• Sonuç bulunamadı

Doğu Akdeniz ve Kıbrıs Ekseninde Enerji ve Jeopolitik

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "Doğu Akdeniz ve Kıbrıs Ekseninde Enerji ve Jeopolitik"

Copied!
17
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

1

Doğu Akdeniz ve Kıbrıs Ekseninde Enerji ve Jeopolitik

(Doğu) Akdeniz’in Stratejik Önemi

Son yıllarda Doğu Akdeniz’de gerçekleştirilen bir dizi doğal gaz sahası keşfinin ardından, büyük güçlerin ve bölgesel oyuncuların, Doğu Akdeniz bölgesine ve Kıbrıs’a yönelik stratejileri ve taktik atakları ivme kazandı. Öncelikle vurgulamakta yarar gördüğüm husus, Doğu Akdeniz’in ve özellikle Kıbrıs’ın sadece ya da ağırlıklı olarak doğal gaz keşifleri ve projeleri üzerinden değerlendirilmesinin, önemli olsa da eksik ve dolayısıyla yanıltıcı olacağı hususudur.

Doğu Akdeniz, dünya ispatlanmış petrol rezervlerinin % 47’sini, doğal gaz rezervlerinin % 43’ünü barındıran Orta Doğu coğrafyasının; Akdeniz’e, Ege’ye, Karadeniz’e, Kızıldeniz’e ve Atlantik’e açılan kapısıdır. Benzer biçimde, Afrika’nın da adı sıralanan denizlere ve Türkiye’ye Akdeniz üzerinden erişim coğrafyasıdır. “Stratejik konumuna bağlı olarak, Türkiye’nin güvenliğinde en hassas dengelerinden birisini oluşturan Kıbrıs adası ise başta İngiltere, (Rusya, Çin, İsrail1) ve ABD olmak üzere Yunanistan, Güney Kıbrıs Rum Kesimi ve Avrupa Birliği ülkeleri açısından da stratejik ve askeri önemini korumaktadır.2

1 Yazarın ilavesi

2 Doğu Akdeniz’deki Gelişmeler: Postmodern Dönemde Realizmin Yeni Bir Tezahürü mü; Eyyub Kandemir, A.

Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2013

(2)

2

“Dünya ticaretinin yaklaşık olarak yüzde 30’u Akdeniz havzasından geçmektedir. Her gün ortalama 4 bin kargo ve ticaret gemisi Akdeniz’de seyir halindedir. Her yıl yaklaşık olarak 40 bin Rus ticaret gemisi, Türk Boğazları’ndan Akdeniz’e geçiş yapmaktadır…”3

Suriye coğrafyası, Katar ve İran’ın rakip doğal gaz ihraç boru hattı projelerinin çatışma alanı olarak öne çıkmaktadır. Katar’ın Suriye üzerinden Akdeniz’e ve/veya Türkiye’ye ulaşacak gaz boru hattı projesi yerine, İran’ın İran-Irak-Suriye güzergâhından Akdeniz’e ulaşacak rakip projesine destek veren Beşar Esad’ın o günden bu yana en büyük düşmanlarının ve Suriye’yi karıştıranların başında, Katar emir(ler)i gelmektedir.

Orta Doğu petrol ve doğal gazının Akdeniz’e stratejik önemdeki çıkış yollarından birisi de Bab-ül Mendeb Boğazı ve Kızıldeniz üzerinden Süveyş Kanalı’dır. Mısır’daki SÜVEYŞ KANALI, Kızıldeniz ile Akdeniz’i birleştirir. 2016’da, günde 3,9 milyon varil ham petrol ve rafine edilmiş ürün, Süveyş Kanalı’ndan taşındı. Kuzey yönündeki taşıma miktarı 2016’da günlük 300 bin varil artarken, güney yönündeki akış, 2009’dan bu yana ilk kez azaldı.

200 mil uzunluğundaki SUMED BORU HATTI, Kızıldeniz’den gelen petrolü, Mısır üzerinden, Akdeniz’e ulaştırır. Kapasitesi günde 2.34 milyon varildir ve gemilerin Süveyş Kanalı’ndan geçemediği durumlarda, Kızıldeniz’den Akdeniz’e geçişin tek yoludur. BAB-ÜL-MENDEB BOĞAZI, Afrika Boynuzu ile Orta Doğu arasında yer alır ve Akdeniz ile Hint Okyanusu’nu birleştirir. 2016’da taşınan ham petrol ve ürün miktarı, günde 4,8 milyon varile ulaştı (2011’de günde 3,3 milyon varil).

3 KIBRIS’TA SON SÖZ SÖYLENMEDİ Paneli, Türkiye Barolar Birliği, Ergün OLGUN (KKTC Cumhurbaşkanlığı E.

Müsteşarı ve Görüşmecisi), Türkiye Barolar Birliği Yayınları: 327, Eylül 2016, Ankara

(3)

3

“…Kıbrıs ise bu jeostratejik önem içerisinde; (petrol ve) doğalgaz kaynaklarına ve Akdeniz’e giriş-çıkışı sağlayan üç kapıdan biri olan Süveyş kanalına yakınlığı nedeniyle, bölgede enerji ve uluslararası ticaret güvenliğini ‘denetlemek için’ yerleştirilmiş olan İngiliz üslerinin ve Amerikalıların da birlikte kullandığı erken müdahale ile dinleme istasyonlarının konuşlandığı bir

(4)

4

noktada bulunmaktadır. Kıbrıs adası, ABD ve İngiltere’ye, ‘istikrarsızlık odaklarına’ yakınlığı ve olası krizlere erken müdahale ve ikmal olanakları verme olanağı taşımaktadır.4

İşin, hidrokarbon kaynaklarının paylaşımı ve taşıma güzergâhlarının kontrolü mücadelesinden bağımsız düşünülmemesi gereken askeri boyutuna kısaca değinecek olursak; Ağrotur (Akrotiri) İngiliz (NATO) üssünden kalkan NATO uçakları, Suriye’deki hedeflerine 15 dakikada ulaşıp, üslerine geri dönebilmektedirler. Buna karşın Rusya da bölgedeki varlığını hızla arttırmaktadır. Daha önce Tartus limanındaki askeri varlığını, Lazkiye üssü ile sağlamlaştıran Rusya, bölgeyi NATO’ya bırakmama konusunda kararlı görünmektedir.

