• Sonuç bulunamadı

COUNCIL AVRUPA KONSEYĐ AVRUPA ĐNSAN HAKLARI MAHKEMESĐ ĐKĐNCĐ DAĐRE ŞAMAN TÜRKĐYE. (Başvuru no /05) STRAZBURG. 5 Nisan 2011

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "COUNCIL AVRUPA KONSEYĐ AVRUPA ĐNSAN HAKLARI MAHKEMESĐ ĐKĐNCĐ DAĐRE ŞAMAN TÜRKĐYE. (Başvuru no /05) STRAZBURG. 5 Nisan 2011"

Copied!
8
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

AVRUPA ĐNSAN HAKLARI MAHKEMESĐ

ĐKĐNCĐ DAĐRE

ŞAMAN – TÜRKĐYE

(Başvuru no. 35292/05)

KARARIN ÖZET ÇEVĐRĐSĐ

STRAZBURG

5 Nisan 2011

Đşbu karar AĐHS’nin 44/2 maddesinde belirtilen koşullar çerçevesinde kesinleşecektir.

Şekli düzeltmelere tabi olabilir.

AVRUPA KONSEYĐ COUNCIL

OF EUROPE

______________________________________________________________________________________

© T.C. Dışişleri Bakanlığı, 2011. Bu gayrıresmi özet çeviri Dışişleri Bakanlığı Avrupa Konseyi ve İnsan

(2)

USUL

Türkiye Cumhuriyeti aleyhine açılan 35292/05 no’lu davanın nedeni, Sultan Şaman (“başvuran”) adlı Türk vatandaşının, Avrupa Đnsan Hakları Mahkemesi’ne 1 Eylül 2005 tarihinde, Đnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına ilişkin Sözleşme’nin (“Avrupa Đnsan Hakları Sözleşmesi’nin - AĐHS”) 34. maddesi uyarınca yapmış oldukları başvurudur.

Başvuran Đzmir Barosu avukatlarından Z. Değirmenci tarafından temsil edilmiştir.

OLAYLAR

DAVANIN KOŞULLARI

1974 doğumlu başvuran, başvuru yaptığı sırada Buca Cezaevi’nde cezasını çekmekteydi.

Başvuran 19 Şubat 2004 tarihinde Denizli Emniyet Müdürlüğü’nde görevli polis memurları tarafından, yasadışı PKK/KONGRA-GEL (Kürdistan Đşçi Partisi) örgütü üyesi olduğu yönündeki istihbarat raporlarına dayanılarak gözaltına alınmıştır. Yakalandığında başvuranın üzerinden sahte kimlik çıkmıştır. Başvuran aynı gün doktor muayenesinden geçirilmiş, vücudunda herhangi bir kötü muamele izi olmadığı kaydedilmiştir. Peşinden sorgulanmak üzere Denizli Emniyet Müdürlüğü’ne götürülmüştür.

19 Şubat 2004 tarihli gözaltındaki kimselerin haklarını açıklayan forma göre, başvurana sessiz kalma hakkı hatırlatılmış, avukat yardımı alabileceği konusunda bilgilendirilmiştir. Başvuran bu formu parmak iziyle imzalamış, avukat tarafından temsil edilmek istemediğini ifade etmiştir. Peşinden, bir polis memuru rapor hazırlamış, bu raporda başvurana avukat yardımı alma hakkının hatırlatılmasına karşılık başvuranın kendi kendini savunmak istediğini bildirdiğini ifade etmiştir. Başvuran bu raporu da parmak iziyle imzalamıştır.

Başvuran 20 Şubat 2004 tarihinde avukatı olmadan polis tarafından sorgulanmıştır.

Sorgulama başlamadan önce başvurana bir kez daha hukuki yardım alabileceği hatırlatılmış, ancak başvuran bunu reddetmiştir. Başvuran polis ifadesinde yasadışı örgüte üye olmasıyla ilgili ayrıntılı yanıtlar vermiştir.

Başvuran sırasıyla 20 ve 21 Şubat 2004 tarihinde doktor tarafından muayene edilmiştir. Raporlar başvuranın vücudunda herhangi bir kötü muamele izine rastlanmadığına işaret etmiştir.

Başvuran 21 Şubat 2004 tarihinde Cumhuriyet Savcısı önüne çıkarılmıştır.

