• Sonuç bulunamadı

AVRUPA AHVÂLİNE DAİR RİSÂLE

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "AVRUPA AHVÂLİNE DAİR RİSÂLE"

Copied!
8
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

marife, yıl. 6, sayı. 3, kış 2006, s. 461-468

AVRUPA AHVÂLİNE DAİR RİSÂLE

Sadık Rıfat Paşa

Beyana muhtaç değildir ki, tabiat-ı beşeriyye iktizâsınca, herkesin istidâd-ı fıtrîsi yek-sirişt olmayarak birbirine mübâyin ve bu cihetle ifade ve istifade de sehv ve galat ve hata olmaması kabil olamayacağı emr-i beyyin olmakla, binâberîn, hakikat-i hâle makrûn ve gayr-i makrûn her ne ise, istidâd-ı mefkûd-ı âcizânemce, Avrupa’ya esnâ-yı me’muriyet-i vâkıamda re’yü’l-ayn görüp anlaya- bildiğim veçhile, şimdiki tarihlerde ahvâl-i hâzıra-i Avrupa bu merkezde bulunup, şöyle ki, âdet-i kadîme-i zamâniyye üzre kâffe-i akvâm beyninde câri olduğu mi- sillû Avrupa hükümdârânı meyânında dahi mukaddemlerde nice nice ceng ve peygâr vuku’a gelmiş ise de bir müddetten beri, inkılâbât-ı sâbıka-ı harbiyye ve ictimâ’-ı hükümdârân ile bil-ittifak karar-gîr olan musâlaha-yı umumiyye üzerine hıfz-ı âsâyiş-i mülk ve millet kaziyye-i nâfia’sı, her devlette mültezem tutulmak- ta, yani, cemî-i zamanda sulh harb üzerine müreccah olup, hususiyle i’mârât-ı

Yeni Türk Edebiyatı Antolojisi, haz. Mehmet Kaplan-İnci Enginün-Birol Emil, İstanbul, 1974, s. 26-34;

Yayına Hazırlayan: Arş. Gör. Ali Dadan, S.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü. alidadan@hotmail.com

 Sadık Rıfat Paşa 1807 tarihinde İstanbul’da doğmuştur. İlk defa Hazine Odasına, sonra da Sadâret Mektubî Odasına devam ederek kısa zamanda yükselmiştir. 1837’de Âmedî ve hemen arkasından Viyana Ortaelçisi, bir sonra da Hariciye Müsteşarı payesi ile büyükelçi olmuştur. 1840 yılında Hari- ciye Müsteşarlığında, Maliye Nazırlığında, 1842’de ilki olmak üzere muhtelif tarihlerde dört defa Hariciye Nazırlığında, dört defa da Meclis-i Vâlâ Reisliğinde ve 1854’te Meclis-i Âli-i Tanzimat aza- lığında bulunmuştur. Geçirdiği bir ameliyattan sonra 1857’de vefat etmiştir. Rıfat Paşa, diplomasi işlerinde bilgili ve maharetli; edipliği, cömertliği, ileri görüşlülüğü ile maruf bir devlet adamı olarak bilinir. Sadık Rıfat Paşa'nın on beş adet risalesi bulunmaktadır:

1-Rusya Muharebesi Tarihi, 2-Gülbün-i İnşâ, 3-Avrupa Ahvaline Dair (Viyana’da Büyükelçi İken). 4- İtalya Seyahatnamesi (Viyana’da büyükelçi iken). 5-Âmedî iken yazdığı maruzat. 6-Mustafa Reşit Paşa’ya yazdığı mektuplar (Viyana’da büyükelçi iken). 7-Babıâli’ye yazdığı mektuplar (Viyana’da büyükelçi iken). 8-Babıâli’ye yazdığı mektuplar (İskenderiye’de Mehmet Ali Paşa ile görüştüğü dö- nemde). 9-Tanzimat Fermanı ile ilgili valilere gönderdiği siyasi yazılar. 10-Resmi ve şahsi mektupla- rı. 11-Meclis-i Vala-yi Ahkâm-ı Adliye başkanı ve Meclis-i Ali-yi Tanzimat üyesi iken yazdığı maz- batalar. 12-Devlet işlerinin düzeltilmesi ve bazı ıslahat hakkında muhtelif zamanlarda yazdığı lahi- yalar ve mazbatalar. 13-Bazı ıslahata dair ara sıra kaleme aldığı lahiyalar. 14-Risâle-i Ahlâk. 15-Zeyl-i Risâle-i Ahlâk. Bunların dışında Sadık Rıfat Paşa’nın diğer eserleri oğlu Rauf Bey tarafından toplan- mış ve Müntahabât-ı Âsâr-ı Rıfat Paşa adı altında yayımlanmıştır.