Bu mücadelenin, bölgedeki hidrokarbon kaynaklarının geliştirilmesi ve Orta Doğu’daki kaynakların taşıma güzergâhlarını kontrol altında tutma mücadelesinden bağımsız olduğunu düşünmek ise en hafif deyimiyle saflık olacaktır.

Bu arada “küçük” bir not daha düşmekte yarar olabilir. İnşaatı, işletmesi, yakıt sağlanması ve kullanılmış yakıtın ne yapılacağı (atık yönetimi) gibi tüm boyutları ile Rusya’ya ait olan Akkuyu Nükleer Santrali (eğer gerçekleşecek olursa), Lazkiye ve Tartus üsleri ile bir stratejik üçgen oluşturmaktadır. Anlaşmanın5 12. Maddesi’nde (4. Fıkra: Yakıt, Atık Yönetimi ve Söküm) “Proje Şirketi, NGS’nin sökümü ve atık yönetiminden sorumludur.” denilmektedir. “Üçgenin” diğer ayağındaki Tartus üssü, Rusya’nın Suriye yönetiminden aldığı ayrıcalıklarla, nükleer gemilerin de üssü halindedir. Rusya ile Suriye arasındaki mutabakata göre, Tartus üssünde (Büyük Petro gibi) nükleer yakıtlı gemiler kalıp, hizmet alabilecektir. Rus tarafı, istediği silah ve mühimmatı, vergiden muaf olarak getirebileceğini ve Suriye tarafının, üsteki askeri faaliyetlere hiçbir biçimde

4 Kaynak: KIBRIS’TA SON SÖZ SÖYLENMEDİ Paneli, Türkiye Barolar Birliği, Mustafa Ergün OLGUN, Türkiye Barolar Birliği Yayınları : 327, Kıbrıs’ta Son Söz Söylenmedi, ISBN: 978-605-9050-28-9; Eylül 2016, Ankara

5 TÜRKİYE CUMHURİYETİ HÜKÜMETİ İLE RUSYA FEDERASYONU HÜKÜMETİ ARASINDA TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NDE AKKUYU SAHASI’NDA BİR NÜKLEER GÜÇ SANTRALİNİN TESİSİNE VE İŞLETİMİNE DAİR İŞBİRLİĞİ ANLAŞMASI

(5)

5

karışmayacağını teminat altına almış durumdadır. Bu noktada, Rusya’ya çok yakın konumdaki Sinop yerine, neden Akkuyu’nun seçildiği hususu, izaha gereksinim duyan bir soru olarak ortadadır. Türk Boğazları’ndan ve turizm cenneti Ege ve Akdeniz kıyılarından geçecek nükleer yakıt, Akkuyu’ya taşınırken büyük risk yaratacaktır. Lojistik açıdan çok daha uygun olan Sinop, su sıcaklığı nedeniyle de soğutma işlemleri için çok daha uygundur6. Dolayısı ile Rusya’nın (ve ona bu konuda ön açan NATO üyesi Türkiye’nin) Akkuyu tercihi, sorgulanmaya muhtaçtır.

Gerek ABD ve İngiltere başta olmak üzere NATO güçleri için ve gerekse Rusya için bu denli yaşamsal bir alan olarak algılanan ve buna paralel olarak askeri güçle yığınak yapılan Doğu Akdeniz ve Kıbrıs’ın öneminin, ülkemizde yeterince algılandığını ve gereğinin yapıldığını söylemek zordur.

Prof. İlber Ortaylı’nın kendine has üslubuyla dile getirdiği şu gerçekler, Kıbrıs’ın ve Doğu Akdeniz’in önemini yeterince değerlendiremeyenler için uyandırıcı olabilir: “Rusya, sizin burnunuzun dibindeki Suriye’ye yerleşiyorsa, biraz uyanmanızı rica ederim. Rusya bir kara devletidir, denizcilik tarihi üç asrı geçmez. … Ama unutmayalım; nükleer bir deniz gücüdür. İngiltere gelip de Doğu Akdeniz’de birtakım yerlere yerleşmiş, en başta Kıbrıs’ta üsler almışken, Amerika koca donanmasını oralarda gezdirirken, Almanlar bile nereden akıllarına geldiyse, oralara yerleşmek istiyorlarsa, Rusya da tabii kendine bir yer arayacak. Bizim de orada olmamız lazım, çünkü evimizin girişidir.7

Doğal Gazın Dünya ve Türkiye Enerji Tüketimindeki Konumu

Doğal gazın dünya enerji tüketimindeki payı, verimliliğine ve diğer fosil yakıtlardan daha az sera gazı salmasına bağlı olarak artıyor. Halen, dünya enerji tüketiminde doğal gazın payı yaklaşık %

6 Bu satırların yazarı, mevcut koşullarda, çok sayıda teknik, ekonomik ve stratejik nedenlerle, sadece Akkuyu’da değil, Sinop ve/veya herhangi bir yöremizde (mevcut koşullarda) bir nükleer santral inşasına karşıdır.

