• Sonuç bulunamadı

İskenderun’da Bulunan ve Ele Geçirilen Eski Eserler

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "İskenderun’da Bulunan ve Ele Geçirilen Eski Eserler"

Copied!
19
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

ISSN: 1309 4173 (Online) 1309 - 4688 (Print)

A Tribute to Prof. Dr. Şerafettin Turan, Volume 6 Issue 3, p. 349-367, April 2014

JHS

H i s t o r y S t u d i e s Volume 6 Issue 3

April 2014

İskenderun’da Bulunan ve Ele Geçirilen Eski Eserler

Old Art Pieces Discovered and Seized in Alexandretta

Yrd. Doç. Dr. Naim ÜRKMEZ Erzurum Teknik Üniversitesi - Erzurum

Öz: Bu çalışma İskenderun ve Arsuz’da tesadüfen ortaya çıkan, kaçak kazılar neticesinde veya gümrükte ele geçirilen eserleri belgelere yansıdığı kadarıyla inceleyerek, Osmanlı döneminde arkeolojik kazılara gereken önemin verilememesi nedeniyle birçok eserin kaçak olarak yutdışına çıkarıldığını tespit edilmektedir.

Anahtar Kelimeler: Halep, İskenderun, Arsuz, eski eser, arkeolojik buluntu, İskenderun Kulesi.

Abstract: This study examines the archaeological findings of Alexandretta and Rosus, some of which were discovered coincidentally, dug out illegally or seized at customs. The article presents that because the Ottoman Empire did not pay as much attention it should have, many archaeological pieces were illegally taken abroad.

Keywords: Aleppo, Alexandretta, Rosus, archaeological discovery, Alexandretta Tower

Giriş

Temelde müzelerin amacı geçmiş çağlardaki yaşayış biçimini, bilim, sanat ve teknik anlayışı gelecek kuşaklara somut verilerle aktarmaktır. Arkeolojik kazılar veya diğer yollarla ele geçirilen eserler, zaman içerisinde diğer insanların beğenisine ve ilgisine sunulmuştu.

Önceleri küçük ölçüdeki eserlerle yapılan koleksiyonlar zamanla her boyuttaki eseri içine alacak şekle dönüşerek bir tutku halini almıştır.1

Ancak kadim dönemlerde bu durum Avrupa için tam olarak söz konusu değildi. Çünkü görsel araçlar hakikatin anlaşılması bakımından yanıltıcı bulunmaktaydı. Bu algılayış Avrupa’da Ortaçağ boyunca da devam etti. Anlayışa göre tek gerçek Hıristiyanların kutsal kitabında zaten yer alıyordu. Onu yalanlayacak her şey yanıltıcı idi. Dolayısıyla bu dönemde toprak altından çıkarılacak veya bulunacak tarihi eserlerin önemi daha ziyade taşıdığı dini anlama bağlıydı. Bu yüzden kiliseler ve katedraller daha çok Hıristiyanlık ile ilgili çeşitli olayların anlatıldığı heykel, lahit mezar, kabartmalar gibi çeşitli materyalleri muhafaza etme eğilimi göstermişlerdir. Bunun yanında savaşlarda yağmalanan, ele geçirilen kıymetli eşyalar da muhafaza edilenler arasındaydı.2 Ancak Rönesans’ta bu durum değişti, dinin eski hakimiyetini kaybettiği bu dönemde, müzeler hakikatin anlaşılacağı mekanlar haline gelmişti.

Artık eski eserler paganizm ekseninde değerlendirmelerden kurtarılarak hümanist idealleri temsil eden materyaller haline dönüşmüştü. Doğal olarak bu dönemde günümüz müzecilik anlayışının temeli sayılabilecek çabalar ortaya çıkmıştı.3 Kadim dönemde görsellik

1 Sabahattin Batur, “Dünyada Müzeciliğin Gelişmesi”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, VI, İletişim Yayınları, İstanbul 1983, s. 1472.

2 Hüseyin Türkseven, Osmanlı Devleti’nde Eski Eser Politikası ve Müze-i Hümayun’un Kuruluşu, (Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Çanakkale, 2010, s. 2.

3 Wendy M. K. Shaw, Osmanlı Müzeciliği Müzeler, Arkeoloji ve Tarihin Görselleştirilmesi, (Çev: Esin Soğancılar), İletişim Yayınları, İstanbul 2004, s. 8-11.

(2)

İskenderun’da Bulunan ve Ele Geçirilen Eski Eserler

JHS 350

H i s t o r y S t u d i e s Volume 6 Issue 3

April 2014

karşısındaki şüpheci yaklaşım, modern dönemde yerini bilimsel hakikatlerin temsilcisi anlayışına bırakmıştı. Bunun yanında Rönesans kadim Yunan medeniyetiyle temellendirildiği için artık Yunan medeniyetine olan ilgi artmıştı. Avrupalı devletler artık modern biçimlerini antikiteye bağlıyorlar, bu durumun somut mekanı olarak da müzeyi seçiyorlardı. Müzeleri, kendi uygarlık tarihlerinin nasıl dönüştüğünü anlatan mekanlardı ve bu mekanlar bahsedilen süreci anlatacak şekilde dizayn ediliyordu. Doğrudan bağlantısı olmamasına rağmen antik uygarlıklar, Avrupalıların atalarıymış ve onların hali hazırdaki modernliklerinin altyapısını oluşturmuş gibi bir algı oluşturuyordu. Bu sebeple bahsedilen tezi destekleyebilecek her türlü eser dünyanın çeşitli yerlerinden toplanıyordu.4

Avrupalılar artık doğudan toplayıp müzelerine getirdikleri eserleri, atalarının mirası olarak benimsemişlerdi. Kendilerine ait olmayan bu eserleri, toplamanın meşru başka bir dayanağı daha vardı. Onlara göre önemli tarihi eserler, barbarların elinden kurtarılıyor ve bu sayede korunup kollanıyordu.5 Türkler ellerindeki eserlerin farkında olmadıkları için, onların, bu eserleri korumaları zaten mümkün olamazdı. Belki bu hususta haksız da sayılmazlardı.

Devlet nezdinde yapılan bir kaç korumanın dışında6 XIX. yüzyılın ikinci yarısına kadar sistemli bir eski eser politikası ve yasal zemin olmadığı için, birçok eser tahrip edilmiş veya yeni yapıların inşasında kullanılmak üzere götürülmüştür. Buna dair çok sayıda örnek vardı.7 Ancak bu durum Avrupalıların Osmanlı coğrafyasından eski eser kaçakçılığı yapmasını meşrulaştıramazdı.

Avrupa’da bugünkü anlamıyla ilk müze, 1683 yılında İngiltere’de açılmıştır. Ardından diğer Avrupa ülkelerindeki müzeler, bunu izlemiştir.8

Yunan ve Helen eserleri, hemen her Avrupa müzesinde yer alıyordu. Onlara göre Yunan uygarlığı, ön Avrupa uygarlığı idi ve bütün Avrupa’yı temsil ediyordu. Aslında bu algılayışla, Osmanlı Devleti’nin sahip olduğu toprakların tarihi de sahipleniliyordu. Bu, ileride o topraklar üzerine hak iddia etmeye kadar varacak, bir süreçti. Bu süreçte İslam dünyasının bölgedeki mirası, Batı uygarlığı inşasının dışında tutuluyor ve bununla ilgilenilmiyordu.9

Osmanlı Devleti’nde arkeolojik etkinliği hızlandıran daha güçlü bir etken, Avrupa’da XVIII. ve XIX. yüzyıllarda Helenizmin yükselişi olmuştur. Bu yüzyıllarda Yunanlıların bağımsızlığı desteklendi ve Bizans İmparatorluğu’nu yeniden diriltme idealleri peşinde koşuldu. Bu sayede, Batı Avrupa’nın ihtişamlı geçmişiyle Antik Yunan bağlantısı sağlanacak, Avrupa’nın çocukluğunu yaşadığı alan inşa edilmiş olacaktı.10

Yukarıda anlatılanların dışında XIX. yüzyılda Avrupalılar, İncil’de geçen yerlerin kalıntılarına ulaşmak için Osmanlı topraklarındaki arkeolojik faaliyetlerine hız vermişlerdi. Bu sayede, hem Osmanlı topraklarında hak iddia edilmiş olacak ve Türklerin işgalcilikleri teyit edilecek, hem de Batı Avrupa kadim dünya ve yakın doğunun yazılı tarihiyle irtibatlandırılacaktı. Bu doğrultuda İncil üzerinde çalışan modern uzmanlar, İncil’de geçen

4 Shaw, age, s. 12.

5 Shaw, age, s. 29.

6 Erdem Yücel, Türkiye’de Müzecilik, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul 1999, s. 30-31; Emre Madran,

“Osmanlı Devletinde “Eski Eser” ve “Onarım” Üzerine Gözlemler”, Belleten, XLIX/195, Aralık 1985, TTK, Ankara 1986, s. 505-506.

7 Gürsoy Şahin, “Avrupalıların Osmanlı Ülkesindeki Eski Eserlerle İlgili İzlenimleri ve Osmanlı Müzeciliği”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Tarih Araştırmaları Dergisi, XXVII/42, Ankara 2007, 105- 106.

8 Halit Çal, Türkiye’nin Cumhuriyet Dönemi Eski Eser Politikası, (Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Doktora Tezi), Ankara 1990, s. 42.

