• Sonuç bulunamadı

Türkiye’nin çevre sorunlar

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Türkiye’nin çevre sorunlar"

Copied!
5
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Türkiye’nin çevre sorunlarıyla tanışması, kapitalistleşme sürecinin ivme kazandığı 1950’li yıllarda olsa da bu

sorunlara karşı resmi düzeyde hareketlenme ve politika oluşturma dünyada yaşanan gelişmeler doğrultusunda 1970’li yıllarda başlamıştır. Türkiye’nin bu konuda ilgili düzenlemeleri mevzuatına yerleştirmesi de geç sanayileşme gösteren bir ülke olması nedeniyle diğer pek çok ülkeden sonraki yıllara denk düşer. 1970’li yılların sonu özellikle 1980 yıllar bu açıdan önemlidir.

çevre sorunlarının uluslararası düzlemde politikleştiği Stockholm Zirvesi Türkiye açısından da bir milat kabul edilebilir. “Türkiye’nin de katılarak sonuç bildirgesini kabul ettiği, 1972 yılında düzenlenen Stockholm

konferansı’nda, çevrenin geliştirilmesi ve korunması görevi hükümetlere verilmiş, bu küresel yükümlülüğün de etkisi ile” [1] “çevre konusu etkinliğini arttırmıştır.[2]Bu noktada çevre gündeminin Türkiye’de üç noktadan tartışıldığı ve geliştiği gözlemlenebilir. Bunlar, çevrenin bir hak olarak gelişmesi, çevre sorunlarına karşı kurumsal olarak

örgütlenme ve çevre politikalarının gelişmesidir. 1. Bir Hak Olarak çevre

1982 Anayasa’sının 56.maddesinde[3], hak, ödev, sorumluluk konusunda anayasal koruma altındaki diğer pek çok haktan farklı, geniş ve ilerici sayılabilecek bir düzenleme alanı tanınan çevre hakkı yer almıştır.[4] Buna göre devlete ve vatandaşlara ödev ve sorumluluk yüklenmiş ve çevre hakkı yaşam hakkıyla ilişki kurularak düzenlenmiştir. Anayasa metninde çevre hakkının tanınması bu konunun yasa gibi diğer düzenlemelerde de yer bulabilmesinin anayasal dayanağını oluşturur. Ancak bu hakkın mülkiyet hakkı karşısındaki durumu ne olacağı, yani bu iki hakkın çatışması halinde üstünlük tanınacak ve korunacak hakkın hangisi olduğu konusu çevre hakkının anayasal algılanışı açısından önemli bir veri olacaktır.“Anayasal tanıma, her şeyden önce, devlet içinde bu yeni hakka üstün bir yer verir.Anayasalar genellikle toplumun en yüksek değerlerinin ifadesi olarak düşünülür. Bu nedenle çevre muhafazasının önemini ortaya koyan bir anayasal hüküm, özel mülkiyet, ticaret ve sanayi özgürlüğü, milli savunma vb. kesimlerle çatışması durumunda çevresel değerin öne çıkarılmasına olanak sağlar.” [5] Ancak “1982 Anayasa’sının madde gerekçesi, mülkiyet hakkını ‘Devletten önce de var olan bir gerçek’ şeklinde niteleyerek, bu hak ile ekonomik sistem tercihi arasında doğrudan ilişki kurmuştur. Gerekçede ayrıca, bireyin kişiliğinin geliştirilmesinde mülkiyetin önemi vurgulanarak bu çerçevede açıklamalarda bulunulmuştur.Yine , mülkiyet hakkının anayasal güvence altına alınması ‘hukuk devletinin gereği’ kabul edilmiştir.”[6] Düzenlendikleri bölüm bakımından dahi farklılık taşıyan bu haklardan ‘dolaylı düzenlenmiş’ çevre hakkı sosyal ve ekonomik haklar ve ödevler bölümünde düzenlenmiş ve anayasanın 65. maddesinde belirtildiği gibi ancak devletin mali kaynaklarının yeterliliği ölçüsünde yerine getirilecekken; mülkiyet hakkı ise kişinin hak ve ödevleri bölümünde temel hak ve özgürlüklerin korunması kapsamında yer alır. “Anayasa’nın 35.maddesi mülkiyet hakkının kamu yararı amacıyla kanunla sınırlandırılabileceğini öngörmüştür.Anayasa’ya göre mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.” [7] Ancak,“1982 anayasası mülkiyet hakkını, kendisini sınırlayıcı nitelikteki hükümlere oranla daha güvenceli bir düzenlemeye bağlı kılmış; buna karşılık, kamu