Sorgulaması sırasında, Denizli Barosu avukatlarından A.O. tarafından temsil edilmiş ve sessiz kalma hakkını kullanmıştır. Savcı başvurana yakalandığı sırada üzerinden çıkan sahte kimlikle ilgili sorular sormuş, başvuran sahte kimlik kullandığını kabul etmiştir. Avukat, başvuranın sessiz kalmak istediğini ifade etmesine karşın savcının soru sormaya devam etmesi nedeniyle başvuranın ifadesini imzalamadan Cumhuriyet Savcılığı’nı terk etmiştir.

(3)

Aynı gün, başvuran, avukatı olmadan, soruşturma hakimi tarafından yeniden sorgulanmıştır. Başvuran, hakim önünde, polise verdiği ifadeyi geri çekmiş, ifadenin baskı altında alındığını ifade etmiştir. Yasadışı örgütle bağlantısı sorulduğunda, gençken PKK’ye katılıp Irak’a gittiğini kabul etmiştir. Öte yandan terör eylemlerinde yer aldığını kabul etmemiştir. 4959 Sayılı Topluma Kazandırma Yasası’ndan yararlanmak için Türkiye’ye döndüğünü ifade etmiştir. Sorgulamanın bitiminde soruşturma hakimi başvuranın tutukluluk halinin devamına karar vermiştir.

Đzmir Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Savcısı, 8 Mart 2004 tarihinde mahkemeye bir iddianame sunmuş, başvuranı, eski Türk Ceza Kanunu’nun 168. maddesi ile 3713 Sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 5. maddesi kapsamında yasadışı terör örgütüne üye olmakla suçlamıştır.

Đzmir Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde dava açılmış, dava sırasında başvuranı bir avukat temsil etmiştir. Başvuranın talebi üzerine, Devlet Güvenlik Mahkemesi başvurana tercüman yardımı alması için izin vermiştir. Đlk derece mahkemesi, kararında, başvuranın kendini Türkçe olarak ifade edebildiğini, ancak savunma hakkına engel olmamak ve AĐHS’nin 6/3 maddesine ters düşmemek için, tercüman kullanmasına izin verildiğini kaydetmiştir.

Başvuran, Đzmir Devlet Güvenlik Mahkemesi’ne verdiği savunmasında, ön soruşturma aşamasında verdiği ifadelerini geri çekmiştir. Đfadesini parmak iziyle imzalamaya zorlandığını iddia etmiştir. Başvuran, okuması yazması olmadığı için, belgenin içeriğini anlayamadığını ileri sürmüştür. Hakkındaki suçlamaları reddetmeyi sürdürmüş, gençken ailevi sebeplerle Irak’a kaçtığını ve orada bir mülteci kampında kaldığını açıklamıştır.

Başvuranın temsilcisi, 1 Ekim 2004 tarihinde, Đzmir Devlet Güvenlik Mahkemesi’nin dikkatini, Kürt kökenli başvuranın Türkçesinin yeterli olmadığı ve gözaltındayken avukat ya da tercüman yardımı almadığı hususuna çekmiştir.

Bu esnada, 30 Haziran 2004 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan 16 Haziran 2004 tarih ve 5190 sayılı yasa, devlet güvenlik mahkemelerini ortadan kaldırmıştır.

Đzmir Ağır Ceza Mahkemesi 26 Ekim 2004 tarihinde başvuranı suçlu bulmuş, on iki yıl altı ay hapis cezasına çarptırmıştır. Mahkeme başvuranı mahkum ederken başvuranın polise verdiği ifadeye ve başvuranın PKK üyesi olduğunu doğrulayan üç tanığın ifadesine dayanmıştır.

Başvuran itiraz etmiştir. Đtirazında, gözaltındayken hukuki yardım verilmediği için hukuki yardım alma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

Yargıtay 14 Mart 2005 tarihinde ilk derece mahkemesinin kararını onamıştır.

Đzmir Ağır Ceza Mahkemesi, 13 Haziran 2005 tarihinde davayı, 2005 yılında yürürlüğe giren Ceza Muhakemesi Kanunu ışığında yeniden incelemiştir. Başvuranı suçlu bulmuş, altı yıl üç ay hapis cezasına çarptırmıştır.

(4)

HUKUK

I. AVUKAT VE TERCÜMAN YARDIMINA ERĐŞĐM BULUNMAMASI NEDENĐYLE AĐHS’NĐN 6. MADDESĐNĐN ĐHLAL EDĐLDĐĞĐ ĐDDĐASI

Başvuran gözaltındayken avukat ve tercüman yardımı verilmemesi nedeniyle savunma haklarının ihlal edildiğinden şikayetçi olmuştur. Başvuran, AĐHS’nin 6/3 (c) ve (e) maddesine dayanarak, okuma yazmasının olmaması ve Türkçesinin yeterli olmaması nedeniyle, polis, savcı ve soruşturma hakimi sorgulaması sırasında avukat ve tercüman yardımı verilmemesinin savunma haklarını engellediğini ifade etmiştir.

