CHARLES LİNDHOLM
KADINLARIN İKİRCİL
DURUMLARI
Kadınların dünyası saklı, özel ve önce baba evinin duvarları, sonra da koca ve ailesiyle birlikte
yaşanılan yerle kuşatılmış bir dünyadır. Burası meşhur ‘harem’dir.
Bir erkek, aile şeceresini anlatırken sadece erkek atalarından söz ederdi, sanki soy tek başına erkek tarafından sürdürülüyormuş gibi.
Kadınlar sadece saklı tutulmakla kalmaz, aynı zamanda ikinci sınıf muamelesi de görürler.
Swat’ın Peştûlarına göre kadınlar akıl ve beğeni yetisinden yoksundurlar; onlar ayrı bir insan
türüdür; yani doğal olarak aptal, tembel,
güvenilmez, kirletici, inatçı, duygusal, bencil, geveze, açgözlü ve doğuştan ahlaksız bir tür.
Ortadoğu Bilincinde Kadınlar
Ulema da, gerçek bir Müslüman dünyasında
kadının bağımlı statüsünün Tanrı takdiri olduğunu ilan etmekle, onun erkekler tarafından yaygın
olarak aşağılanmasını pekiştirmiş oluyordu.
Ulema bu düşüncelerini, şu hadislere dayandırır;
“Bir kadına iktidarı emanet eden asla refaha
eremez” ve “namaz kılan müminin önünden köpek, eşek, kadın geçerse namaz bölünmüş olur.”
Ayrıca Kuran'ın şu buyruğuna da işaret eder:
“Erkekler kadınlar üzerine hâkim dururlar. Çünkü bir kere Allah birini diğerinden üstün yaratmıştır.
Bir de erkekler mallarından (kadınlara) nafaka verirler... Geçimsizliklerinden korktuğunuz
kadınlara gelince, önce onlara nasihat verin. Sonra onları yataklarında (yalnız) terk edin! (Yine
dinlemezlerse), dövün!”
Kadının ikincilliğinin, erkeklerin karılarını kolayca boşamalarına izin veren, buna karşılık kadınların boşanmaya kalkışmalarını yasaklayan Şeriatta da kurallara bağlandığı görülmektedir.
İslam'da erkek dört kadınla evlenebilirken, kadın sadece tek erkekle evlenebilir; hukuken kadının
tanıklığı erkeğin tanıklığının yarısı kadar geçerlidir;
kadına ödenen kan parası erkeğe ödenenin yarısı kadardır; yine kadının miras hakkı erkeğinkinin yarısı kadardır
Tüm bu olumsuz faktörler göz önünde tutulursa, Ortadoğu'nun her yerinde, erkek çocuğun
doğumunun sevinç nidalarıyla, kız çocuğununkinin
ise matem sessizliğiyle karşılanması hiç de şaşırtıcı
değildir.
Sufiler ve Ortodoks olmayan diğer gruplar, özellikle kadının katılım göstermesini ve kadına karşı
eşitlikçi tutum içinde olunmasını isterlerdi; İşte bunlar, toplumun geniş kesiminin bu gruplara
kuşkuyla bakmasına neden olan başlıca etkenlerdi.
Kadınla temellendirilmiş birlik içinde bir cemaat imgelemi, mecazi olduğu kadar toplumsal bir
gerçeği de yansıtmaktadır. Örneğin Carla Makhlouf, Yemen'de şehirli kadınların, her gün birinin evinde toplanıp dans ettiklerini, şarkı söylediklerini,
dedikodu yaptıklarını, sigara içtiklerini ve
erkeklerin kalabalık, eşitlikçi ve kimsenin birbirine güvenmediği renksiz toplantılarına hiç
benzemeyen, kimsenin kendini sınırlandırmadığı bir
atmosfer içinde eğlendiklerini anlatır.
İslam öncesi zamanlarda, kadınlar kocalarının ya da babalarının malı addedilir ve bir mal gibi miras
bırakılabiliyorlar ya da satılabiliyorlardı.
