• Sonuç bulunamadı

EĞİTİMİN PSİKOLOJİK TEMELLERİ

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "EĞİTİMİN PSİKOLOJİK TEMELLERİ"

Copied!
36
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

EĞİTİMİN

PSİKOLOJİK TEMELLERİ

(2)

AHLAK GELİŞİMİ

Ahlak gelişimi, bireyin yaşamında değer verdiği kuralları geliştirmesi, içselleştirmesi süreci olmaktadır. Ahlak gelişimi, birey açısından

toplumun değerlerine körü körüne uymanın ötesinde topluma etkin bir uyum sağlamak için bir değerler sistemi oluşturma süreci olarak tanımlanır.

• Ahlak gelişimi de diğer gelişim alanlarında olduğu gibi belli aşamalar izler. Diğer gelişim alanlarındaki gelişmelere paralel bir ahlak gelişimi söz konusu olur. Ahlak gelişimi konusunda da

psikolojide bazı kuramlar geliştirilmiştir. Bu konuda akla gelen en önemli isimlerden biri, Kohlberg’dir. Pieaget ve diğer bazı psikologların da bu konuda kuram ve açıklamaları vardır.

Kohlberg’in kuramı, bir bakıma Pieaget’nin kuramının yeniden yorumu niteliğindedir.

(3)

AHLAK GELİŞİMİ

• Burada ahlak gelişimi, Kohlberg’in kuramı temel alınarak kısaca açıklanmaya çalışılmıştır. Kohlberg, insanlarda ahlak gelişimini üç düzeye ayırmaktadır.

Ayrıca bu üç düzey içinde de altı aşamanın yer aldığını belirtmektedir. Bu düzeyler şöyledir:

Gelenek Öncesi Düzey

Geleneksel Düzey

Gelenek Sonrası Düzey.

(4)

GELENEK ÖNCESİ DÜZEY

(5)

GELENEKSEL DÜZEY

(6)

GELENEK SONRASI DÜZEY

(7)

AHLAK GELİŞİMİ VE EĞİTİM

Kohlberg, her ne kadar kuramını, Türkiye’nin de dahil olduğu bazı toplumlarda yaptığı araştırmaların sonucuna göre geliştirmiş ve genelleştirmiş ise de kuram, bazı sınırlılıklar taşımaktadır. Son yıllarda psikolojide kültürler arasında karşılaştırmalı olarak

yapılan araştırmalar, insan davranışlarıyla ilgili olarak evrensellik- yerellik bağlamında yapılan tartışmalara yeni boyutlar getirmiştir.

Ahlak gelişiminin eğitimle yakından ilişkisi vardır. Eğitimin tanımında eğitime ahlaki bir işlev de yüklenir. Ancak ahlak eğitiminde çocuklara soyut ahlak kurallarını anlatmak yerine, kuralları yaşamak, yaşayarak içselleştirmelerini sağlamak

önemlidir. Bunun için de özellikle öğretmenlerin çocuklar için iyi birer davranış ve rol modeli olmaları önemlidir.

(8)

KİŞİLİK GELİŞİMİ

(9)

PSİKO-SEKSÜEL GELİŞİM

Sigmund Freud’a göre kişilik gelişiminde bireyin çocuklukta geçirdiği yaşantılar önemlidir. Bu kurama göre, bireyin bütün dönemlerdeki gereksinimleri tam olarak karşılanırsa o zaman normal bir kişilik gelişimi gösterir. Psiko-seksüel gelişim

kuramında beş temel dönem vardır. Freud’a göre her bir gelişim dönemi, bedenin bir bölgesine karşı geliştirilen tepki biçimlerine göre tanımlanır.

(10)

PSİKO-SEKSÜEL GELİŞİM

Oral Dönem (0-1 Yaş)

(11)

PSİKO-SEKSÜEL GELİŞİM

Anal Dönem (1-3 Yaş)

(12)

PSİKO-SEKSÜEL GELİŞİM

Fallik Dönem (3-6 Yaş)

(13)

PSİKO-SEKSÜEL GELİŞİM

Gizil Dönem (6-12 Yaş)

(14)

PSİKO-SEKSÜEL GELİŞİM

Genital Dönem (12-18 Yaş)

(15)

Benlik bütünlüğüne karşı umutsuzluk Üretkenliğe karşı durgunluk

Yakınlığa karşı uzaklık

Kimlik kazanmaya karşı rol karmaşası (12-18) Başarıya karşı aşağılık duygusu(6-12)

Girişkenliğe karşı suçluluk (4-6) Bağımsızlığa karşı kuşku ve utanç (2-4)

Temel güvene karşı güvensizlik (0-2)

Psiko-sosyal Gelişim Kuramı (E.Erikson)

(16)

PSİKO-SOSYAL GELİŞİM

Erik Erikson, Freud’un psiko-seksüel gelişim kuramını genital dönemden sonra da devam ettirerek psiko-sosyal gelişimi sekiz dönemde ele almıştır. Erikson’ın dönemlerinde de Freud’da olduğu gibi insanların sağlıklı bir kişilik kazanmaları için bu dönemleri başarıyla atlatmaları gerekli görülmektedir. Birey, bir

dönemdeki krizi atlatamazsa, daha sonraki dönemlerde de etkisini sürdürmektedir.

