• Sonuç bulunamadı

KADINA YÖNELİK ŞİDDET *

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "KADINA YÖNELİK ŞİDDET *"

Copied!
10
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Özet

Toplumsal yaşam içinde hem düzeni hem de güveni bozucu bir eylem olarak şiddet özel olarak üstünde durulması gereken bir kavramdır. Aile toplumun temeli olarak alındığında, aile içi şiddetin hem toplum açısından hem de kadına yönelik şiddet açısından özel olarak ele alınmalıdır.

Kadına yönelik şiddet, duygusal, sözel, ekonomik cinsel ve fiziksel şiddet olarak ayrıştırılabilir. Kısa ve uzun vadeli olmak üzere şiddetin kadın üzerinde derin etkileri vardır.

Şiddete karşı korunmanın uzun vadeli temel aracı olarak eğitim görülmektedir. Toplumsal yaşamda ortaya çıkabilecek sakıncaları gidermede hukuk da işlev görmektedir.

1. KAVRAM OLARAK ŞİDDET

Şiddeti, bir kişinin bir başkasına fiziksel acı vermek veya yaralamak kastıyla yaptığı davranış olarak tanımlayabiliriz. Şiddet çok çeşitli ve boyutludur. Şiddet kavramı, saldırganlığı da kapsar. Saldırganlık zorlayıcı davranışların bir bütünüdür. Bir davranışın şiddet özelliği gösterip göstermediğine karar verirken, o davranışın kasıtlı olması, kötü niyetle yapılmış olması, karşıdaki bireye zarar vermesi, bireyin davranışın kötü niyetle yapıldığını düşünmesi ve sosyo-kültürel ortamın eylemi şiddet olarak kabul etmesi koşulları aranır. İçsel süreçlerle yakın bağlantısı da göz önünde bulundurulduğunda şiddetin kültürden kültüre bazı farklı özellikler gösterebildiğini ve sonuçta en ilkel davranış modellerinden birisi olarak “iktidar”

kavramı çerçevesinde anlaşılabileceği görülmektedir.

Şiddet ya da saldırganlığın kökeninin ne olduğuna ilişkin bir çok kuram bulunmakla birlikte bunları iki temel başlık altında toplayabiliriz. Birincisi “içgüdü kuramı”dır. Buna göre açlık, cinsellik gibi saldırganlık da tatmin edilmesi gereken bir içgüdüdür. Freud ile başlayan bu yaklaşım saldırganlığın sosyalleşme süreçleri içinde kabul edilebilir davranış modellerine çevrilebileceğini öngörmektedir. Örneğin sportif faaliyet, her türlü yarışma, fiziksel güç açılımlı meslekler ya da cerrahlık ve benzeri gibi. Saldırganlık içgüdüsünün yarattığı enerjiyi daha az zararlı hedeflere yönelterek boşaltmak ya da yüceltme, karşı tepkiler oluşturma gibi şekil değiştirmiş biçimlerde ifade etmek amaçtır. İkinci tür kuramlar ise “sosyal öğrenme kuramları” olarak isimlendirilebilir. Buna göre saldırganlık çevre faktörleri aracılığıyla ortaya çıkar. Sosyal öğrenme kuramları, bireyin yaşadığı çocukluk döneminde edindiği duygu, düşünce, bilinçaltına atılmış birikimleri ile buna bağlı olarak dürtülerinin onu şiddete yönelttiğini ileri sürmektedir. Özellikle istismarın olduğu evlerdeki çocuklar, ilişkilerde daha güçlü insanların, kendilerinden daha güçsüz insanları kontrol etmek için saldırganlığı kullanabileceklerini görme ve öğrenmeye eğilimlidir. Şiddet uygulayan babayı gören, ya da çocukluğunda kötü davranış görmüş olan erkeklerin şiddete yöneldiği ortaya çıkmıştır.

Bireyler, fiziksel saldırganlığın kabul gören bir davranış biçimi olabileceğini, öncelikle aile üyeleriyle yaşadıkları deneyimler aracılığıyla öğrenirler. Daha sonraki yaşamlarında öğrendikleri bu saldırgan davranış ve tutumları, kendi özel ilişkilerinde de sürdürme eğilimi geliştirebilirler.

Konumuz açısından kadına yönelik şiddetin üzerinde özel olarak durulması gerekmektedir.

Kadına Yönelik şiddet; 4-15 Eylül Pekin Deklarasyonu’nda özel olarak tanımlanmıştır.