yararı ve kamu mülkiyeti gibi kavram ve kurumları(özel mülkiyet hakkını sınırlamaya yönelik hükümler)daraltılmaya daha elverişli bir bağlama yerleştirilmiştir.”[8] Bu halde her ne kadar anayasa maddeleri arasında hiyerarşi olmadığı kabul edilse de düzenlenme yerleri, sınırlamaları ve hukuksal korunmaları açısından mülkiyet hakkı lehine

düzenlemelerin varlığından söz edilebilir. Hukuki korunma kapsamı belirlendikten sonra ilgili hizmetlerin yerine getirilmesiyle görevli idari teşkilatlanma da incelenecektir. çevre hakkının uygulanışı ve çevre hizmetinin niteliği, kurumsal örgütlenme yoluyla tespit edilebilecektir.

Çevre kanunu gibi ilgili pek çok kanun aynı dönemde çıkarılmıştır ve çevre ile ilgili düzenlemeler hep ‘kalkınma’ hedeflerinin arkasında kalmış; bu hedefle bağdaşması halinde uygulama bulabileceği sık sık dile getirilmiştir. Örneğin, 3.Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda ülkeyi sanayileşerek kalkınma hedefinden saptıracak hiçbir yükümlülük kabul etmemek koşuluyla çevreye ilgili gösterebileceği belirtilmiş; çevre Kanunu’nda ekonomik ve sosyal kalkınma hedefleriyle uyumlu olarak çevrenin korunmasından bahsedilmiştir. Bu da çevrenin kalkınma amacında yapılan tüm düzenlemeler yanında tali bir konuma yerleştirmiştir ve çoğu zaman da çevrenin korunması amacıyla çelişkilere yol açmıştır. Yine bu dönemden itibaren yapılan düzenlemelerin farklı zamanlarda ve farklı kurumlarca çıkarılması aralarında uyum bulunmamasına birbirleriyle ve uluslararası sözleşmelerle çelişen hükümler ihtiva etmelerine ve çok sayıda kurumun yetkili kılınması çevre konusunda bütünlükçü politikaların uygulanmadığını göstermiştir.

“Hükümetlerin programlarında ya da kalkınma planlarında bütünsel ve çağdaş çevre politikalarının yer alması gerçeklikte bu politikaların uygulanmaya aynen yansıtıldığı anlamına gelmemektedir.çünkü aynı hükümet

programlarında veya kalkınma planlarında bir bölümde çevre ve çevresel değerlerin korunması ve geliştirilmesine yer verilirken, başka bir bölümde bu hedeflere ulaşılma olasılığını tümüyle ortadan kaldıracak başka hedeflere yer

(2)

verilmektedir”