9 Shaw, age, s. 30, 64.

10 Shaw, age, s. 66.

(3)

Naim ÜRKMEZ

JHS 351 H i s t o r y S t u d i e s Volume 6 Issue 3

April 2014

kişileri Avrupalı ulusların ilk kralları olarak tanımlayan hayali soyağaçları oluşturdular.

Darwin’in evrim teorisini ortaya atmasından sonra İncil’in verdiği bilgilerin gerçekliği tartışmaya açılmıştı. Bu yüzden, kutsal kitaptaki bilgileri sağlamlaştırmak için arkeolojiye müracaat edilmiş, zaman zaman bunu doğrulayan kalıntılara da ulaşılmıştır. Hatta bu sebeple, İncil’in ilk kez ortaya çıktığı coğrafya olan yerde, İngilizler, Filistin Araştırmaları Cemiyetini kurmuşlardı.11

Görüldüğü üzere Avrupalılar, Yakındoğu’nun kadim uygarlıklarının gerçek mirasçılarının Arap halkları değil, Batı Avrupa ulusları olduğunu savunuyorlardı. Bu tarih tezi, onların bölgedeki sömürge girişimlerini meşrulaştırmaya yaradı.12

Elbette ki eski eserlere olan bu ilgi, sadece yukarıda sayılan etmenlerle açıklanamaz.

Bahsedilen hususlar önemli olmakla birlikte dini kökenli korku ya da saygı, sanatsal değer, ekonomik değer ve kullanım değeri gibi birçok husus da akla getirilmelidir.13

Yabancı araştırmacıların, Osmanlı Devleti topraklarında eski eserleri ortaya çıkarmaya ve kendi müzelerine nakletmeye başladıkları dönemlerde, Osmanlı halkı ve idarecilerinin çoğu, eski eser ve müzecilik alanında ciddi bir hassasiyete sahip bulunmuyordu.14 Osmanlı Devleti’nin eski eserleri koruma altına alma hususunda gösterdiği çaba, özellikle Avrupalı devletlerin, Osmanlı Devleti sınırları içerisinde yapmış oldukları zararlı faaliyetlerden sonra ortaya çıkmıştır. Bunun yanında, Osmanlı Devleti, Tanzimat ile birlikte Batı Medeniyetini sosyal, ekonomik ve kültürel alanda örnek almaya başlamış ve görünüşünü Avrupa pratikleri ve kurumları ile uyum sağlayacak şekilde yeniden biçimlendirmiştir. Bu durumdan doğal olarak eski eserlere olan bakış açısı da etkilenmiştir.15

1-Türk Müzeciliği

Tarih boyunca çok çeşitli kültür ve uygarlıkların birleşme ve çatışma noktasında yer alan ve bu özelliğini hâlihazırda da koruyan Anadolu ve Trakya, üzerinde birçok devletin ve medeniyetin bugüne bıraktığı kültür mirasını taşımaktadır. Ülkemiz sınırları içerisinde yer alan bu mirasın köklerinde eski Anadolu (Hitit, Likya, Karya, Frig gibi), Akdeniz ve Ege kültürleri (Miken, Hellen, Roma, Bizans gibi), Orta Asya, İran, Arap etkileri ile Selçuklu ve Osmanlı kaynakları bulunmaktadır. Türkiye toprakları üzerinde birbiri ardına kurulan uygarlıkların sayısı başka hiçbir ülke ile karşılaştırılamayacak derecede fazladır. Bu çeşitlilik ve zenginlik, Türkiye’yi belki de dünyada tek örnek yaparken, bu mirası korumak ve gelecek kuşaklara aktarmak için belirlenecek politika ve stratejiler için çok büyük çabalar harcanmasını da zorunlu kılmaktadır.16 Bu sebeple zaman içerisinde korumacılık uygulamaları hâsıl olmuştur.

Bazı kaynaklar bir tür korumacılık anlayışı sergilenmesi açısından, daha önceki medeniyetlere ait işlenmiş parçaların bu eserlerin yok olmalarını önleyecek bir tutumla Türk mimari eserlerinde kullanılmasını Türklerde ilk müzecilik hareketleri olarak değerlendirmekte

11 Shaw, age, s. 60-62.

12 Shaw, age, s. 65.

13 Madran, agm, s. 503.

14 Hüseyin Muşmal, Osmanlı Devleti’nin Eski Eser Politikası Konya Vilayeti Örneği (1876-1914), Kömen Yayınları, Konya 2009, s. 15.

15 Age, s. 7, Türkseven, age, s. 24.

16 Melike Z. Dağıstan Özdemir, “Türkiye’de Kültürel Mirasın Korunmasına Kısa Bir Bakış”, Planlama, 1, 2005 s.

20-25; Ahmet Mumcu, “Eski Eserler Hukuku ve Türkiye”, AÜHFD, XXVIII/1, 1971, s. 45-46.

(4)

İskenderun’da Bulunan ve Ele Geçirilen Eski Eserler

JHS 352

H i s t o r y S t u d i e s Volume 6 Issue 3

April 2014

ve müzeciliğimizin tarihini Selçuklu dönemine kadar indirmektedirler. Ancak bu modern manada bir koruma değildir.17

Osmanlı Devleti zamanında da çeşitli eski eserlerin, nadir ve değerli eşyaların, kıymetli sanat eserlerinin, hediye ve ganimetlerin, benzeri bir yaklaşımla saklandığı ifade edilmektedir.

Bunun yanı sıra padişahların giysi ve kişisel eşyalarının da bir gelenek olarak sarayda toplanıp, bohçalar içinde muhafaza edildiği bilinmektedir.18 Ancak Osmanlı Devleti’nde tam anlamıyla müzeciliğin başlaması XIX. yüzyılda olmuştur. Yukarıda da belirtildiği üzere XIX. yüzyılda Avrupalıların Osmanlı topraklarından eski eser kaçakçılığına hız vermesi üzerine, Osmanlı Devleti sınırları içerisinde bulunan eski eserleri koruma eğilimi içerisine girmiştir. Daha 1840’larda vilayetlere gönderilen bir genelgede, bulunan eski eserlerin tespit ve değerlendirilmesi ve kıymetli olanların merkeze gönderilmesi istenmiştir.19 Ancak bu genelgenin vilayetlere gönderilmesinden çok sonra bile Osmanlı Devleti yabancılara kazı yapma imtiyazı verecek, yabancılar eskiden olduğu gibi çıkardıkları eserleri ülkelerine götürmelerine müsaade edecekti. Bu noktada Osmanlı Devleti’nin bir kararsızlık içinde olduğu düşünülebilir. Meselenin Osmanlı nezdinde yeni olması, belki de kararsızlığın en önemli sebepleri arasındaydı. Bunun dışında zaman zaman yabancılara kazı imtiyazı verme siyasi denge unsuru olarak da kullanılacaktı.

Sultan Abdülmecit’in 1845 yılında Yalova’da gördüğü bir takım eski eserlerin İstanbul’a gönderilmesini istemiş gönderilen bu eserler Harbiye Nezaretinin ambarı ve silahların sergilendiği alan olarak kullanılan Aya İrini’de koruma altına alınmıştı. Böylece ilk müzecilik ve müze serüvenini başlatmıştı. Ancak burada daha ziyade toplanan silahlar sergileniyordu.

1846 yılında Harbiye Nezaretinde Tophane-i Amire Müşiri olan Ahmet Fethi Paşa Aya İrini’deki eserleri daha bilinçli bir şekilde tasnif ederek eserlerin sergilendiği kısmı iki bölüme ayırdı. Bunlar Esliha-i Atika ve Âsâr-ı Atika idi. Ahmet Fethi Paşa’nın bunu yaparken Avrupa’da gördüğü müzelerden etkilendiği düşünülmektedir.20 Ahmet Fethi Paşa 1857 yılında ölünce Aya İrini’deki eserler buranın muhafazasına ve temizliğine bakan kimselerin gözetiminde kaldı.21

Daha sonra Sadrazam Ali Paşa döneminde Aya İrini’de toplanan eserler 1869 yılında

“Müze-i Hümayûn” adı ile ziyarete açılmıştı.22 Bu müzenin başına da Galatasaray Sultanisi tarih öğretmeni İngiliz E. Goold getirmişti.23 Bu sırada (1869/1284) ilk Asar-ı Atika Nizamnamesinin yayınlanmasıyla eski eserlerin korunması noktasında önemli bir adım atılmıştı.24 Aynı yıl hazırlanan Maarif Nizamnamesi’nde müzelerin açılıp işletilmesi ve eski eser işleri Nafıa Nezaretinden alınarak Maarif Nezaretinin sorumluluğuna verilmişti.25 Fakat

17 Hale Özkasım- Semra Ögel, “Türkiye’de Müzeciliğin Gelişimi”, İstanbul Teknik Üniversitesi Dergisi, Sosyal Bilimler, II/1, Aralık 2005, s. 97-98; Semavi Eyice, “Arkeoloji Müzesi ve Kuruluşu”, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi, VI, İletişim Yayınları, İstanbul 1985, s. 1596; Türkseven, age, s. 5.

18 Özkasım, Öğel, agm, s. 98.