* Eskişehir Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’nde okutulacak ders metni olarak hazırlanmış, Toplumsal Yaşamda Kadın Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi, Anadolu Üniversite Yayınları, Eskişehir 2002

(2)

“Kadının fiziksel, cinsel veya psikolojik zarar görmesi veya zararın muhtemel olması halleri ile baskı ya da özgürlüğünün kısıtlanmasına yönelik her türlü davranış ister toplum önünde, ister özel yaşamında ortaya çıkmış olsun, kadına karşı şiddettir.”

Aynı şekilde Birleşmiş Milletlerin 1998 yılındaki deklarasyonunda da benzer bir tanımın yapıldığını görmekteyiz;

“Kadınların, ister kamu alanında ister özel yaşamda, fiziksel, cinsel veya psikolojik yaralanması sonucunu doğuran veya böyle bir sonuç doğurmasına yönelik herhangi bir alandaki, cinsiyete dayalı her türlü eylem, ihmal, kontrol edici davranış veya tehdit veya özgürlüğün keyfi biçimde kısıtlanması, kadına yönelik şiddet” olarak tanımlanmıştır.

Genel olarak şiddete ilişkin değerlendirmelerden farklı olarak kadına yönelik şiddetin bazı açılardan tipikleştirilebileceği bu uluslararası belgelerden de açıkça anlaşılmaktadır. Şimdi bunların detayları üzerinde duralım.

2. KADINA UYGULANAN ŞİDDETİN YAYGIN BİÇİMLERİ Sıklıkla görülen şiddet biçimleri;

• Duygusal şiddet,

• Sözlü şiddet,

• Ekonomik şiddet,

• Cinsel şiddet

• Fiziksel şiddettir.

2.1 Duygusal Şiddet

Duyguların ve duygusal gereksinimlerin, karşı tarafa baskı uygulayabilmek için tutarlı bir şekilde istismar edilmesi, bir yaptırım ve tehdit aracı olarak kullanılmasıdır.

Duygusal şiddete ilişkin bazı davranışlar aşağıdadır;

• Sevgi, şefkat, ilgi , onay, destek gibi duygu ve duygusal ihtiyaçların göz ardı edilmesi, küçümsenmesi

• Dine, ırka, dile, kültürel gruba veya geçmişe ait değer verilen inançların aşağılanması veya onlara aykırı davranmaya zorlanması

• Kadının maddi ve manevi destek alabileceği kurum ve kişilerden soyutlanmasına yönelik olarak arkadaş ve aile bireylerinin sürekli aşağılanması, görüşmenin denetlenmesi ve engellenmesi

• Evden kovulma veya evden ayrılmakla tehdit

• Başkalarının yanında söz ya da davranışla küçük düşürme.

2.2. Sözel Şiddet

Söz ve hareketlerin düzenli bir şekilde korkutma, sindirme, cezalandırma ve kontrol aracı olarak kullanılmasıdır.

(3)

Sözel şiddete ilişkin davranışlardan en belirgini, kişinin değer verdiği konulara yönelik güven sarsmak ve kadını yaralamak amacıyla belirli aralıklarla çok ağır hakaret ve sözler söylemektir. Kadını küçük düşürücü adlar takmak ve sık sık olumsuz bir şekilde eleştirmek ve alay etmek de sözel şiddet kapsamında değerlendirilmektedir.

2.3. Ekonomik Şiddet

Ekonomik kaynakların ve paranın kadın üzerinde bir yaptırım, tehdit ve kontrol aracı olarak düzenli bir şekilde kullanılmasıdır.

Ekonomik şiddetin varlığına işaret eden bazı davranışlar aşağıdadır;

• Kadının çalışmasına, düzenli bir iş tutmasına engel olmak

• Kadının iş yaşantısında ilerlemesine yardımcı olabilecek fırsatları değerlendirmesine engel olmak

• Çok kısıtlı harçlık verip bununla yapılması mümkün olmayan şeyler istemek ve gerçekleşmediğinde olay çıkarmak

• Çalışmayı reddedip kadının gelirini harcamak.

2.4. Cinsel Şiddet

Cinselliğin bir tehdit, sindirme ve kontrol etme aracı olarak kullanılmasıdır.