2.Kurumsal Olarak çevre’nin Örgütlenmesi

“Türk kamu yönetimi sisteminde çevre yönetimi konusundaki görev, yetki ve sorumluluk büyük çoğunlukla merkezi hükümet organlarında ve merkezi hükümetin yereldeki temsilcilerinde toplanmıştır.” [10] Bu yapının yarattığı olumsuzluklar sık sık dile getirilmiş; bu yönde başta yerel yönetimlerin çevre yönetimindeki ekinliğinin arttırılması, kamunun küçültülmesi politikası çerçevesinde bakanlık sayısının azaltılması ve çevre yönetiminde koordinasyonu sağlayacak bir üst kurulun oluşturulması önerilmiştir. “Türkiye’de devletin merkeziyetçi ve hantal yapısının halkın temel ihtiyaçlarını karşılamakta yetersiz kaldığı hemen her fırsatta dile getirilmiştir. Bu sorunların aşılması için kamuda etkinliğin artmasını öngören yenilikçi bir yönetim anlayışı doğrultusunda, bakanlıkların sayısının azaltılması ve/veya bakanlıklara bağlı bazı kuruluşların fonksiyonlarının yeniden tanımlanması”[11] gereği çevre konusunda da sık sık gündeme getirilmiştir. Bu doğrultuda çevre ve Orman Bakanlıkları birleştirilmiş [12] [13] daha sonra da kamu yönetiminin yeniden yapılandırılması süreci olarak adlandırılan idari yapılanmadaki son değişikliklerle çevre ve Orman Bakanlığı’nın ve çevreye ilişkin görev yapan diğer bakanlıkların taşra teşkilatlanmaları kaldırılması amaçlanarak merkezi idareye ait sayılan temel kamu hizmetlerinden çevre hizmetinin yönetimi yerel yönetimlere devredilmesi süreci başlamıştır.

Türkiye’deki çevre örgütlenmesinin geçirdiği evrelerin değerlendirmesi Keleş ve Hamamcı’nın belirttiği gibi “Ülkemizde , çevre sorunlarını bütüncül bir yaklaşımla ele alacak bir örgüt yakın tarihlere kadar yoktu. Bugün bile bulunmadığı öne sürülebilir. Bu kuşkusuz kamu yönetiminde çevreyle ilgili hiçbir örgütlenmenin bulunmaması demek değildir. Türlü merkezi ve yerel kuruluşlar kendileri için çizilmiş görev alanları çerçevesinde çevrenin korunması ve geliştirilmesine ilişkin yürütme, planlama, denetleme gibi işlevlerini birbirlerinden büyük ölçüde bağımsız bir biçimde sürdürmektedirler.” [14] şeklinde özetlenebilir. çünkü “çevre sorunu sayılan oluşumların önlenmesi ve çözümlenmesi herhangi bir kurumun tek başına sorumluluk üstlenebileceği bir etkinlik alanı değildir. Ne var ki bu son derece yalın gerçeklik Türkiye’de ki çevre yönetimi düzeninde gerektiğince göz önünde bulundurulmamış birbiriyle doğrudan etkileşimli alanların yönetimi aynı kurum ve /veya kuruluş yapısı içinde bile farklı birimlere bırakılmış, dolayısıyla da çevre koruma ve geliştirme amaçlı etkinlikler arasında bütünlük ve tümleşiklik gerektiğince sağlanamamıştır.”[15] Öyle ki Türkiye’de çevre alanında hazırlanan Ulusal çevre Stratejisi ve Eylem Planı olmak üzere çok sayıda eylem planı ve program hemen hemen hiç uygulanmamıştır. “Bu gerçek 8.Beş Yıllık Kalkınma Planında da; ‘… çevre ve kalkınma politikaları arasında uyum sağlanması ilkesi doğrultusunda etkili ve eşgüdüm içinde çalışan bir çevre denetim sistemi kurulması konusunda mesafe kaydedilmemiştir.’ vb biçiminde dile getirilmemiştir. Böyle iken kamunun yeniden yapılandırılması amacıyla gerçekleştirilen ve gerçekleştirilmesi öngörülen hukuksal ve kurumsal düzenlemeler kapsamında da bu türden olumsuzların aşılmasına yönelik çabalara girilmemekte dahası sorunu

neredeyse tümüyle çözümsüzleştirebilecek yaklaşımlar sergilenmektedir.”

Başarılı bir çevre yönetimi, bütünsel, etkili bir çevre politikasının uygulanmasını sağlayabilecek doğru bir idari teşkilatlanma ile sağlanabilir. Oluşturulacak merkezi teşkilatın müsteşarlık ya da bakanlık adını almasının bir önemi yoktur.Öte yandan merkezi teşkilatın tek başına yetkili olduğu bir yapılanma veya tüm yetkilerin yerellerde olması doğru değildir. Merkezi teşkilatın doğru politika belirleme, eşgüdümü sağlama ve çevre hizmetlerini halka eşit sağlama görevini etkin bir şekilde yerine getirmesi gerekir. Doğru bir idari teşkilatlanmada yereller ve merkezi yapı arasında koordinasyon sağlanabilmelidir.

