• Sonuç bulunamadı

BALKANLAR ve İSLÂM. BALKANLI ÂLİMLER, MÜTEFEKKİRLER ve ESERLERİ. Cilt: III

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "BALKANLAR ve İSLÂM. BALKANLI ÂLİMLER, MÜTEFEKKİRLER ve ESERLERİ. Cilt: III"

Copied!
24
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

1

BALKANLAR ve İSLÂM

–BALKANLI ÂLİMLER, MÜTEFEKKİRLER ve ESERLERİ–

Cilt: III

(2)

2

ISBN: 978-605-7619-81-5 (3. Cilt) ISBN: 978-605-7619-78-5 (Takım)

Sertifika No: 17576

İSLÂMÎ İLİMLER ARAŞTIRMA VAKFI Milletlerarası Tartışmalı İlmî Toplantılar Dizisi: 27

Tartışmalı İlmî Toplantılar Dizisi: 96

Kitabın Adı Balkanlar ve İslâm

Editörler

Abdullah Taha İMAMOĞLU, İlir RRUGA, Mehmet Fatih SOYSAL, Abdurrahim BİLİK

Sayfa Tertibi İsmail KURT

Kapak Tasarım Halil YILMAZ

Baskı, Cilt

Matsis MatbaaHizmetleri San. ve Tic. Ltd. Şti.

Tevfikbey Mh. Dr. AliDemirr Cd. No.: 51 Sefköy / İstanbul, Tel.: 0212 624 21 11

Sertifika: 40421

1. Basım

Haziran 2020 / 1000 adet basılmıştır.

İletişim:

Ensar Neşriyat Tic. A.Ş.

Düğmeciler Mah. Karasüleyman Tekke Sok. No: 7 Eyüpsultan / İstanbul Tel: (0212) 491 19 03 - 04 – Faks: (0212) 438 42 04

www.ensarnesriyat.com.tr – siparis@ensarnesriyat.com.tr

(3)

643

SON DEVİR OSMANLI ÂLİMLERİNDEN FEVZİ EFENDİ ve HAKİKÂT’UL-HÜRRİYYE ADLI ESERİNDEKİ FIKHÎ MESELELERE DÂİR BİR DEĞERLENDİRME

Mehmet ÖZTÜRK Giriş

Fevzi Efendi 1242/1826 yılında, günümüzde Denizli’ye bağlı bir ilçe olan Aydın Eyaleti’ne bağlı Menteşe Sancağının Tavas kazasında doğmuştur.1 Edirne’de yaklaşık yirmi yıl kadar müftülük görevinde bulunduğundan ilmî çevreler ve halk nezdinde daha ziyade Edirne Müftüsü Fevzi Efendi diye anılmıştır.2 Osmanlı’nın son dönem ulemasından olan Rumeli kazaskerliği de yapmış, sûfî yönü bulunan müellifin, aynı zamanda edebî bir yüzü de bulunduğundan “Fevzi Efendi”

onun ikinci adı yani mahlasıdır. Asıl adı Mehmed Ali’dir. Fevzi Efendi isimlendirmesini hac yolculuğu sırasında Mısır İskenderiye’de tanıştığı Trabzonlu hikmet sahibi bir insan ona yakıştırmıştır.3 “Zamanla mahlası, adıyla öyle bütünleşmiştir ki resmi kayıtlarda bile adı Mehmed Fevzi olarak geçmektedir”4

Dr. Öğr. Üyesi, İnönü Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, mehmet.ozturk@inonu.edu.tr

1 Bursalı Mehmet Tahir Efendi, Osmanlı Müellifleri, ed. A Fikri Yavuz, İsmail Özen (İstanbul: Meral Yayınevi, t.y.). s. 313

2 Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük Tefsir Tarihi/Tabakâtü’l-Müfessirîn (İstanbul: Ravza yay., 1971). II,762.

3 Fevzi Efendi, Temessükü’l-Ezyâl min Sâdâdi’r-Ricâl, t.y. s. 30

4 Nazan Aşık, “Edirne Müftüsü Mehmed Fevzi Efendi’nin İcmâlü’l- Kelâm Adlı Mevlidi”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi 6/26 (2013): 80.

(4)

644

Bazı kaynaklarda İbni Abdullah er Rumî ve Kureyşizâde Mehmed olarak anıldığı da vakidir.5

İlk tahsilini Tavas’ta Said-i Hadimî’den almıştır. Sonra Manisa’da Kanuni’nin validesi Hafsa Hatun tarafından inşa ettirilen meşhur Hatuniyye Medreseleri’nin Manisa’daki merkezinde Manisa müftüsü Evliyazâde Ali Rıza Efendi’den sonra da Erzincanlı Mehmed Efendi’den ders okuyup 1840’ta Manisa’dan ayrılarak hac yolculuğuna çıkmıştır.6 Aynı yıl yolculuk sırasındaki konaklarından biri olan İzmir’de Balıkpazarı Camii’nde yaşı genç olmasına rağmen bir müddet ders okutmuştur.

Bir sonraki durağı olan Mısır İskenderiyye’deki Haseneyn Camii’nde de kendisine, bir kısmı Anadolu halkından olan kişilerden oluşan bir ders halkası oluşturmuştur.7 1841 yılında Mekke’de bulunan Fevzi Efendi burada hem ders almış hem de ders okutmuştur. Mekke’de yaşayan Nakşi şeyhlerinden Halid Abdullah Efendi’den inâbe alıp Nakşibendi tarikatında seyr-ü sülûke başlayan Fevzi Efendi, bazı eserlerinde kendisini takdim ederken “Mehmed-u Fevziyyul Hanefî en Nakşibendî” kaydını kullanmıştır.8 Hacdan döndükten sonra bir müddet daha Manisa’da ikamet edip daha sonra İstanbul’un ilmî muhitlerinde bulunduktan sonra 1847 yılında Edirne’ye dersiam olarak atanmıştır.

Bir süre sonra da Edirne müftüsü olarak göreve başlamış, aynı zamanda Edirne’de 20 yıl boyunca ders halkaları da oluşturmuştur. Eskicami’de Envaru’t-Tenzil, Şifa-i Şerif, Sahih-i Buhârî, Mesnevi, Kaside-i Bürde gibi eserler

5 Bağdatlı İsmail Paşa, Hediyyetu’l-Ârifîn, Esmâü’l-Müellifîn ve Âsar’ul-Musannifîn min Keşfi’zzünnûn, (Beyrut, 1990); II/396; İhsan Işık, “Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi” (Ankara: Elvan Yayınları, 2006). I/10

6 Fevzi Efendi, İsbâtu’l -Muhessenat li Tilâveti Mevlidi Seyyidissâdât (İstanbul, t.y.). s. 2

7 Fevzi Efendi, Temessükü’l-Ezyâl. s. 30.

8 Fevzi Efendi, Fihristu’l-Âsâr (İstanbul, t.y.). s. 8

(5)

645

okutmuştur. Edirne’de üç adet de medrese tesis eden9 Fevzi Efendi, Hakikatu’l Hürriyye eserinde de belirttiği üzere hasud ve anud diye tabir ettiği birtakım kişiler tarafından dedikodulara maruz kalınca 1864 yılında İstanbul’a dönmek durumunda kalmıştır. Bir süre İstanbul’da kaldıktan sonra sırasıyla Antalya, Filibe, Ankara, Halep, Kudüs, Kayseri, Bitlis ve Balıkesir’de resmi görevlerde bulunduktan sonra tekrar Edirne’ye dönmüştür. Rumeli kazaskerliği görevine de getirilen Fevzi Efendi, ömrünün son yıllarını İstanbul’da geçirmiş ve Karagümrük’te 1900 yılında vefat etmiştir. Mezarı Fatih Camii haziresinde bulunmaktadır.10

