhil kısmında ise 119 öğrenci olmak üzere toplamda 383 ibtidaî imam hatip öğrencisi eğitim görmeye başlamıştı.

Ancak aşağıda değinileceği gibi bu okul 1931 yılında kapatılmıştı.

Metropolleşme Süreci: Nicelik-Nitelik

İkileminde Gelişme:

1950 yılı Türkiye için yeni bir dönemin başlangıcı olmuştur. XX. yüzyılın ikinci yarısında nüfusu 13 kat artan İstanbul, dünyanın en önemli metropollerinden biri hâline gelmiştir. Sosyal ve kültürel değişme, sanayileşme, kentleşme gibi alanlarda çok büyük nicel gelişmeler sağlanmıştır. Fakat bu hızlı gelişme ilköğretimde kaliteyi erozyona uğratan birçok sorunu da beraberinde getirmiştir.

1950-2012 yıllarında İstanbul’da ilköğretimin nicel gelişimi

1950’de DP’nin iktidara gelmesiyle başlayan yeni dönemde yaşanan sanayileşmenin sosyal yaşamdaki en önemli yansıması olan göç, ilköğretimi şekillendiren en önemli faktör olmuştur. Nitekim Tablo 4’te görüldüğü gibi, bu dönemde göçün tetiklediği hızlı nüfus artışının sonucu olarak ilköğretime devam eden öğrenci sayısı, okul ve öğretmen sayısına göre daha fazla artmış; bu da öğretmen başına düşen öğrenci sayısının artmasına, sınıfların giderek daha kalabalıklaşmasına yol açmıştır.

Mesela birinci göç dalgasının yaşandığı, Fikirtepe,

Kuştepe, Zeytinburnu gibi semtlerde birinci nesil gecekondu türü yerleşim alanlarının doğup dışa doğru yayıldığı 1950-1970 arası dönemde İstanbul’da okul sayısı 1,4 kat artarken, öğretmen sayısı 4,3 kat, öğrenci sayısı ise 7,6 kat artmıştır. Buna göre öğrenci sayısındaki artış, okul sayısındaki artıştan 5,4 kat, öğretmen

sayısındaki artıştan 1,7 kat daha fazla olmuştur. Bu orantısız büyüme İstanbul’da kronikleşen bir derslik sayısı açığına, o kadar olmasa da öğretmen sayısı yetersizliğine yol açmıştır.

XX. yüzyılın son otuz yılına ait sayısal verilere bakıldığında artış oranlarının değiştiği, fakat sürecin genel karakterini koruduğu görülmektedir. Zira 1970-2000 yıllarında İstanbul’daki okul sayısı 2,3 kat artarken, öğretmen sayısı 5,0 kat, öğrenci sayısı ise 4,8 kat artmıştır (Tablo 4). Bu yıllarda öğretmen ve öğrenci sayıları birbirlerine yakın oranlarda seyrederken okul sayısı daha yavaş artmıştır.

Bu bulgulara bakarak İstanbul’da ilköğretimde yaşanan hızlı/kontrolsüz demografik büyümeden kaynaklanan -aşağıda daha geniş olarak değinilecek- sorunlarının XXI. yüzyıla girerken de devam ettiği söylenebilir.

Tablo 4- DP İktidarından bugüne İstanbul’da ilköğretimin gelişimine ilişkin sayısal göstergeler

Öğretim Yılı Okul Öğretmen Öğrenci

1949-1950 475 1.841 42.735

1969-1970 662 7.878 327.271

1991-1992

1.125* 22.112 847.869

539** 4.839 379.183

2000-2001 1.500 39.597 1.569.196

2011-2012 1.437 57.071 1.647.095

* İlkokul

** Ortaokul

2011 - 2012 öğretim yılına ait göstergeler 2011-2012 öğretim yılına ait verilere bakıldığında öğrenci sayısındaki artışın durma noktasına geldiği, buna karşılık öğretmen sayısında %44 oranında bir artış kaydedildiği görülmektedir. Bu rakamlara göre, son altmış yıldır ilk kez, il genelinde okul/derslik, öğretmen ve öğrenci sayılarındaki hareketlerin niteliği artıracak şekilde geliştiği söylenebilir (Tablo 4, 5).

Tablo 5’e bakıldığında İstanbul’da 1.437 resmî ilköğretim okulu bulunduğu, bunlardan 1383’ünün

(10)

ilköğretim okulu, 1’inin ise yatılı ilköğretim bölge okulu (YİBO) olduğu görülmektedir. Toplam resmî ilköğretim okulları öğrenci sayısı 1.647.095’tir.

İstanbul MEM tarafından yayınlanan rakamlara göre özel Türk okullarının tüm özel okullar toplamına oranı %81,7’ye ulaşmıştır. Ayrıca 2009- 2010 öğretim yılı itibarıyla ülke genelinde %98,2 olan okullaşma oranı, İstanbul için %99,7 olarak gerçekleşmiştir.

