• Sonuç bulunamadı

Mehmet Zahit Kotku - Ana Baba Hakları

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "Mehmet Zahit Kotku - Ana Baba Hakları"

Copied!
80
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)
(2)

Mehmet Zahit Kotku - Ana Baba Hakları

ĐÇĐNDEKĐLER

Müellifin kısa terceme-i hali ... ... IX

Mukaddime ... 1

OZERĐMĐZDEKÎ HAKLAR... ... _ 4 ALLAH TEALA'NIN HAKKINA RĐAYET ...: ... 6

1 —Gizli putlar ... 9

2—Şirk küfürdür... 12

3—Şirk rahmeti inkârdır ... 15

4 — Yaratılışımızın gayesi ... 20

OÇ KURTARICI VE TEHLĐKE 1 — Kurtarıcı üç şey ... ... 25

a) Allah teâlâ'dan korku özerine olmak ... 25

b) Đktisada riâyet etmek ... 30

c) Adalete riâyet etmek ... ... 31

2 —Üç tehlike ... 31

a) Cimrilik ... 31

b) Nefis ve hevâya uymak ...'... ... 32

c) Ucüb ...,... 32

ANA BABA HAKKINDAN DAHA MÜHĐM BĐR HAK PEYGAMBERĐMĐZĐN VE ULEMANIN HAKKI ... ... 37

ANA BABA HAKLARI ANA BABAYA KARŞI ON MÜHĐM VAZĐFE... 51

ANA BABAYA ĐHSAN VE ĐTAAT ... 52

V 1 —Ana babaya iyilik cihâd sevabı kazandırır ... 52

2 — Ana babaya iyilik ömrün uzamasına sebeb olur ... ... ... 57

3 — Đmanda sebat ve ana babaya itaat ... 60

a) imanda sebat etmek ... 60

b) Ana babaya itaat saadettir ... ... 61

c) Malım ana babadan sakınma... 61

4—Cennet anaların ayağı altındadır ...¦... 64.

5—Ana babaya iyilik Allah'ın yardımını celbeder ... 68

6 — Dostlarını ziyaret ana babayı ziyarettir...,... 70

7— Ana babaya ikramın sevabı ... 73

8 — Ana babaya itaatin şartları ... 75

EBEVEYNE ĐHSAN HUSUSUNDA BĐRKAÇ ÖRNEK 1—Bâyezîd-i Bistâmî'den bir örnek ... 80

2— Babaya hizmete bir örnek... 81

3 — Hızır Aleyhisselâm ... ... 81

4 — Cenâb-ı Hak'dan Musa Aleyhisselâm'a bir vasiyyet... ... 82.

5 — Annenin bir duası ... ... 83

6 — Edeb numunesi ... 84

ANA BABAYA ĐTAATĐN MÜKAFATINA DAĐR ĐBRETLĐ KISSALAR 1—Şeytanın yol bulamadığı bir yer... 86

2 —Anaya itaat vâcibtir ... 89

3—Bir mirasın taksimi ... ... ... 90

4 — Mantığına uymayan herşeye itiraz etme ... 90

5—Levh-i mahfuzdaki ilk yazı ...'... ... 93

6 — Ana babaya karşı gelmemek... 94

7—Hazreti Musa (a.s.)'nin Cennetteki komşusu ... 94

8 —Dikkate değer bir hadise ... .../... 96

ANA BABAYA ĐSYAN... ... 100

1—Ana babaya iyi davranabilmenin çâresi ... 101

2 — Ana babaya isyan büyük günahlardandır ... ... ... 104

3—Fesatçılığın sonu ... ... 109

ANA BABAYA ASI OLMANIN HÜKMÜ ĐLE ĐLGĐLĐ HADĐSLER 1 — Cennete girmesi haram kılınan üç kişi ...,... 111

2—Đbadeti kabul edilmeyen üç kişi ... ... 113

(3)

VI

3—insanlık müslümanlığın içindedir... 115

4 — Cennet nimetlerini tadamıyacak dört kişi ... ,... 116

a) Şarap içmeye devam edenler... ... 117

b) Faiz yiyenler... 118

c) Yetim malı yiyenler... ... 119

d) Ana babaya âsî olan evlâd... 120

5 — Umeyr'in oğlu Mus'ab (r.a.) ... 120

6 —Oç kötü amel ... 123

a) Allah'a şirk koşmak... 123

b) Ana babaya âsî olmak... ... 124

c) Harpten kaçmak... ... 125

7 — Vâlideyne sövmek büyük günahlardandır ... 129

8 — Ana babaya isyan amelleri mahveder ..., ... 132

9 —Riya... 133

ANA BABA HAKKINI ÖDEMEK ... 136

DUALAR HAKKINDA ... ... 143

EVLADIN BABASINDAKĐ HAKLARI 1 —Evlâdın babası üzerinde üç hakkı vardır... 149

2—Ebeveynin bazı vazifeleri ... 150

a) Akika kurbanı kesmek... ... ... 150

b) Çocukları öpmek sünnettir ... 152

c) Çocuklarına şefkatle muamele etmeli ... 153

Güzel bir lâtife ... ...-... 154

3—Ana babanın dikkat etmesi gereken üç şey... ... ... 155

a) Ana babaya âsî olmamak ... 155

b) Çocuğa dinini öğretmek... 155

c) istenen birşeyi mümkün iken vermemek ve hakkı olmadığı şeyi istemek ... ... ... 158

d) Boş sözlerden sakınmak ve çok sormak ... 159

KARI KOCA HAKLARI 1—Kadınların kocalarına karşı vazifeleri ... 161

a) Kocaya itaat etmek... 161

b) Kocasından izinsiz evinden çıkmamak ... 163

2 — Kocaların hanımlarına karşı vazifeleri ... 164

a) Evini ve ehlini korumak ve hayrı tavsiye etmek... 165

b) Kadının kocası üzerindeki beş hakkı ... 166

VII 3 — Hesabı sorulmayacak harcamalar... 167

KOMŞU HAKLARI ...'. ... 168

1 — Komşu hakkının lüzumu hakkında ... 169

2 — Komşu ile iyi geçinmek... ... ... 173

3 —Kötö komşu ... 174

4—Komşuya ikramda bulunmak ... ... Î75 5 — Komşu hakkının ehemmiyeti ... ... ... 178

ÜÇ GOZEL HASLET... 182

1—Misafire ikram ... 182

2—Sıla-i rahim... 184

a) Sıla-i rahim ömrün uzamasına ve rızkın artmasına sebep* tir ... 186

b) Uzakta olan hısım akrabaları ziyaret ... 189

c) Cennet ve Cehennemin yolu buradır ... 191

3 — Hayır söylemek ... 198

MĐLLET HAKKI ... ... 201

BÜYÜK GÜNAHLARDAN BAZILARI ... ... 211

1—Zina etmenin hükmü ... 212

2 —Zinanın getirdiği felâket ... ... 213

3—Zinadan korunanın yeri Cennetdir... 214

ĐÇKĐ HAKKINDA ... 216

1—Belâya müstehak onbeş fena huy ... ... ... 218

(4)

2 — Günahlar imanın nurunu söndürür ... 220

3 — Bütün günahlar içkiden çıkar... ."... 221

4 — Sarhoş olarak ölen .sarhoş olarak haşrolur ... ... 221

5 — Günahlara devam kalbi karartır ... 223

6 — Şarap içmenin zararları ... 224

FAĐZ YĐYENLER HAKKINDA ... ... ... 226

1—Faizin zararları... 228

ĐNDEKS ... ... „. 231 VIII

MÜELLĐFĐN KISA TERCEME-Đ HALĐ

Müellif rahmetullahi aleyh'in adı Mehmed Zahid, soyadı Kotku idi. Kendisinin naklettiğine göre babası ona:

«Oğlum Mehemmed» diye hitap edermiş. Soyadının «mü-tevazi» mânâsına geldiği nüfus cüzdanının başına not edilmiş idi.

Tevellüdü 1315 hicrî kamerî (Rumî: 1313,* Milâdî: 1897) yılında Bursa şehrinde, kale içinde Türkmenzâde çıkmazındaki baba evinde vaki olmuştur.

Ailesi:

Baba ve annesi Kafkasya'dan 1297'de göç eden müs-lümanlardandır. Dedeleri Kafkasya'da Şirvan'a bağlı eski bir hanlık merkezi olan Nuha'dandır ki burası dağ eteğinde, ipekçilikle meşhur, ahalisi müslüman, halen Azerî Türkçesi konuşulan bir yerdir.

Babası Đbrahim Efendi Bursa'ya 16 yaşlarında iken gelmiş, Hamza Bey Medresesinde tahsil görmüş, muhtelif yerlerde imamlık yapmış, Hz. Peygamber (s.a.s.) sülâlesinden bir Seyyid'dir; 1929'larda 76

yaşlarında iken Bursa ovasındaki Đzvat köyünde vefat etmiş ve oraya defnoîurf muş, ehl-i tarîk bir kimsedir.

Annesi Sâbire hanım, Mehmed Zahid Efendi 3 yaşlarında iken vefat etmiş. Pınarbaşı Kabristanına gömülmüştür.

IX

Bu anne ve babadan doğma ağabeyi Ahmed Şakir (1308-1335) subaylık yapmış, Kudüs'te, Çanakkale'de bulunmuş, siperlerde hastalanmış ve 28 yaşlarında iken vefat edip Söğütlüçeşme'ye defn olunmuştur. Aynı anneden ¦bir küçük kardeşi daha olmuşsa da çok yaşamamış; birkaç aylık iken vefat etmiştir..

Babasının ikinci evliliği yine Dağıstan muhacirlerinden, Fatma hanımla olmuştur. Ondan doğma üç kız kardeş halen hayattadırlar. Bunlardan Pakize Hanım'ın efendisi de, Bursa Ulu Camii imamlarından ve Đsmail Hakkı Tekkesi şeyhlerinden merhum Ahmet Efendi (k.s.)'dir.

Tahsili, askerliği:

Mehmed Zahid Efendi (rh. a.) ilk mektebi Oruç Bey Đbtidaisinde okudu. Maksem'deki Đdadiye devam etti.

Sonra Bursa Sanat Mektebine girdi. Bu esnada Birinci Cihan Harbi dolayısıyla 18 yaşlarında askere celb olundu. 14 Nisan 1332'de asker oldu, senelerce askerlik yaptı, çok tehlikeli günler geçirdi, hastalıklar atlattı.

Ordunun Suriye' den çekilmesinden sonra,' binbir güçlükle Đstanbul'a döndü.

10 Temmuz 1335 Cuma gününden itibaren de 25 K. 30 şubede yazıcı olarak vazifeye devam etti. Kendi hatıra defteri kayıtlarından 1338 Martlarında henüz bu vazifede olduğu görülüyor.

Tasavvufî yetişmesi ve dinî hizmetleri:

Đstanbul'da bulunduğu esnada çeşitli dinî toplantılara, derslere, camilerdeki vaazlara devam etti. Bilhassa Seydişehirli Abdullah Feyzi Efendi'yi çok sevdiği anlaşılıyor. Bu arada 16 Temmuz 1336 Cuma günü namazı Aya-

X

sofya camiinde edadan sonra, Vilâyet önünde bulunan^ Fatma Sultan Camii yanındaki Gümüşhaneli Tekkesine giderek Şeyh Ömer Ziyaeddin Efendi'ye intisap eyledi. Günden güne ahvalini terakki ettirdi.

Bu zat-ı şerifin 18 Kasım 1337 Cuma günü vefatından sonra postnişin-i irşad olan Tekirdağlı Mustafa Feyzi Efen-di'nin yanında tahsil-i kemâlâta devam etmiş, müteaddit defalar halvete girmiş, 27 yaşlarında

hilâfetnameyi aldıktan sonra ondan Râmûzu'l-ehâdis, Hizb-i A'zam ve Delâi-lu'1-hayrât icazetnamelerini de almış, Bayezit, Fatih ve Ayasofya camii ve medreselerinde derslere devam etmiş, bu esnada hafızlığını da tamamlamıştır. Bu aralarda hocasının işareti üzere, muhtelif kasaba ve köylerde dinî hizmet ifa etmiştir.