(17)

PSİKO-SOSYAL GELİŞİM

1.Aşama: Güvene Karşı

Güvensizlik (0-1 Yaş)

(18)

PSİKO-SOSYAL GELİŞİM

2. Aşama: Bağımsızlığa Karşı Utanma

ve Şüphecilik (1-3 Yaş)

(19)

PSİKO-SOSYAL GELİŞİM

3. Aşama: Girişkenliğe Karşı Suçluluk (3-6

Yaş)

(20)

PSİKO-SOSYAL GELİŞİM

4. Aşama: Çalışkanlığa Karşı

Aşağılık Duygusu (6-12 Yaş)

(21)

PSİKO-SOSYAL GELİŞİM

5. Aşama: Kimlik Kazanmaya Karşı

Rol Karışıklığı (12-18 Yaş)

(22)

PSİKO-SOSYAL GELİŞİM

6. Aşama: Yakınlığa Karşı

Yalıtılmışlık (18-26 Yaş)

(23)

PSİKO-SOSYAL GELİŞİM

Aşama: Üretkenliğe Karşı Durgunluk (OrtaYetişkinlik): Bu aşamada birey, üretken ve yaratıcıdır. Birey, gerek kendi evinde, gerekse ev dışında vatanı ve milleti için yararlı işler yapmak ister. Buna karşılık bu özelliklere sahip olmayan bireyde ise hiçbir işe yaramama duygusu gelişir. Böylece birey durgunluk dönemine girmiş olur.

(24)

PSİKO-SOSYAL GELİŞİM

7. Aşama: Bütünlüğe Karşı

Umutsuzluk (İleriYetişkinlik)

(25)

ÖĞRENME SÜRECİ

• İnsan davranışlarının kökenini inceleyen psikolojinin bulguları, bu problemin çözümünde önemli destek sağlamaktır. İnsan davranışları, refleks, içgüdü ve

öğrenme faktörlerine dayalı olarak ortaya çıkmaktadır.

Ayrıca, hastalık, bilincin kaybına neden olan yabancı

madde kullanımı gibi faktörler de geçici davranış

değişikliğine neden olan faktörler arasında yer

almaktadır.

(26)

ÖĞRENME SÜRECİ

Refleksler

• Refleksler, doğuştan getirilen ve belirli bir uyarıcıya karşı organizmanın gösterdiği, belirli ve basit bir davranış biçimi olup bütün canlı organizmalarda görülür. Biyolojik bir donanım sonucu ortaya çıkan refleksler, doğuştan getirilen özelliklerdir. Ancak

reflekslerin ortaya çıkmaları için organizmanın belli bir

olgunluk seviyesine ulaşması gerekebilir.

(27)

ÖĞRENME SÜRECİ

İçgüdüler

İçgüdüler doğuştan getirilen ve öğrenmeden bağımsız olarak ortaya çıkan davranışlardır. Doğuştan getirilen ve belirli bir canlı türüne özgü davranış kalıpları olarak tanımlanan içgüdüler, doğuştan gelmeli, sadece belirli bir canlı türünün bütün üyelerinde bulunmalı ve karmaşık bir yapısı olmalıdır.

İçgüdülerin reflekslerden temel farkı, ertelenemez olmalarıdır. Refleksler, organizmanın kontrolüyle ertelenebilirken, içgüdüsel davranışın böyle bir şansı yoktur.

Hayvanların davranışlarının tamamına yakını, reflekslerden ve içgüdüsel davranışlardan oluşmaktadır. İnsan davranışları için böyle bir genelleme yapmak mümkün değildir. Özellikle insanın hangi davranışının içgüdüsel olduğunun belirleyicileri yok denecek kadar azdır. Bazı salgıların salgılanma düzeylerinden hareketle ortaya çıkan davranışın içgüdüsel olup olmadığı belirlenmeye çalışılır. Annelik davranışı, buna verilen en yaygın örnektir.

Açlık, susuzluk vb... davranışlar da bu bağlamda ele alınabilir.