1950 - 2012 Yıllarında İstanbul’da ilköğretimin nitel gelişimi

Demokrat Parti’nin iktidara gelmesiyle başlayan yeni dönemde hızla büyüyen İstanbul’da ilköğretim alanında sayısal büyüme büyük bir hızla devam ederken, nitelikle ilgili hem olumlu hem de olumsuz bazı gelişmeler yaşanmıştır.

i) Çağ nüfusunu okullaştırmada altyapı sorunu ve eğitimin niteliği: Kurulduğu günden itibaren Türkiye Cumhuriyeti hükûmetlerinin eğitim politikalarına yön veren hedeflerden biri temel eğitim çağ nüfusunun bütünüyle okullaştırılmasıdır. Türkiye genelinde çağ nüfusu ile altyapı arasındaki orantısız gelişme iki sorun doğurmuştur: okul/derslik yetersizliği ve öğretmen açığı. İstanbul bu iki sorundan ilkini 1950’li yıllardan beri her zaman, ikincisini ise kimi zaman yaşamıştır.

Tablo 6’da 2011-2012 öğretim yılı itibarıyla İstanbul’daki ilköğretim okulları, okul, derslik, şube ve öğretmen başına düşen öğrenci sayısı bakımından Türkiye ortalamasına göre daha kötü durumdaydı. Türkiye

geneline göre İstanbul’daki sınıflarda 14 fazla öğrenci öğrenim görüyor; öğretmen başına 6 öğrenci daha fazla düşüyordu.

Tablo 6- İlköğretimde okul, şube, öğretmen ve derslik başına düşen öğrenci sayısı bakımından üç büyük il ve Türkiye’ye ilişkin göstergeler

Birim başına düşen öğrenci sayısı

Okul Şube Öğretmen Derslik

Türkiye 323 25 20 30

İstanbul 1.021 32 26 44

Ankara 581 27 18 26

İzmir 441 25 17 30

2011-2012 öğretim yılı verilerine göre, İstanbul’daki ilköğretim okullarında derslik başına 44 öğrenci

düşmektedir. Günümüzde uluslararası kabul gören ideal sınıf mevcudu 24 olduğuna göre İstanbul’daki ilköğretim okulları dersliklerinde 20 öğrenci fazlası vardır. Keza İstanbul ilköğretim okulu derslikleri Türkiye ortalamasına göre de daha kalabalıktır. Zira ilköğretimde ülke genelinde derslik başına düşen öğrenci sayısı 30’dur.

İstanbul ülkenin üç büyük ili içinde de bu açıdan en olumsuz şartlara sahip olanıdır. Dikkat çekici olan nokta, İstanbul’da derslik başına Türkiye ortalamasına göre 14 öğrenci fazla düşerken, Ankara ve İzmir’e ait ortalama derslik mevcutlarının bu ortalamanın altında kalmasıdır.

Özet olarak söylemek gerekirse, İstanbul XXI.

yüzyılın ilk on senesini geride bıraktığında, kentteki ilköğretim okullarının önemli bir kısmında derslikler, pek çok il merkezindekilere göre daha kalabalıktı. Elbette bu durum eğitimin kalitesini artırmak için alınan bütün diğer tedbirleri etkisiz bırakıyordu.

ii) Fırsat ve imkân eşitliği açısından okullar arasındaki farkların artması: İstanbul ilköğretim okulları arasında çağ nüfusunun altyapıya göre fazla olmasının sebep

Tablo 5- 2011-2012 öğretim yılında İstanbul’daki resmî ilköğretim okullarının durumuna ilişkin sayısal göstergeler

Okul Türü Okul Derslik

Öğrenci Öğretmen

Erkek Kız Toplam Erkek Kız Toplam

İlköğretim Okulu 1.383 33.310 847.102 795.373 1.642.475 22.222 34.000 56.222

Yatılı İlköğretim Bölge Okulu 1 10 108 82 190 10 4 14

Özel Eğitim Okulları* 51 589 2.748 1.552 4.300 329 506 835

Müzik ve Bale İlköğr. Okulları 2 43 45 85 130 0 0 0

Resmî İlköğretim Toplamı 1.437 33.952 850.003 797.092 1.647.095 22.561 34.510 57.071

* Bu okullar Özel Eğitim ve Rehberlik Hizmetleri Genel Müdürlüğü’ne bağlıdır.

(11)

olduğu sorunlardan biri, il içerisindeki okullar arasında da niteliği etkileyen unsurların özellikleri bakımından da önemli farklar vardır. Bu farklar, resmî okullar ile özel okullar ve göç alma ve/veya nüfus artışı yönünden farklı süreçler yaşayan ilçeler arasında çok fazladır. Tablo 6’da görüldüğü gibi resmî ilköğretim okullarında derslik ve öğretmen başına düşen öğrenci sayısı özel okullardan 3,2 kat daha fazladır. Bu fark resmî okulların bulunduğu ilçenin özelliklerine göre de değişmektedir.

Nitekim göç ve/veya doğum nedeniyle hızlı nüfus artışı yaşayan ilçelerle nüfus artışı durağanlaşan ilçeler arasında da birim başına düşen öğrenci sayısı bakımından büyük farklar vardır. Nitekim il ortalaması 49 olduğu hâlde derslik başına düşen öğrenci sayısı Esenler’de 79’u bulmakta; Bağcılar, Gaziosmanpaşa ve Bayrampaşa’da 60’ı geçmektedir. Bahçelievler, Eyüp, Küçükçekmece ve Zeytinburnu’nda da bir sınıfta 50 civarında öğrenci öğrenim görmektedir. Derslik başına düşen öğrenci sayısı olarak belirlenen ideal miktarın 2 katından daha fazla öğrenci bulunan bu kalabalık dersliklerde nitelikli bir eğitimin pek mümkün ol(a)mayacağı açıktır.

