• Sonuç bulunamadı

İDARİ YAPI

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "İDARİ YAPI"

Copied!
13
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

İDARİ YAPI

(2)

• Hz. Peygamber ve İdare

• Her medeniyetin adil bir şekilde insanları huzur ve barış içinde yöneterek mutluluğa ulaştırma iddiası vardır. Bu iddiasını hayata geçirmek için yönetim felsefesi geliştirdiği gibi ilgili kurumlarını da oluşturur. İdari bağımsızlığı ve özgünlüğü olamayan hiçbir medeniyetin ayakta kalma şansının olmadığını tarih bize göstermektedir.

• İslam medeniyetinin idare sistemi Hz. Peygamber’in bu husutaki uygulamalarına göre göre temelenmiş ve

gelişmiştir. Müslümanaların, hemen Medine döneminden itibaren müstakil yönetime kavuşma tecrübesi, İslam medeniyetinin her alanında ve aşamasında kendini göstermiş; merkezi idare, siyasal, sosyal, ekonomik ve

kültürel kurumlara destek olmuştur. Bunun yanında sanat, bilim, mimari gibi medeniyet unsurları da idarenin himayesine mazhar olarak hızlı bir gelişme kaydetmiştir. Her şeyden önce bu gelişme, Müslümanlara özgüven vermiştir.

• İslam medeniyetinin ilk idarecisi Hz. Muhammed’dir. İslam'ın doğduğu sıralarda Mekke şehir devletinde Hz.

Peygamber'in ailesinin üzerinde sadece rifâde ve sikâye görevleri vardı. O'nun dedesinin ve amcalarının Mekke şehir meclisinde idârî görevleri olmakla birlikte, babası Abdullah, oğluna miras bırakabileceği hiçbir idârî

imtiyaza sahip değildi. Dedesinin imtiyazları da tevârüs yoluyla önce amcası Ebû Tâlib'e, ondan da diğer amcası Abbas'a geçmişti. Dolayısıyla kendisinin peygamberlikten önce ne kendi ailesi arasında ve ne de Mekke şehir devletinde hiçbir idârî görevi yoktu.

(3)

• Hz. Peygamber’in yönetim görevine giden yolu şu süreci izledi: Resûl-i Ekrem, peygamberliğin ilk yıllarında asla idarecilik başta olmak üzere maddî iktidar düşünmedi. Nitekim hemşehrileri, kendi putlarına dil uzatmamak şartıyla O'na başkanlık teklif ettiklerinde "Güneşi sağ elime, ayı da sol elime verseniz ben yine de görevimden vazgeçmem" diye cevap vermişti. Mekke döneminde, sadece kendi küçük cemaatine başkanlık ediyordu. İslam'a giren bazı Medinelilerden kendisine itaat edeceklerine dair Akabe mevkiinde, siyasi ve idari niteliği olan bîat aldı.

İçlerinden, kendisiyle irtibatı sağlayacak on iki nakîb seçtirdi. Hicretten sonra, devletin üç unsuru olan halk, toprak ve yönetim tamamlanınca müslümanlar Medine’de müstakil bir idarî yapıya kavuşmuş oldular.

• Hz. Peygamber'in idarede izlediği başlıca ilkeleri şöyle sıralayabiliriz: Meşruiyet, adalet, ehliyet / liyakat, istişâre, ahlâk ve insana saygı.

• Meşruiyet: Hz. Peygamber her şleyden önce yönetimin meşruluğunu göztemiştir. Halkın desteğini almayan yönetimlerin kalıcı olamayacağını düşünmüştür. Onun yönetimde meşruiyet aracı bugünkü anlamda dar seçim diyebileceğimiz biattır. Hz. Peygamber, kendisini Allah'ın Resûlü olarak tasdik edenlerden bîat (bağlılık akdi, sadâkat ve itaat yemini) alıyordu. Kur'an-ı Kerîm'de de ifade edildiği üzere bîat aslında Hz. Peygamber'in şahsına değildir;

onun aracılığıyla Allah Teâlâ'ya verilmektedir. Bîat etmekle sadece erkekler değil, kadınlar da mükellef idiler. Bîat Hz. Peygamber'e itaati gerekli kılıyordu. Kur'an-ı Kerim'in pekçok ayetinde Allah'a ve O'nun resûlü'ne itaat

emredilmektedir. Hz. Peygamber'den sonra da bîat, İslam devletlerinde idarecilerle halk arasında yapılan, seçim veya bağlılık karakteri taşıyan bir akit olarak devam etmiştir.