(2)

mülkiyye ise musâlâha-i mütemâdiye ve istirâhat-ı kâmile-i tebaa ile hâsıl olduğu ve eğerçi galebe-i harbiyye isti’lâ-yı memâlik-i cedide ile bir devletin i’tibârât-ı zâhiriyyesi kesb-i şân ve i’tilâ eder ise de, iç yüzünde muharib olduğu müddette, memâlik-i ma’mûresinden ve hey’et-i nizâmiyyesinden kaybettiği menâfi’-i adîde ile istihsâl ettim dediği galebe ve menfaat lâyıkıyla muvâzene olunsa, elbette îcabât-ı muhârebât üzre kuvve-i askeriyye ve mâliyye vesâir mühimmât-ı harbiy- yesinde vuku’ bulan telefât ve memâlikçe tahribâtı ondan ziyade olarak, bilfarz isti’lâ ve istimlâk ettiği memâlik-i cedîdesinin istihsâl-i esbâb-ı nizâmiyyesi meş- galeleriyle kuvve-i mazbutasına halel gelebileceği, yani, biraz fâide-i mevhûme için nice nice fevâid-i hâsılası beydûde perakende olacağı tecârib-i adîdeye göre amîkçe mütâlaa olunsa, kabul olunur ve bu hüküm ve mezayâ zamanımızda meşhûdumuz olan bazı hâlât-ı vâkıa’dan dahi istidlâl olunabilir. Bu dekâyık-ı ahvâl, ekseriya şimdiki halde Avrupa düvel ve hükümdârânı indinde malum ve mücerreb ve muteber olarak, her bâr hâdisât-ı kevniyyede tedâbir-i hakîmâne ile hareket etmekte ve çünkü her devletin kuvve-i nizâmiyyesi esbâb-ı adîde-i asliyye ve fer’iyye tahtında ise de, nizâmât-ı mevzû’anın asl u esası üç şey-i mühim üze- rine müesses olarak, biri, istirâhat-ı tebaa ve mülkiyye, ikincisi, vefret-i hazîne ve üçüncüsü kuvve-i askeriyye olup, mâhza, bu esbâb-ı lâzimenin ictimâ’ına gavâil-i seferiyye mâni’ ve adüvv mesâbesinde olduğundan, dâhilen ve hâricen sebepli sebepsiz muhârebe kapıları açılmak, yani, bir fâide-i melhûze için mehâzir-i adîde ihtiyar kılınmak misillû muhâtarât, elbette kuvâ-yı mülkiyyeye halel vereceğin- den, bu ma’kûle şeylere sebeb verilmekten ihtirâz ile faraza, dâhilen ve hâricen bir güne münâza’ât zuhur etse bile, tedâbir-i mukteziyye ve bazan vesâtet-i düveliy- ye ve tev’em-i seyf olan kuvve-i kalemiyye ile def’ ve teskînine çalışılıp, hâsılı, netâyic-i redîası melhuz olan muharebeyi bîlâ-mûcib kat’a ihtiyar etmemektedir- ler. Ve maamafih cemî-i zamanda merâsim-i ihtiyâtiyyeye riâyet ve dikkat kavâid-i mer’iyye-i mutebere-i düveliyyeden bulunduğuna mebnî, gûyâ birbirle- riyle yarın muhârib olacaklar gibi umûr-ı nizâmiyye-i askeriyye vesair mü- himmât-ı seferiyyelerine leyl ü nehâr ikdâm ve gayret ederler. Ve âsâkir-i müret- tebe sefâyin-i muntazamaları, her bâr, ta’lim ve ta‘allüm üzre olup, ledel-hâce hazır ve amade suretinde bulunup, hudûd-ı memâlik ve teba’a ve usul-i politika- larını bununla hıfz ve vikâye ederler.

Hafî değildir ki, tefâvüt-i kuvvet ve meknet ve tebâyi’-i kavim ve millet ik- tizâsınca her bir devletin derece-i kudreti ve usul-i politikası bulunduğu merkez ve hey’et ve mevki’-i coğrafîsi ve nizâm-ı milleti icâbınca, birbirine mübâyin olup, meselâ bazıları hey’et-i hâliyyesinin bozulmaması ve tamâmiyyet-i mülkiyyesi- nin vikâyesi ve bazıları kuvvet ve şevketlerinin ilerlemesi ve bazıları dahi nüfûz ve i’tibârât vesâir imtiyâzât ile diğerlerine tefevvuk edip, onların icrâ-yı merâmla- rına meydan vermemesi gibi suver-i mütenevvi’adan müretteb ise de, heyulâ-yı politikaları yine müttefiken âsâyiş ve istirâhat-ı mülkiyye ve muvâzene-i dü- veliyye hususlarına halel getirilmemesi dekâyıkına masrûf olup, eğerçi düvel-i