Ancak bu konuda durum on- on beş yıl öncesine kadar daha vahimdi. XXI. yüzyıl arifesinde İstanbul her yıl 400.000 civarında nüfus artışı yaşıyordu. Çağ nüfusunun okullaştırılabilmesi için her yıl en az 2.000 dersliğe ihtiyaç vardı. Bu yıllarda Ömer Balıbey İl Millî Eğitim müdürü olarak başarılı bağış kampanyaları yürütmüştür. Okul ve derslik yapımı, kimi zaman hız kesse dahi bugüne kadar devam etmiş; fakat sorun bütünüyle çözülememiştir.

Bu arada Millî Eğitim Bakanlığı 1999 Marmara depreminden sonra İstanbul’a yaptığı yatırımların önemli bir bölümünü, mevcut okul binalarını depreme karşı güçlendirilmesi ve çok kötü durumda olanları da yıkıp yeniden yapılması şeklinde olmuştur. Bu nedenle mekânsal meselelerin çözümü 2010’lu yıllara kadar sarkmıştır.

***

Günümüzde bütün gelişmiş memleketlerde olduğu gibi Türkiye’de de herhangi bir eğitim kademesindeki bütün okulların başarı sıralaması objektif ulusal sınavların sonuçlarına göre yapılmaktadır. Türkiye’de bu amaçla Seviye Belirleme Sınavı [SBS] yapılmaktaydı.

Yukarıda sözü edilen olumsuz faktörler nedeniyle İstanbul, SBS’ye giren tüm katılımcılarının aldığı puanların ortalamasına göre yapılan sıralamada ilk sıralarda değildi. Oysa okullar arasında yapılacak bir sıralamada ilk 100 okul arasına girenlerin çoğu bu kentten çıkacaktır. Bu durum, İstanbul’daki okullar arası kalite farkının fazla olmasından kaynaklanmaktadır.

Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) 2013-2014 eğitim-öğretim yılından itibaren Ortaöğretime geçişte Seviye Belirleme Sınavı’nın (SBS) yerine getirilen Temel Eğitimden Ortaöğretime Geçiş (TEOG) sistemi ile merkezî sınavlar yapmaya başladı. Bakanlık TOGEM sistemi ile öğrenci, okul ve öğretmen ilişkisinin güçlendirileceğini, müfredatın ülke çapında eşzamanlı gideceğini, öğrenciler için daha stressiz olacağını ve okul dışı eğitim kurumlarına yönelme ihtiyacının azalacağını ileri sürmektedir.

1950 - 2012 yıllarında okul sistemindeki yapısal gelişmeler

Türk milli eğitim sisteminin ilk ve orta öğretim sisteminde program ve kademelenme bakımlarından sürekli değişimler meydana gelmiştir. Cumhuriyet’in başlarından yakın zamanlara kadar ilk ve orta öğretimin kademelenmesi, 5+3+3 iken, 1997 sonrasında 8+3 ya da 8+3+4 şekline getirilmiştir. 2012 yılında ise 4+4+4 sitemine geçilmiştir. Bu süreçte okul türlerinde de sürekli değişimler olmuş, bir dönem ilkokul olan bina, zaman içinde orta ya da lise ya da tam tersi olmuştur. Dolayısıyla İstanbul’daki ilk ve orta öğretime ilişkin verilen rakamları dönemine göre düşünmek ve değerlendirmek gerekir.

28 Şubat dönemi olarak bilinen 1997’deki bazı değişimler sırasında İmam Hatip okullarının orta

kısımları kapatılmıştır. 2012 yılında ilk ve orta öğretimin yeniden kademelenmesi sırasında İman Hatip okullarının orta kısmı yeniden açılmıştır. Bu yeni süreçte İstanbul’da 5’i Anadolu İmam Hatip Lisesi olmak üzere, 39 İmam Hatip Lisesi eğitime başlamıştır. Bu okullarda toplam, 46.280 öğrenci eğitim alırken, 1.973 tane öğretmen de görev yapmaktadır.

Ortaöğretim

Günümüz Türk eğitim sisteminde ortaöğretim; ilköğretime dayalı, en az dört yıllık genel, mesleki ve teknik öğretim kurumlarının tümünü kapsayan bir öğretim kademesidir.

Fakat hemen belirtelim ki Cumhuriyet dönemi boyunca ortaöğretim kuruluş, amaç ve görevler yönünden bazı önemli değişikliklere uğramıştır. Bunların en önemlisi, Fransız eğitim sistemi model alınarak yapılandırılan Osmanlı eğitim sisteminde ortaöğretimin birinci kademesini oluşturan rüşdiyelerin muadili olarak Cumhuriyet’in ilanından sonra kurulan ortaokulların, 1973 yılında yürürlüğe giren Millî Eğitim Temel Kanunu [METK] ile süresi sekiz yıla çıkarılan ilköğretime dâhil edilmesidir. Bu düzenlemeden sonra ortaöğretim, liselerden oluşan bir öğretim kademesine dönüşmüştür.

