• Sonuç bulunamadı

Almanya slam Konferans ve Entegrasyon Zirvesi Ara Bilanço

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "Almanya slam Konferans ve Entegrasyon Zirvesi Ara Bilanço"

Copied!
13
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Bülent Arslan

Kendimi kısaca tanıtmak istiyorum. Bülent Arslan.

Nevşehir/Türkiye’de doğdum, ancak Almanya’da, Niederrhein'da büyüdüm. Ekonomistim ve kültürler arası ilişkiler ile dış ekonomi alanlarına yakın ilgi gösteren bir özel sektör enstitüsünü yönetiyorum.

1991 yılından beri CDU’da aktif durumdayım ve 1997 yılından beri CDU Kuzey Ren Vestfalya organizasyonu olan Alman-Türk Forumunun başkanıyım.

Entegrasyon zirvesi ve Alman İslam Konferansı konuları, geçen dört yıl içinde Almanya’da Federal Hükümet tarafından ele alınan iki

(2)

büyük projedir. Bir CDU üyesi olarak, bu iki projenin 2005 yılındaki göç yasası ile bağlantı içinde Almanya’daki entegrasyon politikası için tarihsel anlam taşıdığını söylemek istiyorum. CDU’da faaliyet gösteren biz Türk kökenliler için kendi partimiz içindeki Türk kökenli topluluk içinde ve kısmen de Almanca konuşan topluluk içinde bulun- mak kolay bir durum değil. CDU’un öncülük ettiği ve Almanya’nın en deneyimli politikacılarından biri olan içişleri bakanı tarafından İslam Konferansının gündemine getirilen bu entegrasyon politikası son derece dikkat çekicidir.

Entegrasyon zirvesi ile Alman İslam Konferansının çalışmasını ve öncelikle de bu çalışmanın içeriğini sizlere 10 tez halinde sunmaya çalışacağım. Bir yandan her iki projeyi de ele alırken, öte yandan bu alandaki çalışmayı entegrasyon politikası tartışmalarının bütünü içine yerleştirmeyi deneyeceğim.

İlk olarak:

Yakın geçmişin dikkate alınmasının önemli olduğunu düşünüyorum.

Almanya’da entegrasyon ve entegrasyon politikası konularının büyük önem kazandığı bir dönem içindeyiz. Almanya’da genelde mutabık olduğumuzu düşünüyorum: Bu konuda bir şeyler yapılmalı. Ancak görüşüme göre son on yılda taraflar arasında karşılıklı olarak duy- gusal bir mesafe, belki de bütün katılımcı gruplar arasında duygusal bir ret oluştu. Bir yanda entegrasyonun gerekli olduğu bilinci yüksel- di. Ancak öte yanda duygusal mesafe de oluştu. Bu sorunun nereden kaynaklandığı sorulacak olursa, kanımca büyük önem taşıyan Hollandalı bir bilim adamının tezine bakmak yararlı olacaktır.

Entegrasyon süreçlerini inceleyen ve bunların ilkesel olarak nasıl ilerlediğini belirlemek isteyen bilimsel araştırmalar üç entegrasyon

(3)

aşamasına işaret etmektedir. Araştırmalar göçmenlerin göçünden sonra 1. aşamanın gerçekleştiğinden hareket etmektedir. Bu aşamada taraflar pek birbirlerinin yoluna çıkmamakta ve birbirleri ile uğraşmamaktadır. Bu aşamada her iki taraf da geçici bir birlikte yaşama sürecinin söz konusu olduğu düşüncesinde oluyorlar ve bir- birlerini yoğun biçimde irdelemiyorlar. Bu teoriye göre 2. aşama var ki, bu çatışma aşaması olarak tanımlanıyor. Araştırmalar tarafların bu aşamada birlikte yaşamanın geçici bir süreç olmadığının farkına vardıklarını ifade etmektedir. Çünkü söz konusu olan sürekli bir durumdur. Taraflar karşılıklı olarak birbirleri ile daha yoğun biçimde uğraşmakta, karşı tarafı daha iyi tanımakta ve birlikte yaşamanın o kadar da kolay olmadığını fark etmektedir. Anılan teori bu çatışma potansiyeli yanında bir 3. aşamadan söz etmekte ve bu aşamayı birlik- te yaşamadan başka seçeneğin bulunmadığının farkına varıldığı kabul aşaması olarak tanımlamaktadır. Bana öyle geliyor ki biz Almanya’da halen 2. aşamada bulunuyoruz, yani son 5 ile 10 yıl içinde birlikte yaşamanın o kadar kolay olmadığını anlamış durumdayız. Bu duruma yüzeysel bir nostalji eşlik ediyor: „Her şey çok güzel, ülkemizde çok çeşitli kültürler var, Döner ve Pizza çok lezzetli ve her şey fantastik.“

Ve bu nedenle taraflar birbirlerini inceliyor ve belki de bu duygusal- laşma ortaya çıkıyor.