(28)

ÖĞRENME ÖĞRETME TEORİLERİ

Gerek refleksler, gerekse içgüdüsel davranışlar, hayvan ve insan organizmalarına genellenirken öğrenme, bunlardan farklı olarak ele alınır. Öğrenme kapasitesi, insanları diğer canlılardan ayıran en önemli özelliktir. Yaşantı ürünü kalıcı izli davranış değişikliği olarak tanımlanan öğrenme, üç temel özelliği barındırmalıdır.

(29)

ÖĞRENME ÖĞRETME TEORİLERİ

Bir durumun öğrenme olarak tanımlanabilmesi için bir davranış değişikliği meydana gelmiş olmalı; bireyin bilgi ya da kavramsal altyapısında, duygularında veya fiziksel davranışlarında bir değişim oluşmalıdır.

Söz konusu durum, yaşantı sonucu oluşan bir süreç olmalıdır. Yaşantı ise, bireyin çevresiyle kurduğu etkileşim olarak kabul edildiğinde,

öğrenme de bu etkileşime bağlı olarak gerçekleşmektedir.

Öğrenmenin gerçekleşebilmesi için meydana gelen davranış

değişiminin kalıcı izli olması gerekir. Hastalık, yabancı madde almak gibi nedenlere bağlı kısa süreli olarak ortaya çıkan, kalıcı olmayan, geçici davranış değişiklikleri, öğrenme değildir.

(30)

ÖĞRENME ÖĞRETME TEORİLERİ

Öğrenmenin oluşumunda, yaşantı, uyarıcı, tepki ve pekiştirme faktörlerinin gerçekleşme düzeyi önemlidir.

Yaşantı, bireyin çevresiyle kurduğu etkileşim olarak tanımlanır.

Uyarıcı, bu etkileşimde bireyi etkileyen ve duyu organlarını harekete geçiren iç ve dış faktörlerdir. Tepki de bu uyarıcılara karşı organizmanın gösterdiği davranışlardır.

• Bu faktörlerin öğrenme sonucunu doğurabilmesi için verilmiş olan tepkilerin pekişmiş olması gerekir. Bir başka ifade ile bu

durum, söz konusu tepkilerin, tekrarlanmasına veya tekrarlanma ihtimalinin arttırılmış olmasına, yani kalıcı izli olmasına bağlıdır.

• Günümüze kadar öğrenmeye ilişkin geliştirilen kuramlar, temelde iki ana başlık altında incelenebilir. Bunlar, davranışçı yaklaşıma dayalı kuramlar ve bilişsel yaklaşıma dayalı kuramlar olarak sınıflandırılmaktadır.

(31)

DAVRANIŞÇI YAKLAŞIM

• Yirminci yüzyılın başlarında, öğrenmeye ilişkin

çalışmalar, bilim dünyasında egemen olan pozitivist paradigmanın etkisi altında gelişmiştir. Pozitivizmin,

deney ortamında elde edilen bilgiyi mutlak bilgi olarak tanımladığı yıllarda bu anlayışa bağlı olarak

öğrenmenin de laboratuvar koşullarında

açıklanabileceği varsayıma dayalı birtakım çalışmalar yürütülmüştür. Pavlov’un laboratuvar ortamında

hayvanlar üzerinde yaptığı deneyler sonucu

oluşturduğu klasik koşullanma kuramı, davranışçı

yaklaşımın ilk sistematik bilgisini sunmuş, bu yaklaşımın

temelini oluşturmuştur.

(32)

DAVRANIŞÇI YAKLAŞIM

Davranışcı yaklaşıma göre öğrenme, uyarıcı ile davranış arasında bağ kurma işi olarak tanımlanır. Davranışçı yaklaşımın dayandığı temel sayıltılar şöyle

sıralanabilir:

Diğer canlıların öğrenmeleriyle insanın öğrenmesi birbirine benzer. Bu nedenle davranışçı yaklaşımı benimseyen kuramcılar, çalışmalarını hayvanlar üzerinde yaptıkları deneylere göre yapılandırmıştır.

İnsan , doğduğunda boş bir levha gibidir.

Öğrenmede somut olarak gözlenebilen davranışlar önemlidir.

Doğrudan gözlenemeyen duygu, düşünce, güdü gibi özellikler, ölçülemediğinden öğrenmenin açıklanmasında kullanılabilecek faktörler olamazlar.

Öğrenme, uyarıcı ile tepki arasında kurulan bağ ile açıklanır.

Öğrenme, büyük ölçüde dışsal koşullara bağlı olarak biçimlenir.

Bu sayıltılara dayalı olarak Pavlov, Skiner, Gatrihe, Thorndike, Watson ve Bandura’nın yaptığı çalışmalar, öğrenmeye ilişkin çeşitli kuramlar ortaya

çıkarmıştır. Davranışçı yaklaşımcıların ortaya koyduğu bu kuramlar, üç temel başlık altında incelenebilir.

