• Sonuç bulunamadı

ATATÜRK'TEN ANILAR. Hiç YAYINLANMAMIŞ. TRUVAYAYINLARr

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "ATATÜRK'TEN ANILAR. Hiç YAYINLANMAMIŞ. TRUVAYAYINLARr"

Copied!
239
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

ATATÜRK'TEN

H i ç YAYINLANMAMIŞ

ANILAR

TRUVAYAYINLARr

(2)

TRUVA YAYINLARI®

Yayıncı Sertifika No: 12373 Yayın No: 37 Truva / Tarih: 10

Atatürk'ten Hiç Yayınlanmamış Anılar Yazarı: Prof. Dr. Yurdakul Yurdakul Genel Yayın Yönetmeni : Hüseyin Movit

Yayın Editörü : Hüseyin Movit Düzelti : Gülten Akderin M.

Kapak Tasarımı : GDA Creative Design & Media Plain Baskı-Cilt : Kilim Matbaacılık Ltd. Şti.

Litros Yolu Fatih Sanayi Sitesi

No: 1 2/204 Topkapı-İstanbul (O 212) 612 95 59

1. Baskı Nisan 2005 8. Baskı Ocak 2009 ISBN: 975-6237-37-6

Kitabın telif hakları, Truva Yayınları'na aittir. Yayınevinden yazılı izin alınmadan kısmen veya tamamen alıntı yapılamaz, hiçbir şekilde

kopya edilemez, çogaltılamaz ve yayımlanamaz.

© Truva Yayınları, 2009

Okul Caddesi Mutlu Sokak Güler Apartmanı No: 48 Daire: 17

34110 Kavacık/İSTANBUL Tel: (0216) 537 70 20 (3 hat)

Faks:(0216) 537 70 23 www.truvayayinlari.com e-mail: info@truvayayinlari.com

(3)

Prof. Dr. Yurdakul Yurdakul

ATATÜRK'TEN

H i ç YAYINLANMAMIŞ

ANILAR

(4)

Sevgili eşim Ayşe'ye,

çocuklarım Nuri Atilâ ve Tolga Engin'e...

(5)

İçindekiler

ÖNSÖZ/9 BAŞLARKEN/İl

GÎRlŞ/13

Halil Nuri Yurdakul'a verilen Takdirname . 23

Takdirnamenin Bugünkü Türkçe ile Açıklaması 25

A l l ^ l , ÖZEIXÎKLERİ VE ARKADAŞLARI / 35

Atatürk'ün Ailesi . 37 Atatürk'ün Çocukluğu . 39

Atatürk'ün Özellikleri . 4 0 Atatürk'ün Sofra Arkadaşları (Zevat-ı Mutade) • • • • "^5

Mareşal Fevzi Çakmak 48 Atatürk'ün Sevdiği Şarkılar 49

ANILAR/51

Ramazanlarda Atatürk 53 Kurtuluş Harbi İçinde Halkın Durumu 55

Fedakârlıkların Boyutu. 56 Samsun Yolculuğuna Hazırlık . 58

Samsun Yolculuğu ve Samsun'a Varış 60 Atatürk'le Beraber Samsun'a Çıkanlar 62 Atatürk'ün Kurtuluş İçin İlk Hareketleri 65 Erzurum'a Geliş ve Ordudan Ayrılma 68 Kâzım Karabekir Paşa'nm Ziyareti 70 Atatürk'ün Nöbet Tutması 72 Ankara'ya İlk Geliş 74 Ani Kararları 76

(6)

Ali Fuat Cebesoy'a Ait Anılar 78 Çankaya'da Hediye Edilmek İstenen Ev 81

Sakarya Harbi'nde Olaylar 85 Kuran Okuyana Saygı 87 Bir İmama Yapılan Öneri 89

Satı Kadın 91 Büyük Taarruz Tarihinin Geri Bırakıirnası 94

31 Ağustos 1922 Günü 97 İzmir'in Alınması 98 Atatürk'ün Zaferden Sonra Ankara'ya Gelişi 100

Atatürk'ün Duygusal Tarafı 102 Atatürk ve Abdülhalim Çelebi Efendi. 104

Atatürk'ün Annesinin Ölümü 107 Atatürk'ün Evlenmesi ve İlk İnkılap Hareketi . 110

Atatürk'ün Evlilik Sorunlan 112 Latife Hanım'm Vefatı 114

Latife Hanım 116 Topal Osman Olayı 120 Neyzen Tevfik Kolaylı'ya Ait Bir Anı 134

Doğru Konuşanlara Ödül 137 Rabbi'l-Ud . . . 1 3 9 Binbaşıya Verilen Acı Bir Ders 141

Tahtakale Yangını 144 İnönü'nün Attan Düşmesi 146 Çopur Albay'm Terfi İşlemi . 148

Hoşa Gitmeyen Gösteriş. 150

Ülkemizde Gül. 153 Dünyanın Ortası Neresidir? 155

Cami Yaptırma Derneğine Yardım 156

Ani Teftişleri 157 Atatürk'ün Uyarıları 159 Atatürk'ün Dikkatleri 161 Mevlevi Ayinlerine Hayranlık 163

(7)

Çanakkale'de Okunan Mevlid-i Şerif 164

Çanakkale'yi Ziyaret . . 1 6 7 Çanakkale Şehitlerini Ziyaret 169

Şehitlerimizi Ziyaret 171 Kuran'm Tercümesi 173 Yerebatan Camii'nde Türkçe Yasin Okunacak 174

Türkçe Kuran Dün îlk Defa Okundu 175 Dini Bir İnkılap: Türkçe Kuran ; . . . 177

İlk Türkçe Hutbe Dün Okundu 179 Kuran Tercümesinin İlk Defa Camide Okunması 180

Radyo ile Yayınlanan Dünyadaki İlk Mevlit 182 Türkçe Kuran Okunan Camiler Dolup Taşıyor! 185 Bugün Fatih Camii'nde İkindi Ezanı Türkçe Okunacak 187

70 Bin Kişinin İştirak Ettiği Dini Merasim 189 Dini Ayinin Ankara'da Husule Getirdiği Tesir 192

Onuncu Yıl Balosu 193 Sırp Kralının Ziyareti 195 Atıf Bey'e Ait İki Hatıra 197 Ölen Kardeşi Naciye'ye Benzeyen Hanım 200

Atatürk'ün Bağlılık ve Kıymet BiUrliği 202 Radyolarda Hastalık Haberinin Söylenmesi 205 Atatürk'ün Cenaze Merasimi, Muzaffer Kılıç ve Menderes . . . 207

Muzaffer Kılıç'm Ölümü 211 Atatürk'ün Yanından Bir An Bile Ayrılmayan Yaveri

Muzaffer Kılıç Atatürk Bulvarı'nda Vefat Etti 213

A T A T O R K L E ÎLGttİ KO^fULARDA, Y A Z A R I N Ç E Ş Î T Ü YAZIŞMALARI / 217

Mehmet Ali Birant'a . 218 Halik Refiğ'e Açık Mektup 220 Latife Hanım'm Salih Bozok'a Mektubu 223

Cumhuriyet Gazetesine 226

İnsan Atatürk 235

(8)

ÖNSÖZ

Bir emeğin değerlendirme zorluğu... ATATÜRK hepsi hepsi 57 yıl yaşadı.

Şahsiyeti, başarıları, aldığı sonuçlar önünde asırlar önce gelmiş geçmiş bir mitoloji kahramanının izlerini yaşıyoruz.

Yaşamaya da devam edeceğiz.

Günümüzde Mustafa Kemal'e erişebilmiş olanlar parmakla sayıla­

cak kadar az. Özellikle bunların anıları engin denizlerdeki inci taneleri­

ne rastlayabilmek kadar nadir...

Elinizdeki kitap bu mutluluklardan biri...

"Yurdakul" sözcüğü tek başına olduğunda bir özlem ifade eder.

Benim için "Yurdakul" sözcüğü Halil Nuri Yurdakul olunca gerçek an­

lamını bulur. Çünkü şu an bir vatandaş ismi olmanın yanında 19 ya­

şında bıyıkları henüz yeni terlemiş bir gencin kişiliğinde, vatana "kul olma"nın hayat hikâyesidir. Bu kitaptaki Atatürk amlannıjderleyen de o Halil Nuri Yurdakul'un oğludur. Ve babası ona Yurdakul olmayı, hem özad hem de soyadı olarak vermiştir.

Halil Nuri Yurdakul, Mondros'tan sonra Anadolu'da kendi irade ve tercihiyle vatanın elde kalan bölümlerini korumak için toplananların en genci ve en erken karar verenlerindendi. 20. Kolordu ve Kuva-yı Milliye ilk umum kumandanı olan rahmetli Ali Fuat Cebesoy, anıların­

da ondan, "Şahsını daha sonra tanıdığım ve ilk karşılaşmamda çocuk

(9)

yaşında bulduğum, harbiyenin ilk sınıfından ayrılmış ve etrafına topla­

dığı bir avuç yurtseverle kurduğu kuvvetle gerilla savaşını ilk tatbik e- den bu genç adamdan aldığım, düşmanın ilerleyişine karşı koymanın safhalarım dinlemiştim. Kendisiyle, o Niğde MiUetvekih, ben İstanbul Milletvekih olarak 1 9 5 0 Millet Meclisinde buluştuğumuzda, o günleri heyecanla yad etmiştik," der.

* :î: *

Oğlu, Ünlü hekim Prof. Dr. Yurdakul Yurdakul'un babası ve baba­

sının arkadaşlarından derlediği bu kitapta sanıyorum ki, "Mustafa Ke- mal-devri-kişileri" için çoğunlukla ilk defa okuduğunuz, söylenecek anekdotlar, anılar, olaylar bulacaksınız. Bunların tümü yaşanılmış ger­

çeklerin belleklerde hatırlanabilecek ve belki de yadırganacak olaylar­

dır. Bu "yadırgama"ya şaşmıyor ama şuna inanıyorum ki, anlatılan olaylar ve kişileri 1998 Türkiyesi'nde "efsane" sayılacaktır.

Cumhuriyetimiz de, böylesine efsane sayılacak yiğitlik, cesaret, öngörülülük terkibi değil midir?

Tebrikler ve en iyi dileklerimle.

Tarihçi - Yazar Cemal Kutay 26 Ocak 1 9 9 8

(10)

BAŞLARKEN

Atatürk'e ait, babam ve arkadaşlarmm anlattıkları anıları dinlerken

"Bunları niye yazmıyorlar?" diye düşünür, hatta bunu kendilerine söy­

lerdim. Her biri bir bahane bulur ve benim önerimi geçiştirirlerdi. Ba­

zıları da, "Sen yaz," derlerdi.

