• Sonuç bulunamadı

SUUDİ ARABİSTAN DIŞ POLİTİKASINDA YENİDEN YAPILANMA ÇABASI: KRAL ABDULLAH DÖNEMİ

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "SUUDİ ARABİSTAN DIŞ POLİTİKASINDA YENİDEN YAPILANMA ÇABASI: KRAL ABDULLAH DÖNEMİ"

Copied!
16
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

İnceleme

>

Abstract

It is apparent that Saudi Arabia will continue to preserve its geopolitical, geo-strategic, geo-economic and geo-cultural importance when we consider its population of 26 million people, its large territory and its natural resources. Serious reforms have been initiated during King Abdullah’s reign. Year 2006 was a dramatically intense, and this was the year when Saudi Arabia attempted to realize the most radical foreign policy breakthrough since its foundation. The new king began to pursue a more pragmatic and rational foreign policy during the transformation of his country’s foreign policy understanding.

SUUDİ ARABİSTAN DIŞ POLİTİKASINDA YENİDEN YAPILANMA ÇABASI: KRAL ABDULLAH DÖNEMİ

Kral Abdullah dönemi Suudi Arabistan dış politikasında, çok boyutlu ilişkilere önem verilmeye başlandı.

Doç. Dr. Muhittin Ataman Abant İzzet Baysal Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı

ataman_m@ibu.edu.tr

Reconstruction Efforts in Saudi Foreign Policy: The Rule of King Abdullah

(2)

S

uudi Arabistan Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra İngilizlerin Osmanlı’ya karşı kullan- dığı iki Arap ailesi (Şerif Hüseyin ile Ab- dülaziz bin Suud aileleri) arasındaki rekabetin neticesinde Suud ailesi tarafından kurulmuştur.

Jeo-stratejik, jeo-kültürel ve en önemlisi jeo- ekonomik özelliği dolayısıyla İslam dünyası, Or- tadoğu ve hatta dünyanın en önemli devletlerin- den biridir. Arap dünyasının ve Ortadoğu’nun en uzun ömürlü ve en istikrarlı krallık yönetimi altındaki Suudi Arabistan, uzun süre petrol üre- timine ve Batı’ya bağımlı bir siyaset izlemiştir.

Suud hanedanının ülkesel istikrarı sağlamasın- dan sonra İngiltere ile yakın ilişkiler kurmuştur.

Geleneksel olarak Suudi Arabistan’ın dış politi- ka eğilimi dört temel amaç doğrultusunda şekil- lenmiştir. Bunlar, içeride ve dışarıda İslami bir yaşam tarzının korunması, ülkesel bütünlüğün korunması, ülke refahının sağlanması ve kraliyet rejiminin sürdürülmesidir.1 Ülkenin güvenlik, si- yasal ve ekonomik ihtiyaçları daha çok bu dört temel amaç çerçevesinde karşılanmaya çalışıl- mıştır. Suudi yönetimi, bu hedeflerine ulaşmak için Batı’ya bağımlı hareket etmek zorunda kal- mıştır. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ABD’nin etkisi altına giren Suudi Arabistan, Soğuk Savaş dönemi boyunca “ateist” Sovyet Bloğu’na kar- şı, “Hıristiyan” Batı’nın yanında yer almış ve Muhafazakâr Arap rejimlerinin öncüsü olarak anti-statükocu Nasır yönetimindeki Mısır ve di- ğer Sovyet destekçilerine karşı çıkmıştır.

Soğuk Savaş’tan sonraki yıllarda Batı’da İslam’a ve Müslümanlara yönelik karalama kampanyala- rı ve saldırıların artmasıyla birlikte Suudi yöne- timi Batı’yla sorunsuz ilişkiler kuramaz duruma gelmiştir. Devletin varlığını ve Suud ailesinin meşruiyetini İslami temellere dayandıran Ri- yad, anti-İslam ve anti-Müslüman Batı ile İslami duyguları güçlü halk arasında kalmış bulunmak- tadır. Batı’da İslam’ı ve Müslümanları dışlayıcı

gelişmeler arttıkça Suudi yetkililerin denge sağ- lama şansı da giderek azalmıştır. İki taraf arasın- daki algılamalar ciddi bir biçimde değiştiğinden dolayı barış içinde bir arada yaşama anlayışı ze- delenmiştir.

On yıllardır ABD’nin bölgedeki en yakın mütte- fiki ve stratejik ortağı olan ve hemen her konuda ABD’yle paralel hareket eden Suudi Arabistan, ilk kez 11 Eylül olaylarından sonra Amerika’da tartışma konusu olmaya başlamıştır. Suudi Ara- bistan başta olmak üzere bütün bölge ülkeleri için bir milat olan bu saldırılardan sonra ABD ile ilişkilerinde önemli bir yeniden yapılanma yaşanmıştır. 11 Eylül saldırılarını gerçekleştiren kişilerin Suudi vatandaşı olmalarından dolayı ABD’nin ülkeye bakışında önemli değişimler gözlenmiş ve ülkenin Batı’daki imajı değişmeye başlamıştır. Büyük Ortadoğu Projesi çerçevesin- de ortaya atılan görüşler ve bölgenin geleceğine yönelik planlar, Suudi Arabistan’ın hem iç hem de dış politikasının eskisi kadar “istikrarlı” ve

“sorunsuz” olmayacağının sinyallerini vermekte- dir. Ancak, iki ülke arasındaki karşılıklı bağımlı- lık -ABD’nin petrole olan bağımlılığı, Suudi Ara- bistan yönetiminin varlığını devam ettirebilmek için ABD’ye ihtiyaç duyması ve ekonomik men- faatler- nedeniyle ilişkiler beklendiği gibi kopma noktasına gelmemiştir.

Çok-Boyutlu ve Çok-Taraflı Dış Politika Anlayışı

2005 yılında yönetime gelen Kral Abdullah ile birlikte Suudi Arabistan giderek uluslararası toplumla bütünleşme çabalarını arttırmakta ve kapalı bir ülke olmaktan çıkmaya çalışmaktadır.

Ülke uluslararası örgütlerde daha fazla görevler almaya ve uluslararası belgeleri onaylamaya baş- lamıştır. 2005 yılından itibaren Suudi yetkililerin diğer ülkelerle etkileşimlerinde -yetkililerin dış ziyaretlerde bulunması ve yabancı konukların sayısında artış- ciddi bir artış olması ülkenin

Kral Abdullah tek ülkeye (ABD’ye) ve tek ürüne (petrole) bağımlılığı or-

tadan kaldırmak, çok taraflı ve uluslararası platformlarda etkili olacak

bir devlet olmak için gerekli siyasi adımları atmayı sağlayan etkin bir dış

politika izlemeye çalışmaktadır.

(3)

uluslararası toplumla bütünleşme çabalarının bir göstergesi olarak görülebilir. Kral Abdullah’ın ülke yönetiminde kral olarak geçirdiği ilk yıl olan 2006’da ülkenin iç ve dış politikasında bir dönüşüm, çeşitlilik, çok boyutluluk ve yeniden yapılanma yaşanmıştır ve ülke tarihinin en radi- kal dış politika hamlesinin gerçekleştirildiği bir yıl olmuştur.2 ABD’nin ve diğer Batılı ülkelerin giderek yükselen eleştirel bakış açısının da etki- siyle, Suudi Krallığı kendi ayakları üzerinde dur- mak ve kendi kendine yetmek amacıyla karşılıklı bağımlılık ve çok boyutluluk ilkelerine dayalı bir politika anlayışı geliştirmeye yöneldi.

Suudi Arabistan dış politika çabalarını daha çok

ülkenin bütünlüğünü ve güvenliğini korumak, İran’ın bölgedeki muhtemel egemenlik iddiala- rının önüne geçmek, Körfez’deki egemenliğine halel getirecek herhangi bir gücün ortaya çık- masını engellemek, uzun bir dönemdir yakın ilişkiler içinde bulunduğu ABD ile anlaşmazlık yaşamamak ve Arap dünyasındaki statükonun devam etmesini sağlamak veya en azından radi- kal bir değişimin gerçekleşmesine mani olmak üzerine yoğunlaştırmıştır.3 Veliaht Prens Suud El Faysal’ın bir gazeteye verdiği bir röportajda belirttiği gibi, Suudi Arabistan, örneğin silah kaynaklarını çeşitlendirerek, çok yanlı ve bağım- sız bir dış politika izlemeye başlamıştır. El Faysal bunu üç gerekçeye dayandırmaktadır: “Birinci-

Suudi yönetimi HAMAS’ı İran’dan uzak tutmak ve bu grubu

El Fetih’in kontrolündeki hükümete dahil ettirebilmek için yoğun çaba harcıyor.