(3)

Avrupa’nın müfredât üzre usûl-i politikalarının beyan ve ta’dâdı bu makama göre pek de elzem şey olmadığından başka, tafsîl-i keyfiyet erbâbı indinde dahi malum olması mülâhazasına mebnî bu bâbda tafsilâta tasaddî olunmayıp, fakat her bir mülk ve devlette ma’mûriyetçe elzem ve tabâyi’-i insâniyye icabınca mültezem olan bazı esbâb-ı i’mâriyyeye ve istikmâl-i usul-i nizamiyye-i mülkiyye ve is- tirâhat-i milliyyeye dair numune suretiyle bulunduğumuz yerde görüp hatırda kalabilen şeyler bir nev’i tasdi’-nâme olarak, şu veçhile derc olunabilir ki, bâlâda beyan olunduğu üzre, Avrupa’nın şimdiki sivilizasyonu, yani usul-i me’nûsiyet ve medeniyeti iktizasınca menâfi’-i mülkiyye-i lâzımelerinin ilerlemesini ancak teksîr-i efrâd-ı millet ve imâr-ı memâlik ve devlet ve istihsâl-i asayiş ve rahat esbâb-ı adîdesiyle icra ve istihsâl etmekte ve bu misillû menfaat-i külliyye ile iler- leyip yekdiğer üzerine hâlen ve itibaren kesb-i meziyet eylemektedirler. Bu mâd- de-i lâzımenin üss-i esası dahi, her bir akvâm ve milletin can ve mal ve ırz ve i’tibârı hakkında emniyyet-i kâmilesinin istihsâline yani millet-i tâhire-i İslâmiy- yede dahi mer’î ve alelhusus bi-tevfîkihi Taâlâ şimdiki asr-ı mehâsin-hasr-ı Haz- ret-i şehinşâhîde memâlik-i mahrûsa-i Devlet-i Aliyye’de dahi câri olduğu üzre, hukuk-ı hürriyetin kemâ-yenbagî icrasına merbut olduğundan Avrupa devletle- rinde dahi bu ma’kule emniyet ve hukuk-ı hürriyet be-gayet mutena ve muteber tutulup, yani efrâd-ı ibâd ve bunca bilâd yalnız devletler için halk ve icâd olun- mayıp, belki hikmet-i bâliga-i Hazret-i Mâlikü’l-mülk iktizasınca bunca hü- kümdârân-ı cihan, ancak hıfz-ı ibâd ve imâr-ı bilâda hâmî ve nazır olmak üzre nâil-i lutf-ı Yezdan olduklarından, idare-i emr-i hükümette, hukuk-ı millet ve kanun-ı devlet üzre hareket edip bir gûne itaatsizlik ve serbestiyet ile dahi iti- barât-ı düveliyyeye ve ta’zimât-ı lâzımeye halel gelmez. Şu kadar ki, ekser umûr ve usûlleri, kavanîn-i müessese tahtında olduğundan, hiç bir hükümdar ve vüke- lâsı dahi, ol kanun-ı mer’îye mugâyir kalb-i hodî ve celb-i nef i ve def-i zararı zım- nında bir gûne hüküm ve irade edemez. Ve bu cihetle usûl-i mevzu’a ve nizâmât-ı müesseselerinde bir güne tagyîr ve inkılâbât olamayıp, nîk ü bed ister istemez, mesâlih-i vâkı’aları kavânin-i mer’iyyeleri üzre rü’yet olunur. Ve buna mebnî mevâdd-ı vâkıalarında agrâz-ı zâtiyye pek de karıştırmağa ve mücerred nüfûz ve ikbâl ser-riştesiyle iş görmekte dest-res olamazlar.

Hele şurası kâbil-i inkâr olamaz ki, inkıyâd ve muhalefet ve sadakat ve ihanet ve rağbet ve nefret misillû tâbayi’-i mütehâlife-i beşeriyyenin tefrîk ve ıslâhı ekser nâs ve hususiyle terbiyeli akvâm-ı maârif-isti’nas hakkında yalnız kuvve-i cebriyye-i düveliyye ve hükûmet-i mutlaka-i kahriyye ile hâsıl olmayıp, belki tabiat-ı mûnise-i insâniyyenin firifte olacağı emniyyet-i kalbiyye ve i’tibârât-ı zâtiyye-i mütemâdiyye ve istirâhat-ı tab’iyye misillû celb-i kulûb-ı te- baa ve nâsı mucib olan tedâbir-i rıfkiyye ve riâyet-i hukûk-ı insâniyyeye dahi menût ve merbut olduğundan, işbu hikmete mebnî, ekser düvel-i Avrupa hükü- metlerinde bu misillû usul-i hikmet - şümule dahi itina olunmakta ve bu kaziyye- i marziyye-i ma’kule dahi devletlere küllî kuvve-i mâneviyye vermektedir.