A. Kabuledilebilirliğe ilişkin

Hükümet, başvuranın, yargılamanın hiçbir aşamasında gözaltında avukat ve tercüman yardımından yoksun bırakıldığına dayanmadığı için, AĐHS’nin 35/1 maddesinin gerektirdiği biçimde iç hukuk yollarını tüketmediğini ileri sürmüştür.

Mevcut davada AĐHM, dava dosyasındaki belgelerden, 1 Ekim 2004 tarihli savunmasında, başvuranın avukatının, Đzmir Devlet Güvenlik Mahkemesi’nin dikkatini Kürt kökenli başvuranın Türkçeyi yeterli bilmediğine ve gözaltındayken avukat ve tercüman yardımı almadığına çektiğini gözlemler. Sonuç olarak, AĐHM, başvuranın AĐHS’nin 35/1 maddesi kapsamında iç hukuk yollarını tükettiği biçiminde değerlendirilebileceği kanısındadır. Bu nedenle AĐHM’nin ön itirazını reddeder.

AĐHS’nin 35. maddesinin 3. fıkrası çerçevesinde başvurunun bu kısmının dayanaktan yoksun olmadığını kaydeden AĐHM, ayrıca başka bir gerekçe altında da kabuledilemezlik unsuru bulunmadığını tespit eder. Bu nedenle başvurunun bu kısmı kabuledilebilir niteliktedir.

B. Esas

Başvuran Kürt kökenli olduğunu ve okuma yazma bilmediğini, Türkiye’den on iki yaşında ayrıldığını yinelemiştir. Bu nedenle, Türkçe’yi yeterince anlayamadığını, gözaltındayken avukat ve tercüman yardımı almadığı için savunma haklarının ihlal edildiğini ifade etmiştir.

Hükümet başvuranın avukata erişiminin cezai yargılamanın hiçbir aşamasında engellenmediğini belirtmiştir. Başvurana, her sorgulamadan önce, avukat yardımı almak da dahil olmak üzere sanık olarak haklarının hatırlatıldığını ileri sürmüştür. AĐHM’nin dikkatini başvuranın hukuki yardımı reddettiğine ve bu durumun başvuranın parmak iziyle imzaladığı raporlar tarafından da doğrulandığına çekmiştir.

AĐHM, başvuranın savunma haklarıyla ilgili iddialarına ilişkin olarak, savunma haklarının, polis gözetiminde avukat ve tercüman erişimiyle ilgili sorunlara yol açmak suretiyle iki kez ihlal edildiğini gözlemler. AĐHM bu şikayetleri, birbirleriyle yakında ilintili oldukları gerekçesiyle beraber inceleyecektir.

AĐHM, 6. maddenin birincil amacının, cezai takibatlarla ilgili olarak, “her türlü iddianameyi” değerlendirmeye yetkili bir “mahkeme” tarafından adil yargılanmayı sağlamak

(5)

olmasına karşılık, bunun bu maddenin hazırlık soruşturmasına uygulanmayacağı anlamına gelmeyeceğini yineler. Dolayısıyla 6. madde - özellikle 3. fıkrası - bir dava görülmeye başlanmadan önce, yargılamanın adilliğine AĐHS hükümlerinin başlangıçta uygulanmaması halinde ciddi biçimde halel gelmesi halinde önemli olabilir (bkz. Salduz). AĐHM’nin önceki kararlarında hükmettiği üzere, AĐHS’nin 6. maddesinin 3. fıkrasının (c) bendinde belirtilen hak, diğerlerinin yanı sıra, 1. fıkrada belirtilen cezai takibatta adil yargılama kavramının bir unsurudur (bkz. Imbrioscia - Đsviçre ve Salduz). AĐHM ayrıca, soruşturma aşamasında toplanan deliller getirilen suçlamanın değerlendirileceği çerçeveyi belirlediğinden, bu aşamanın cezai takibatın hazırlanmasında büyük önem taşıdığını anımsatır. AĐHM, ayrıca, 3(e) fıkrasının uygulanması çerçevesinde, sanığın dil hakimiyeti sorununun hayati olduğuna ve mahkemede kullanılan dile tam anlamıyla hakim olmayı gerektirecek kadar karmaşık olup olmadıklarına karar vermek için sanık hakkında getirilen suçlamaları ve ulusal makamların AĐHM’yle bulunduğu her türlü iletişimin niteliğini incelemesi gerektiğine karar vermiştir (bkz. Hermi - Đtalya [BD], 18114/02). Son olarak, AĐHM, soruşturma aşamasında tercüman yardımının sağlanmasının, bu hakkı kısıtlamak için dava koşulları ışığında ikna edici gerekçeler olduğu gösterilmedikçe, gerekli olduğuna karar vermiştir (bkz. Diallo - Đsveç, 13205/07).