“Çevre, hem merkezi, hem yerel çözümler gerektiren, hem de bölgesel ölçekte 'hizmetlerin bölünmezliği' ilkesi doğrultusunda ele alınması gereken bir kamu hizmeti olma özelliğini hep bir arada taşır. Bu nedenle, çevre

politikalarını doğru tespit etmek ve sağlıklı uygulamak için bu yaklaşımı dikkate alan yönetsel, kurumsal ve finansal bir yapıya ihtiyaç vardır” [17] Yani oluşturulması gereken yapı tek başına bir idari teşkilatlanma ile değil kurumsal ve finansal ayağı ile bir bütünsellik oluşturmalıdır.

Kamu yönetimindeki son değişikliklerde çevre hizmetlerinin de içinde bulunduğu pek çok kamu hizmetinin gördürülmesi yerellere devredilmekte; yerel yönetimlere devredilen pek çok hizmetin yerellerin ilgili kanununda (Belediye Kanunu , Büyükşehir Belediye Kanunu , İl Özel İdaresi Kanunu) yapılacağı yada yaptırılabileceği belirtilmektedir.[18] çevre hizmeti gibi temel kamu hizmetinin ülkenin bütünü gözetilmeksizin yalnız yerelin

inisiyatifine bırakılmasının sakıncaları bir yana bu hizmetlerin özel sektöre gördürülebilmesi hizmetlerin yeknesaklığı, sürekliliği ve kamunun eşit yararlanmasına açık olması gibi temel ilkelere uygun olmayacaktır. Hizmetlerin piyasanın şartlarına teslimi anlamına gelecek bir düzen bu alanda kamu yararı amacının bırakılması anlamına gelecektir.

Kamu hizmetinin yararlanıcısı ve çevre hakkının öznesi konumundaki halkın politikaların belirlenmesinde ve uygulanmasındaki etkinliğinin artması, anayasada devlete ve vatandaşlara yüklenen ödev ve sorumlulukların yerine getirilmesinin sağlanması , denetlenmesi ve hizmetlerin verimliliği için önemlidir.

(3)

“Devlete göre Türkiye’de çevre kirliliğinin en önemli nedeni , yetkili ağızların kullandığı sözcüğü aynen alırsak ‘cahilliktir’, kibarcası ‘halkın eğitimsizliği’dir.(…) vatandaşa sadece dişlerini fırçalar yerlere çöp atmazsan herkes kendi kapısının önünü temiz tutarsa çevre kirlenmez mesajını veriyor.” [19] Bunun çözümü olarak halkın çevre konusunda eğitilmesi ve bu konuda bilinç düzeyinin arttırılması özellikle devletin önerdiği çözüm oldu. Ancak ne okullarda çevre derslerinin verilmesi ne de televizyonlarda çevrenin korunması konusunda yapılan programların karşılığı beklendiği etkiyi yaratmadı “Halkı bu konuda eğittik ve bilinçlendirdik türü sözlerin gerçek hayatta karşılığı yok. En başta şu nedenle : İnsanlar bu konuda eğitildikleri için bilinçlenmediler; bildikleri yaşadıkları çevre gün be gün tanınmaz hale geldiği için, kirlendiği, tahrip edildiği, yaşanmaz, soluk alınamaz hale geldiği için telaşa kapıldılar ve çevrenin korunması gerektiği sonucunu çıkardılar. Bilinçlendikleri için kendilerini eğittiler.”[20] Halkın bu noktada örgütlülüğünün artması ve taleplerini dillendirmesi yaşadıkları çevreyle kurdukları ilişkilerine ve bu konuda