19 İlber Ortaylı, “Tanzimat’ta Vilayetlerde Eski Eser Taraması”, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi, VI, İletişim Yayınları, İstanbul 1985, s. 1599; Türkseven, age, s. 26.

20 Şahin, agm, s. 110; Shaw, age, s. 43-45; Sümer Atasoy, “Türkiye’de Müzecilik”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, VI, İletişim Yayınları, İstanbul 1983, s. 1458.

21 Mustafa Cezar, Sanatta Batı’ya Açılış ve Osman Hamdi, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 1971, s.

166.

22 Bayram Nazır, “Osmanlı Devleti’nde Müzeciliğin Doğuşu ve Dersaadet Numunehane-i Osmani” History Studies, Volume 2/1, 2010, s. 99-100.

23 Atasoy, agm, s. 1458; Eyice, agm, s. 1598.

24 Hüseyin Karaduman, “Belgelerle İlk Türk Asar-ı Atika Nizamnamesi”, Belgeler, Türk Tarih Belgeleri Dergisi, XXV/29, 2004, s. 73-77.

25 Muşmal, age, s. 28, 48.

(5)

Naim ÜRKMEZ

JHS 353 H i s t o r y S t u d i e s Volume 6 Issue 3

April 2014

yeterli olmayan bu nizamname 1874 yılında daha esaslı bir nizamname hazırlanmasına yol açmıştı. Bu gelişmelerin yanında Maarif Nazırı Safvet Paşa daha önce yapıldığı gibi 1869 yılında valilere bir genelge yollayarak eski eserlerin tanımının yapılarak toplanması ve sandıklanarak İstanbul’a gönderilmesini istemişti.26 Goold’un müze müdürlüğü iki buçuk sene sürdü. Ali Paşa’dan sonra Mahmut Nedim Paşa sadrazam olunca Goold görevinden alındı.

Nedim Paşa döneminde Müze-i Hümayun müdürlüğü lağv edilmiş ve Avusturya sefirinin önerisiyle Trentzio isimli bir ressam müze muhafızı olarak görevlendirilmiştir.27

Ahmet Vefik Paşa’nın Maarif Nazırlığına getirildikten sonra28 1872 yılında Müze-i Hümayun müdürlüğü yeniden ihdas edildi ve Alman Philip Anton Dethier müze müdürlüğüne getirildi.29 Onun müdürlüğü sırasında birçok yerden eski eser toplanarak müzeye getirilmiştir.

Dethier, Goold zamanında 160 olan müzedeki eser sayısını 650’ye çıkarmıştır.30 Dolayısıyla zaman içerisinde eski eserlerin muhafaza edildiği yerin yetersiz ve koruma için uygunsuz olduğu düşünülmüş ve müzenin Çinili Köşk’e taşınmasına karar verilmiştir. Taşınma 1880 yılında tamamlanabilmiş ve neticede müze 3 Ağustos 1881’de törenle açılmıştır.31

Görüleceği üzere Osmanlı Devleti’nde resmi manada müze işiyle ilgilenenler de yabancı uyrukluydu. Eski eser alanında yetişmiş eleman sıkıntısının farkında olan Maarif Nezareti 1875 yılında, Osmanlı coğrafyasında kazı yapacak yabancıları denetleyebilecek, müze binasının içindeki eserleri tasnif edecek, kütüphanede bulunan kaynakları işlevsel hale getirecek ve kazılar yapacak elemanların yetişmesi için bir müze mektebi açmayı düşünmüştü.

Ancak bu girişimden bir netice elde edememişti.32

Sultan II. Abdülhamit döneminde ise Sanayi-i Nefise Mektebi’nin açılmasıyla eski eserlerin önemini ortaya koyacak ve onları koruyacak bir kuşak yetişmeye başlamıştı. 1881 yılında Müze-i Hümayûn Müdürü Dethier’in ölmesi üzerine yerine Alman Dr. Milhoffer getirilmek istenmiş bundan vazgeçilerek Sadrazam Edhem Paşa’nın oğlu Osman Hamdi Bey 11 Eylül 1881’de müze müdürü yapılmıştır.33 Bu tayin Türk müzeciliğinde bir dönüm noktası olmuştur. Osman Hamdi Bey’in gayretleri sayesinde, bulunan eski eserlerin büyük bir kısmı İstanbul’a getirtilerek Müze-i Hümayûn’da sergilenmeye başlamış, böylece bu mekân dünyanın sayılı müzeleri arasına girmişti. Osman Hamdi Bey ayrıca 1874 tarihli Asar-ı Atika Nizamnamesini yetersiz olarak görmüş ve 1884 (1299) yılında yeni bir nizamname hazırlayarak eski eserlerin daha dikkatli şekilde korunması temin etmeye çalışmıştı.34 Ancak bu nizamname de günümüz koşulları düşünüldüğünde oldukça yetersizdi. Örneğin bir eser bulunduğunda bu eserin veya bedelinin üçte biri arazi sahibine üçte biri bulana ve üçte biri de devlete kalacaktı. Bunun yanında arkeolojik buluntular ve eski eserlerle ilgilenecek müstakil bir merci olmayıp hem 1874 (1290) tarihli Asar-ı Atika Nizamnamesinin 4. maddesi hem de

26 Yücel, age, s. 9; Muşmal, age, s. 78; Atasoy, agm, 1458; Nezih Başgelen, “Müze-i Hümayun’dan Günümüze İstanbul Arkeoloji Müzeleri”, Arkeoloji, XIV, Mart-Nisan 2006, s. 114.

27 Cezar, age, 167-168.

28 Bir çok yerde yapılan hata tekrarlanmış ve Ahmet Vefik Paşa’nın sadarete getirilmesinden sonra Dethier müze müdürü olmuştur ibaresi kullanılmıştır. Oysa bahsedilen tarihte sadarette bulunan kişi Mahmut Nedim Paşa’dır.

Ahmet Vefik Paşa bu kabinede Maarif Nazırı olarak görev yapmıştır. Ahmet Vefik Paşa’nın sadarete gelmesi 1878 yılında iki buçuk ay, 30 Kasım 1882’den itibaren 48 saat süreyle mümkün olmuştur. Ayrıntılı bilgi için bkn; Ömer Faruk Akün, “Ahmed Vefik Paşa”, DİA, II, Ankara 1989, s. 143-157. Muhtemelen bu hatanın yapıldığı ilk örnek;

Cezar, age, s.168. Şahin, agm, s. 115.

29 Eyice, agm, s. 1601; Cezar, age, s. 168.

30 Cezar, age, s. 177.

31 Erdem Yücel, “Müze”, DİA, XVI, Ankara 2006, s. 242.

32 İbrahim Serbestoğlu, Turan Açık, “Osmanlı Devleti’nde Modern Bir Okul Projesi: Müze-i Hümâyûn Mektebi”, Gazi Akademik Bakış, VI/12, Yaz 2013, s. 163, 167; Yücel, age, 41-43; Cezar, age, s. 181-182.

33 Cezar, age, s. 165; Çal, age, s. 47; Yücel, age, s. 10.

34 Mumcu, agm, s. 72-73.

(6)

İskenderun’da Bulunan ve Ele Geçirilen Eski Eserler

JHS 354

H i s t o r y S t u d i e s Volume 6 Issue 3

April 2014

1884 nizamnamesine göre buluntular ve eski eserlerle ilgili her türlü yazışma vilayet maarif müdürlükleriyle yapılacaktı.35 Nitekim incelememizde de bütün yazışmalar Halep ve İskenderun Maarif Müdürlükleriyle yapılmıştır.

Osman Hamdi Bey dönemine kadar eski eserler daha ziyade vilayetlerden toplanıyordu.

Vilayetlerden toplanan bu eserler ya yabancıların kazıları neticesinde elde ediliyor ya da tesadüfen ortaya çıkıyordu. Oysa Osman Hamdi Bey’in Müze-i Hümayun müdürlüğünden sonra daha çok kazılar yapılmak suretiyle eski eserler elde edilmeye başlamıştır. Bu nedenle zaman içerisinde toplanan eserler Çinili Köşk’ün ve bahçesinin dolmasına neden olmuştu.

Osman Hamdi Bey’in Sayda kazısında ortaya çıkardığı kral mezarlarını İstanbul’a getirmesi yeni bir mekanı gerekli kılmış ve neticede Çinili Köşk’ün karşısına 1891 yılında bir müze inşa edilmiştir. Bu müze Cumhuriyet’e intikal ederek İstanbul Arkeoloji Müzesi ismini almıştır.36 Bunun yanı sıra aynı yeni müze inşa edilmeden bir süre önce tematik müze anlayışı da ortaya çıkmıştı. Bunlardan en önemlisi 30 Kasım 1890’da açılışı padişah iradesiyle onaylanan Osmanlı Ticaret Müzesi (Dersaadet Numune-i Osmani) idi.37

Osman Hamdi Bey, İstanbul’da açılan müzenin yanında vilayet müzeleri kurarak hareketi tabana yaymayı amaçlamıştır. Müze-i Hümayun’a şube olarak 1902 yılında Bursa’da daha sonra çeşitli Anadolu vilayetlerinde müze depoları meydana getirmiştir. 1904’te ise Konya müzesi açılmıştır.38 Ancak incelediğimiz bölge olan Antakya civarında Osmanlı Devleti döneminde bir müze inşası mümkün olmamıştır. 1933 yılında Fransız idaresi altında iken İskenderun sancağı Antikiteler Müfettişi M. Prost’un yazısı üzerine sancak dahilinde bulunan bütün tarihi eserlerin Antakya’da toplanmasına ve bir müze kurulmasına karar verilmiştir. Bu karar üzerine müze binasının yeri tespit edilmiş ve 1934 yılında temeli atılmıştır. 1939 yılında Hatay, Türkiye Cumhuriyeti’ne bağlanınca müze binası tamamlanmış ve kazılardan elde edilen eserler depo edilmiş bir durumdadır. Müze Türkiye Cumhuriyeti döneminde ancak 23 Temmuz 1948 yılında ziyarete açılmıştır.39

Osman Hamdi Bey’in 1910 yılında vefatından sonra yerine kardeşi Halil Ethem (Eldem) getirilmiş ve bu görevde yirmi iki yıl kalmıştır.40

2-İskenderun Tarihçesi

İskenderun günümüzde Hatay İline bağlı bir ilçe konumunda olup Büyük İskender’e izafe edilerek, M.Ö. 333 senesinde, kendisi veya az sonra Antigone tarafından Alexandreia ismi ile kuruldu. Bundan önce bölgede Myriandus isimli Fenikelilerden kalma bir iskân yeri mevcuttu.