Babam gençliğinde "Askeri Vecizeler", "Neferin Defteri", "Muhare­

be Araçlarından Güvercin", "Bombalarla Eğitim" gibi birçok kitap yaz­

mıştı. Aynı şeyleri ona söylediğimde, "Oğlum sen gençsin, bunlan sen topla, sen yaz," derdi. Ben de anlatılan bu olayları hep yazdım.

Anlatılan bu anılar, hem bana hem anlattığım dost ve arkadaşları­

ma çok ilginç geldi. Atatürk'e ait yazılan anıların hemen hepsini oku­

dum. Bu anıların hiçbirisinin, herhangi bir yerde yayımlanmadığını gördüm.

Bunun üzerine bu anıları, 1919-1938 yılları arasım kapsayan "Ata­

türk'ün Nöbet Defteri"nden, Prof. Dr. Utkan Kocatürk'ün "Kaynakçalı Atatürk Günlüğü"nden ve o zaman çıkan gazetelerdeki haberlerden araştırarak olayları günü gününe oturtmaya çalıştım.

Tarihte yaşamış olan bütün büyük insanların yaptıklan ve yaşayışla­

rı araştırılır ve bir de büyük Atatürk'ün yaptıkları gözden geçirilirse, o- nun hiçbirisiyle ölçülemeyecek kadar büyük bir insan olduğu anlaşıhr.

Büyük Atatürk'ün çok hareketli hayatı içinde engin görüş, düşün­

ce ve davranışları, herkes için ibret alınacak olaylarla doludur.

(11)

Okuyacağınız bu anılar, onu bir kere daha tanımaya ve her konu­

yu ne kadar çok boyutlu ve dengeU düşündüğünü görmemize yardımcı olacaktır.

Bunları yazarak, hem anlatanların isteklerini yerine getirip ruhları­

nı şad ediyor, hem de ölümsüz Atatürk'ün sağlam kişiliğini yansıtan bu olayları hiçbir katkıya gerek duymadan sizlere sunuyorum.

Kitabın hazırlanmasında yazılarıma yardımcı olan sekreterlerimiz Sevgi Aslan, Gülten Aslan ve Öznur Atalara teşekkür ederim. Yazım kurallarında bir aksaklık olmaması için müsveddeleri okuyan Edebiyat Öğretmeni Perihan Yiğenoğlu'na, eserin kusursuz olmasını isteyen ve taslağı okuyan dostum Yazar Prof. Dr. Gürsel Aytaç'a, eserin son baskısmdaki tashihleri yapan Gülten Akderin M. ve titiz çalışmalarını takdir ettiğim Gn. Yay. Yön. ve Editör Hüseyin Movit'e burada teşek­

kür ederim.

Anı derlemelerime -yoğun söyleşi isteklerine karşın- çok anlamlı bir önsöz yazarak, kendisine olan saygı, sevgi ve hayranhğı arttıran ba­

ba dostu Tarihçi-Yazar Sayın Cemal Kutay Beyefendi'ye sonsuz teşek­

kürler sunarım.

Prof. Dr. Y. Yurdakul 1998

(12)

GİRİŞ

Babam Halil Nuri Yurdakul, teğmenken henüz düzenli ordu ku­

rulmadan önce, Bozüyük'ü işgal etmek isteyen Yunanhiara karşı oradan topladığı gönüllüler ile savaşmıştı.

Daha sonra Ah Fuat Cebesoy, Batı Cephesi Kumandanı olunca o- nun emrine girmiş ve yapılan birçok gerilla muharebelerine iştirak ede­

rek Bursa cephesinin kurulmasında çok büyük yardımı olmuştu.

Düzenh ordu kurulduktan sonra da Birinci ve İkinci İnönü Savaş­

larında kahramanca yararhklar göstermiştir.

Büyük Taarruz öncesi gizli bir emirle Yunan işgal bölgelerine köy­

lü kıyafeti (tebdil-i kıyafet) ile gidip haber toplayacak gönüllü subaylar aranır. Babam bu görev için Genelkurmay Başkanhğı na başvurur. Ya­

nma bir Rumca bilen, bir de muhabere subayı verilir. Bu üç kişi köylü kıyafetleri giyip yanlarına fotoğraf makinesi gibi birçok da malzeme alarak eşeklere binip Yunanhlarm işgal ettiği bölgelere giderler. Surdan hurdan aldıkları kömür, odun, tezek, tuz gibi şeylerle ticaret yapıyor şekli içinde, o bölgeleri gece ve gündüz iyice tararlar. Yunan birlikleri­

nin nerelerden nerelere kaydırıldığı; nerelere yığmak yapıldığı, bu bir­

liklerin sayısı ve savaşma gücü hakkında bilgiler edinirler.

Sonra Yunan komutanlığı ile cephe arasındaki telefon hattını bu­

lurlar. Bir gece bu hattan orman içine paralel bir tel çekerek, komutan­

lığın verdiği bütün telefon emirlerini günlerce dinlerler, tercüme edip not alırlar.

(13)

Bir gün komutanlıktan cepheye şöyle bir emir geçilir:

"Gizli örgüte bağlı bazı Türk subaylarının köylü kıyafetlerine gire­

rek Yunan işgal bölgelerine geçtiği ve komutanlık telefonlarını dinleme isteğinde bulundukları adamlarımız tarafından haber verilmiştir."

(Adamlarımız denen kişiler Yunanlıların işgal ettiği bölgelerde, pa­

ra, altın vs. ile kandırıhp kendilerinden haber aldıkları, kandırılmış Türk vatandaşlarıdır. Babamların hareketlerinden şüphelenen bu vatan hainleri, Yunan komutanlıklarına bu hareketleri haber verirler.)

Bu nedenle "Derhal atlı birlikler çıkarılarak telefon hat boyu 24 sa­

at aralıksız kontrol edilecek, şüpheli görülenler, kim olursa olsun yaka­

lanıp kurşuna dizilecektir," emri verilir.

Babamlar bu emri duyunca, hemen telleri keserek oradan kaçarlar.

Sonra da gece-gündüz yürüyerek Türk bölgesine geçip kurtulurlar.

Topladıkları ve Genelkurmay Başkanlığı'na teslim ettikleri bu as­

kerî sırlar, Büyük Taarruz planlarının başarıyla hazırlanmasında çok yardımcı olmuştur.

Kurtuluş Harbi bittikten sonra da bu üç korkusuz askere yaptıkla­

rı kahramanlıklar için, TBMM'nin takdirnamesi verilmiş, ayrıca İstiklal Madalyaları ile takif edilmişlerdir.

Daha sonra da, bu üç kahramanın köylü kıyafetli resimleri, Ata­

türk'ün emri ile İstanbul'da Askerî Müze'ye konulmuştur. Resimler ha­

len orada sergilenmektedir.

Halil Nuri Yurdakul, Kurtuluş Harbi bitince, 1927 yılma kadar Harp Okulu'nda öğretmenlik yapmış, o seneden sonra da Atatürk'ün Muhafız Alayı'na alınmıştır. 1927-1933 yılları arasında arahksız yedi seneye yakın, Atatürk'ün koruma alayı kumandanı İsmail Hakkı Tekçe Paşa'nm ve muhafız alayının genel sekreterliği görevini yürütmüştür.

Bu senelerde, Atatürk'le birçok seyahate çıkmış ve onun korunma­

sında görev alan koruma kıtalarına bizzat komutanlık yapmıştır.

Bu arada Atatürk'ün emri ile Hitler Almanyası'm görmek ve tetkik etmek için altı ay müddetle Berlin'e gönderilmiş, askerî açıdan gördük­

lerini rapor hâlinde Genelkurmay Başkanhğı'na bildirmiştir.

(14)

Ben, Adana'da henüz Use talebesiyken bir gün babam çok müteva­

zı evimizde alabildiğine bir hazırhk yaptırıyordu. "Buraya çok büyük bir misafir gelecek," diyordu. Üç gün sonrada evimize Atatürk'ün kız kardeşi Makbule Hanım'ı misafir olarak getirdi.

Babam Muhafız Alayında görevliyken Makbule Hanım'la olan bir yakınlıkları vardı. Makbule Hanım Dörtyol'daki Atatürk'ten kalan por­

takal bahçesine kışı geçirmek üzere gelmişti. Babam da orada albay ola­

rak alay kumandanlığı yapıyordu. Dörtyol'da lise olmadığı için bizler Adana'daki liseye gidiyorduk. Makbule Hanım'ı Adana'daki mütevazı evimize davet etmiş, o da bu daveti kabul ederek bize misafir gelmişti.

Evimiz sadece iki odadan ibaretti. Büyük odayı Makbule Hamm'a ha­

zırlayıp vermiştik. Küçük odada ise annem, ağabeyim, ben ve kız kar­

deşim kalmıştık. Babam da orduevinde kalmıştı.

Makbule Hanım ilk geldiğinde beş gün kalıp gitti. Sonraları defa­

larca bize gelip misafirimiz oldu. Biz de sömestir tatilinde Dörtyol'a gi­

dince onun evinde yemekler yerdik.

Adana'da iken birçok defa babamm Kayseri'den beri tanıdığı ve dostu Hacı Ömer Sabancılara (Sakıp Sabancı'nm babası) gidip misafir olmuştuk.

O zamanlar her evde buzdolabı yoktu. Makbule Hanım'm cam, özellikle, soğuk bir şey içmek istediği zaman, "Hadi çocuklar, Hacı Ömer Ağalara gidip birer ayran içelim," diye bizleri de alır ve hep bera­

ber arabasına dolarak, Sakıp Sabancılara gider, soğuk ayran veya limo­

natalar içerdik.

Makbule Hanım, bu gelmelerinde, hep Atatürk'ün gençlik ve ço­

cukluk yıllanna ait hatıralar anlatırdı. Biz de etraftna toplanır onu din­

lerdik. Anlattıklarını babam kaleme alır, bizim de bunları yazmamızı isterdi.

Bu arada, birçok kez hse talebeleri ve tarih öğretmenleri, gruplar hâlinde Makbule Hanımı ziyarete gelmiş, elini öpmüşler, ondan büyük Atatürk'e ait anılar dinlemişlerdi. Bunların arasında zamanın DYP Genel Başkan Yardımcısı Esat Kıratlıoğlu da bulunmuştur.

(15)

Daha sonra Makbule Hanım'ı babam Bor'a getirmiş, evimizde gün­

lerce misafir etmiş ve ona, yöreyi gezdirmişti. Oralarda da tarih öğret­

menleri ve öğrenciler gelip elini öpmüşler ve Atatürk'e ait yine birçok anı dinlemişlerdi.