Fevzi Efendi’nin yayımlanmış yetmiş beş eseri ile iki kısa hacimli risalesi bulunmaktadır.11 Kendisince tabettirilen eserlerinin tanıtıldığı Fihristu’l Âsar’da 65 eserinin kaydı bulunmaktadır. Bu eserinden sonra da kaleme aldığı çalışmaları bulunmaktadır. Adına yüksek lisans tezi de hazırlanan Fevzi Efendi’nin eserleri, tezin konusu olmuş ve çalışmada nüshalarına ulaşılan 50 adet eseri tanıtılmış, nüshalarına ulaşılamayan 15 adet eserinin de isimleri zikredilmiştir.12 Çalışmalarına genel olarak baktığımızda; 75 eserden 23 tanesi Arapça, Osmanlıca ve Farsça dillerinde yazılmış mensur ve manzum eserlerin yer aldığı edebiyatla alakalı eserlerdir. Fevzi Efendi Hz. Peygamber’e dair edebiyatımızda en çok çalışma üreten kişilerden biridir.13 Eserlerini anlaşılır sade bir üslupla

9 Mustafa Uzun, “Fevzi Efendi, Edirne Müftüsü”, DİA, t.y. C. XII, s.

507

10 Bu bilginin bir kısmı “Son Asır Türk Şairleri” adlı eserinde M. Kemal İnal’ın kitabında, bir kısmı da Mustafa Uzun’un Dia için hazırladığı

“Fevzi Efendi, Edirne Müftüsü” maddesinde geçmektedir. Ancak Araştırmacı Neriman Baybara, Mehmed Fevzi’ye ait olan resmi hizmet çizelgesinde böyle bir sicil kaydının bulunmadığını belirtmektedir.

11 Mustafa Uzun, “Fevzi Efendi, Edirne Müftüsü”. C. XII, s. 507

12 Neriman Baybara, Kureyşî-Zâde Mehmed Fevzi Efendi Hayatı ve Eserleri (Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi SBE, 2007).

13 Necdet Gürkan, Mehmed Fevzi Efendi, Fethu’l Verde Şerhu’l- Burde (İstanbul: Arena Dijital, 2011). S 28 vd.

(6)

646

kaleme alan müellif, münferiden natlardan müteşekkil Dîvânı olan sayılı kişilerden de biridir.14 Eserlerinden 5 tanesini bazı Arapça gramer kitaplarının tercüme ve şerhi oluşturmaktadır. 9 tanesi tefsir alanı ile ilgili, iki tanesi kelam, 12 tanesi ahlak- tasavvuf ve 11 adet eseri de fıkıh alanıyla ilgilidir. Ayrıca mantık, dua, ilahi-kaside gibi konularda da eser vermiştir.

Mi’raciye, mevlid, regâibiyye, kaside, nat, münacat gibi dini edebiyatın mensur ve manzum eserlerini halkın irşadı ve ahlakî seviyelerinin yükselmesi için kullanan klasik edebiyatın nazım ve vezinlerini uygulayıp Arapça ve Farsça kelimeleri Osmanlıca’ya ustaca giydiren bir üslupta yazan Fevzi Efendi, Tanzimat’ın türbülanslı ortamında revaç göremeyen biri olarak hak ettiği övgüyü alamamış bir şahsiyettir. Halkın ahlakî eğitimi ve bilinçlendirilmesine özel bir önem atfeden müellif, eserlerini ehl-i sünnet ekseninde yazmıştır. Fıkıhla alakalı eserlerine baktığımızda farklı mezhep ve görüşleri aktardıktan sonra ehl-i sünnetin bu konudaki re’yi şudur deyip kendisinin de katıldığı görüş olan Hanefilerin konu ile ilgili fetvalarını, içtihatlarını aktarmıştır. İtikadda Mâturîdî, tasavvufta Nakşi yolunu izlediğini bunu da eserlerinde övünerek yansıttığını söyleyebiliriz.

Kayseri’de 1895 yılında naip (kadı vekilliği) olarak bulunması hasebiyle onun adına Kayseri uleması tarafından II.

Abdulhamid’e bir teşekkürname yazılması onun gayretini, muvaffakiyetini ortaya koyan göstergelerden biridir. Bu teşekkürnâmenin sebebi Fevzi Efendi’nin övgüye mazhar bir şerh yapması ve bu kitabın kisve-i tab’a bürünmesinin II.

Abdulhamid tarafından üstlenilmesini taleptir.15 Fevzi

14 Ömer Yılmaz, Mine Oymak, “Edirne Müftüsü Mehmed Fevzî Efendi ve Vesîle-i Saâdet Adlı Eseri”, Turkish Studies - International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic 11/17 (2016): 587. S. 587.

15 Daha detaylı bilgi ve Teşekkür namenin metni için bkz. Eliaçık, Muhittin, “Kayseri Uleması Tarafından Sultan 2. Abdulhamid’e Sunulan Teşekkürname “ Düşünen Şehir Dergisi, Mart 2018, sayı 5, s.

156 vd

(7)

647

Efendi’nin Arapça olarak yazdığı “Cemâlü’d-Deyyâni Ale’l- Celâlü’d-Devvânî” adlı eser, Celalüddin Devvani’nin (ö.908/1502) Eşari kelamcılardan Adudiddin el-Îcî’nin “el Akaidu’l Adûdiyye” eserine yazdığı “Şerhu’l Akaidu’l Adûdiyye” isimli eserinin açıklamasıdır. Daha önce derslerinde Devvani’nin eserini okutan Fevzi Efendi, kitabın ibarelerinin zorluğu münasebetiyle bu değerli eserden faydalanılması için haşiye yazdığını açıklar. Burada ilgi çekici olan mevzu, dönemin bazı kelam kitaplarında da görüldüğü üzere “imamet mevzusunun konu edilmemesi” gizlenmesidir. Fevzi Efendi, imametin kureyşiliğinin yanlış yorumlanması ve Osmanoğulları’nın hilafetinin meşruluğu gibi mevzulara değinmede maslahat görmeyip kitabın bütünlüğünü bozma pahasına o kısmı eserine almamıştır.

Hakikatu’l Hürriye Eserinin Te’lif Sebebi

Fevzi Efendi eserlerinin listesini, ailesini ve hocalarını zikrettiği sekiz sayfa tutan Fihristu’l Âsar diye adlandırdığı risalede titiz bir şekilde kendini ve eserlerini tanıtmıştır.

Çalışmamızda tanıtmak istediğimiz Hakikatu’l Hürriyye de bu eserlerden biridir. Gerek Tanzimat döneminde Avrupa’dan gelen ve adına hürriyet hareketi denilen yozlaştırıcı etkiye sahip olan akımı gerekse Osmanlı’nın son dönemlerinde toplumda görülen ahlakî çöküntüyü eserinde ele alan Fevzi Efendi, gerçek hürriyetin tanımını ve vasıflarını açıklayarak olaylara dinî zaviyeden bakıp, birtakım İslâmî meseleleri de örnek vererek fikirlerini beyan etmektedir. İbadetler ve dinî hayattan örnekler vererek bazı değerlerin kaybolduğunu ve bunu hürriyet söyleminin ardına sığınıp yapan kişilerin tahribata yol açtığını anlatan eser, esas aldığımız baskısında 34 sayfa tutmaktadır.

Müellif, döneminde şeriata ve ehl-i sünnete uygun olmayan tavır, tutum ve davranışların belaların celbine, eldeki nimetlerin gitmesine sebebiyet vereceği öngörüsünde bulunarak insanlara emri bil maruf nehyi anil münker yapmanın dine hizmet eden kişilerin önceliği olduğunu ve bu vesile ile halkı uyardığını anlatmaktadır.