Aşağıdaki durumlarda cinsel şiddetin var olduğundan söz edilebilir;

• Kadına cinsel bir nesne gibi davranmak

• Aşırı kıskançlık ve şüphecilik göstermek

• Cinselliği bir cezalandırma yöntemi olarak kullanmak

• Açıkça başka kadınlara ilgi göstermek

• Kaba kuvvet kullanarak cinsel ilişkiye zorlamak

• Duygusal baskı kullanarak cinsel ilişkiye zorlamak

• Tecavüz etmek

• İstenmeyen cinsel pozisyonlara zorlamak

• Fuhuşa zorlamak.

Cinsel şiddetin gözlendiği durumlarda çoğu zaman ileri derecede fiziksel şiddetle birlikte, sözel ve duygusal şiddet de söz konusudur. Bu şiddete bağlı olarak psikiyatrik tedavi ihtiyacı da doğmaktadır.

Aile üyeleri arasında cinsel ilişki anlamına gelen ensest cinsel şiddetin çok ağır ve yaygın olarak yaşanan türüdür. Kökeni çok eskilere dayanan bu tabu hemen hemen her toplum tarafından yasaklanmaktadır.

2.5. Fiziksel Şiddet

Kaba kuvvetin bir korkutma, sindirme ve yaptırım aracı olarak kullanılmasıdır.

(4)

Fiziksel şiddet aşağıdaki davranışları içerir;

• İtmek, tokat atmak, ısırmak, boğmaya çalışmak, tekmelemek, yumruklamak, eşya fırlatmak

• Fiziksel kuvvet kullanarak evden çıkmasına veya eve girmesine engel olmak

• İşkence yapmak

• Bıçakla veya silahla tehdit etmek

• Hasta ya da hamileyken gerekli yardımı esirgemek.

Yukarıda tipikleştirilen şiddet türlerinin zarar gören üzerinde bıraktığı etkiler bir süreç içinde değerlendirilebilir. Genel olarak bu süreç üç aşamalıdır;

İlki "gerginliğin tırmanması"dır. Bu aşamada şiddetin geleceğine ilişkin işaret ve bahanelerin ortadan kaldırılması için özellikle kadının girişimlerine rastlanmaktadır. Evin düzeni çocukların sakinleştirilmesi gibi.

“Şiddet aşaması”, tamamen kontrol dışı bir alandır.

“Pişmanlık aşaması”, şiddetin yarattığı zararlar karşısında şiddet uygulayanın pişmanlık duyguları içine girmesidir, değişme ve şiddet uygulanmayacağına dair sözler ve kısa süreli uyumlu davranış, bir kişilik zafiyeti olarak ortaya çıktığı için genellikle yeni bir şiddet dalgası ile başlangıç noktasına döner.

3. AİLE İÇİ ŞİDDET

Aile, aralarında kan, kanun ya da evlilik sebebiyle akrabalık bulunan ve aynı hanede oturan kişilerden oluşan topluluk olarak tanımlandığında gerek şiddetin doğduğu zemin gerekse konumuz açısından aile içi şiddetin anlaşılmasında kilit kavram olmaktadır.

Ailenin sosyo-ekonomik düzeyi ile aile içi şiddet arasında önemli ilişki olduğu anlaşılmaktadır. Aynı şekilde alkol uyuşturucu bağımlılığı, toplumsal değişim ve bunalım dönemlerinin etkisi, ekonomik sıkıntı, çocukluğunda şiddete maruz kalmış olma çocuk sayısının fazlalığı ve eğitim düzeyi aile içi şiddet kavramı ile ilişkilendirilebilir. Biyolojik, fizyolojik ve genetik faktörlerin de şiddeti etkilediğini savunan görüşler vardır. Aile içinde iletişim kopukluğu da bireyler arasında gerginlik ve uyuşmazlığa yol açan nedenlerdendir.

Aile içinde şiddet genellikle güçlüden güçsüze doğru uygulanmaktadır. Genel toplumsal güç ilişkilerinin yansıması olarak baktığımızda kocanın karısına, anne ve babanın da çocuklara şiddet uygulamakta olduklarını varsayabiliriz. Şiddet denildiğinde ilk akla gelen genelde fiziksel şiddettir. Oysa fiziksel olmayan diğer şiddet biçimleri de son derece yaygın ve sistematik biçimde uygulanarak birbirlerini besleyen ve üreten mekanizmalardan oluşan bir

“şiddet çemberi” oluşmaktadır.