Sonraları üniversite yıllarında, İstanbul'da da Makbule Hanım'ı birçok defa ziyaret etmiştim.

1956 yılında son hastahğı nedeniyle Gülhane Hastanesi'nde yatar­

ken, defalarca yine babamla beraber onu ziyarete gitmiş ve elini öperek teselli etmiştim. O zamanlar ben de artık doktor olmak üzereydim.

Makbule Hanım o tarihte eski Gülhane Hastanesi'nde yatarken, aynı tarihte Dr. Alaeddin Yavaşça da yedek subay talebesi olarak bitişik binada eğitim görüyordu. Hatta, Makbule Hamm'a Ata'nm sevdiği par­

çalardan ufak bir konser vermesi de istenmişti. Alaeddin Yavaşça, ken­

disine eşlik edecek saz arkadaşları olmadığı için bunu gerçekleştireme­

mişti.

Yaşım ilerlemişti, babamın diğer arkadaşları ve dostları ile tanışı­

yordum. Onların konuştuklan hep Ata'ya ve Kurtuluş Harbi'ne ait hatı­

ralardı.

Çünkü hem babam hem arkadaşları o yıllarda Ata ile çok yakın il­

gileri olan kişilerdi. Onun için pek çok hatıra taşıyorlardı. Onları dinle­

dikçe hepsini yazdım.

Özellikle, ta Filistin cephesinden, Çanakkale'den beri ve Cumhur- reisi olduktan sonra da yıllarca Atatürk'ün yaverliğini yapan Muzaffer Kılıç'tan pek çok anı dinledim.

Sonradan babam, ordudan ayrılmış milletvekili olmuştu. Yaz ayla­

rında annem Niğde'ye giderdi. Ben stajlarım için Ankara'da kalırdım.

Biz evde babamla yalnız kalırdık. Babamın bir sözü vardır, hâlâ unuta­

mam, "Kimseyle ona taviz verecek şekilde samimi olma," derdi. Kendi­

si de hiç kimse ile aşırı derecede samimi değildi. Herkese karşı saygı­

lıydı. Kimseyi kırmaz, kimseye kaba davranmazdı. Bize karşı bile ayak­

larını uzatıp yattığını hatırlamam.

Atatüirk'ün yaveri Muzaffer Kılıç da, çok kibar ve nazik bir insan-

(16)

dı. Fevkalade temiz ve zevkli giyinirdi. Kendisine bir bardak su götür- sem veya kahve ikram etsem, toplanır ayağa kalkar ve ikram edileni ayakta alırdı. Her defasında, "Aman efendim, lütfen rahatsız olmayın,"

dememe rağmen, mutlaka ayağa kalkar, içtikten sonra da yine boşalanı ayakta iade ederdi. Babamın her seferinde, "Yahu Muzaffer Allah aşkına yapma. O da senin bir evladın," dese de, "Bırak Nuri, Doktora hürmet­

sizlik yapmayalım" derdi. Oysa ben, ilk zamanlarda sadece bir tıp tale- besiydim.

Muzaffer Kılıç, bazen babamla beraber yemeğe gelirdi. Annemler ol­

madığı için, ben evde yumurta, peynir, ekmek, zeytin, yoğurt, salata, ka­

vun, karpuz gibi basit şeylerle onlara yemek hazırlardım. Hatta bazen, onlar da yardım ederler, cacık yaparlar, domates doğrarlardı. Hep bera­

ber iştahla o yemeği yerdik. Sonra da onlara birer kahve yapardım. Tabii bu arada hep Kurtuluş Harbi ne ve Ata ya ait hatıralar konuşulurdu.

Sonra babamla birer karyolaya uzanırlar; o iki çok saygılı insan, birbirlerine ayaklarını uzatıp yatarlar, bazen öğle uykusuna dalarlardı.

BeUi ki Kurtuluş Harbi nde ve sonraki yıllarda bu vaziyette kaç defa ay­

nı çadırlarda ve ot yataklarda yatmışlardı.

Atatürk'ten bahsederken, inanın sanki toplanırlar ve onu anarken daima, "Atatürk, geldiler. Emir verdiler. Beni çağırdılar," diye hitap ederlerdi.

Ata'ya o kadar bağlıydılar ki, onu, "Öl!" demesiyle tereddütsüz ölümü göze alacak kadar sevdikleri her hallerinden belli olurdu. Bazen anılarını anlatırken gözleri dolar, o zaman birbirlerini teselli ederlerdi.

Atatürk, Çanakkale'de taarruz emrini yazdırırken, "Yarın size taar­

ruzu değil, ölmenizi emrediyorum," demiş ya, işte bunlar daima böyle bir emre kayıtsız şartsız uyacak kadar Ata'ya bağlanan, onu seven ve ona inanan kimselerdi.

Sonraları, onların tanıdıkları kişileri tanıdım. Ve birbirlerine anlat­

tıkları anıları dinledim. Hep yazdım. Önemsiz gibi görülen bu anılar, hem Atatürk'ü hem o zamanki yoklukları ve yapılan fedakârhkları ak­

settirmesi açısından çok önemli hatıralardır.

(17)

Hatıralarım dinlediğim kişiler alfabetik sırayla şunlardır:

Abdulgafur Acatay Ali Fuat Cebesoy Ali Metin

Ferudun Nafiz Uzluk Hafız Yaşar Okuyan Hikmet Ayhan Kayalı İsmail Hakkı Tekçe Makbule Atadan Melek Arıburun Tekçe Muzaffer Kılıç

Sadık Atak Sırrı Akatay Şefik Kolaylı

Ayrıca, doktor olmam nedeniyle bu kimselerin sağlık sorunlarıyla ilgilenip, onlara daha çok yakın oldum; onlarla daha çok konuşma ve onları dinleme imkânı buldum. Böylece merak edilen birçok konuyu en yetkili kişilerden öğrendim.

Dinlediğim pek çok hatıra arasından seçtiğim bu anılar öyle zan­

nediyorum ki başka bir yerde yayımlanmamıştır.

Olayları tamamen kendi ağızlarından dinlediğim şekilde, hiç bü­

yültmeden ve küçültmeden, tarih sırasına göre sizlere nakletmeye çah- şacağım.

Sonuçta bu anılar, ulu Atatürk'ün kişiUğini daha iyi yansıtacak ve onun şahsı hakkında yapılan tartışmalara açıklık getirecektir.

Prof. Dr. Y. Yurdakul

(18)

Halil Nuri Yurdakul, Büyük Taarruz'dan önce bilgi toplamak için Yunan işgal bölgesine köylü kıyafeti ile gittiği günlerde.

Bu resim, hâlen İstanbul'da Askeri Müze'de sergilenmektedir.

Yıl 1922

(19)

iiiiiiiiiiiiiiii

Halil Nuri Yurdakul ve arkadaşları Büyük Taarruzdan önce düş­

man bölgesi içindeki komutanlık telefon hattından, dinlemek için tel çekerken. Sağ baştaki Halil Nuri Yurdakul.

Bu resim de, halen İstanbul'da Askeri Müze'de sergilenmektedir.

Yıl 1922

(20)

• mm

1^

•it

İsmet İnönü başbakanken sık sık Muhafız Alayfna gelir ve su­

bayları ile birlikte olurdu. Böyle bir günde çekilen bir resim.

Sol başta ayakta duran Halil Nuri Yurdakul'dur.

Yıl 1933

Halil Nuri Yurdakul, muhafız alayında Atatürk'ü koruyan diğer 12 muhafızı ile birlikte. En üst sırada ortada. (Orduda henüz kalpak

giyildiği zamanlar.) Yıl 1927

(21)

Halil Nuri Yurdakul (solda) ve Harun Bey (sonra hava generali olan), Berlinde 1939yılında yıkılmış olan Wilhelm 1. heykeli

önünde (ortadaki şahıs Alman mihmandardır).

Açıklama, Dr. Erkmen Böke'den

(22)

23 • A T A T Ü R K ' T E N A N I L A R

HALİL NURİ YURDAKUL'A VERİLEN TAKDİRNAME

*î'ürkij'-e BüTüfc M i l l e t H - ^ c l i s i t s J î t i r n a n i e s i i l e U Î Î I ! İ , Ü t a l t i f h a k k ı n d a

o l u p m e t n i e ş b u v a r ' - i k a z a f j r ı n d a m u h a r r e r bMİ^jn^ın^ 1 $ 2 nuır.eroly. k a a n u r î

n î ü c i o i r . c s İ s t i k l a l r . u h a r e b e l e r i n d e b i l f i i l ^XB'{' a l t ı n d a f e v k a . l a « 5 e y a -

SO: 1 1 6 S

T ü r k i y e Bü^Kiiç M i l l e t K e c i i s i a i n , i k i n c i i n t i h a p d a v r e s i f i n i k i n c i

i ç t i î 3 3 . s e n e s i n i n 5»'^»34X t a r i h i n d e m ü a a k i t 94 ü n c ü İ ç t i m a a t m b i r i n c i

c e l s e s i n e . ? , M i i d & f a - i M i l l i y e Y ^ k â l e t i n i t ı i h h a s ı ü a ç r i n e s i r d e k ü n y e m i

r u h s r r e r Hjiri e f e n d i y e , - İ s t i k l â l K u h a r e b a t i h i d a y e t i n d e i b r a s e y l e d i ğ i

y a r e r l ı ğ i t e b c i l « ? n b i r i î i c i d e f a o l a r a k e ş b u t a k t İ c n a m e i t a k ı l ı n d ı ?

• T ü r k i y e C i i m h x ; r i y e t i S i y a s e t i r e s j n i j a ü h ü r ü

1 4 . 5 . İ 3 4 İ G a z i M. Kemal

Tak-cii^nameyi a l a n z a t ı n m ü n y e s i ;

P i y s . d e M ü l a z ı m E v v e l MV.Tİ ^ , f e n d i S i î î H a l i l Kum K a p ı

: 5 i c i l N o : 333T69

S ş b n - ! ; a k t i r n a î ? e T ü r k i y e B ü y ü k r - f i l l e t M e c l i s i r i y a s e t i n d e n B a s V e k â l e t e i r s a l i n i a a t ı k t e z k e r e n i n t a r i h v e n u a e r o s - J i

As 1 ı n ı n ^ a y j ı ı d ı r

(23)

T ü r k i y e Bü^nik M i l l e t i û e c i i e i t a k t i r n a m e a i j l a - u a u l - ü . t a l t i f j ı a k k m d a kaa.x3n.

N o : 153

ir'accle 1 — M t i h a r e b e l e r d e b i l f i i l a t e ş a l t ı n d a f e ' ^ k a l a d e y a r a r l ı k g ö s t e ­ r e n l e r 'Tv.rki.ye B ü y ü k M i l l e t i v e d i s i t a k t i r n a . r ; e s i y l e t a l t i f o l u n u r .