Tekkelerin kapatılmasından sonra Bursa'ya dönmüş, evlenmiş, 1929'da vefat eden babası yerine Bursa ovasm-daki Đzvat köyünde 15-16 sene kadar imamlık ettikten sonra Üftade camii şerifinin imam - hatipliğine tayin edilerek şehirde hisar içindeki baba evine yerleşmişti. Burada 1945-46'dan 1952'ye kadar hizmet eyledi.

1952 Aralığında Gümüşhaneli dergâhı postnişini .ve eski tekke arkadaşı Kazanlı Abdülaziz Bekkine'nin vefatı üzerine, Đstanbul'a naklolarak Fatih'te Bulvara hazır Ümmü Gülsüm Mescidi'nde vazife gördü.

1.10.1958 tarihinde Fatih Đskenderpaşa camii şerifine nakloldu ve vefatına kadar bu vazifede kaldı.

Vefatı:

Mehmed Zahid Efendi rahmetullahi aleyh, ömrünün son yıllarında rahatsız idi; ayakta gezmesine rağmen, şiddetli ağrılarından muzdaripti. 1979 yazında uzun zaman

(5)

XI

kalmak üzere gittiği Hicaz'dan, ağır hasta olarak 1980 Şubatında dönmek zorunda kalmıştı. 7 Mart 1980'de ameliyata girdi ve midesinin üçte ikisi alındı.

Ameliyattan sonra tedricen düzeldi, hattâ 1980 Ramazanında hiç aksatmadan oruç tuttu. Hatimle teravih kıldı, vaaz etti, yazın Balıkesir Ilıca'ya, Çanakkale Ayvacık sahiline ağrıyan ayakları için götürüldü, hac mevsimi gelince de Hicaz'a gitti. Fakat ameliyata sebep olan rahatsızlığı nüksetmiş ve ağrılar tekrar başlamıştı. Haccı güçlükle ifadan sonra 6 Kasım 1980'de çok ağır hasta olarak Đstanbul'a döndü. Tam bir hafta sonra 13 Kasım 1980'de (5 Muharrem 1401) Perşembe günü öğleye yakın, dualar, yasinler, teşbih ve tehliller ve gözyaşları ile uyur gibi bir halde iken âhirete irtihal eyledi.

Cenaze namazı 14 Kasım 1980 Cuma günü Đstanbul Süleymaniye Camiinde muhteşem, mahzun,, vakur ve edepli bir cem-mi gafir tarafından kılınarak, mübarek vücudu, Kanunî Süleyman Türbesi arkasında,

kendisinden feyz aldığı hocaları ve üstadlarınm yanındaki istirahatgâ-hına defnolundu.

Bu esnada Süleymaniye, Şehzadebaşı, Fatih ve çevrelerinde trafik durmuş, Süleymaniye'nin içi ve avlusu kamilen dolduğu gibi, cemaat sokaklara taşarak Esnaf Hastahanesinin yanına kadar uzanmıştı. Vefatını duyanlar içinde Anadolu'nun en uzak şehirlerinden olduğu kadar Avrupa'dan gelenler de vardı. Uzakta bulunan muhiblerin-den çoğu da vaktinde haber alamama yüzünden cenazesine yetişememişlerdi.

Vefatı Đslâm âleminde de büyük üzüntüye yol açmış, Suudi Arabistan'da, Kabe'de, Kuveyt'te ve daha başka şehirlerde gıyabında cenaze namazı kılınıp, dualar edilmiş, ajanslar bu elim vefat haberini yayınlamışlardı.

XII

Vefat tarihi olan 13 Kasım 1980 tarihli takvim yapraklarında tevafukan çok manidar ibareler yer alıyordu.

Meselâ bunların birindeki şu parça ne kadar şayan-ı taaccüptür:

Arkamdan ağlama:

Öldüğüm gün tabutum yürüyünce Bende bu dünya derdi var sanma.

Bana ağlama, «yazık yazık!», «Vah vah» deme

Şeytanın tuzağına düşersen vah vahin sırası o zamandır.

Yazık yazık asıl o zaman denir.

Cenazemi gördüğün zaman «elfirak, elfirak» deme, Benim buluşmam asıl o zamandır.

Beni mezara koyunca elveda demeğe kalkışma Mezar Cennet topluluğunun perdesidir.

Mezar hapis görünür amma,

Aslında canın hapisten kurtuluşudur.

Batmayı gördün ya, doğmayı da seyret Güneşle Aya batmadan ne ziyan gelir M?

Sana batma görünür amma Aslında o doğmadır, parlamadır.

Yere hangi tohum ekildi de yetişmedi?

Neden insan tohumu için

Bitmiyecek, yetişmiyecek zannına düşüyorsun?

Hangi kova suya salındı da dolu olarak çekilmedi?

dan Yusuf'un kuyuya düşünce niye ağlarsın?

Bu tarafta ağzım yumdun mu o tarafta aç!

Çünkü artık hay-huy'un,

Mekânsızlık âleminin boşluğundadır.

Ahlâk ve şemaili:

Merhum uzunca boylu, şişmanca, heybetli, beyaz tenli, dolgun pembe yanaklı, uzunca ak sakallı, geniş alınlı,

XIII

aralıklı kaşlı, irice başlı, gül yüzlü, sevimli; alımlı bir kimse idi. Gençken zayıf olduğunu, öksüzlükte yemek yerine yumurta içivererek böyle iri vücutlu olduğunu gülerek anlatırdı. Đlk görüşte insanda sevgi ve saygı uyandıran bir hali vardı. Tanıdığına, tanımadığına selâm verir, güleryüz gösterir, gönül alırdı. Đlk nazarda koyu kestane renkli görünen, fakat dikkatle bakılması imkânsız, esrarlı ve derin manâlı gözleri vardı. Gözü içinde kırmızılık, sırtında ve karnında ise avuç içi kadar iri bir ben mevcuttu.

Hafızası çok kuvvetli idi, konuşması tatlı ve safiyane idi. Çok kere halk telaffuzu kullanır, karşısındakine söz fırsatı tanır. Kesinlikle bildiği bir şeyi bile sanki ilk du-yuyormuş gibi yumuşak bir tavırla dinler, manâlı ve nükteli cevap verirdi. Sohbetleri hoş, hutbeleri fevkalâde celalli olurdu. Hutbe esnasında sesini yükseltir, ordu önündeki bir komutan gibi celâdetle ve irticalen konuşurdu.

Özel hayatında ev halkına karşı müşfik ve lâtifeci davranır, kimseye doğrudan doğruya birşey emretmez, telmih ve remiz ile söyler, anlaşılmazsa sabrederdi.

(6)

Fevkalâde mütevazi idi, kerametleri zahir ve şöhreti âlemgir olduğu halde, talebelerine bile tepeden bakmaz, şeyhlik tavrı takınmaz, kendisini ihvanı arasında lalettayin bir fert gibi görür, makamını ve kemalini büyük bir maharetle gizlerdi. .

Kendi üstadlarına fevkalâde saygılı ve bağlı idi. Tekke arkadaşları olan yaşlılar, üstadının meclisine gittiğinde diz üstü oturup baş eğip hiç ayak değiştirmeden edeple oturduğunu anlatırlar.

Çok uzun ve derin düşünürdü, sohbetlerindeki buluşlara, teşbihlere hayran kalmamak mümkün olmazdı. Bir âyetin, bir hadîsin üzerinde haftalarca, aylarca durup konuştuğu olurdu.

XIV

Ele aldığı bir kimseyi terbiye edip yola getirinceye kadar büyük bir sabırla çalışırdı. Đlk zamanlarda kusurlarına müsamaha ederdi. Yıllarca çalışır, yarı yolda bıkıp bırakmazdı.

Dostlarına vefası emsalsiz idi; onları ziyaret eder, arar sorardı. Akrabalarına karşı vazifelerinde kusur etmez ve onlara her türlü yardımı esirgemezdi.

Çok açık elli idi, verdiği zaman şaşılacak miktarda verir, geriye kalmamasından korkmaz, verdiğini

doyururdu. Sofrasında ekseriya misafir bulunurdu. Hizmet edenleri bir vesile ile memnun eder, ziyaretçilere güleryüz gösterir, kapısını, her zaman açık tutmağa çalışırdı.

Gece ve sabah ibadetlerine çok riayet eder, talebelerini de bunlara teşvik eylerdi. Đnsanın kalbinden

geçirdiğini bilir, gelenin sormadan cevabını verir, istemeden ihtiyaç sahibinin muhtaç olduğu şeyi bağışlardı.

Gönüllere ve rüyalara tasarrufu vardı. Bereket gittiği yere yağar; bolluk onunla beraber gezer, en hücra, en kıtlık yerde o gelince nimet dolardı. Beraberinde seyahat edenler, tevafuklara, tecellilere, maddî ve manevî hallere ve ikramlara şaşar, hayretlere düşerler, parmaklarını ısırırlardı.

Allah teâlâ ve tekaddes hazretleri derecatını ulya eyleyip biz aciz ü naçizleri de füyuzat ve şefaatmdan feyz- yâb u nasibdâr buyursun, âmin bi-hürmeti seyyidilmürse-lîn (s.a.s.) ve âlihî ve sahbihî ve men tebiahum bi ihsanın ilâyevmi'd-dîn ve'1-hamdü lillâhi rabbi'l-âlemîn.

Halil Necatioğlu XV

MUKADDĐME

Bu dünyaya gelen herkesin vakti gelince gitmesi mukarrerdir. Dünya âhiretin bir yoludur. Cennete de, Cehenneme de yol buradan geçer. Ahiret denilen âlemde bu dünyada yaptıklarımızın hesabı görülünce, kara yüzlü günahkârlardan olup Cehenneme sürüklenmek ne kadar acıdır. Bunun sebebi de Allah teâlâmn- emirlerine uymamak, yasaklarından kaçmamaktır.

' Malûmdur ki, bir çok kusur ve günahlar, bilinmediğinden yapılmaktadır. Bunlar bilinirse her halde insanoğlu yapmamağa çalışacaktır.

Bilindiği halde yapılan günahın cezası bir ise, bilinmeden yapılan günahın cezası iki misli olacaktır. Birisi öğrenmediği için, birisi de günah işlediği içindir. Onun için her halde hayırları, serleri, günahları öğrenmek kendi menfaatimizin iktizasıdır.

Đşte öğrenilmesi menfaatimiz icabı olan hayırlardan birisi de ana ve babaya daima iyilik, ihsan, ikram ile birlikte; öldükten sonra da onları unutmayıp daima hayırla yâd etmek ve onlar için hayırlar yapmaktır. Meselâ onların nâmına sadakalar vermek, Kur'an okumak, tevhîd çekmek, hac ve umre yapıvermek veya yaptırmak, nafile namazlar kılıp onların ruhlarına hediye etmek suretiyle de onları sevindirmek, bizlere düşen vazifelerin başında gelmektedir. Cenâb-ı Hak'tan cümlemize tevfik ve hidâyetler diler, olgun, kâmil müslüman olmamızı, yine Hak sübhâ-nehû ve teâlâ'dan dilerim.

2 -ANA BABA HAKLARI

Đmam-ı Buhârî'nin, Abdullah b. Amr b. el-Âs (r.a.)-dan bu hususta rivayet ettiği hadîsi sizlere de duyurmayı vazife saymaktayız. Çünkü duyulmasında çok, hem de pek çok fâideler vardır.