Kadına tanınan miras hakkının erkeğinkinin yarısı kadar olması, kadının evlenirken ailesinden çeyiz olarak mal, para ve bazen de toprak almasıyla
dengeleniyordu.
Gelinin kocasının ailesinden aldığı oldukça yüklü miktardaki başlık parası (mehir) ile daha da
fazlalaşır ve tüm bunlar, kadının dilediği gibi kullanıp harcayabileceği özel mülkü olurdu. gerçi her ikisi de, genellikle hanenin ortak kaynağına dahil edilirdi.
Boşanma durumunda kadın, başlık parasını ve çeyizini kocasından talep edebilirdi ve Islami
mahkemelerin kararları da kadının lehine olurdu.
İslam’da kadın “satılık nesne konumundan çıkıp... daha önce sahip olmadığı bir yasal yetkiyle donanarak... sözleşmeyi yapan taraf konumuna geçecek şekilde” statü
değiştirmiştir.
Hıristiyan Avrupa toplumlarındaki
kadınlardan, gerçekte çok daha fazla kişisel
özgürlüğe sahiptiler.
Diğer bir ikircilliği, erkeğin çokeşli evlilik
yapabilmesini onun tüm eşlerine kesinlikle eşit
davranması koşuluna bağlayan Kuran'daki ifadede bulmak mümkündür. Pek çok reformcu, bu koşulun pratikte yerine getirilebilmesi için ancak bir evliya olunması gerektiğini söylemiştir; dolayısıyla,
tekeşli evlilik ahlaki olarak güvenli, yegâne evlilik biçimi olmaktadır. (Peştularda, Kuran'ın
gereklerine uygun olarak yaşadığından söz edilen tek çokeşli erkek, karılarına gerçekten eşit
davranan bir bireydi; her iki karısından da vebadan kaçar gibi kaçardı.)
Boşanma da, izin verilmiş olsa bile, Peygamber
tarafından müsaade edilmiş şeyler arasında en
ayıp sayılan bir şey olarak lanetlenmiştir.
Feministler, kadının ikincilliğinin temelini yeniden incelemektedirler. Kuran'da toplumsal cinsiyete
gönderme yapılmaksızın hem kadının hem de erkeğin erdemlerine göre inayete layık görülmektedir.
Mernissi, Kuran'da açıkça “hakkaniyet gereği, kadınlar erkeklerle eşit haklara sahiptir” dendiğini de belirtir.
Ayşe'nin Ebu Hureyre'yi şu şekilde azarladığını da söyler: “Sen bizi eşekle ve köpekle bir tutuyorsun.
Allah'a ant olsun ki, Peygamber dua ederken, ben onunla kıble arasında yatıyordum.”
İslam'da kadınların yüksek statüye sahip oldukları
iddiasındakiler, Muhammed'in genelde kadınlara,
özelde de Ayşe'ye duyduğu büyük sevgiye gönderme
yaparlar ve ölmek için kendisinin ve ilk iki Halifenin
gömülü olduğu Ayşe'nin odasını seçtiğini hatırlatırlar.
Peygamber'in kendisi hiç bir zaman eşlerini dövmemiş, yalnız kalmak üzere uzaklaşmayı tercih etmiştir. Eşine karşı şiddet kullanacak biri “ancak aranızdaki en kötü kişidir”
demiştir.
“Ey Peygamber! Kadınlarına, kızlarına ve
müminlerin kadınlarına söyle de dış örtülerini sımsıkı örtsünler” yolundaki Kuran hükmü de yeniden yorumlanmıştır. Kadınların tesettüre mahkûm olmadıklarını savunanlar, sadece
belli düzeyde iffetli davranmayı yeterli gördüğünü ileri sürerler. Peygamber'in
eşlerine uygulanabilen olağandışı bir ölçüttü.