2 - "rürkiye Büyük K ü l e t M e c l i s i n i n t a k t i r n a n s e s i n e i k i d e f a m e z h a r o l a n l a r k ı d e a l e r i h e r n e oi-s^rsa o l s w n t e r f i - i r e t b e e d e r l e r ,

'* 3 - 1 * ü r k i y e Büyük M i l l e t M e c l i s i t a k t ı m a k n e s i n i i h r a z e d e n l e r e H ü d a f a - i K i l l i y e b ü t ç e s i n d a . . n ı ü k â f a t f i n a k d i y e t e r t i b i n ­ d e n m a a t a h s i s a t i k i m a a f n ı k d a r ı n d a m ü k â f a t i t a o l t i n u r .

" 4 r T a k t i r n a i B e s a i ı i b i n i n k ü n y e s i i l e rsühar^^benin m a h a l v e t a r i h i v u k u u v e K î e n s u p oldu|;i5. k ı t * a n ı n i s i m ' r e . n ^ m e r c s u d e r e o i y n v r ,

" 5 - Büyük M i l l e t M e c l i s i n i n t a k t i n n a T e s i n e î n a z h a r o l a n l a r i s i m l e r i C s r i d s - t J ^ s - . r y e i " e i l s n "'a k ü n y e l e r i r ı ^ i-j-^rPit a l r n u r .

6 - B ü y ü k J 5 i l l e t M e c l i s i t a k t i r n a . ' n e . s i i l e t a l t i f B a s K m a n d a n l ı k Kam-unii r n e r ' i o I d v k ç a o makâs-^am v e m e r ' i o l m a d ı ğ ı a a r i a n l a r d a M Ü d a f a - i i - î i l i i ; y e V o k  l e t i n i n t a v a s s u t u i i ö 3ü.vük H i i l e t M e c l i ­ s i n e ? . r z c l t ı ı ı ; r .

" 7 - İ ş b u k a n u n t a r i h ~ i n e h r i n d e n i t i b a r e n m e r i - ü i i c r a d ı r .

*' 8 - İ ş b u k a n u n u n i c r a s ı n a M ü d a f a - i M i l l i y e V e k â l e t i merıturdur,

X 3 . 3 y l ü l . l 3 2 7 v e İ . i 4 u h a r r « m a 3 4 0

K a y d ı n a ( n u v a f ı k t ı r 3 0 . 4 . 1 3 4 1 '.^esmi fnanür v e i î n s a K a v a n i n H ü d ü r ü

imza

A s l ı n ı n a y n ı d ı r 2 . 3 . 1 9 Ğ 7

(24)

HALİL NURİ YURDAKUL'A VERİLEN TAKDİRNAMENİN BUGÜNKÜ TÜRKÇE İLE AÇIKLAMASI

KOPYA

TBMM takdirnamesi ile onurlandırma şekli hakkmda içeriği aşağı­

daki yazı içinde bulunan 152 numaralı kanuna uyularak, İstiklal Har­

binde bizzat ateş altında fevkalade yararlıklar gösterenlere ait.

TAKDİRNAME No: 1168

TBMMnin ikinci seçim devresi ikinci toplantısının 5.4.1925 tari­

hinde yapılan 9 4 uncü oturum birinci celsesinde Savunma Bakanlı­

ğının teklifi üzerine aşağıda hüviyeti yazılı Nuri Efendiye İstiklal Mu­

harebeleri sonunda kanıtladığı yararlığın kabul edilmesiyle ilk defa ola­

rak bu takdirname kendisine verildi.

Türkiye Cumhuriyeti Reisliği Resmi Mührü 14.5.1925 Gazi M. Kemal İmza Takdirnameyi alan kişinin

hüviyeti:

Piyade Üsteğmen Nuri Efendi Halil oğlu Kum Kapı

Sicil No:

333-69

İşbu takdirname TBMM reisliğinin Baş Vekâlete verilen yazının alınma tarih ve numarası.

Aslının aynıdır.

(25)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Ödüllendirme Şekli Hakkmda Kanun No: 153

Madde 1: Muharebelerde bizzat ateş akmda fevkalade yararlık gös­

terenler TBMM takdirnamesiyle ödüllendirilir.

Madde 2: TBMM'nin takdirnamesine iki defa layık görülenler kı­

demleri ne olursa olsun terfi ederler.

Madde 3: TBMM takdirnamesini hak edenlere Milli Müdafaa büt­

çesinin nakit mükâfatından başka iki maaş tutarında mükâfat verilir.

Madde 4: Takdirname alanın hüviyeti ile muharebenin yeni tarihi ve bağh olduğu birUğin isim ve numarası kayıt ediUr.

Madde 5: TBMM takdirnamesini alanların isimleri Resmî Gazete ile ilan ediUp, nüfuslarına kaydedilir.

Madde 6: TBMM takdirnamesi ile Taltif Başkumandanlık Kanunu yürürlükte olduğu sürece o makamın, o kanunun yürürlükten kalktığı zamanlarda. Millî Müdafaa Bakanlığı'nm yardımı ile TBMM'ye sunulur.

Madde 7: İşbu kanun yayınlandığı tarihten itibaren geçerlidir.

Madde 8: Bu kanunun yürütülmesinde MiUî Müdafaa Bakanlığı görevlidir.

13 Eylül ve 1 Ekim 1925 Kaydına Uygundur

30.4.1926

(26)

Atatürk ve maiyeti, bir tören sonrası Medis^ıcn çıkarlarken.

Sol taraftan itibaren sırayla Başvekil İsmet İnönü, Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak, Atatürk, Meclis Başkanı Kâzım Paşa, Koruma Alay Komutanı İsmail Hakkı Tekçe Paşa ve Koru­

ma Alayı Genel Sekreteri Halil Nuri Yurdakul Yıl 1932

Makbule Hanım, Atatürk ve Türk kuşu pilotlarıyla. Makbule Hanım'm yanındaki Sabiha Gökçen Hanım.

(27)

Makbule Hanimi DörtyoVdaki evinde ziyaretimizde, babam, annem ve bizlerle. Y. Yurdakul sağ tarafta ayakta duran.

Yıl 1947

(28)

Makbule Hanım, Bor'da misafir kaldığı bizim evden ayrılırken.

Borlular kendilerine çiçek vermiş ve avluya hah sermişlerdi.

Yıl 1948

(29)

Makbule Hanım, Halil Nuri Yurdakul'la.

Yıl 1948

(30)

IIMIP

: SUBAYLIK H Â T i R Â t A a i

İ N K I L A P ^^K^

K t f A B E V L E E ! K^ll $"l

Orgeneral Ali Fuat Cebesoy'un yazdığı "Sınıf Arkadaşım Ata­

türk" isimli kitabın, Halil Nuri Yurdakul'a ithaf yazısı.

"Milli Mücadelenin zayıf günlerinde pek genç olmasına rağmen, tek başına Bursa cephesini kurmayı başarmış olanlardan cesur

ve fedakâr emekli Albay Halil Nuri Yurdakul'a sevgilerimle."

1 Temmuz 1967 Ali Fuat Cebesoy

(31)

a^J^^-^^

Makbule Hanım'm bize yazdığı mektuplardan biri.

(32)

Atatürk'ün kardeşi Makbule Hanım'm, Adana'da, Sakıp Saban­

cı'nm annesi ve akrabalarıyla çekilen bir resmi, iki beyaz giysili hanımın arasından başı görülen Sakıp Sabancı'nm annesi Sadı- ka Hanım. En yukarıdaki hanım 1997'de vefat eden Hacı Meh­

met Sabancı'nm eşi Aysen Hanım ve Makbule Hanım'm arka­

sındaki ise Aysen Hanım 'ın kız kardeşi.

Yıl 1948

(33)

Makbule Hanım, Bor'da babam, annem, kız kardeşlerim, teyzem ve anneannemle. Yıl 1948

Makbule Hanım, 1956 yılında Gülhane Hastanesi'ne son yatı­

şında kahvaltı ederken. Sol tarafta ayakta duran Sabiha Gökçen Hanım.

(34)

Ailesi, Özellikleri

ve Arkadaşları

(35)
(36)

Atatürk'ün Ailesi

(Makbule Atadan Hanım'dan)

Atatürk, 1881'de Selanik'in Islahane Caddesi, Ahmet Subaşı Ma- hallesi'ndeki evde doğmuş ve kendisine Mustafa adı konulmuştur. Ba­

bası Ali Rıza Efendi Anadolu'dan Rumeli'ye geçen Yörüklerden, Hahz Ahmet Efendi'nin oğludur. Ali Rıza Efendi'nin Salih isimli bir erkek, Rukiye isimli bir de kız kardeşi vardır. Annesi Zübeyde Hanım, Hacı Sofu ailesinden Feyzullah Ağa'mn kızıdır, annesinin adı Ayşe'dir. Zü­

beyde Hanım'm bir kız kardeşi, Hasan ve Hüseyin isimli iki de erkek kardeşi vardır. Atatürk'ün ise, Makbule ve en küçükleri olan Naciye isimli bir kız kardeşi vardır. Atatürk'ün dedesi Hafız Ahmet Efendi, kı­

zıl saçlı, kızıl sakallı bir bey olduğu için ona Kırmızı Hafız denilirmiş.

AU Rıza Efendi, bir kazada gümrük memurluğu yaparken istifa edip bir müddet kereste ticareti yapmış.

Atatürk mahalle mektebinden sonra, "Şemsi Efendi Mektebi"ne gittiği sırada babası ölmüş. Ali Rıza Efendi ölünce geçim sıkıntısına dü­

şen Zübeyde Hanım, çocukları da alıp Lângaza köyündeki dayısının yanma taşınmışlar. Dayısı bir çiftlikte kahyalık yapıyormuş. Bu köy ha­

yatı çocukları okumadan yoksun bırakacağı için, Zübeyde Hanım bir müddet sonra çocuklarıyla beraber Selanik'e gelmiş. Orada ev kiracıları Binbaşı Kadri Bey'in yardımıyla, Mustafa askeri rüştiye imtihanlarına girerek bu imtihanları kazanmış. Eakat Zübeyde Hanım devamlı harp-

(37)

MAKBULE ATADAN: İki küçük kız kardeşi olan Atatürk'ün Naciye isimli kardeşi 16-17 yaşında iken ölmüştür. Makbule Hanım ise Atatürk'ün kendinden sonra uzun süre yaşayan tek kardeşidir.

1956 yılında Gülhane Hastanesi'nde ölmüştür.