Ailenin toplumun temeli olması özel olarak ailenin korunmasının niçin gerekli olduğunu da açıkça göstermektedir. Aile, toplum ile bireyler arasındaki ilişkiyi birinci elden oluşturan sosyal bir kurumdur. Bu özellik aileyi, sağlıklı bir toplum oluşturabilmenin vazgeçilmez koşulu haline getirmektedir. Tarihsel süreç içinde aile kurumuna tanınmış olan bu temel değere rağmen iç ilişkiler açısından özellikle cinsiyete dayalı bir farklılaşa ve gerilim ilişkisinin de sürekliliği gözlemlenmektedir. Bu farklılaşma baskıyı ve iktidar ilişkisini doğurmaktadır. Aile içi şiddeti asıl ortaya çıkaran bu olgudur.

(5)

Aile içi şiddet; aile bireylerinin yaralanmasına, sindirilmesine, öfkelenmesine veya duygusal baskı altına alınmasına yol açan fiziki veya herhangi bir şekilde hareket, davranış veya eylemler olarak tanımlayabiliriz.

En yaygın şekliyle aile içi şiddet eşler arasında erkeğin kadına şiddet uygulaması anne babaların çocuklara karşı yönelttikleri şiddet olarak ortaya çıkar. Bunun dışında çocukların anne baba veya büyükanne ve büyükbabalarına uyguladıkları şiddet ve kadının kocasına karşı öldürme dahil uyguladığı şiddet de sayılabilir. Fakat şiddet uygulayanların % 95’den fazlası erkek, şiddet görenlerin % 90’ndan fazlası kadın ve çocuklardır.

Toplumun geleneksel ya da modern olması şiddeti bütünü ile ortadan kaldırmaz.

Araştırmacılar çağdaş toplumlarda da aile içi şiddetin büyük bir sorun olduğunu ortaya çıkarmışlardır. 1970 sonrasında Neo-Feminist akımların ataerkil değerlere dayanan aile kurumunu sorgulayıcı yaklaşımı, kadınlara yönelik şiddetin en fazla aile bireyleri ve özellikle eş tarafından gerçekleştirildiğini ortaya çıkarmıştır.

Çocuğa karşı uygulanan aile içi şiddet de son derece önemli bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Hatta çocuklara uygulanan şiddet, kocanın karısına karşı şiddetinden daha yaygındır. Aile içi şiddetin bir başka genelleşmiş türü erkek ve kız kardeşler arasındaki şiddettir.

Aile içi şiddet, sadece aile içindeki dinamiklerden değil, toplumun hukuksal, ekonomik, geleneksel, siyasal ve eğitimsel yapısı içerisinde kadını ayrıcalığa uğratan ve onu erkeğe bağımlı kalan mekanizmalardan kaynaklanmaktadır. Kadın, aile içinde erkekten gelecek zararlara karşı korumasız bırakılmış ve erkeğin kadına yönelttiği şiddetin doğal olduğu ve hatta gerekliliği kadına öğretilmiştir.

Dünyanın birçok yerinde aile içi şiddet toplumsal olarak desteklenmiş ve "özel hayatın mahremiyeti" olarak algılanmıştır. Sosyo-kültürel yapı içinde genelde erkek çocuklar sosyalleştirilirken kadını küçümseme, sert tutum, etkin olma hakkı ve şiddetin gerekliliği öğretilmektedir. Buna karşın kız çocukları tersi değerlerle sosyalleşmekte ve ortaya çıkan gerginliğin sebebinin kendileri olduğu öğretilmektedir. İtaat istenen bir davranış olarak belletilmektedir.

Aile içinde iletişim kopukluğu da bireyler arasında gerginlik ve uyuşmazlığa, şiddete yol açan temel nedenlerdendir. Bu gerginlik ve uyuşmazlıklar çeşitli iç ve dış faktörlerden kaynaklanabilir. Aile içinde düşünce farklılıkları, aile değerleriyle genel toplumsal değerler arasındaki uyuşmazlıklar, ailenin ekonomik problemler yaşaması bunlar arasında sayılabilir.

Aile içi şiddetin ortaya çıkmasında uyuşturucu bağımlılığı, cinsel taciz sosyo-ekonomik düzey farklılıkları, kadının düşük eğitim düzeyinde oluşu dışsal etkenler olarak sayılmaktadır.