Vurgulanmaya çalışılan, Ruslar’ın Akkuyu tercihinin arkasındaki olası nedenlere işaret etme gereksinimidir.

7 “KIBRIS’ta SON SÖZ! KİM SÖYLEYECEK? (Panel konuşmaları)” 05.01.2017, İstanbul

(6)

6

23,4. Uluslararası Enerji Ajansı’na göre, önümüzdeki yıllarda, enerji tüketiminde petrol ve kömürün payı azalırken, doğal gazın payının artması bekleniyor.

Tükettiği enerjinin % 28,2’sini, elektriğin (diğer kaynakların yıllık potansiyellerine ve piyasa

koşullarına göre değişen oranlarda) % 38 ile 48’ini doğal gazla karşılarken, bu kaynağı

neredeyse tamamen (% 99,7’sini) ithalatla karşılayan Türkiye içinse Doğu Akdeniz ve Kıbrıs

çevresindeki gelişmeler, doğal olarak yaşamsal önemdedir.

(7)

7

Anlaşılacağı gibi doğal gaz, halen Türkiye enerji tüketiminin en kritik ve stratejik kaynağı konumundadır. Daha yalın bir anlatımla Türkiye, enerji (ve elektrik) tüketiminde çok yüksek payı olan doğal gazda dışa bağımlı bir ülkedir. Söz konusu bağımlılık, hem ekonomik güvenliğimiz, hem de bağımlı olduğumuz ülkeler dikkate alındığında enerji arz güvenliğimiz açısından ciddi bir risk oluşturmaktadır. Buna karşın ülkemizin büyük bölümü yenilenebilir olan (güneş, rüzgâr, jeotermal, biyoyakıt) kaynakları, atıl beklemektedir.

Doğal gaz ithalatımızın yaklaşık % 52’sini Rusya’dan, % 17’sini İran’dan yaparken, dış

politikamızdaki mevcut tercihlerimizin, enerji arz güvenliğimizi riskli konuma getirdiğini de

(8)

8

dikkate alırsak; Doğu Akdeniz doğal gaz keşiflerinin, ithal kaynaklarımızı çeşitlendirmek açısından da önemli bir potansiyel sunabileceğini söyleyebiliriz.

Ancak hemen vurgulanması gereken bir diğer husus, mevcut politikalar çerçevesinde;

Doğu Akdeniz jeopolitiğinin de Türkiye için olumlu bir ortam sunduğunu söylememizin mümkün olmadığı hususudur. Doğu Akdeniz’deki kıyıdaş ülkelerin hemen hepsiyle, ciddi sorunlarımız vardır. Münhasır Ekonomik Bölge anlaşmazlığı başta olmak üzere, tüm kıyıdaş ülkelerle çatışan çıkarlarımızın ve farklı tehdit algılamalarının varlığı anımsanırsa, Doğu Akdeniz gazının da kısıtlı bir seçenek olduğu açıktır.

Doğu Akdeniz’de Son Dönemlerdeki Önemli Doğal Gaz Keşifleri

Dünya doğal gaz rezervleri, Haziran 2018’de yayınlanan BP Statistical Review of World Energy belgesindeki veriler dikkate alındığında 193,5 trilyon metreküp olarak verilmektedir. Son yıllarda ağırlıklı bölümü İsrail ve Mısır denizel alanlarında yapılan keşiflerde yeni rezervler olarak ortaya konulan üretilebilir doğal gaz rezervleri yaklaşık 2 trilyon metreküp civarındadır. Bunların yanı sıra, henüz aranmamış, ancak eldeki sismik ve jeolojik verilerin analizi ile, bölgedeki olası doğal gaz rezervleri, (örneğin) United States Geological Survey (USGS) tarafından, yaklaşık 10 trilyon metreküp civarında tahmin edilmektedir. Bu miktarın büyük bölümünün (6,3 trilyon metreküp gaz) Mısır denizel alanında ve özellikle Nil Baseni’nde yer aldığı da gene USGS tarafından öne sürülmektedir.

Doğu Akdeniz havzasında son yıllardaki en önemli keşifler, İsrail ve Mısır denizel

alanlarında olmuştur. Lübnan ve Suriye denizel alanları ise henüz aranmamış diğer

(9)

9

potansiyel alanlardır. Türkiye için İskenderun Körfezi ve Alanya açıkları, benzer bir (spekülatif) potansiyele sahiptir.

Kıbrıs’ın güneyindeki Afrodit sahasındaki keşif ise Kıbrıs adasındaki iki toplum açısından önemli olmakla birlikte, Rum kesiminin müzakerelerde “havuç ve sopa” taktiği ile kullanmasına alt yapı sağlayamayacak kadar sınırlı bir rezervdir. Kaldı ki söz konusu sahada, KKTC’nin de Birleşmiş Milletler tarafından tescil edilmiş; siyasi eşitlik, eşit egemenlik ve iki kesimlik ilkelerini çerçevesinde, bu kaynaklarda eşit hakkı vardır. Bu hak, sadece “paylaşım” hakkı değil, kaynakların aranması ve geliştirilmesi sürecinde de birlikte hareket edilmesini gerekli kalan eşitlikten kaynaklanan haklardır.

İsrail’in denizel alanında, başta Leviathan ve Tamar sahaları olmak üzere, bugüne kadar keşfedilen ispatlanmış doğal gaz rezervleri toplamı yaklaşık 1 trilyon metreküptür. Bu miktarın % 60’ının İsrail’in gereksinimi için kullanılması ve kalanının ihracı planlanmaktadır.