Zaman içerisinde İskenderun’u Büyük İskender’in kurduğu diğer şehirlerden ayırmak için buraya Alexandria Minor (Küçük İskenderiye) ismi verilmiş ve bu isim de İskenderun şekline dönüşerek günümüze kadar gelmiştir.41 İskenderun, Helenistik dönemden sonra Romalıların idaresine geçmiş, bu dönemde İranlıların saldırısına uğramıştır. VII. yüzyılın ortalarında Müslüman Arapların hâkimiyetine giren bu yer, 968 yılında Doğu Roma’nın egemenliğine geçmiştir. Ardından Büyük Selçuklu Komutanı Kutalmışoğlu Süleymanşah, burayı 1084 yılında bölgeyi Romalılardan almıştır. Daha sonra Eyyubilerin eline geçen İskenderun, I. Haçlı Seferi sırasında 1097 yılında Haçlıların kontrolüne girmiş ise de 1268 senesinde Memlukler

35 Düstur, 1. Tertib, III, Matbaa-i Amire, 1293, s. 426; Mumcu, agm, s. 73.

36 Muşmal, age, s. 53-54; Atasoy, agm, s. 1462.

37 Nazır, agm, s. 110.

38 Çal, age, 48; Yücel, age, s. 12.

39 Süheylâ Keskin, Hatay Müzesi Rehberi, Milli Eğitim Bakanlığı Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü Yayınları, Ankara 1964, s. 3-4.

40 Yücel, agm, s. 242.

41 Besim Darkot, “İskenderun”, İslam Ansiklopedisi, V/2, İstanbul 1968, s. 1090.

(7)

Naim ÜRKMEZ

JHS 355 H i s t o r y S t u d i e s Volume 6 Issue 3

April 2014

tarafından Haçlılardan alınmıştır.42 Yavuz Sultan Selim döneminde Memluklere son verilmesiyle Osmanlı Devleti’nin hâkimiyetine geçen İskenderun, I. Dünya Savaşı’na kadar Osmanlı Devleti idaresinde kalmıştır.43 İncelediğimiz dönemde Halep vilayetinin üç sancağından biri olan İskenderun, Halep sancağına bağlı birinci sınıf bir kazadır. Kazaya bağlı 2 nahiye ile 27 köy bulunmaktadır. I. Dünya Savaşı sonrasında ise Fransız işgali altında kalan bu yer 1939 yılında Türkiye Cumhuriyeti topraklarına katılmıştır.44

3-İskenderun ve Çevresinde Bulunan Eski Eserler

a-İskenderun Pınarbaşı Mevkiinde Çıkarılan Eski Eserler

İskenderun bataklık bir bölge olduğundan Osmanlı Devleti, XIX. yüzyılın sonu ile XX.

yüzyılın başlarında buradaki bataklıkları kurutmaya yönelik teşebbüslerde bulunmuştur. Bunun için bataklık mahalden sahile kadar cereyan eden suyu denize akıtacak kanallar açma gibi tedbirlerin yanında, bataklık arazileri su seviyesinden yükseltmek için toprak doldurma çalışmaları da yapılmıştır. Bu nedenle zaman zaman yakın bölgelerden toprak nakli gerçekleştirilip doldurma işine başlanmıştır. Toprak alınan en önemli noktalardan biri İskenderun’a yirmi dakika uzaklıktaki Pınarbaşı idi.45 2 Mart 1898 (18 Şubat 1313) tarihinde buradan toprak alınırken tahminen 80 metre yüksekliğindeki bir tepenin doğu tarafındaki bir noktasında mezar odası ortaya çıkmıştır. Mezar odasının kapısından girildikten sonra dört basamak merdiven ile asıl bölüme girilmekteydi. Tesadüfen ortaya çıkan bu mezar odasında yapılan incelemeler neticesinde bir takım eski eserler ortaya çıkmıştı. Durum 3 Mart 1898 (19 Şubat 1313) tarihinde İskenderun İskele Komisyon Heyeti Üyesi Kolağası İlhami Bey tarafından Mabeyn-i Hümayûn Başkitâbeti’ne, yani saraya telgrafla bildirilmiştir.46 Ancak mezar odasında nelerin bulunduğuna dair malumat verilmemişti. Halep Valisi Raif Paşa da 5 Mart 1898 (21 Şubat 1313) tarihinde Maarif Nezaretine çektiği telgrafta, mezar odasındaki eserlerin 2.500 yıllık olduğunu tahmin ettiklerini ve eski eserler çıkarıldıkça peyderpey bu konuda bilgi vereceklerini rapor etmişti. Vali yazısında, bölgedeki çalışmaların Asar-ı Atika Nizamnamesine uygun olarak yapılacağını, buna göre çıkacak eşyadan bir habbe bile zayi edilmeksizin koruma altına alınacağını belirtmişti. Vali, şayet çıkarılacak eserler taşınamayacak kadar büyükse nizamnameye göre eserin kırılıp bozulmaması için yerinden oynatılmayıp yalnız etrafı temizlenerek bir fotoğrafının çektirilmesi veya resminin çizdirilerek Maarif Nezaretine gönderilmesi gerektiğinin bilincindeydi. Küçük parçaların ise bir defteri tutularak sağlam bir şekilde Maarif Nezareti aracılığıyla Müze-i Hümayûn’a gönderilmesi sağlanacaktı.47

Bu yazışmalardan sonra çıkarılan eski eserler Kolağası Ahmet İlhami tarafından 7 Mart 1898 (23 Şubat 1313) tarihinde Mabeyn-i Hümayûn’a gönderilen yazıda teferruatıyla rapor edilmiştir. Raporda, bulunan mağaranın 4 basamak merdiven ile inilir 4 metre yükseklik, 210 cm genişlik ve 510 cm uzunluğunda, üzeri tuğladan kemer ile kapatılmış bir mahal olduğu kaydedilmiştir. Zemini tuğla ile döşeli olan mezar odasında kapının karşısında birbiri üstünde iki adet mezar ile kapının sağ tarafında geniş bir hücre biçiminde yer bulunmuştu. Mağaranın

42 Selahattin Tozlu, “Antakya ve Çevresi Türkmenleri Hakkında Bazı Notlar (Büyük Selçuklulardan Osmanlılara Kadar)”, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sosyal Bilimler Dergisi, VI/39, Aralık 2007, s. 146-151.

43 Metin Tuncel, “İskenderun”, DİA, XXII, İstanbul 2000, s. 580-582.

44 Naim Ürkmez, Tanzimat’tan I. Dünya Savaşı’na İskenderun, (Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayımlanmamış Doktora Tezi), Erzurum 2012, s. 34-35.

45 O tarihlerde her ne kadar İskenderun’a 20 dakika uzaklıkta dense de şu anda şehrin merkezi mahallelerinden biri haline gelmiştir. Ürkmez, age, s. 87-88.

46 BOA (Başbakanlık Osmanlı Arşivi), Y. PRK. MF (Yıldız Perakende Evrakı Maarif Nezareti Maruzatı), 4-6, (13 Şevval 1315).

47 BOA, MF. MKT (Maarif Nezareti Mektubi Kalemi), 390-32, (6 Zilkade 1315).

(8)

İskenderun’da Bulunan ve Ele Geçirilen Eski Eserler

JHS 356

H i s t o r y S t u d i e s Volume 6 Issue 3

April 2014

zeminindeki tuğlalardan bir sırası tahrip olduğu için zeminde berrak ve tatlı bir su48 ortaya çıkmıştı.49 Kolağası İlhami Bey, bulunan eski eserlerin Fenikeliler zamanından kaldığını tahmin etmekteydi.

Tutulan rapora göre mezar odası içinde bulunan eski eserler şunlardı:

1. Mağaranın kemerinde ve zemininde kullanılan tuğla nevi topraktan imal edilmiş kırmızıya yakın bir renkte 210 cm uzunluğunda ve 65 cm dış genişliği ile 35 cm derinliğinde 2,5 cm. kalınlığa sahip yekpare bir mezar çıkarılmıştır. Dışarı çıkarıldığı esnada bir kenarı hafifçe zarar görmüştür. Daha bu türden birkaç mezar varsa da tamamı parça parça kiremit yığını şekline dönüşmüştür.