1er olduğu ve birçokları geri dönmediği için oğlunun subay olmasını is­

temiyormuş. Mustafa'nın okumasını istediği bu kararsız günlerinde bir gece rüya görmüş. Rüyasında, oğlu bir akm tepsi ile minareye çıkıyor­

muş. Bu rüyayı komşuları, askeri okulun Mustafa için çok hayırlı ola­

cağı şeklinde yorumlamışlar. Bunun üzerine Zübeyde Hanım da Musta­

fa'nın askerî okula gitmesine razı olmuş. Böylece Mustafa'nın askerlik hayatı başlamış.

(38)

Atatürk'ün Çocukluğu

(Makbule Atadan Hanım'dan)

Babam öldükten sonra dayımın köyüne yerleştik. Dayımın büyük tarlaları vardı. Orada çoluk çocuk hepimiz bir işe yardımcı oluyorduk.

Ben ve ağabeyim Mustafa küçük olduğumuz için, bize de bakla tarlasına gelen kargalan kovalama görevi verilmişti. Sabahları annem bize yiyecek bazı şeyler hazırlar ve bizi tarlaya yolcu ederdi. Biz orada ağaç dallarından yapılmış bir gölgeliğin altında akşama kadar görevimizi sürdürürdük.

Bir gün yoğurt yerken ağabeyimle aramızda kavga çıktı. Ağabeyim sinirlenip kafamı yoğurt tasının içine sokmuştu. Sonra da katıla katıla gülüşmüştük.

Annem ağabeyim Mustafa'yı çok severdi. Belki ilk çocuğu oldu­

ğundan, belki de iki kızma karşılık bir oğlu olduğu için ağabeyime çok düşkündü. Ona bir şey olacak, ona bir şey söylenecek diye aklı çıkardı.

Ağabeyim de annemi çok sever ve sayardı.

Ağabeyim küçükken de çok temiz giyinmeyi isterdi. Her çocukla konuşmaz, çocukların haşin davranışlarına, sapan taşı atma, çelme tak­

ma gibi oyunlarına hiç iltifat etmezdi. Böyle oyunlara çağrıldığında, on­

ları gayet kibar bir şekilde geri çevirirdi. Sokakta iki eli cebinde ve başı dik yürürdü. Herkesin dikkatini çekmekle beraber, sıkılgan bir çocuktu.

Kendisi, daha rüştiye mektebinde (15-16 yaşında) iken, Selanik eşrafından Evranoszadelerin oğluna ve komşumuz Şevki Paşa'nm kızı­

na ders verirdi.

(39)

Atatürk'ün Özellikleri

(Muzaffer Kılıç ve Halil Nuri Yurdakul'dan)

Atatürk'ün boyu 1.74 cm. kilosu 70-74 arasında değişmiştir. Yüz rengi yanmış pembe, alnı çok geniş, kaşları çok gür ve kalkıktı. Elma­

cık kemikleri hafif çıkık, dudakları ince, saçları akm sarısı, gözleri ma­

vi, göğsü kabarık, omuzları geniş, elleri ince ve zarifti.

Çok canlı, çok hareketli, yerinde duramayan yapıda, çok ciddi ba- kışh, kararlı ve müthiş itimat veren davranışlar içinde idi.

Çalışkanlığı, zekâsı, kibarhğı, mertliği ve dürüstlüğü, hiç kimse­

den çekinmeden, her şeyi herkesin yüzüne karşı söylemesi ta ilkokul hayatından beri bilinmektedir.

Sigara ve kahveyi çok severdi. Günde 10-15 fincan kahve ve 4 0 - 50 sigara içtiği olurdu.

Kumardan hoşlanmaz, kumar düşkünü olanlara nasihatler ederdi.

İçkiyi kesin olarak gündüz almaz, gündüz içenlere de müthiş kızardı.

Kendileri de içki masasında çok uzun kalmasına karşın, az içki içerler­

di. Ciddi askerî ve politik meseleler konuşulacağı günler, kesin olarak içki almazlar ve o işe o kadar konsantre olurlardı ki, yemek ve uyku sa­

atleri akıllarına bile gelmezdi.

Uyanınca derhal kalkar, kahve ve sigara içerken bütün gazetelere göz atar, sonra banyo yapıp tıraş olur, giyinip salona inerlerdi.

Çok temiz giyinirler; bazı sıcak günlerde iki üç defa banyo yapar­

lardı.

(40)

Sakarya Harbi nin en kritik günlerinde bile ve bütün yokluklara karşın ne yapıp edip tıraşını olmuş, iki teneke su ısıttırıp çadırın içinde banyo yapmışlardır.

Hiç yemek meraklısı değillerdi. Sabahları hiçbir şey yemez, sadece kahve ve sigara içer; öğle üzerleri bir iki dilim ekmek, peynir, ayran ve­

ya limonata alırlardı.

En çok sevdiği kuru fasulye ve pilavdı. Bunu her akşam yemekte ister, bazen yatarken bile yerlerdi. Bunun dışında peynirli omlet, etli bamya yemeklerini sever, meyvelerden de kavunu tercih ederlerdi.

Misafirlerini, bazen köşkün dış kapısına kadar uğurlar, herhangi bir nedenle onları kırmışsa, mutlaka özür dilerdi.

Bulunduğu yerlerde emniyet önlemleri alınmasından hiç hoşlan­

mazlardı. Bazen etrafındaki emniyet önlemlerini, emir verip kaldırtır ve

"Bu asil millet bana ne kurşun atar, ne de attırır," derlerdi.

Fakat bizler onu korumak için her türlü önlemi alırdık. Bütün git­

tiği yerlerde polis teşkilatı ayrı, gizli emniyet ayrı ve Muhahz Alay Ko- mutanhğı ayrı önlem alırdı. Hatta birçok defalar birbirimize hüviyet sorduğumuz zamanlar olmuştur.

Ayrıca Atatürk'ün yakın arkadaşları Nuri Conker, Ali Kılıç, Salih Bozok devamh olarak silah taşırlardı.

Atatürk'ün uykusu fevkalade hafifti.

Çanakkale'de olsun, Sakarya'da olsun, bütün harplerde, yatağına ceketini çıkarıp elbisesi ile uzanırdı. Çadıra birimizin girmesi ile hemen gözünü açar, "Bir şey mi var çocuk?" diye sorardı. Bizlerin herhangi bir haberi, telgrafı vs. varsa, onu iletirken yatağından hemen doğrulup onu ahrdı. Eğer önemU bir haberse, hemen ayağa kalkar, ceketini giyip ha­

zırlanırlardı.

Reisicumhur olduktan sonra Çankaya ve diğer kaldığımız yerlerde ise kapıyı tıklatmamızla uyanır ve aynı suali sorarlardı. Eğer görüşül­

mesi gereken ciddi bir durum varsa, "Bir dakika bekle çocuk," der ve pantolonlarını giyip üzerlerine ropdöşambrlarını alır; sonra bizleri ka­

bul ederlerdi.

(41)

Yanlarında 13-14 sene çalışan kimseler bile Atatürk'ü bir defa ol­

sun pijama ile görmemişlerdir.

Atatürk, poker oyununu çok sever ve çok güzel oynarlardı.

Oyuna başlarken herhangi birimizden 10 lira ister ve onunla oyuna girerlerdi. Ekseriya oyunu kazanır ve kazandığı parayı ya he­

men orada veya ertesi günü sahiplerine ve etraftaki hizmetkârlara da­

ğıtırlardı.

Bizlerden aldığı 10 lira ise, ertesi günü başyaver Celal Bey'den ah- nırdı.

* * *

Atatürk, herhangi bir yerde kalacakları zaman odasının eşya tanzi­

mini beğenmezlerse, onu bizzat değiştirtir sonra orada kahriardı.

Pek çok defa, bir gece kalacağımız yerlerde bile, kalacağı odasın­

daki karyolayı, masa ve iskemleleri, hatta duvardaki resim ve tabloların bile yerlerini değiştirttiklerine şahit olmuşuzdur.

Bazı geceler saat 1 1 - 1 2 sularında yatacağımız yere gelmiş ve sa­

bah erken ayrılacağımız hâlde, yine odanın tanzimini en güzel şekil­

de yaptırmış sonra yatmışlardır. Hakikaten büyük Atatürk'ün yaptır­

dığı oda tanzimi pek güzel olur, duvardaki resimler tablolar ve her eşya yerli yerini bulurdu. Bunu hep aramızda konuşurduk.

Toplantılarda, yemeklerde, balolarda bizim kendilerine bir şey söyleyeceğimizi anladıklan zaman, hemen başları ile işaret edip yanla­

rına çağırır ve "Bir şey mi var çocuk?" derlerdi. Bize verilen emirlerine göre, çok önemli haber ise biz, "Evet Paşam," der, fakat haberi söyle­

mezdik. O zaman, hemen yerlerinden kalkar, salonun kimsesiz bir ye­

rine gelir ve haberi alıp emirlerini verirlerdi.

Yok önemsiz bir haberse, orada yavaşça yanma yaklaşır, haberi ile­

tirdik.

Hiçbir gün, büyük Atatürk'ün, "Bunun için beni sofradan kaldır­

maya veya salondan çıkartmaya değer miydi be çocuk?" dediği hatır­

lanmaz.

Atatürk, gezip dolaşırken yanındakilere birçok şeyler söyler ve

(42)

emirler verirdi. Bazı olaylarda ise bize gözucuyla bakarlardı. Biz o ba­

kıştan bunun sonra hatırlatılmasınm gerektiğini anlar, ya "Başüstüne Paşam," derdik veya başımızla selam vererek onu hatırlatacağımızın ge­

rektiğini ifade ederdik.

Bu gibi emirlerin veya olayların yazılmasına müthiş kızardı. "İlko­

kul talebesi gibi, peşimde yazıp durmayın şunları. Zaten kaç şey hatır­

latacaksınız?" derlerdi. Halbuki bazen 5-6 saat dolaşılır ve hatırlatılması gereken pek çok olayla karşılaşırdık.

Böyle olunca, bizler kendilerine göstermeden bunları not ahr, biri­

miz onun yanında kalırken diğerimiz kaydeder, o gelince diğerimiz ay­

nı işi yapardı.

Kendileri söyledikleri ve emrettiklerini kesin olarak hiç unutmaz­

lardı. Onun için bizler, ne yapar eder bu olayları ve emirleri kendileri­

ne göstermeden not alırdık. Atatürk sonradan bunları tek tek sorar ve gereken emirleri bizlere yazdırırlardı.

(43)

(Muzaffer Kılıç'tan)

Ben, Atatürk'ün en eski yaveriydim. Onunla birlikte Filistin'de, Çanakkale'de bulundum.