Yukarıdaki ilkeler ışığında, AĐHM’den, başvuran hakkındaki suçlamaların niteliğini incelemesi ve bu suçlamaların başvuranın sorgulandığı dile gerçek anlamda hakim olmasını gerektirecek kadar karmaşık olup olmadıklarını değerlendirmesi talep edilmiştir. AĐHM, başvuranın Kürtçe konuştuğunu, Türkçe bilgisinin çok az olduğunu kaydeder. Bu durum, başvurana yargılanması esnasında tercüman verilmesine izin verilmesi için devlet güvenlik mahkemesinin kararıyla da onaylanmıştır. Başvuranın okuma yazmasının bulunmadığı konusunda anlaşmazlık bulunmamaktadır. Yasadışı örgütle bağlantısı olduğu hususunda ayrıntılı ifadeler vermesine karşılık, AĐHM, başvuranın kendi aleyhindeki o ifadeleri tercüman ve avukat olmadan verdiğini gözlemler. Yukarıda da yinelendiği üzere soruşturma aşamasının önemi dikkate alındığında, AĐHM, başvuranın kendisine sorulan soruları yeterince anladığı veya aleyhinde açılan davada delil olarak ifadelerine dayanılmasını haklı çıkaracak bir seviyede Türkçe olarak kendini doğru biçimde ifade edebildiği konusunda ikna olmamıştır.

Hukuki yardım verilmemesine ilişkin olarak, AĐHM, 6. maddenin ne metninin ne de ruhunun bir kimseyi adil yargılanma hakkının sağladığı teminatlardan, açıkça ya da örtülü olarak kendi isteğiyle feragat etmesini engellediğini gözlemler. Öte yandan, AĐHS’de belirtilen amaçlar doğrultusunda etkili olacaksa, haktan feragat eden kimse, net bir biçimde, tespit edilmeli ve asgari teminatlarla desteklenmelidir (bkz. Pishchalnikov - Rusya, 7025/04).

Haktan feragat eden kişinin gönüllü olması yetmez, sözkonusu haktan bilinçli ve anlayışlı bir şekilde vazgeçmelidir. Bir sanığın 6. madde kapsamındaki önemli bir haktan kendi isteğiyle açıkça feragat ettiğinin söylenebilmesi için, bu tutumunun sonuçlarını makul bir biçimde öngörebileceği gösterilmelidir (bkz. Talat Tunç - Türkiye, 32432/96).

AĐHM, adil yargılama kavramını teşkil eden ve AĐHS’nin 6. maddesinin geri kalan fıkralarında öngörülen teminatların geri kalanının etkililiğinin teminatını veren haklar arasında temel bir hak olan savunmacı yardımından yararlanma hakkının, haktan feragat edilmesinin bilinçli ve anlayışlı bir şekilde yerine getirilmesi standardının özel olarak korunmasını gerektiren hakların başlıca örneği olduğunu anımsar. Başta hakların bildirilmesinin ardından, bir sanığın geçerli bir şekilde haklarından vazgeçip sorgulamayı yanıtlayabilmesini bu sistemin dışına çıkarmak mümkün değildir. Öte yandan, AĐHM,

(6)

sonucu olarak bu haklara saygı gösterilme olasılığı da azalacağı için, savunmacı yardımından yararlanma hakkını reddetmesi halinde ek teminatların gerekli olduğuna kuvvetli bir şekilde işaret eder (bkz. Pishchalnikov).