Hadîs-i şerif meâlen şöyledir:

Büyük günah olarak Allah'a şirk koşmak, vâlideyne âsî olmak, adam öldürmek, bir de yalan yere yemin etmek diye dört büyük günah sayılmıştır. Burada vâlideyne âsî olmanın, Allah teâlâya şirk koşmak, adam öldürmek ve yalan yere yemin edip başkalarının hakkına tecâvüz edenlerle beraber zikredilmesi de tabiî çok manâlıdır. Adam öldürmek cinayetlerin en büyüğü olduğu gibi. bunu işleyenlerin de Cehennemlik olacağını bilmeyen yoktur zannederim. Nisa sûresinin 93. âyetini iyi oku. Bir mü'mi-ni kasten, bile bile öldürmek kolay, alt tarafı bir kurşuna dayanır. Fakat sonra ebediyyen Cehennemde yanmak kolay mı? Bir de üstelik Hak'kın gazabına ve lanetine müstehâk olmak, nihayet büyük bir azabla karşılaşmak acaba ne demektir? Đşte bunları düşünmeden aklına düşeni hemen yapıvermek, şuursuzluğun, yani akılsızlığın alâ-metlerindendir.

Đnsan, her halde kâfir de olsa, bir cana kolayca kıyamaz.

Binâenaleyh ana ve babaya âsî olmak ve onları incitmek, rahatsız etmek, dinsiz müşrikle, adam öldüren katilin arasına sokulmuş ve bu suretle ana ve bahaya isyan edenlerin, katiller gibi ağır cezaya

çarptırılacakları hissi verilmiştir.

Öyleyse ey aziz ve muhterem kardeşim! Sen onların kadr ü kıymetlerini iyi bil de sakın onları darıltma. Ne onlara küs, ne de onları küstür. Eğer dünyada ve âhirette rahat etmek istiyorsan bundan başka çâre yoktur.

Đnsana yaraşan dâima büyüklerinin sözlerini ve nasihatlerini din-

(7)

MUKADDĐME 3

lemek ve Hak'kın emir ve fermanlarına boyun bükmektir.

Đslâm âdet ve an'anesine, emir ve nehiylerine itaat etmeğe ve Peygamberimizin sünnetlerine riayetkar olarak yaşamamıza vesile olan eserleri yadigâr bırakan ulemâmıza karşı ne gibi bir hizmet edebiliyoruz? Hiç olmazsa onların ruhlarına Fatihalar hediye ederek ve onların bıraktıkları, o canım ve güzel eserlerin yanına, bizler de güzel ve kıymetli eserler ekleyerek, gelecek nesle yadigâr bırakmamız lâzım gelmez mi dersiniz?

Bugün genç yavrularımızdan hem rica. hem de onlara ufak bir hediye olarak hazırlanan bu kitabı güzelce okuyarak, ana ve babalarına karşı hürmetkar ve mutî olmalarını tavsiye eder ve Cenâb-ı Hak'tan da nsdvaffakiyetler ihsan buyurmasını fazl u kereminden dileriz.

ÜZERĐMĐZDEKĐ HAKLAR

Üzerimizdeki hakları şöyle sıralamak mümkündür:

1 Evvelâ bizi yaratan ve bizi ilim ve irfan ile teçhiz eden Allahü teâlâ'nın hakkına riayet etmek, emirlerini dinleyip, yasaklarından kaçınmak en birinci vazifemizdir.

2 — Peygamberimizin hakkıdır. O'nun da emirleri ve yasaklan vardır. Emirleri sünnetlerini öğrenip işlemek, yasakları da sünnetlerini terk etmekdir. Bundan kaçınmak şarttır.

3 — Kıyamete kadar gelecek olan Ümmet-i Muham-m,ed'e, Allah'ın emirlerini, Peygamberimizin sünnetlerini tanıtan ve öğreten Ulemâmızın hakkıdır ki, onlara hürmet, saygı ve ikram başlıca borçlarımızdandır.

4 — Ana ve babalarımızın hakkıdır ki, dünya evine gelmemize bizim hayatımıza başlıca sebebdirler.

Onların da sözlerini dinleyip gönüllerini kırmamak ve onların rızalarını kazanmak da en belli başlı vazifelerimizdendir.

5 — Çocukların anne ve babalardaki hakları.

6 — Karı koca haklarıdır ki, cemiyetlerin rahat ve huzuruna sebeptirler.

7 — Komşu haklarıdır ki, pek mühimdir. Bazen akrabalardan daha ziyade komşulara muhtaç olunmaktadır.

8 — Akraba-yı taallukata sıla-i rahim hakkıdır.

ÜZERĐMĐZDEKĐ HAKLAR

9 — Hayvanatın hakkıdır ki, evde bulunan kedi, köpek de bu hakka dahildirler.

10 — Devlet, millet, memleket haklarıdır ki, cemiyet hayatı yaşayan ve hürriyet isteyen ferdlerin bu hakka da riayetleri şarttır.

Hülâsa; 1 — Allahü teâlâ'nın hakkı, 2 — Peygamberimizin hakkı, 3 — Ulemâmızın hakkı, 4 — Ana ve babaların hakkı, 5 — Kan - koca haklan, 6, Çocukların ebeveyndeki haklan, 7 — Komşu hakları, 8 — Akraba-yı taallukata sıla-i rahim hakkı, 9 — Hayvanatın hakkı, 10 — Millet hakkı. Bunlara ilâveten bir çok.

haklar sayılabilir.

ALLAHU TEÂLÂ'NIN HAKKINA RĐÂYET

Şimdi sizlere ve bizlere Allah teâlâ hazretlerinin Kur' ân-ı azîmüşşânda yazıp bildirdiği vasiyeti yazmak istiyorum ki. bu vasiyeti Cenâb-ı Peygamber Efendimiz de ashabı kirâmına vasiyet etmişlerdi. Vasiyetin başı EnYım sûresinin 151. âyeti ile başlar:

U JJĐ tjj'ttî jî "*'Đ w^'UJ

Bu vasiyetler on tanedir. Şimdi bunu anlamaya çalışalım. Cenâb-ı Hak'kın kullarına haram kıldığı şeylerin başında şirk gelmekte. Şirk günahların en büyüğüdür. Cenâb-ı Hak'ka şerik koşmak; ikidir, üçtür gibi söz söylemek; sevgisini, korkusunu Allah'dan gayriye yapmak, yani asıl sevilecek Allah iken onu bırakıp başka birisini sevmek; korkulması lâzım gelen Allah iken başkalarının kuvvetinden korkmak gibi. Halbuki riyanın da en ufağı bir nevî şirkdir, buyrulmuştur. Onun için müslümana lâzım olan, Allah teâlâ hazretlerine halisane kulluk etmek iken, riyakâr adam, insanları aldatmak için riyakârlık yapıp, kendini iyi bir müslüman gibi göstermeğe çalışır. Bilmez ki Allah teâlâ kullarının her halini iyi bilir. Hem görür.

ALLAHU TEALA'NIN HAKKINA RĐÂYET 7

hem de işitir. Ondan gizli hiçbir şey olmaz. Her şeye de vâkıfdır. Đçinden geçen en gizli hatıraları,

vesveseleri, kuruntuları, düşünceleri senden daha iyi bilir. Binâenaleyh, riyakârın yaptığını da, yapacağını da pek iyi ve güzel bilir. Ondan saklı ve gizli hiçbir şey olmaz. Öyle ise, ihlâs-dan kat'iyyen ayrılma. Riyakârın işi dünyâda da berbattır, âhirette de. Riyâkârane yaptığı amellerden hiçbir suretle faydalanması mümkün değildir.

Haramların, günahların, isyanın en büyüğü şirk olduğu halde, hâlâ zamanımızda Allah'dan gayriye tapanlar, hattâ münevverler arasında bile pek çok kimseler, cemiyetler, kabileler bulunagelmektedir.

Peygamberimizden evvelki devirde yaşayan insanların hâlini târih bize pek açık bir şekilde göstermektedir.

Mekke'-i Mükerreme zapt olunduğu vakit, 360 putun nasıl kırılıp atıldığı herkesçe malûmdur. Hattâ bunların içinde meşhur olanları vardır ki, isimleri şöyle zikredilmektedir: Hübel, Lât, Uzzâ, Me-nât gibi. Hele Đbrahim Aleyhisselâm Hazretlerinin zamanında putlara tapmak pek meşhur idi. Đbrahim Aleyhisselâm anları bir günde kırıp parçaladıktan sonra, baltayı da büyük putun boynuna asdı. Bu çok ustaca yapılmış bir tertip idi. Bu putların kırılmasını Đbrahim Aleyhisselâma Đs-nad ettiler. Sorguya çekildi. O da, balta kimin boynunda ise ona sorun diye cevap verdi. O zaman tam bir şaşkınlık içinde ne yapacaklarını bilemediler de, onun canı mı var

(8)

ki, bu işleri yapabilsin demek mecburiyetinde kaldılar. O zaman tam fırsat Đbrahim Aleyhisselâmın eline geçti. Onları mağlûb eden, perişan eden şu cümleleri deyiverdi: «Öyle ise, siz bu cansız, işe yaramayan faydası ve zararı olmayan; kendi ellerinizle ağaçtan, taştan, demirden vesâireden yaptığınız şeylere tapmaktan sıkılmayan akılsız bir güruhsunuz.»1 Onlar da aczlerini anlayınca Đbrahim Aleyhis- (1) Enbiyâ: 66, 67, 69

8

ANA BABA HAKLARI

selâmı ateşe atmağa karar vermişler ve yapmışlar. Lâkin mülkün sahibi olan Allah teâlâ Hazretleri, hepimizin malûmu olduğu veçhile, ateşin olduğu yeri «berden ve selâ-men» fermamyla, Đbrahim Aleyhisselâm için güllük gülistanlık yapmış ve böylece hiçbir zarar görmemiştir. Şimdi hepimizin bilmesi gereken şeylerden birisi de şudur ki, ateş yakıcı bir maddedir. Herkesi yakarken Đbrahim Aley-hisselâmı ne için yakmıyor?

Bunu iyice düşündüğümüz zaman anlarız ki, eşyaya tasarruf eden bir varlık sahibi var. O da şüphesiz Allah teâlâ Hazretleridir. Ateş yakmaz, bıçak kesmez, su da akmaz ve boğmaz. Hiçbir şey O'nun emrinden dışarı hareket edemez. Đkiyüz bin defa büyütüldüğü halde ancak görülebilen, o ufacık mikrop denilen canlıyı yaratıp, göklerde uçan, akıllara hayret verecek derecede makineler icad eden insan, iyi dikkat eyle ki, bu ufacık, gözle bile görülemeyen mikrobun karşısında âciz kalıp, en nihayet yataklara düşer ve sonra da bu dünyaya bir daha gelmemek üzere veda edip gözlerini yumar. Ne yazık o insana ki, bu mülke gelmiş de mülkün sahibini tanımadan ve O'na kulluk vazifelerini yapmadan göçüp gitmiştir. Asıl ağlanacak ve acınacak zat, işte bu ve buna benzeyenlerdir. Zira Hazret-i Allah, bizleri ancak kendisini bilsinler ve emrolundukları' kulluk vazifesin: yapsınlar diye yaratmıştır. Hazret-i Allah'ı bilmek de öyle lâf ile olmaz.

Ancak O'nun gönderdiği peygamberin yolunda gitmek ve sünnet-i seniyesine lâyıkı veçhile uymakla ve Kur' andan kat'iyyen ve zerre miktarı dahi olsa ayrılmamakla mümkündür. Bu da ilme veya ilim sahibi, ameli yerinde, kâmil ve olgun zatların meclislerine devam, sohbetlerini ve nasihatlarını dikkatle dinleyip, amel etmekle olur.