(4)

si, tek bir kaynağa bağımlı olmak istemiyoruz.

İkincisi, silahlı kuvvetlerimiz için uygun olan en sofistike silahları alıyoruz. Üçüncüsü, belirli teknolojileri, özellikle içerde kullanabilecekleri- mizi transfer etmek istiyoruz.”4 Bu durum Suudi yönetiminin, yeni siyasal ve ekonomik ortaklar bularak ve yeni işbirliği süreçleri başlatarak gele- neksel Batı bağımlılığından kurtulması anlamına gelmektedir.

İlerlemiş yaşına rağmen Kral Abdullah ülke ta- rihinde eşine rastlanmayan sıklıkla yurt dışı gezilerine çıkmaya başlamıştır. Bu gezilerine sırasında kendisine kraliyet ailesinin mensup- larından ziyade, ülkenin önde gelen işadamları eşlik etmektedir. Bu durum, ülkedeki değişimin iç siyasi hayatı yanında dış politika anlayışını da değiştirdiğini göstermektedir. Kral Abdullah tek ülkeye (ABD’ye) ve tek ürüne (petrole) bağımlı- lığı ortadan kaldırmak, çok taraflı ve uluslararası platformlarda etkili olacak bir devlet olmak için gerekli siyasi adımları atmayı sağlayan etkin bir dış politika izlemeye çalışmaktadır. Kral Abdul- lah ülkesini Ortadoğu bölgesinde, Arap dünya- sında ve İslam âleminde saygın bir konuma sahip olan devlet haline getirme çabasındadır.

Farklı nedenlerden dolayı rekor düzeylere çıkan petrol fiyatları ve Dünya Ticaret Örgütü’ne üye- liğin getirdiği kurumsallaşma dolayısıyla ekono- mik anlamda da oldukça hareketli günler geçi- ren Suudi Arabistan, bu yükselişin ve kurumsal- laşmanın getirdiği refahı daha doğru bir yönde kullanma çabası içine girmiştir. Ülke ekonomi- sinin hem ürün çeşidi ve üretilen mallar hem de ticaret ortakları itibariyle çeşitlendirilmesi için bir ekonomik dışa açılma politikası izlenmeye başlanmıştır. Suudi Arabistan siyasal, ekonomik, toplumsal ve kültürel alanlarda dünyayla daha çok bütünleşmiştir.

ABD ile İlişkilerin Yeniden Tanımlanması Suudi Arabistan ile ABD arasındaki ilişkiler son yıllarda istikrarsız bir seyir izlemektedir. Bazen iki ülke arasındaki geleneksel ittifakın bozulaca- ğı veya bozulması gerektiği ifade edilirken, ba- zen de bölgenin koşulları dikkate alındığında iki ülkenin karşılıklı olarak birbirine muhtaç oldu- ğu vurgulanmıştır. İki ülke arasındaki ilişkilerin sorunlu olmaya başlaması, Washington ile Riyad arasındaki ilişkilerin gelecek yıllarda yeniden ta- nımlanması gerektiği anlamına gelmektedir. Bu durum, iki ülkenin birbirleri hakkındaki kanaat- lerinde ve algılamalarında önemli bir değişikliğe yol açmıştır. Örneğin, pek çok Amerikalı, Suudi parasının İslam’ın radikal bir anlayışının, hatta uluslararası terörizmin, bölgede ve dünyanın di- ğer yerlerinde yayılmasında kullanıldığı gerekçe- siyle Suudi monarşisinin yıkılmasını savunmak- tadır.5

ABD-Suudi Arabistan ilişkilerindeki paradoksal boyut artarak devam etmektedir. Bir taraftan din merkezli katı bir Batı karşıtı anlayışla yönetilen bir ülkeye karşı duyulan şüphe, diğer taraftan uzun süreden beri bölgede ABD ve Batı ile ha- reket eden bir müttefik söz konusudur. Bir göz- lemcinin ifadesine göre, Suudi Arabistan aynı zamanda hem sıkı bir anti-Amerikancı hem de sıkı bir Amerikancı ülkedir.6 Amerika’da Riyad’ın geleneksel dostluğuna bir son verilmesini savu- nanlar kadar ilişkilerin pekiştirilerek devam et- tirilmesi gerektiğini iddia edenler vardır. Dünya- nın en büyük petrol tüketicisi ile en büyük üre- ticisi bu iki ülke arasındaki karşılıklı bağımlılık devam etmektedir. ABD, hala Suudi Arabistan’ın en büyük ticaret ortağıdır. Suudi işadamları ABD’deki en büyük yatırımcılar arasında bulun- maktadırlar. Suudi Krallığı aynı zamanda Ame- rikan hükümetinden en fazla borçlanma kâğıdı alan ülkelerden biridir. Amerikalıların petrol ve

Suudi Arabistan ile ABD arasındaki ilişkiler son yıllarda istikrarsız bir se-

yir izlemektedir. Bazen iki ülke arasındaki geleneksel ittifakın bozulacağı

veya bozulması gerektiği, bazen de bölgenin koşulları dikkate alındığın-

da iki ülkenin karşılıklı olarak birbirine muhtaç olduğu vurgulanmaktadır.

(5)

doğal gaz bağımlılıkları ise devam etmektedir.

Irak işgali sonrasında Ortadoğu’da sıkışan Amerikan yönetimi, geleneksel müttefiki Suudi Arabistan’ın yardımına ihtiyaç duydu. ABD Baş- kan Yardımcısı Cheney’nin Kasım 2006’da Kral Abdullah ile yaptığı görüşmede, Riyad’ın Irak ve Lübnan konularında ABD politikalarını destek- lemesini istemişti.7 Ancak Irak’taki Amerikan iş- gali, bölgesel bir sorunu çözmemiş, bilakis Sün- nilerin aleyhine olmak üzere Irak’ta İran’a yakın bir Şii yönetimi iktidara getirmiştir. Suudiler başta olmak üzere bütün Sünnileri endişelendi- ren bu durum, aslında ABD’nin Irak’taki başarı- sızlığının en dikkat çeken sonuçlarından biridir.

Kendi ülkelerindeki petrol zengini bölgelerdeki çoğunluğu oluşturan yüzde 20’lik Şii azınlığı

barındıran ve Arap dünyasının liderliği peşinde koşan Suudiler, ABD’nin bu başarısızlığından en çok etkilenen devlet olacaktır. Bu endişeden dolayı, Suudi yönetimi bölgesel sorunlar konu- sunda giderek Amerikan bakış açısından uzak- laşmaya başlamıştır.

ABD’nin İran’a yönelik muhtemel müdahalele- rinde en etkin rol oynayacak devletlerin başında güçlü Sünni Arap ülkesi Suudi Arabistan gel- mektedir. Amerikalı yetkililer El Kaide, Hizbul- lah, Suriye ve İran’ın olumsuz etkileri konusunda Suudi Arabistan ile diğer Sünni Arap ülkelerin desteğine ihtiyaç duymaktadır. Suudi yönetimi, ABD’nin küresel ölçekli terörle mücadelesinin Ortadoğu ayağındaki en önemli destekçilerin- den biri olmaya çalışmaktadır. Bu bağlamda, ge-

Kral Abdullah döneminde ABD ile daha dengeli bir ilişki tarzı geliştirilmek isteniyor.

(6)

rektiğinde eğitim ve dini bakış açısı dâhil, siyasal ve toplumsal sistemde bu yönde değişiklikler yapacağının sinyallerini vermiştir. İran ve Irak konusu dışında Suudi-ABD ilişkilerinde güçlük çıkaran başka bir konu da İsrail’in bölgedeki konumudur. Filistin sorunu bağlamında sorun teşkil eden İsrail, Suudi yönetiminin Amerikan hükümeti nezdinde itibar kazanmasını engelle- meye çalışmaktadır.

İran’la Bölgesel Rekabet

Suudi Arabistan, bir taraftan ABD talepleri doğ- rultusunda İran karşıtı yapılanmanın bir parçası olmak zorunda kalırken, diğer taraftan da İran ile farklı alanlarda işbirliği yapmanın yollarını aramıştır. Suudi Krallığı ABD ile İran arasın- daki gerginlikten doğrudan etkilenen ülkelerin başında gelmektedir. Bir taraftan uzun süreli müttefiki ve destekçisi ABD, diğer taraftan en önemli komşularından olan İran konusunda Su- udi yetkililerin dikkatli davranmaları gerekmek- tedir. Suudi yönetimi özellikle nükleer enerji ve silah üretimi konusunda ikilemde kalmaktadır.