Mevcut davanın özel koşullarına dönecek olursak, AĐHM, başvuranın gözaltında tutulması sırasında avukat erişimi olmamasına ilişkin olarak, başvuranın 2004 yılında yakalandığında ulusal mevzuatın 15 Temmuz 2003 tarihinde kabul edilen 4928 sayılı yasa tarafından değiştirilmiş olması nedeniyle, bu davanın Salduz davasından farklı olduğunu gözlemler. Sonuç olarak, başvuran 19 Şubat 2004 tarihinde yakalandığında, gözaltına alındığı andan itibaren avukat erişimi bulunuyordu. Türk mevzuatındaki bu değişikliğe karşın, AĐHM, bu davada başvuranın ön soruşturma aşamasında avukat yardımından yararlanmadığını kaydeder. Başvuran polis, savcı ve soruşturma hakimi tarafından sorgulanırken kendi aleyhinde ifadeler vermiş, raporu parmak iziyle imzalamıştır. AĐHM başvuranın çok ciddi bir suçlama olan yasadışı örgüte üye olmakla suçlandığını ve ağır bir cezayla karşılaştığını kaydeder.

Bu bilgiler ışığında ve başvuranın yeterli Türkçe bilmediği göz önüne alındığında, AĐHM, başvuranın tercüman yardımı olmaksızın makul bir biçimde, özellikle ceza gerektiren ağır bir suçun soruşturmasına ilişkin bir davada avukat yardımı olmadan sorgulanmayı kabul etmenin sonuçlarını kabul edemeyeceği kanısına varır (bkz. Talat Tunç). Sonuç olarak, başvuranın bilinçli ve anlayışlı bir şekilde avukat hakkından feragat etmediği sonucuna varır.

Ayrıca AĐHM, haktan feragat etmenin gönüllü bir niteliği olmasının güvenilir bir biçimde tespit edilip kaydedilmesinin sağlanması için, okuma yazma bilmeyen tutuklular için ek teminatlar sağlanması gerektiği kanısındadır. Öte yandan, mevcut davada, bu tür özel tedbirler öngörülmemiştir.

Yukarıda belirtilenler ışığında, AĐHM, başvuranın önce ilk derece mahkemesinde daha sonra ise temyiz mahkemesinde yargılanması sırasında avukat ve tercüman yardımı almasına karşılık, gözaltında avukat ve tercüman yardımından yoksun kalmasının başvuranın savunma haklarını telafi edilemez biçimde etkilediği kanısına varır.

Bu nedenle AĐHM, AĐHS’nin 6/3 (c) ve (e) maddesinin 6/1 maddesiyle uyumlu olarak ihlal edildiği kanısına varır.

II. AĐHS’NĐN ĐHLAL EDĐLDĐĞĐ ĐDDĐA EDĐLEN DĐĞER MADDELERĐ

Başvuran AĐHS’nin 6/1 maddesi kapsamında devlet güvenlik maddelerinin genel olarak bağımsız ve tarafsız olmadıklarını iddia etmiştir.

AĐHM öncelikle, 22 Haziran 1999 tarihli 4390 sayılı kanunun yaptığı değişikliklerle, Đzmir Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde görevli askeri hakimin yerini sivil bir hakimin aldığını gözlemler. Dolayısıyla başvuranın davasına askeri hakim katılmamıştır. Đkinci olarak, başvuranın devlet güvenlik maddelerinin genel olarak bağımsız ve tarafsız olmadığına ilişkin genel şikayetiyle ilgili olarak, AĐHM, başvuranın iddiasını destekleyemediğini gözlemler.

AĐHM bu nedenle, başvuranın mahkemenin yapısı nedeniyle adil yargılamadan yoksun bırakıldığı biçiminde değerlendirilemeyeceği sonucuna varır (bkz. Sever ve Aslan, 33675/02).

Yukarıda belirtilenler ışığında, AĐHM bu şikayeti AĐHS’nin 35/3 ve 4 maddesi çerçevesinde açıkça dayanaktan yoksun olduğu gerekçesiyle reddeder.

(7)

III. AĐHS’NĐN 41. MADDESĐNĐN UYGULANMASI

Başvuran 20.000 Euro maddi, 10.000 Euro manevi tazminat talep etmiştir. Ayrıca (8.5 saat mesai karşılığı) 4250 Euro avukatlık masrafı talep etmiştir.

Hükümet bu taleplere itiraz etmiştir.

AĐHM tespit edilen ihlal ile talep edilen maddi tazminat arasında illiyet bağı görememektedir; bu nedenle bu talebi reddeder. Öte yandan AĐHM, başvuranın manevi zarara uğradığı kanısındadır, bu nedenle mevcut davanın koşullarını göz önünde bulundurarak, hakkaniyete uygun surette, 1800 Euro manevi tazminat ödenmesinin uygun olduğuna karar verir.