1 — Gizli putlar:

Peygamberler de, hep «bana tabi olunuz» diye ümmetlerine, kavimlerine, cemâatlerine, kendilerine tamamen

ALLAHU TEALA'NIN HAKKINA RĐÂYET Q

ittibâı yani kendilerine uymayı tavsiye etmektedirler. Zira onlar şirkten ve riyadan beridirler. Onlara uyanlar da tabiatıyla şirkten ve şirkin nev'ilerinden, riyadan ve riyanın nev'ilerinden böylece kurtulmuş olurlar.

Bakınız ki, Kur'ân-ı âzimüşşanın 13. cüzünde ve 261. sahifesinde Đbrahim Aleyhisselâmm şöyle birduâsı vardır:

«Yâ Rabbi bu beldeyi emin bir belde kıl, beni ve çocuklarımı putlara tapmaktan uzak eyle.»1 Bazı müfessi- rin-i kiram, burada «gerek peygamberlerin ve gerekse onların çocuklarının putlara tapması mümkün değildir;

öyle ise manâ: «Yâ Rabbî, beni ve çocuklarımı paralara tapmaktan muhafaza eyle ve uzak eyle» demektir»

demişler. Hakikaten para insanın ve insanlığın miyarıdır, dense hatâ edilmiş olmasa gerektir. Çünkü insanı Cennet'e sokan da o paralardır, Cehennem'e sokan da hiç şüphesiz o paralardır. Zira paraların ekseriyetle insanları tuğyana sevket-mekte olduğunu söylemeğe bile lüzum yoktur. Çünkü bunlar bugün hepimizin gözleri önünde aşikâr bir surette gö-rülegelmektedir. Đnkâra ve te'vile hiç de lüzum yoktur. Lâkin bu arada o paraları israftan koruyup hayır-hasenâ-ta ve cihâd yollarına harcayıp, Cennetleri kazanan bahtiyarlar da mevcuttur ve az değildir.

Đbrahim Aleyhisselâmm (Yâ' Rabbi, beni ve çocuklarımı esnama tapanlardan uzak eyle) duasmdaki (esnam), malûmdur ki, putların adlarıdır. Bu putları bazan zenginler altun, gümüş, yakut gibi kıymetli şeylerden

yaparlar

(1) ibrahim: 35 10

ANA BABA HAKLARI I

ve bunlara da ma'bûd deyip taparlardı. Đbrahim Aleyhis-selâm bu mücadelesinden sonra kendinin ve çocuklarının böyle bir hatâya, şirke, günaha, isyana düşmemeleri için Cenâb-ı Hak'ka tazarru' ve niyaz eylemiş ve duası da makbul olmuştur- Kendisi peygamber olmakla beraber, hıfz u himâye-i ilâhiyede olduğu halde, hem bizlere örnek olmak ve hem de son nefesde bütün büyükler, imanlarının tehlikeye düşmesinden korktukları için, Hz. Allah'a tazarru ve niyaz eylemişlerdir. Sonra bazı büyük mütefekkirler bu putu

incelemişler. Taşlara, altun ve gümüşe tapanları da bu puta tapanlardan saymışlar, daha sonra en büyük putun insanın kendi nefsi olduğunu da zikretmişlerdir. Zira nefsin bütün gayesi, arzusu hep fenalığa meyil ve varlık dâvasında çok inadkâr ve azimkar olmasıdır. Sûre-i Yusuf da da Cenâb-ı Hak, nefsin emmârelik devresindeki hâli kötülük ve fenâlıkdır buyuruyor. Zira nefsin yedi devresi vardır. En fenası emmârelik sıfatıdır. Eğer bu nefsin sahibi nefsini ıslâha çalışmazsa, bu hal ve sıfat üzere ölüp gider. Bu devrede küfür, şirk, riya, kibir, hased, gadab, haramları irtikâb, günahları işlemekten zevk almak, hep bu nefs-i emmârenin işidir. Gerek ilmiyle âmil olan kâmil kimselerin sohbetlerine ve hizmetlerine devam ile; Ashâb-ı Kiram,

(9)

Resulullah Efendimiz'e hizmetleri neticesinde nasıl tekemmül edip olgunlaşmışlar ise, bugünün insanı da nefs-i emmâresinin elinden kurtulmak istiyorsa, aynı hizmeti yapması gerekir. Yoksa işin sonu felâkettir. Đşte bugün gözlerimizin önünde cereyan eden çirkinlikler, fenalıklar, adam öldürmeler, ev ve banka soymalar, hep bu nefs-i emmârenin hüneridir. Binâenaleyh, taşa, ağaca, altun ve gümüşten mamul putlara tapanlar ola ki, bir gün uyanıp bu çirkin hareketlerinden vazgeçer; iman ve Đslâm' la müşerref olup iyi ve faydalı bir insan olurlar. Zâten müslümanlarm sayılarının artması da, bu hıristiyan ve müşriklerin tevbe edip Đslâm'a gelmeleriyle olmadı mı?

ALLAHU TEALA'NIN HAKKINA RĐAYET 11

Hele Ebû Ze'ril-Gıfârî hepimize büyük bir örnek. Bakınız: Peygamber henüz ilk devirlerinde müslümanlığı gizli olarak telkin ediyordu. Gıfâr kabilesinden Ebû Zer duydu ve Mekke'ye gelip, gizlice Efendimiz (s.a.s.)'i buldu, dinledi, hakkı anladı ve kabul edip müslümanlığmı Re-sul-ü Ekrem Efendimize bildirdi. O da haydi öyleyse sen de memleketine git. Benden izin gelinceye kadar bekle demişti. Fakat Ebû Zer ateşli, hakikî müslüman olduğundan. Yâ Resulullah ben Kâbe-i Muâzzamada iman ve Đslâ-miyeti ilân etmeden hiçbir yere gidemem deyip Kâbe-i Şerife girip: «Ey müşrikler duyunuz ve biliniz ben müslüman oldum» diye Kelime-i Şehâdeti yüksek bir sesle okudu. Fakat müşrikler buna tahammül edemeyip, zavallı Ebû Zer'i o kadar dövdüler ki, nihayet bayıldı. Ayılmca da Kabe'nin örtüsü altına saklandı. Zira Kabe örtüsüne sığınanlara kimse dokunmazdı. Tam, bir ay orada saklı kaldı. Ancak geceleri zemzemden içerek karnını doyuruyordu.

Ve bu suretle beslendiğini ve kilo da aldığını söylerdi.

Bir gece yarısı Kabe'de bulunan putlara tapınmak için iki kadın gelmiş. Ebû Zer hazretleri dayanamamış, bunlara karşı: «Ey budalalar, sersemler kendi ellerinizle yaptığınız bu taştan vesaireden cansız eşyaya tapmaktan utanmaz mısınız? Bakınız yeni bir peygamber geldi. Đslam dinini ve bir Allah'ı-tanıtıyor. Güzel bir de kitabı var ki, ona da Kur'ân-ı Kerîm deniyor. O'na gidin, müslüman olup kendinizi Cehennem ateşinden kurtarın,» demesiyle kadınlar bir feryat koparıyorlar. Halk toplanıp bu sefer mübarek zatı yine iyice bir dövüyorlar. Ve nihayet bir bahtiyarın yardımıyla kurtulup memleketine dönüyor.

Đyi dikkat edip bakınız ki", bu beş veya altıncı müslüman, memleketinde Gıfâr kabilesiyle bir de Eşlem kabilesini müslüman yapmağa muvaffak oluyor. Đşte hakiki müslüman böyle olur. Sonra Resulullah (s.a.s.) ile o da hicret

12

ANA BABA HAKLARI

edip Tebûk gazasına iştirak etmiş, fakat devesi zayıf olduğundan ordu ile birlikte gidememiş ve yolda devesini bırakıp eşyalarını da sırtına alarak, bir müddet sonra tozu dumana katarak orduya iltihak eylemiş.

Yayan yapıldak o kum çölünden geçmek acaba kolay bir şey mi? Đşte bu hakikî Đslâm âşıklarının yüzünden, Đslâm az bir zaman zarfında dünyanın her bir tarafına yayılmış ve kökleşmiş olduğundan, bin küsur seneden beri din ve dünya düşmanlarının hücumlarına göğüs germiş, Allah'a hamd olsun ki, bugüne kadar devam etmiş ve elbette kıyamete kadar da devam edecek hakiki bir dindir. Allah teâlâ bizlere de lütfetsin de, o hakiki müslüman şehid ve gazilerin yolların- ¦ da daim eylesin. Âmîn!

2 — Şirk küfürdür:

Nefs-i emmâre hep benlik dâvâsındadır.' Kimseyi beğenmez; varsa, yoksa benim der. Đşte bu hal, hem kendinin, hem de bunların arkasına talalan zavallıların mahv u perişan olmalarına sebep olur. Binâenaleyh insanın nefsinin her istediğini yapması da nefs-i emmâre alâmetidir.

Đşte paralara ve envâ-i çeşit süslü kumaşlara, elbiselere ve hattâ süs ve saltanatlı evlere düşkünlük de nefs-i em-mârenin işidir. Allah teâlâ'nın kullarına bahşettiği sayısız nimetleri unutup şükrünü yapmaktan kaçan bedbaht insan, kendini bir şey zanneder de, Hakka yarar bir iş yapamaz ve nihayet bu hal üzere imân ve Đslâm'dan da nasibini almadan gider ve Cehennem'deki yerini bulur. Ebû Cehil gibi inadkârlarm da canları Cehennem'e gitmedi mi? Đşte nefs-i emmâresine esir olanların akıbetleri hep böyle

«unnu

Đlli1! ıınrvrvıı*

neticelenmiştir. Artık pişmanlığın zamanı geçtiği için kurtulma imkânı da yokdur.

. Bu âyetteki ilk önce haram kılman, Allah teâlâ'ya $irk koşmakdır. Yani ortak tutmak, Allah'ın oğlu, kızı, babası, hanımı gibi isnadlarla birlikde, yaptığı ibâdetleri AUah'dan gayrisi için yapmak. Meselâ putlar gibi ki, yalnız Kâbe-i Muazzama'da 300'den fazla put vardı. Bunların altun, gümüş, yakut gibi kıymetli eşyalardan yapılanları da vardı.

Đslâm'dan evvelki devirlerde cahiliyet araplan içinde ehl-i tevhîd de var idiyse de, ekserisi putlara taparlar idi ve bunu da ibâdet sanırlardı; Bununla beraber Şeytan'a ve cinlere tapanlarla birlikte, ağaçlardan ve

taşlardan kendi elleriyle yaptıkları putlara da tapmaktan lezzet alırlardı. Hattâ Ebû Cehil'in bir putu,vardı ki, bunun içine şeytan girer ve peygamberimizi zemmederdi. Sonra Cenâb-ı Hak bir cinni yollayıp onu helak ettirmişdi. Ebû Cehil'in bundan haberi de olmadığından, memleketin büyüklerini davet etmiş ve bu putu konuşdurmak istemişse de putdan cevap gelmeyince, hiddetinden kalkıp putunu parçalamıştır. Tefsîr-i Rûhû'l-Beyân'da ve Đbrahim Aleyhisselâmın yukardaki duâsmdaki (esnam) kelimesinde izah edilmiştir:

(10)

Đnsanların gerek canlı ve gerek cansız, Allah teâlâ' dan gayriye ibâdetleri, sûret-i katiyyede yasak edilmiştir.

Lât, Sakîf kabilesinin putudur. Onu ilâh gibi ma'bûd edinmişlerdir. Kendisinde saklılık ve yükseklik manâları vardır. Uzzâ da, Gatafan kabilesinin putu idi. Bu da ilâh ve mabûd manasını taşımaktadır. Menât ise, Huzeyl ve Hu-zâa kabilelerinin taptıkları puttur; taşdan yapılmıştır. Đnsanların, kendi akıllarına göre hareket ettikleri takdirde ne kadar gülünç şeyleri ilâh edinebilecekleri görülmektedir. Bu ilâhlara kurbanlar kesmeler ve bunlardan fayda veya zarar beklemelerine bilmem ne dersiniz? Onun için insanın mutlaka Hak tarafından gönderilmiş, zamanında-

14

ANA BABA HAKLARI

ki bir peygambere uyması ve O'nun dediklerini dinleyip tutması şarttır. Lâkin ne hikmet bilemeyiz ki, bu mümtaz insan kabul etmemiş ve bir çok peygamberleri öldürmek cür'etinde bile bulunmuştur. Bahusus, Yahudilerin bu hu-susdaki cinayetleri pek meşhurdur.