Atatürk, gittiğimiz ve göğüs göğüse muharebelerin olduğu yerler­

de bile, gelen ve giden yazıh hiçbir emri, telgrafı ve pusulayı atmamış ve bunları zarflatarak saklamışlardı.

Bu evraklar, her gittiğimiz yere, sandıklara, bavullara konularak atlara, katırlara yüklenir taşınırdı. Atatürk'ün en kıymetli eşyaları bu evraklardı.

Kimsenin olmadığı ve neşeli oldukları zaman bizleri karşısına alır, çocukluk anılarından gençlik anılarına, hiçbir şeyi saklamadan anlatır­

lardı.

Hatta, bazen bizlere de sorar ve anlaulan anılarımızı gayet nazik bir şekilde dinlerlerdi. Böylece hep beraber yer, içer, eğlenirdik.

Fakat, iş ciddiye gelince şöyle bir kendini toplar ve sanki az önceki insan o değilmiş gibi, birden bir kumandan, bir amir havasına girer; biz­

ler de onun emrinde insanlar olduğumuzu derhal anlardık.

Atatürk çok kibar bir insandı. Kendisiyle görüşmek isteyen her­

kesle vaktinin elverdiği ölçüde görüşmek isterlerdi.

Gelen ziyaretçilere bir şey ikram edileceği zaman bir defa zile ba­

sar ve bizi içeri emrederlerdi. Eğer gelenin ziyareti bitmiş ise zile iki de­

fa basar ve bizlere herhangi bir randevularının olup olmadığını sorar­

lardı. O zaman ziyaretçi bu kırıcı olmayan uyarıyı anlar ve hemen izin alıp yanlarından ayrılırlardı.

Bir şey isteyecekleri zaman isteklerini, "Bir kahve yaptırır mısınız?

Bir bardak su getirtir misiniz?" şeklinde yapardı. Hiçbir gün yanında çalışan er veya garsonlara değişik şekilde bir istekle emredip arzusunu belirtmemişlerdir.

Çok sinirlendiği zamanlar bile küfretmezlerdi. En ağır küfürleri:

mendeburlar, beyinsizler, kafasızlardı. Daha çok kızarlarsa, hayvan he­

rifler diye çıkışırlardı.

(44)

Atatürk'ün Sofra Arkadaşları (Zevat-ı Mutade)

(Muzaffer Kılıç ve Halil Nuri Yurdakul'dan)

Atatürk'ün, özellikle akşam sofrası, çok konuşulmuş ve hâlâ da konuşulan bir konudur. Halbuki, bu sofrada, yapılacak bütün işler ele alınır ve enine boyuna ciddi olarak konuşulurdu. Ayrıca, hangi konu ele almacaksa, o konuyu iyi bilen üniversiteden veya dışarıdan şahıslar da yemeğe çağrılır ve o konu iyice tartışıhp karara bağlanırdı. Toplantı­

yı Atatürk idare eder ve konuşmaları da kesinlikle şahsiyete döktür- mezlerdi. Eğer o konuyla ilgili kişi orada yoksa, hemen getirtilir veya o konu başka bir güne bırakılarak o kimse de toplantıya çağrılırdı.

Toplantılarda, daima bir kara tahta ve tebeşir bulundurulur, bazen de dünya ve Türkiye haritaları astırıhrdı.

Genellikle bazı kimseler, Atatürk'ün sofrasında hemen daima bu­

lunurlardı. Atatürk, bu kişilere ya not aldırır ya makale yazdırır veya elçi gibi kullanarak gidip araştırma ve tetkik etme görevi verirlerdi. Sof­

rada bulunan bu kimselere, her zamanki kişiler; bilinen, belirli kişiler anlamında "Zevat-ı Mutade" denirdi. Bu kimseleri tek tek inceleyecek olursak, görürüz ki bu kişiler ya hükümet üyesidirler veya zamanın en ileri gelen fikir ve kalem üstatlarıdır. Bu kişiler şunlardı:

Celal Sahir Erozan: Gazeteci-Yazar.

Falih Rıfkı Atay: Bolu Milletvekili ve Hakimiyet-i Milliye gazetesi başyazarı.

(45)

Fuat Bulca: Türk Hava Kurumu Başkam.

Hakkı Tarık Us: Vakit gazetesi başyazarı.

İbrahim Aleâttin Gövsa: Yazar.

İrfan Ferit Bey.

Mehmet Emin Yurdakul: Büyük Türkçü şair ve yazar.

Mahmut Bey: Siirt Milletvekili ve Milliyet gazetesi başyazarı.

Mithat Alam: Maraş Milletvekih.

Necmettin Sadak: Hariciyeci (İnönü zamanında Hariciye Bakanı ve Başbakan olmuştur).

Recep Peker: Halk Partisi Genel Sekreteri (İnönü zamanında Baş­

bakan olmuştur).

Recep Zühtü Bey: Atatürk'ün Selanik'ten arkadaşı.

Şükrü Saraçoğlu: İzmir Milletvekili (İnönü zamanında Başbakanlık yapmıştır).

Şükrü Kaya: Dahiliye Vekili.

Dr. Tevfik Rüştü Aras: Hariciye Vekili, ayrıca Atatürk'ün Sela­

nik'ten beri arkadaşı.

Yusuf Akçora: Araştırmacı ve tarihçi.

Bunların dışında sofrada sıkça bulunan kişiler de şunlardı:

Ziya Gökalp Özer: Büyük Türkçü ve filozoL Ahmet Ağaoğlu: Edebiyatçı, yazar.

Ali Çetinkaya: Emekh albay, Ulaşürma Bakanı.

AU Kıhç: Emekli subay, Gaziantep kurtuluşu gazisi.

Ruşen Eşref Ünaydm: Gazeteci-yazar.

Yunus Nadi: Cumhuriyet gazetesi kurucusu ve başyazarı.

Nuri Conker: Emekli binbaşı, Atatürk'ün Selanik'ten beri arkadaşı.

Cevat Abbas: Başyaver.

Salih Bozok: Başyaver ve Atatürk'ün Selanik'ten beri tanıdığı arka­

daşı.

Muzaffer Kılıç: Yaver (Atatürk'ün Filistin'den beri yaveri).

Ayrıca Ata'nm sofrasına her zaman gelebilen kişiler de şunlardı:

İsmet İnönü: Başvekil.

(46)

Mareşal Fevzi Çakmak: Genelkurmay Başkanı.

Celal Bayar: İktisat Vekili, İş Bankası kurucusu.

Bu sofra başı sohbetleri bazen sabaha kadar sürerdi. Herhangi bir konu görüşülürken o konuyu iyi bilene Atatürk sual yöneltir ve onu konuşmaya zorlarlardı. Bilmediği konuları can kulağı ile dinler ve öğ­

renmek isterlerdi.

Sofrada genellikle mevsim sebzeleri dışında, pilav ve kuru fasulye mutlaka yemekte bulunurdu. Lüks sayılan yemekler genellikle sofrada bulunmazdı. Kendileri meze olarak peynir, leblebi ve kavunu tercih ederlerdi. Hâlâ da konuşulanların tam aksine, böyle gecelerde, en az eğlenceye yer verilirdi. Sırf misafir ve dostları için çağrılan ses ve saz topluluklan, pek çok defalar hiç sazlarını bile açmadan evlerine dön­

müşlerdir.

(47)

Mareşal Fevzi Çakmak

(Muzaffer Kılıç, Halil Nuri Yurdakul'dan)

Fevzi Paşa çok iyi yetişmiş bir asker olmasından başka çok dürüst ve başarılı bir kumandandı. Osmanlı İmparatorluğu'nun son hüküme­

tinde Harbiye Nazırı olmuştu. Bu mevkide iken, Kuva-yı Milliyecilerin İstanbul'da bulunan birçok silah ve mermi depolarını basarak silahları Anadolu'ya kaçırmalarına göz yummuştu.

23 Nisan 1920'de TBMM'nin ilk defa açılmasından ancak dört gün sonra Ankara'ya gelmiş ve kurulan ilk hükümette kendisine Milli Mü­

dafaa Bakanlığı verilmişti.

Atatürk Mareşal Fevzi Çakmak'a ayrı bir hürmet beslerdi. Mareşal içki içmez, beş vakit namazında, çok dürüst ve faziletli bir kişi idi. Ata­

türk ve Mareşal seyahatlerinde hiç harcırah (yolluk) almamışlardır.

Mareşal'e yolluk teklif edilince, "Biz oraya askerî araçlarla teftişe gittik. Orduevinde yedik içtik, yattık kalktık. Görev yapıp döndük. Ne harcırahı!" der ve yollukları daima orduya kalırdı.

Bu nedenlerle Atatürk'ün Mareşal'e çok değişik bir hürmeti ve say­

gısı vardı.

Paşa'nm yemekte olacağı zaman, kesin olarak masaya içki konul­

maz, sadece limonata içilirdi.

Atatürk, Mareşal'in yemeğe her geUşinde, bizlere bunu tekrar tek­

rar hatırlatır, herhangi bir yanhşlık yapıp masaya içki getirilmesini ön­

lerlerdi.

(48)

Atatürk'ün Sevdiği Şarkılar

(Makbule Atadan, Muzaffer Kılıç ve Halil Nuri Yurdakul'dan)

Atatürk, Türk Halk Müziğini ve Klasik Türk Sanat Müziğini çok severdi. Birçok defalar kendileri de plak veya söyleyen sanatkara iştirak eder, kusursuz ve eksiksiz şarkıyı tamamlarlardı.

En sevdiği şarkı ve türküler şunlardı:

Cana Rakibi Handan Edersin Nihansm Dideden Ey Mest-i Nâzım Sevdiğim Cemalin

Ela Gözlerine Kurban Olduğum Mani Oluyor Halimi Takrire Hicabım Şahane Gözler Şahane

Habıgâhı Yare Vardım Arz İçin Ahvalimi Bade-i Vuslat İçilsin Kâse-i Fağfurdan

Kaçma Mecburundan Ey Ahu-yı Vahşi Ülfet Et Gayrıdan Bulmam Teselli Sevgilim

Pencere Açıldı Bilal Oğlan Piştov Patladı Alişimin Kaşları Kare

Köşküm Var Deryaya Karşı Vardar Ovası

Havada Bulut Yok Bu Ne Dumandır

(49)
(50)

Anılar

(51)
(52)

Ramazanlarda Atatürk

(Hafız Yaşar Okuyan'dan)

Atatürk, Ramazan ayma çok büyük bir önem verir; bu ay içinde ince saz heyeti saraya kesin olarak sokulmazdı. Akşamlan, beni huzur­

larına çağırır ve Kuran-ı Kerim'den sureler okutur, kendileri de bunu derin bir hazla dinlerlerdi.