Tanzimat’tan itibaren yüz elli yılı aşkın bir süre modern bir toplum ve devlet düzeni inşa etmeyi

(12)

hedefleyen Türkiye’de, ortaöğretime eğitimde örnek alınan Batı ülkelerinden farklı bir misyon yüklenmiştir.

Bu misyon, ilköğrenimini bitirenleri yükseköğrenime ve/

veya hayata hazırlamak ve dahası onları çağdaş ölçülerde genel kültürle donatmak suretiyle seçkin/aydın bir sınıf teşekkül ettirmekti. Nitekim ilköğretimde okullaşma oranının %20 civarında seyrettiği geri kalmış bir tarım ülkesi olan ve gerçekleştirilen bir dizi reform/devrimle sanayi toplumlarının yükselttiği Batı medeniyetine girmeye çalışan Atatürk Türkiye’sinde bu görev, Hasan Âli Yücel’in ifadesiyle “Cumhuriyet neslinin elit zümresi”ni yetiştirmek idi. Yücel’in Maarif Vekili olduğu Millî Şef İnönü devrinde de Maarif Vekâleti, bu görevi münevver zümre yetiştirmek olarak tanımlamıştı. Bu zümre, Cumhuriyet rejiminin belkemiğini oluşturacağı için Atatürk ve ekibi için son derece önemliydi. Gerçekte onlar, ortaöğretim kurumlarına yükledikleri misyon yönünden, yükseköğretimin emekleme evresinde olduğu Tanzimat Devri’nde Mekteb-i Sultanî başta olmak üzere lise dengi okullara Osmanlıcılık siyasetinin can damarları olarak bakan Osmanlı devlet adamlarıyla benzer bir tutum içindeydi.

Devletin böylesine kritik bir rol yüklediği

ortaöğretim kurumları, tarım dışı ekonomik faaliyet ve istihdamın son derece sınırlı olduğu ülkede sivil ve askerî bürokraside istihdam edilme imkânı sağladığı için toplum nezdinde de çok saygındı. Nitekim pek çok ilde lisenin bulunmadığı Atatürk devrinde bu okullar, söz konusu illerden gelen öğrencilerin akınına uğramıştı. Bu yıllarda İstanbul, taşradan en fazla öğrenci alan şehirlerden biriydi. 1936-1937 öğretim yılında şehirdeki dokuz lise diğer illerden gelen gençlerin yatılı olarak öğrenim görme talebine cevap veremez durumdaydı. Atatürk devrinde elit/münevver zümre yetiştirmekle görevlendirilen ortaöğretim kurumları politikasında niteliğin korunması/

yükseltilmesi, nicel gelişmeye tercih ediliyor; şartlar oluşmadan yeni lise açılmıyordu. Bu nedenle 1923- 1924 ve 1935-1936 öğretim yılları arasında resmî lise sayısı 23’ten 36’ya çıkabilmiş, dahası kız lisesi sayısı azalmıştı. Fakat Saffet Arıkan’ın Kültür [Eğitim] bakanlığı döneminde (1935-1938) ilköğretimde eğitmen kurslarıyla başlayan politika değişikliği ortaöğretime de yansımış ve okullaşma oranının süratle artırılması ilke olarak benimsenmişti. İlköğretimden yükseköğretime okullaşma oranının gelişmiş ülkelerdeki seviyelere çıkarılması çok partili dönemde de siyasi iktidarların değişmez politik hedeflerinden biri oldu. Bu politikaların sonucu olarak 2010-2011 öğretim yılı itibarıyla, Cumhuriyet’in ilk

yıllarında çoğu il merkezinde dahi bulunmayan liseler ilçe

merkezlerine kadar yayıldı; ortaöğretim çağ nüfusunun okullaşma oranı %67’ye çıktı. Son elli yılda, bir neslin üç tarihî sosyal aşamayı yani tarım, sanayi ve bilgi toplumu evrelerini birlikte yaşadığı hızla gelişen Türkiye’de ortaöğretimin misyonu da değişti. Tanzimat’tan itibaren ülkenin elit/münevver zümresini yetiştirmesi beklenen ortaöğretim kurumları, çağ nüfusunun yaklaşık 3/4’üne hizmet götüren kitle eğitimi veren okullara dönüştü. Millî Eğitim Temel Kanunu ortaöğretimin amaç ve görevlerini öğrencilere etkin birey/vatandaşın sahip olması öngörülen bilgi, beceri, tutum ve değerleri kazandırmak, hayata ve mesleğe yahut yükseköğretime hazırlamak şeklinde tanımlayarak, ülkedeki topyekûn gelişmenin beraberinde getirdiği misyon değişimini yasal zemine kavuşturdu.