2. Topraktan mamul 1 metre yüksekliğinde büyük ve muntazam 2 adet su küpü ile 1 adet küp kapağı, 1 adet iki kulplu büyük testi, 1 adet tek kulplu küçük testi, 1 adet kulpsuz, ince, uzun, küçük testi sağlam olarak çıkarılmıştır. Bu çıkarılan testilerin hiçbiri günümüz testilerine benzemediği belirtilmiştir.

3. 6-7 cm uzunluğunda, camdan imal edilmiş, 1 adedi mavi renkli 4 adet küçük mum şamdanı, 2 adet yağ konulmasına mahsus büyük şişe, 1 adet ince ve uzun küçük şişe çıkarılmıştır.

4. Topraktan imal edilmiş 7,5 cm çapında, 3 cm yüksekliğinde üzeri daire şekilli fitil ve yağ konulmasına mahsus iki deliğe sahip 40 adet kandil ortaya çıkarılmıştır. Bunlardan 12 adedinin üzerlerinde kuş, çiçek ve insan tasvirleri nakşedilmiş olup birisinde Yunan harfleriyle

“CLIMWNOΣ”, diğerinde “ΔΟΜΗΝΟΥ” yazıları mevcuttur. Bunların tamamı sağlam olup yalnız 4-5 adedi yaralanmıştır.

5. Mermerden imal edilmiş 19 cm genişliğinde, 32 cm uzunluğunda ve 5 cm yüksekliğinde üzerinde bir kadın tasviri işlenmiş ve tasvirin altında Yunan harfleriyle

“ΦΟΥCEIVİA AΛΥΠΕ ΧΑΙΡΕ”50 yazısı mevcut olan bir levha çıkarılmıştır. Aynı şekilde yapılması düşünülmüş üç parça kırık taş levha daha çıkarılmışsa da kayda değer görülmemiştir.

6. Pirinçten imal edilmiş 7 adet başları büyük tablalı çivi ile 5 adet kemikten iki arşağı51, iplik sarmaya mahsus 1 adet kemik yumak, 1 adet pirinç halka, 1 adet gümüş bilezik, 1 adet gümüş yüzük halkası, 1 adet üzerinde bir insan sureti işlenmiş yüzük taşı, 1 tek altın küpe, birtakım demir parçaları çıkarılmıştır.

Kolağası İlhami Bey, bu bilgilerle birlikte mağara civarında müşahede edilen duvar harabelerinden bahsi geçen mevkide bir takım eski eserin daha mevcut olduğunu tahmin etmekteydi. Bu nedenle mahalden eski eserler çıkarılırsa bunun da tafsilatının verileceğini bildirmişti.52

8 Mart 1898 (24 Şubat 1313) tarihinde Halep Maarif Müdürü Hüseyin Zeki Bey tarafından Maarif Nezaretine gönderilen telgrafta, bulunan mezar odasının ve çevresinin tamamen mahalli hükümetin kontrolü altına alındığı bildirilmiştir. Eserleri bulanlar hakkında

48 Bu su aynı tarihlerde demir künkler vasıtasıyla İskenderun kazasına içme suyu olarak verilmiştir. Salname-i Vilayet-i Haleb (HS), 1313, s. 199.

49 BOA, Y. PRK. MF, 4-6, (13 Şevval 1315).

50Ey acısız (acı çekmemiş olan) Phousteinia, Elveda! Çeviri için Ege Üniversitesi Öğretim Üyesi Cumhur Tanrıver’e teşekkür ederim.

51Arşak/Arşağı: İplik eğirmede kullanılan iğin altında bulunan yarım küre şeklindeki topçuk, ağırşak. Makara.

Derleme Sözlüğü I, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 1993, s. 332.

52 BOA, Y. PRK. MF, 4-6, (13 Şevval 1315).

(9)

Naim ÜRKMEZ

JHS 357 H i s t o r y S t u d i e s Volume 6 Issue 3

April 2014

ne gibi muamele yapılacağı da ayrıca sorulmuştur.53 Fakat Halep Vilayeti İdare Meclisi bu tedbiri yeterli görmemiş ve çıkarılan eski eserleri kıymetli ad etmiş olacak ki Halep Maarif Müdürü Hüseyin Zeki Bey’i bölgeye gönderme kararı almıştır.54

Maarif Nezareti de bulunan eski eserlerin önemli olduğunu düşündüğü için çıkarılan eserlerin derhal Müze-i Hümayûn’da sergilenmek üzere İstanbul’a gönderilmesini istemiştir.55 Fakat nakliye ve diğer masrafların mahalli maarif hâsılatından56 karşılanması istenmiştir.

Eserleri bulanlar hakkında ne gibi muamele yapılacağına ise çıkarılan eserlerin müzece görülüp mahiyetleri anlaşıldıktan sonra karar verilecektir.57 Aslında burada kastedilen bulan kişilerin ödüllendirilmesiydi. Çünkü tesadüfen veya izne tâbi bir şekilde eski eser bulan kişi, bulduğu eserin ya kendisinden ya da para olarak karşılığından üçte birini hak eder, diğer iki kısım ise arazi sahibi ve devlete kalırdı.58

Halep Maarif Müdürü Hüseyin Zeki Bey İskenderun’dan Maarif Nezaretine gönderdiği telgrafta kendisinin İskenderun’a ulaştığını, kazı çalışmalarının onun nezaretinde gerçekleşmeye devam ettiğini ve buradan çıkacak neticenin arz edileceği bilgisini vermiştir.59

Burada çıkarılan eski eserlerin isimlerini ve türlerini içeren bir liste de 24 Mart 1898 (12 Mart 1314) tarihinde Sultan II. Abdülhamit’e sunulmuştur.60

Bu gelişmeler sonrasında Maarif Nezareti, Halep Vilayeti Maarif Müdüriyetine gönderdiği yazıda, İskenderun’dan gönderilen eski eserlerin Müze-i Hümayûn’a götürülerek teşhir edilmeye başlandığı bilgisini vermiştir. Maarif Nezareti, ayrıca eski eserlerin çıkarıldığı mezar odasının etrafının kazı çalışmalarıyla genişletilmesinin müze bütçesi müsait olmadığı için şimdilik ertelendiğini ve daha sonra bu işin icabına bakılacağını belirterek bahsi geçen bölgede başkaları tarafından kazı yapılmasına kesinlikle izin verilmemesi talimatını vermiştir.61

Bundan başka Pınarbaşı’na yaklaşık 1 km. mesafede günümüzde Esentepe Mahallesi olarak adlandırılan yerdeki tepelik mahalde 1973 yılında kazı yapılmıştır. Yapılan kazıda antik kentin kalıntılarına rastlanmış ve Büyük İskender’in büstü addedilen bir büst bulunmuştur.62 Esentepe mevkii için İskenderunlu yazar Refik Kireççi, Büyük İskender’in Issos Savaşı’nda ölen değerli komutanlar için bir nekropol (anıt mezarlık) yaptırdığından bahsetmektedir.63

53 BOA, MF. MKT, 390-32, (6 Zilkade 1315).

54 BOA, MF. MKT, 391-9, (9 Zilkade 1315).

55 BOA, MF. MKT, 390-32, (6 Zilkade 1315).

56 1869 Maarif Nizamnamesinden sonra maarif gelirleri üçe ayrılıyordu. Bunlar devlet bütçesinden ayrılan para, halkın vereceği yardımlar, vakıf gelirlerinden alınacak para idi. Ancak bu gelirin çeşitli nedenlerden dolayı yetersiz kalmasıyla Mahalli Maarif Sandıklarına oluşturulmuştur. Bu sandıklar taşradaki terk edilmiş veya başka bir şekilde maarife bırakılmış vakıfların gelirini topluyorlardı. Toplanan bu gelirlerin bir kısmı İstanbul hissesi olarak gönderiliyor kalan kısmıyla bölgedeki eğitim-öğretim faaliyetleri için harcama yapılıyordu. Teyfur Erdoğdu,

“Maarif-i Umumiyye Nezareti Teşkilatı II”, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, LII/1, s. 273- 274; Asar-ı Atika Nizamnamesinin hazırlanmasından sonra eski eserler Maarif Nezaretinin yetkisi içerisinde bırakılınca toplanan maarif gelirinin bir kısmı zaman zaman eski eserlerin nakli, korunması vb. için harcanıyordu.

57 BOA, MF. MKT, 390-32, (6 Zilkade 1315).

58 Asar-ı Atika Nizamnamesinin üçüncü maddesi gereğince Düstur, III, s. 426; 1884 (1299) Nizamnamesinde ise bulunan eserin yarısı arazi sahibine yarısı devlete kalırdı. Mumcu, agm, s. 73.

59 14 Mart 1898 (2 Mart 1314) tarihli telgraf: BOA, MF. MKT, 391-9, (9 Zilkade 1315).

60 BOA, Y. MTV (Yıldız Mütenevvi Maruzat Evrakı), 175-12, (2 Zilkade 1315).

61 1 Kasım 1898 (16 C 1316) tarihli yazı BOA, MF. MKT, 421-19, (16 Cemaziyülahır 1316).