Ekonomik değerlendirmeler, mevcut koşullarda, İsrail ve sahanın hissedarı şirketler açısından tartışmasız en uygun “pazarın”, Türkiye olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla, İsrail ile yeniden geliştirilmeye çalışılan ilişkiler sürecinde, “üstten alması” gereken taraf İsrail değil, Türkiye’dir. Ancak kimi özel şirketlerin çıkarları temelinde, bu üstün konumun, gereğince kullanılamaması riski mevcuttur. İsrail tarafı, elini güçlü göstermek için, diğer Pazar olanakları arasında Filistin, Ürdün ve Mısır’ı da saymaktadır. Ne var ki Filistin ve Ürdün piyasaları son derece sınırlıdır. Mısır ise son dönemde çok ciddi gaz keşifleri yaptığı için, İsrail gazına gereksinim duymamaktadır. Diğer yandan hem Filistin’de hem de Ürdün’de geniş halk kitleleri, İsrail ile yapılacak doğal gaz ticaretine büyük tepkiler vermektedir. Bu nedenle de imzalanmış mutabakatların hayata geçirilmesi kolay görünmemektedir.

İsrail, doğal gazının Türkiye’ye taşınması için hevesli Türk şirketler nezdinde, çok yönlü çalışmalarını hızlandırmıştır. Aslında bu tür çabalar, Mavi Marmara krizi döneminde de kesilmemişti8. İsrail, Akdeniz’in altından geçecek bir boru hattı ile gazın önce Türkiye’ye ve sonra da Avrupa’ya taşımayı, en uygun seçenek olarak değerlendirmektedir. Bu projede “GKRY’den ya da kıyıdaş diğer ülkelerin Münhasır Ekonomik Bölgeleri’nden (MEB) geçiş için onaya gerek olmadığı” da İsrail tezleri arasındadır. Bu tez, GKRY’nin böylesi “rakip bir proje”yi, “MEB’imizden geçemezsiniz” diyerek engelleme riskini de zayıflatmaktadır.

Gene de son tahlilde, İsrail denizel alanında doğal gaz üreten şirketler açısından en uygun Pazar, gazın satış fiyatı ile üretim maliyeti arasındaki fark düşünüldüğünde, öncelikle İsrail iç piyasasıdır.

Her ne kadar Türkiye’nin güneyinden girecek (ister boru hattı, isterse sıvılaştırılmış gaz) İsrail gazı, kâğıt üzerinde mantıklı bir seçenektir. Ancak burada da Leviathan ve diğer sahalarda üretilen gazın maliyetine, ihraç alt yapısı ve işletme maliyeti eklendiğinde; İsrail gazının Rusya, İran ve Azerbaycan’dan gelen gazın fiyatı ile rekabet etmesi çok zor görünmektedir. Dolayısı ile mevcut koşullarda, İsrail gazının Türkiye’ye ihracının önündeki en önemli engel, Türkiye – İsrail ilişkilerindeki gerginlikler gibi görünse de, gazın Türkiye’ye eriştiği noktadaki maliyetin de çok önemli bir engel oluşturduğu not edilmelidir.

Mısır’ın

ise başta Zohr sahası olmak üzere, son yıllardaki doğal gaz keşifleriyle, “gaz ihracı için uygun bir ülke” konumundan çıktığını söylemek abartılı olmayacaktır. İsrail gazının ihracında bir diğer temel sorun, sahaları işleten şirketlerin, İsrail iç piyasasında elde ettikleri satış fiyatını, ihraç etmeyi umdukları ülkelerde sağlayabilmelerinin hayli zor olmasıdır.

8 İsrail ile ilişkiler, yeniden bir kriz dönemine girmiş ve 15 Mayıs 2018’de Gazze sınırındaki olaylar nedeniyle Dışişleri Bakanlığı’na çağrılan İsrail Büyükelçisi Eitan Naeh’e, “Bir süre Tel Aviv’e dön” denilmiştir.

(10)

10

Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) ise Afrodit sahasında gerçekleştirdiği gaz keşfini, KKTC ile sürmekte olan müzakerelerde, bir silah olarak kullanmaktadır. “Eğer bizim dikte ettiğimiz koşullarla anlaşmayı kabul ederseniz, o zaman bu ‘zenginlikten’ size de pay veririz” diye özetlenebilecek; deyim yerindeyse, hukuksuz ve küstah diye tanımlanabilecek bir tavır içindedir.

Bu rahatlığının ardında da AB’nin çok açık, ABD’nin biraz daha örtülü desteği vardır. Hatta “ikinci bir bahar yaşanmaya çalışılan” Rusya da son tahlilde, GKRY’yi destekleyen bir politika izlemektedir.

Ancak belirttiğimiz gibi, mevcut koşullarda, Afrodit sahası rezervleri, ne doğrudan Yunanistan’a gidecek bir boru hattına, ne de LNG terminali inşası ile LNG pazarlamasına yetecek miktarda gaz içermemektedir. Ve bu sahada KKTC’nin de eşit hakları vardır. Mısır’da Zohr sahası ve onun ardından yapılan yeni keşiflerle (Nooros, Baltim, vb.), Afrodit gazının Mısır’a ihracı da pek mümkün görünmemektedir. Afrodit sahasının öncelikle her iki toplumun gereksinimine yönlendirilmesi ve geliştirilmesinin de KKTC ve GKRY tarafından birlikte planlanması gerekli görülmektedir.