ABD’nin istediği ve beklediği İran karşıtı sert önlemleri bölgesel istikrar açısından sorunlu bulan Riyad, İran’ın nükleer silah sahibi olmasını da istikrarsızlığa neden olacak bir gelişme olarak okumaktadır. Bu bağlamda bir orta yol bulma amacındadır. İran ile küresel güçler arasındaki nükleer dosya konusunda barışçıl çözüm yolla- rının kullanılmasını ve İsrail dâhil bölgenin kitle imha silahlarından arındırılmasını savunmakta- dır.

Suudi Arabistan’ın ABD ile ilişkilerinde gergin- liklerin artmasına paralel olarak, Suudi-İran ilişkileri giderek olumlu bir seyir izlemektedir.

Ortadoğu’daki bir Sünni-Şii rekabetinde İran ile karşı karşıya gelecek en muhtemel devletlerden

biri olan Suudi Arabistan ile İran arasındaki çok boyutlu ekonomik ve siyasi ilişkilerde gözle gö- rülür bir iyileşme vardır. İran, Suudilerin küresel aktörler ve bölge ülkeleriyle ilişkilerinde dik- kate alması gereken önemli bir ülkedir. İki ülke de Batı tipi siyasi yapılanma konusunda isteksiz davranmakta ve kendi tarihsel birikim ve kültü- rel kodlarından esinlenen bir devlet yapılanma- sını tercih etmekte ve Batı tipi liberal demokratik anlayışa ve bu çerçevede bu Batılı siyasi rejimin Ortadoğu’ya ihraç edilmesine de karşı çıkmakta- dırlar.8 Batı’nın baskıları karşısında zor durumda kalan İran, Suudi Arabistan ile ilişkileri geliştire- rek rahatlamaya çalışmaktadır.

Ancak bu ortak tavırlar ve olumlu gelişmelere rağmen, Irak’ın işgalinden sonra Ortadoğu’da Şii bir İran’ın ve onun himayesindeki bölgesel bir Şii oluşumu, bölgedeki diğer Sünni Müslüman dev- letler gibi, Suudi Arabistan rejimini de rahatsız etmektedir. Irak işgaliyle Irak’ın en önemli siya- sal aktörleri olan Şii gruplar ile Lübnan’da İsrail devletine kök söktüren ve Lübnan halkının gön- lünde taht kuran Hizbullah, İran etkisinin daha geniş alanlara yayılabileceğini göstermektedir.

Suudi yetkililer, İran ve yandaşlarının güçlen- mesinin kendi meşruiyetlerine halel getirdiğini düşünmektedirler. Bu da ülkedeki Şii aleyhtar- lığını körüklemektedir. Örneğin, Suudi yetkili- ler Hizbullah’ın “maceralarının” 2006 Lübnan Savaşı’na yol açtığını, savaşın asıl sorumlusunun İsrail değil Hizbullah olduğunu açıklamıştır.9 Suudi Arabistan’ın İran’ı, “İslam Devrimi son- rası İran’ı”na karşı kurulan Körfez İşbirliği Konseyi’nin 2007 sonlarında Katar’ın başken- ti Doha’da yapılan zirve toplantısına davet et- mesi hem bölge devletleri hem de dünya ka- muoyunda yankı bulmuştur. Zirveye katılan

Suudi Arabistan tarihsel olarak Araplar arasındaki statüko ve dayanış-

madan yana olmuştur. Son zamanlarda ise Arap dünyasında daha et-

kili olmak için önemli adımlar atmaya başlamıştır. Suudi yönetimi, Arap

kimliğinin geliştirilmesi ve Arap Birliği’nin güçlendirilmesi için öncülük

yapmaya çalışmıştır.

(7)

Ahmedinejad’ın Konsey’e serbest ticaret, petrol ve doğalgaz konuları da içeren 12 maddelik bir işbirliği paketi sunması, hem Körfez ülkeleriyle İran arasında işbirliği ihtimalinin olduğu hem de Arap ülkelerinin İran konusunda ABD’den farklı hareket edebileceği anlamına gelmiştir.10 Ayrıca Suudi yönetimi, 2007 yılında bir ilki gerçekleş- tirerek İran liderine hac daveti yapmıştır. Kral Abdullah’ın daveti üzerine İran Devlet Başkanı Ahmedinejad hac ibadetini yapmak için Mekke ve Medine’yi ziyaret etmiş ve Kral Abdullah ile Müslüman milletler arasındaki işbirliği ve daya- nışmanın gerekliliğini vurguladığı bir görüşme yapmıştır.

Arap Dünyasında Etkin Bir Rol

Suudi Arabistan tarihsel olarak Araplar arasın- daki statüko ve dayanışmadan yana olmuştur.

Suudi Arabistan yönetimi son zamanlarda Arap dünyasında daha etkili olmak için önemli adım- lar atmaya başlamıştır. İslam dininin en kutsal kentleri gibi sahip olduğu imkânları bu amaca kanalize etmeye çalışan Suudi yönetimi, Arap kimliğinin geliştirilmesi ve Arap Birliği’nin güç- lendirilmesi için öncülük yapmaya çalışmıştır;

Filistin, Lübnan ve Irak gibi tüm Arap devletleri- ni ilgilendiren konularda ortak tavır geliştirme- nin gerekliliğini vurgulamıştır.11 Kral Abdullah’ın yönetimi devralmasıyla birlikte başlatılan aktif

Nüfusunun yüzde 20’si Şii olan Suudi Arabistan, Irak ve Lübnan başta olmak üzere İran etkisiyle birlikte Şiilerin bölgede güçlenmesinden derin endişe duyuyor.

(8)

bölgesel liderlik politikası devam ettirilmiş- tir. Mart 2007’de Riyad’ta toplanan Arap Birliği Zirve Toplantısı’nda, Filistin sorununa çözüm bulmak amacıyla 2002 yılında Kral Abdullah ta- rafından hazırlanan Arap Barış Girişimi örgüt tarafından kabul edilmiştir. Suudi yönetimi, bu ve benzeri gelişmelerle Arap dünyasının liderli- ğini ele geçirmeye çalışmaktadır. Suudi Arabis- tan Arap ülkelerini ilgilendiren bütün konularda aktif olmaya çalışmaktadır. Irak, Suriye, Lübnan, Filistin, nükleer silahların yayılması, uluslararası terörizm ve enerji gibi bölgesel ve küresel geliş- meleri yakından takip etmeye başlayan Suudi Arabistan, etkili bir bölgesel aktör olan Mısır’la birlikte Arap dünyasının hamisi ve yakın bölge- sinin hegemonu olma mücadelesi vermektedir.

Suudi Arabistan, daima Irak’ın güvenliğini, is- tikrarını, bağımsızlığını, ülkenin toprak bütün- lüğünü ve halklarının birliğini vurgulamaktadır.

Irak’taki statükonun devam etmesini talep eden Riyad, bölgedeki dengeleri gözetmek adına za- man zaman anti-Amerikancı bir tavır da almak zorunda kalmıştır. Örneğin, 28 Mart 2007’de Riyad’ta yapılan Arap Birliği Zirvesinde Kral Abdullah, “Irak’ın haksız bir işgal altında bir iç savaş yaşadığını” vurgulamıştır. Suudiler, Irak’ta Şii ağırlıklı bir hükümetten ziyade Şii, Sünni ve Kürtlerden oluşan bir koalisyondan oluşan bir ortak yönetim istemektedir.12 Çabalarını da daha çok İslam Konferansı Teşkilatı, Arap Birli- ği, Körfez İşbirliği Konseyi ve Birleşmiş Milletler gibi çok-taraflı yapılar içinde dile getirmektedir.

Suudi yönetimi Irak’ın toprak bütünlüğünün sağlanması ve mezhep çatışmalarının önlenmesi için çabalar sarf etmektedir. Bu bağlamda, Suu- di Kralı Abdullah Ekim 2007’de Irak’ın önde ge- len Sünni ve Şii yetkilileriyle toplantılar yaparak ülkedeki mezhep çatışmasının önlenmesi için gerekli adımların atılmasını istemiştir. İşgalin ilk gününden itibaren ülkesinin Irak’taki tüm ta- raflara eşit mesafede olduklarını açıklayan Suudi

yönetimi Irak’ın mezhep ve etnik yapısına göre bölünmesinin sorunu çözmeyeceğini, aksine yeni sorunlara yol açacağını ileri sürmüştür.