62 Mehmet Mursaloğlu, Ahmet İlikçi, Ahmet Rıza Özkanaktı, Cumhuriyetin 80. Yılında İskenderun, İstanbul 2003, s. 53.

63 Refik Kireççi, İskenderun, 1996, s. 15.

(10)

İskenderun’da Bulunan ve Ele Geçirilen Eski Eserler

JHS 358

H i s t o r y S t u d i e s Volume 6 Issue 3

April 2014

b-Arsuz Nahiyesinde Çıkarılan Eski Eser

1891 senesinin Mart ayında Arsuz İskelesi önünden geçen büyük nehir üzerine Arsuzlu Hoca İskender Seman (ناعمس) Hıyan (عنايح) tarafından köprü inşa edilmek istenmiştir. Bu sırada hafriyatın yapıldığı sahada tek parça mermer üzerinde, yedi şahsın nakşedildiği antika bir taş ortaya çıkmıştır. 100 kıyye64 ağırlığında olan bu taşın uzunluğu 1.22 metre, genişliği 48 cm, kalınlığı ise 4 cm’dir. İnşaat sırasında çıkan taştan haberdar olan Halep Valisi Arif Paşa durumu Maarif Nezaretine bildirmiştir.65

Maarif Nezareti, Halep vilayetinden gelen bu haberi Müze-i Hümayûn Müdürlüğüne bildirmiştir.66 Müze-i Hümayûn Müdürü Osman Hamdi Bey kendine ulaşan bilgiye binaen 20 Nisan 1891 (11 N 1308/8 Nisan 1307) tarihinde Maarif Nezaretine gönderdiği yazısında, belirtilen taşın müzede sergilenmeye değer bir eser olduğunu belirtmiştir. Bu kanaate varmasında daha önce orada memuren bulunmuş olan Bedri Bey’in verdiği malumat etkili olmuştur. Osman Hamdi Bey, Arsuz’dan İskenderun İskelesi’ne sekiz on saatte ulaşılabileceği dolayısıyla çıkarılan taşın deve ile naklinin mümkün olduğunu belirttikten sonra eserin bir an önce İstanbul’a gönderilmesini istemiştir. Bu talep Maarif Nezareti tarafından Halep vilayetine iletilmiştir.67 Halep vilayeti, antika taşın nakliye masrafının, içinde bulunan senenin mahalli maarif bütçesinden karşılanarak gönderilmesi hususunda İskenderun kaymakamlığına tebligat yaptığını Maarif Nezaretine bildirmiştir.68

Halep vilayetinin tebligatı üzerine 20 Kasım 1891 (17 R 1309/7 T. Sani 1307) tarihinde, İskenderun Kaymakamı Hüsnü Bey çıkarılan antika taşın İdare-i Mahsusa’nın Selanik isimli vapuruyla, navlun masraflarının ödenerek gönderildiği bilgisini Maarif Nezaretine bildirmiştir.69 Maarif Nezareti durumu müze yetkililerine iletmiş bunun üzerine Müze-i Hümayûn Müdürü Osman Hamdi Bey 1 Ocak 1892 (30 Ca 1319/19 K. Evvel 1317) tarihinde İskenderun Kaymakamlığı tarafından gönderilen taşın alınarak müze envanter defterine kaydedilip sergilenmeye başladığı bilgisini Maarif Nezaretine iletmiştir.70

c-Arsuz Nahiyesine Bağlı Ağcalı Köyünde Bulunan Eski Eser

İskenderun kazasının Arsuz nahiyesinde ikamet eden Nusayri şeyhlerinden Şeyh Sabuh (حوبس) nahiyeye bağlı Ağcalı köyünde Küpeliyan Serkis Ağa Ambarı civarında bir tarlada arkeolojik kalıntıların olduğunu tespit ederek bu buluntuları çıkarmak için kazı yapmaya başlamıştır. Hatta bunun için birçok işçi dahi çalıştırmıştır. Şeyh Sabuh kazı çalışmalarını genellikle geceleri gizli bir şekilde yapmış ve bunun neticesinde de dik vaziyette duran büyük bir sütun, birbirine geçirilmiş bir antika ve tarihi para ile altın çıkarmıştır. Ayrıca eski eser niteliğinde büyük bir taşı da tarlada bırakmak zorunda kalmıştır. Fakat Şeyh Sabuh Efendi’nin kazı yaptığı tarla, kendine ait değildir. Tarlanın sahibi olan Şura-yı Devlet Tanzimat Dairesi halifelerinden Mehmet Nurettin, arazisinde kazı yapıldığını öğrenince hem çıkarılan eski eserlerin gelirinden pay almak hem de Şeyhin, tarlasına verdiği zararı tazmin etmek için

64 Yaklaşık 120-130 kg. Kıyye: Okka adlı eski ağırlık ölçüsünün diğer ismi olup 400 dirhemden ibaretti. Bir dirhem ise 3.2075 grama karşılıktı. Yedi miskal vezninde ve kırk dirhem olan vezne de kıyye denir. Mehmet Ali Ünal, Osmanlı Tarih Sözlüğü, Paradigma Yayıncılık, İstanbul 2011, s. 199, 404.

65 BOA, MF. MKT, 127-100, (30 Şaban 1308).

66 10 Nisan 1891 (30 Ş 1308) tarihli yazı; BOA, MF. MKT, 128-35, (20 Ramazan 1308).

67 BOA, MF. MKT, 128-35, (20 Ramazan 1308).

68 6 Temmuz 1891 (29 Za 1308) tarihli yazı; BOA, MF. MKT, 129-127, (22 Zilhicce 1308).

69 BOA, MF. MKT, 133-67, (5 Cemaziyülevvel 1309).

70 BOA, MF. MKT, 134-59, (30 Cemaziyülevvel 1309.

(11)

Naim ÜRKMEZ

JHS 359 H i s t o r y S t u d i e s Volume 6 Issue 3

April 2014

meseleyi Maarif Nezaretine bir dilekçe ile bildirerek şikâyetçi olmuştur.71 Çünkü 1874 tarihli Asar-ı Atika Nizamnamesine göre resmi ruhsat olmadıkça ve arazi sahibi rıza göstermediği müddetçe eski eser ve define aramak yasaktı. Eğer bu yasağa aykırı hareket eden olursa yine nizamnameye göre bulunan eser zapt olunur ve bulan kişi para cezasına çarptırılır veya 3 günden 1 haftaya kadar hapis cezası ile cezalandırılabilirdi. Ayrıca arazisinde izinsiz şekilde kazı yapılan mal sahibinin de zararı bu işi yapan tarafından tazmin edilirdi.72 1884 tarihli nizamname düzenlemesinde ise herhangi bir kimsenin arazisinde hafriyat esnasında eski eser çıkarsa çıkan bu eserin yarısı arazi sahibine ait olacağı karara bağlanmıştır.73

Maarif Nezaretinin şikâyet dilekçesiyle durumdan haberdar olması üzerine 6 Kasım 1902 (24 T. Evvel 1318) tarihli telgraf ile Halep vilayetine, bölgede çıkarılan eserlere el konularak İstanbul’a gönderilmesi talimatını vermiştir.74

d-İskenderun Gümrüğünde Ele Geçirilen Eski Eserler

Halep vilayetindeki kontroller sırasında Ali Hamud isimli şahıstan 44 adet antika altın para ele geçirilmiştir. Bu tarihi paraların 28 adedi Haçlılardan, 16 adedi ise İstanbul’da darp edilmiş II. Mustafa ve Sultan II. Ahmet devirlerinden kalma idi. Anlaşılacağı üzere Osmanlı Devleti II. Mustafa ve II. Ahmet döneminde kalma paraları da antika kategorisine sokmaktaydı. Ali Hamud, yapılan sorgulamada altın paraları İskenderun’da ameleliği sırasında bulduğunu beyan etmiştir. Halep Maarif Müdürü Celalettin Bey, 15 Ekim 1900 (2 T. Evvel 1316) tarihinde ele geçirilen paralarla ilgili olarak Maarif Nezaretine bilgi vermiştir. El konularak Maarif Sandığında muhafaza altına alınan paralar 24 ayar altından parlak olup güzel muhafaza edilmiştir. Celalettin Bey, Maarif Nezaretinden paraların ne yapılacağı hususunda da bilgi istemiştir. Maarif Nezareti de konuyu Müze-i Hümayûn Müdürü Osman Hamdi Bey’e sormuştur. Osman Hamdi Bey ise paraların derhal Müze-i Hümayûn’a gönderilmesini talep etmiştir.75

Talep üzerine Halep Maarif Müdürü Celalettin Mahmut Bey, farklı zamanlarda İskenderun gümrüğünde kaçakçılardan yakalanan çeşitli eski para ve eserlerle birlikte Ali Hamud’dan ele geçirilen paraları Müze-i Hümayûn’da sergilenmesi maksadıyla postaya teslim etmiştir. Posta biletini 23 Temmuz 1902 (16 R 1320/8 Temmuz 1318) tarihli yazıyla birlikte Maarif Nezaretine göndermiştir. Çünkü Asar-ı Atika Nizamnamesinin 34. maddesine göre, her hangi bir eski eser gümrükten kaçırılırken yakalanırsa tamamen müsadere olunmalıydı.76

Bunların dışında İskenderun ve Antakya’da Avrupa’ya eski eser kaçakçılığı yapanlardan, Halep Maarif Müdüriyetince çeşitli zamanlarda eski eserler ele geçirilmiştir. İskenderun Gümrüğü’nde çeşitli zamanlarda ele geçirilen eski eserler şunlardır: 7 adet büyüklü küçüklü yüzük taşı, 1 adet akik tespih başı, 3 adet Yunanî-i kadim gümüş büyük sikke, 1 adet Yunanî gümüş küçük sikke, 3 adet gümüş büyük sikke, 2 adet taklit sikke,1 adet üzeri yaldızlı sikke, 4 adet İslam parası, 61 adet çeşitli bakır para.77

71 BOA, MF. MKT, 672-48, (4 Şaban 1320); Şura-yı Devlet Tanzimat Dairesi Hulefası Mehmet Nurettin’in 1 Kasım 1902 (19 T. Evvel 1318) tarihli dilekçesinin yayınlanmış tam metni için; Ali Sinan Bilgili- Selahattin Tozlu- Uğur Akbulut- Naim Ürkmez, Osmanlı Arşiv Belgelerinde Nusayrîler ve Nusayrîlik, Gazi Üniversitesi Yayınları, Ankara 2010, s. 366-367.