Ancak Afrodit sahasının dışında yeni keşifler olması durumunda, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY)’nin fiili durum yaratarak ve AB desteğini alarak koşulları zorlaması mümkündür. Nitekim GKRY ve onların bir süre önce hidrokarbon arama ve üretimi için lisans verdikleri şirketlerden İtalyan ENI, GKRY’nin 6. Blok olarak adlandırdığı alanda, Kalipso 1 kuyusunu açtıklarını ve önemli bir gaz keşfi yaptıklarını duyurdular. Bu açıklamanın ardından da ENI’ye ait Saipem 12000 sondaj platformu, 6. Blok’taki sondajını tamamlayarak, Rumların 3. Blok olarak tanımladıkları alanda da sondaj yapmak üzere, bölgeye hareket etti. Ancak bu sondajın yapılacağı alanı da içeren bölgede,

“9 - 22 Şubat 2018 tarihleri arasında askeri eğitim ve atış talimleri yapacağını” ilan etmiş (NAVTEX) olan Türk Donanması’na ait gemilerin uyarısı ile 15 deniz mili uzağa çekilmek zorunda kaldı.

Türkiye’nin sürekli olarak askeri yöntemlerle bölgedeki gelişmelere müdahale etmesi yerine, bu yöntemi elden bırakmadan, gerek TPAO’nun yeniden güçlü bir şirket olarak yapılandırılması ve dış politikada da daha etkin bir çizgi izlenmesi yollarını, dağarcığına eklemesinin zamanı gelmiş ve geçmektedir.

Münhasır Ekonomik Bölge Sorunu

Bilindiği gibi Doğu Akdeniz’deki kıyıdaş ülkelerin tümünün, üzerinde uzlaşabildikleri bir Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) anlaşması yoktur. Kimi kıyıdaş ülkeler arasında bazı anlaşmalar olsa da Türkiye bunların hiçbirini kabul etmemektedir. Bu durumda da iş; fiili durumlarla, “oldu - bitti”lerle ve bunlara gösterilen tepkilerle yürütülmektedir.

Münhasır Ekonomik Bölge (MEB), 1982 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi ile düzenlenmiştir. MEB, kıyı devletine; kıyıdan başlayarak açık denize doğru en fazla 200 deniz mili kadar uzanan bölgede, gerek deniz yatağı altında, gerekse içerisinde, bazı egemenlik haklarının tanınmasını içeren bir kavramdır (Hüseyin Pazarcı).

Ancak, eğer Karadeniz, Ege ve Akdeniz’de olduğu gibi, kıyıdaş ülkelerden açık denize

çizilecek 200 millik (yaklaşık 380 kilometre) mesafe, bir diğer kıyıdaş ülkenin 200 millik

mesafesiyle çakışıyorsa, bu durumda kıyıdaş ülkelerin ortaklaşa bir çözüme ulaşmaları

beklenir. Doğu Akdeniz’de özellikle Türkiye’nin durumu açısından, böylesi bir uzlaşı söz

konusu değildir. Dolayısıyla, Kıbrıs adası civarındaki hidrokarbon arama faaliyetleri, sürekli

sorunların ve çatışmaların konusu olmaktadır.

(11)

11

Türkiye, hakkaniyet ilkeleri çerçevesinde aşağıdaki haritada belirlenen denizel alanı, kendi Münhasır Ekonomik Bölgesi olarak kabul etmekte ve bu alanda diğer ülkelerin yaptığı hak gasplarına karşı çıkmaktadır.

(12)

12

AB’nin hukuksuz biçimde GKRY’ni, adanın tek yetkili “devleti” varsayarak, Kıbrıs Cumhuriyeti olarak AB’ye alması, yaşanmakta olan haksız ve hukuksuz tüm gelişmelerin tetikleyicisidir. AB, GKRY ve Yunanistan’ın hakkaniyete uygun olmayan MEB iddialarının, tüm gücü ile arkasındadır.

(13)

13

Yunanistan ve GKRY, Meis adası gibi adalara da MEB tanıyarak, Türkiye’nin açık denizlere erişimini kesmeye ve Türkiye Münhasır Ekonomik Bölgesi’ni İskenderun Körfezi ile sınırlandırmaya çalışmaktadır. AB açıktan, ABD ise daha “diplomatik” boyutta, Yunan ve Rum politikasına destek vermektedir.

Oysa adanın üzerindeki ve karasuları içerisindeki tüm zenginlikler, eşit biçimde her iki topluma aittir. Buna karşın Rumlar, daha önce adanın güneyinde 12. Blok olarak tanımladıkları alanda keşfedilen Afrodit sahasındaki gaz rezervini, tek taraflı ve fiili olarak kullanmaya çalışmaktadırlar. Üstelik bu sahada var olduğu söylenen yaklaşık 125 milyar metreküp civarındaki gazın varlığını da KKTC ile yürütülmekte olan “çözüm sürecinde”, sopa ve havuç stratejilerinin aracı olarak kullanmaktadırlar. Bir yandan “Çözüm(!)” süreci dillendirilirken, diğer yandan Rumlar, tüm uyarılara karşın, farklı tarihlerde gerçekleştirdikleri 3 ayrı ihale ile adanın etrafındaki potansiyel gaz sahalarını, uluslararası şirketlere (tek taraflı olarak) açmışlardır. Amaç, sadece fiili bir durum yaratarak, tüm ada halkına ait hidrokarbon varlıklarının üzerine oturmak değildir. Buna ek olarak; dev petrol şirketlerini ve onların arkasındaki devletleri yanlarına çekerek, pozisyonlarını güçlendirme peşindedirler. Son ihalede ExxonMobil (ABD), TOTAL (Fransız), ENI (İtalyan), Kogas (Kore) ve Türkiye’nin son yıllardaki “yapışık kardeşi” Katar’ın Qatar Petroleum’u lisans almış durumdadır. Henüz bu “yapışık kardeşimize”, Türkiye’deki yetkililer tarafından,

“Orada ne işin var?” diye sorulduğuna dair bir duyumumuz yoktur.