Kadının kamusal yaşamdan ve etkin olmaktan uzaklaştırılması hususunda; bağımsız bir
kadın ve kendinden genç ortağı, aynı
zamanda sadık kocası olan Muhammed'in
yardımıyla ticari girişimlerini yöneten başarılı bir müteşebbis olarak Hatice'den de söz
edilir.
İslamcıların iddiası; doğru İslami pratikte,
kadınlar çocuk doğuranlar, onları yetiştirenler ve aile birliğini sürdürenler; erkekler ise
koruyucular ve para kazananlar olarak
"insanlıkta birbirlerinin eşiti, görevde birbirlerinin tamamlayıcılarıdır“
Kimyasal yapılanışının ve sinir sisteminin onu doğal olarak ev kadınlığına uygun kıldığını
ileri sürerler.
Modern Islami görüş, kadının erkekle eşit statüye sahip olmasını, ancak bu iki cins
arasındaki dengeli ve sözde doğuştan (fıtrî) İlişki korunduğu sürece kabul ederler. Sapma hayvansı şehvete, sefalete ve toplumsal
çöküşe yol açar; ki, Batı'nın şimdiden bu
duruma düştüğünü iddia etmektedirler.
Modern Ortadoğulu kadınlar, giderek bir
yandan geleneksel ev işlerini erkeğin yardımı olmaksızın ya da bu işlere değer
atfedilmeksizin sürdürmeye zorlanırlarken,
bir yandan aile gelirine katkıda bulunmak
üzere ev dışında çalışmaya zorlandıkları
çekirdek aileler içinde yalıtılmaktadırlar.
İslam'ın kadına ilişkin kayıtları karma olmakla birlikte, terazi, kadının özerkliğine ve
eşitliğine olan inanç yönünde biraz daha ağır basmaktadır.
Bu ilkeler, kadının ikincilliğine ilişkin yaygın inancı yerinden söküp atmaya kesinlikle
yetmemiştir. Bunun neden böyle olduğunu anlayabilmek için İslam'a değil, tarihe ve kültüre bakmamız gerekiyor.
Tarih, Kültür ve Kadın
Düşmanlığı
Abbasi dönemi ve sonrasında, odalık almak yaygın bir şekilde kurumsallaşmıştır.
Abbott'ın söylediği gibi, bu yeni seçkin kesim için “bir eşe sahip olmaya kalkmak, kolayca atılabilen, başkasına verilebilen, hatta
sorgusuz sualsiz öldürülebilen bir sürü odalık almaktan çok daha ciddi bir işti.
Köle kadınlar, çoğunlukla savaşçıların birincil yarenleri ve oğullarının da anneleri
oluyorlardı; oysa özgür olarak doğmuş kadınlar kapatılıyorlar ve
marjinalleştiriliyorlardı, yani hiçbir zaman kurtulamadıkları bir konuma
hapsediliyorlardı.
Leila Ahmed, kadının özerkliğini reddeden yeni bir standardın belirlendiği Sasani
İmparatorluğu'nda doruğuna ulaşmış
olduğunu söyler. Sasani kadınları tanıklık yapamazlar, kocanın arzusuna göre odalık olarak verilebilirlerdi; genellikle eğitimsiz, eve kapatılmış, kesin olarak erkeklerden tecrit edilmiş ve mali olanaklardan
yoksundular. Bizanslılar da bu bakımdan
İranlı düşmanlarından pek geri kalmamıştır.
İslam hukuku pek çok anlamda bu kadın düşmanı tarihi radikal bir şekilde altüst etmişti; fakat görmüş olduğumuz gibi,
çoğunlukla kadının ikincilliğinin altında yatan
ataerkil varsayımlar hiç azalmadan sürmüştü.
İslam öncesi Mısır, çok fazla hiyerarşik ve karmaşık bir toplumdu; yine de kadınlar kendileri mülk
edinebiliyorlar, vâris olabiliyorlar, yasal bireyler gibi hareket edebiliyorlar, evlilik anlaşmalarında koşul öne sürebiliyorlar ve boşanma talebinde
bulunabiliyorlardı.
