• Sonuç bulunamadı

Suudi Arabistan Kültür Bakanı Danışmanı Abdullah Alshamri ile Söyleşi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "Suudi Arabistan Kültür Bakanı Danışmanı Abdullah Alshamri ile Söyleşi"

Copied!
5
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Interview With the Advisor to the Culture Ministry of Saudi Arabia Abdullah Alshamri

Suudi Arabistan’ın en önde gelen Türkiye uzmanlarından biri olan Abdullah Alshamri, halen Suudi Arabistan Kültür Bakanı Danışman- lığı görevini yürütmektedir. Daha önce Suudi Arabistan’ın Ankara Büyükelçiliği’nde diplomat olarak da çalışan Alshamri son derece iyi seviyede Türkçe konuşmaktadır. Kendisi ile Ankara’ya gerçekleştirdiği ziyaret sırasında gerçekleştirdiğimiz röportajda ülkesinin Ortadoğu’ya ve Arap Baharı’na bakışını konuştuk. Alsahmri Türkiye ile ilişkiler ko- nusunda da önemli açıklamalar yaptı.

Abdullah Alshamri, one of Saudi Arabia’s prominent experts about Turkey, still upholds the position as advisor to the Culture Ministry of Saudi Arabia. Previously working as a diplomat in Saudi Arabia’s Embassy in Ankara, Als- hamri speaks Turkish quite fluently. In the interview we carried out during his visit to Ankara, we talked on Saudi Arabia’s views related to the Middle East and the Arab Spring. Alshamri also made significant statements on the relations with Turkey.

Röportaj: ORSAM Çeviren: Sercan DOĞAN

Röportaj

ORSAM: Suudi Arabistan’ın Ortadoğu’daki mevcut gelişmelere, özellikle de Arap Baharı olarak adlandırılan sürece dair yaklaşımını kısaca değerlendirebilir misiniz?

ABDALLAH: Bildiğiniz gibi Suudi Arabistan bölgedeki önemli aktörlerden biridir. Birçok avantaja sahiptir Çok güçlü bir ekonomisi var- dır, Körfez İşbirliği Konseyi üyesidir ve dahili ve bölgesel düzeylerde istikrarın sağlanması konu- sunda yeteneklidir. Elbette Suudi Arabistan Arap Baharı’ndan etkilenmiştir, en başta Krallık Tunus

Eski Devlet Başkanı Zeynel Abidin Bin Ali’ye sı- ğınma hakkı vermiştir. Bu önlem pek çok devlet tarafından eleştirilmiş ve sorgulanmıştır. Fakat Suudi cephesinden “Tunus’ta barışı korumak amacıyla Zeynel Abidin’i kabul ettik” açıklaması yapılmıştır; çünkü eğer Bin Ali ülkesinde kalsay- dı daha çok kan dökülebilirdi. Suudi Arabistan’ın bu konumu aynı zamanda benzer durumlara dair tarihsel Suudi pratiğini yansıtan bazı koşul- larla eşleşmektedir. Bu koşullar Bin Ali’nin siyasi faaliyet yürütmesine izin verilmemesi ve ulusal ve uluslararası medya ile bağlantısının kesilmesi-

(2)

dir. Suudilerin bu tavrı Tunus devlet başkanının kontrol altında olduğu ve siyasi açıdan aktif ola- mayacağı mesajını herkese iletmekteydi Krallık yetkilileri Tunus ve halkı için durumun iyiye git- mekte olduğunu düşünmekteydi.

Mısır’daki devrimden sonra ise, siyasi bir zemin- den hareketle Suudiler krizi gerektiği gibi yöne- temediler, zira Hüsnü Mübarek’i desteklediler.

Ancak birçok Suudi yetkili Mısır’daki olaylara karışmamamızı, Mübarek’ten sonra kim gelirse gelsin dostumuz olacağını ifade etti. Gene de Su- udi-Mısır ilişkileri bazı geçici duraklamalar yaşa- dı ve Mısır ile Suudi Arabistan arasında bazı fikir ayrılıkları mevcuttu.