Türkiye’nin bölgedeki hukuksuz uygulamalara karşı 3 temel itirazı söz konusudur

9

: Birincisi: GKRY’nin tek taraflı olarak “KIBRIS devleti” olarak kabulü,

9 Kaynak: The Cyprus Hydrocarbons Issue: Context, Positions and Future Scenarios; PRIO Center, 2013

(14)

14

İkincisi: GKRY’nin tek taraflı olarak deniz yetki alanı belirlemesi, uluslararası şirketlere denizel alanda lisans vermesi,

Üçüncüsü: Türkiye’nin Akdeniz’deki Münhasır Ekonomik Bölge iddiası ile GKRY’nin MEB iddiasının, birçok bölgede çakışma/çatışma arz etmesi.

Mevcut GKRY faaliyetleri (hidrokarbon arama, ihraç, vb.) uluslararası hukuka, hakkaniyet ilkelerine aykırıdır ve Kıbrıs’lı Türklerin haklarının gaspı niteliğindedir.

YAPILAN KEŞİFLERLE BULUNAN KAYNAKLAR, TÜM KIBRIS HALKINA AİTTİR. NASIL GELİŞTİRİLECEĞİ DE BİRLİKTE BELİRLENMELİ VE UYGULANMALIDIR.

KKTC’nin itirazlarını ise aşağıdaki gibi özetlemek mümkündür:

“Güney’deki yönetim, kıyıdaş ülkelerle kendi başına MEB anlaşması imzalama hakkına sahip değildir. GKRY, bu konuda KKTC ile işbirliği yapmak zorundadır.” (Rauf Denktaş, 2011)

“1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’nin eşit ortakları olan ve gelecekteki geniş kapsamlı bir anlaşma ile yeniden Kıbrıs’lı Rumlar’ın siyasi eşitleri olacak olan Kıbrıs’lı Türkler, [. . .] Kıbrıs’ın doğal kaynakları, kara ve deniz sahaları üzerinde eşit haklara ve söz söyleme hakkına sahiptirler [. . .]” “Uluslararası toplumun ve özellikle AB’nin GKRY’nin hidrokarbon faaliyetlerini desteklemesi, AB’nin 2004’de Rumları tek taraflı olarak topluluğa kabul etmesi benzeri, bir büyük muhakeme hatasıdır.” (M. Ali Talat, 2007)10

“Kıbrıs Rum tarafının, bugün çözüme hazır değilse bile, doğal gaz konusunda diyalog yoluyla ara formüller üzerinde Kıbrıslı Türklerle anlaşma yolunu bulması gerekmektedir. Aksi takdirde olacak olan şudur: Nasıl ki onlar bu alanlarda kendilerini yetkili görüp bu araştırmayı yapıyorlar, Kıbrıslı Türkler de, Türkiye ile işbirliği ve dayanışma içerisinde aynı çabaya girecektir. Türkiye ile işbirliği içerisinde Türkiye’nin bir süre önce aldığı sondaj gemisi ile bu arama faaliyetlerine elbette biz de gireceğiz, çünkü bu zenginlik ortak bir zenginliktir. Rumların tek başlarına malı değildir.”11 (KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı, 2018)

Nitekim TPAO, geçtiğimiz yılın sonlarında Güney Kore yapımı DeepSea Metro 2 adlı derin deniz sondaj gemisini satın aldı ve Fatih adı verilen gemi, ilk sondajını Alanya açıklarında yapmak üzere, Antalya Limanı’nda demirledi12.

Türkiye ve KKTC’nin Doğu Akdeniz’deki hukuksuz uygulamalara karşı tepkileri 3 ayrı/farklı uygulama biçiminde ortaya konulmaktadır.

Birincisi, Türkiye’nin (Petrol İşleri Genel Müdürlüğü aracılığı ile) TPAO’ya verdiği ruhsat alanlarına yönelik bir tecavüz söz konusu olduğunda, buna askeri güç dahil karşı çıkılmaktadır.

İkincisi, KKTC’nin TPAO’ya verdiği ruhsat alanlarına yönelik bir tecavüz varsa, burada da (son olarak ENI’ye ait Saipem 12000 sondaj platformu, Rumların 3. Blok diye tanımladığı bölgedeki Cuttlefish prospektine yöneldiğinde), geçtiğimiz aylarda da görüldüğü gibi, gene askeri “müdahale” söz konusu olmaktadır.

Üçüncüsü ise, Rumlar’ın tüm ada sadece kendilerine aitmiş gibi hareket ederek; Kıbrıs adası çevresinde, Türkiye ya da KKTC tarafından TPAO’ya verilmemiş bölgelerde arama yapmaları durumunda, buralarda bulunabilecek hidrokarbon varlıklarının her iki topluma ait olduğunu öne sürerek, diplomatik çıkış yapılmaktadır.

10 Kaynak: The Cyprus Hydrocarbons Issue: Context, Positions and Future Scenarios; PRIO Center, 2013

11 Kaynak: Akıncı: "Kıbrıs Rum tarafının doğal gaz konusunda Kıbrıslı Türklerle anlaşma yolunu bulması gerekiyor", 18 Şubat 2018, Kıbrıs Postası

12 5 Haziran 2018, İhlas Haber Ajansı

(15)

15

Yukarıdaki haritada13 Türkiye’nin TPAO’ya verdiği ruhsatlar beyaz renkli “TPAO” ibaresi ile, KKTC’nin TPAO’ya verdiği ruhsatlar A’dan G’ye harflerle (mavi) ve GKRY’nin verdiği ruhsatlar ise 1’den 13’e (turuncu) kadar rakamlarla gösterilmiştir. Kalipso ( Calypso) keşfi, TPAO ruhsatlarının dışında yer alırken, Türk Donanması’nın NAVTEX ilan ederek fiili olarak Saipem 12000’in faaliyetlerinin önünü aldığı alan ise, Rumlar’ın 3. Blok olarak adlandırdığı, buna karşın KKTC’nin TPAO’ya F Blok’u adı altında verdiği ruhsat alanın ile birebir çakışmaktadır.