Kraliyet dışında, babalığı garantileme kaygısı yoktu ve oğul sahibi olmayanlar genellikle bir vâris evlat
edinirlerdi.
Antik Mısır'ın verimli, yalıtık ve görece güvenli ortamında sıradan kadın ve erkekler, istikrarlı ve
Firavun ve onun ruhbanınca yönetilen hiyerarşik bir
toplumsal düzenle kuşatılmışlardı. Bu evren içinde,
krallığın sorgusuzca kabul edilmesini onaylatmak için
'doğal' kan ya da cinsiyet farklılığı nosyonlarına hiç
ihtiyaç duyulmamaktaydı.
Babasoyu bir kez insanlar arasındaki şeceresel
bağların kaynağı ve bireyin kimliğinin temeli olarak kabul edildiğinde, bunu birtakım sonuçlar
izlemektedir; bu sonuçların hiçbiri, kadın ile erkek arasında düzgün ve eşitlikçi bir ilişkiye yol açmaz.
Babasoyunun ana rahminden çıktığı ve kadınların, çocuk doğurma ve annelik rolleriyle parçalı, eril
toplumsal yapının gerçek merkezleri olduğu gerçeği yadsınamaz bir olgudur. Abdella Hammoudi'nin
söylediği gibi, hayatın bu paradoksal gerçeği,
“ataerkil normlara göre bir skandal olmakla birlikte, bundan kaçınmak mümkün değil”dir.
Babasoyluluğun İkilemleri
Evliliğe ilişkin köklü kültürel endişeler, evlilik töreninde ritüelleşmiş olan gelin ailesinin
derin üzüntüsü ve "kadın almış”, dolayısıyla rekabetçi oyunda puan kazanmış damat
ailesinin sevinç ve kutlamalarıyla ortaya çıkar.
Paul Vieille'in söylediği gibi, kadın için “erkek bir yabancı, ailesi de düşmandır.” Şiddet,
kayınvalide otoritesi, boşanma ya da üstüne kuma getirilerek aşağılanma korkularını taşır.
Ona göre vazifesi, kendine verilmiş koşullar
içinde mevkiini ve şerefini elinden geldiğince
en üst seviyeye çıkarmaktı. Kadının rekabet
arenası ev ve temel silahı da erkek çocuklar
doğurmaktır.
“Olabildiğince eril bir toplum” olan Arap
toplumu, “çocuğu gönül rahatlığıyla annesine bırakabilmektedir.” Bu bırakış, erkek
çocuklarının toplumsallaşmasında esas olarak kadının etkili olduğu anlamına gelmektedir.
Eğer bir erkeğin başı dertte ise, Peştû
atasözüne göre, bu erkek kendisine nutuk çekecek olan babasından yardım istemeye utanacak ve onun yerine, hiç soru sormadan aracılık yapacak olan annesine ya da kız
kardeşine gidecektir. Bunun karşılığında ise, babasına karşı annesinin, kız kardeşinin
kocasına karşı kız kardeşinin müttefiki
olacaktır.
Erkek çocuğu, annesinin ve kız kardeşlerinin ikincil yaratıklar olduklarını öğrenir; onlar evlerinin içinde kilitli kalırlar ya da en azından iffet peçelerinin arkasında saklanırlarken, kendisi köyün içinde serbestçe dolaşabilmektedir.
Erkeğe kadın düşmanlığı, etkin bir şekilde hanesindeki kadınlar tarafından aşılanır. Örneğin, Susan Dorsky'nin
Yemen'den bildirdiği gibi: “Üç yaşındaki erkek çocuk sürekli olarak dokuz yaşındaki kız kardeşine kenarı keskin bir
oyuncak silahla vurmaktadır. Kız kardeşi çocuğu engellemeye çalışırken zorla gülümsemektedir.