(33)

KLASİK KOŞULLANMA

• Pavlov’un köpekler üzerinde yaptığı deneylerle şekillenen klasik koşullanmada öğrenme, organizmanın uyarıcıya karşı gösterdiği tepki süreci olarak açıklanır. Pavlov, oluşturduğu deney

düzeneğinde köpeğin yiyecek karşısında salgıladığı salgıyı başka bir uyarıcıya ( zil sesine ) karşı da salgılamayı öğrendiğini ortaya koymuştur. Deney düzeneği şematik olarak şöyle gösterilebilir.

Yiyecek salya

• (koşulsuz uyarıcı) (koşulsuz tepki)

Zil + yiyecek salya

Yiyecek salya

• (koşullu uyarıcı) (koşullu tepki)

(34)

KLASİK KOŞULLANMA

• Klasik koşullanmada üç önemli kavramdan söz edilebilir: (1) Uyarıcı genellemesi, (2) uyarıcı ayırt etme, (3) davranışın sönmesi. Bir uyarıcı karşısında gösterilen tepki, benzer durumlarda da gösterilebilir; buna uyarıcı genellemesi denir. Benzer durumlar arasında fark

görülebilir; buna uyarıcı ayırt etme denir. Koşullu

uyarıcı–koşulsuz uyarıcı birlikteliği ortadan kalktığında

davranış zayıflar, kaybolur; buna da davranışın sönmesi

denir.

(35)

EDİMSEL KOŞULLANMA

• Klasik koşullanmada öğrenme, davranışın nedeni olan uyarıcı temeline dayandırılırken, edimsel

koşullanmada davranışın sonucu önem kazanır. Çünkü

davranışın nedenlerini tahmin etmek ve kontrol etmek

mümkün değildir. Davranışlar, tepkisel ve edimsel olmak

üzere ikiye ayrılır. Tepkisel davranışta davranışa neden

olan uyarıcı bilinirken edimsel davranışın nedeni belli

değildir. Bu tür davranışların daha çok sonucu önem

taşır. Davranışlar, iki şekilde sonuçlanabilir. (1) Hoşa

giden sonuç oluşabilir. Bu durumda davranışın tekrar

ortaya çıkma, yani öğrenilme olasılığı artar. (2) Hoşa

gitmeyen bir sonuç oluşabilir. Bu durumda davranıştan

kaçınma durumu ortaya çıkabilir.

(36)

EDİMSEL KOŞULLANMA

• Edimsel koşullanmada, tekrarlanması istenen

davranışın ortaya çıkmasından sonra hoşa giden durumlar oluşturularak davranışın öğrenilmesi

sağlanmaya çalışılır. Bu, olumlu ve olumsuz pekiştirme yoluyla gerçekleştirilir.

Olumlu pekiştirme, davranış sonucunda ortama, organizmanın hoşuna giden uyarıcının verilmesi esasına dayalıdır.

Olumsuz pekiştirme de ortamda var olan rahatsız edici uyarıcının ortamdan çekilmesi yoluyla gerçekleşir. Ceza ise ortama sürülen rahatsız edici uyarıcıdır. Ceza ile

davranış değişmez, bastırılır.

Referanslar

Benzer Belgeler

Dosyalar Yargıtay’a giderken; kesinleşen ilk karar, Mehmet Yağcı'nınki oldu.Mahkeme, yerel mahkemenin "Yaydığı kirlilikle arazide değer kaybına yol

 Guthrie’ye göre bitişiklik, organizmanın belli bir uyarıcıya karşı gösterdiği tepkiyi, daha sonra aynı uyarıcıyla. karşılaşıldığında

Ancak insan onuru, yani insanın akıl ve vicdan sahibi bir varlık olarak değerli olduğu bir kere kabul edildikten sonra, insanın yaşam hakkının, özgürlüğünün, düşünce

Bunun ana nedeni, kişinin aklını sürekli olarak stres durumunun meşgul etmesidir (bölünmüş dikkat; dikkati bir yere odaklayamama). Dikkati toplamak

adrenerjik reseptör blokörleri, Anjiotensin çevirici enzim (ACE) inhibitörleri ve Vazodilatör (damar genişletici) etkili ilaçlar kullanılır...

ÖĞRENMEYE ETKİ EDEN ETMENLER Ç EVRESEL E TMENLER.  Özellikle ergenlik

V ücudun temas ettiği yabancı maddelere karşı bağışıklık sisteminin gösterdiği aşırı tepki sonucunda çeşitli alerjik hastalıklar ortaya çıkar.. Doğada

1990 y›l›nda Türkiye Organ Nakli Derne¤i’ni kurdu ve ayn› y›l 15 Mart günü Türkiye, Avrupa ve bölgede bir ilk olan, ço- cuklarda canl›dan k›smi