Saipem 12000’in 3. Blok’a doğru seyrettiği sıralarda T. C. Dışişleri Bakanlığı, “Kıbrıs Adası’nın ortak sahibi olan Kıbrıs Türkleri’nin, doğal kaynaklar üzerindeki asli haklarını hiçe sayan GKRY, tüm uyarılarımıza rağmen Doğu Akdeniz’deki tek taraflı hidrokarbon faaliyetlerini sürdürmektedir. Bu çerçevede son olarak, GKRY’nin sözde münhasır ekonomik bölgesindeki 3 numaralı parselde çalışmalara başlanmasının amaçlandığı görülmektedir.

… Üçüncü ülkelerde yerleşik şirketlerin, GKRY ile hidrokarbon alanında işbirliği yapmak suretiyle Rum tarafının yapıcılıktan uzak ve Kıbrıs meselesinin çözümü önünde ciddi bir engel teşkil eden söz konusu tavrını desteklememelerini beklediğimizi de önemle vurgulamak isteriz.” içeriğinde bir uyarı yaptı.

Bilindiği gibi Doğu Akdeniz’deki kıyıdaş ülkelerin tümünün, üzerinde uzlaşabildikleri bir Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) anlaşması yoktur. Kimi kıyıdaş ülkeler arasında bazı anlaşmalar olsa da Türkiye bunların hiçbirini kabul etmemektedir. Bu durumda da iş; fiili durumlarla, “oldu - bitti”lerle ve bunlara gösterilen tepkilerle yürütülüyor.

13 Harita, “gölge CIA olarak adlandırılan Stratfor tarafından yayınlanmış; tarafımdan daha anlaşılır hale gelmesi için geliştirilmiştir.

(16)

16

Ne Yapmalı?

GKRY, başta AB ve ABD olmak üzere çok sayıda ülkenin desteğiyle, bu oyunu KKTC’ye göre çok daha profesyonel biçimde oynamaktadır. Rusya ve İsrail, bölgedeki çıkarları nedeniyle bölgede yapılan askeri tatbikatlarda GKRY ve Yunanistan ile birlikte hareket etmektedirler. Rusya, Türkiye ve Yunanistan arasında, kendi adına bugüne kadar başarılı olarak tanımlanacak bir denge politikası izlemektedir. Sisi yönetimindeki Mısır, gene GKRY ve Yunanistan kampının en sadık müttefikleri arasında yerini almış durumdadır. Doğu Akdeniz’deki diğer kıyıdaş devletler olan Suriye ve Lübnan da Türkiye’deki iktidarın izlediği politikalar nedeniyle, son tahlilde bize karşı ve diğer kampın yanındadır. Bu denklemin, mevcut dış politika uygulamaları ile lehimize dönmesi olanaksız görünmektedir.

Kıbrıs’lı Rumlar, yerel ve uluslararası medyayı son derece etkin kullanarak, KKTC üzerinde psikolojik üstünlük sağlamaktadırlar. Dünyada Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’e yönelik yapılan uluslararası toplantıların çok büyük bölümü, Yunanlı/Rum düşünce kuruluşları tarafından organize edilmektedir. Afrodit sahası rezerv miktarının şişirilmesi, bu oyunun bir diğer ayağını oluşturmaktadır. Başlangıçta 198 milyar metreküp olarak ilan edilen rezerv, bir yıllık süre içinde, (bağımsız analizlerin de katkısıyla) neredeyse yarı yarıya düşerek, 103 milyar metreküpe inmiştir14. Ada halkının gereksinimi için yıllarca yeterli olabilecek bu miktar, Rum tarafının tek başına ve Türkiye’yi “by-pass” ederek ihraç etmesine olanak verecek kapasitenin çok altındadır. Buna karşın Rum tarafı, sanki ekonomik olarak yapılabilirmiş gibi, Akdeniz’in 2000 metreyi aşan su derinliklerinden geçeceği varsayılan binlerce kilometrelik boru hattı ile gazın Yunanistan’a ihracı, ya da LNG terminalleri inşa ederek sıvılaştırılmış gaz olarak ihracı gibi ekonomik olmayan fantezileri, “havuç” olarak sallandırmaktadır! Oysa 250 milyar metreküpün altındaki bir (üretilebilir) doğal gaz rezerv hacminin, tek bir LNG terminali için ekonomik alt sınır olduğunu, bu tür projelerde ise en az iki adet üniteye gereksinim olduğu bilinmektedir. Ancak eksiğimiz, KKTC (hatta Türkiye) tarafında, bu konuları profesyonelce ve tüm boyutlarıyla (teknik, ekonomik, hukuki, siyasi, vb.) takip eden bir yapının, yıllardır yapılan tüm önerilere karşın hayata geçirilememiş olmasıdır.