Libya’yla ilgili olarak ise, Suudi Arabistan doğru- dan müdahalede bulunmadı ancak KİK’i hareke- te geçirdi. Libya konusunda Suudi Arabistan’ın konumunu öncelikle Libya’nın uzak bir ülke ol- duğunu vurgulayan tarihsel ve coğrafi değerlen- dirmeler belirledi.

Elbette Suudi Arabistan Yemen ile yakından il- gilenmektedir ve Devlet başkanı Ali Abdullah Salih’e destek vermiştir. Aşağı yukarı yedi ay ka- dar önce Yemen’deki krize ilişkin bir KİK girişimi başlatılmıştır. Ne yazık ki şimdiye değin pek bir ilerleme kaydedilmemiştir. Bana kalırsa Devlet Başkanı Abdullah bir müddet sonra siyasal sah- neden çekilecek; çünkü ülkedeki durum ve siyasi koşullar kendisine karşı dönmektedir.

Suriye’ye ilişkin olarak ise, Suudi Arabistan bu ülkenin rejiminin çöküşüne, Suriye’nin İsrail’e

coğrafi yakınlığı sebebiyle karşıydı. Suriye’de- ki ayaklanma konusuyla ilgilenmek konusunda Suudilerin kaygılar mevcuttu. Binlerce insanın öldürülmesi veya hapsedilmesinden sonra Suudi Arabistan Şam’daki büyükelçisini geri çekmiştir ve o tarihten bu yana son üç veya dört ay içeri- sinde Ürdün ve Fas’ı da KİK’e katılması için davet etmiştir. Birçok kişi bu davetlerin Arap dünya- sındaki krallık sistemlerini güçlendireceğini dü- şünmüştü. Ürdün ile ilgili olarak baktığımızda bu normal bir durum; çünkü Ürdün bizim coğrafi ve tarihi zorunluluklarımız arasında. Fas için ise pek çok kişi KİK davetinin sadece siyasi amaç- larla ilgili olduğunu düşünüyor. Askeri ve eko- nomik boyutlar göz önünde bulundurulduğun- da KİK Fas’a çok uzaktır. Fas ekonomik açıdan desteklenmelidir. Son olarak son birkaç ay içeri- sinde Suudi Arabistan Mısır’a dört milyar dolar, Ürdün’e yaklaşık iki milyar dolar ve Yemen’e bir miktar ekonomik yardımda bulunmuştur. Bütün bu ülkeler Arap Baharı deneyimini yaşamaktadır ve ekonomik durumları bozulmuştur.

Uluslararası medyada Suudi Arabistan’ın Bahreyn’deki rolü çok tartışıldı. Suudi Arabis- tan Bahreyn’deki ayaklanmada yönetimden yana bir tavır aldı. Ayaklanmanın bastırılma- sında Suudi Arabistan’ın doğrudan rolü oldu ve hatta Suudi Arabistan askeri müdahalede de bulunmuştur. Bahreyn’deki durumla ilgili olarak Suudi Arabistan’ın bakışını özetleyebi- lir misiniz? Suudi Arabistan’ın Bahreyn poli- tikasını hangi faktörler şekillendirmektedir?

1970’den bu yana Suudi Arabistan Bahreyn ile

Samimiyetle ifade etmek isterim ki Recep Tayyip Erdoğan Suudi hal- kının gözünde bir kahramandır. Davos’ta yaptıkları unutulmamıştır.

Hepimiz Türk modeli üzerine konuşuyoruz. Biz tüm ülkelerde Türk

modelinin yerleştirilmesini bekliyoruz. Suudi Arabistan’da bu modele

saygı duyan binlerce kişi vardır.