Filistin konusunda en fazla maddi destek sağla- yan ve somut siyasi çözümler öneren ülke olan Suudi Arabistan, Filistin konusunda İran ile ABD/İsrail arasında bir denge politikası izlemek durumunda kaldığından çok dikkatli hareket et- mektedir. Bir taraftan HAMAS’ı, İran gibi sta- tüko karşıtı ülkelerden uzak tutmaya; diğer ta- raftan Filistinlilerin İsrail’i tanımadan bir birlik hükümeti kurmasını istemeyen ABD ve İsrail’e rağmen arabuluculuk yapmaya çalışmaktadır.

Yani, Filistin konusunda “dengeli” İsrail karşıtlığı politikasında Arap ülkelerini etkilemeye ve yön- lendirmeye çalışmaktadır. Kral Abdullah, 2006 yılında yaşanan ve yüzden fazla kişinin hayatına mal olan Filistin iç savaşında HAMAS ile El Fetih arasında arabuluculuk yapmıştır. El Fetih lideri Mahmud Abbas ile HAMAS’ın sürgündeki lideri Halid Meşal’ı Mekke’de bir araya getirerek sava- şın sona ermesini sağlamıştır. Kral gözetiminde anlaşmaya varan tarafların 8 Şubat 2007’de im- zaladıkları “Mekke Deklarasyonu” ile kurulacak birlik hükümetinin ilkeleri düzenlenmiştir.

2007’de yapılan Arap Birliği Zirve Toplantısı’nda Mahmud Abbas, Arap-İsrail çatışmasının sona erdirilmesi için Suudi Arabistan’ın başkanlığın- da bir komitenin kurulmasını istemiştir. Zirvede oybirliğiyle kabul edilen ve İsrail’in 1967 yılında işgal ettiği bütün topraklardan çekilmesi ve Fi- listinli mültecilerin evlerine dönmeleri karşı- lığında İsrail’in bütün Arap ülkeleriyle ilişkile- rinin normalleşmesini öngören Kral Abdullah Planı’na İslam dünyasının ve küresel güçlerin destek vermesi çağrısında bulunulmuştur. Suudi Arabistan, ABD tarafından Filistin Sorunu ko- nusunda 27 Kasım’da Annapolis’te düzenlenen konferansa katılarak alınan bu kararları tekrar- lamıştır. Suudi yetkililer, Arap topraklarından

ABD’nin önemli bölgesel müttefiklerinden biri olan Suudi Arabistan’ın

Chavez, Ahmedinejad ve Putin gibi Amerikan karşıtı liderleri sıcak bir şe-

kilde karşılaması da bu ülkenin giderek bağımsız bir politika geliştirdiğini

göstermektedir.

(9)

çekilmediği sürece İsrail’in Araplar tarafından tanınmayacağını ifade etmişlerdir.

Suudi Arabistan, Lübnan konusunda da aktif bir politika izlemektedir. Lübnan’ın güçlü bir mer- kezi hükümete sahip bağımsız bir devlet olması doğrultusunda politika izleyen ve istikrar sağla- yıcı bir çözüm isteyen Riyad, istikrarın devamı için düşman taraflar arasında ısrarla diyalog ku- rulması çağrısında bulunmuştur.13 Dışişleri Ba- kanı Suud El Faysal, Lübnan ile Suriye arasındaki gerginliğin sona erdirilmesi için bir plan hazır- lamıştır. Kral Abdullah, Hizbullah liderleriyle irtibata geçerek taraflar arasında arabuluculuk yapmaya çalışmıştır. Lübnan’da hem Batı yanlısı hükümet ile Batı karşıtı Hizbullah hem de Sün- nilerle Şiiler arasındaki anlaşmazlıkların gideril- mesi için çaba göstermiştir.14

Arap dünyasının siyasi ve ekonomik liderliği pe- şinde koşan Suudi Arabistan, Katar, Yemen ve Ürdün diğer Arap devletlerine yönelik de olumlu adımlar atmıştır. Bu çerçevede, aralarında tarih- sel düşmanlık ve rekabet bulunan bir hanedan tarafından yönetilen Ürdün’le de ilişkileri geliş- tirmeye özen göstermiştir. 2007 yılında Ürdün Kraliçesi Raina, Cidde Ekonomi Forumu’na onur konuğu olarak davet edilmiş ve akabinde Kral Abdullah Ürdün’ü ziyaret etmiştir.15

Yeni Ortaklarla Yeni Açılımlar

Kral Abdullah’ın 2005 yılında yönetime gelme- sinden sonra Suudi Arabistan farklı ülkelerle temasa geçerek dış politikada yeni açılımlar ger- çekleştirmiştir. Suudi Krallığı, Batı’ya bağımlılı- ğını azaltarak ABD dışındaki küresel ve bölgesel güçlerle işbirliği çabaları başlatmıştır. Son za- manlarda Suudilerin, Hindistan ve Çin’e petrol ihracatını arttırması ve en büyük petrol üretici- lerinden biri olan Rusya ile yakın ilişkiler geliş- tirmesi Batı’ya bağımlılığın azaltılması çerçeve- sinde değerlendirilebilir. ABD’nin önemli bölge- sel müttefiklerinden biri olan Suudi Arabistan’ın Chavez, Ahmedinejad ve Putin gibi Amerikan karşıtı liderleri sıcak bir şekilde karşılaması da bu ülkenin giderek bağımsız bir politika geliştir- diğini göstermektedir.

Suudi Arabistan son zamanlarda Asya, Avrupa ve Afrika ülkeleriyle yakın ilişkiler geliştirmiş- tir. Kral Abdullah, ilk yılında Asya ülkeleriyle ilişkileri geliştirme adına önemli adımlar atmış- tır. Ocak 2006’da 14 gün süren, beş uçak dolusu bakan, bürokrat ve işadamının katıldığı ve Çin, Hindistan, Pakistan ve Malezya gibi dört önem- li Asya devletini kapsayan çok önemli bir Asya gezisine çıkmıştır. Bazı gözlemciler bunu, Kral- lığın dış politikasındaki “stratejik bir değişim,”

bir “yeniden dengeleme” ve krallık için “yeni bir dönemin başlangıcı” olarak nitelendirmiştir.16 Dünyanın en büyük ikinci petrol tüketicisi olan Çin ile dünyanın en büyük petrol ihracatçısı Su- udi Arabistan arasında enerji ve ticaret konula- rında işbirliği imkânları üzerinde durulmuştur.

Çin, Suudi Arabistan dış ticaretinde önemli bir yer tutmaya başlamıştır. 50 yıl aradan son- ra Hindistan’ı, 30 yıl sonra da Pakistan’ı ziyaret eden ilk Suudi kralı olan Kral Abdullah’ın, birbi- rine düşman iki bölgesel gücü eşzamanlı olarak ziyaret etmesi, ülkenin çok yönlü bir dış politika hedeflediğini göstermektedir.

Suudi Arabistan dış politikada başlattığı aktif ve çeşitliliğe dayalı politika değişikliğine Rusya ile ilişkilerinde de yer vermiştir. 2007 yılı iti- bariyle Devlet Başkanı Vladimir Putin, Suudi Arabistan’ı ziyaret eden ilk Rus lider olmuştur.

İki ülke, Irak ve Filistin sorunları başta olmak üzere bölgesel ve uluslararası sorunlarda işbirli- ği yapma kararı almıştır. Suudi yönetimi, dünya- nın en önemli petrol ihracatçılarından biri olan Rusya ile hem ekonomik ve ticari hem de silah ve güvenlik alanında ikili ilişkilerini geliştirerek Batı bağımlılığından kurtulmaya çalışmaktadır.

Suudi Arabistan’ın Japonya ile ilişkilerinde de önemli gelişmeler olmuştur. 28 Nisan 2007’de krallığı ziyaret eden Japonya Başbakanı Shinzo Abe, Kral Abdullah ve diğer yetkililerle yaptığı görüşmelerde iki ülke arasındaki enerji, yatırım, ticaret ve kalkınma gibi ekonomik alanlarda iş- birliğinin arttırılmasını talep etmiştir.17 İki ülke arasında “çok katmanlı bir ilişki” kurulması için adımlar atılmıştır.