72 Düstur, III, s. 426-427.

73 Mumcu, agm, s. 73.

74 BOA, MF. MKT, 672-36, (4 Şaban 1320); Belgenin yayınlanmış tam metni için Bilgili- Tozlu- Akbulut- Ürkmez, age, s. 369.

75 BOA, MF. MKT, 532-11, (3 Receb 1318).

76 Düstur, III, s. 430.

77 BOA, MF. MKT, 664-9, (25 Cemaziyülahır 1320).

(12)

İskenderun’da Bulunan ve Ele Geçirilen Eski Eserler

JHS 360

H i s t o r y S t u d i e s Volume 6 Issue 3

April 2014

Belirtilen bu eski eserler Maarif Nezareti tarafından 14 Ağustos 1902 (1 Ağustos 1318) tarihinde postaneden alınarak özel bir memur aracılığıyla Müze-i Hümayûn’a nakledilmiştir.

Maarif Nezareti eski eserlerin hangi döneme ait ve paraların ise kıymetinin ne olduğu hususunda Müze-i Hümayûn’dan bilgi istemiştir. Müze-i Hümayûn Müdüriyeti eserleri aldıktan sonra incelemelerini yaparak neticeyi Maarif Nezaretine bildirmiştir.78 Buna göre ele geçirilen paralar Romalılar ve Bizans dönemine ait olup tamamının kıymeti 100 kuruştu.

Durum Maarif Nezareti tarafından Halep Vilayeti Maarif Müdüriyetine tebliğ edilmiştir.79 Bu sayede ele geçirilen tarihi eserler koruma altına alınarak müzede sergilenme olanağına kavuşmuştur.80

e-İskenderun’dan Maarif Nezaretine Gönderilen Tarihi Eserler

Antika memuru Rauf Bey adında bir kişi 8 Nisan 1881 (27 Mart 1297) tarihinde Maarif Nezaretine çektiği telgrafta Mister Resam (ماسر) isimli bir kişi ile Halep ve civarından topladığı antikalar ile Halep’ten İstanbul’a dönecek iken İskenderun’da parasız kaldığını bildirmiştir. Bu sebeple daha sonra maaşından kesilmesi karşılığında kendisine Halep Valiliği tarafından 15 lira verilmesini talep etmiştir. Fakat nezaret, antika memuru Rauf Bey’in maaş istihkakının olup olmadığını tespit edemediği için yalnızca eski eserlerin nakli için gereken paranın ödenmesi talimatı cevabını göndermiştir. Bu durum 16 Nisan 1882 (27 Ca 1299/3 Nisan 1298) tarihinde Rauf Bey’e tebliğ edilerek eserler elinden senet karşılığında alınmıştır.81 İskenderun’da alıkonulan bu eserler Maarif Nezaretine gönderilmiştir. Maarif Nezareti bu eserleri ileride saydıktan sonra Müze-i Hümayûn’da sergilenmek üzere teslim edeceğinden bahisle eserlerin şimdilik Maarif Veznesinde bulunan kasaya konulduğunu 16 Mayıs 1882 (27 C 1299/3 Mayıs 1298) tarihinde İskenderun Kaymakamlığına bildirmiştir.82

f-İskenderun Kabev Adlı Mahalde Açılan Mezar Odası

1906 yılının başlarında İskenderun’da Kabev isimli mahalde ne surette açıldığı belirtilmeyen bir mezar odası bulunmuştur. Mezar odasının içinde topraktan yapılmış ve kiremit türünden 15 kadar lahit mezarı tespit edilmiştir. Bu lahit mezarların üzerinde herhangi bir yazı ve özel bir sembol bulunmamaktadır. Bu mezar odasının içinde ve civarında daha birçok odalar bulunmasına rağmen eski eser olup olmadığının anlaşılması için konunun uzmanı tarafından incelenmesine ihtiyaç duyulmuş bu sebeple Halep Maarif Müdüriyetine müracaat edilmiştir. Ancak Halep Maarif Müdüriyeti bütçesi böyle bir uzmanı görevlendirmek ve harcırahını ödemek için müsait değildir. Bu sebeple Halep Vilayeti Maarif Müdürü 24 Mart 1906 (11 Mart 1322) tarihinde Maarif Nezaretinden bu hususta bir uzman talebinde bulunmuştur. Maarif Nezareti de konuyu Müze-i Hümayûn’a bildirmiştir. Fakat Müze-i Hümayûn Müdüriyeti bütçesinin müsait olmadığını belirterek bölgeye uzman gönderemeyeceği cevabını vermiştir. Müze Müdüriyeti mahalli yönetimden bölgenin güzel bir şekilde korunmasını, başkaları tarafından kazı yapılmasına müsaade edilmemesi istemişti.

İleride bütçenin müsait olduğu bir zamanda bölge ile ilgilenileceğini bildirmiştir. Maarif Nezareti konuyla ilgili bu gelişmeyi 9 Mayıs 1906 (15 Ra 1324/26 Nisan 1322) tarihinde Halep vilayetine bildirmiştir.83 Nekropol olduğunu düşündüğümüz bu yer o dönemde gereken ilgiyi görmemiş ve süreç sonuçsuz kalmıştır.

78 28 Ağustos 1902 (15 Ağustos 1318) tarihli cevabî yazı BOA, MF. MKT, 664-9, (25 Cemaziyülahır 1320).

79 BOA, MF. MKT, 664-9, (25 Cemaziyülahır 1320).

80 BOA, MF. MKT, 664-9, (25 Cemaziyülahır 1320).

81 BOA, MF. MKT, 75-102, (27 Cemaziyülevvel 1299).

82 BOA, MF. MKT, 75-156, (27 Cemaziyülahır 1299).

83 BOA, MF. MKT, 926-60, (15 Rebiyülevvel 1324).

(13)

Naim ÜRKMEZ

JHS 361 H i s t o r y S t u d i e s Volume 6 Issue 3

April 2014

g-Arsuz Nahiyesine Bağlı Konacık Köyünde Çıkarılan Eski Eserler

Arsuz’un 10 km. güneyinde bulunan Konacık köyünde antik bir liman kenti kalıntıları mevcuttur. Halk arasında “Sütunlu Liman” olarak adlandırılan bu bölgede bir takım eski eser kalıntılarının bulunduğuna dair 1998 yılında Arsuz Jandarma komutanının Hatay Arkeoloji Müzesi’ne verdiği bilgi ışığında bölgeye müze yetkilileri gitmiştir. Müze yetkilileri, Faruk Kılınç başkanlığında bir heyetle 21 Ağustos 1998 tarihinde bölgeye giderek araştırmaya başlamıştır. Yapılan incelemede bölgede Romalılar döneminden kalma M.S. 4 yüzyıla ait olduğu tahmin edilen bir nekropol (mezarlık) üzerine Bizans çağında bir şapelin inşa edildiği anlaşılmıştır. Bölgede yapılan kurtarma kazısında bir büyük, iki küçük olmak üzere üç lahit mezar ile başı, kolları ve bacakları kırılmış bir kadın heykeli bulunmuştur. Bu lahit mezarların yakınlarında duvar örgülü ve tonozlu mezarlar ortaya çıkarılmış fakat bu mezarların tahrip edilerek soyulduğu görülmüştür. Yine kazı sırasında; bir çocuk lahti kapağı, iki parça halinde sütun kaidesi ve çoğu tahrip olmuş Bizans zemin mozaiği çıkarılmıştır. Lahitlerin bir kısmının, Bizans döneminde nekropolün üzerine şapel yapılınca, içinde sıvı depolamak maksadıyla din görevlileri tarafından kullanıldığı düşünülmüştür.

Sonuç olarak kazı yapılan bölge Adana Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun 7.10.1994 tarih ve 1932 sayılı kararı ile 1. derece arkeolojik sit alanı olarak tescil edilmiştir.