(3)

di Arabistan ve İran arasında 1965’e kadar geri giden görüşmelerde Bahreyn üzerinde bir uz- laşıya varılamamıştır. O tarihten bu yana Suudi Arabistan’ın Bahreyn’e desteğinin stratejik se- beplerden kaynaklandığı açıktır. Zira Bahreyn Suudi Arabistan kıyısından sadece 2 kilometre mesafededir ve Bahreyn’de gerçekleşebilecek her hangi bir durum mesela bir İran müdahalesi, Su- udi Arabistan’ın ulusal güvenliğini etkileyecek- tir. Ayaklanma başladığında, Suudiler doğrudan kendi birliklerini göndermediler, daha ziyade KİK Yarımada Kalkanı çerçevesinde Suudi bir- likleri Bahreyn’e gönderildi. Elbette KİK birlikle- ri Bahreyn halkına karşı orada bulunmamakta- dırlar. Orada bulunmalarının nedeni yaşamsal e- konomik altyapının korunmasıdır. Suudi Arabis- tan bu adımı, esas itibariyle tarihi bir Sünni-Şii çatışması olmayan Bahreyn’e İran’ın müdahale etmesi üzerine atılmıştır. Bize göre İran, ajanları ve işbirlikçileri aracılığıyla Bahreyn hükümetini devirmek ve mevcut sistemi yıkmak istiyor. KİK kuvvetlerinin gelişinden bu yana Bahreyn’deki durum iyiye gitmiştir. Bunun da Bahreyn’deki ta- rafların uzlaşmasına kolaylık sağlayacağına ina- nıyoruz.

Suudi Arabistan’ın Ortadoğu’daki Irak, Lüb- nan, Yemen ve İsrail-Filistin gibi temel sorun- lara yaklaşımını kısaca anlatabilir misiniz?

Irak’a ilişkin, bizim 1990’dan bu yana Bağdat’ta bir büyükelçiliğimiz yoktu. 2003’deki Amerikan müdahalesinden sonra oluşan durum bizim ulu- sal güvenlik çıkarlarımıza aykırıydı. Çünkü İran- lılar doğrudan ve dolaylı şekillerde Irak’a müda- hale ediyordu. Suudi Arabistan Irak’ın bölünme-

sinden çekiniyordu ve böyle bir sonucu engelle- mek için Suudi Arabistan, Türkiye, İran, Kuveyt ve Ürdün’ün katıldığı toplantılar düzenlendi.

Irak’taki durum iyiye gidiyor ancak halen istik- rarın kırılgan olduğunu düşünüyoruz. Riyad’da 2007’den bu yana Irak büyükelçiliği bulunmakta- dır fakat bizim halen Bağdat’ta elçiliğimiz yoktur.

Dolayısıyla Irak’ta oynayacak bir rolümüz yok ama geleceğe dair iyimseriz.

Yemen’le ilgili olarak biliyoruz ki bu ülke tarihi olarak Suudi Arabistan’ın ve KİK’in güvenliği açısından önem taşımaktadır. Bin dört yüz kilo- metrelik bir ortak sınır paylaşıyoruz. Yemen’in iki bin kilometrelik bir kıyı şeridi mevcuttur bu kıyı- nın öteki tarafında ise Somali gibi istikrarsız ül- keler bulunmaktadır. Bölgesel manada Yemen’in Suudi Arabistan açısından yüksek bir önceliği olmuştur. Yemen silah ve uyuşturucu kaçakçılı- ğı sorunuyla boğuşmaktadır. Ayrıca El Kaide’nin Yemen’deki faaliyetleri kaygı vericidir. Bu konu- daki son menfur hadise İçişleri Bakanı’nın oğlu Prens Muhammed Bin Naif’e suikast girişimidir.

Ayaklanmanın sonuçlarını hafifletmek amacıy- la Suudi Arabistan KİK tarafından da destek- lenen bir siyasi çözüm girişimi ortaya atmıştır.

Yemen’in geleceği konusunda kaygılıyız, çünkü Başkan Salih Suudi konumunu ciddi bir şekilde değerlendirmemektedir. Yemen’de dolaşımda 50 milyondan fazla silah olduğu söyleniyor, eğer iç savaş çıkarsa durum felaket olur.