yaşadıkları olumsuzluklar kapsamında şekillendi. Devletin, ‘evlerimizin önlerini temizlemeleri ve çiçekleri korumamız’ yönünde bizlere yüklediği sorumluluğa karşın özel sektörden aynı duyarlılığı beklemediği de yine bu dönemde ortaya çıktı. Rekabet koşullarının zorladığı çevresel standartlara bile uymayan özel sektöre hukuksal yaptırım uygulamak şöyle dursun, bu şirketler ödüllendirildi. çevreye zarar veren uygulamaları mahkeme kararıyla durdurulan şirketlerin faaliyetlerine göz yumuldu. Bir ülkede hukuk düzenin olmamasından daha kötüsü, hukuk sisteminin kurallarının uygulanacağına dair güvenin olmaması, bu konuda kamu vicdanın zarar görmesidir. Kamu vicdanı da eğitimle onarılamaz.

çevre politikaları sadece hukuksal normlar koymayı değil aynı zamanda onu uygulayacak kararlı bir idari mekanizmayı, bu konuda teknik bir alt yapıyı ve hukukun uygulanmasını talep eden toplumsal bir duyarlılıkla gelişebilir. çevre politikaları ülkede uygulanan diğer politikalardan ayrı düşünülemez; “başta ekonomik ve toplumsal politikalar arasında tutarlılık ve eşgüdüm sağlanır.”[21] Özellikle de kentleşme, sanayileşme ve tarım politikaları birbirini oldukça etkiler. Türkiye’de 80 sonrası egemen liberal kapitalist politikalar çevre politikalarında da etkisini göstermiştir. “Bunlar yeryüzünde bazı çevre sorunlarının varlığını kabul etmekle birlikte, öteki ekonomik ve toplumsal sorunlar gibi bunların da kendiliğinden piyasa ekonomisinin oyun kuralları içinde çözülebileceği inancındalardır.”[22] çevre politikasını hayata geçirecek ilkeler de liberal izler taşır.[23] Bu doğrultudaki çevre politikasının bile asgari düzeyde mali ve finansal açıdan örgütlü bir kaynağının olması gerekir.[24] Ancak bu kaynak hükümetler değişse de borçlanma politikası ekseniyle sınırlı kalmıştır.

Anayasada tanınan çevre hakkının, yaşam hakkı ekseninde amaçsal yorum yoluyla geliştirilmesi çevre politikasının bütünsel bir eksene kavuşturulmasında bir başlangıç olabilir. Ancak tanınan bu hak toplum tarafından kullanılırken, toplumun hukuk güvenliği duygusunu zedelememek için de mahkeme kararlarını uygulayacak bir idari örgütlenme şarttır. Bu idare de her şeyden önce çevreyi lüks görmeyen bir anlayışa sahip olmalıdır. Yetkiler arasında merkez ve yerel arasındaki koordinasyonun sağlanması da ancak bu konudaki idari duyarlılığın artması ile mümkündür. Ancak

bugün devlete hakim olan liberal politik eksenin, vahşi kapitalizmle harmanlanmış yönelimi, liberal çevre yönetim araçlarını bile atıl bırakmaktadır. Bu konuda devletten ve özel sermayeden çevre ile ilgili özel bir duyarlılık beklemek ancak çevre konusunda yükselecek bir toplumsal muhalefetle mümkün olacaktır. Yoksullukla ve çevresel bozulma arasındaki ilişkiyi doğru bir şekilde kavrayan bütünsel bir çevre politikası, ancak çevrenin korunmasının ve geliştirilmesinin ekonomik gelişmenin önünde bir engel olmadığı temelinde geliştirilebilir. Bu eksende uluslararası şirketlerin belirleyiciliğinden gelişen çevre politikasının ; günübirlik ve kalkınma hedefi yolunda çevreyi bir araç gören eğilimi terk edilmelidir. Halkın özellikle çevre gibi doğrudan yaşamı ve geleceğini ilgilendiren politikaların belirlenmesinde ve kararlarının alınmasında süreçlere dahil edilmesi gerekir.Seçilen politikalarda kamu yararı ve çevrenin sürdürülebilirliği ön planda tutulmalı, ekonomik araçların seçiminde uygulanabilirlik ve adalet ilk hedef olarak gözetilmelidir.