(8)

648

“Bazı kişiler Müslüman diye isimlendirildikleri halde;

gerek tavırları, sözleri ve açıktan yaptıklarıyla gerekse tavırlarıyla dinsizler gibi davranıp dinin sabitelerini küçümseyip, alay ettiklerinden dolayı Rum, Ermeni, Bulgar, ve Yahudilerden daha aşağı konumdadırlar. Ehli kitabın kestikleri yenir, kızlarıyla evlenilir ancak bahsi geçen taifenin cenaze namazını kılmak bile caiz değildir.” Diye risalesine başlayan Fevzi Efendi’nin eserindeki hitap kitlesi ve konuyu demirlediği alan Müslüman görünümlü olup dini değerleri devamlı aşağılayan, ahlakî değerleri yozlaşmış, ibadete ve dinin sabitelerine mesafeli olan ve bunlar yetmezmiş gibi dini meselelerde ahkâm kesen zümredir.

Bu tür insanları karakterize ederken onların namaz ve niyazdan uzak oluşlarını, ramazanda oruç tutmadıklarını, dinî konularda ahkâm kestiklerini ancak Kur’ân okumadıklarını, vaaz ve nasihatı küçümsediklerini, aksine günah ve eğlence ortamlarına meraklı olduklarını, kendilerine emri bil maruf nehyi anil munker yapıldığında ise bunu kabullenmediklerini, nüfuzlu ve dindar bir kitle ile karşılaştıklarında ise gerekirse abdestsiz namaz kılmaktan bile çekinmeyip riyakâr bir kisveye büründüklerini kendine has üslubuyla aktarır. Bu kişilerle daha önce girmiş olduğu diyalog sonucu kendisini şikâyet etmeleri ve şikâyet edildiği konular arasında da bazı dini meseleler bulunması münasebetiyle risalesinde hem o dönemde gündem olmuş bazı dini problemleri hem de ahlakî öğütleri ihtiva eden eserini sunmuştur.

Eserine Hakikat’ul Hürriye ismini vermesini de şöyle izah eder: “Bir kimse kendisine nasslar tarafından çizilen dairei meşruiyyesinde bir hürriyet sahibidir ve kendisini engelleyici bir durum yoktur. Bu onun asıl hürriyet alanıdır ancak bu daireden dışarı çıkınca hürriyeti kısıtlanır. Bu dairenin içinde ise yine ‘keyfe ma yeşa’ hareket etmez. Kısıtlandığı alanlar da vardır ve sınırlıdır onun haricinde birçok alanda meşru daire içinde serbestiyeti vardır bu da onun hürriyetidir. Yoksa Müslümanım diyen birinin, namaz oruç gibi ibadetleri terke,

(9)

649

çeşitli günahları işlemeye hürriyeti yoktur. İşte risaleye adını veren hürriyetin hakikatı budur.”

Eserinde yer yer ayetlerden yer yer tefsirlerden özellikle Ruhu’l Beyan’dan faydalanan Fevzi Efendi, Suyuti, Zerkeşi, Zehebi gibi geçmiş ulemadan iktibaslar da yapmaktadır. Kendi deyimiyle Kutubu mu’tebere-i feteva’dan kabul ettiği Lale devrinin meşhur Şeyhülislam’ı Abdullah Efendi’nin Behcetu’l Feteva’sından sık sık aktarımlarda bulunmuştur. Arap atasözleri ve bazı şerhlere de yer veren ve birçok alanda eser vermesinin getirdiği tecrübeyle hem edebi hem ilmi açıdan kalburüstü bir kalem olduğunu okuyucuya hissettiren Fevzi Efendi, on üç beyitlik bir gazel ile eserini sonlandırmıştır.

1. Hakikat’ul Hürriye’deki Fıkhî Meselelere Ait Değerlendirmeler

Daire-i meşruanın harici diye nitelendirdiği nassların belirlediği alanın dışına çıkıp fısk-u fücurla hürriyetini heba eden kişilere emri bil maruf nehyi anil münker yapmanın gerekliliğini anlatan Fevzi Efendi, bunun din hizmetlerinde bulunan kişilerin evleviyetle görevi olduğunu vurgular. İslâm fıkhında seddu zerai denilen şer’î delilin gereği olarak, açıktan günah işleyenlerin günahlarının topluma sirayet etmemesi ve uyarılara kulak asmaması durumunda cezalandırılabilecek- lerini de kendisinden fetva isteyen makamlara bildirdiğini eserinde aktarmıştır. Mesela ramazanda gündüz vakti özürsüz olarak açıktan kasden yiyip içen kimse için verilecek cezayı çeşitli fetva kitaplarına ve onların sundukları delillere göre aktaran Fevzi Efendi, bu ameliyenin cezasının istihsan deliline dayandırılarak şiddetli bir şekilde verilmesi gerektiğini belirtmiştir. Fevzi Efendi böylesine ciddi bir cezayla karşı karşıya gelebileceklerin de iyilikle önceden bilgilendirilme- lerinin bu fiilleri yapmamaları için başlarına gelebilecek cezanın kendilerine bildirilmesinin de gerekliliğini açıklamıştır. Bu ve benzeri durumlar ile ilgili bilgilendirme yollarından birinin de hutbeler olduğuna değinen Fevzi Efendi, eserinde hutbe konusuna geniş yer ayırmıştır.

(10)

650

Risalesinde hutbe ile ilgili şöyle der: Cuma suresi 9.

Ayetinde geçen “هللا ركذ ىلإ اوعساف” “Allah’ı anmaya koşun” hitabı içerisinde Cuma namazı olduğu gibi hutbe de vardır ve ayetteki

“koşun” kelimesi onun farz olduğuna delalet eder ve Hz.

Peygamber’in Cuma farz kılındığından beri hutbesiz Cuma kıldırmaması hutbenin önemini belirtmeye yeter. Hatta Hz.

Ayşe ve İbni Ömer’in rivayet ettiği hadiste “ ناكمل ةعمجلا ترصق امنإ ةبطخلا” Cuma, hutbenin konumundan dolayı kısaltılmıştır16 buyrulmaktadır. Hanefilerden, hutbenin iki rekât namaz yerine geçeceğini söyleyenler bile olmuşsa da Serahsi’nin dediği gibi bu abartılı bir ifadedir.17 En azından hutbe veren imamın kıbleye arkasını dönmesi bile hutbenin, namazdan farklı bir ameliye olduğunu gösterir. Hutbe bir zikir, öğüt, marufu emir, münkeri nehy makamıdır.

Eserinde kötülüklere sed çekmenin önemini vurgulayan, aynı zamanda adil olmanın, iyilikte bulunmanın, insanları uyarmanın, kötülük yapanların engellenmesinin altını çizen Fevzi Efendi, bu babtan olmak üzere cuma namazlarında hutbelerin sonunda okunan Nahl suresi 90. Ayeti, eserinde örnek olarak sunmaktadır

ِٸا تيٖا و ِنا سْحِ ْلاا و ِلْد عْلاِب ُرُمْا ي هّٰللا نِا ِر كْنُمْلا و ِءا شْح فْلا ِن ع ى ٰهْن ي و ىٰب ْرُقْلا ىِذ

نوُر ك ذ ت ْمُك ل ع ل ْمُكُظِع ي ِیْغ بْلا و Allah, adil olmayı, iyilik yapmayı ve yakınlarınızda olanlara yardım etmeyi emreder. Haddi aşmaktan, kötülük ve zorbalık yapmaktan meneder. Umulur ki bu uyarıdan öğüt alırsınız.

Fevzi efendi kendi dönemindeki bazı kötülükleri gündem ederek, önlenmesi için çabalayan bir şahsiyetti. Nahl suresi 90.

ayetinin de her Cuma hutbelerde boşuna okunmadığını belirten ve ملاكلا رجي ملاكلا uyarınca laf lafı açar kabilinden hutbelerde bu ayetin okunuş serüvenine de parantez açan Fevzi Efendi, zikri geçen ayeti, döneminin bir tür dipnot verme tekniği olan bir

16 İbn Ebî Şeybe, Ebû Bekr Abdullah b. Muhammed, el-Musannef, VII c. (Beyrut: Mektebetü’r-Rüşd, 2004). I/456.