Suudi Arabistan farklı Avrupa ülkeleriyle de yakın bir diyalog başlatmıştır. Kral Abdullah’ın Avrupa’ya yaptığı ziyaretler, ülkenin dışa açı-

(10)

lımının ve dış politikasını çeşitlendirdiğinin temel göstergelerinden biri olarak görülebilir.

18-24 Haziran 2007 tarihlerinde üç önemli AB ülkesi İspanya, Fransa ve Polonya’ya resmi ziya- ret gerçekleştirmiştir. 27 yıl aradan sonra Suudi Arabistan’dan İspanya’ya kral düzeyinde gerçek- leşen ilk ziyarette farklı antlaşmalar imzalanmış- tır. Fransa’da, Devlet Başkanı Sarkozy ile Filistin, Irak, Lübnan, nükleer yayılma ve terörle müca- dele konularında fikir teatisinde bulunmuştur.

Ziyaretinin üçüncü ayağında gittiği Polonya’da ülkeyi ziyaret eden ilk Suudi kralı olarak tarihe geçmiştir. Kasım 2007’de ise dört devleti kapsa- yan bir başka Avrupa turuna çıkmıştır. Tur kap- samında ilk ziyaret ettiği ülke İngiltere olmuştur.

Kral, İtalya ziyareti sırasında Vatikan’ı ziyaret etmiş ve Katolik Hıristiyanların ruhani lideri Papa 16. Benediktus ile görüşmüştür. Almanya ziyareti sırasında ise Başbakan Angela Merkel ve Cumhurbaşkanı Hörst Köhler ile görüşmeler yapmıştır.

Sonuç

Yaklaşık 26 milyon nüfusu, geniş coğrafyası ve zengin doğal kaynakları dikkate alındığın- da Suudi Arabistan’ın jeo-politik, jeo-stratejik,

jeo-ekonomik ve jeo-kültürel bakımlardan önemli bir ülke olmaya devam edeceği açıktır.

Kral Abdullah’ın iktidara gelmesinden bu yana Suudi Arabistan’da ciddi reformlar başlatılmış- tır. Özellikle 2006 yılı, Suudi Arabistan’da Kral Abdullah’ın ilk yılı olması hasebiyle oldukça ha- reketli geçmiştir ve kuruluşundan bugüne kadar Suudi Arabistan’ın en radikal dış politika hamle- sini gerçekleştirmeye çalıştığı yıl olmuştur. Yeni kral, ülkenin dış politika anlayışını değiştirme sürecinde giderek daha pragmatik ve rasyonel bir dış politika izlemeye başlamıştır.

Suudi Arabistan yönetimi egemenliğini koru- mak, ulusal kimliğini muhafaza etmek ve rejim güvenliğini sağlamak için ABD, Rusya ve Çin gibi büyük devletlerin desteğine muhtaç olmaya devam etmektedir. Hızla değişen global denge- ler, Batı’da yükselen anti-İslamcılık ve bölgesel istikrarsızlık küresel güçlerden baskıların gel- mesine yol açmaktadır. Dolayısıyla ülke, dış poli- tikasını hem bölgesel hem de küresel gelişmelere göre belirlemek durumundadır. Suudi yönetimi- nin son yıllardaki dış politika açılımları, ülkenin siyasi ve diplomatik çalışmalarının yeni bir dö- neme girdiğinin somut göstergeleridir.

1 Muhittin Ataman, “Kingdom of Saudi Arabia,” iç. Wolfgang Gieler ve Kemal İnat (Der.) Foreign Policy in the Greater Middle East: Central Middle Eastern Countries, Berlin, Almanya: Wiessenschaftlicher Verlag, 2005, ss. 85-102, s. 86.

2 Muhittin Ataman, “Suudi Arabistan 2006,” Kemal İnat ve Muhittin Ataman (Der.), Ortadoğu Yıllığı 2006, Ankara: Nobel Yayın Dağıtım, ss. 217-246.

3 Abdulbari Atwan, “Suudi Arabistan Neyin Peşinde?” Radikal, 11 Şubat 2007.

4 Tariq Alhomayed, “Asharq Al-Awsat Interviews Saudi Crown Prince Sultan Bin Abdulaziz,” Asharq Al- Awsat, 8 Ocak 2007.

5 Thomas Hegghammer, “”Terrorist Recruitment and Radicalization in Saudi Arabia,” Middle East Po- licy, c. 13, n. 1, ss. 39-60, s. 39.

6 Beril Dedeoğlu, “Giving Weapons to Saudi Arabia,” Today’s Zaman, 1 Ağustos 2007.

7 “US Seeks Saudi Help,” Herald Sun, 27 Kasım 2006.

8 “Saudi Arabia, Iran Denounce Bush’s New Appeal for Democracy,” Daily Star, 2 Şubat 2006.

9 Graham E. Fuller, “The Shia vs. Sunni Split? Not on the Arab Street,” New Perspectives Quarterly, Güz 2006, s. 34.

10 “Körfez’den ABD’ye İran Mesajı,” Aksiyon Dergisi, Sayı: 679, 10 Aralık 2007.

11 Samir Al-Saadi, “Kingdom Calls for a Stronger Arab League,” Arab News, 27 Ağustos 2006.

12 Omer Taspinar, “The Saudi-American Connection,” Today’s Zaman, 21 Mayıs 2007.

13 P. K. Abdul Ghafour, “Kingdom Calls for Dialogue in Lebanon,” Arab News, 5 Aralık 2006.

14 “Hezbollah Seems to Agree with Saudi Arabian Arbitration,” Today’s Zaman, 6 Ocak 2007.

15 “Fariz Opens Jordanian-Saudi Economic Forum,” Jordan Times, 17 Nisan 2007.

16 Harsh V. Pant, “Saudi Arabia Woos China and India,” Middle East Quarterly, c. 13, n. 4, Güz 2006.

17 “Abdullah, Abe to Discuss Key Issues,” Arab News, 28 Nisan 2007.

DİPNOTLAR

(11)

İnceleme

>

Abstract

Energy is the foundation of economic activity. Without energy economic development and wel- fare cannot be improved. The formation of energy resources such as oil, natural gas, and coal is a natural process that requires millions of years. Therefore, the energy endowment of a coun- try is an independent variable. The distribution of energy resources among the regions of the world is not even. The Middle East is one of the regions of the world that is richest in oil and natural gas reserves. The fact that, in the long run, the rate of the discovery and production of energy resources cannot meet the rate of demand increase makes those countries producing and exporting these energy resources even more important. Countries that produce and ex- port energy resources can use these resources as part of their security strategy in international relations, and utilize the financial resources raised by exporting energy resources for their economic development objectives.

ORTADOĞU ÜLKELERİNİN ENERJİ KAYNAKLARININ ÖNEMİNİN EKONOMİ-POLİTİK BİR DEĞERLENDİRMESİ

Ortadoğu, sahip olduğu petrol ve doğal gaz kaynakları ile gelecek yarım yüz yıl boyunca dünya enerji piyasalarını domine etmeye devam edecek.

Yrd. Doç Dr. Harun ÖZTÜRKLER Afyon Kocatepe Üniversitesi İ.İ.B.F. Ekonomi Bölümü Öğretim Üyesi

hozturkler@yahoo.com

A Political Economic Evaluation on the Importance of Energy Resources in Middle East

(12)

Giriş

E

nerji kaynaklarının ve özellikle petrolün yalnızca rezervi, üretimi ve ihracatı so- nucu oluşan büyük finansal servetin nasıl kullanılacağı değil, kimin tarafından tüketileceği de küresel ölçekli çıkar çatışmasına neden olan bir olgudur. Örneğin, Leverett ve Bader, Çin’nin piyasa ekonomisine dönük reformları sonucu genişleyen sanayi üretim kapasitesi ve ulaştırma ihtiyacı sonucu Ortadoğu petrol rezervlerinin kontrolü için giriştiği rekabetin Amerika Birle- şik Devletleri (ABD)’nin çıkarlarını tehdit ettiği- ni vurgulamaktadırlar.1

Roncaglia, iki temel ekonomik yaklaşım olan sübjektif ve objektif yaklaşımların enerji ile ilgili olarak da iki farklı bakış açısını ortaya koydukla- rını ifade etmektedir.2 Buna göre, sübjektif yak- laşım doğal kaynakların nihai kıtlığını ve enerji fiyatlarını vurgularken, objektif yaklaşım tekno- lojik gelişmeleri ve belirsizliği vurgulamaktadır.