3.1. Aile İçi Şiddetin Nedenleri

Aile içi şiddetin nedenlerini anlayabilmek için, bir yandan bireyin yakın çevresi ile ilişkileri ve psikolojik yapıları, diğer yandan toplumsal çerçevenin göz önüne alınması gerektiği açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle, ailenin gerek kendi içinde, gerekse kendi dışına yönelik olarak verdiği kültürel ve toplumsal mücadelenin, şiddeti anlama çabasına dahil edilmesi gerekir. Şiddet uygulanan kişilerin çocukluğu araştırıldığında, ilgisiz büyütüldüğü ve ailesine yaygın şiddet uygulamaları olduğu ortaya çıkmaktadır.

Kadının ekonomik ve toplumsal statüsünün yüksek ya da aşağı olması şiddeti iki farklı açıdan etkilemektedir. Kadının ekonomik olarak erkeğe bağımlı olması kadınları erkekten gelen şiddete karşı aciz duruma düşürmektedir. Ekonomik olarak ya da özellikle eğitim ve

(6)

mesleksel güç açısından kadının erkekten üstün olması durumunda erkeğin duyduğu eksiklik, şiddet uygulamasına zemin hazırlamaktadır.

Erkek egemen siyasal, toplumsal ve ekonomik yapılar aile içi şiddeti beslemekte ve kadınlara şiddetten çıkış yollarını kapatmaktadır.

3.2. Şiddetin Etkileri

Şiddetin kadın üzerinde derin etkileri vardır. Bunları kısa ve uzun vadeli etkiler olarak ayırabiliriz;

3.2.1. Şiddetin Kısa Vadeli Etkileri

• Öğrenilmiş çaresizlik; pasif tutum alma, olayları değiştirmek için yapılabilecek bir şey olmadığı inancının yerleşmesi

• Şiddet doğuracak olaylara engel olabilmek için olağanüstü gayret gösterme

• Uzun vadeli plan yapma yeteneğinin kaybı, anı kurtarma dürtüsü ve umutsuzluk

• Yoğun korku ve buna bağlı olarak çaresizlik, güvensizlik ümitsizlik

• Yoğun endişe ve panik.

3.2.2. Şiddetin Kısa Vadeli Etkileri

Tekrarlanan şiddet sonucu kadının fiziksel ve ruhsal olarak uğradığı kayıplar aşağıdaki gibidir:

• Uyku bozuklukları

• Aşırı ya da hiç yememe

• Mide ve baş ağrısı, baş dönmesi, bayılma gibi somatik ve psikosomatik şikayetler

• Yaralanmalar sonucu oluşan sakatlıklar

• Depresyon

• Ölme isteği ve intihar eğilimi

• Suçluluk duygusu

• Utanma

• Öfke patlamaları

• Madde ve alkol bağımlılığı

• Soyutlanma.

Özellikle suçluluk duygusu ruhsal tabloyu bütünü ile bozmaktadır. Saldırganın üstlenmesi gereken sorumluluk ve suçluluk duygularını da kendisi üstlenmektedir.

3.3.3. Türkiye’de Aile İçi Şiddet

Dünyanın farklı bölgelerinde ve tarih içinde aile içi şiddet farklı algılanmış, farklı şekillerde ortaya çıkmıştır. Bu farklılığa rağmen şiddet uygulaması öyle veya böyle her toplumsal yapı

(7)

içinde vardır. Tarihi süreç içinde Türk ailesi İslam öncesi, İslam ve modern aile olarak isimlendirilebilir. Birinci Dünya Savaşı sonrası da Osmanlı İmparatorluğunun dağılması, 1923’de bir ulus devlet olan Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla sonuçlanacak olan bir bağımsızlık mücadelesi başlamıştır. Gerek bu mücadele gerekse yeni Türk devletinin kuruluşunu izleyen yıllarda, öncelikle bağımsızlık savaşına katkıları ve ardından 1920- 30’lardaki modernleşme süreci içinde kadına eşit vatandaşlık haklarının tanınmasıyla Türkiye de kadınların, aslında tüm ülke halkı için son derece hızlı ve yoğun değişimin yaşandığı 20.yüzyılda, değişimin ivmesini en derinden hisseden grup olduğunu söylemek mümkündür.

Böylece kadınlar için, sınırları titizlikle belirlenmiş ve dış dünyaya kapalı bir özel alandan, daha önce kadına yasak olan kamusal alana geçiş sürecinin yüzyılı olduğunu da söyleyebiliriz.