Ramazan aylarında, Hacı Bayram Veli ve Zincirlikuyu Camilerinde şehitlerimizin ruhu için hatim okumamı emrederlerdi. Ben de, tıklım tıklım dolu olan bu camilerde emirlerini yerine getirir, hatim okur­

dum.

Peygamberimiz Efendimizden bahsederken, "Hazret-i Peygambe­

rin Zaman-ı Saadetlerinde" diye, daima saygı ifade eden kelimeler kul­

lanırlardı.

Peygamber Efendimizin, ayrıca, çok yetenekli bir devlet adamı ve iyi bir başkomutan olduğunu daima söylemişlerdir.

Din işlerinin cahil kimselerin kontrolünden alınıp, bu işi iyi bilen âlimlere verilmesinin gerekliliğini ifade eder; "Mukaddes Mihrabı, ceh­

lin cahillerin elinden alıp ehlin (konuyu iyi bilen) eline vermek zamanı çoktan gelmiştir," derlerdi.

En uzun tatillerin dinî bayramlarda yapılmasının da şart olduğunu söyleyip, "Herkes, dini vecibeleri, görevleri yerine getirecek, sonra da dinlenecek," derlerdi.

(53)

HAFIZ YAŞAR OKUYAN: Bahası Sancaktar Flayrettin Dergâhından ohıp, oğlu Yaşar Okuyan da bu dergâhta tekke hayatı içinde yetiş­

miştir. Sesinin çok güzel olması nedeniyle hemen dikkat çekmiş ve 29 yaşında iken 19M'te üsteğmen, daha sonra Sultan Reşat zama­

nında saray baş müezzini yapılmıştır.

Halifelik ve padişahlık kaldırılınca Ankarada kurulan Reisicumhur- luk İnce Saz Heyeti fasıl şefliğine yüzbcm rütbesiyle tayin edilip orada çalışmalarını sürdürmüştür.

Böylece Atatürk'ün yanında ve yakınında olan Hafız Yaşar Oku- yan'ı, Atatürk ölümüne kadar yanından aprmamıştır.

(54)

Kurtuluş Harbi İçinde Halkın Durumu

(Halil Nuri Yurdakurdan)

İnönü Harpleri öncesi birliklerimiz, çok ciddi bir askeri eğitime ta­

bi tutulmuşlardı. Ayrıca, askeri bölgelere. Yunanlılara haber ulaştırırlar korkusuyla hiçbir sivil şahıs sokulmazdı.

Bir gün karargâh penceresinden, eğitim yapan askerî birliğin atları arkasında koşuşup, eteklerine, birbirlerini iterek ve kapışarak bir şeyler dolduran kadınlar gördüm. Hemen emir erime emir vererek, o kadınla­

rı, ne topluyorlarsa onlarla beraber karargâhıma alıp geürmesini emret­

tim.

Az sonra emir erim dört beş köylü kadınını eteklerine topladıkları şeylerle beraber odama alıp getirdi.

Kadınlar iyice korkmuş, renkleri sapsarı, bana yalvarmaya başla­

mışlar ve suçsuz olduklarını söylemeye çalışıyorlardı.

Zavallıların, renkleri belli olmayan yüzlerce yamalı giysileri içinde, üstleri başları âdeta dökülüyordu.

Eteklerini açtırdığımda eteklerinin at pislikleri ile dolu olduklarım gördüm. Bunları ne yapacaklarını sordum.

İçlerinden birisi dışkı içinden bir arpa tanesi bulup bana göstere­

rek, "Ha bunları toplar, hşkıdan (at pisliği) ayırır, temizler, yıkar öğü­

tür ekmek yaparız. Babasız yetimlere yediririz," diye cevap verdi.

Hakikaten dört sene süren Birinci Cihan Harbi, yüzbinlerce can al­

mış ve ülkede yüzbinlerce öksüz, yetim ve dul bırakmıştı.

İşte Kurtuluş Harbi böyle yokluklar içinde kazanılmıştır.

(55)

Fedakârhklarm Boyutu

(Sadık Atak'tan)

Sakarya Harbi, Atatürk'ün büyük Nutku'nda ifade ettiği gibi, "Sa­

karya Savaşı subay ve yedek subayı savaşı" olmuş, subaylar askerlerin cesaret ve maneviyatını arttırmak için onlarla beraber ve onların arasın­

da savaşmışlardı. Muharebe bittiği zaman, bana, üsteğmen rütbesi ve­

rilmiş ve İstiklal Madalyası'yla şereflendirilmiştim.

Sakarya Harbi'nden önce Türkiye fevkalade yokluk içinde idi.

Türk halkı, yaşlısıyla, genciyle, kadınıyla, çoluk çocuğuyla kağnılarla silah ve cephane taşıyordu. Çıkan kanunla herkes, malının yüzde onu­

nu ordu emrine verecekti. Tabii bizler de dört ay hiçbir kuruş aylık al­

madan oradan oraya koşuşturuyorduk. Sakarya Harbi'nden önce gö­

revle Eskişehir'den Ankara'ya geldim. Dönmek için yolluk ve birliğime para alacaktım. Maliye Bakanlığı'na gittim. Şimdiki Ankara Valiliği bi­

nası, hükümet binası idi. Zaten oralarda ondan başka bina da yoktu.

Binanın üst katında yalnız Atatürk'ün ve bir de başbakanın ayrı odaları vardı. Öteki odalarda, bakanların ikisi üçü, bir odanın birer köşesinde oturuyorlar ve çalışıyorlardı. Odacıya, Maliye Bakanı nerededir diye sordum. Binanın sokak kapısının üstündeki odayı gösterdi. Bu odanın üç köşesinde birer küçük masa ve her masanın başında bir bakan otu­

ruyordu. Odacı, Maliye Bakam'm, kapı aralığından bana gösterdi. Tam karşıdaki köşede idi.

(56)

Kapıyı vurup içeri girerek selamladım ve tasdikli kağıtlarımı baka­

na verdim. İnceledi. Sonra arkasına dönüp kasayı açtı ve benim yüz on bir liralık alacağımı verdi. Hayretler içinde kalmıştım. Demek ki bakan hem muhasebeci, hem kontrolör, hem de veznedarlık yapıyordu.

(1920)

EM. KUR. ALBAY SADIK ATAK: Kurtuluş Harbi'nde ikinci ordu kumandanı Yakup Şevki Paşa'nm emir subaylığını yapmış ve onun­

la beraber birçok defa Atatürk'le toplantılara katılmıştır, İstiklal Ma­

dalyasıyla taltif edilen Sadık Atak, albay olarak emekli olduktan sonra Hukuk Fakültesini bitirmiştir. M tane askerî ve siyasi kitabı vardır, pek çok da makale yazmıştır. Uzun yıllar eski Muharipler Dernek Başkanlığı yapmış ve 1967yılında vefat etmiştir.

(57)

Samsun Yolculuğuna Hazırlık

(Muzaffer Kılıç'tan)

Ben Atatürk'ün Çanakkale'den, Halep'ten beri yaveriydim. Onunla birlikte birçok defa ölüm kalım savaşma girmiştik. Birinci Cihan Harbi bitmiş, Osmanh ordusu yenilmişti. Ben de Atatürk'le İstanbul'a gelmiş­

tim..

Atatürk, dikkat çekmeden, Osmanh Devleti ileri gelenlerine gidi­

yor, geliyor; ecnebi elçileriyle temas ederek, Sevr Antlaşması'm daha öl­

çülü bir şekilde uygulatmaya çalışıyordu.

Osmanh orduları dağıtılıyor; askerler terhis ediliyordu. Herkes gi­

bi ben de bir köşeye çekilmiş olacakları bekliyordum. Arada sırada Ata'nm Şişh'deki evine gidip geliyordum. Atatürk, dikkat çekmemek için bizleri, "Gidin bir yerlerde yatın kalkın, kimseye görünmeyin" diye adeta azat etmişti.

1919 yılının Nisan ayının son günleriydi. Galata Köprüsü'nden ge­

çerken Atatürk'ü öteki kaldırımda karşıdan gelirken gördüm. Koşarak o tarafa geçtim. Yüzü çelik gibi gergin ve gözleri tunç gibi parlak yürü­

yordu. Karşılaşınca durakladı. "Paşam, sizi fazla rahatsız etmemek için evinize sık uğrayamıyorum. Bir emriniz olur mu?" dedim. Durdu, gö­

zümün içine canımı alacak gibi baktı, baktı sonra, "Birkaç gün sonra Anadolu'ya gidiyorum," dedi. Bakışlarıyla benim eğilimimi öğrenmek istiyordu.

(58)

"Paşam, ben sizinle olmayacak mıyım?" dedim.

E l i m o m z u m a k o y u p gözlerini g ö z l e n m e dikti ve "Tehlikeli bir yolculuk yapacağız. Belki hiç d ö n m e m e k üzere çocuk..." dedi. "Olsun Paşam. Sizinle ben ölüme bile giderim," dedim.

Şöyle bir durdu, "Öyleyse" dedi. Bana biraz da acır gibi bakarak,

"Kimseye bir şey söyleme. Seni de heyete dahil ediyorum. Ailenle helal- leşecek, bana uğrayacaksın," deyip, yürüyüp gitti.

(59)

Samsun Yolculuğu ve Samsım'a Vanş

(Muzaffer Kılıç'tan)

Galata rıhtımından, 16 Mayıs günü akşamüzeri kalkan bir motorla Bandırma vapuruna geldik. Vapur, Kızkulesi açıklarında demir atmış bizi bekliyordu. Hemen hareket ettik.

Karadeniz'de müthiş bir dalga vardı. Vapurumuz, denizde fındık kabuğu gibi sallanıyordu. Bizleri deniz tutmuştu. Boyuna kusuyorduk.

Kamaramızdan dışarı çıkamaz hâle gelmiştik. Deniz biraz durulunca güverteye çıkıyor, biraz hava alıyorduk. O zaman Atatürk de kaptan köşküne çıkıyor kaptana emirler veriyordu.

18 Mayıs günü, öğleye doğru Sinop'a gelindi. Deniz biraz sakinleş­

mişti.

Sinop açıklarında vapurumuz demirledi.

Atatürk, Samsun'da ordu müfettişi olarak gösterişli bir karşılama ya­

pılsın istiyordu. Bu ilgiyi kendisi için istemiyordu; fakat hem dış güçlere karşı bir gözdağı olur, hem de morali bozulmuş halk üzerinde etkileyici bir rol oynar düşüncesinde idi. Çünkü Samsun'da bile bir İngiUz kontrol birliği yerleşmiş; yöredeki bütün millî hareketleri kontrol ediyor ve ge- rekh önlemleri Osmanlı hükümetine aldırıyordu. Bu nedenle, gemiye is­

tenen bir sandalla sahile çıkıp telgrafhaneden, Samsun Tümen Komutan- hğı'na, Samsun'a gelmekte olduğumuzu bildiren bir telgraf çektik. Bazı

(60)

Kaynakçah Atatürk Günlüğü (KAG), sayfa 80: Bandırma vapurımun saat 12 sularında Sinop'a varışı.