17 es-Serahsi, Şemsüddin, Kitabü’l-Mebsut, 31 c. (Beyrut: Daru’l-Fikr / Daru’l-Ma’rife, 1989). II/36.

(11)

651

üslup ile “Ruhu’l Beyan Tefsiri’nden nakille şöyledir ki”

diyerek ve İbni Mesud’u referans göstererek, bu ayetin veciz bir şekilde emri bil maruf nehyi anil münker ile alakalı kolektif bir vurgu içerdiğini, hutbelerin sonunda okunuşunun da Ömer b Abdulaziz’in hilafeti döneminden itibaren olduğunu vurgulamıştır.

Ayrıca daha önceden Hz. Peygamber ve Hz. Ebubekir zamanında hutbelerin sonunda Kaf suresinin sonu olan “ ْرِ كَذَف ِدي ۪ع َو ُفاَخَي ْنَم ِنٰا ْرُقْلاِب “Uyarılarımızı vaatlarımızı dikkate alanları Kur’ân ile ikaz ve irşad et” ayetinin okunduğunu, Hz. Ömer döneminde Tekvir suresinin baş tarafının, Hz. Osman devrinde Nisa suresinin son ayetinin ahiri olan ِ لُكِب ُهّٰللا َو اوُّل ِضَت ْنَا ْمُكَل ُهّٰللا ُنِ يَبُي ٌمي ۪لَع ٍءْيَش “Allah sizlere böylece beyan ediyor ki yanlışa delalete düşmeyesiniz. Allah her şeyi hakkıyla bilendir” ibaresinin ve Hz. Ali’nin hilafetinde ise hutbelerin sonunda Kâfurun ve İhlas surelerinin okunduğu bilgisini aktarmıştır.

Emevîler devrinde, yani hicrî 41’den sekizinci halife Ömer b. Abdülaziz’in (ö. 101/720) yönetimine kadar süren bir dönemde Cuma namazlarında okunan hutbelerde Hz. Ali aleyhinde çirkin sözler sarf edilmiştir. Ömer b Abdülaziz, halifeliği devralmasıyla bu vahim geleneği ilga etmiş, çıktığı ilk hutbenin sonunda iyiliğin icrası ve kötülüğün menedilişini toplu bir şekilde aktaran Nahl suresi 90. Ayeti okumuştur. Fevzi Efendi’nin de Suyuti’den aktardığı üzere bu tarihten itibaren (h.

99/ m. 717) Cuma namazlarında okunan hutbelerinin ahirinde Nahl suresi 90. Ayet okunmaya başlanmıştır. Medine ehlinin ameline aykırı gerekçesiyle bu bilgiye itiraz edenler de bulunmaktadır.18 Emevilerin talihsiz yaklaşımlarını istisna edersek erken dönemde hutbenin ahirinde bu ayetin okunduğuna dair söylemler de mevcuttur.19 Fevzi Efendi’nin

18 Ahmed b. Muhammed Savi el Maliki, Bulğatü’s-Salik li-Aqrebi’l- Mesalik ala Şeru’s-saġir, 4 c. (Beyrut: Darü’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1995). s.

332

19 Abdülaziz b. Muhammed b. Abdullah Huceylan, Mikdaru’l Aded ellezi Ten’aqidu bihi Salatu’l Cumati (Demman: Daru İbni’l-Cevzi, 2008). S. 260

(12)

652

değerlendirmelerine göre hutbenin sonunda belli bir ayetin okunma zorunluluğu yoktur. Aksi olsaydı Hz. Ömer, Hz.

Osman ve Hz. Ali de Kaf suresinin sonunu okurdu. Nitekim Fevzi Efendi’ye göre her bir halife konjonktürel olarak kendi dönemlerinde yaşanan ihtilaflar doğrultusunda seçtikleri ayetleri hutbelerin sonunda okumuşlardır.

Tarihten günümüze cahiliye Araplarından tutun da batı toplumlarına dek farklı hutbe örnekleri20 görülmektedir. Mesela Londra Hyde Park’ta özellikle pazar günleri insanların bir merdiven veya benzeri bir nesne üzerine çıkarak diğer insanlara hitap etmeleri, Karl Marx’tan W. Lenin’e George Orwell’dan günümüzdeki herhangi bir vatandaşa kadar uzun geçmişi olan bir gelenektir. Elbette İslâm’ın vazettiği hutbe ile bunlar aynı minval üzere değildirler. Ancak toplumlara bir sesleniş olarak değerlendirilirse hutbe geleneği farklı şekilleriyle evrensel bir olgudur. Hicret sırasında Medine’ye yaklaşık bir saat mesafede bulunan Ranuna vadisinde ilk olarak kılınan Cuma namazı ile başlayan ve haftada bir Cuma günleri yılda iki kez de bayram vakitlerinde icra edilen hutbe, kendine özgü tatbiki olan ve ibadet özelliği taşıyan bir yapıdadır.

Fevzi Efendi, eserinde hutbenin farklı yönlerine de değinmiştir. Bayrağın, para basımının, hükümdar adına hutbe okumanın bağımsızlık sembolü olduğu dönemlerde, hutbelerin devleti yönetenler tarafından devletin merkezinde ve yine devlet başkanlarının görev ve yetki verdiği kimseler tarafından okunması ritüeli bulunmaktaydı. Ancak Fevzi Efendi’nin de işaret ettiği üzere hutbelerin politik yapıdan uzak olması gerekir. Hutbelerin, ibadetin de bir parçası olması ve politikaya malzeme olmaması açısından tamamen Arapça okunması da tartışılmıştır. Fevzi Efendi’nin yaşadığı dönemde hatta cumhuriyet devrine kadar Osmanlı’da hutbelerin Arapça okunduğu malûmdur. Bu bağlamda Türkiye Cumhuriyeti’nde

20 Cahit Külekçi, “İlk Dönem İslâm Siyâsî Tarihinde Hutbe Uygulaması”, Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic 8/7 (2013): S.

318

(13)

653

hutbelerin Türkçe olarak sunulması vakıasını incelediğimizde 1 Mart 1922 de Meclis’teki konuşmasında bu alanda düzenlemeler yapılması gerektiğinden bahseden Atatürk, bir sene sonra 7 Şubat 1923 de Balıkesir Zağnos Paşa Camii minberinde hutbe okuyarak, hutbelerin en azından içeriğinin Türkçe okunması gerektiğini belirtmiş nihayetinde 1925 yılı bütçe görüşmelerinde bu konu Meclis’te gündem edilmiş aynı yıl Diyanet İşleri Reisliği, teşkilatına gerekli kısımları Arapça olmak kaydıyla hutbelerin muhteviyatının Türkçe okunması üzere direktif vermiştir. 1932 de Saadettin Kaynak tarafından minberde frakla tamamen Türkçe okunmasına geçilmişse de sonraki dönemlerde bu muamele 1925’teki şekline rücu etmiştir.21

Anadolu beylikleri döneminde bey adına okunan hutbe.

Osmanlıda ilk defa Dursun Fakih’in irad ettiği hutbede Osman Bey’in ismini zikretmesiyle görülür. Hutbe aynı zamanda bağımsızlığın sembolüydü. Başa geçen yöneticilerin La teşbih bugünkü balkon konuşması misali ilk verdikleri hutbenin toplumsal ve siyasi mesajı de bulunmaktaydı. Osmanlıda da Dursun Fakih’in irad ettiği hutbeden, devletin halifeliği aldığı ve sona erdiği tarihe dek bey/sultan adına okunmak suretiyle hutbe geleneği devam etmiştir. Halife namına ilk kez hutbe irad eden kişi Hz. Ali’nin Basra’da vali olarak görevlendirdiği Abdullah b. Abbas’tır. Hz. Ali ile Hz. Muaviye arasında cereyan eden ihtilaf döneminde Hz. Ali’nin isminin hutbede geçmesi, onun halifeliğinin bir sembolü sayılmış, halkın da hutbe esnasındaki sükûtu biat olarak addedilmiştir.22 Hz. Ali’den sonra halifenin isminin anılması geleneği inkıtaya uğradığı gibi hutbede Hz. Ali aleyhinde vahim tavırlar da sergilenmiştir.