Bu geçiş tüm kadınlar için eşzamanlı bir süreç olmamıştır. Bu tarihsel dönüşümün geniş zaman dilimleri içinde ayrıca bölgesel, kültürel ve daha bir çok değişkene bağlı olarak gerçekleştiği vurgulanmalıdır. Ancak her şeye rağmen bir Türk ailesi tipolojisi de çıkartılabilir. Bu farklı yapısal modellerde şekillenen Türk ailesinin tipik temel özelliklerinden birisi kapalılıktır. Yani aile içindeki olayların dışarıya açıklanması hoş karşılanmaz. Türkiye de aile içi sorunlar genellikle aile dışında birkaç yakın, güvenilir arkadaş dışında kimseyle konuşulmaz. Bir kadının kocası ile iyi anlaşamadığını, kocasının onu dövdüğünü alenen bilmesi utandırıcıdır, çünkü kadının kendi değersizliğini yansıtır. Çevrenin bunu kadının suçu olduğunu, eş ve anne olarak görevlerini yerine getirmediği şeklinde yorumlayacağını düşünür.

Eksikte olsa yapılmış araştırmalar bu olguyu doğrular niteliktedir.

1988’de PİAR tarafından yapılan, Türkiye’de kadınlara yönelik şiddet araştırması kadınların

% 75’nin eşlerinden dayak yediğini göstermektedir. Şiddetin ortaya çıkması açısından en yoğun olarak maddi güçlük, kocanın aşırı sinirli olması ve kocanın akrabaları tarafından kışkırtılması olarak gösterilmektedir. Şiddet uygulayan ise bu davranışına gerekçe olarak kadının itaat etmemesini göstermektedir.Türkiye de şiddetin bir “terbiye” biçimi olarak algılanması, aile içinde ve kamusal yaşamda meşru olarak görülmesi, şiddetin hem yeniden üretilmesine, hem de gizlenmesine yol açmaktadır.

Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu tarafından yapılan araştırma sonuçlarına göre şiddet uygulaması genel bir eğilim olarak evliliğin ilk dönemlerinde ya da çocukların evden ayrıldıkları döneme varıldığında azalmaya hatta yok olmaya yüz tutmaktadır. Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü tarafından yapılan araştırma sonuçlarına göre de, şiddet toplumumuzda önemli ölçüde onaylanan veya sert tepki ile karşılanmayan bir olgudur. Şiddet gören kadınların genelde ev kadını statüsünde oluşları ve boşanmayı düşünseler bile bunu uygulamaya koyacak durumda olmamaları da araştırmanın bir başka sonucudur. Diğer yandan gerek toplumsal gelişmişlik statüsünün gerekse tarafların ekonomik ve sosyal gelişmişlikleri şiddetin ortaya çıkmasına başlı başına bir engel oluşturmamaktadır. Her toplumsal gelişmişlik düzeyinde şiddete rastlanmaktadır. Eğitim düzeyi açısından en fazla şiddetin ilk okul ve lise eğitim düzeyindeki kadınlara uygulanmakta olduğu saptanmıştır.

4. KADINLARIN ŞİDDETE KARŞI KORUNMA YOLLARI

Yapılan araştırmalar şiddetin her toplumsal yapıda az veya çok gerçekleşmekte olduğunu göstermektedir. Bunun ana nedeninin şiddetin öğrenme yoluyla aktarılması ve eşitlik bilincinin kurulamamış olmasıdır. Toplumların eğitim düzeylerinin yükselmesi özellikle kadın eğitimine daha fazla önem verilmesi aşağıda ele alacağımız hukuksal korunma yollarından çok daha fazla önem taşımaktadır. Kadının toplumsal yaşamda alacağı statünün yükselmesi de ancak eğitim ve bu eğitimle elde edilecek olan meslekle sağlanacaktır.

Kentleşmenin artışı bu beklentiyi yükseltmektedir. Ancak çarpık kentleşme ve ekonomik sorunlar kent yaşamı içindeki kadının daha çok sıkışmasına yol açmaktadır. Şiddetin en çok

(8)

üzerinde durulan fiziksel şiddetten çok küçük görme ve baskı ile makul düşünme olanaklarını kaybettirme gibi psikolojik tarzları aslında kadını çok daha derinden etkilemekte ve içine düştüğü durumdan çıkamaz hale getirmektedir. İşte bu nedenlerle çok uzun vadeli olan eğitimle ilgili olanakların iyileştirilmesi için gerekli girişimler yapılırken aynı zamanda hukuksal bir korunma çerçevesinin sağlanması da büyük önem taşımaktadır. Ancak hukuksal tedbirlerin yürüyebilmesi de zayıf konumdaki kadının hem alternatif olanaklarla güçlendirilmesi hem de hukuksal yardım olanaklarının arttırılması ile temin edilebilir.