(4)

• Merkezi İdare

• Hilâfet

• İslam medeniyetinde merkezi idare, Hz. Peygamber’den sonra hilafet kurumu etrafında şekillenmiştir. Hilâfet,

"birinin yerine geçmek, bir kimseden sonra onun yerini almak, yerini doldurmak ve vekâlet etmek gibi

anlamlara gelmektedir. Terim olarak, İslam devletinde "Hz. Peygamber'den sonraki devlet başkanlığı kurumu"

anlamını ifade eder. Aynı kökten gelen halîfe (çoğulu hulefâ, halâif) devlet başkanı demektir. Devlet

başkanlığının bir adı da imâmet’tir. Halîfeye de imâm denir. Hz. Ömer döneminden itibaren halife yerine

"Emîru’l-mü'minîn" tabiri kullanılmaya başlamıştır. Şiî literatüründe imâmet tabiri daha yaygın olarak kullanılmıştır.

• Kur'an'da hilâfet kelimesi geçmediği gibi halîfe de terim anlamıyla kullanılmamıştır. Kur'an'da halîfe, halâif ve hulefâ kelimeleri kullanılarak insanın Allah'ın yeryüzündeki halifesi olduğu sık sık vurgulanır. Hadis

literatüründe de hilafet kelimesiyle birlikte halife, imam, emîr kelimeleri geçmektedir. Ancak hadis

kitaplarında hilafet ve halife kelimelerine terim anlamı yükleyip, bunların içinden özellikle Hz. Peygamber'in vefatından sonra ortaya çıkan iktidar mücadeleleriyle doğrudan ilgi kurulabilecek içeriğe sahip olanların (Sözgelimi "iki halifeye bîat edildiği takdirde sonrakinin öldürülmesi gerektiği" Müslim, İmâre 61) sıhhati konusunda ciddî tereddütler bulunmaktadır.

(5)

• Ancak, Kur'an'da ve hadislerde hakka ve adalete bağlı olma, istişâre, zulmü önleme, birlik ve bütünlükten ayrılmama, gibi kamu yönetimini ilgilendiren genel ilkelerden söz edilmektedir. Hz.

Peygamber'in tatbikatında da kamu yönetimiyle ilgili birçok örnek yer almaktadır. Ehil olanın işbaşına gelmesi, işbaşına gelenin hak ve adaleti hakim kılması, ferdî ve uhrevî sorumluluk

taşıması; kötülüğü, haksızlığı ve zulmü önlemesi, iştişâre ile iş görmesi gibi temel esaslar üzerinde durulmuştur. Şu kadar var ki, devlet başkanlığı, devlet başkanında bulunması gereken şartlar, bu kişinin görev ve sorumlulukları gibi konularda ayrıntılı bilgiler Kur'an'da ve hadislerde yer

almamaktadır.

• Müslüman toplumlarda devlet başkanlığına hilâfet ve başkana da halîfe denilmesi, halifenin, peygamberlik görevi hariç, Hz. Muhammed'in yerine geçerek onun dünyevî otoritesini temsil etmesi, yeryüzünde dînî hükülmeri uygulamak, dünya işlerini düzenlemek üzere yetkiyi temsil etmesi gibi sebeplerle açıklanır. Dolayısıyla bu makamdaki kişiye halîfetü Rasûlillah denilmiştir.

Hilâfete âdetâ ilâhî bir yetki ve vekâlet atfeden "Halîfetüllah" tabiri İlk dönemlerde halifeler

tarafından hoş karşılanmadığı gibi böyle bir adlandırma islam alimleri tarafından kullanılmamış ve

kamuoyunda da kabul görmemiştir.

(6)

• Hz. Peygamber'in hayatta iken iki görevi vardı. Birincisi, vahiy yoluyla kendisine indirilen Kur'an-ı Kerim'i insanlara tebliğ etmek ve öğretmek; ikincisi Kur'an'ın ve İslam'ın hükümleri uygulamak. Onun vefatıyla birlikte ilk görevi sona erdi, ancak ikinci görevi devam edecek ve birisi üstlenecekti. Genel kabule göre Hz. Peygamber kendisinden sonra kimin halife

olacağını belirtmemiştir. Devlet başkanının tespitini halka bırakmıştır. Hz. Peygamber'in vefatından sonra Hz. Ebû Bekir'in halife seçilmesiyle hilafet kurumu ortaya çıkmıştır.