Ilgın Özkaya- EKOLOJİ KOLEKTİFİ

[1] Pınar Kılıçoğlu , Türkiye’nin çevre Politikalarında Sürdürülebilir Gelişme , Turhan Kitabevi Yayınları, 1.baskı , Ankara , Ağustos 2005 ,s. 67.

[2]“1972 yılında Fert Melen Hükümeti zamanında çevre Sorunları Koalisyonu Kurulu oluşturuldu.”( Semra Somersan, Olağan Ülkeden Olağanüstü Ülkeye Türkiye’de çevre ve Siyaset, Metis Yayınları, 1.Baskı, 1993 İstanbul, s. 28.) çevrenin ayrı bir bölüm olarak yer aldığı ilk kalkınma planı 1973-1977 yıllarını kapsayan” (Nesrin Algan, Türkiye’de

(4)

Devlet Politikaları Bağlamında çevre ve çevre Korumanın Tarihine Kısa Bir Bakış, Türkiye’de çevrenin ve çevre Korumanın Tarihi Sempozyumu 7-8 Nisan 2000, İstanbul, Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı, 1.baskı, ekim 2000, s. 227.) 3.Beş Yılık Kalkınma Planı’nda ve “1974 ‘de de çevre kavramı hükümet programlarındaki yerini ilk kez yine bu plan döneminde görev yapan 1.Ecevit Hükümeti Programında”(Kılıçoğlu, Türkiye’nin çevre Politikalarında Sürdürülebilir Gelişme, s.71.) yer verilmiştir. “Ancak, üçüncü beş yıllık kalkınma planı döneminde çevre mevzuatı bakımından çevreye özgü hiçbir yeni düzenlemenin yapılmadığı sorunların varolan hukuksal metinler üzerinden çözümlenmeye çalışıldığı belirtilmiştir.” (Nükhet Turgut, çevre Hukuku, 2.Baskı, Ankara, Savaş Yayınevi, Kasım 2001, s.61.)

[3] Madde 56, Herkes sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir.çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir. (…)

[4]Somersan ( Türkiye’de çevre ve Siyaset, s.29.) bu konu ile ilgili “1982 Anayasasının yapımcıları, dünyada çevreyi anayasalarına ilk koyan ülkelerden biri olmakla övündüler.Gerçekten de 12 Eylül Askeri Anayasası’nın 56.maddesi her bireye ‘sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkı’ tanıyordu.(…)Türkiye’ de devletin çevre anlayışı açısından temel kaynak olan 56.madde ‘çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek’ görevlerini bireyler ve devlet arasında bölüştürmüş.Bu konuda mali güç, araç, kurum ve iktidar sahibi olan devlete özel bir görev yüklememiş, çevrenin en önemli kirleticisi özel sektörden sanayiden hiç söz etmemiş.Gerçi hukukçular

56.maddesindeki vatandaş ibaresinin hukuken mahkemelerde özel sektörü kapsamayacağı anlamına gelmediğini belirtiyorlar.Ama ifadeden Anayasa’da özel sektörün çevreden özel olarak sorumlu tutulamayacağı anlamı çıkıyor.Bu da yeterince önemli bir vurgu.” demiştir.

[5]İbrahim Kaboğlu , çevre Hakkı, İmge Kitabevi Yayınları , 3.Baskı, Ankara ,Nisan 1996 , s. 41.

[6]İbrahim Kaboğlu, Özgürlükler Hukuku İnsan Haklarının Hukuksal Yapısı Üzerine Bir Deneme , Afa Yayıncılık , 1.Baskı , İstanbul ,Aralık 1994 , s.248.

Hak ve özgürlükler içerisinde 35.madde gerekçesi en uzun ve ayrıntılı olma özelliğine de sahiptir.

[7]Ruşen Keleş, Birol Ertan,çevre Hukukuna Giriş,İmge Kitabevi Yayınları,1.Baskı ,Ankara,Ocak 2002,s.92. [8]Kaboğlu, Özgürlükler Hukuku İnsan Haklarının Hukuksal Yapısı Üzerine Bir Deneme,s.250.