4.1. Hukuksal Korunma

Feminist söylem hukukun erkeksi görünümünün kadınlara ilişkin ayrımcılık konusunda etkili olduğunu ileri sürmektedir. Başlangıçta eşit işe eşit ücret istemi ile başlayan kadın haklarına ilişkin talepler siyasal ve sosyal taleplerle devam etmiştir. Bu gün hukuksal alanda uygar bir görünüm, eşitliğe ilişkin taleplerin yasal planda açıkça belirginleşmesidir. Kuşkusuz hukuksal alanda bu gün gelinmiş olan durum oldukça önemlidir ancak yine de yapılması gereken pek çok şey bulunmaktadır.

Ailenin, toplumun vazgeçilmez temel birimi olarak kabulü, onun tam gelişmesinin sağlanabilmesi ve toplumdaki fonksiyonlarını yerine getirmesi için hukuksal ve ekonomik bakımdan korunması zorunluluğunu doğurmuştur.

Anayasanın eşitlik esasını benimsemesi tüm hukuksal korumaların ötesinde her türlü ayrımcılığın reddedilmesi anlamındadır. Anayasamızın Ailenin Korunması başlığı altındaki 41. maddesi ile Devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunmasını ve aile planlamasının öğretimi ile uygulamasını sağlamak için gerekli tedbirler almak ve ilgili teşkilatı kurmak ödevini üstlenmiştir. Ailenin korunması bakımından gerek uluslararası belgelerde gerekse bir çok yasal düzenleme ile yasal korunma sağlanmaya çalışılmıştır.

Aile içi şiddet olaylarının arttığı düşüncesi özellikle de sivil toplum örgütlerinin etki ve duyarlılıkları hukuksal korumanın sınırlarının genişletilmesi gereksinimini doğurmuştur.

Hukuksal korumanın önemi de göz önünde tutulduğunda bunu ceza hukuku, medeni hukuk ve ailenin korunması yasası çerçevesinde ayrıştırabiliriz.

Ceza Hukuku

Hukukun düzen fonksiyonu açısından en belirgin görünüş biçimi olarak ceza hukuku ve bu alana ilişkin düzenlemeler başlı başına büyük bir önem taşımaktadır.

Ceza hukukuna ilişkin alanda özellikle;

• kürtaja ilişkin düzenlemeler

• kadına ve aile içi şiddete ilişkin önlemler

• cinsel taciz

• evlilikte cinsel ilişkinin kadının rızasına bağlı olması

• pornografiye ilişkin sınırlamalar,

önem taşımaktadır. Aynı şekilde şiddete maruz kalan kadınlara “sığınma evlerinin” açılması ve korunmanın devlet tarafından sağlanması da talepler arasındadır.

Türk Ceza Yasasında aile içinde şiddete uğrayan bireyleri koruyucu özel bir madde yoktur.

Ancak aile bireylerine yönelik şiddet, ceza yasası açısından ağırlaştırıcı sebep olarak belirtilmiştir.

(9)

Ağırlaştırıcı sebep aşağıdaki durumlarda uygulanacaktır:

• TCK 449. md. öldürme eyleminin karı, koca, kardeş, babalık, analık, evlatlık, üvey ana, üvey baba, üvey evlat, kayın baba, kayın valide, damat ve gelinler hakkında işlenmesi durumunda faile müebbet ağır hapis cezası verilmesini düzenlemektedir.

• TCK 450. md. adam öldürme eylemini üstsoy veya altsoydan biri aleyhine işlendiği takdirde failin idam cezasına mahkum edileceğini düzenlemiştir.

• TCK 456. md. öldürme kastı olmaksızın bir kimseye cismen eza verilmesi, sağlığının bozulması veya akli melekelerinde karışıklığı neden olunmasını cezalandırmıştır. Bu düzenlemeye ilişkin olarak müessir fiil (etkili eylem) suçunun aile bireylerinden sayılan kişiler aleyhine işlenmesi durumunda TCK 457. md. gereğince ceza yarısına kadar arttırılacaktır.