(4)

Eğerçi, her bir mevâdd i’tikâdât-ı aliyye-i islâmiyye üzre yed-i meşiyyet-i Hazret-i ilâhiyyede ve bu cihetle tedbir-i abdin takdire medhali olamayacağı dahi lehülhamd cümlemiz indinde rütbe-i bedâhette olduğu misillû, umûr-ı cüz’iyyede de abd-i za’îfin vesile-i teklîf olan medâr-ı tedbîri dahi kâbil-i inkâr olamayacağı cihetle, umûr-ı idâre-i dünyeviyyeye lâzım olan akl-ı meâş hükmünce ekser mesâlih-i vâkı’alarında muktezâ-yı akla tatbîkan tedâbir-i nâfi’a i’mâline dikkat ederler ve maamafih her milletin medâr-ı kıvâmı olan âyin ve mezheplerinin icrâ- yı ahkâmına dahi ekser mahallerde riayet eylerler.

Kadîmden beri mücerreb olduğu üzre, bâis-i zevâl-i mülk ve devlet olan rüşvet ile maslahat göremezler ve nâ-ehil olan şahsa rüşvet ve şefâat ile emr-i hükümeti tefvîz edemezler. Ve oldukça ehil ve erbâb intihâb ederler ve bu cihet- lerle devletlerinde tebeddülât-ı manâsıb kesret üzre olmayarak mücerred diğerinin mesrûriyyeti için kadîmini dahi mahrum etmezler. Ve büyük cünhası olmadıkça veyahut îcâbât-ı hakîkiyyesi vuku’ bulmadıkça tebeddülât ve te’dibât vuku’ bul- maz. Vâkı’a bu cihetlerle kesb-i i’tibârât ve haysiyet müddet-i kalîle zarfında hâsıl olamaz ise de bunca emek ve zaman ile istihsâl olunmuş olan i’tibârât-ı zâtiyye dahi ednâ vesile veyahut icrâ-yı garaz ve müdâhale-i ecnebiyye ile zail olamaz. Ve belki hayatta nail olduğu rütbe ve nâm ve i’tibârı bade’l-vefât dahi bütün bütün zail olmayıp, vesile-i iftihâr ve şâire bâis-i şevk ve i’tibâr olmak üzre nâm ve ünvânı ve bazı maaşları nakil ve tevârüs eder ve her ne kadar zî-mâl olsa bile, o ma’kûle ricâl ve tebaanın emvâl-i muhallefâtına cânib-i devletten taarruz olun- mayıp veresesine terk olunur. Bu cihetle ricâl-i devlet dahi, bu ma’kûle i’tibârât-ı zâtiyye ve menâfi’-i hâsılalarına alel-istimrâr halel gelmeyeceğine yakîn hâsıl etmiş olduklarından vakt-i ma’zûliyyet ve nekbette idâre-i maaşıma vesile olur hülyasıyla devletinden akça kapmağa sarf-ı zihin ve hırs etmeyip, muhassesât-ı muayyenesiyle kanaat ve herhalde iffet üzre hareket ederler. Ve bu kâide ile refte refte zî-kudret hânedân ve hânedân-zâde çoğalıp, ledel-hâce taraf-ı devletten küllî ianeye muhtaç olmaksızın hidemât-ı vakıada cüz’î maaş ile istihdam olunurlar.

Sunûf-ı askeriyyeleri dahi, pek de çoluk çocuk ma’kûlesinden olmayıp, yirmi-yirmi beş yaşında adamlardan mürekkeb ve muvazzaf ve muntazam ola- rak, on beş sene kadar aled-devâm hizmet-i askeriyyede kıyâm edip, ba’dehû ihrâc ve bazan âsâkir-i redîfeye idrâc ederler ve ledel-hâce alaylarının noksanlarının tekemmülü zımnında alınacak âsâkir ve neferât dahi, nizâmları veçhile, alayı hangi sancağa merbût ise, oradan kanun ve kaidesi üzre bîla-münâza’a alınır ve bunlara iktizâsına göre maaş ve senede bir elbise verilip ve ta’yinât olarak ekmek i’tâ olunup, me’kûlât mebzûl olduğuna mebnî lahm vesair me’kûlatlarını kendile- ri alıp idare etmek üzere bedel verirler ve bu sebeble sefer ve hazerde gailesizce idare ederler ve bundan başka müstahfaz-ı şehr suretiyle kâffe-i esnâftan müret- teb asker ve oldukça muallim vardır ve âsâkir-i muntazamanın zâbitleri adi suret- le neferâttan nasb olunmayıp ashâb-ı ma’lûmâttan olan oficiyallerden ta’yîn olunup ve işbu oficiyaller dahi ibtidâ mekteplerde tahsîl-i elsine-i ecnebiyye ve