Hak ve özgürlükler içerisinde 35.madde gerekçesi en uzun ve ayrıntılı olma özelliğine de sahiptir. [9] Algan , “Türkiye’de…”s.231.

[10]Gökhan Orhan ,Yerel Yönetimler ve çevre,Yerel Yönetimler Üzerine Güncel Yazılar-1:Reform , Nobel Yayınları , Editör:Hüseyin Özgür, Muhammet Kösecik,İstanbul , Eylül 2005,s.596.

[11] Nuran Talu , “Kamu Yönetiminde Kurumsal Reform İhtiyacı : çevre Bakanlığı”, çevre ve Mühendis , 2003 , sayı 23-24 , s.50.) gereği çevre konusunda da sık sık gündeme getirilmiştir.

[12]Türkiye’ de çevre Müsteşarlığı 3.Ecevit Hükümeti tarafından ve Bülent Ecevit başbakanlığı sırasında kuruldu (Bakanlar Kurulu’nun 27.7.1978 gün ve 7-16041 sayılı kararı ile kurulmuştur). 12 Eylül döneminde çevre statü tenziline uğradı, genel müdürlük oldu ve bir devlet bakanlığına bağlandı.”( Somersan , “Olağan …”s.20.) 1989 yılında çevre örgütü yeniden Başbakanlık müsteşarlığı ve 1991 yılında da bakanlık olarak teşkilatlandı.(21.08.1991 tarih ve 443 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile kuruldu.) çevre Bakanlığı, 2003 yılında Orman Bakanlığı ile

birleştirilerek yerini çevre ve Orman Bakanlığına bıraktı.(Keleş,Hamamcı , çevre Politikası,s.310.)

[13] çevre Bakanlığı ve Orman Bakanlıkları’nın birleşik bakanlık yapısı içinde bir araya gelmesi pek çok çevre tarafından haklı olarak eleştirilmiştir. “Bu koşullarda gerçekleşecek bir birleşme fiilen çevre Bakanlığı’nın

kapatılması anlamına gelecektir.çevre Bakanlığı’nın bütünsel bir politika oluşturma ve daha önemlisi bu politikaları hayata geçirme konusunda bir çok eksikliği bulunmakla birlikte Türkiye’nin güçlü bir çevre örgütlenmesine , ektin bir kuruma ihtiyacı ,var olan kurumun lağvedilmesi ile giderilmez.”(TBMMOB çevre Mühendisleri Odası 4.dönem çalışma Raporu 2002-2004 , Mart 2004, s. 193.)[14]Keleş, Hamamcı , çevre Politikası ,s. 308.

[15] Yücel çağlar ,“Kamunun Yeniden Yapılandırılması ve çevre&rdquo ,çevre ve Mühendis , Mart 2004, sayı 26, s.44.

[16] çağlar , “Kamunun Yeniden Yapılandırılması ve çevre” , s. 44.

[17]Nuran Talu, “Kürenin ortak malı: çevre”, Radikal Gazetesi, 13 Ocak 2006, http://www.radikal.com.tr/haber.php? haberno=175604

[18] Bu konuda bakınız,kabul tarihi 7.12.2004, Yayımlandığı Resmi Gazete 24.12.2004-25680, Kanun no 5272 Belediye kanunu madde 14 /f 2

[19] Somersan, Olağan Ülkeden Olağanüstü Ülkeye Türkiye’de çevre ve Siyaset , s. 34. [20] Somersan , Olağan Ülkeden Olağanüstü Ülkeye Türkiye’de çevre ve Siyaset , s.37. [21] Keleş,Hamamcı , çevre Politikası , s. 329.