• TCK 435. md. fuhşa teşvik suçunu düzenlemiştir. Eylemin üstsoydan veya kardeşlerinden biri, kendisini evlat edinenler ya da veli, vasi, öğretmen gibi kimseler tarafından işlenmesi durumunda ağırlaştırıcı neden saymıştır.

Medeni Hukuk

Medeni yasada 01.01.2002'de yapılmış olan değişiklikle birleştirilmiş olan “cana kast ve pek fena muamele” ile boşanma sebepleri de şiddete karşı korunma kapsamında değerlendirilebilir.

Cana kast, özel ve mutlak nitelik taşıyan bir boşanma sebebidir. Eşlerden birinin diğerini öldürmeye yönelik bir eylemde bulunduğunun kanıtlanması durumunda boşanmaya karar verilebilir. Pek kötü davranış kapsamına zulüm, işkence, ağır eziyet, aç bırakmak, dövmek, onur kırıcı davranışlar girer. Bu durumun ispatı da hem boşanmayı hem de uğranan zararlara ilişkin tazminat talep etmeye olanak sağlayacaktır.

Ailenin Korunmasına Dair Kanun

Ailenin Korunmasına Dair Kanun’la yeni bir suç tipi yaratılmıştır. O da Ailenin Korunmasına Dair Kanun’a muhalefet suçudur. Bu düzenleme ile, eş veya çocuklar ya da aynı çatı altında yaşayan diğer aile bireylerinin yaşama, vücut tamlığı, haysiyet ve hürriyet gibi kişilik haklarının ve malvarlığına ilişkin haklarının korunması sağlanmaya çalışılmaktadır. Bu kanunun gerekçesinde şiddet, aile yaşamı içerisinde aileyi oluşturan bireyler arasında gerçekleşen ve aile içi şiddet adı altında aile içinde bir bireyin diğer bir bireye yönelik fizik, sözel ve duygusal kötü davranışı olarak tanımlamıştır. Bu düzenleme ile kanun koyucu aile içi şiddetin daha belirgin bir şekilde önlenmesini sağlamaya çalışmıştır.

(10)

Yararlanılan ve Başvurulabilecek Kaynaklar

Tülin Günşen İçli, Ailede Kadına Karşı Şiddet ve Kadın Suçluluğu, Devlet Bakanlığı Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü, Bizim Büro Basımevi, Ankara 1995.

Aile İçi Şiddetin Sebep ve Sonuçları, Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu Başkanlığı, 2.

Baskı, Bizim Büro Basımevi, Ankara 2000.

Evdeki Terör, Kadına Yönelik Şiddet, Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı, Mor Çatı Yayınları, İstanbul 1996.

Referanslar

Benzer Belgeler

davranışlar üzerinde benzer etkileri bulunmaktadır. Bu ve benzeri yasadışı maddelerin kullanılması saldırgan ve kriminal davranışlara neden olma yanında

Şekil 27 Şiddet sonucu kurum/kuruluşlara başvurma Eşi veya birlikte olduğu erkeklerin fiziksel ve/veya cinsel şiddetine maruz kalmış kadınlar* arasında resmi kurum veya

Üriner tüberküloz, ikinci sıklıkta görülen ekstrapulmoner tüberküloz şekli olup çocukluk çağında nadirdir, bulgular genellikle erişkin yaşlarda ortaya

Tekfen, aile içi şiddet ile mücadele konusunda, şiddete maruz kalan ve şiddet uygulayan çalışanları için, kendi talepleri doğrultusunda bu maddede yer alan şirket içi

Çocukluk döneminde aile içi kadına yönelik şiddete tanık olan erkek çocukların şiddeti strese karşı bir yanıt olarak kullandıkları ve anneye şiddet uygulayan baba

Bu gelişmelerle birlikte, ülkemizde de özellikle Anayasa’da ve Türk Medeni Kanunu ve Türk Ceza Kanunu gibi temel kanunlarda çeşitli değişiklikler yapılmış; aile içi şiddete

Araştırmaya katılan kadın çalışanların farklı sektörlerden olduğu tablo 3’ten görünmekle birlikte, çalışan her bin kadından ancak 9’unun işveren

Bu çalışmanın araştırma problemi, Düzce ilindeki kadına yönelik aile içi şiddet olgusunun ölçülmesi, aile içi şiddetin nedenlerinin tespiti, kadınların