İsrail-Filistin sorunu ile ilgili olarak Suudi Ara- bistan uzun süre boyunca barışçıl bir çözümü savunmuştur. 1981’de Kral Fahd bir Suudi giri- şimini başlatmıştı. 2003’de Kral Abdullah yeni

Son on yıl Türk-Suudi ilişkilerindeki en iyi on yıldı. Bu da, özellikle 11

Eylül’den sonra Suudi Arabistan’ın yaşadığı büyük zorluklar ile alaka-

lıdır. Suudi Arabistan yeni arayışlara girdi ve doğuya yöneldi. Türki-

ye’deki hükümet değişikliğinden faydalandı.

(4)

bir girişim başlattı ancak İsrail olumlu bir ce- vap vermedi. Kral Abdullah’ın girişimi 11 Eylül 2001 saldırılarından birkaç yıl sonra yer almıştı.

Çatışma halen devam ediyor ve durumda Suudi Arabistan’ın çaba ve katkılarına rağmen bir dü- zelme gerçekleşmedi.

Lübnan Suudi Arabistan için çok önemlidir. Su- udiler Lübnanlıların büyük abisi gibidir. Suudi Arabistan Lübnan’da İran’ın saldırısına uğra- mıştır ve ülkedeki rolü aynı zamanda Lübnan’da uzun yıllardır nüfuz sahibi olan Suriye ile iliş- kileri tarafından etkilenmektedir. Son iki yıldır, Lübnan’daki Suudi rolü eskisi gibi değildir. Pek çok Suudi’nin Suudi Arabistan’ın Lübnan’dan çekilmesi, çünkü bu ülkenin kontrolden çıktı- ğı konusundaki fikirleri artık sır değildir. Suudi Arabistan’ın Lübnan’a desteği en az 4-5 Arap ül- kesine yaptığı yardımı geçmektedir. Genelde Su- udi yardımı açıktı ve devlete veriliyordu. Elbette Sünni grupları da destekledik. Aynı zamanda Hariri ailesi ile iş bağlantılarımız da vardı. Suu- di-Lübnan ilişkilerinde çok sık bir şekilde fikir ayrılıkları da görülmüştür.

Suudi Arabistan Türkiye’nin Ortadoğu’da ar- tan rolünü nasıl değerlendiriyor? Bunu bir tehdit olarak mı yoksa bir fırsat olarak mı gö- rüyor?

Şimdiye kadar, mevcut koşullar çerçevesinde Su- udi Arabistan Türkiye’nin rolünden memnundur.

Ancak Suudi Arabistan gelecekte Türkiye’nin rolünden kaygı duyabilir. Arap Baharı esnasın- da yaşananlar siyasi bir perspektiften değerlen-

dirilse de Suudi Arabistan’ı şaşırttı. Şüphesiz, Türkiye’nin Mısır, Libya ve Tunus’taki rolü gö- rünür hale geldi. Suudi Arabistan Türkiye’nin Irak ve Filistin’deki rolünü de dikkate almaktadır.

Şimdi herkes Türk modelinden bahsediyor. Kişi- sel fikrim, Ortadoğu geniş bir bölge ve Türkiye ve Suudi Arabistan’ın rekabet etme ihtimali güç- lü değil. Biz her zaman iki ülke arasında güzlü bir koordinasyonun kurulmasını istiyoruz. Her iki ülkenin de farklı koşulları mevcuttur. Ör- neğin Suudi Arabistan petrole dayalı güçlü bir ekonomiye sahipken, Türkiye sanayi üretimi ve ihracata dayalı bir ekonomiye sahiptir. Yanlış anlamaya mahal vermemek açısından Türkiye ile Suudi Arabistan’ın rekabet etme ihtimalinin çok düşük olduğunu söylemek gerekir. Rekabet belki olabilir ama uyuşmazlık olmaz. Suudi Ara- bistan bölgede aktif olmayan diplomasiden zarar görürken Türkiye çok aktif bir diplomasi yürüt- mektedir. İstanbul’da Yemenli, Afganistanlı ve Somalili kişiler görüyor ve şaşırmıyoruz. Gele- cekte Türkiye ve Suudi Arabistan arasında daha yakın bir işbirliğinin geliştirilmesini umuyorum, özellikle Irak konusunda. İki ülke arasında işbir- liği Ortadoğu’daki dengeleri değiştirmeyecektir.