Adı geçen kanun, millî eğitim sisteminin temel ilkeleri arasında eğitim hakkı, imkân ve fırsat eşitliği esaslarına da yer vermek suretiyle nihai olarak tüm vatandaşların eğitim seviyelerinin ilgi ve yeteneklerinin elverdiği en yüksek düzeye çıkarılmasını öngörüyordu. Kanunun yürürlüğe girmesini izleyen kırk yılda Türkiye, sosyal ve ekonomik alanlarda kaydettiği gelişmeye paralel olarak, yükseköğretim çağ nüfusunun %33’ünü okullaştırmayı başardı. Böylece gelişmiş ülkelerde olduğu gibi yalnız ortaöğretim değil yükseköğretim de kitle eğitimi vasfı kazandı.

Millî Eğitim Temel Kanunu’na göre; ortaöğretim, çeşitli programlar uygulayan liselerden meydana gelmektedir. Belli bir programa ağırlık veren okullara lise, teknik lise ve tarım meslek lisesi gibi eğitim dallarını belirleyen adlar verilmektedir. Nüfusu az ve dağınık olan ve Millî Eğitim Bakanlığı’nca gerekli görülen

yerlerde, ortaöğretimin, genel, mesleki ve teknik öğretim programlarını bir yönetim altında uygulayan çok

programlı liseler kurulabilmektedir. İstanbul her geçen gün sayı ve türleri artan ortaöğretim kurumlarına dair nicel ve nitel göstergeler açısından da Türkiye’nin önde gelen ilidir.

Genel Ortaöğretim

Bugünkü Türkiye eğitim sisteminde genel ortaöğretim;

ilköğretime dayalı en az dört yıllık eğitimle öğrencilere genel kültür kazandırmanın yanı sıra, onları ilgi, istek ve yetenekleri doğrultusunda yükseköğretime ve/

veya geleceğe hazırlayan eğitim-öğretim süreci olarak tanımlanmaktadır.

Ortaöğretim Reformu: Sultanîden Liseye:

Cumhuriyet’in kurucu iradesi ortaöğretim kurumlarına -yukarıda da değinildiği gibi- yeni rejimin değerlerini içselleştirmiş, onu her tehlikeye

(13)

karşı korumaya kararlı bir seçkin/aydınlar zümresi yetiştirme görevi vermişti. Teşkilât-ı Esasiye Kanunu’nda resmî dininin İslam olduğu yazsa da daha ilk günden itibaren yeni Türk Devleti, laik cumhuriyet olarak inşa ediliyordu. Osmanlı’dan devralınan ortaöğretim kurumlarının mevcut hâliyle sözü edilen görevi ifa etmesi mümkün değildi. Nitekim Cumhuriyet hükûmetleri ortaöğretimi rejime uygun hâle getirmek için bir dizi reform yaptı. Bunların başında, Cumhuriyet neslinin padişahlık ile bütün hissî bağlarını koparma politikasına uygun olarak, eski rejimin sembolü olan sultana atfen ortaöğretim kurumlarına verilen sultanî adı kaldırıldı ve yerine lise adı kondu. Bu sözcük 1869 Maarif-i Umumiyye Nizamnâmesi ile Osmanlı eğitim sistemine şekil veren Fransa’dan alınmıştı.

Ortaöğretim yeniden yapılandırılırken Fransa yalnız okul ad(lar)ının değişmesinde değil, programların

geliştirilmesinde de model olmuştu. Zira III. Cumhuriyet döneminde çıkarılan yasalar (1881, 1882, 1904) ile temel eğitimi parasız ve zorunlu hâle getiren Fransa;

önce din eğitimini okul dışına çıkarmış, sonra da dinî eğitim veren kurumları kapatmıştı. Kronolojik olarak Fransa’dan farklı bir süreç yaşamış olsa da Türkiye, ortaöğretimi laikleştirirken amaç, kapsam ve yöntem açısından aşağı yukarı aynı programı uygulamıştı.

Cumhuriyet’in ilk yıllarında gerçekleştirilen bu

program, her biri Türk eğitim tarihinin önemli kırılma noktalarından biri olarak kaydedilecek şu aşamalardan oluşuyordu:

Din Derslerinin Kaldırılması: Cumhuriyet’in ilanından sonra yayınlanan 1924 lise programında, Tanzimat’tan beri bütün ortaöğretim kurumlarının programlarında bulunan din derslerine yer verilmedi. Maarif Vekâleti bu uygulamayı Tarih IV adlı lise ders kitabında Cumhuriyet nesline “vicdan serbestliği” prensibini hayata geçirmek

5- Ortaokul talebelerinin gösterisi (İBB, Kültür A.Ş.)

(14)

için din eğitiminin “ferde ve aileye” bırakılması olarak açıklamıştı. Ülkede çok partili siyasi rejime geçilmesini izleyen yıllarda, tüm eğitim kademelerinde sonlandırılmış olan din eğitiminin en geç canlandığı (1967-1968) eğitim kurumları liseler oldu.

Din Eğitimi Veren Okulların Kapatılması: Tevhid-i Tedrisat Kanunu bir yandan tüm okulları MEB’in yönetim, gözetim ve denetimi altına alırken diğer taraftan da bu tarihe kadar medreseler tarafından sürdürülen imamlık, hatiplik ve vaizlik gibi dinî hizmetleri yürütecek kişileri yetiştirmek üzere imam hatip mektepleri açılmasını öngörüyordu.

