E. Noelle-Neumann 1965 yılında İletişim Araştırmaları Başkanlığına getirildiğinde
“Kamuoyu ve Toplumsal Denetim” konusunda çalışmaya başlamıştır.
Temel argümanı şuydu: Ancak kamuoyu kavramını açıklığa kavuşturduktan sonra
medyanın etkilerini anlamak mümkün olabilir.
1970’li ve 1980’li yıllarda bir dizi çalışma halinde yayımlanan bu araştırmanın temel kavramı “suskunluk sarmalı” dır.
Medyanın etkileri nelerdir? Sorusu 1930’lu yıllardan beri medya çalışmalarının en
tartışmalı sorusu olmuştur.
Kamuoyu ve medya arasındaki bağlantı, nedir?
Suskunluk sarmalı nedir?
Suskunluk sarmalı, anonim bir toplumda bağlılığın, değerler ve hedefler üzerindeki
yeterli bir anlaşma düzeyi aracılığı ile sürekli olarak sağlanmak zorunda olduğu varsayımı üzerinde kuruludur. Bu anlaşmaya “kamuoyu”
diyoruz. Bu tür bir anlaşma sadece siyasal
değil moda, gelenek gibi konularda da aranır.
Suskunluk sarmalı kuramı, yalnızca grup üyeleri arasında değil, toplumun da
oydaşmadan sapan bireyleri tehdit ettiği
varsayıma dayanır. Toplum bunları dışlama ve ihraç ile tehdit eder; bireyler de belki de
genetik olarak belirlenen, bilinçaltı bir dışlanma korkusu taşırlar.
Bu dışlanma korkusu, insanların, çevrelerinde hangi fikirlerin ve davranış biçimlerinin
benimsendiğini ya da reddedildiğini ve hangi fikirlerin ve davranış biçimlerinin
taraftarlarının arttığını ya da azaldığını
düzenli olarak kontrol etmelerine yol açar.
İnsanlar kendi düşüncelerinin kamuoyundaki oydaşma içinde yer aldığını düşünürlerse
açıkça dile getirmekten çekinmezler. Örneğin rozet, sloganlar, bayrak vs. gibi. Yüksek sesle konuşma cesaretine sahip olurlar.
Tam tersine azınlıkta olduklarını
hissederlerse düşüncelerini gizlerler. Yani suskun ve temkinli davranırlar. Bu durum azınlıkta olanların düşüncelerinin bir tabu haline gelmesine veya yok olmasına kadar sürer.
Suskunluk Sarmalı kuramı beş varsayım üzerine kuruludur:
Toplum sapkın bireyleri dışlamakla tehdit eder.
Bireyler sürekli dışlanma korkusu duyar.
Bu dışlanma korkusu, bireylerin her an fikir iklimini değerlendirmeye çabalamalarına yol açar.
Bu değerlendirmelerinin sonuçları, kamu önündeki davranışları ve özellikle fikirlerin açıkça ifade edilmesini ya da gizlenmesini etkiler.
Son varsayım, yukarıdaki dört varsayımın bir bileşimidir
Bu kuram sınandığı zaman şu öğeler gözlenebilir:
Kamusallık öğesi
Kuram güçlü duygusal öğelere sahip değer- yüklü konulara gönderme yapar
Suskunluk sarmalı sürecinde medya güçlü etkiye sahiptir
Kamuoyunun değişimi sürecindeki erken ve geç aşamalar “yenilikçi” ve “kararlı”
terimleriyle betimlenen özel koşullara bağlıdır.
Şimdi bu kuramın, medyanın etkileriyle ilgili sorular açısından imaları nelerdir?
Toplum tartışmalı bir konuda iki kaynağa güvenir:
bireyin kendi deneyim alanı içinde doğrudan gözlem
medya aracılığı ile dolaylı gözlem.
Bireyin kendi yaşamı ve kişisel deneyimi ile ilgili olmayan tüm konularda medya
aracılığı ile fikir edinir.
Bu anlamda yapılan araştırmalar şunu göstermiştir:
Bir tartışmadaki çoğunluk ve azınlığın görece gücü kitle tarafından çarpıtılmış biçimde
görülür (çoğulcu aldırmazlık).
Toplumdaki çoğunluk kampı, etkili medya tarafından desteklendiği taktirde konuşmak için azınlığa göre daha isteklidirler.
Eğer medya karşıt kampı, yani azınlığı
desteklerse çoğunluk kampı sesiz çoğunluk haline gelir.
Azınlık, medyanın düşmanca tutumuyla karşılaşırsa sessizliğe bürünür.
Azınlık, medyadan destek gördüğü zaman çoğunluktan daha fazla konuşma arzusu duyar, çünkü etkili medyanın kamusal otoritesi tarafından güçlendirilmiştir.
Şu soru önemli bir soru olarak karşımıza çıkmaktadır:
Nasıl oluyor da bireysel fikirlerin toplamı,
kamuoyu olarak bilenen ve yalnızca bireylerin değil, milletvekillerinin ve hükümetin de saygı duymak zorunda kaldığı korkutucu siyasal bir güce dönüşebilir?
Kamuoyu değer yüklü alanlarda toplumsal bir anlaşmadır. Birey dışlanma tehlikesi göze
almadan bu oydaşmadan sapamaz. Daha
somut söylemek gerekirse: işlemselleştirilmiş bir kamuoyu, tartışmalı konularda toplumun çoğunluğu tarafından dışlanmayı emniyetli bir biçimde savuşturan fikirler ya da davranışlar biçimidir.