Peygamberler hep insanları tevhîd dinine, Allah te-âlâ'nın birliğine imâna dâ'vet etmişlerse de, bu putperest kavim, bu dâ'veti kabul etmeyip peygamberlerine karşı çeşitli zulüm ve cefâdan da hâli kalmamışlardır.

Peygamberimize karşı yaptıkları çirkinlikleri de bilmeyen yoktur. Hak'ka ve Đslâm dinine davet olundukları zaman, arslan-dan kaçar gibi kaçarlar ve Lâ ilahe illallah, denildiği zaman, kibir ve gururlarından «biz bu mecnun şâirin sözlerine bakıp da, ecdadımızdan miras kalan putlarımızı mı ler-kedeceğiz?», diye i'tiraz ederlerdi. Çok tuhaf ve gülünç ve şâyân-ı ibrettir ki, o günün câhil putperestleri bile, dede ve babalarından miras olarak ellerinde bulunan taşdan, topraktan ve kendi elleriyle de yaptıkları putları bırakmak

istememişler de, bugünün münevverleri nurun alâ nûr olan Đslâm dinini sırtüstü bırakıp, nefsinin putuna tapmakta ve hiçbir mes'uliyet tanımayan dinsizlik yollarına sapmaktadırlar. Hele o plajlarda çırılçıplak vücudlarım âleme teşhir edercesine soyunmak ve bunu da bir medeniyet saymak kadar budalalık olur mu dersiniz?

Đşte Đslâm'dan ayrılan, imandan ârî bu insandan ne beklersiniz? Binâenaleyh şirk küfürdür. Bunlar tevbesiz ölürse Cehennem'de ebedi kalacaklar ve aflardan kat'iyyen istifâde edemiyeceklerdir.

8 — Şirk rahmeti inkârdır:

Kullarına çok rahim olan Allah teâlâ Hazretleri, Kî-tâb-ı Kerîm'inde «Ey müşrikler, Allah'dan gayriye ibâdet ALLAHU TEALANIN HAKKINA RĐAYET

15

eden zavallılar, gelin sizlere Allah teâlâ'nın haram kıldığı şeyleri anlatayım.»1 buyurmuştur.

O, bu âyette Allah teâlâ'ya hiçbir şeyi şerik koşmamanızı vasiyet eder. Bu da sizlere güzel bir vasiyettir.

Sizler de sakın, Allah baba demiyesiniz. Allah'ın oğlu da yokdur, kızı da. Âdem Aleyhisselâmı nasıl anasız ve babasız yarattı ise, Đsâ Aleyhisselâmı da öylece babasız yaratmıştır. Sakın, putlara inanma ve onların önünde eğilip tapınma. Nefsi hevâna da, sakın uyma. Paralara, zînetlere, atlas ve kıymetli kumaşlara aldanma. Evini barkını israfa boğup süsleme. Đyi bil ki, sen de, aldandığm her şey de, ölüme ve yokluğa mahkûmdur. Üç günlük bir hayatın için dünyanın süs ve saltanatına aldanma. Nefsinin kölesi olma. O senin bineğindir. Sen onu kendine bindirme! Riyakârlığın gizli şirk olduğunu unutma ve riyâkârlıkdan son derece sakın. Gösteriş olarak yapılan ibâdetler hep şirkin içindedir. Mülk Allah teâlâ'mndır. Tasarrufun da, mülkün sahibinin olacağı aşikârdır.

Rezzâk O'dur. Herkese rızkı ezelde taksim olunmuştur. Kullar vâsıtasiyle herkese ayrı ayrı yollardan gelir.

Yaratmak ve öldürmek O'nun elindedir. Yaratan ve öldüren yalnız Allah'dır. Diğerleri hep vâsıtadır. Mahsûlü de, yiyeceklerimizi de halk eden O'dur. Bizim ekip dikmemiz birer vâsıtadır. Gökten yağmurunu vermezse, kuraklık devam ederse, yerlerden su çekilir; o zaman ne ekdiği-miz ve ne de diktiğimizin hiç birisinin olamıyacağını hepimiz idrâk ederiz. Hattâ, bizim de hayatımız sona erer. Çünkü su hayatın başıdır.

Arabistan bile, bugün.içeceği suyu, Avrupa'dan şişelerle getirtmektedir. Halbuki kuraklık umûmî olunca, her memlekette yiyecek ve içecek bir-şey bulmak mümkün olamayacaktır. Binânealeyh, Rezzâk

(1) En'âm: 151.

Allah teâlâ'dır. Kusurlarımıza, günahlarımıza bakmadan nimetlerini üzerlerimize yağdırmaktadır.

Hak teâlâ'nm 99 esması vardır. Bunları her müslü-manın bellemesi kendi saadeti icâbıdır. Cenâb-ı Hakkın altıncı ismi de Selâm'dır. Yani Hak teâlâ her türlü âfât ve belâlardan ve noksanlıklardan uzak, sıhhat ve âfetlerden eminlik, her türlü selâmet, afiyet, rahatlık, huzur, hep Selâm ism-i şerifinin tecellisi altındadır. Sen de selâmet istiyorsan, Allah teâlâ'nın hıfz-ı himayesine girmeğe çalış. Emirlerine sımsıkı yapış,

yasaklarından da öylece kaç; kurtulup saadet ve selâmete mazhar olursun. Bak, Vakıa sûresinde Cenâb-ı Hak bize soruyor. «Halk eden siz misiniz yoksa biz miyiz?»1 Sonra da: «Ekini ziraat yapan siz misiniz, yoksa o mahsûlü meydana getiren biz miyiz?»3 Đnsanın aklına hemen, benim diyeceği gelmektedir. Çünkü tarlayı biz sürüyor ekini biz ekiyoruz. Bugün gözlerimizin önünde bir elektrik icadı var. Bize ışık veren lambalarımız, sizleri ben aydınlatıyorum. Buzdolabı da der ki, yemeklerinizi ben saklıyorum; suyunuzu da yine ben

soğutuyorum. Lâkin elektrik merkezlerinden cereyan gelmediği vakit, lâmba, dolap ve başka makinaların hep birden stop etmekte olduğu hepimizin malûmudur. Binâenaleyh, iş lambada, vesâir makinelerde değil, asıl iş, hüner, kuvvet, elektrik merkezlerindedir. Şimdi haddi zâtında eken, biçen biz gibi görünüyoruz. Lâkin

(11)

hakikatte bizlere o kuvvet ve idrâki ve çalışma kabiliyetini veren Allah teâlâ Hazretleridir. Deliler, âcizler, a'mâlar, sakatlar ve hastaların ne için çalışamadıklarını hiç düşündün mü? Sonra, sen diyeceksin M, ekini ben ekdim. Ya o ekdiğini yerden çıkaran sen misin? O yerin yarılıp mahsûlün başım dışarıya çıkarma- (1) Vakıa: 59.

(2) Vakıa: 64.

ALLAHU TEALA'NIN HAKKINA RĐAYET 17

suu, sonra büyüyüp bire, on yirmi, otuz ve daha ziyâde mahsûlün olması acaba senin elinde mi? Yoksa Hâlık-ı Zül-Celâl'in elinde mi? Onun için çıkan mahsûlün onda birinin öşür olarak fukaraya verilmesini emreden Allah teâlâ Hazretleridir. Sebebi, mahsûlü veren O'dur. Yağmurunu vermezse, yere de yetiştirtmez ise, susuz ne olur? Arabistan'daki saatlerce gittiğimiz, ucu bucağı bulunmayan arazi bomboş; acaba neden?

Hiç şüphesiz, kumlu arazi güneşi görünce, su da olmayınca, tabiî, bir şey olmaz. Değirmen de öyle değil mi?

Buğdayları öğüten taşlar derler ki, bu unu. biz yaptık. Bilmez ki değirmenin çarkım döndüren ya sudur,, ya rüzgâr veya elektriktir. Elektrik gelmezse değirmen dönmez. Rüzgâr olmazsa yine değirmen dönmez. Sular olmazsa yine değirmen dönmez değil mi? Bilmem anlatabiliyor muyum? Bütün kuvvet, kudret ve tasarruf Hâlık-ı Zü'1-Celâl Hazretlerinindir. O'nun yardımı, lütfü, ihsanı olmayınca hiçbir şey olmaz. Şimdi sen, gökte uçan tayyare, denizlerde gezen kocaman gemiler, bilumum fabrikalar, tabiatın eseridir diyecek bir akıllı veya

"bir deli bile bulabilir misin? Herkesin diyeceği, işte filan fabrikanın eseridir. Öyle ise bu koskoca kâinat, bu kadar intizamı ile nasıl sahipsiz olur? Halbuki, fabrikayı bırak, tayyare ve gemileri de bırak, şu

başımızdakilerle ayağımızda giydiklerimiz kendi kendine olmuyor da — ki, çok basit — dünyâ ve etrafındaki sayısız ecrâmı, (ufak büyük) insan, insaf edip biraz dü* şünse kendi kendine utanır. Çünkü insanın kendi bile başlı başına bir âlem! Bunlar tabiatın eseridir demek, delilikten başka ne olabilir? Veya hayvanlar gibi

şuursuz bir mahluktur. Zira Kur'ân-i Kerîm, bu Allah tanımayan imansızlara, dinsizlere; «Onlar hayvanlar gibidirler, belki onlar daha sapıktırlar»1 demiştir. Yani hayvanlar gibi bel-

F. 2 18

ANA BABA HAKLARI

ki de onlardan daha aşağı, zira hayvanlardan umumiyetle insanlar istifâde etmektedirler.

Lâkin insanlarınki öyle mi? Âhiret var, sorgu var, mî-zân var, Cennet var, Cehennem de var. Hayvanlar ölür giderler. Âhiret mes'uliyetleri yoktur. Amma insan bu mes' uliyeti taşımaktadır. Çünkü Allah teâlâ onları boşuna yaratmamış. Onların ilk vazifeleri, mülkün sahibini tanıyıp O'na lâyık olduğu ibâdeti yapmak, emirlerini tutup yasak ettiği her şeyden kaçmak. Fakat o, ne tevhide yanaşmış, ne de kulluk vazifelerini yapmış. O zaman başıboş mahlûklara benzetilmiştir.

Burada sana birkaç da hikâye edilen vak'aları anlatayım. Yalnız şu kadar var ki, sen hemen bunlara itiraz etmeğe kalkma. Bunlar Allah teâlâ'nm kullarına birer ib-fet lîümunesidir. Bize düşen bunlardan ders almaktır.

Kendi aklımıza gelince; o kafatasının içindeki teçhizata senin hiç aklın eriyor mu? Ne dersen de, yalnız, Hâlık'm işine karışma ve böyle şey olmaz deme. Bugün bile neler görüyoruz ki, dün bunlara hep olamaz diyorduk. Bak bugün hepsi gözümüzün önünde.

Adam aylarca gök yüzünde binlerce kilometre uzaklıkta ve belki binlerce ton ağırlığındaki füzeleri, içindeki adamlarla birlikte ve birçok aletlerle durduruyor ve onlardan birçok bilgiler elde edebilmekte olduğu hepimizin gözleri önünde cereyan etmektedir. Onun için sen her şeye itiraz etmeğe alışma. Elinden geliyorsa iyi dinle ve güzel bir ders al. Âleme nümûne olmağa bak. Đyi bak ki, dün bir bebek idin, hiçbir şey bilmiyordun. Hemen ağlar, dururdun. Lâkin büyüdün; bugün de kabına sığmıyorsun.