Kanun yürürlüğe girdikten sonra ülke genelinde 29 imam ve hatip mektebi açılmış; bu arada, artık gerek kalmadığı gerekçesiyle medreseler kapatılmıştı. Ne var ki yeni açılan okulların çok büyük bir kısmı da talep olmadığı gerekçesiyle kaldırılmıştı. Nitekim 1926-1927 öğretim yılında geriye İstanbul ve Kütahya’da iki okul kalmış;

onlar da 1929-1930 öğretim yılında lağvedilmişti.

Tevhid-i Tedrisat Kanunu uyarınca imam ve hatip yetiştirmek üzere açılan eğitim kurumlarından biri İstanbul İmam Hatip Mektebi idi. Maarif Vekâleti bunları da birer meslek okulu kabul ediyordu. İlkokul üzerine dört yıl süreli bu kurumlar, diğer meslek okulları gibi lise muadili değildi. Bu nedenle de mezunları üniversiteye devam edemiyordu. Bu okullar yerlerine kuruldukları Darülhilafe medreselerinin altyapısını kullanmıştı.

İstanbul İmam Hatip Mektebi de önce Fatih’teki Tophane Medresesi’nde, ardından da Sultan Selim’deki Medresetü’l-Mütehassısîn binasında faaliyet göstermişti.

Öğrenim süresine göre ağır sayılabilecek bir programları vardı. Gelişim projeksiyonu lise denkliğini sağlayarak Darülfünûn İlahiyat Fakültesi’ne kaynak oluşturmaktı.

Bu yönde çalışmalar sürdürülürken, üç yıl arayla her ikisi de kapatıldı (1930, 1933). Böylece Cumhuriyet’in onuncu yılında Türkiye’de köy ilkokulları hariç din eğitimi veren kurum kalmadı ve Türk İnkılabını derinden etkileyen III.

6- Bir resmî bayramda lise öğrencilerinin gösterisi (İBB, Kültür A.Ş.)

(15)

Cumhuriyet Fransa’sında gerçekleştirilen din eğitiminin olmadığı laik eğitim modelinin bir benzeri ortaya çıktı.

Arapça ve Farsça Derslerinin Kaldırılması: Türk inkılabının nihai hedeflerinden biri, kurulan ulus devletin üzerinde yükseleceği bir “millî kültür” inşa etmekti. Mustafa Kemal Atatürk’ün bizzat ilgilendiği dil ve tarih çalışmaları da bu hedefi gerçekleştirmeye yönelikti. Dil alanında yapılan çalışmalarla yabancı dillerin etkisinden olabildiğince kurtulmuş bir Türkçeye sahip olunması bekleniyordu.

Bu, Tanzimat’tan beri var olan dil hareketinin geldiği en önemli aşamalardan biriydi. Cumhuriyet, imparatorluğun dilinin adı olan Lisan-ı Osmanî’yi değiştirdiği gibi,

Türkçeyi onu büyük ölçüde şekillendirmiş olan Arapça ve Farsçanın nüfuzundan kurtarmak istiyordu. Bu düşüncenin okul programlarına yansıması, Arapça ve Farsça derslerinin kaldırılması oldu. Şüphesiz bu uygulamada laikliği güçlendirmek için Türkiye’yi yaklaşık bin yıldır içinde yer aldığı İslam kültür çevresinden uzaklaştırma politikasının da etkisi vardı.

Yabancı ve Azınlık Okullarının Laikleştirilmesi: Yabancı ve azınlık okullarının Osmanlı dönemindeki devlet otoritesini hiçe sayan, hatta birçok yerde yıkıcı ve bölücü faaliyetleri desteklemeye kadar varan tutum ve hareketleri, bunlara karşı ciddi bir güvensizlik

doğurmuştu. Lozan Barış Antlaşması ile Maarif Vekâleti’ne bağlı diğer okullardan farksız hâle gelmelerine rağmen, bu güvensizlik Cumhuriyet’in ilanından sonra da devam etmişti. Söz konusu okulların Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun duygu ve düşünce birliğine sahip bir nesil yetiştirme hedefine aykırı uygulamaları, bu güvensizliği artırıyordu. Özellikle vaktiyle birer misyoner okulu olarak kurulan yabancı okulların dinî ritüel ve sembollerini muhafaza etmeleri, kabul edilemez bulunuyordu. Nihayet Maarif Vekâleti, bu okullar üzerinde sıkı bir denetim kurmak ve Cumhuriyet’in prensiplerini tatbik etmek üzere harekete geçti. Öğretmen ve öğrencilerin dinî semboller kullanmaları, dinî kıyafetle dolaşmaları, öğrencilere

dinî telkinde bulunulması vb. yasaklandı. Misyonerlik faaliyeti yaptıkları gerekçesiyle iki Amerikan koleji kapatıldı; bunlardan biri İstanbul Göztepe’de idi. Bu tedbirler Türkiye ile bazı Batılı ülkeler arasındaki siyasi ilişkileri gerdi; fakat Türkiye resmî okullarında uyguladığı laik eğitim siyasetini bu okullarda da kararlı bir şekilde sürdürdü.