(5)

incelenir.[23]Liberal kapitalist politikaların ekonomik araçları olan kirleten öder , (çevre kanunu

http://cevretek.com/cevrekanunu.htm , Madde3/e, ‘Kirlenmenin önlenmesi , sınırlandırılması ve mücadele için yapılan harcamaların kirleten tarafından karşılanması esastır.Kirletenin kirlenmeyi durdurmak gidermek ve azaltmak için gerekli önlemleri almaması veya önlemlerin yetkili makamlarca doğrudan alınması nedeniyle kamu kurum ve kuruluşlarınca yapılan gerekli harcamalar 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre kirletenden tahsil edilir.Ancak kirletenler, kirlenmenin önlenmesi ve sınırlanması için yapılan giderleri ödeme yükümlülüğünden söz konusu kirlenmeyi önlemek için gerekli her türlü tedbiri aldıklarını ispat etmek kaydıyla kurtulabilirler.’) kullanan öder , (Keleş,Ertan,çevre Hukukuna Giriş,s252 , ‘Kullanan öder ilkesinin

uygulanması , çevre mallarını kullanarak fayda elde edenlerin çevre kirlenmesinin önlenmesinin maliyetine daha çok katılmaları sonucunu yaratmaktadır.) çED, vergiler, sübvansiyonlar da bu nedenle Türkiye’de en çok uygulama bulan ekonomik araçlar olmuştur.

[24] “İlk kez çevre politikalarının uygulanmasına yönelik finansmanın nasıl sağlanacağı” (Kılıçoğlu, Türkiye’nin çevre Politikalarında Sürdürülebilir Gelişme , s.95.) nın belirtildiği, 1.çiller Hükümeti Programında da önerilenler liberal kapitalist politikalar çerçevesinde kalan finansal kaynaklar olmuş: ‘çevre mevzuatında yer alan kirleten öder ilkesi ile birlikte kullanan öder ilkesini de etkili bir şekilde uygulamaya geçireceğiz. çevre kirliliğinin önlenmesi için teşvik mekanizmalarını geliştirecek ve ekonomik araçların da bu amaçla kullanılmasını sağlayacağız. Başta İstanbul olmak üzere büyük şehirlerin çöp sorununu çözerek, çevreye zarar vermeden çöpten ekonomik olarak yararlanmayı sağlayacak projeler geliştirilecek, bu projeler başta Dünya Bankası ve İslami Kalkınma Bankası olmak üzere diğer uluslararası kuruluşlardan sağlanacak uygun koşullu proje kredileri ile finanse edilecektir.’ (1.çiller Hükümeti Programı (25.06.1993 – 05.10.1995), http://www.tbmm.gov.tr/ambar/hp50 ) denmiştir.

Referanslar

Benzer Belgeler

İnsanların yaşamları boyunca varlıklarını sürdürdükleri canlı ve cansız ortam çevre olarak adlandırılmaktadır. Hiçbir canlı çevresinden tam olarak bağımsız

Sulardan toprağa karışan maddeler, hava yoluyla gelen maddeler, tarım alanlarında kullanılan ilaç ve gübrelerden kaynaklanan kimyasal maddeler, kentsel katı ve sıvı

Ankara Üniversitesi çevre Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi'nin öncülüğü ve Beypazarı Belediyesi, Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi, Beypazar ı Meslek Yüksekokulu

'9o'l ı yıllar, gerek uluslararası ölçekte (BM), gerek devletler düzleminde (anayasalar), çevre hakkı açısından adeta bir umut on y ılı oldu.. Avrupa Mahkemesi (İHAM),

Ayr ıca Türkiye sadece geçen yıl Antalya’da çıkan yangınlarda, bilim insanlarına göre, 20 bin hektar verimli orman arazisini yitirdi.. Dünya yar ın “5 Haziran Dünya

TÜRÇEP Sekreteri Caner Gökbayrak , yapt ığı açıklamada, yürüyüşün, Maden Yasası ve 2-B orman alanlarının satışını öngören düzenlemelere kar şı olan tepkilerin

Ġnversiyon/terse dönme: Hava kirliliğine neden olan partiküllerin güneĢ ıĢığını soğurarak ısıya dönüĢmesi ve üst katmanların normalin aksine ısınarak dikey

• En genel anlamda insanlar, toplumlar, uluslar arasındaki karşılıklı ekonomik, ticari, siyasi, sosyal ve kültürel ilişkilerin dünya ölçeğinde gelişmesi,