21 Nesimi Yazıcı, “Osmanlı Son Döneminden Cumhuriyete Hutbelerimiz Üzerine Bazı Düşünceler”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cumhuriyetin 75.Yıldönümü özel Sayısı (1999). S.

209-216.

22 İbn Haldun, Abdurrahman b. Muhammed, el-Mukaddime (Beyrut:

Dâru’l-Fikr, 2001). II, 712-713

(14)

654

Fevzi Efendi’nin Hakikatu’l Hürriye adlı eserini incelediğimizde dönemin (19. Asırın son yarısı) hutbelerinin şekline dair de bilgi edinmiş oluyoruz. Günümüzde okunan hutbelerin şekliyle kıyaslamak adına Fevzi Efendi’nin hutbenin iradı ile alakalı vermiş olduğu bilgilere bakınca o dönemde hutbelerde okunup da günümüzde okunmayan şu ayrıntılar bulunmaktadır:

Hutbede Hz. Peygamber’in ismi anılınca, müezzin veya müezzinler tarafından sesli bir şekilde salavat getiriliyor.

ُم لاْسِ ْلاا ِهّٰللا دْنِع ني ّٖدلا ن ” “ ِا Muhakkak ki Allah katında din İslâm’dır” Şeklinde Âl-i İmran 19. ayette geçen ve günümüzde okunmayan ibare o dönem okunuyor.

Ayrıca hutbede dört halifenin adlarının anılmasına bir sorunsal olarak yaklaşan Fevzi Efendi’nin yazdıklarından anlaşılıyor ki tarihte de yakın geçmişimizde de zaman zaman gündeme gelen, dört halifeye tardiyye ve isimlerinin anılması meselesi o dönemin de ajandasında yer almış ve Fevzi Efendi, Hulefa-i Raşidin’in isimlerinin hutbede zikredilmesini hatta akabinde müezzinlerin cehri bir tonda “radiyallahu anhum”

demelerini müstehap olarak değerlendirmiştir. Hulefa-i Raşidin'in isimlerini minberde, hutbede anmak, hutbenin olmazsa olmazları arasında değildir. Ancak bu uygulama ehl-i sünnetin tensip ve tasvip ettiği bir uygulamadır.23

Günümüzdeki hutbelerde de dört halife, aşere-i mübeşşere ve ehli beytin isimleri anılmayıp onlara hayır duaya yer verilmemektedir. Türkçe ezan dayatmasının sona erdiği dönemi müteakip Diyanet İşleri Başkanlığının 1954 tarihli ve 27785 sayılı tamimi gereğince Hulefa-i Raşidin'in isimleri hutbelerde zikredilmiş ancak 2012 yılında yapılan başka bir düzenlemeyle bu uygulama kaldırılmıştır. Filhakika camilerde imamların inisiyatifiyle okunduğu da görülmektedir.

Fevzi Efendi de kendi döneminde bu tardiyyenin kaldırılmak istenmesine sitemen der ki “Tabiun ve tebeuttabiun dönemlerinde böyle bir uygulama yoktu ancak rafuzilerin

23 İmam-ı Rabbani, Mektûbat-ı Rabbani, (İstanbul: Merve Yayınları, 2016). II/328

(15)

655

hazımsızlıklarına karşın sonraki dönemlerde icra edilmeye başlandı. Bu uygulama münker ve bidat olmayıp bilakis müstehap ve mustahsen bir uygulamadır.”

Bu meseleyi hutbeye monte edilen bir bidat şeklinde değerlendirenler de bulunmaktadır. Bu konuda “Mescidler hep Allah içindir, o halde Allah’ın yanında başka birine duâ etmeyin”24 ayetini müfritâne yorumlayanlar olduğu gibi,

“Selefin uygulamalarında olmayan, söylenilmesi gerekli olmayıp, ihtiyaç halinde de okunmasında beis olmayan ancak devlet başkanlarının ve geçmiş halifelerin isimlerinin de daimi surette zikredilmesinin bidat olacağı” şeklinde yorumlayanlar da vardır.Bu minval üzere yorumlayanlardan biri olan Şatıbi, dört halifenin hutbede isimlerinin hayır dua ile anılmasını bidat olarak görmüyor, bu ameliyeyi hutbeye tahsisen mecburi bir zorunluluk olarak gösterilmesini, bu işlemin şart olmayışını eleştiriyor. 25

Bu meseleyi fıkhın delillerinden istihsan ile açıklayan Fevzi Efendi, yaşadığı dönemde (19.Yy’ın son yarısı itibariyle) Mekke ve Medine’de İstanbul’da Edirne’de Bursa’da ve sair biladı Osmaniyye’de hutbelerde, “tardiyye-i mustahsene-i mezkûre” olarak nitelediği Hulefa-i Raşidin’e aşere-i mübeşşere ve ehli beyti Mustafa’ya dua edip hutbelerde isimlerinin anılması geleneğinin sürdüğünü tarihe not düşerek şahitliğini eseriyle aktarmıştır. Buna karşı olanları da istihsanın hikmetini bilmemekle itham ederek olayı şahsileştirip hasetle ve inatla nefsani bir şekilde davrandıklarını iddia etmiştir. Kendisinin de bu tür düşüncede olanlara emri bil maruf açısından bir hatırlatma yaptığını ve ayrıca Hulefa-i Raşidin’e ve ehl-i sünnete olan bağlılığının bu risalede tardiyye meselesini açmasına vesile olduğunu beyan eden Fevzi Efendi bu meselenin ilmi delillendirmesinin mezkûr risalenin boyutlarını

24 Cin, 72/18

25 Şatıbi, Ebû İshak İbrahim b. Musa b. Muhammed El-Gırnati, el İ’tisam, thk. Meşhur b Hasan Ali Selman, 4 c. (Mektebetu’t- Tevhid, 2008). II/13

(16)

656

zorlayacağından bu kadar bahsetmenin kâfi olduğunu ifade etmiştir.

Ahlakî yozlaşmayı eserinin mihveri yapan Fevzi Efendi, ulemanın da kendi üzerine düşen görevleri yapmasını aksi takdirde eleştirilen zümre derekesine inme tehlikesinin bulunduğunu belirtir.

ْمُك ما دْق ا ْتِّب ثُي و ْم ُك ْرُصْن ي هّٰللا اوُرُصْن ت ْنِا اوُن مٰا ني ٖذ لا ا هُّي ا ا ي” “Siz ey iman etmiş olanlar! Eğer Allah’ın (davasına) yardım ederseniz, O da size yardım eder ve ayaklarınızı dinde sabit kadem eyler”26 emri mucibince ulemanın dinine davasına hizmet ettiği sürece va’di subhani tarafından karşılıklarını alacağını vurgulayan Fevzi Efendi ulemanın konumunun önemine işareten Ali İmran 18 de belirtildiği üzere Allah Zülcelal Hazretleri’nin, kendinden başka ilahın bulunmadığına öncelikle Zâtını sonra meleklerini sonra da ilim sahiplerini şahit tutması örneğinde ulemaya verdiği değeri belirttiği gibi “ ْمُكْنِم ِرْم ْلاا ىِلوُا و لوُس رلا اوُعي ٖط ا و هّٰللا اوُعي ٖط ا”

“Allah’a Resul’üne ve sizden olan emir sahiplerine itaat edin”27 buyururken de Allah ve Resul’ünden sonra zikredilen “emir sahipleri” hitabının münderecatı içerisinde ulemanın da olduğunu zikretmiştir.