Bir diplomat olarak, Türkiye’nin hiçbir zaman Suudi Arabistan’a karşı gizli bir gündemi olma- dığını söyleyebilirim. Birçok kişi benimle aynı fi- kirdedir ve Türkiye’nin rolünden kaygı duymaz.

Aynı zamanda KİK ve Türkiye arasında stratejik diyalog sürdürülmektedir. Şu ana kadar Cidde, İstanbul ve Kuveyt’te üç toplantı yapılmıştır.

Dördüncü toplantı Riyad’da yapılacaktır. İki ül- ke arasında işbirliğinin her iki tarafa da faydası vardır.

Lübnan Suudi Arabistan için çok önemlidir. Suudiler Lübnanlıların bü-

yük abisi gibidir. Suudi Arabistan Lübnan’da İran’ın saldırısına uğra-

mıştır ve ülkedeki rolü aynı zamanda Lübnan’da uzun yıllardır nüfuz

sahibi olan Suriye ile ilişkileri tarafından etkilenmektedir.

(5)

ilişkiler hakkında görüşlerinizi alabilir miyiz?

Son on yıl bana kalırsa Türk-Suudi ilişkilerin- deki en iyi on yıldı. Bu da son on yılda, özellikle 11 Eylül’den sonra Suudi Arabistan’ın yaşadığı büyük zorluklar ile alakalıdır. Suudi Arabistan yeni arayışlar içine girdi ve doğuya, Rusya, Çin ve Hindistan’a yöneldi. Suudi Arabistan, Tür- kiye’deki hükümet değişikliğinden faydalandı.

Suudi Arabistan’ın sadece AKP ile iletişim kur- duğunu kastetmiyorum. Tarihsel olarak Suudi Arabistan, tüm Türk hükümetleriyle görüşmüş- tür. Aynı zamanda Türkiye’deki mevcut liderlerle bazı bağlantıları mevcuttur. Özellikle Sayın Ab- dullah Gül uzun süre Suudi Arabistan’da kalmış- tır. Bu durum Suudi-Türk ilişkilerinde karşılıklı anlayış sağlamıştır. Ayrıca Türk hükümetindeki bazı kişiler İslami geçmişe ve ilgiye sahiptirler.

Örneğin Prof. Ahmet Davutoğlu Malezya’dan mezun olmuştur ve hocalarından biri Dr. Abdul- hamid bin Süleyman adında bir Suudi’dir. 2002 sonunda yeni hükümet işbaşına geldiğinde Suudi Arabistan’ın ABD ile ilişkileri kötüydü ve Türkiye ile sadece siyasi alanda değil aynı zamanda askeri alanda da bir işbirliği potansiyeli vardı. İki devlet arasındaki askeri işbirliği düzeyi gelişti, zira Su- udi Arabistan’ın savunma sanayi alanında birçok şirketi mevcuttur. Irak’taki Amerikan müdahale- sinden sonra ise Suudi-Türk ilişkileri yeni boyut- lara ulaşmıştır.

Irak’ın bölünmesinin Suudi ve Türk devletle- rinin güvenliği açısından ne anlama geldiğini biliyoruz. O tarihten bu yana iki devlet ilişkile- ri kurumsallaştırmak için çaba göstermiştir. Bu çabalara örnek olarak resmi ziyaretler gösterile- bilir. Abdullah Gül Başbakanlığı döneminde Su- udi Arabistan’ı ziyaret etmişti. Daha sonra Kral Abdullah’ın Türkiye’yi ziyareti iki devlet ilişkileri tarihinde Suudi kralının ikinci ziyareti olmak- taydı. Ağustos 2006’da Kral Abdullah’ın Türkiye ziyaretinde Irak’a dair fikir alışverişinde bulu- nuldu. Sonra Suudi Arabistan ilişkilerin gelişti- rilmesine yönelik olarak özellikle Sayın Abdullah

çok mesaj verdi. O süreçte Kral Abdullah Avrupa turundaydı ve Abdullah Gül seçilince bir destek jesti olarak Türkiye’ye tebrik amaçlı bir ziyarette bulundu. Bu ziyaret iki ülke arasındaki dostluğu pekiştirdi.