(5)

hesap ve resim ve coğrafya ve tarih ve hendese ve hey’et vesair bu misillû ulûm-ı lâzıme ve ta’lîm ve taallüme ve manevraya dair fünûn-ı mukteziyyeyi lâyıkıyla tahsil edip ba’dehû zabit nasb olunurlar. Ve âsâkir-i nizamiyye zabitleri her yerde muteber olarak, hatta bir yüzbaşının imparator sofrasında taam etmekliğe kadar kadir ve istihkâk ve meziyeti olabilir ve hîn-i vefâtlarında bile, familyalarına itibar ederler ve emek ve hizmetine göre mükâfaat tahsis ederler ve sıbyânın tahsil-i ulûm ve fünûn etmelerine be-gâyet dikkatleri olduğundan, zükûr ve inâstan ço- cukları beş altı yaşına vardıkta, mahallât mekteblerine verip, on iki yaşına kadar kendi lisanları ve elsine-i sâireyi kaide üzre okuyup yazmağı tahsil ve on iki ya- şından sonra yine ekserisi devlet akademilerinde, iktizâsına ve her birinin isti’dât ve hevesine göre, hangi san’ata sâlik olacak ise, ona göre ulûm ve fünûn ve sanâyi’e dair şeyleri terbiye-hânelerinde öğrenip, on sekiz yaşına vardıkta, fünûn-ı lâzımeyi tekmil ederler ve bazı bu ma’kûle büyük terbiye-hânelerin usul ve niza- mı üzre şâkirdânı, fakat haftada bir kere hânesine ve anası ve babası yanına gidip, ma’dâ vakitlerinde kaide üzre, aled-devâm tahsil-i ulûm ile meşgul olurlar. Ve bunların me’kûlât ve melbûsât vesair masârifât-ı lâzımelerini sene ve sene peder ve akrabaları mekteb müdiri tarafına i’tâ ederler. Çünkü bunların ulûm-ı nakliy- yeden ma’dâ ulûm-ı akliyyeden olan hikmet ve hey’et ve tabâbete ve mûsikîye ve alel-husus fünûn-ı harbîye ve bahrîye ve usûl-i politika-i düveliye ve maârif-i sâireye i’tibârât-ı müfritaları olduğundan, onların mahsus mektebleri olarak, usu- lü veçhile tahsil ederler ve bunlardan başka kâffe-i tabâyi’-i eşyaya kesb-i vukûf etmek dahi usûl-i mer’iyyeden bulunduğundan, bilcümle hayvânât ve madeniy- yât ve nebâtâtın keyfiyyât ve te’sirâtını dahi tecrübe ile her biri fünûn-ı mahsûsa hükmünde olarak, iktizâsını tahsil ederler ve yalnız ilmiyle kanaat ve iktifa etme- yip, tecrübe-i ameliyyesi dahi istihsâl olunmak üzre, meselâ, her iklimde bulunan zî-rûh kâffe-i hayvânâtın mürde ve kadîdleri ve berr ve bahrda olan bilcümle ma- deniyyâtın numuneleri bilâd-ı bâride ve hârrede bulunan kâffe-i eşcâr ve nebâtâtın nümûne ve bahçeleri mevcut olarak, ledel-hâce re’yü’l-ayn müşahede ederler.

Cesîm teşrîh-hâneleri dahi olarak, ilm-i teşrîhi dahi lâyıkıyla tecrübe ve amelîsini tahsil ederler. Hasîs ve nefîs kâffe-i umûru fenn-i mahsûs hükmüne koyup, kitaplar telif olunmuş olduğundan, erbâbı, cümlesinin ilim ve amelîsini kaidece öğrenirler ve bu ikdâmât cihetiyle o ma’kûle ehl-i ulûm ve fünûn kesret üzre bulunup, hele kendi lisanını okuyup yazmayan ve maslahât-ı zâtiyyesini idare edecek kadar hesap ve kitap bilmeyen zükûr ve inâstan yok hükmündedir ve kitab-basmahâneleri dahi bir nev’i esnaflık suretinde olup, her kim taleb eder ise, akçasını verip istediği ve telif eylediği kitabı tab’ ve temsil ettirebilir ve işbu bas- ma maddesi, Fransa ve İngiltere taraflarında serbest olarak devlet ve mezhebleri hakkında türlü şeyler tab’ ettirip bu madde filhakîka ezhân-ı nâsı ifsâd edecek şey olduğundan muzır ise de düvel-i sâirede böyle serbest olmayıp, basılacak şeylere evvel emirde mahsus nâzırları tarafından bakılıp, âyin ve mezheb ve usûl-i devlet-