Kıbrıs’ta sürdürülmekte olan müzakerelerde öncelik, “atın önüne araba konması” örneğindeki gibi, “toprak tavizi/pazarlığı” konusunda düğümlenmiş görünmektedir15. Oysa Türk tarafı için yukarıda değinilen stratejik önemdeki konular; Kıbrıs Türk toplumu ve Türkiye’nin güvenliği için yaşamsal önemdeki hakların (garantörlük, egemenliğe sahip iki kesimli devletin var olması, Cumhurbaşkanı Yardımcısı’nın veto yetkisini taşıması, iki meclisli yapı, vb.) öncelikli olarak sağlanmasını yaşamsal kılmaktadır. Rum tarafının doğal gaz konusunda yarattığı fiili durum da aynı biçimde, “atın önüne arabanın konulması” yaklaşımıdır. Burada da, eğer gerçekten çözüm isteniyorsa, yapılması gereken, her iki toplumun, hidrokarbon arama, saha geliştirme, üretme ve pazarlama süreçlerini, eşit biçimde birlikte planlaması ve projelendirmesidir. Böylesi bir yaklaşım, hukuka ve hakkaniyete çok daha uygun olacağı gibi, birlikte çalışma pratiği, çözümün önünü açabilecek işlevsel bir anahtar görevi yapabilir.

KKTC ve Türkiye’ye düşen görev, her iki devletin bu konuda yetkin kadrolarını bir araya getirerek;

işin teknik boyutunun yanı sıra ekonomik, hukuki, siyasi ve diğer boyutlarını bütünleşik bir şekilde ve sürekli değerlendirecek ve doğal kaynaklar stratejisine yön gösterecek yeni bir yapılanmaya gidilmelidir. Bu yapılanma, KKTC ve Türkiye’den belirlenecek ikişer üniversitenin katkıları, kamu ve özel sektörden konunun uzmanı isimlerin de katılımı ile KKTC’de yerleşik bir Enerji Politikası Merkezi biçiminde oluşturulabilir. Görüşlerimizin en geniş biçimde KKTC ve Türkiye’nin yanı sıra, uluslararası planda da yayılması için etkin bir iletişim alt yapısı da kurulmalıdır.

14 Kıyaslama yönünden bir fikir vermesi bakımından, Türkiye’nin bir yılda tükettiği gaz miktarı (2016’da) yaklaşık 48 milyar metreküptür.

15 “Kıbrıs müzakereleri: 'Türk tarafına yüzde 29 civarında toprak'”, http://www.bbc.com/turkce/38792672, 30 Ocak 2017;

(17)

17

Türkiye tarafında yapılması gereken en önemli işlerden birisi ise, TPAO’nun 1980’li yıllardan önce olduğu gibi, dikey bütünleşik bir şirket olarak yeniden yapılandırılmasıdır. BOTAŞ da gene önceki yıllarda olduğu gibi, TPAO ile birleşmeli ve petrol/doğal gaz sektörümüzde “ulusal bir şampiyon”

yaratılmalıdır. Dünyadaki bütün enerji şirketleri (BP, Shell, Exxon, Rosneft, Gazprom, PDVSA, CNNOC, Petrobras, Aramco, vb.) dikey bütünleşik şirketlerdir. Oysa TPAO ve BOTAŞ, Türkiye Varlık Fonu’na bağlanmıştır ve özelleştirme sürecindedirler. Personel bakımından son derece zayıf konuma getirilmişlerdir. Barbaros Hayrettin Paşa ve Fatih gibi arama ve sondaj amaçlı gemilerin satın alınması, Akdeniz’deki yalnızlığımıza bir çare gibi düşünülmüş olabilir. Ancak bu gemileri işletecek olan yetkin denizcilerimiz gibi, aramayı ve elde edilecek verileri değerlendirecek olanlar da yetişmiş, birikimli ve liyakat sahibi petrolcü teknik elemanlardır. Tüm bu kadrolarımız, yanlış politikalar sonucunda kurumlarından büyük oranda uzaklaştırılmışlardır. Dolayısıyla TPAO ve BOTAŞ’ın birleştirilmesi, özerk ve dikey bütünleşik bir şirket çatısı altında birleştirilmesi en acil görevimizdir. Bunun ardından, denizlerimizdeki arama faaliyetleri sürecinde, birçok genç mühendise, enformasyon teknolojisi uzmanlarına, ekonomistlere istihdam alanı yaratılacaktır.

TPAO bizleri yetiştiren bir büyük okuldur. Aynı misyonuna bir an önce kavuşturulmalıdır.

Referanslar

Benzer Belgeler

Türk basma kitapçılığı Avrupa milletlerinin- kine bakarak çok geç başlamasına rağmen iyi bir gelişme göstermiş ve ileri çizgiye ulaşmıştır. halkın

Bu makalede, Konya iline bağlı Sarayönü ilçesinin Ladik kasabasında yaşamış olan, halk arasında La- dikli Ahmet Ağa olarak da bilinen Ahmet Elma’nın hayatı etrafında

Rum Yönetiminin uluslararası politikada Doğu Akdeniz Hidrokarbon alanlarını kendi inhisarında göstermeye çalışmakta ve buna yönelik olarak ikili antlaşmalarla Münhasır

İşte Kıbrıs Türkleri, Mustafa Kemal’in kurduğu cumhuriyeti, Türk bayrağı ve Atatürk resimlerinin asılmasının yasaklandığı, Türkçe.. Pazar 4

The students were reminded that “if the measure is 3/4, it consists of 3 quarter notes, whereas it consists of 3 half notes if the measure is 3/2.” Afterwards, the students were

24, 48, 72 saat kuru- maya bırakılan örneklerden yapılan ekimlerden elde edilen AMHB sayısında 6 saat kurumaya bırakılan örneklerden yapılan ekimlerden elde edilen AMHB

How to provide sufficient support to families for caregiving at home, and how to deal with the barrier of accessibility to nursing home services should be two major concerns for

Şekil 29: 19 no’lu olgunun supratentorial yapılar çıkarıldıktan sonra superiorden alına kesitte sağda medial bölgede, solda lateral bölgede tentorial sinüs