2008’de Cumhurbaşkanı Gül Riyad’ı ziyaret etti.

Sayın Recep Tayyip Erdoğan Suudi Arabistan’ı pek çok kez ziyaret etti ve İslam’a hizmetlerin- den ötürü Kral Faysal nişanı ile ödüllendirildi.

Samimiyetle ifade etmek isterim ki Recep Tay- yip Erdoğan Suudi halkının gözünde bir kahra- mandır. Davos’ta yaptıkları unutulmamıştır. He- pimiz Türk modeli üzerine konuşuyoruz. Suudi Arabistan’da bu modele saygı duyan binlerce kişi vardır; çünkü bu model demokratik yollardan iktidara gelen İslami bir ekip tarafından geliş- tirilmiştir. Bu ekip İslam ve demokrasi arasın- da bir denge kurmuş ve İslam ile demokrasinin bir arada olabileceğini göstermiştir. Demokrasi Müslümanlar için iyi bir model olabilir. Halen Avrupalılar tarafından beslenen, demokrasinin İslam dünyasında işlemeyeceğine dair fikirler var. Şimdi biz tüm ülkelerde Türk modelinin yerleştirilmesini bekliyoruz. Suudi gazetelerinde Türkiye’ye çok saygı duyulduğuna yönelik ha- berler görüyorum. Suudi Arabistan’da araştırma yapan birçok araştırma kuruluşu Suudi halkının yüzde 80’den fazlasının Ortadoğu’daki Türk ro- lünün olumlu ve önemli olduğunu ve Türkiye’nin Filistin konusunda yaptıklarının güvenilirliğini araştırmalarında göstermiştir. İlişkilerimizin ge- leceği konusunda ümitliyiz. Suudi-Türk ilişkileri- nin başta İran olmak üzere herhangi bir üçüncü devlet tarafından baskı ve etki alınamayacağını düşünüyorum. Ankara ve Riyad arasındaki iliş- kiler özel bir düzeyde olmalı ve başka ülkelerin politikalarından etkilenmemelidir.

* Abdullah Alshamri ile ORSAM tarafından Ankara’da İngilizce olarak gerçekleştirilen röpor- taj ORSAM Uzman Yardımcısı Sercan Doğan ta- rafından Türkçeye çevrilmiştir.

O

Referanslar

Benzer Belgeler

2015 yılından itibaren ekonomik, sos- yal ve kültürel anlamda dinamik bir re- form ve değişim sürecine giren Suudi Arabistan, Arap isyanları sonucu bölgede oluşan yeni şartlar

K-59 kaya figürlerine baktığımızda (Şekil 1), üzerlerinde Zât Hami Sitilinin belirli özelliklerini göremeyiz. Örneğin, Şekil 1.2 bir öküzünki, Anati’nin Zât

ile yüzyıllardır Sünni İslam’ın simgesi haline gelmiş Suud Hanedanı egemenliğindeki Suudi Arabistan, Arap Baharı dalgasını demokrasi, adalet ve ekonomik

1997 yılında KİK tarafından yapılan açıklamada önceki yıllarda kavramsallaştırılan İran tehdidinin fazla abartıldığının, aslında İran’ın Körfez

Ortadoğu’da uzun yıllardır devam eden çatışmaların temel nedenlerinden bazıları; sömürgeci güçlerle mücadele ve keyfi bir şekilde çizilen sınırların

Hipotez 5: 1973 Arap-İsrail savaşı sonrasında Suudi Arabistan’ın uyguladığı petrol politikası “Kendine yardım”(Self-help) ilkesi uyarınca uyguladığı

AB’nin petrol rezervleri dün- ya rezervlerinin yüzde 0,5’i iken, petrol tüketi- minin dünya tüketimi içerisindeki payı yaklaşık yüze 18’dir.. Bu yönü ile

2011 yılı sonu itibariyle toplam çimento stoğu 8,2 milyon tona yükselmiştir7. Bölgeler göre stok durumu aşağıdaki