(6)

lerine mugâyir ve muhill şey yok ise tab’ına ruhsat verilir ve yevmiyye bilcümle ekâlim-i meskûne ve düvel-i mütenevvi’a vukû’âtını ve kendi şehir ve memleket- lerinin mesâlih ve havâdisâtını derc ederler ve çünkü ekser ahâlisi yazı okumak bildiklerinden, devletçe ve memleketçe bildirilmesi lâzım gelen şeyleri, basma kâğıtlar ile şehirlerde köşe başlarına yapıştırıp ilan ederler. Bu cihetle ahalisi ahvâl-i cihân ve havâdisât-ı devrâna tahsîl-i vukûf edip kesb-i terbiyyet ve malu- mat ederler ve mürettebât-ı mîriyye için ahali ve tebaaya me’mûrîn vesaire taraf- larından zulüm ve ta’addî vuku’ bulmayarak, her bir ashâb-ı emlâkin mülk ve arazisine göre nizâmları veçhile maktu’ât alınır ve bunlar dahi usûl-i mevzu’ası üzere, vakit ve zamaniyle tahsil olunup, bu maddelerden vesair cihetlerden dolayı mezâlim ve ta’ad-diyât bittabi’ olamaz. Ve ekser arazileri ziraat ve hırâset üzre ma’mûr ve kazançları kendilerinde kalmak hasebiyle ahalinin dahi sa’y ve gayret- leri mevfûrdur. Ve Avrupa’da kesret-i nüfûs cihetiyle ekser eşya pahalı iken, nân-ı azîz sair yerden has ve gayet ehvendir. Bu ma’kûle akvât-ı yevmiyye ve cümlenin muhtaç olduğu eşyadan ziyade gümrük ve resm almazlar, fakat harîr ve duhân ve hamr misillû umumiyet üzre muhtaç olunmayan ve yekdiğerin memleketinden gelen emti’a vesair bu ma’kûle eşyadan külliyetli resm alırlar ve devlet ve milletin akçası âher mülke çıkmamak için, imkânı mertebe ekser eşyâ-yı ma’mûle-i ecne- biyyenin birbirlerinin memâlikine duhûlü memnu’ olarak ihrâcatın ziyade olması tedbirine dikkat ederler ve derûn-ı mülklerinde i’mâl olunan emti’aya kemâliyle i’tibâr edip, tebaaları dahi onu isti’mâl eder ve bu cihetle hıref ve sanâyi’in gün- be-gün ilerlemesine itinâ ve erbâb-ı hüner ve ma’rifete i’tibâr eylediklerinden vesi- le-i heves ve hâhişi olmak üzre, senede bir defa hasîs ve nefîs kâffe-i eşyâ-yı ma’mûlenin müntehabâtını ve hususiyle resim ve tasvir dahi kendilerinde pek mutenâ şey olduğundan, o ma’kûle meşhur ressâm ve musavvirlerin i’mâlâtını

“ekspozisyon” nâmıyla münasip bir mahalde cem’ edip, bir ay kadar onda tevkîf ve imparator vesair vükelâ ve ricâl ve tebaası muâyene ve temâşa ederek, içlerin- den fevkalade bir san’at îcâd olunmuş ve her kim îcâd ve ihdâs etmiş ise, taraf-ı devletten “madalya” namında olan bir nev’i nişanları i’tâ olunarak teşvikât-ı lâzımeye itinâ olunur ve bu vesile ile derûn-ı memleketlerinde sene-be-sene sana- yi’in ne mertebe ilerlediği anlaşılır ve teshîl-i umûr-ı ticaret ve sanayi’ zımnında eşya kâr-hânelerinde buhar ile idare ve i’mâl olunur makinalar icad olunmuş ol- duğundan başka, takrîb-i muhâbere ve teshîl-i turuk-ı seferiyye için denizde “va- pör” gemileri ve karada “vapör” arabaları ihdâs ile meselâ, oniki saatlik mesafeyi bir saatte kat’ ederler ve bir cesîm fabrika veyahut demiryollar vesair umûr-ı mül- kiyyece enfa’ olup da masârifât-ı külliyyeye muhtaç olacak şeyleri dahi, asıl devle- tin hazinesine tahmîl etmeyip, “aksiyon” dedikleri usûl üzre, meselâ bir iki mute- ber sarraf taahhüdüyle eshâm-ı müştereke olarak ahaliden akçe alıp hissedar ede- rek icâr edip hissedarlarına sene-be-sene menâfi’ hissesine göre faiz eda olunur ve devlet tarafından menâfi’e müdahale olunmaz ve menfaati lâyıkıyla tecrübe olunmayan şeyler dahi yapılmaz.