Ahlakî yozlaşmanın bulunduğu namazların kılınmayıp, açıktan ramazan oruçlarının yendiği bir ahalide ulemanın kürsülerde yaptığı nasihatlerin, cuma vaazlarının, ramazan sohbetlerinin, ilim meclislerindeki tedrisatın artık kâfi gelmediğini, batıdan gelen akımların da etkisiyle tahrip edici unsurların yapıcı unsurlardan çok daha fazla olduğunu, bunun neticesinde namazı terk edip, ramazan orucunu yiyenlerin çeşitli menhiyatlara bulaşanların artmasının endişe doğurduğunu ve buna karşı bir şeyler yapılması gerektiğini belirtmektedir. Emir sahipleri (Ulu’l emr) derken her ne kadar ulema da bu kavramın içerisinde yer alsa da “Meliklerin sözü, sözlerin melikidir” kavlince siyasi otorite sahiplerinin irşadının, onların yaptırım gücünün de bulunması hasebiyle daha tesirli olduğunu söyleyen Fevzi Efendi, bunun örneklerine bizzat

26 Muhammed, 47/7

27 Nisa, 4/59

(17)

657

şahit olduğunu belirtir. Sultan Abdulmecid’in zaman zaman kendisini hükümet sarayına davet edip yayınladığı fermanları okuttuktan sonra duayı kendisine yaptırdığını aktaran Fevzi Efendi, insanların ibadetlerine hassasiyet göstermesi için irşâden hazırlanmış bir fermânın vilâyetlere kazâlara gönderildiğine ve bunun sonucunda insanların camileri doldurduğuna, açıktan oruç yemeğe cesaret edemediklerine, hırsızlık ve yol kesicilik gibi mâsiyetin gözle görülür bir şekilde azaldığına dikkat çeker. Bunu aktardıktan sonra çocukluk döneminde yaşadığı kasabada başından geçen ilginç bir olayı hikâye eder. (Dönemin Menteşe beylerinden yerel bir otorite olan) Tavaslızâde Osman Ağa, adamlarını mahalle mahalle dolaştırarak insanları camiye cemaate gelmeleri hususunda sıkı bir şekilde tembihlemişti. İnsanlar da beş vakit her işini bırakıp ezanı duyduklarında camiye gelirlermiş.

Bir mahallede eğer vatandaşlardan biri vakit namazına gelmez de aradan dört saat geçerse o caminin cemaati hemen bir boş tabut alıp, ‘cemaate ancak ölüler gelmez’ deyip namaza gelmeyen o insanın kapısının önüne gidip dakk-ı bab ederek (kapıyı çalarak) “Bu hanenin sahibi falan biçareye Allah rahmet eylesin vefât eylemiştir. Bizler de komşuları ve mahallelileri olarak biçarenin cenazesini defne geldik” deyip adamı tabuta yatırıp sıkıca bağlayıp çarşıda dolaştırırlarmış. Bunun üzerine cemaate gelmemeye cesaret eden çıkmazmış. Bunu aktaran Fevzi Efendi bu olaydan otuz sene sonra memleketini ziyarete gittiğinde artık böyle bir durumun olmadığını hüzünlenerek aktarır ve yönetenlerin halk üzerindeki etkisini bu misalle açıklar.

İslâm mescide gitmeyenler için böyle bir uygulama vazetmemiştir. Ancak mezkûr dönem ve bölge insanının gayret-i diniyyesi, dinlerine gösterdikleri hassasiyet açısından ilgi çekici bir uygulamadır. Sahabe uygulamalarında da cemaate gelmeyenlerin, ‘acaba başlarına bir iş mi geldi?’ diye tahkik edildikleri kaynaklarda görülmektedir. Mesela Hz.

Ömer, Süleyman b. Ebû Hasme’yi sabah namazında göremeyince evine gidip kapısını çalıyor. Annesi kapıyı açınca

(18)

658

Hz. Ömer, “Ebû Hasme’yi sabah namazında göremedik bir şey mi oldu?” Diye soruyor. Annesi de onun gece ibadeti yaptığını ve uyku bastırınca gözlerine hâkim olamayıp yattığını böylece namaza gelemediğini söyleyince Hz. Ömer “Şehadet ederim ki bana göre sabah namazını cemaatle kılmak gece kıyamından daha da önemlidir” deyip ayrılıyor.28

Bu meselenin fıkhî değerlendirmesine kısaca değinecek olursak konu ile alakalı ayet ve hadislere müracaat etmemiz gerekmektedir. Mesela “Rükû edenlerle beraber siz de rükû edin”29 şeklinde gelen ayette cemaatle namaz emrediliyor. İlgili hadislere baktığımızda bir kısmının kınama ve tehdit içerip gereklilik belirttiği bir kısmının ise konunun faziletini aktardığı görülmektedir.

Gereklilik içeren hadisler: “ ٍبَطَحِب َرُمآ ْنَأ ُتْمَمَه ْدَقل ،ِهِدَيِب يِسْفَن يِذَّلا َو ِة َلاَّصلاب َرُمآ َّمُث ،ُبَطَتْحُي ىلإ َفِلاَخُأ َّمُث ، َساَّنلا َّمُؤَيَف ًلاُج َر َرُمآ َّمُث ،اَهَل َنَّذَؤُيف

ٍلاَج ِر َق ِ رَحُأَف مهيلع

،ْمُهَتوُيُب ” “Canım elinde olan Rabbime yemin olsun ki! Bir an içimden şöyle geçti. Dedim ateş yaktırayım sonra namaz için ezan okunsun da yerime namaz kıldıracak birini bırakayım sonra cemaate gelmeyenlerin evlerini yakayım”30

“رذع نم لاإ هل ةلاص لاف ، بجُي ملف ءادنلا عمس نم” “Kim ezanı duyar da bir özrü olmadığı halde icabet etmezse onun namazı olmaz.”31 Metindeki ‘namazı olmaz’ ibaresi ‘kâmil olmaz’

şeklinde de anlaşılmaya da müsaittir. Yine Hz. Peygamber’in kendisinden cemaate katılmamak için izin isteyen âmâ bir sahabiye ruhsat vermesi fakat gücü yetiyorsa cemaate icabet etmesini telkin etmesi cemaate devamın önemini

28 İmam Malik b. Enes, Muvatta’u’l-İmam Malik, thk. Muhammed Mustafa el-A’zami (Abu Dabi: Devletü’l-Emarati’l-Arabiyyeti’l- Müttahide, 2004). Salat’ul Cuma, 2

29 Bakara, 2/43

30 Muhammed b. İsmail Buhârî, el-Cami’ü’s-Sahih, thk. Mustafa ed- Dîb (Beyrut: Daru ibn Kesir, 1987) Ezan 29-34; Ebu’l-Hüseyin Müslim b. Haccac, el-Cami’u’s-Sahih (Riyad: Beytu’l-Efkari’d-Devliyye, 1998).

Mesacid, 251-254

31 Ebû Davud, Süleyman b. el-Eş’as b. İshak el-Ezdi es-Sicistani, es- Sünen, IV c. (İstanbul: Çağrı Yayınları, 1992). Salat, 47

(19)

659

anlatmaktadır. Bir de cemaate devam etmenin faziletini, sevabını anlatan hadisler vardır. Bu hadisleri çalışmanın sınırı mazeretiyle aktarmayacağız.

Fevzi Efendi’nin de hayatından verdiği örnekle önemini vurguladığı cemaatle namazın fıkhî açıdan durum tespiti için farz, vacip ve sünnet diye değerlendirmelerin bulunduğunu belirtmek gerekir. Cemaate katılmanın farz olduğunu söyleyenler32 bu ameliyeyi; farz-ı ayn ve kifaye olarak ayırmışlardır. Bir grubun en azından bu vazifeyi deruhte etmelerinin gerektiğini ifade etmişlerdir. Delil olarak da yukarıda zikrettiğimiz hadiste geçen Hz. Peygamberin cemaate katılmayanların “evlerini yakma” isteğini öne sürmüşlerdir.