Erken Cumhuriyet Dönemi: Tarihi boyunca yakın ve uzak çevresinin siyasi, ekonomik ve kültürel merkezi olan İstanbul; bu özelliğini Türkiye’nin modernleşme döneminde de muhafaza etti. Tanzimat’a girerken açılan ilk modern okullar ve onları izleyenlerin ilk örnekleri, hep İstanbul’da hizmete girdi. Mesela Mekteb-i Sultanî ve ilk mülkî idadî bu şehirde vücut buldu (1868, 1874).

Cumhuriyet’in Osmanlı’dan tevarüs ettiği eğitim kurumları arasında Dersaadet’deki idadî ve sultanîlerin ayrı bir yeri vardı. Keza sanayi mektepleri başta olmak üzere bütün mesleki ve teknik eğitim kurumlarının en gelişmiş olanları da bu şehirdeydi. Cumhuriyet kurulurken Osmanlı mirası, onu ortaöğretim alanında da ilk sıraya taşımıştı. Nitekim 1926-1927 öğretim yılında Türkiye’deki tüm genel liselerin (n: 55) %65,3’ü (n: 34) İstanbul’daydı (Grafik 1); dahası bu liselerde görev yapan öğretmenler ülke toplamının

%76,5’ini teşkil ediyor; öğrenim gören öğrenciler ise

%73,5’ini oluşturuyordu (Tablo 7). Hiç kuşkusuz İstanbul liseleri, nicelik yönünden olduğu kadar nitelik yönünden de ülkenin en seçkin eğitim kurumları arasındaydı.

İstanbul’daki genel liseler farklı özellikler açısından sınıflandığında Osmanlı eğitim sisteminin izdüşümünü yansıtan bir dağılım ortaya çıkıyordu. Mustafa Necati Bey’in Maarif Vekili olduğu 1926-1927 öğretim yılında bu ildeki 34 genel lisenin 28’inin (%82,3) azınlıklar ve yabancılara ait okulların da dâhil olduğu özel eğitim kurumları oluşturuyordu. Bu okullarda öğrenim gören öğrenciler (n: 1564), İstanbul’daki tüm lise öğrencilerinin (n: 2322) %67,3’ünü, ülkedeki lise öğrencilerinin de

%49,5’ini teşkil ediyordu. Kentteki özel liseler ülke

Tablo 7- Erken Cumhuriyet döneminde genel ortaöğretim: il ve ülke gelişim göstergeleri Öğretim

Yılı

Okul Öğretmen Öğrenci

RL ÖL RL ÖL RL ÖL

1926-1927 İstanbul 6 28 34 111 545 656 758 1.564 2.322

Türkiye 19 33 52 263 594 857 1.555 1.604 3.159

1939-1940 İstanbul 13 27 40 381 479 860 8.506 3.454 11.960

Türkiye 46 34 80 923 595 1.518 21.729 4.526 26.255

1949-1950 İstanbul 11 25 36 399 449 848 6.319 2.708 9.027

Türkiye 58 30 88 1.425 506 1.931 18.257 3.183 21.440

(16)

düzeyinde de büyük bir ağırlığa sahipti. Zira Türkiye’deki 33 özel lisenin 28’i İstanbul’daydı ve bunların öğrencileri ülkedeki tüm özel lise öğrencilerinin %97,5’ini meydana getiriyordu (Tablo 7).

Cumhuriyet’in ilk yıllarında ortaöğretim kademesinde böyle bir ağırlığa sahip olan İstanbul özel liselerinin okul türlerine göre dağılım şeması, Tanzimat’tan itibaren gelişen yeni Osmanlı eğitim

sisteminin izdüşümü gibiydi. Zira özel liseler; sözü edilen sistemde olduğu gibi (i) Türk özel liseler, (ii) azınlık liseler ve (iii) yabancı liseler olmak üzere üç grup okuldan meydana geliyordu. Bunlardan Türk özel liseleri, özel müteşebbisler tarafından açılan okullardı. Azınlık liseleri Musevî, Rum ve Ermeni azınlıklar, yabancı liseler ise diğer ülkeler veya bunların vatandaşları tarafından imparatorluk döneminde açılıp Lozan Antlaşması ile uluslararası bir hukuki statü kazanan okullardı.

1937-1938 öğretim yılı itibarıyla İstanbul’da özel okul statüsünde 24 okul bulunuyordu; bunların 4’ü özel Türk lisesi, 9’u azınlık lisesi, 11’i de yabancı lise grubunda yer alıyordu. Azınlık liselerinin 1’i Musevî, 5’i Rum ve 3’ü Ermeni cemaatlerine aitti; azınlıkların başka bir ilde okulu yoktu. Yabancı liselerinin 2’si Alman, 3’ü Amerikan, 5’i Fransız ve 1’i İtalyan okullarıydı. İzmir ve Tarsus Amerikan Liseleri hariç, yabancı okul statüsündeki liselerin tamamı İstanbul’da idi (Grafik 2). Azınlık

liselerinin öğrenci hedef kitlesi, ağırlıklı olarak Lozan Antlaşması ile azınlık olarak kabul edilen üç gayrimüslim cemaatin gençleriydi. Buna mukabil yabancı liseler, Tanzimat’tan beri ülkenin bilhassa modernleşmiş, eğitimli ve varlıklı kesimleri için çocuklarını göndermek istedikleri ideal okullardı. Bu okulların sosyal statü ve itibarları, bizatihi kendi eğitim performansları kadar, öğrettikleri yabancı dilin uluslararası geçerlilik ve işlevselliği de belirleyiciydi.