(7)

Ber-vech-i meşrûh gün-be-gün maârif ve sanayi’-i cedîde zuhur etmekte ise de, alelumum kadîm olan şeylere dahi kemâl-i itibarları olduğundan, hiç bir eski şeyin zayi’ olmasını dahi istemezler ve bu makûle şeylere atikten kinaye “antika”

diye itibar ederler ve kâffe-i ebniyeleri bir nev’i tuğladan ve taştan kârgir olarak yapıldığından, derûn-ı şehirlerde harîkler vuku’ bulmayarak bu cihetle an-be-an kesret-i vüs’at ve imâret nümâyândır. Teshîl-i iyâb u zihâb-ı tebaa ve ahali ve istirahât-ı sükkân için şehirlerde yollar kaldırım ile tesviye ve tanzim olunup, konak ve sokak arabaları suhûlet üzre mürur ve ûbûr eder ve eyyâm-ı sayfta toz- dan vâreste olmak üzre, arabalar üzerinde delikli fıçı ile sokaklar sulanıp ve hengâm-ı şitâda dahi kar ve çamur süpürülüp, bu cihetlerle gelip ve giden ahali zahmet çekmezler ve geceleri dahi sık sık sokaklarda gazlar yanıp, kimse fenere muhtaç olmaz ve bu ma’kûle tebaa ve milletin istirahatı için îcâd ve icrâ olunan şeylerin masârifât-ı vâkıası devletten çıkmaz ve bunlar için alenen müstakil ahâliden vergi dahi tahsil olunmaz, fakat bazı cüz’i avâidât vesair tahsisat ile idare olunur ve menzil yolları dahi, “şose” tabir olunur surette tesviye ve tanzim olunarak her dört saatlik mahalde menzil-hâne ve posta beygirleri ve menzil ara- baları mevcut olduğundan, suhûlet üzre azîmet ederler ve müddet-i kalîlede çok mesafe kat’ olunur. Ve her bir şehir ve kasaba ve nâhiyede yolcular için “lokanta”

ve “otel” tabir olunan kervansaraylar tanzim olunmuş olduğundan ve cümlesinde nefis taam ve temiz yatak bulunduğundan yolcular bu ma’kûle şeylerde zahmet çekmezler ve güya bir haneden bir haneye nakl eder gibi esnâ-yı râhta bir külliyet- li eşya istishâbı tekellüfüne muhtaç olmazlar ve bu cihetle yolcular iktizâ eden menzil ve mesken masârifâtını kendileri verip, ahali-i memlekete bir gûne bâr olunmaz ve meskûkât-ı düveliyyeleri vezn ve ayarda her ne ise kat’a tagayyür etmeyip, bu cihetle tefâvüt-i es’âr ve eşya nâdir vuku’ bulur ve bu suretle muay- yenât-ı mahsûsaya tezâyüd ve tenâkus îrâs etmez. Ve buna mebni devletlerin muayyenât-ı mürettebeden dolayı tefâvüt-i masârifâtları vuku’ bulmayıp, maz- bûtiyyet üzre idare olunur ve teshîl-i muamelât-ı nâs için “Kreuzer” nâmıyla bir nev’i para makamında bakır akçe dahi kullanılır ise de, meskûkât-ı mezkûre dahi pek ufak şey olmayıp, meselâ bir Kreuzer altı yedi para edip haylice dirhemli ol- duğundan kıymet-i hakîkiyye bulunur ve “banknot” tabir olunan bir nev’i akçe kâğıt dahi teshil’ül-muamelât eyâdi-i nâsda tedâhül eder ise de karşılığı mevcut ve müdahhar olduğundan her ne vakit mahalline gidilip değiştirilmek yani kağıt verilip gümüş akça alınmak murad olunsa, derhal kağıt alınıp sîm akçe tediyesin- de kat’a tereddüt olunmaz ve elde mütedavil olan bunca kese akçaların kağıda mukabil hazine-i mahsûsasında nukûd-ı mevcûde müdahhar olup, faraza cümle kağıt ashabı terk edip de sîm isteseler kâmilen tediye olunup, üç ayda tekmîlen ardı alınması muayyen ve meşrût olarak hazır şu kadar, bu kadar mevcut akçe var diye hiç devlet tarafından ahz ve sarfına cevâz göstermezler ve her hâlde âsâyiş-i hâl-i ahali ve tebaa be-gayet mutena şey olduğundan harekât ve sekenât vesair muamelâtta bir güne hasr ve tazyik-i muâmeleleri vâki olmayıp, usûl ve nizâm