Enerji sektörünün tarihi ise objektif yaklaşımla daha çok örtüşmektedir. Alternatif yaklaşımın temel vurguları ise, enerji piyasalarının ulus- lararası piyasalar oldukları ve bu nedenle de uluslararası politikaların bu piyasalarda önemli bir rol oynadığı ve kıtlık değil ama çevreyi de gözeten dünya ölçeğinde bir sürdürülebilir kal- kınma temelli enerji yaklaşımına ihtiyaç olduğu- dur. Bunu gerçekleştirmenin yolu ise, Goldem- berg ve arkadaşlarınca vurgulandığı gibi, enerji kullanımındaki etkinliği artırmak, yenilenebilir enerji kaynaklarının payını artırmak, yeni enerji üretim ve tüketim teknolojilerinin üretilmesi ve kullanılmasının hızlandırılmasıdır.3 Clawson ve Herter ise, son on yılda enerji politikasına yöne- lik tartışmaların çok üretim-çok tüketim kampı ile az üretim az tüketim kampı arasında cereyan ettiğini gözlemektedirler.4

Bu çalışmanın amacı Ortadoğu ülkelerinin dün- ya enerji kaynakları ihtiyacını karşılamadaki önemini analiz etmektir. Dünya enerji ihtiyacı-

nın giderek artacağı öngörüsünden hareketle, böyle bir analiz için bu ülkelerin bir bütün ola- rak dünya enerji kaynakları rezervleri ve üretimi içerisindeki payını ortaya koymak ve bu payın zaman içerisinde nasıl değişeceğinin incelemek gerekmektedir. Çalışmanın takip eden bölümü bu temanın ekonomi-politik bir değerlendirme- sini içermektedir.

Ortadoğu Ülkelerinin Enerji Kaynakları Nordhaus’a göre ekonomik büyümenin dünya- daki mevcut doğal kaynaklar ile sınırlı olduğu ve bunun dünyadaki yaşam standardını nihai ola- rak primitif insanın yaşam standardına götüre- ceği senaryosu, eğer böyle bir senaryonun ger- çekleşme olasılığı varsa, ilk önce enerji kaynakla- rındaki sınırlılık ile hissedilmeye başlanacaktır.5 Bunun bir nedeni, fizik kurallarının bir sonucu olarak, enerjinin birçok süreçte zorunlu girdi olmasıdır. İkinci bir neden ise, enerji kaynakla- rının büyük kısmının yenilenebilir olmamasıdır.

Bu nedenlere, enerji kaynaklarının geri kazanı- mının çoğu durumda mümkün olmamasını ve mevcut enerji kaynakları arasında çevre için tü- müyle zararsız olan bir kaynağın olmayışını da ekleyebiliriz. Enerji kaynakları, iktisadın bir bi- lim olarak varlık nedeni olan kıtlık kavramının en iyi örneklerinden birisidir.

Rusya Federasyonu örneğinde olduğu gibi, ener- ji kaynaklarına sahip olan ülkeler ekonomik kal- kınmalarını hızlı bir biçimde gerçekleştirebil- me olanaklarına sahiptirler. İhtiyaç duydukları enerji kaynakları için dışa bağımlı olan ülkeler ise, bu enerji kaynaklarını elde edebildikleri öl- çüde ekonomik kalkınma hedeflerine yaklaşa- bileceklerdir. Ancak enerji kaynakları için dışa bağımlı olan ülkeler, bu kaynakların dışalımını gerçekleştirebilmek için ihtiyaç duydukları fi- nansal kaynakları yaratabilmek için diğer mal ve hizmetleri üretebilip ihraç edebilmelidirler. Bu mal ve hizmetlerin üretimi ise doğal olarak ener- ji kaynaklarının arzını gerektirmektedir. Kısaca

2008 yılı itibariyle dünyadaki ispatlanmış petrol rezervlerinin yaklaşık

yüzde 60’ı Ortadoğu ülkelerindedir. Bu ülkelerin üretimden aldığı pay ise

yaklaşık yüzde 30’dur. Bu veriler, Ortadoğu petrol rezervleri üzerindeki

baskının dünyanın geri kalan yörelerinde olduğundan daha az olduğunu

göstermektedir.

(13)

bu bağımlılık ilişkisi kırılamaz bir kısır döngüyü ifade etmektedir.

British Petroleum’un (BP) verilerine göre, 2008 yılı itibariyle dünyadaki ispatlanmış petrol re- zervlerinin yaklaşık yüzde 60’ı Ortadoğu ülkele- rindedir.6 Bu ülkelerin üretimden aldığı pay ise yaklaşık yüzde 30’dur. Bu veriler, Ortadoğu pet- rol rezervleri üzerindeki baskının dünyanın geri kalan yörelerinde olduğundan daha az olduğunu göstermektedir. Petrol İhraç Eden Ülkeler Ör- gütü (OPEC) dünya petrol rezervlerinin dörtte üçüne sahiptir. OPEC’in üretimden aldığı pay ise, yaklaşık yüzde 45’dir. Kuzey Amerika’nın dünya rezervlerinden aldığı pay yalnızca yüzde 5,6 olup, üretimden aldığı pay ise yaklaşık yüzde 16’dır. Bu durum Kuzey Amerika petrol rezerv-

lerinin, özellikle ABD’den kaynaklanan talep ne- deniyle önemli bir üretim baskısı altında oldu- ğunu göstermektedir. Kanada, Meksika ve Vene- züella ABD’nin yıllık petrol ihtiyacının yarısını karşılamaktadır. ABD dünya petrol rezervlerinin yalnızca yüzde 2,4’üne sahip iken, dünya petrol üretiminin yaklaşık yüzde 8’ine sahiptir. Avrupa Birliği (AB) dünya petrol rezervlerinden en dü- şük payı almaktadır. AB’nin rezerv payı yüzde 0,5 iken, üretimden aldığı pay yüzde 2,7’dir. Bu- rada Çin ve Rusya’nın ayrıca değerlendirmesin- de yarar vardır. Çin’in dünya petrol rezervlerden aldığı pay yüzde 1,2 iken, üretimden aldığı pay aldığı pay yaklaşık yüzde 5’tir. Yani Çin artan ta- lebini karşılayabilmek için rezervlerini yoğun bir biçimde kullanmaktadır. Buna karşı Rusya’nın rezervleri dünya petrol rezervlerinin yüzde

Ortadoğu’nun enerji kaynaklarına yüksek düzeyde bağımlılığı olan Çin ve ABD, uzunca bir süre daha bölgede birbirleriyle mücadele halinde olacak.

(14)

6,3’üne karşılık gelirken, dünya petrol üretimi içerisindeki payı yüzde 12,4’tür. Görüldüğü gibi, Ortadoğu dışındaki tüm bölgelerde rezerv pay- larının üstünde üretim payları söz konusudur.

Rezervlerin aşırı kullanımının, petrol alanlarına zarar verdiği kabul edilmektedir.

Petrol ile ilgili önemli bir nokta, yaklaşık 50 yıl önce yapılan keşiflerin bugünkü petrol üretimi- nin temelini oluşturduğudur. Yeni petrol rezerv- leri keşifleri devam etmekle beraber, 2030 yılına kadar olan dönem için yapılan tahminler, yeni keşiflerin aynı dönem için öngörülen üretime katkısının az olacağı yönündedir. Petrol alanları arama ve işleme teknolojilerindeki çok önemli gelişmelere karşın keşiflerin sayısının ve mikta- rının azalması, dünya petrol rezervlerinin bü- yük çoğunluğunun zaten keşfedildiği anlamına gelmektedir. 2008 yılı itibariyle öngörülen dün- ya petrol rezervleri 1238 milyar varildir. Yıllık üretim ise, yaklaşık olarak 31 milyar varildir. Bu üretim düzeyinin korunması durumunda, yeni keşiflerin ihmal edilir düzeyde olduğu da kabul edilirse, dünyanın 40 yıllık petrol rezervi oldu- ğu sonucuna varılır. Üretim düzeyinin artması bu süreyi uzatırken, tüketimin artması bu süreyi kısaltacaktır. Yinede, petrol rezervlerinin ne za- man tükeneceğine ilişkin senaryoların genellikle gerçekleşmediği akıldan çıkarılmalıdır.