Bununla beraber genel ortaöğretim kurumlarından beklenen makro faydalar açısından İstanbul’daki 9 resmî lisenin stratejik önemi daha fazlaydı. Bunun en önemli sebebi, ülke çağ nüfusunun okullaşmasında oynadıkları kritik rolle, Cumhuriyet’in eğitim politikasının hem toplumun farklı sosyokültürel tabakalarına hem de tüm ülke sathına ulaşmasına kayda değer katkı yapmalarıydı.

Zira bu liseler, ildeki okullaşma oranını artırmakla kalmıyor; taşradan parasız yatılılık sınavını kazanarak gelen yüzlerce öğrenciye de ortaöğrenim görme imkânı veriyordu. Cumhuriyet’in ilanını izleyen yıllarda taşradan gelen bu tür öğrenciler ağırlıklı olarak İstanbul Erkek Lisesi ile Kabataş Erkek Lisesi’nde öğrenim görüyordu.

1934-1935 öğretim yılında bu görev, kullanım alanı çok müsait olan tarihî Mekteb-i Tıbbiye-i Şâhâne binasında açılan Haydarpaşa Lisesi’ne devredildi. Bu yapılırken, Avrupa yakasındaki liselerde öğrenim gören tüm yatılı öğrenciler buraya nakledildi. Kısa zamanda İstanbul’un en nitelikli liseleri arasına girmiş; buna paralel olarak hizmet verdiği öğrenci sayısı da yaklaşık %100 artarak 2.210’a yükselmişti. İstanbul liselerinin önemi, yalnızca ülke lise çağ nüfusunun okullaşmasına katkı yapmalarından kaynaklanmıyordu. Daha da önemlisi, tarihî dokusu, büyüleyici tabii güzelliği ve ülkenin dünyaya açılan kapısı olması gibi nedenlerle ülkenin en cazip kenti olan İstanbul’daki liseler, kendilerine özgü sebeplerle de yüksek talep gören okullardı.

Atatürk zamanında İstanbul’daki resmî liselerin sayısında bazı değişiklikler olmuştu. Farklı süreler faaliyet gösterdiği hâlde kapanan -ve bir kısmı sonraki dönemlerde tekrar açılan- okullar arasında Kandilli Kız Lisesi, Bezmiâlem Kız Lisesi, Nişantaşı Kız Lisesi, Çamlıca Kız Lisesi ve Üsküdar Erkek Lisesi idi. 1937-1938 öğretim yılında faal durumdaki resmî liseler şunlardı:

Pertevniyal Lisesi, Galatasaray Lisesi, Vefa Lisesi,

İstanbul Erkek Lisesi, Kabataş Lisesi, İstanbul Kız Lisesi, Erenköy Kız Lisesi, Kandilli Kız Lisesi ve Haydarpaşa Lisesi. Görkemli binaları, güçlü kurumsal gelenekleri ve seçkin öğretmenleri ile bu liseler; devletin kendilerine

Grafik 1: 1926-1927 öğretim yılında İstanbul’daki liselerin Türkiye’deki liselere oranı Grafik 2: 1937-1938 öğretim yılında İstanbul’daki özel liselerin okul türlerine göre dağılımı

İtalyan lisesi Fransız lisesi Amerikan lisesi Alman lisesi Ermeni lisesi Rum lisesi Musevi lisesi Türk özel lisesi

0 1 2 3 4 5 6

Referanslar

Benzer Belgeler

Linol veya ağaç baskı tekniğine uygun desen çizerek kalıbını hazırlayınız ve istediğiniz yüzey üzerine baskısını yaparak çalışmanızı aşağıdaki

çalışmada, okul öncesi eğitim kurumları bahçelerinin mevcut özellikleri ve uygulamaları, okullarda nitelikli bahçe olmasının önündeki engeller, öğretmenlerin

a) Kulüp ve toplum hizmetine katılan öğrenci listesini, sosyal etkinlikler kuruluna vermek. b) Kulübe seçilen öğrencileri kulübün amaçları ve çalışmaları

Bu sıralar­ da tarih sahnesine çıkan ve bölge­ ye özel bir hareketlilik kazandıran Maslak Kasırları’nm ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldıklarıysa kesin

Proje ekibince okulun alanlarına göre yapılabilecek iş ve işlemlerin hangi kulüp / toplum hizmeti kapsamında yapılacağı ile projede görev alacak

Yoldaş: Diyarbakır Musikisini Araştırma Merkezi Kurularak bu yörenin müziklerinin arşivlenmesi ve korunması sağlanabilir. Diyarbakır’da bir mekân oluşturulup

Eylül 2017 Meslekî Çalışmalar Programı, 2017-2018 Öğretim yılının planlamalarının yapılması, yeni öğretim programlarının tanıtımı ve müzakere edilmesi,

a) Yürütme Kurulu; Eğitim ve yönetim faaliyetlerinde müdüre yardımcı bir organ olup, Rektör veya Trakya Üniversitesi Sağlık, Kültür ve Spor Daire