• Dört Halifeden herbirinin halifeliğe geçiş usulü birbirinden farklıdır. Hz. Peygamber'in vefatı üzerine Hz. Ebû Bekir, Medine'deki müslümanların büyük çoğunluğunun bîatıyla halife

seçilmiştir. Hz. Ebû Bekir, kendisinden sonra Hz. Ömer'in halife olmasını vasiyet etmiştir. Hz.

Ömer ise kendisinden sonra gelecek halifeyi şahsen belirlemeyip, seçimi altı kişilik bir

heyete bırakmıştır. Bu altı kişi kendi aralarında yaptıkları görüşmeler sonucunda Hz. Osman'ı

seçmişlerdir. Hz. Osman'ın şehit edilmesi ile boşalan halifeliğe de Hz. Ali seçilmiştir.

(7)

• Emevîler dönemi:

• İlk Emevi halifesi Muaviye b. Ebî Süfyan ile birlikte hilâfette yeni bir dönem

başladı. O, herşeyden önce hilafet makamını siyâsî ve askerî mücadele sonunda ele geçirdi. Daha sonra oğlu Yezid'i veliaht tayin ederek halifeliğin intikalinde veraset sistemini ortaya çıkardı ve uygulama alanına koydu. Bu suretle hilâfet saltanata dönüştü. Bununla birlikte Muaviye, Hulefâ-yi Râşidîn döneminde iyice belirginleşen seçim ve bîat sistemini tamamen reddetmedi. Bu iki kavramın

uygulanmasına yeni bir boyut kazandırdı. Oğlunu veliaht tayin edip onun

halifeliğini garantiye alacak şekilde, saray çevresinde kendini destekleyenlerden oluşan ehlü'l-hal ve'l-akd uygulamasını hayata geçirdi. Bunun yanında

seçimden sonra kayıtsız şartsız itaat ve bağlılık sunma anlamı içren bir bîat

usulü ortaya koydu.

(8)

• Emevî döneminde daha sonraki halifelere de bu şekilde bîat edilmiştir. Bu

sisteme karşı çıkan ve Yezid'e bîat etmeyen Hz. Hüseyin ve Abdullah b. Zübeyr öldürülmüştür. II. Muaviye'den sonra iktidar Süfyânîlerden Mervânîlere

geçmiştir. Emevî döneminde hilâfetin başlıca üç sembolü hutbe, para ve tıraz idi. Emevî halifeleri devleti kuvvete dayanarak idare etmişlerdir. Ancak Ömer b. Abdülaziz muhaliflerle diyaloğa girmiştir. Emevî halifelerinin çoğu namazda cemaate imamlık alışkanlığını devam ettirmekle birlikte, halifenin

görevlerinin dînî yönlerine fazla ilgi göstermemişlerdir. Muaviye b. Ebî Süfyan, Mervan b. Hakem, Yezid b. Velid ve Mervan b. Muhammed hilafeti kuvvet

kullanarak ele geçirmişlerdir. Bunların dışındaki Emevî halifeleri kendilerinden

öncekiler tarafından tayin edilmişlerdir. Emevîler döneminde 14 halife göreve

gelmiştir.

(9)

• Abbâsîler Dönemi:

• Abbasiler de Emevîler gibi saltanat sistemini korumuşlar; halk arasında iyi bir intiba bırakmamış olan Emevî hilâfetinin alternatifi olma avantajını iyi kullanmışlardır. Hz. Peygamber'e nesep itibarıyla yakın olmalarını meşrûiyetleri için temel gerekçe yapmışlardır. Ayrıca bu dönemde halife, "Halîfetü Resûlillah" yerine

"halîfetullah" veya "zıllüllâhi fi'l-arz" (Allah'ın yeryüzündeki gölgesi) unvanlarını taşıyor ve gücünün kaynağını ilâhî bir temele dayandırıyordu.

• Abbâsî sınırları içinde merkezî otoritenin zayıflaması sebebiyle çeşitli zamanlarda ortaya çıkan devletler halifenin manevî otoritesini kabul etmişlerdir. Bir hükümdarın hakimiyetinin meşrûiyet kazanması için halife tarafından resmen tanınması gerekiyordu.