(1) Araf: 179.

ALLAHU TEAUVNIN HAKKINA RĐAYET 19

Yarın da, toprak altına girip de nasıl çürüyeceğini hiç hesapladın mı? Sen bu varlığa boşuna mı geldin acaba? Ye, iç yaşa sonra da ölüp git! Eğer o mezar aleminde göreceklerini bir hatırlarsan o da hepimize yeter. Onun için evleri, ocakları söndüren, çocukları yetim bırakan, kadınları da dul bırakan ölümü daima hatırlayınız ve gidişatınızı da ona göre ayarlayınız.

Binâenaleyh, senin şuna buna itiraz edip de, görmedikçe inanmam, aklımın ermediğine hiç inanmam demen, tam câhilin câhili olduğun?, delildir. Öyle ise sen bu cahillikten kurtulmak için ihlas ile Đslâm dinini ve onun esaslarım öğrenmeğe çalış. Seni yaratan ve ir ülkün sahibi olan Allah teâlâ'ya iman eyle. Ve onun buyruğunu tutmağa çalış. Bak O sana ne güzel bir vücud vermiş, aklın yerinde, azaların tam. Buna mukabil onun emirlerini tutmak borcumuz değil mi? Allah esirgesin, bunlardan birisi noksan olsa hâlimiz nice olur?

Hangi akılsız ve deliye akıl veren var? Hangi köre göz veren var, hangi sağıra duyma veren var? Đşte bunların hepsini Allah teâlâ, o karanlık ana rahminde ne güzel bir şekilde, eksiksiz olarak bizlere ihsan buyurmakta olduğundan, artık O'nun emirlerine uymamak kadar saygısızlık olur mu dersiniz?

Cenâb-ı Hak Zü'1-Celâl Hazretleri hepimizin muini olsun da, îman ve Đslâm dairesinde olgun ve kâmil bir kişi olarak yaşamak nasib ve müyesser eylesin; âmîn!

(12)

4 — Yaratılışımızın gayesi:

«Ben, insanları ve cinleri, ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.»' buyuran Allah teâlâ'dır. Hilkatin gayesi, (1) Zâriyât : 56.

20

ANA BABA HAKLARI

mülkün sahibini tanımak ve peygamberler vasıtasıyle emir ve nehiy olundukları şeyleri yapıp, kâmil ve olgun bir insan olarak Hak'kın huzuruna gidebilmektir. Đnsan kendisini yetiştirmekle mükellef olduğu gibi, kendi etrafındaki evladlarınm, akrabalarının hattâ kavrnu kabilesinin de ıslâhına çalışması vazifesidir. Bahusus evlâdlarını öyle başı boş bırakıp, hemen dünyalarını kazanmağa çalışmaları çok tehlikeli bir iştir. Onları zararlı yerlerden ve yollardan koruması ve erkân-ı Đslâm'ın 54 emrini güzelce öğretip ve o yolda çalışmasını temine çalışmak, babanın ilk ve mühim vazifelerinden biridir. Kendinin Cennet'e, oğlunun Cehennem'e gitmesini kim ister? Bu olsa olsa inançsız ve iman ve Đslâmdan nasibi olmayan kimselere mahsusdur. O zaman iş değişir. Vapurdaki yolculardan bazılarının gemiyi delmeğe çalıştıklarını görünce, bütün gemi halkı ayağa kalkar, o adamı, men ederler. Eğer seyirci kalırlarsa hep beraber batıp giderler. Buna hepimizin aklı erer de, dinimizi yıkmağa yeltenen dinsizlere kimse ses çıkarmadığı zaman da aynı felâket hepimizin başına gelir. Gemi battığı zaman herkes boğulur. Fakat dinliler Cennet'e gider, dinsizler de Cehennemi boylarlar. Bu da, malûm. Dinimizi beğenmeyip dinsizlik yolunu tutunca, artık memleket kendiliğinden komünist olup gider. Ondan sonrası ma'lûm. Öyle ise herkese evlâdlarımn ve etrafındakilerin dindar olarak yetişmesine çalışmak, hem de tam bir gayretle çalışmak şarttır. Bu husustaki ecri de ona göre olacaktır. Bak sana bir vak'a anlatayım: Meşhur bir Süleyman Aleyhis-selâm var ya, kuşların dilinden anlar, ordusu ile havada uçar. Đşte bu Peygamberimizin hanımı nasılsa aldanıp, ölmüş olan babasının evvelâ resmini, sonra da heykelini yaptırıp, gizlice ona tapınır olmuş. Đşte o büyük peygamber bundan gafil olup hanımını tedip etmediği için, mühr-ü Süleyman elinden alınmış ve kendisi de artık hükümdarlık yapamaz hâle gelmiş. Bir rivayette kırk gün süren bu

ALLAHU TEÂLA'NIN HAKKINA RĐÂYET 21

halden sonra Süleyman Aleyhisselâm hâdiseye vâkıf olmuş, hanımının putu olan heykeli kırmış. Bunun üzerine mühr-ü Süleyman yine eline geçmiş ve hükümdarlığını sürdürmeye devam etmiş. Şu hâdise bize anlatıyor ki, insan evinin de hâkimi ola. Bahusus maiyyetindekilerin Đs-lâmî hayatlariyle çok sıkı bir şekilde ilgilenmelidir ki, kurtuluş mümkün olsun.

Onun için memlekette yaşayan insanların, bu hususta sağlam imâna, itikada ve bilgiye ihtiyaçları vardır. Ma' lûmdur ki, insan pek büyük ve mümtaz mahluktur. Dünyâda ve âhirette saadet onun hakkı iken, yetiştirme tarzı bozuk olunca, o zaman bu mümtaz insan dünyâda da perişan, âhirette de. Cenâb-ı Hak cümlemizi uyamk ve dünyâsını âhiretini bilen ve her halde Hak'kın rızâsını kazanmayı başlıca hedef edinen sevgili kullarından eylesin, âmîn!

Kasas sûresinin sonunda ilci üç âyet-i kerîme var ki, bugünkü dersimde onları okuyordum. Nazar-ı dikkatimi çekti. Ben de sizlere o âyetleri hatırlatmak üzere yazmayı münâsib gördüm:

«Sakın kâfirlere yardımcı olmayınız.»1

«Rabbine çağır. Sakın müşriklerden olma.»1 Te'kiden tenbih buyrulan bu iki âyet-i kerîmenin arkasından jr >

(1) Kasas: 86.

(2) Kasas: 87.

22

ANA BABA HAKLARI

«Allahdan başka bir ilaha ibâdet etme. Ondan başka ilâh yoktur. Ondan başka herşey helak olacakdır.

Hüküm ancak onundur. Ve hep ona döndürüleceksiniz.»3 J[ rfJ6 U

ıîı jjı Xj

Sûre-i Ankebûtda Cenâb-ı Hak meâlen şöyle buyurur: Onlar gemilere binip (tehlikeyi gördükleri vakit) dinde hâlis oldukları halde Allah teâlâ'ya duâ ve ibâdet ederler. Vakta ki, Allah teâlâ onları kurtarıp karaya indikleri zaman yine müşrikdirler. Allah'a ortak koşarlar; eski/küfür hallerine dönerler.4

ti

Lokman Aleyhisselâm da oğluna şöyle nasihat etmiş-

«Oğlum, Allah'a şirk koşma. Allah'a ortak koşmak çok büyük bir zulümdür.»1 Sûre-i Rûm'un 31. âyetinde ise şöyle denmektedir:

(3) Kasas: 88.

(4) Ankebût: 65, 66. <5) Lokman: 13.

ALLAHU TEALA'NIN HAKKINA RĐAYET 23

(13)

«Hep Allah'a dönüp itaat edin. Ve ondan korkun. Ve namaza devam edin. Müşriklerden olmayın.»

Yine aynı sûrenin 40. âyeti şöyledir:

•# >^

*

«Allah O'dur ki, sizi yarattı. Sonra size rızık verdi. Sonra sizi öldürür. Sonra sizi diriltir. Ey müşrikler, Allah'a ortak koşanlar, sizin putlarınızdan bunlardan birşey yapacak var mı? Allah onların işledikleri şirkden münezzehdir. Ve çok âlidir.» Kur'ân-ı Azîmin hemen birçok yerlerinde bu şirkin aleyhinde pek ma'kûl ve güzel nasihatler vardır. Namaz kılmamak da insanları şirke sürükleyen bir âfettir. Namaz dolayısıyle Allah teâlâ'nın emirlerine itaat insanın içini ve dışını nurlandınr da, şirke, küfre düşmek-den son derece korkup kaçar. Bu da kulda nûr-u ilâhinin tecellisinden neş'et eder. Hak sübhânehû ve teâlâ da âbid ve sâlih kullarını korur da şirkden uzak kalırlar. Ve Allah'a şirk koşanları da sevmezler. Mülkün sahibi yalnız Allah'dır. Ortağa, yardımcıya, oğlana, kıza ihtiyacı yokdur. Bütün mahlûkat onun kullarıdır. Kulunu kendisine hiçbir zaman ortak yapmaz. Ortaklık aczden ileri gelir. Allah âciz değil ki, ortak edinsin. Bütün Peygamberler O'nun kulu ve resulüdür. Đsâ Aleyhisselâm da böylece Allah'ın kulu ve resulüdür. O'na Allahın oğludur demek, Allah onda tecelli etti, kullarını kurtarmak için oğlunu feda etti, vesâir buna benzer sözleri söylemek hiç bir akl-ı selim sâ- nnr\Lftni

bibine yakışmaz. Allah, Allah'dir. Her noksan sıfattan münezzehdir. Ve her kemâl sıfatiyle muttasıfdır.

Cenâb-ı Hak, cümlemizi bu gibi hatâlara düşmekten korusun âmin! Şu duayı hergün oku; «Yâ Râb! bilerek ve bilmeyerek yap-üğım şirklerden sana sığınırım ve bunlardan sana tövbe ve istiğfar eylerim.»

ÜÇ KURTARICI VE ÜÇ TEHLĐKE

Đnsanları kurtaran ve insanları tehlikeye ve helake düşüren üç şey vardır.

1 — Kurtarıcı üç şey:

a) Her yerde, gizli ve aşikâr, dâima Allah teâlâ'dan korku üzerine olmak.

Bunu bizlere Kur'ân-ı Azîmüşşân hemen her sûresinde, ve hemen her sahifesinde «Allahtan korkun» diye seslenmektedir. Zaten bu Hak korkusu yerleşmeyen gönüller haraptırlar. Saadet ve selâmet de bu Allah korkusuna bağlıdır. Yâni âhiret mes'uliyeti. Zira, bu âhiret mes'uli-yetini taşımayan ve Allah korkusu içlerinde olmayan kimseler her akıllarına geleni yapmaktan çekinmezler.

Şu yedi kişi ise Allah'ın lütfuna mazhar olacak bahtiyar kimselerdir:

Birincisi, imâm-ı âdildir. Yani adaletle hükmeden imamlardır ki, bunlara zamanına göre bazan halife, bazan şah, bazan padişah, bazan kral, bazan reis-i cumhur denir.

Đkincisi, gençlikte ibâdete devam eden bahtiyar. Üçüncüsü, kalbi mescidlere bağlı, yani hemen vakitleri, ezanları gözler. Dördüncüsü ve beşincisi Allah için sevişen iki kişidir ki, bu sevgi üzerine toplanır ve yine bu sevgi ile dağılır ve ayrılırlar. Altıncısı da bir erkektir ki, kendisini

26

ANA BABA HAKLARI

mevki ve güzellik sahibi bir kadın davet eder de, ben Al-lah'dan korkarım diye o günahdan kaçan kimsedir.

Yedincisi de Allah teâlâ'yı tenhâlarda zikreder ve gözlerinden yaşlar akar.