AĐHM ayrıca en uygun telafi yolunun başvuranın, talep etmesi halinde, AĐHS’nin 6/1 maddesinin koşullarıyla uyumlu olarak yeniden yargılanması olduğu kanısındadır (bkz.

Salduz).

Yargılama giderlerine ilişkin olarak, AĐHM, yargılama giderlerinin, ancak gerçekliği ve gerekliliği kanıtlandığı ve makul bir meblağ olduğu takdirde başvurana geri ödendiğini yineler. Karşılaştırılabilir davalarda ödenmesine hükmedilen tazminatlar göz önünde bulundurulduğunda (bkz. Bolukoç ve Diğerleri - Türkiye, 35392/04; Gürova - Türkiye, 22088/03 ve Salduz), AĐHM, bu başlık altında 1000 Euro ödenmesinin makul olduğu kanısına varır.

AĐHM, gecikme faizinin, Avrupa Merkez Bankası’nın marjinal kredi faiz oranına üç puanlık bir artış eklenerek belirlenmesini uygun görmektedir.

AĐHM YUKARIDAKĐ GEREKÇELERE DAYANARAK, OYBĐRLĐĞĐYLE

1. Başvurana hukuki yardım ve tercüman yardımı verilmesine ilişkin şikayetin kabuledilebilir, başvurunun geri kalanının kabuledilemez olduğuna;

2. AĐHS’nin 6. maddesinin 3. fıkrasının (c) ve (e) bentlerinin AĐHS’nin 6. maddesinin 1.

fıkrasıyla bağlantılı olarak ihlal edildiğine;

3. (a) Savunmacı Devlet’in, başvurana, AĐHS’nin 44. maddesinin 2. fıkrası uyarınca kararın kesinleştiği tarihten itibaren üç ay içinde, ödeme gününde geçerli olan kur üzerinden Türk Lirasına çevrilmek üzere, izleyen meblağları ödemesine;

(i) her türlü vergi ve kesintiden muaf tutularak, 1800 (bin sekiz yüz) Euro manevi tazminat;

(ii) her türlü vergi ve kesintiden muaf tutularak, yargılama giderleri için 1000 (bin) Euro.

(b) Yukarıda belirtilen üç aylık sürenin sona erdiği tarihten ödemenin yapılmasına kadar geçen süre için, sözkonusu meblağlara, Avrupa Merkez Bankası’nın anılan dönem için geçerli olan marjinal kredi faiz oranına üç puanlık bir artış eklemek suretiyle belirlenecek basit faiz uygulanmasına;

(8)

KARAR VERMĐŞTĐR.

Đşbu karar Đngilizce hazırlanmış, AĐHM Đç Tüzüğü’nün 77. maddesinin 2. ve 3. fıkraları uyarınca 5 Nisan 2011 tarihinde yazılı olarak tebliğ edilmiştir.

Staley Naismith Françoise Tulkens Zabıt Katibi Başkan

Referanslar

Benzer Belgeler

17Đşkence, insanlık dışıve onur kırıcıdavranış tabulunma veya ceza verme yasağı:Sözleşm em.. 38/1•Özel hayata ve aile hayatına, konut vehaberleşme

Yukarıda belirtilenler ışığında Mahkeme, başvuranların yakınının kaybolduğu koşulların spekülasyon ve varsayımlara neden olduğunu ve bu yüzden Hakkı Kaya’nın

AĐHM, Hükümet görüşlerinin ilk kısmına ilişkin olarak, kendi önünde yapılması amaçlanan şikayetlerin, en azından esas açısından ve gerekli koşullara uygun

Bu olay sonrası başvuranlar, hayal kırıklığına uğramış, sıkıntı ve kaygı duymuşlar; dolayısıyla AĐHS’nin ihlalinin tespitinin yeterli olamayacağı

25 Kasım 1996 tarihinde, Đstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Savcısı, başvuranın 27 Ağustos ve 3 Eylül 1996 tarihleri arasındaki gözaltı süresinde

35. Hükümet, iç hukuk yollarının tüketilmediğini öne sürmektedir. maddeleri bakımından öngörülen itiraz yoluyla geçici tutukluluğun devamına itiraz etmek

zamanda, başvuran aleyhinde, M.K.’nin verdiği ifade (bkz, yukarıdaki 6. paragraf) gibi delil unsurlarının bulunduğu da kaydetmektedir. fıkrasının c) bendi anlamında, bir

18 Nisan 1999 tarihinde başvuran Fazilet Partisi’nden (Fazilet) Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne (TBMM) milletvekili seçilmiştir. 2 Mayıs 1999 tarihinde