• Me'mun'un ölümünden sonra Mu'tasım Türklerin desteğiyle iş başına geçmiştir. 836 yılından sonra halifeler ile Türk komtanlar arasında nüfuz mücadelesi başlamıştır. Hatta halife Mütevekkil'den itibaren Türklerin halifelerin azledilmesinde veya göreve getirilmesinde etkin rol oynadıkları görülmektedir.

• Büveyhîlerin 945 yılında Bağdat'ı işgali ile Abbâsî hilâfetinde yeni bir dönem başlamıştır. Abbâsî hilâfeti bir asırdan fazla bu şiî hanedanın baskısı ve kontrolü altına girmiştir. 1055 yılında Selçuklu sultanı Tuğrul Bey'in Bağdat'a girmesi ve Büveyhî hakimiyetine son vermesi ile Abbâsî hilâfeti Selçuklu himayesine girmiştir.

Abbâsîlerde 37 halife işbaşına geçmiştir.

(10)

• Halifeliğin Bölünmesi:

• Endülüs Emevî halifeliği: Endülüs Emevî hükümdarlarından III. Abdurrahman 316/929 yılında kendisini

"Nâsır lidînillah" adıyla halife ilan etmiş, bu suretle Endülüs Emevî emîrliği Endülüs Emevî halifeliğine dönüşmüştür. Onun halefleri de bu unvanı kullanmışlardır.

• Fâtımî halifeliği: İmâmetin Câfer-i Sâdık'tan sonra oğlu İsmail'e ve onun soyuna ait olduğunu savunan Ubeydullah el-Mehdî tarafından 297/909 yılında İfrîkıyye'de kurulan Fâtımîler daha sonra kuzey Afrika, Mısır ve Suriye'ye hâkim olmuşlardır. Fâtımîler şiîliğin İsmailiye kolunun görüşünü esas almışlardır.

Ubeydullah, "Mehdî lidînillah" lakabı ve “emîrulmü'minîn" unvanlarıyla 297/910 yılında halife ilan

edilmiştir. Fâtımî halifeliğinde halktan bîat alınmakla birlikte, imam veya halife nasla belirlendiği için biat, halifenin belirlenmesinden ziyade saygı ifade ediyordu.

• Mısır Abbâsî halifeliği: (1261-1517) Moğol istilası ile 1258 yılında Bağdat Abbâsî halifeliği sona erdi. 1260 yılında Aynicâlût savaşını kazanarak moğol istilasını durduran ve ardından Memlük tahtına geçen Sultan I. Baybars. Moğolların Bağdat'ı tahribi esnasında Şam'a kaçan son Abbâsî halifesinin amcası Ebül-Kâsım Ahmed'i hilafeti canlandırmak amacıyla Kahire'ye davet etti. Ebül-Kâsım Ahmed, “Mustansır billah”

lakabıyla halife ilan edildi ve halktan bîat alındı (1261). Mısır'da 22 Abbâsî halifesi göreve gelmiştir.

(11)

• Vezirlik

• Vezir, halifenin hemen hemen bütün işlerini yüklenen ve devletin yönetimi ile ilgili meselelerde ona yardımcı olan kişidir. Vezirlik gerçek anlamda Abbâsîler döneminde ortaya çıkmış ve kurumlaşmıştır. Daha sonra da diğer İslam devletleri idârî

sistemlerinde bu kuruma yer vermişlerdir. İslam tarihinde doğrudan doğruya "vezir"

unvanı ile bir şahsın işbaşına getirilişi Abbâsîlerin ilk kuruluş yıllarına rastlar. Ancak gerek Hz. Peygamber, gerek dört halife ve gerekse Emevîler dönemlerinde aynen olmasa da benzer görevleri yerine getirenler mevcuttu. şu kadar var ki bunlar

"vezir" unvanı ile göreve atanmıyorlardı. Emevî halifelerinin devlet işlerinde danıştığı Ziyad b. Ebîh'i halktan bazıları vezir diye çağırmışlardır. Abdülmelik b.

Mervan zamanında Revh b. Zinba' el-Cüzâmî adlı şahsın bu halife nezdindeki itibarı

o derece yüksek idi ki, adı geçen şahıs bazen vezir diye anılıyordu.