Đşte bu yedi kişinin hâli, her bakımdan hepimize örnek olmağa layıktır. Allah teâlâ'nın sonsuz nimetlerine karşı, kusurlarını düşünerek ağlayanları Cehennem ateşi yak-mayacaktır. Ve Cehennem ateşini ancak göz yaşları sön-dürebilir demişlerdir. Ashâb-ı Kiram hazerâtının ve Resû-lullah Efendimizin ağlamalara hepimize bir ders ve örnek-dir. Zevk u sefaya dalan gafiller elbette ağlamak istemezler. Ve dâima gülmekten

hoşlanırlar ki, bu da onların gafletlerine alâmettir.

Nimet-i ilâhi ziyâde oldukça şükrünün de çok olması lâzım geleceğinden bu şükürleri yapamadığımız gibi günahlardan da kendimizi kurtarabildiğimiz olmadığı cihetle ne kadar ağlasak yine azdır.

Allah korkusu her şeyin başıdır. Hikmetin de başı yine Allah korkusudur, yani Allah korkusu olmayan kimsede ne hikmet ve ne de sair fâideli, hak rızasına muvafık ameller olabilir. O güzel Cennet, Allah'dan korkanlara va-dolunmuştur. Bu Allah korkusu ki, her işin başıdır. Bu temin olunmadıkça insanlarda insanlığı aramak beyhude ve boşuna bir yorgunluktur. Çünkü Allah korkusu olmayınca insanoğlu, her fırsattan istifâde ile, her türlü fenalıkları yapabilecek bir tiynettedir. Bu korkunun başı hâlis, sağlam bir imandır. Bu inançtır ki, kişiye inandığı Allah teâlâ'nın her şeyi görür, bilir, işitir, her şeyden haberdar, hattâ gönüllerden geçirdiği hayır ve şer her şeye vakıf olduğunu bildirir. Kudret-i kâmilesi vardır. Her istediğini istediği gibi yapar.

Đlminden hariç bir şey yoktur. Âhiret-te amellerimizi tartacak terazisi vardır. Mükâfat evi olan sekiz dereceli Cenneti olduğu gibi, cezaevi olan yedi dere-

OÇ KURTARICI VE ÜÇ TEHLĐKE 27

celi bir de Cehennemi vardır. Allah korkusu ile günahların hepsinden, ufağından büyüğünden tamamı ile kaçılır ve o günah şeylerin hiçbirisi işlenmez ve derhal tevbe edilir. Allah teâlâ'nın bütün emirlerini tutar.

Namazlarını oruçlarını, zekâtlarını, haclarını yerli yerine getirmeye çalışırlar. Kimseyi incitmezler. Herkesin hak ve hukukuna son derece hürmet ve riayetkardırlar. Bununla beraber Allah'ı en iyi düşünen ancak

(14)

âlimlerdir. Đlim akıl üzerine galiptir. Ve ilim bir makamdır ki, onu da Allah teâlâ Hazretleri, kulları içinden Allah'dan korkanların ancak âlimler olduğunu beyanla, ilimde Allah korkusunu bir makam olarak göstermiştir.

Haşyet, havf makamlarından bir makamdır ve takvanın hakiki ismidir. Takva ise bütün ibâdetleri cem eder.

Hak'km emirlerini tutar ve yasak, günah olan şeylerin hepsini terkeder. Ve bu suretle hem hidâyet-i ilâhiyyeye hem de rakmet-i ilâhiyyeye nail olur. Çünkü Kur'ân-ı Kerîm müttekîlere hidâyettir. Ve Cennet de müttakîlere vaad olunmuştur. Allah teâlâ bizlere ve bizden evvel geçen ehl-i kitaba Allah'dan korku üzere olmayı tavsiye buyurmuştur. Allah teâlânın indinde en kerim olan kimse, sizin Allah'dan en çok korkamnızdır buyrulmuştur. Bu ehl-i takva olan kişiler ise yann kıyamet gününde Cennet-i Âlâya hesapsız olarak

gireceklerdir. Binâenaleyh Allah korkusu herkes için elde edilmeye lâyık olan bir makamdır. -Allah teâlâ'nın kulundan rızâsı, kulunun Allah'dan korkusuna bağlıdır. Kul Allah teâlâ'dan ne kadar ve ne nisbette kor- kuyorsa, Allah da kulundan o kadar razıdır.

Đlim yüksek bir makam ise de, korku ile meşruttur. Allah korkusu olmayan ilim, faideli bir ilim olmaktan uzaktır. Çünkü Sallalahü Aleyhi Vesellem Hazretleri fai-desiz ilimden Allah teâlâ'ya sığınmıştır. Đlim, nübüvvet, peygamberlik makammdandır. Ve ehl-i ilim meziyette

Za ANA BABA HAKLARI

peygamberlerle birliktedir. Onun için ulemâ enbiyânın vârisleridir, denmiştir. Çünkü ulemanın

peygamberlerle ve sıddîklerle beraber olacağını âyet-i kerîme beyan etmektedir. Binâenaleyh, en büyük şeref ulemâ-i kiramın makamıdır. Havf, hakikaten imânın ismidir. Takva her nehyolunan şeylerden içtinabın ve her hayırlı işlerin de anahtarıdır. Đnsandaki şehvetin zararını ancak Allah korkusu giderir.

Ebû Muhammed Sehil Rahmetullâhi aleyh der ki: Đmanın kemâli ilim; ilmin kemali ise Allah korkusudur. Allah korkusu olmayan ilim ise faideli bir ilim olmaktan uzaktır; ilim imanın kesb-i kuvvet etmesine sebebdir. Allah korkusu da ma'rifet-i ilâhiyyenin kesbine sebebdir. Binâenaleyh muhabbet-i ilâhiyyenin kesbi, Allah

korkusunun kalbde yerleşmesinden sonra hasıl olur. Muhabbet-i ilâhiyye ise, en yüksek bir makamdır. Fakat Allah korkusu kalblerde yerleşmeden muhabbet-i ilâhiyyeden bahsetmek, dem vurmak büyük bir hatâdır.

Bak ne kadar güzel bir ders: Allah teâlâ'dan ayrı kalmak korkusu ateşten, Cehennem azabmdan

korkmaktan çok büyüktür. Firkat, ayrı kalmak, ibadetsiz, Kur'ansız, zi-kirsiz kalıp Allah'ı unutanların azap ve acısı, Cehennem .azabından yüzbinlerce daha fazladır. Çünkü Cehennem' deki azabı, firkat acısı yanında denize düşen bir katreye benzetmişler. Lâkin biz bu acıyı duymuyoruz dersek cevaben diyorlar ki, kolu veya bacağı kesilmesi lâzım gelen bir ameliyatlıya vurulan morfinle o hastanın kolu veya bacağı kesilir veya midesi alınır, fakat hasta hiçbir şey duymaz. Đşte biz de tıpkı o morfin yemiş hasta gibi, ne azaptan, ne de ayrılıktan haberimiz bile olmadan, bir gün bu fâni dünyaya gözlerimizi yumup âhiret alemini müşahede edince aklımız başımıza gelir. Amma iş işden geçmiş olur.

Onun için ey aziz ve muhterem kardaş, sen ölümünü her gün güzelce düşün. Bak şu güzel hilkatini sana veren,

ÜÇ KURTARICI VE OÇ TEHLĐKE 29

akıl, ilim ile seni tezyin edip en üstün bir mahluk olarak yaratan Allah teâlâ'nm verdiği sayısız nimetlere bak da, O'na isyandan kork ve kaç. Diğer taraftan da emirlerine itaat eyle ki, korkun artsın ve bu suretle de Hak'ka muhabbetin hasıl olsun. Onun için nefsini daima hesaba çek ve Hakkı daima gözle. Böyle yapmazsan çok tehlikelere düşersin.

Bir vaiz cemâatin kulağına nasihatler girmiyor diye şikâyette bulunmuş, ona şöyle cevap vermişler: Sen Kur' anda görmüyor musun? Allah teâlâ ne diyor? Nasihati ancak Allah'dan korkanlar alır. Şakiler de hem nasihat dinlemezler, hem de uzak kalırlar.

Bir de vera vardır ki, o da korkudan bir haldir, korkusundan bütün azalarını şüphelerden uzak eder. Hattâ helâlin fazlasına da iltifat etmez. Hazret-i Ali Efendimiz buyurmuşlar ki, Cenneti isteyen âşıklar şehevâttan uzak kalırlar. Cehennem'den korkanlar da harama sokulmazlar. Allah'dan korkan kimse için en mühim şey, dilini tutup sükûta devam etmesidir. Đllâ zaruret miktarım konuşması lâzımdır. Hiyânetlik edenlere lanet olunmuştur. Bunlar kimlerdir deyince, bid'at sahipleridir diye cevap verilmiş.

Allah korkusunun meyveleri mahsûlleri, Allah Azze ve Celle'yi iyi bilmek ve Allah'dan tam manasıyla haya etmektir. Başını, başındaki gözünü, kulağını, lisanını, mideni, kalbini, iffetini, elhasıl, el ve ayağım Hak sübhânehû ve teâlânm rızası haricindeki bütün günah ve yaramaz hal ve hareketlerinden muhafaza etmektir. Bu bahis çok uzun bir bahistir. Belki yüzlerce sahife olacaktır. Yalnız Tergîb ve Terhîb'in haşyetullâh bahsinde zikrolunan, gölgelerin olmadığı kıyamet gününde Hak'kın hususi gölgeliklerinde bulunacak olan yedi kimseyi herkesin bilmesi için yazmayı lüzumlu gördüm. Cenâb-ı Hak da bizleri onlardan eylesin. Âmîn! ...;" .

30

ANA BABA HAKLARI

(15)

Büyükler dâima tefekkürü ve ağlamayı kendilerine şiar edinmiş olduklarından hep ağlar ve hem de kimsenin görmediği yerlerde, gecelerde ağlarlar. Cenâb-ı Hak bizlere uyanıklık nasib etsin de, hareketlerimizden utanarak ağlayan kullarından eyledin. Âmîn!

Bu dünyada ömürlerini Allah korkusu içerisinde geçirenler ise, âhirette en rahat bir hayâta nail olurlar.

Đnsanların son devirlerinin nasıl olacağı herkesçe meçhuldür. Bunun için bütün veliler bile bu korkudan hâli olamazlar.

Buharı ve Müslim'in şu naklettikleri hadîs-i şerif ne kadar şâyân-ı ibrettir:

Enes (r.a.) diyor ki: Resûlullah fs.a.v.) bir hutbe okumuşlardı ki o hutbenin bir mislini bir daha katiyyen işit-.

medik. «Eğer siz benim bildiklerimi bilmiş olsanız, az güler ve çok da ağlardınız» demesi üzerine ashab-ı kiram yüzlerini döverek, burunlarından nefes alarak, hıçkıra hıçkıra ağladılar.

Zaten her zaman ağlarlar idi. Bu korku şüphesiz ki. Allah teâlâ'yı iyi bilmekden ileri gelmektedir. Mümin bilir ki, Allah teâlâ Hazretleri her hâlimize vâkıftır. Đyi ve kötü hallerimiz Hak teâlâ'mn malûmudur. Ve aynı zamanda her türlü hâlimizi gece ve gündüz görmektedir. Hem bilir hem de çok iyi görür. Đşte bu bilgi ne kadar kesb-i kuvvet ederse, insanın Allah'dan korkusu da o nis-bette olur. Hem bilip hem de günahları işliyorsa, buna da tam manasıyla câhil demekden başka bir söz bulamayız.

Bilgisiyle amel etmeyen kim olursa olsun, şeytanın maskarasıdır. Bu hususta Tasavvufî Ahlâk kitabında oldukça malûmat verilmiştir. Mütâlâası tavsiye olunur.

b — Đktisada riâyet etmek:

Zengin-fakir herkes iktisâda riâyet etmek mecburi- OÇ KURTARICI VE ÜÇ TEHLĐKE

31

yetindedir. Param bol diye har "vurup harman savurmak müslümanlığa yakışmadığı gibi, insanlığa da muhaliftir.