Ancak bu kelimenin teşbih yapacak olursak “yaramazlık yaparsan seni öldürürüm” diyen annenin, çocuğundan arzu ettiği, umduğu isteği karşılık bulmazsa gerçekte onu öldürmeyip bundan mahzun olacağı şeklindeki durum ile simüle edebiliriz. Farz-ı ayn olsaydı zaten Hz. Peygamber de yerine birini bırakmaz namazı kıldıktan sonra “evlerini yakma”

fiilini yapardı.

Kısaca bu lafız delaleti kat’i sarih bir lafız olmayıp kinaye ve mecaze hamli mümkün olduğundan karinelere muhtaçtır.

Karine olarak da “Rükû edenlerle beraber rükû edin” emrini, bir belde halkının topluca cemaate gelmeyi terk ettiklerinde devlet başkanının tazir yetkisini kullanıp müdahale edebilme hakkını, kör bir sahabiye cemaati terki için ruhsat verilmesi ancak bu konuda azimeti tercih etmesini telkin edişini harici karine olarak sunabiliriz. Cemaatle edanın ulema tarafından namazın sıhhat şartı olacak derecede genel bir kabule mazhar olmayışı, bazılarının bunu vacip bazılarının da sünnet olarak değerlendirdiğini gösterir. Kâsânî, Tahavî, İbnu’l Humam, Kerhî, İbn Nüceym, İbni Abidin gibi Hanefî fakihler cemaatle

32 Kemâluddin Muhammed B. Abdülvâhid İbn Hümam, Şerhu Fethi’l- Kadîr (Kahire, t.y.) I/353; Ebu’l-Hasan Ali b. Muhammed el-Basri Maverdi, El-Hâvî El-Kebir Fi Fıkhı Mezhebi’l-İmam Eş-Şafii: Şerhu Muhtasari’l-Müzeni, thk. Ali Muhammed Muavvez, Adil Ahmed Abdülmevcud (Beyrut: Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1994). II/297

(20)

660

namazın vacip olduğunu belirtmişlerdir.33 Delil olarak;

zikrettiğimiz hadislerdeki şiddetli vurgular, cemaatini terk eden topluluğun tazire müstahik görülmesi, şahitliğinin kabul edilmemesi, özürsüz olarak cemaati terk edenlerin kınamaya maruz kalması gibi durumlar zikredilir. Bu deliller subuti zanni ahad haberlerle geldiğinden farz derecesinde kabul edilmeyip vacip kategorisinde değerlendirilir.

Sünnet olduğuna dair değerlendirmelere gelince cemaatle namaza müekked sünnet denilmesinin öncelikle kavram farklılığına dayanan bir ifadelendirme olduğunu söyleyebiliriz.

Fakih sahabilerden Abdullah İbni Mesud cemaatle namaz için sünneti hüda kavramını kullanmış, cemaatle namazı terk edenin Peygamberin sünnetini terk ettiğini belirtmiştir.34 Hanefilerin haricindekiler vacip diye bir kavram kullanmazlar.

Dolayısıyla Hanefilerin vacip dediği cemaatle namaza Şafii ve Malikilerin çoğu Hanefilerin de son devir ulemasından bir kısmı35 müekked sünnet kavramını kullanarak delil tespiti yaparlar. Müekked sünnet oluşunun delilleri ise; Mescide gitmeyi bildiren hadislerin durumun faziletini ifade etmesi, Hz.

Peygamberin on üç sene Mekke’de cemaatle namaz kıldırmayışı, “evini yakma” hadisinin terğib ve terhib bağlamında teşvik ve uyarma içermesi hatta o dönemde mescide gelmeyenlerin ancak münafıklar oluşu ve toplumun genelinin cemaate gitmeye özen göstermesi, bu tür şiddetli üsluptaki hadislerde Cuma namazının kast edilişi, mescide

33 Alaüddin Ebi Bekr b. Mes’ud Kasani, Bedai’u’s-Sanai’ fi Tertibi’ş- Şeria’, 2. Bs, 7 c. (Beyrut: Darü’l-Kütübi’l-İlmiye, 1986) I/365;

Muhammed Emin İbn Abidin, Reddü’l-Muhtar Ale’d-Dürri’l-Muhtar Şerhi Tenviri’l-Ebsar, thk. Adil Ahmed Abdilmevcud ve Ali Muhammed Muavvız (Riyad: Daru Âlemi’l-Kütüb, 2003). I/552 vd.

34 Müslim, Mesacid, 256-257

35 Ebû Muhammed Bedreddin Mahmud b. Ahmed b. Musa El Hanefi, El-Binâye fi Şerhi’l-Hidâye (Beyrut: Daru’l-Fikr, 1990) II/381; Remli, Ahmed b Hamza el Ensari, Nihayetu’l Muhtaç ila Şerhil Minhac (Beyrut: Daru’l-Fikr, 1984) II/134; Baci, Suleyman b. Halef, el-Munteka şerhu’l-Muvatta (Beyrut: Daru’l-Fikr, 1983). II/189

(21)

661

komşu olanın evinde namaz olmayışı hadisinin kâmil manada namaz olmayışa hamledilmesi gibi deliller, mescitte cemaatle namaz kılmanın müekked sünnet kapsamında değerlendirilebileceğinin göstergeleridir.

Sonuç

Fevzi Efendi, risalesinde üzerinde hassasiyetle durduğu ahlakî dejenerasyon ve bunu örneklendirdiği birkaç fıkhî mesele ile bizlere döneminin ve özelde şahsının bakış açısını yansıtmıştır. Üzerinde durduğu fıkhî meseleleri incelediğimizde; kendisinin de mensubu olduğu Hanefi mezhebinin görüşlerini, maruf kaynaklardan atıflar yaparak aktardığını, yazdıklarıyla çelişmeden meseleler hakkında detaya girmeyip daha çok konuyu ahlakî erozyona bağlayarak emr-i bil ma’ruf ekseninde bir risale yazdığını söyleyebiliriz.

Üslup olarak da hakkında iddia edildiği gibi şedid bir tutum içerisinde olmadığı, meselelerin hakikatini vakur ve yapıcı bir tarzda aktardığını ifade etmemiz gerekir.

Fevzi Efendi’nin gereksiz eser yazıp, çalışmalarında derin kaynaklar kullanmadığı, üslup olarak da bazı insanları aşağılayıcı ifadelere yer verdiği, meşhur bir akaid kitabına yazdığı şerhte padişahlara alkışçılığı sebebiyle imâmetin kureyşiliği konusunu gizlemesi türünden ithamlarla eleştirilmesi yersiz görülmektedir. Ona toptancı bir üslupla suçlamalar yapılıp haksızlık edildiği kanaatindeyiz. Zira Fevzi Efendi, dönemin Kayseri uleması tarafından hakkında II.

Abdulhamid’e teşekkür nâme yazılan, gece gündüz çalışıp ardından 75 adet kıymetli eser bırakan başarılı bir ilim adamıdır.

Yaşadığı çağ itibariyle bu çapta eserler vermesi takdire şâyandır. Fevzi Efendi’nin risalesinde aktardığı fıkhî mevzulardan olan hutbelerde Hulefâ-i Râşidin’e yapılan dua ve cemaatle namaz konusunda, daha önceki kaynaklarda hiç rastlamadığımız ilginç örneklerin bulunması, Osmanlı toplumunun dini mesâile olan hassasiyetini, gayret-i diniyyesini yansıtan anlamlı göstergelerdendir. Risalede geçen bu iki mevzunun kısa bir fıkhî tahlili yapılmıştır. Kanaatimizce

(22)

662

Osmanlı ulemâsının ve eserlerinin günümüz araştırmacıları tarafından daha yaygın bir şekilde tanıtılması ve incelenmesi ehemmiyet arz etmektedir.