(12)

• Abbâsîler döneminde vezirlik, geniş yetkileri ile halifeden sonra en önemli icra organı idi. Zaman zaman mezâlim mahkemelerine başkanlık eder, savaşlara karar verir, hazineden gerekli gördüğü harcamaları yapar, valileri tayin ve azledebilirdi. Bu dönemde, vezir olarak seçilmiş kişiye halife tarafından iki görevli vasıtasıyla bir mektup gönderilir, mektubu alan vezir adayı, beraberinde baş kadı, saray erkânı ve diğer kimseler olduğu halde halifenin sarayına gelirdi. Burada halife ile bir müddet görüştükten sonra hil'at ve tören elbisesi giymek üzere başka bir odaya gider, giyindikten sonra halifenin huzuruna gelir, elini öper, saraydan ayrılacağı zaman süslü bir ata biner ve vezirlik sarayına giderdi. Orada kendisinden önce saraya gelmiş olan yüksek dereceli memurlar, komutanlar ve saray memurları tarafından karşılanarak tayini ile ilgili yazı okunurdu.

• Abbâsîlerde iki çeşit vezirlik vardı: Vezâret-i tefvîz ve Vezâret-i tenfîz. Birinci gruptaki vezirler tam ve sınırsız yetkilere sahipti. Halifenin vekili sıfatıyla hilâfet mührünü taşırdı. Bermekîler gibi. Bu tür vezir devamlı olarak bir tane idi. İkinci grup vezirler ise yalnızca yürütme, yani icrâ ile ilgili yetkilere sahip idiler. Halifenin verdiği emirleri yerine getirirlerdi. Yetkileri sınırlıydı. Bu tür vezirlerin sayısı zaman ve işlere göre değişirdi. Vezirler halifeye tavsiye ettikleri kişilerin hatalarından da sorumlu tutulurlardı.

Tayin ettikleri kişilerin hataları vezirlerin cezalandırılmalarına ve hatta azillerine sebep olurdu.

(13)

• Abbâsîlerden sonra bütün İslam ülkelerinde bu görev yaygınlaşmıştır.

Sâmânîler, Karahanlılar, Gazneliler, Selçuklular, Anadolu Selçukluları, Hârizmşahlar, Osmanlılar Selçuklularda vezir bakanlar kurulunun

başkanlığını, yani başbakanlık görevini yapmaktaydı. Anadolu

Selçuklularında hep tek vezir bulunmuştur. Osmanlılarda vezir tek

olduğu zaman vezir, çok olduğu zaman baştaki vezir vezîr-i a'zam adını

almıştır.

Referanslar

Benzer Belgeler

Yap ımı tamamlanan Yortanlı Barajının suları altında kalma tehdidi altında bulunan Allianoi Antik kenti ile ilgili hukuksal ve bilimsel süreç devam ederken, antik kentin en

Komisyon de ğerlendirmesinde, “yarışmaya tek teklif geldiği için mukayese imkanı bulunmadığı, şartnamede en uygun teklifi veren isteklinin belirlenmesi şartı

Bu sanatçı ve eserleri arasında yapılan incelemede, seramik ve camı birlikte bir ifade aracı olarak kullanmak için soğuk yapıştırma yöntemi, plaka camlar ile

Bilim Festivali’nin aç›l›fl›nda yapt›¤› konuflmas›nda Leicester Üniver- sitesi rektör yard›mc›s› Sir Howard Newby, son elli y›ld›r edindi¤imiz

BİLİNEN BİR MEKTUP VE YAYIMLANMIŞ BİR ŞİİR Nârım Hikmet, Bursa Cezae­ vinde eşi Hatice Zekiye Pırayen-.. dp fkisâ : artıyla Piraye) hanım İçin 1933

Fatih’te olup bitenler, bana aynı mekânda bundan 382 sene önce yaşanmış benzer bir hadiseyi, hocaların 1623'te şeriat adına giriştikleri bir ayaklanmayı ama

İstanbul’da kaldığı süre içerisinde İstanbul Şehir Tiyatroları’nda oynayan Liiküs Hayat, Deli Dolu, Saz Caz gibi operetler için kostüm çizmiş; Yeni Adam

Amaç: Bu yazıda endemik bölgelerde bulunma öyküsü olan ateşli hastalarda ön tanılar arasında sıtmanın mutlaka yer almasının ve bu bölgelere seyahat edecekler için