HLK 324
KÜLTÜREL MİRAS VE
MÜZECİLİK
Semavî Eyice bu durumu “Müzeciliğimizin Başlangıcı ve Türk-İslam Eserleri Müzeleri” başlıklı makalesinde, Konya’daki sur duvarları ve kapılarında, Konya-Ilgın arasındaki Selçuklu Kervansarayı (Kadın Hanı)’nın cephelerinde, Antik Roma veya Bizans çağına ait kitabe ve işlenmiş mimarî parçaların kullanılmasıyla örneklerken;
Osmanlı döneminde de çeşitli eski eserlerin, nadir ve değerli eşyaların, kıymetli sanat eserleri, hediye ve ganimetlerin, benzeri bir yaklaşımla saklandıklarını/toplandıklarını ifade etmektedir (1990: 5-8).
Orta Çağ Avrupasında bugünkü anlamda bir müze kurma ve sergileme düşüncesi bulunmuyordu.
Yalnızca manastır ve kiliselerde dinsel eşyalardan derlenen ve her geçen gün biraz daha artan koleksiyonlar vardı (Yücel, 1999 : 20). Böylece Orta Çağda kiliseler, bir anlamda antik dönemde tapınakların gördüğü “eserlerin korunması ve saklanması” görevini üstlenmişlerdi.
Ali Artun, özellikle Ortaçağ’da koleksiyonların başlıca kaynaklarının fetihler ve misyonerlik faaliyetleri
olduğunu ve bu koleksiyonların mekânınınsa saraylar ve kilise olduğunu ifade eder (Artun,2006a: 22).
• Rönesans Döneminde, yeni arayışların yanı sıra araştırmalar ve yayınların artması sonucu bilim ve sanatta hızlı bir ilerleyiş gerçekleşmiş; koleksiyonculuk da buna bağlı olarak gelişmiştir.
Eski eşya ve eski eser toplama merakı 16. yy.ın başında bütün dünyada yayılmış, toplanan eşyalar daha sonra müzeler için malzeme oluşturmuştur. 16.
yy.ın ortalarında “müze” sözcüğü ilk defa İtalya’da
“Medici” ailesine ait bir koleksiyonun tanıtılmasında kullanılmıştır. Yine bu yüzyılda sanat eserlerinin korunduğu ve sergilendiği müze ve galeriler kurulmaya başlanmıştır.
Müze bilim tarihindeki en önemli açılım, 18. yüzyıl Avrupa Aydınlanma Çağı’nda oluşmuştur. Sömürgecilik düşüncesinin ve uygulamalarının temelinde gelişen Aydınlanma Çağı Avrupa’sı dünyayı biz ve öteki, modern ve ilkel, soylu ve vahşi, asil ve barbar olarak ikili çerçeve içinde değerlendirir.
Sömürgeciliği meşrulaştırma çabalarının basında ise sömürge halkları tanımak ve onları bir ilim nesnesi haline getirmek yer almıştır. Avrupa önce sömürge halklarını vahşi olarak yaftalamış sonrasında ise, bu vahşileri kendi toplumlarından, insanlarından daha ahlaklı bularak soylu vahşi olarak ilân etmiştir.
Diğer taraftan Aydınlanma projesi, insanın doğal dünyayı anlamasına, sınamasına ve deneylemesine dayalıdır. Pozitivizmin bilimsel örnekleri olarak adlandırılabilecek bir bilgi kuramı geliştirilir. Bu çağda benzerliklerin ve farklılıkların ölçümü bir tür anlama, bilme, sınıflandırma ve
ölçme düşüncesi çerçevesinde
kurumsallaştırılmaya çalışılır.
Gerçekten de bu derin düşünsel birliktelik, Avrupalıların, başta doğa nesnelerini, kendi kültürel ve sanatsal varlıklarını, daha sonra yayıldıkları, seyahat ettikleri diğer ülkelerden/kültürlerden topladıklarını, biriktirme (koleksiyon), sınıflandırma, sergileme/gösterme düşüncesini geliştirmelerine neden olmuştur.