Fertlerin selâmeti, kurtuluşu iktisâda bağlıdır. Đktisada riâyet etmiyen ferdler ve cemiyetler de çok geçmeden geçip giderler. Târih gözler önündedir.

c — Adalete riâyet etmek:

Her hâlde adalete riâyet etmek gerekir. Ferdlerin de cemiyetlerin de yaşaması, payidar olması adalete bağlıdır. Adaletsiz ne ferdlerin ne milletlerin ve ne de cemiyetlerin yaşadığı görülmüştür. Bu nasihatler hep büyüklerimizden miras olarak intikal etmektedir. Ezberlenmeğe ve levhalar yazıp evlerimize asılmağa değer bir hakikattir.

2 —Üç tehlike: a — Cimrilik:

Cimrilik denilen sıkılıktır. Malûmdur ki, devletlerin yaşaması, bütçesi, idaresi, askeri teşkilatı vesâir işler hep paralarla olur. Para sahipleri paralarına kıyamaz ve veremezse, o zaman bu teşkilâtlar da tabiatıyla

yaşayamaz. Düşman ellerinde esir kalınır. Ferdlere gelince, onlar da çok çeşitli; fakir, gözsüz, kulaksız, hasta, sakat, akılsız ve deliler gibi ki, bunlara bakmak da yine bizim borcumuzdur. Đşte sıkılık, cimrilik, alâkasızlık, hem kendilerinin hem de cemiyetlerin yıkılmasına başlıca sebep olduklarından, tehlikenin başına cimriliği koymuşlar.

b — Nefis ve hevâya uymak:

Đnsanın kendi nefis ve hevâsına uymasıdır. Halbuki yukarıda yazıldığı gibi insanın en büyük ezeli düşmanı nef-

32

ANA BABA HAKLARI

sidir. Şimdi bu nefse uymakdan daha büyük tehlike olamaz. Bugün insanlar da umumiyetle bu tehlikenin içine düşmüş; hep nefsinin arzularına uymaktadırlar. Giyinme, yeme, içme, ev saltanatları, yaşama arzulan;

hep bu nefsin arzularına göre yapılmaktadır. Kanâate riâyet eden acaba kaç müslüman bulabiliriz?

Efendimiz (s.a.s.) in hayâtına ve eshâbmın'gidişatına bir göz atsak; bu da bize kâfi!

c ¦— Ucub:

Ucub dedikleri kendini beğenmedir. Her yaptığını tam, isabetli, doğru, iyi, daima kendi re'yini, işini, hünerlerini beğenir. Başkalarına hemen hemen hiç kıymet ver-, mez; yaptıkları şeyler doğru dahi olsa, herkes beğenip takdir etse; yine bir bahane bulup kendini haklı çıkarmağa çalışır. Onun için büyüklerimiz demişler ki (el-ucbu hı-câbü't-tevfik). Yani, insanın kendini beğenmesi her ne bakımdan olursa olsun, tevfikât-ı ilâhiyyenin gelmesine mânidir.

Tevfikâtı ilâhiyye olmayınca, yani Hak sübhânehû ve teâlâ'nın yardım ve nusratı olmadıkça hayırlı neticeler elde etmek mümkün değildir. Meselâ evinize gelen elektrik bir arızaya uğrar veya şirket cereyanı keserse;

tabiatıyla, ne lambalar yanar, ne, yemek pişer, ne de buzdolabı işler, îşte tevfîkat-ı ilâhiyye de böyledir. O kesilirse, hiçbir şey olmaz. Bütün emekler boşuna gider. Buna iyi kulak vermeni rica ederim. Bunu da yazmakda fayda vardır. Allah teâlâ bizi yaratmış ve bize bir de irâde-i cüziyye vermiştir. Eve kadar gelen elektriği kullanmak sizin elinizde. Đsterseniz bu kuvveti hayırlara harcar, sevaplar kazanırsınız; ve yine isterseniz, serlere kullanır, günahlara girersiniz.

Hiç olacak birşey mi? Allah seni niçin yaratmış? Se-

(16)

OÇ KURTARICI VE OÇ TEHLĐKE 33

nin için bir de güzel Cennet yaratmış. Sen bunları bırakıp da, Cehennem yolunu tutarsan, sana yazık değil mi?

Binâenaleyh, ana ve babana son derece hürmet ve saygı ile birlikte ikram u ihsanım bırakma. Lâkin seni ve kâinatı yaratan Allah teâlâ'ya olan ibâdet ve irfan borcunu da sakın unutup kâfirlerden, dinsizlerden,

münafıklardan, zâlimlerden, gaddarlardan, hırsızlardan, katillerden, eşki-yâlardan, can yakanlardan olma.

Hiç bir kimseyi de hor görme ve hiçbir kimsenin aleyhinde de konuşma, kusur görme. Herkesin kendi kusuru kendine hem yeter, hem de artar. Đnsanın en büyük düşmanının nefsi olduğunu niçin unutuyorsun da

başkalarının günah, kusur ve kabahat-leriyle meşgul oluyorsun? Sen muhakkak her gün dinî, ahlâkî, tasavvufî kitapları okumağa çalış. Bu sana da bana da ekmek ve yemekten daha mühimdir.

F. 3 41

ANA BABA HAKKINDAN DAHA MÜHĐM BĐR HAK PEYGAMBERĐMĐZĐN VE ULEMANIN HAKKI

Tekrar edeyim. Çünkü tekrar güzeldir; 180 defa olsa dahi, yani kulağına küpe olmak için tekrara ihtiyaç vardır. Zira herkesin anlama kabiliyeti bir değildir. Bundan nâşi olsa gerek ki sallallahu aleyhi ve sellem Hazretleri de bazen mübarek sözlerini üç defa tekrar ederlerdi.

Bizim de sizlere tekrarlıyacağımız şey: Ana ve babalara hürmet ve saygıyı, onlara ikram ve ihsanı

anlatırken, asıl sizleri Hak rızasına, Allah. sevgisine, âhiret hayatına ve Allah korkusuna sevkeden ve sizlere Allah'ı tanıtan, ibâdet yollarını gösteren hocalarınızı, mürşidlerinizi unut-mamanızdır. Bunların kıymeti, dünya hayatına gelmemize sebep olan ana ve babalarımızdan çok daha üstündür. Bak, Hz. Ali Efendimize

atfedilen bir söz:

«Bana bir harf öğreten, muhakkak beni kendine köle etmiştir.»

Yani bana bir harf dahi olsa öğretene, ben köle olurum, demektir. Bu da bize anlatıyor ki, dünya ve âhiret ilim üzerinedir. Đlimsiz rîe dünyânın, ne de âhiretin tadı olmaz. Đlmin ise, envâı çoktur. Lâkin matlûb olan ilim ma' rifetullahtır. Yani bu varlığın sahibini tanımak, bilmek ve O'nun emirlerine inkıyâd edip, yasaklarından korkup kaçmak ve Onun rızasını kazanmağa çalışmaktır.

Asıl ilim, bu ilimdir. Öteki ilimler bu ilmin teferruatıdır. Asıl olmadan teferruatın ne kıymeti olur? Can olmadan cesedin kıymeti olmadığı gibi. Fakat bugün beşeri-

38

ANA BABA HAKLARI

yet hemen hemen bu kâide-i umûmiyenin dışında hareket etmekte ve hemen gaye ve maksad, dünyânın fâni nimetlerine kavuşabilmektir. Bu dünyâ nimetleri de ele geçince artık âhireti düşünmek mümkün mü?

Zira, ekseriyetle varlıkların, insanları tuğyana sevk etmekde Olduğu görülegelen hâdiselerdendir. Đnsanlığın yüksek mertebelerine ulaşmadan, kemâl mertebelerine erişmeden, ne ilimlerden ve ne de servetlerden lâyıkı veçhile istifâde edip, onlarla Hak teâlâ'nm rızâsını kazanabilmek çok müşkildir.

Görmez misin ki, Efendimiz sallallahü aleyhi ve sel-lem Hazretleri varlıklara, servete hiç kıymet ve ehemmiyet vermedi. Halbuki o gün servete, varlığa, her zamandan fazla ihtiyaç vardı. O altun olan dağlar taşlar kendilerini Resûl-ü Ekrem'e arz ettikleri vakit, onları istemedi. Bir gün aç kalıp Hak'ka tazarru ve niyaz etmeği ve bir gün de tok olup, Hak'ka şükretmeği tercih buyurdular. Bu vak'ayı Kasîde-i Bürde sahibi Muhammed B,ûsıri Hazretleri ne güzel canlandırmıştır.

*LJi f j>\

i üf UIJÎÎ - "JIĐ! aJiIjSj

Kaside sahibi Muhammed Bûsırî Hazretleri şu üç beytinde, ayakları şişip inciyinceye kadar namaz kılmakla geceleri ihya eden ve o gece karanlıklarını manevi nurlarla ziyâlandıran Peygamberimiz (s.a.s.)'in sünnetine uyama-dığımdan, nefsime zulmettim, demektedir. Demek ki, zulüm, yalnız başkalarına yapılan ezâ ve cefâlar değil, belki peygamber-i âhir zamanın herhangi bir sünnetine uymamak da, kendini bilen arifler için, bir zulümdür. Zulüm, zulmetten, karanlıkdan gelen bir kelimedir. Zulüm, kıyâ-

ANA BABI HAKKINDAN DAHA MÜHĐM BĐR HAK 39

met gününün zulmetini insanın kendi eliyle hazırlaması-dır. Gece namazlarını terk etmek suretiyle, bir karanlığa eliyle hazırlamış oluyor demektir.

Gece namazları pek efdaldir. Cenâb-ı Hak Peygamberimize bu namazı emretmiştir. Biz de O Peygamberin ümmeti olmakhğımız hasebiyle, bizim için de bu namazı kılmak pek efdaldir. Hattâ bir rivayette iki rek'at namaz için 100.000 sevap olduğunu Hazînetü'l-Esrâr'da görmüştüm. Bizim delilimiz, Mekke'de her bir namaz için 100.000 se-vab var diyordu. O sırada kitap önümde idi. Ben de ona; Bak hacı edendi, bizim

Referanslar

Benzer Belgeler

kefenimi üstümde taşıyorum insanlar bulduğunuz yerde vurun beni dönüş biletim de yoktur üstelik yapmayın yaşatmayın öldürün beni suladımsa kendi toprağımı suladım size

Aslında bundan çok daha önce, yani günümüzden yaklaşık bir milyar yıl sonra Güneş’in parlaklığı okyanuslardaki suları bu- harlaştıracak kadar yükselmiş ve Dünya

[r]

^ Fakültenin tatil olmasına rağmen gençlerin tezlerini okumakla meşgulken, birdenbire bir kalb krizinden ölen profesör Sadrettin Celâl, memleketin kendi

Enterobacter-Klebsiella grubu amoksisilin-klavulanik asid (%72), piperasilin (%65), seftazidim (%53) ve sefotaksime (%52) yüksek oranlarda direnç gösterdi¤i halde, imipenem

f è n^e^ Kâmuran (Prens Sabahattin’in gelini), nses Aleksandra (Adı belirlenemeyen kus çar­ larından birinin kızı), Gavsi Baykara (Neyzen ve bestekâr), Saniye

vatandaşların tepkisine neden olan ‘Epique İsland’ hakkında Aksoy Holding CEO’su Batu Aksoy “Dolgu talebimiz ret edildi ama Marina için ÇED sürecimiz Çevre ve

Eğer yeniden dirilmekten şüphede iseniz, şunu bilin ki, biz sizi topraktan, sonra nutfeden, sonra alakadan (aşılanmış yumurtadan), sonra uzuvları (önce) belirsiz,