Kaynakçah Atatürk Günlüğü, sayfa 81: Atatürk'ün Samsun'a çıkması ve Sadrazam Ferit Paşa'ya telgraf çekilmesi.

ihtiyaçları da alarak gemiye geri döndük. Hemen hareket edildi. *

Fakat denize açılınca vapur yine sallanmaya başladı. Hepimiz sarhoş gibiydik. "Allahım, sahile hayırlısı ile bir çıksak!" diye dua ediyorduk.

Nihayet 19 Mayıs 1919 günü sabah saat altı sularında gün ağarır­

ken Samsun görüldü. Deniz de iyice sakinleşmişti. İnmek için hazırlık­

lara başladık. Hepimiz perişandık. Sağ salim karaya çıkacağımız için Allah'a şükrediyorduk.

Bir ara vapurun güvertesine bir göz attım. Bir de baktım ki, Ata­

türk tıraş olup, tertemiz paşa elbiselerini giyinmişler; sapasağlam ve dipdiri, bir heykel gibi, bir kuvvet ilahı gibi elleri arkalarında Samsun'a bakmıyorlar mı?

Sanki hndık kabuğu gibi üç gündür sallanan bu vapurla o yolcu­

luk yapmamışlardı.

Ben, onu görünce hâlimizden utandım. Çünkü, Atatürk de bir ka­

ra subayı idi. Kendileriyle ta Halep'ten beri beraberdim.

Belki de, on defa açık denizde yolculuk yapmamışlardı. Hemen kamaralarımıza koşarak kendimize çeki düzen verdik. Tıraş olup, kılık kıyafetimizi Atatürk'e uyacak şekilde düzelttik. Sonra küçük bir san­

dalla sahile çıktık.

Sahilde bizi, derme çatma bir bando ve oradan buradan toplanan denne çatma küçük bir askerî birlik ve halk karşıladı.

Sahile çıkar çıkmaz, emrindeki bütün askerî birlik ve idare amir­

liklere telgraf çektirerek son askerî durum hakkında acele rapor ve bil­

gi vermelerini emrettiler.

Ertesi gün, İzmir'in işgali nedeniyle Sadrazam Damat Ferit Paşa'ya,

"İzmir'in Yunanlılar tarafından işgali; yakından ilgilendiğim ordu men­

suplarını ve milleti düşünülemeyecek derecede üzmüştür. Bu gibi hare­

ketleri kesinlikle kabul etmeyeceklerdir," diye bir telgraf çekmişlerdir.**

(61)

Atatürk'le Beraber Samsun'a Çıkanlar

(Muzaffer Kılıç'tan)

Atatürk'le beraber Samsun'a çıkan kişiler birçok kimse tarafından bilinmemektedir. Bunların çoğu Atatürk'le uzun yıllar çalışmış, onun ölümünden sonra da ülkeye büyük hizmetler vermişlerdir. Bu kişiler şunlardır:

Mustafa Kemal Paşa: Dokuzuncu Ordu Müfettişi.

Refet Bele: Üçüncü Kolordu Kumandanı.

Kâzım Dirik: Karargah Kurmay Başkanı Yarbay (sonra vah).

Arif Bey: İkinci Kurmay Başkanı.

Hüsrev Gerede: Bnb. Harekât Sb. Şeft, siyasi ve millî propaganda memuru.

Kemal Doğan: Topçu Binbaşı.

Dr. İbrahim Tali: Karargâh Sıhhiye Reisi.

Dr. Refik Saydam: Karargâh Sıhhiye Reis Muavini Yüzbaşı.

(İnönü zamanında Başvekil).

Kur.Yzb. Mümtaz Bey: Erkân-ı Harbiye Genel Sekreteri.

Kur.Yzb. İsmail Hakkı: Erkân-ı Harbiye Genel Sekreteri (sonra Muhafız Alay Komutanı, General).

Yzb. Arif Hikmet: Hâkim General.

Üsteğmen Hayati: Emir Subayı (sonra Cumhurreisi Özel Kalemi).

(62)

63 • A T A T Ü R K ' T E N A N I L A R

Yzb. Ali Şevket: Gümüşhane Milletvekili.

Cevat Abbas Gürer: Başyaver, Ata'nm Çanakkale'den beri yaveri.

Muzaffer Kıhç: Yaver, Ata'nm Çanakkale'den ben yaveri (sonra Giresun Milletvekih).

Mustafa Bey: Tokat Milletvekili.

Abdullah Bey: Erzak Subayı.

Eaik Bey: Şifre kâtibi.

Memduh Bey: Şifre kâtibi.

Mazhar Müfit: Sinop Mutasarrıh (Bölge Valisi).

(63)

O .

2

(64)

Atatürk'ün Kurtuliış İçin İlk Hareketleri

(Muzaffer Kılıç'tan)

Samsun'da altı gün kaldıktan sonra bir alay merkezinin bulundu­

ğu Havza'ya gelmiştik. Fakat alay dağıtılmış, asker sayısı hiç yok dene­

cek kadar azaltılmıştı.

Havza'da Ali Baba'nm oteline yerleştik. Az sonra Havza Belediye Reisi ve Havza ileri gelenleri Paşa'ya hoş geldiniz demek için otele gel­

diler.

Ertesi akşam da Atatürk, Havza ileri gelenlerinin toplandığı Beledi­

ye Reisi İbrahim Cebeci'nin evine gitti.

Atatürk orada toplanan Havza ileri gelenlerine son durum hakkın­

da bilgi vermiş ve "Bu durumu tenkit (tel'in) için bir mevlit okutahm, bir de miting yapalım, halkı aydınlatalım," dediler. Herkesten olumlu cevap alınınca tellal ve davullarla bu durum halka duyuruldu.

Cuma günü aziz şehitlerimiz için bir mevlit okutulmuş, şeker ol­

madığı için İzmir üzümü dağıtılmıştı. Sonra da bir miting yapıldı. Top­

lanan büyük kalabalığa o yörenin en etkili konuşan hocası Merzifonlu Sıtkı Hoca çok güzel bir konuşma yapmış ve "Güzel İzmir'imizi kıırta- racağız," deyince bütün halk, "Kurtaracağız, kurtaracağız!" diye bağır­

mıştı.

Mitingde konuşmalar yapılırken Atatürk otelin balkonunda paşa elbiseleriyle heykel gibi durmuş onları seyretmişti. Halk Mustafa Kemal

(65)

Paşa'ya merakla bakıyor ve onun Çanakkale Muharebeleri'ndeki kahra­

manlıklarından bahsediyorlardı.

O günlerde Ermeni çeteler her gün bir iki Müslüman Türkü gece baskınlarıyla öldürüyorlardı.

O gün de iki Türkü öldürmüşler ve ölüler Havza'ya getirilmişti.

Havzahlar koşarak bunu gelip Atatürk'e anlatmışlardı. Atatürk de onla­

ra sabırh olmalarını söylemiş, fakat olaylara çok üzülmüş ve kızmışlar­

dı.

Aynı gece yarısı İngilizlerin Sevr Antlaşması gereği Diyarbakır, Ma­

latya, Çukurova bölgelerinden toplattıkları tüfek mekanizmalarının yüklendiği 40-45 katırlık bir konvoyun iki saat kadar uzakhktaki Cer- dek'te gecelediği ve ertesi gün Samsun'a doğru gidecekleri haberi geldi.

Bu bilgiyi veren eski alayın tabur komutanlarından Sami ve Kâmil Bey­

lerdi. Korktukları için bu haberi gizli olarak otelci AU Baha'ya söyleyip gitmişler.

Bu bilgi çok önemliydi. Çünkü tüfek mekanizması mermiyi tüfe­

ğin namlusuna süren küçük bir demir alettir. Bu parçanın olmaması tüfeği kullanılmaz yapar. İngiUzler de bunu bildiklerinden işgal ettik­

leri bölgelerdeki asker tüfeklerini toplama yerine sadece bu tüfekle­

rin mekanizmalarını alarak binlerce tüfeği etkisiz hâle getirmeyi amaçlamışlardı. Bu nedenle toplanan mekanizmalar fevkalade önemli idi.

Atatürk bu haberi duyunca derhal Belediye Reisi ibrahim Cebeci ve Bayram Con Bey'i çağırmamızı emretti. Hemen Ali Baha'yla gece ev­

lerine gidip her ikisini de uykularından uyandırıp otele getirdik.

Atatürk onlara, hemen 8-10 süvari ile gidip çeteci gibi katırları ka­

çırmalarını fakat hiç kimseyi kesin olarak yaralayıp öldürmemelerini emretti.

O gece bu emir yerine getirilmiş, mekanizma yüklü katırlar kaçı­

rılmıştı.

Ertesi gün bu 4 0 - 4 5 katırın mekanizma yükleri alınmış olarak Samsun'a gidecekleri yerde Havza'ya geldiklerini ve belediyece mezat

Referanslar

Benzer Belgeler

İnsanın vejetaryen olduğuna dair görüş ve kanıt bildirilirken en büyük yanılma biyolojik sınıflandırma bilimi (taxonomy) ile beslenme tipine göre yapılan

İstanbul'da yaşayan Tokatlılar, Yeşilırmak Tozanlı çayı üzerinde yapılmak istenen 5 HES projesine karşı Taksim'de yürüyü ş düzenledi.Yeşilırmak Tozanlı

l~yların sakinleşmesine ramen yine de evden pek fazla çıkmak 1emiyorduk. 1974'de Rumlar tarafından esir alındık. Bütün köyde aşayanları camiye topladılar. Daha sonra

savunurken, TOKİ ise hazırladığı raporda "plan notu değişikliğinin Gül-Keleşoğlu konsorsiyumunun satın aldığı parseller için geçerliyken Bahçe şehir

2002’nin Nisan ayında artemisinin bazlı ilaçlarla teda- vi Dünya Sağlık Örgütü tarafından sıtma için birincil teda- vi olarak önerildi.. Bununla birlikte artemisinine

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha

Bunu bir örnekle açıklayalım: Kaçırılan, araba kazası geçiren ya· da cinsel saldırıya uğrayan bir çocuk, çeşitli korkular ve bunalımlar geliştirir.

Toplantıya katılan temsilciler, kamusal alanların kullanımına farklı işlevler kazandırmak için toplantıyı bu şekilde yapmayı tercih ettiklerini belirtti.. Ba