Yukarıda bahsedilen bölgelerin dünya petrol tü- ketimleri içerisindeki paylarının ortaya konması, petrole ilişkin bağımlılık ile ilgili olarak bize bir ipucu verecektir. ABD’nin dünya petrol tüketimi içerisindeki payı yüzde 22,5’dir. ABD’nin dün- ya petrol üretimindeki payının yalnızca yüzde 8 olduğu dikkate alındığında, ABD’nin petrol bağımlılığının şiddeti ortaya çıkmaktadır. Bu durum dünya ispatlanmış petrol rezervlerinin yüzde 60’ına sahip Ortadoğu’nun ABD için ne denli önemli olduğunu göz önüne sermektedir.

Bu durum ayrıca ABD’nin Ortadoğu’ya yönelik siyasi ve askeri politikalarının reel geri planını da yansıtmaktadır. Benzeri bir durum AB için

de söz konusudur. AB’nin petrol rezervleri dün- ya rezervlerinin yüzde 0,5’i iken, petrol tüketi- minin dünya tüketimi içerisindeki payı yaklaşık yüze 18’dir. Bu yönü ile bakıldığında, AB’nin Ortadoğu petrollerine bağımlılığı ABD’den çok daha şiddetlidir. Rusya’nın toplam petrol tüke- timi içerisindeki payı yüzde 3,3’tür. Rusya’nın bir dış petrol bağımlılığı söz konusu değildir.

Çin’nin toplam dünya petrol tüketimi içerisinde- ki payı yüzde 9,6 olup, yüzde 1,2’lik dünya pet- rol rezerv payı dikkate alındığında, bir yandan petrolde dışa bağımlılığının şiddetini, diğer yan- dan ABD’nin Ortadoğu konusunda neden Çin ile mücadele etmek zorunda kalacağını görmek olanaklı hale gelmektedir.

Önemi giderek artan bir diğer birincil enerji kaynağı doğal gazdır. Doğal gazın petrole karşı birkaç üstünlüğü söz konusudur. Bunlardan en önemlisi petrolle kıyaslandığında doğaya daha az zarar vermesidir. Doğal gazın üretimi ve tüke- tim noktalarına taşınması da petrolle kıyaslan- dığında daha kolaydır. 2008 yılı itibariyle, Kuzey Amerika dünya doğal gaz rezervlerinin yüzde 10,9’una sahip olup, dünya üretiminin yüzde 26,7’sini gerçekleştirmektedir. ABD ise, dünya rezervlerinin yüzde 3,6’sına sahip iken dünya üretiminin yüzde 19,3’ünü gerçekleştirmektedir.

Bu, ABD için çok yüksek bir üretim rezerv oranı anlamına gelmektedir. Bu durumun tam tersi Or- tadoğu için geçerlidir. Dünya rezervlerinin yüz- de 41’ine sahip olan Ortadoğu, dünya doğal gaz üretiminin yalnızca yüzde 12,4’ünü gerçekleş- tirmektedir. Bu durum Ortadoğu’nun doğal gaz üretimindeki öneminin gelecek yıllarda giderek artacağı anlamına gelmektedir. Ancak tek başı- na dünya doğal gaz rezervlerinin yüzde 23,4’üne sahip olan ve dünya doğal gaz üretiminin yüzde 19,6’sını gerçekleştiren Rusya’nın, dünya doğal gaz piyasasının arz yönüyle en önemli oyuncusu olduğunu söyleyebiliriz. AB ise dünya doğal gaz rezervlerinin yalnızca yüzde 1,6’sına sahip olup, dünya doğal gaz üretiminin yüzde 6,2’sini ger- çekleştirmektedir.

AB’nin petrol rezervleri dünya rezervlerinin yüzde 0,5’i iken, petrol tüke-

timinin dünya tüketimi içerisindeki payı yaklaşık yüze 18’dir. Bu yönü ile

bakıldığında, AB’nin Ortadoğu petrollerine bağımlılığı ABD’den çok daha

şiddetlidir.

(15)

Rezerv, üretim ve tüketim birlikte değerlendiri- lerek doğal gazda da dışa bağımlılık ve sonuçları tartışılabilir. ABD dünya doğal gaz tüketiminin yüzde 22’sini gerçekleştirmektedir. Ancak dün- ya doğal gaz üretimindeki yüzde 19,6’lık payı göz önüne alındığında, ABD’nin doğal gazda dış bağımlılığının çok yüksek olmadığı sonucuna varabiliriz. Bunun tam tersi bir durum ise AB için söz konusudur. AB dünya doğal gaz üretimi- nin yüzde 6,2’sini, dünya tüketiminin ise yüzde 16,2’sini gerçekleştirmektedir. Bu durum AB’nin Rusya ve Ortadoğu doğal gazına olan bağımlı- lığının şiddetini ve Türkiye’nin Ortadoğu doğal gazının AB’ye taşınmasındaki işlevinin önemi- ni ortaya koymaktadır. Çin ise dünya doğal gaz üretiminin yüzde 2,5’ni tüketiminin ise yüzde 2,7’sini gerçekleştirmektedir. Mevcut durumda Çin’in dünya doğal gaz piyasasının çok önem- li bir oyuncusu olmadığı ileri sürülebilir. Buna karşın, rezervlerinin olmadığı, talebinin ise gide- rek artacağına ilişkin öngörülerden yola çıkarak Çin’in yakın gelecekte özelikle Asya’daki doğal gaz piyasasının en önemli aktörü olacağı düşü- nülebilir.

Bir diğer önemli birincil enerji kaynağı kömür- dür. Kömür, fosil yakıtlar içerisinde üretim ve tüketim maliyeti ve çevreye zararları yönlerin- den en az avantajlı olan enerji kaynağıdır. An- cak ülkemizin en önemli enerji kaynaklarından birisini kömür oluşturmaktadır. 2008 yılı itiba- riyle kömür üretim ve tüketimi ortaya konarak, çeşitli ülkelerin veya ülke gruplarının kömürde- ki bağımlılık düzeyleri ve sonuçları tartışılabi- lir. ABD dünya kömür rezervleri ve üretiminde başı çekmektedir: Dünya kömür rezervlerinin yaklaşık yüzde 30’una ve kömür üretiminin yüz- de 18’ine sahiptir. Kömür rezervleri yönünden ABD’yi Rusya izlemektedir. Rusya, dünya kö- mür rezervlerinin yüzde 19’una ve kömür üre- timinin yüzde 4,6’sına sahiptir. Rusya’nın kömür üretimin rezervlerine göre düşüklüğü, petrol ve özellikle doğal gaz üretimine yoğunlaşmış ol- ması ile açıklanabilir. Petrol ve doğal gazın bi- rincil enerji kaynakları içerisindeki öneminin artması, kömürü hem yeni rezervler arama hem de daha temiz tüketmeye yönelik teknolojilerin geliştirilmesi yönlerinden daha az avantajlı bir durumda bırakmıştır. AB, kömür rezervleri açı- sından da zengin değildir. AB’nin dünya kömür rezervleri içerisindeki payı yüzde 3,6’dır. Ancak

kömür rezervleri açısından en fakir olan bölge Ortadoğu’dur. Ortadoğu’nun kömür rezervleri içerisindeki payı yalnızca yüzde 0,2’dir. Kömür üretimi içerisindeki payı ise yüzde 1’in altında- dır. Buna karşın, Ortadoğu’nun kömür tüketimi içerisindeki payı da yüzde 1’in altındadır. Kömür tüketiminde başı ABD çekmektedir: Dünya tü- ketiminin yüzde 17,1’ini gerçekleştirmektedir.

Kömür tüketiminde ABD’yi AB izlemektedir.

AB’nin payı yüzde 9,1’dir. Rusya’nın kömür tüke- timindeki payı ise yüzde 3,1’dir.

Birincil enerji kaynakları bir bütün olarak de- ğerlendirildiğinde, 2008 yılı sonundaki veriler dikkate alındığında, dünya tüketimindeki payı itibariyle yüzde 24,8 ile ABD başta gelmektedir.

ABD’yi yüzde 17,7 ile Çin izlemektedir. Daha sonra, yüzde 15,3 ile AB ve yüzde 6,1 ile Rusya izlemektedir. Birincil enerji kaynakları rezervleri ve üretiminde başı çeken Ortadoğu ülkeleri ise, yüzde 5,4 ile tüketimde en sonda yer almakta- dırlar.