Kazıda tespit edilen eserlerin imkan varsa üst yapısı yapıldığı takdirde bulunduğu mahalde bırakılması kazı ekibi tarafından tavsiye edilmiş, imkân olmadığı takdirde de taşınmasının gerektiği belirtilmiştir.84

Arsuz’da yukarıda sayılanların dışında 2007 yılının sonlarına doğru Deniz Kuvvetleri Garnizonu arazisi içerisinde yapılan inşaat sırasında Hititlerden kalma hiyeroglif yazıtlı ve kabartmalı stellere tesadüf edilmiştir. Komutanlık bulunan taşlar hususunda Hatay Müzesi’ne ihbarda bulunmuş ve taşlar müze yetkilileri tarafından alınarak Hatay Müzesi’nde muhafaza edilmiştir. Bu taşlar daha sonra Prof. Dr. Ali Dinçol ve ekibi tarafından etüt edilmiştir.85 Ortaya çıkan buluntular bölgenin tarihini ortaya koymak bakımından oldukça mühimdir.

İskenderun’un 1939 yılında Türkiye Cumhuriyeti sınırlarını katılmasından sonra burada yapılan kazılarda çıkarılan eserler Hatay Arkeoloji Müzesi’nde muhafaza altına alınarak sergilenmiştir. Bunlardan bazıları şöyledir:

(Envanter No: 9097) Tethys ve Balıklar Mozaiği; İskenderun’da bulunan bu mozaik M.S.

V. yüzyıla tarihlendirilmiştir. Bu mozaikte sağ elinde yılan, sol elinde dümen değneği tutan Tethys denizin sathına çıkmış tahtında oturmuş olarak betimlenmiştir. Ayakları suyun içindedir. Etrafında muhtelif cins balıklar, bir testi, üst iki köşede de yunus balığı üzerine avlanan eroslar görülmektedir.86

(Müze Envanter No: 9096) Arethusa Mozaiği: İskenderun’da bulunan bu mozaik M.S. V.

yüzyıla tarihlendirilmiştir. Aterhusa bir kaynaktır. Bu mozaikte bir kadın olarak tasvir edilmiştir. Başında nehir otlarından bir çelenk taşıyan Arethusa, vücudunun üst kısmını çıplak bırakan bir mantoya sarınmış sağ dirseğiyle çağlayanın başında bir kayaya yaslanmıştır. Sağ

84 Faruk Kılınç, “İskenderun-Konacık’ta Bulunan Lahitler”, Güneyde Kültür, X/118, Aralık 1998, s. 33-34; kazı bölgesinin ve gün yüzüne çıkarılan lahitlerin birkaç fotoğrafı için bk, Aslıyüce, Erdoğan, Akdeniz’in İncisi İskenderun, İskenderun Belediyesi Kültür Yayınları, İskenderun 2007, s. 495.

85 Ali Dinçol, İskenderun’da Bulunmuş Yeni Hitit Hiyeroglif Yazıtlı ve Kabartmalı İki Stel, İstanbul 2010, s. 5-6.

86 Keskin, age, s. 31.

(14)

İskenderun’da Bulunan ve Ele Geçirilen Eski Eserler

JHS 362

H i s t o r y S t u d i e s Volume 6 Issue 3

April 2014

elinde yeşil bir dal tutmaktadır. Ön planda balıkların oynaştığı çırpıntılı bir deniz tasvir edilmiştir.87

(Müze Envanter No: 9095) Okeanos-Tethys Mozaiği: İskenderun’da bulunan bu mozaik M.S. V. yüzyıla tarihlendirilmiştir. Sağda Okeanos solda Tethys muhtelif deniz hayvanlarının süslediği suyun yüzüne çıkmaktadırlar. Büyük bir kısmı tahribata uğrayan mozaik güzel bir bordürle çerçevelenmiştir.88

(Müze Envanter No: 8969) Arsuz’da bulunan mermer mektup M.Ö. I. yüzyıla tarihlendirilmiştir. İmparator Caesar’dan Selevkos’a yazılmıştır.89

(Müze Envanter No: 11112) İskenderun’da bulunmuş Roma dönemine ait mermer tiyatro korkuluğu.90

h-İskenderun Kulesi Harabeleri

Yukarıda sayılanların dışında İskenderun’da bulunan eski eserlerden biri de “İskenderun Kulesi”dir. Piri Reis, İskenderun Kulesi’ni kale olarak tanımlamaktadır. Ona göre İskenderun alçak bir burun üzerinde harap bir kaledir.91 Evliya Çelebi de İskenderun Kulesi’ni kale olarak tanımlayanlardandır. Ünlü seyyah burasının Büyük İskender tarafından inşa edildiği için İskenderun Kalesi ismini aldığını kaydeder. Kalenin Osmanlı Sultanı I. Ahmet’in saltanatı döneminde 1612-1613 yıllarında Veziriazam Nasuh Paşa tarafından tekrar imar edilmeye çalışıldığını, ancak bu işin tamamlanamadığını belirtir. Kalenin imar edilip düzene konulamamasından dolayı, buraya gelip geçen Avrupalı tüccarlardan vergi alınamadığını da ilave eder.92

Evliya Çelebi’nin “kale” diye anlattığı binanın, aslında Antakya Haçlı Kontluğu zamanından kalma bir “kule” olduğu anlaşılıyor. İskenderun’a yakın bölgelerde kule mimarisi görülmektedir. Zaman zaman bu yapılar, çelişkiye düşülecek şekilde önce kale, daha sonra kule olarak tanımlanmıştır. Esasında burada kule denilirken akla; dar, ince ve uzun bir yapı gelmemelidir. Gözetleme amaçlı inşa edilen bu yapılara, yeri geldiğinde asker yerleştirilip, silah istiflenebilmektedir. Günümüzde diğerlerine nazaran daha iyi bir şekilde ayakta kalan ve İskenderun’un kuzeyindeki Payas’ta bulunan Cin Kulesi, buna güzel bir örnektir.93

Nitekim Evliya Çelebi’den daha ayrıntılı olarak bu kuleyi bizzat gören Jean Baptiste Tavernier, yapı hakkında şunları yazar: “İskenderun’a yaklaşık bir mil uzaklıkta, ana yolun sağında ve öbür bataklığın karşısında Godefroi de Bouillon’un silahlarının hâlâ saklandığı bir kule var. Görünüşe bakılırsa bu kule, iki tarafı çok tehlikeli gazlar çıkaran geniş bataklıklarla kuşatılmış yolu savunmak için yapılmış.”94

87 Age, s. 32.

88 Age, s. 32.

89 Age, s. 34.

90 Age, s. 41

91 Pîrî Reis, Kitâb-ı Bahriyye, II, Yay. Haz: Y. Senemoğlu, Tercüman 1001 Temel Eser, 1973, s. 260.

92 Evliya Çelebi Seyahatnamesi-Topkapı Sarayı Bağdat 305 Yazmasının Transkripsiyonu, Haz: Seyit Ali Kahraman, Yücel Dağlı, 3. Kitap, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 1999, s. 33.

93 Antakya kalesi önünde inşa edilen kuleler de; bazen kale, bazen de kule olarak tanımlanmıştır. Runciman’ın eserinde gösterdiği krokide, Antakya önünde bulunan yapıları, kule olarak tanımlanırken, Fulcherius Carnotensis, Kutsal Toprakları Kurtarmak Kudüs Seferi, Çev: İlcan Bihter Barlas, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul 2009, s.

81’de başta kale olarak isimlendirilen yerler, daha sonra kule olarak tanımlanmıştır. Bkz. Steven Runciman, Haçlı Seferleri Tarihi, I, Çev: Fikret Işıltan, TTK, Ankara 1998, kroki IV. Başka bir eserde kale olarak nitelendirilen yer, aslında kuleden başka bir şey değildir. Bkz. Edward Peters, The First Crusade The Chronicle of Fulcher of Chartres and Other Source Materials, University of Pennsylvania Press, Philadelphia 1998, s. 74.

94 J. B. Tavernier, Tavernier Seyahatnamesi, Çev: T. Tunçdoğan, Kitap Yayınevi, İstanbul 2006, s. 166.

Referanslar

Benzer Belgeler

kare büyüklüğünde teşekkül edecek gö- lün suları altında kalacak olan çok eski uygarlıklara ve Osmanlı İmparatorluğu dev- rine ait birçok eski eserin, imkânlar nisbe-

The major objectives were to: ⑴ examine volunteer's HTPP; ⑵ explore relationships among volunteers' HTPP, self-efficacy (SE) in healthy community building, and community

expression of oocytes/embryos and their fertilizability in unfertilized oocytes, arrested embryos, and tripronucleate zygotes, because both nuclear and cytoplasmic factors

Denbinobin(1),為一種 phenanthrene quinone 結構的天然物,其最早被發現於 Dndrobium nobile 的成分之中。而最近有報導指出

P nok- tas›ndan geçen ve BC do¤rultusunu X nokta- s›nda dik kesen do¤runun çevrel çemberi kesti¤i noktaya Q diyelim.. Son olarak da P noktas›ndan AB’ye bir dikme indirelim ve

babasının denetiminde öğrendiği gita­ rını, profesyoneller gibi konuşturuyor Şu anda ilkokul beşin­ ci sınıfa giden Cennet Erdoğan da ablası gibi bale yapıyor,

İslamiyet iyi bir seçim değil” “Kültür erozyonu en az toprak kayması kadar tehlikeli ” ► ABC : Yaşar Kemal: “Kürt olduğum için değil, insan haklarını

15 aralık tarihine kadar açık ka­ lacak olan sergide sanatçının 25-30 kadar yağlıboya tablosu