Kaynaklar

Aşık, Nazan. “Edirne Müftüsü Mehmed Fevzi Efendi’nin İcmâlü’l-Kelâm Adlı Mevlidi”. Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi 6/26 (2013)

Baci, Suleyman b. Halef, el-Munteka şerhu’l-Muvatta. Beyrut: Daru’l-Fikr, 1983.

Bağdatlı İsmail Paşa. Hediyyetu’l-Ârifîn, Esmâü’l- Müellifîn ve Âsar’ul-Musannifîn min Keşfi’zzünnûn,. Beyrut, 1990.

Bilmen, Ömer Nasuhi. Büyük Tefsir Tarihi/Tabakâtü’l- Müfessirîn. İstanbul: Ravza yay., 1971.

Buhârî, Muhammed b. İsmail. el-Cami’ü’s-Sahih. Thk.

Mustafa ed-Dîb. Beyrut: Daru ibn Kesir, 1987.

Bursalı Mehmet Tahir Efendi. Osmanlı Müellifleri. Ed. A Fikri Yavuz, İsmail Özen. İstanbul: Meral Yayınevi, t.y.

Ebû Davud, Süleyman b. el-Eş’as b. İshak el-Ezdi es- Sicistani. es-Sünen. IV Cilt. İstanbul: Çağrı Yayınları, 1992.

Ebû Muhammed Bedreddin Mahmud b. Ahmed b. Musa El Hanefi. El-Binâye fi Şerhi’l-Hidâye. Beyrut: Daru’l-Fikr, 1990.

es-Serahsi, Şemsüddin. Kitabü’l-Mebsut. 31 Cilt. Beyrut:

Daru’l-Fikr / Daru’l-Ma’rife, 1989.

Fevzi Efendi. Fihristu’l-Âsâr. İstanbul, t.y.

Fevzi Efendi. İsbâtu’l -Muhessenat li Tilâveti Mevlidi Seyyidissâdât. İstanbul, t.y.

Fevzi Efendi. Temessükü’l-Ezyâl min Sâdâdi’r-Ricâl. t.y.

Huceylan, Abdülaziz b. Muhammed b. Abdullah.

Mikdaru’l Aded ellezi Ten’aqidu bihi Salatu’l Cumati. Demman: Daru İbni’l-Cevzi, 2008.

İbn Abidin, Muhammed Emin. Reddü’l-Muhtar Ale’d- Dürri’l-Muhtar Şerhi Tenviri’l-Ebsar. Thk. Adil Ahmed

(23)

663

Abdilmevcud - ve Ali Muhammed Muavvız. Riyad: Daru Âlemi’l-Kütüb, 2003.

İbn Ebî Şeybe, Ebû Bekr Abdullah b. Muhammed. el- Musannef. VII Cilt. Beyrut: Mektebetü’r-Rüşd, 2004.

İbn Haldun, Abdurrahman b. Muhammed. el- Mukaddime. Beyrut: Dâru’l-Fikr, 2001.

İbn Hümam, Kemâluddin Muhammed B. Abdülvâhid.

Şerhu Fethi’l-Kadîr. Kahire, t.y.

İhsan Işık. “Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi”. 1: 10. Ankara:

Elvan Yayınları, 2006.

İmam Malik b. Enes. Muvatta’u’l-İmam Malik. Thk.

Muhammed Mustafa el-A’zami. Abu Dabi: Devletü’l-Emarati’l- Arabiyyeti’l-Müttahide, 2004.

İmam-ı Rabbani. Mektûbat-ı Rabbani. 2 Cilt. İstanbul:

Merve Yayınları, 2016.

Kasani, Alaüddin Ebi Bekr b. Mes’ud. Bedai’u’s-Sanai’ fi Tertibi’ş-Şeria’. 2. Bs, 7 Cilt. Beyrut: Darü’l-Kütübi’l-İlmiye, 1986.

Külekçi, Cahit. “İlk Dönem İslâm Siyâsî Tarihinde Hutbe Uygulaması”. Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic 8/7 (2013): 307–321.

Maverdi, Ebu’l-Hasan Ali b. Muhammed el-Basri. El-Hâvî El-Kebir Fi Fıkhî Mezhebi’l-İmam Eş-Şafii: Şerhu Muhtasari’l- Müzeni. Thk. Ali Muhammed Muavvez, Adil Ahmed Abdülmevcud. Beyrut: Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1994.

Mustafa Uzun. “Fevzi Efendi, Edirne Müftüsü”. DİA. 12:

507. t.y.

Müslim b. Haccac, Ebu’l-Hüseyin. el-Cami’u’s-Sahih. Riyad: Beytu’l-Efkâri’d-Devliyye, 1998.

Necdet Gürkan. Mehmed Fevzi Efendi, Fethu’l Verde Şerhu’l- Burde. İstanbul: Arena Dijital, 2011.

(24)

664

Neriman Baybara. Kureyşî-Zâde Mehmed Fevzi Efendi Hayatı ve Eserleri. Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi SBE, 2007.

Nesimi Yazıcı. “Osmanlı Son Döneminden Cumhuriyete Hutbelerimiz Üzerine Bazı Düşünceler”. Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi,. Cumhuriyetin 75.Yıldönümü özel Sayısı (1999).

Ömer Yılmaz, Mine Oymak. “Edirne Müftüsü Mehmed Fevzî Efendi ve Vesîle-i Saâdet Adlı Eseri”. Turkish Studies - International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic 11/17 (2016): 587.

Remli, Ahmed b Hamza el Ensari,. Nihayetu’l Muhtaç ila Şerhil Minhac. Beyrut: Daru’l-Fikr, 1984.

Savi el Maliki, Ahmed b. Muhammed. Bulğatü’s-Salik li- Aqrebi’l-Mesalik ala Şeru’s-saġir. 4 Cilt. Beyrut: Darü’l- Kütübi’l-İlmiyye, 1995.

Şatıbi, Ebû İshak İbrahim B. Musa B. Muhammed El- Gırnati. el İ’tisam. Thk. Meşhur b Hasan Ali Selman. 4 Cilt.

Mektebetu’t- Tevhid, 2008.

Referanslar

Benzer Belgeler

Biñ ķırķ tārįħinde dārü’s-salŧanatü’l-Ǿaliyye belde-i Ķosŧanŧıniyye’ye ķudūm ve devr-i mecālis-i Ǿulemā-yı Rūm itdükden śoñra elli senesi

Peygamberlerin  hayatları  incelendiği  zaman  her  birinin  nice  musibet  ve  felaketlere 

8 Şehbenderzâde Filibeli Ahmet Hilmi, Hangi Meslek-i Felsefeyi Kabul Etmeliyiz.. Ya da Dârü’l-fünûn Efendilerine Tahrîrî Konferans ,

A) Kanın ozmotik basıncı atardamar ucundan toplardamar ucuna doğru gidildikçe azalır. B) Atardamar ucunda kan basıncı kan ozmotik basıncından düşük olduğu için kandan dokuya

278 Dolayısıyla tefsiri yapılan ayette belirsiz durumda olan yani kendisinden neyin kast edildiği anlaşılamayan konu, Şâri tarafından Kur’an’ın başka

Metallerden ancak elektron sökebilen minimum enerjili fotonlardan; dalga boyu en büyük olan sodyum metali için kullanılan

İmam Abdüllatif Efendi’nin Ankara ve Budapeşte arasındaki ilişkilerde önemli bir yere sahip olduğunun en belirgin kanıtı Lozan görüşmeleri sürerken Amerikan Orta

Ebu’l-Leys Semerkandî’nin (ö.983) Tenbîhu’l-Gâfilîn adlı vaaz ve nasihat muhtevalı eseri dördüncü bölümde (s. 31) Allah’a, Peygamber’e ve ulu’l-emre