Yukarıdaki veriler bir bütün olarak değerlendi- rildiğinde ulaşılan ilk sonuç, dünyanın birincil enerji kaynakları için Ortadoğu’ya olan şiddetli bağımlılığıdır. Öte yandan birincil enerji kay- nakları tüketiminin düşüklüğü, Ortadoğu ülke- lerinin sahip oldukları bu en önemli doğal kay- nağı kendi ekonomik kalkınmaları için yeteri ka- dar kullanmadıkları sonucuna ulaşılabilir. Enerji bir yandan, doğal kaynaklar içerisinde sınıflan- dırılmış temel üretim faktörlerinden biri, diğer yandan ise yüksek ihracat değeri ile diğer üretim faktörlerinin satın alınması, teknolojinin geliş- tirilmesi ve elde edilmesi ve diğer alt yapı yatı- rımlarının gerçekleştirilmesi için gerekli fonların yaratılmasını sağlayan bir kaynaktır. Bu yönleri ile değerlendirildiğinde de Ortadoğu ülkelerinin sahip oldukları enerji kaynaklarını yeteri kadar etkin bir biçimde kullanmadıkları ileri sürülebi- lir.

Sonuç ve Değerlendirme

Enerji stratejik bir maldır. Enerjinin önemi ekonomik refahın gerçekleştirilmesi ve korun- masının temelini oluşturmasında yatmaktadır.

Yaşamın sürdürülmesi için zorunlu olan besin kaynakları enerji olmadan üretilemez. Modern yaşamın parçası olan ısıtma, soğutma ve aydın- latma enerji olmadan gerçekleştirilemez. Enerji

(16)

olmadan üretilen mallar pazarlara taşınılamaz.

Belki de en önemlisi, enerji olmadan bilgi üre- tilemez, saklanamaz ve aktarılamaz. Enerji ol- madan iletişim gerçekleştirilemez. Bu listeyi uzatmak olanaklıdır. Ancak enerjiyi üretmekte kullanabileceğimiz kaynaklar hem miktar hem de çeşit olarak sınırlıdır.

Öte yandan, enerji kaynaklarının dünyadaki da- ğılımı da dengeli değildir. Dünyanın kimi bölge- leri diğerlerine göre enerji kaynakları miktar ve çeşitliliği açısından diğer bölgelerine göre çok daha şanslıdır. Birincil enerji kaynaklarının olu- şumu doğal ve milyonlarca yılla ifade edilen sü- reler gerektiren bir süreçtir. Ortadoğu, petrol ve doğal gaz enerji kaynakları yönünden dünyanın en zengin bölgelerinin başını çekmektedir. Ener- ji tüketimi nüfusun ve ekonomik kalkınmışlık düzeyinin artan birer fonksiyonudur. Nüfus yo- ğunluğunun düşüklüğü ve ekonomik kalkınma düzeyinin yetersizliği nedeniyle, Ortadoğu sahip olduğu enerji kaynakları rezervlerinin ve üreti- minin çok az bir oranını öz tüketim için kullan- makta, büyük kısmını dünyanın diğer ülkelerine özellikle de gelişmiş ülkelerine ihraç etmektedir.

Bunların başında da ABD, AB ve Çin gelmek- tedir. Özellikle Çin’in piyasa ekonomisi temelli yapısal dönüşümü ile içerisine girdiği ekonomik büyüme ve gelişme süreci, çok büyük oranda enerji kaynaklarına ihtiyaç duymasına neden olmuştur. Enerji kaynakları rezervleri yönünden zengin olmayan Çin’nin bu artan talebi, dünya enerji kaynaklarının ve bu arada Ortadoğu ener- ji kaynaklarının önemini artırmıştır. Bu durum aynı zamanda enerji kaynaklarına ihtiyaç duyan ülkeler arasında, bu kaynaklara güvenli ve sü- rekli bir biçimde erişebilmek konusunda büyük bir rekabetin ortaya çıkmasını beraberinde ge- tirmiştir. Bugün için rekabet ABD, AB, Japonya ve Çin arasında olmakla birlikte, Hindistan’ın da bu rekabette yer alacağı öngörülebilir. Enerjinin

bol, ucuz, sürekli ve güvenli bir biçimde tedari- ki bugün ülkeler arasındaki ilişkilerin en önemli boyutlarından birini oluşturmaktadır.

Dünyada enerji tüketen ülkeler tasarruf önlem- leri alsalar, yeni teknolojiler geliştirilse, yeni- lenebilir enerji kaynakları devreye alınsa bile, Ortadoğu’nun sahip olduğu petrol ve doğal gaz kaynakları ile gelecek yarım yüz yıl boyunca dünya enerji piyasalarını domine edeceğini ile- ri sürebiliriz. Gelecek yarım yüz yıl bu nedenle Ortadoğu’da ABD, Çin, AB ve Rusya gibi ülkele- rin çıkarlarının çatışacağı bir zaman dilimi ola- caktır.

Rusya enerji kaynakları gelirlerinin ekonomik kalkınmanın gerçekleştirilmesinde nasıl etkin kullanılabilir konusunda Ortadoğu’ya iyi bir ör- nek teşkil edebilir. Rusya üstelik bu gelişmeyi, Ortadoğu’ya kıyasla özellikle daha az petrol re- zervleri ve üretimi kapasitesi ile gerçekleştirme- yi başarmıştır. Yeni bir toplumsal örgütlenme, sosyo-ekonomik gelişme perspektifi ile Ortado- ğu ülkeleri, tüm dünyanın kendisine olan enerji bağımlılığını halkları için bir ekonomik kalkın- ma aracı olarak kullanabilir.

Yukarıda da değinildiği gibi, enerji kaynakları uluslararası ilişkilerin bir güvenlik unsurudur.

Enerji kaynaklarına sahip olmanın, ama daha çok enerji kaynakları ihtiyacının, ülkelerin dış politikalarını etkilememeleri düşünülemez. Or- tadoğu ülkelerinin sahip oldukları enerji kay- naklarının bu boyutunu uluslararası ilişkilerin- de yeteri kadar kullanmadıkları ileri sürülebilir.

Kısaca, enerji yalnızca ekonomi politikasının bir unsuru olmayıp, aynı zamanda uluslararası iliş- kilerin stratejik bir aracıdır. Öte yandan, enerji politikası çok boyutlu ve uzun dönemli planla- mayı gerektiren bir politika alanıdır.

DİPNOTLAR

1 Leverett, Flynt ve Jeffrety Bader, “Managing China-US Energy Competition in the Middle East”, The Washington Quarterly, 2005:9(1), 187-201.

2 Alessandro, Ronjaglia. “Energy and Market Power: Am Alternative Approach to the Economics of Oil, Journal of Post Keynesian Economics, 2003: 25 (4), 641-659.

3 Goldember, Jose., Thomas B. Johnsen, Amulya K. N. Reddy, Robert H. Williams, “Energy for the New Millennium”, Ambio, 2001: 30 (6), 330-227.

4 Clawson Patric ve Simon Herter, “Reducing Vulnerability to Middle East Energy Shocks”, The Washington Institute for Near East Policy, Policy Focus 2005: 49.

5 Nordhaus, William D., “The Allocation of Energy Resources”, Brookings Papers on Economic Activity, 1973: 3, 529-579.

6 BP Statistical Review of World Energy, June 2009), www.bp.com/statisticalreview .

Referanslar

Benzer Belgeler

Türkiye’nin kendi ihtiyacını karşılayabilecek miktarda petrol üretimi olmasa bile, TPAO veya özel sektörün yurt dışında yapacağı üretim ve bu üretimden elde

As part of conversation the word ‘siap’ became something which is peculiar to the Indonesia Army’s Navy Branch and then was also used by the wives of navy personnel as

35 Tablo 27: Petrol Üretiminin Toplam İhracat Üzerine Etkisine İlişkin Modelin ARDL Kısa Dönem Sonuçları .... 35 Tablo 28: Petrol Üretiminin Toplam İhracata

d) Etilen (Dometesleri yapay olarak olgunlaştırmak için de bu madde kullanılır) ve yapay ipek ya da tırnak cilası yapımında kullanılan aseton gibi ürünler arıtma

ABD petrol devi Exxon'un Venezuela'daki petrol işletmelerinin kamulaştırılmasının ardından intikam almak için Venezuela petrol şirketi PDVSA'nın yurtdışındaki 12

[r]

Hali hazırda bilinen petrol rezervlerini ve henüz bulunamamış petrol rezerv tahminlerini bir araya getiren bu kuramcılar, henüz dokunulmamış önemli miktarda petrol

Objective: The aim of the study is to evaluate the difference between Dizziness Handicap Inventory (DHI) functional, physical, emotional subgroup scores for patients that were