(8)

üzre herkes edebiyle mukayyed olarak gece ve gündüz vakitli ve vakitsiz arabalı ve arabasız gezerler ve me’kel ve mesken vesair şeylerde icrâ-yı mîzâc etmesi her şahsın kendi kudret-i mâliyyesine menût olup, gerek devlet tarafından ve gerek âher mahalden bir güne mümânaat ve tabîat-ı insâniyyenin hilâfı olarak “şöyle eyle, böyle etsin” gibi hükûmet-i tahkîriyye icra olunamaz ve ekser ahâlisi seyir ve ıyşa mâil olduklarından eyyâm-ı sayfda köylerde ve mesirelerde muzıka vesair eğ- lenceler ve geceleri tiyatrolar ve hengâm-ı şitâda balo ve suvare cemiyetleri ve ziyafetler ile imrâr-ı evkât edip, zevk ve şevkten bir gûne fesâdât düşünmeğe vakitleri olamaz. Ve maamafih bu rütbe müsaade ile yine bir gûne nizamsızlık olmayıp ve münâzaa ve cidâl vuku’ bulmayıp ve a’lâ ve ednâ velhasıl kimse kim- seye el kaldırmayıp, bilfarz, bir gûne münazaa vuku’ bulsa veyahut bir cünha dahi vâki’ olsa derhal “polis” tabir olunan zâbitân tarafından ahz ve te’dib ve kavânin-i mer’iyye üzre bazan tecrîm bile olunur, fakat siyaset muamelesi pek nâdir vâki’ olup, icab etse bile o makûle cerâim-i cesîme ashâbının kabâhat-i vâkı’asından dolayı sual ve cevab ve tahkîkât ile icrâ-yı muhâkemesi hayli vakitler sürdükten sonra, hasbe’l-kanun ne ma’kûle cezaya müstahak olur ise, ona göre ba’dehû icrâ olunur. Bu cihetle zulmen ve garazen tagyîr-i hak muâmele-i şedîdesi icrâ olunmaz. Cesîm bîmâr ve tımarhaneler olarak mahsus hizmetçileri olduğun- dan fukaradan mahallât arasında hasta ve alîl ve sokaklarda serseri ve meczûb bulunmayıp, o makûleleri bîmar-hânelerinde tımâr ederler ve ekser fukaraları alîl olmadığı halde fabrikalarda amele suretiyle istihdâm olunduğundan sokaklarda gedâ ma’kûlesi kesret üzre görülemez ve sokaklar muntazam ve müstevî oldu- ğundan eşya ve hamûle beygirler ve iânet-i külliyye ve el arabaları ile nakl olunup fıtrat-ı insaniyyeye yakışmayan arka hammallığı misillû san’at-ı müşkile yoktur.

(Mehmet Sadık Rıfat Paşa, Müntahabât-ı Âsâr, s. 1-12)

Referanslar

Benzer Belgeler

Bölgedeki mermer ocaklarının da dahil olduğu imparator mülklerini bu merkezlerden idare eden Phrygia procu- rator’ları imparator arazileriyle ilgili çıkan

Yoğunluğu azaltmak için de kuyrukta bekleyen ve operasyon süresi en az olan montaj parçası işlem görmek üzere boş istasyona atanır.. Kuyruktaki bekleyen montaj

Ekonomik Araştırmalar ve Proje Müdürlüğü 2 Transfermarkt web sitesinde yer alan ülkelerin piyasa değerlerine göre bakıldığında kıta konfederasyonları arasında

Tez çalışmasında dünyada ve Türkiye‟de film gösterimi yapılan mekânların tarihi gelişimi, kent kültürü içinde sinema olgusu, seyircinin filmi sinemada

Sigortacılık Genel Müdürlüğü verilerine göre Türkiye’de faaliyet gösteren reasürans şirketlerinin brüt olarak hesaplanan primleri 2019 yılında bir önceki

Antalya Büyükşehir Belediyesi, Ka- dın Dostu Kentler Programı altında çok önemli bir çalışmaya imza at- mış ve yerel eşitlik mekanizmalarını yayınladığı

Osmanlı İmparatorluğu’nun bu ideal duru- ma uyduğunu söylemek zor; fakat örneğin İngiliz veya Fransız sömürgeci imparatorluklarla veya iki dünya savaşı

Bu yöntem yumur- talık kisti , ya da başka nedenlerle normal yoldan çocuk sahibi olamayan kadınlardan alınan yumurta hücrele- rinin, erkeğin sperm hücreleriyle bir deney