2. Tez: Bir bütün olarak bu entegrasyon süreci içindeki her şeyin bir başarı öyküsü oluşturduğundan eminim. Bu nedenle, Almanya’da politik platformda konuya bu sorun açısından bakmamızı geçici ve moral bozucu buluyorum. Hiç durmadan bunun büyük bir sorun, bir felâket vs. olduğu vurgulanıyor. Gerçekten samimi olunur, bütün konular tek tek ele alınır, zaman kıyaslaması yapılır, eğitim, çalışma, gençliğin ve kadınların durumu dikkate alınacak olursa, şu açıkça

(4)

görülecektir: Birçok alanda büyük ilerleme ve sadece statükoya baktığımız için sık sık yaptığımız hatalar var. Türk kökenlilerin duru- munun nasıl olduğuna ve bunun Alman toplumu içinde nasıl göründüğüne bakıyoruz ve sonunda çok farklı biçimde geçici korku- lara kapılıyoruz. Bu tek taraflı ve yüzeysel bir gözlem, bu nedenle gelişmeye bakmalıyız. Eğer bunu yapacak olursak, 60’lı ve 70’li yıllar- da Almanya’ya gelen Türk kökenlilerin çoğunun kırsal bölgelerden geldiğini görürüz. Benim iki dedem de Almanya’ya geldiklerinde küçük çiftçilerdi. Her ikisi de köydeki 5 yıllık ilkokula gitmemişti ve bir şekilde askerliklerinde okuma yazma öğrenmişlerdi. Bu durumu göz önüne getirir ve bugün nasıl göründüğümüzü düşünürseniz, büyük bir sosyal hareketliliğin gerçekleştiğini görürsünüz. Ve bunun için diyorum ki sayın dinleyiciler, bu büyük bir başarı öyküsüdür.

Ancak buna rağmen ele alınması gereken bir dizi sorun var. Ancak başarı öyküsünden söz ederken, bunun Almanya’daki bir başarı öyküsü olduğunu belirtmemiz gerekiyor. Bu, Alman toplumunun tam ortasında gerçekleşen bir başarı öyküsüdür. Ve bu konuda Almanlar olarak biraz da gurur duymalıyız. Ve özellikle bu entegrasyon sürecini Avrupa’daki diğer süreçlerle karşılaştırdığınızda bunu görürüz. Sonuç olarak kötü bir durumla karşı karşıya değiliz ve Avrupa’daki benzer- leri ile kıyaslandığında iyi durumdayız.

3. Tez: Entegrasyon ve göç ilkesel olarak bir yük değildir. Bu bir şanstır ve bazen Almanya’da bunun sadece Almanya’ya özgü bir sorun olduğunu düşünüyoruz. Sanki Türkleri getirip, her şeyi çorbaya döndürdüğümüz için Almanya’da büyük bir şanssızlık yaşadığımızı düşünüyoruz.

Aslına bakılırsa entegrasyon küreselleşmenin bir sonucudur.

(5)

Alanya’da yaşam, en azından yaşamınızın büyük bir bölümünü bura- da geçirme kararı almanız gerçeğini düşünelim. Bu da küreselleşmenin olduğu kadar Türk konuk işçilerinin Almanya’ya gelişi ve göçünün de bir sonucudur. Bazen Almanya’da dendiği gibi şunu düşünmemeliyiz: „Türklerle olan sorunları çözmeliyiz, sonra her şey tekrar eskisi gibi olur.“ Dünya çapında göç hareketleri devam ettiğinden, önümüzdeki yıllarda ve on yıllarda göç hareketleri olacağından, bu düşünce doğru değildir. Almanya sadece göç alan ülke olmayacak, gittikçe artan ölçüde göç veren bir ülke olacak. Alman TV kanalı RTL II, Vox ve benzerlerini izleyip izlemediğinizi bilmiyo- rum. Buralarda göç edenlerin öyküsü ve bunun nasıl olduğu sürekli olarak gündeme getirilmektedir. Bu da en azından bu konuda bir ilginin olduğunu göstermektedir.

Ancak sorunun bütününe bakarak 4. tezime geliyorum. Tezin özünde

„Entegrasyon“ kavramı bulunuyor. Türkiye’de durum nasıldır bilmi- yorum ama bu kavram Almanya’da çok bol keseden kullanılıyor. Bu kavramın ne anlama geldiği pek bilinmiyor, çünkü birbirinden bütünüyle farklı kavram tanımlamaları yapılıyor. Her nüfus grubu bu kavramı kendine göre tanımlıyor. Alman kökenliler arasındaki anlamı:

Politik platformda başka türlü tanımlanmakla birlikte, halk arasında entegrasyondan öncelikle uyum sağlama anlaşılıyor. İnsanlarla konuşurken entegrasyondan ne anlıyorsun? diye soracak olursanız, bu kavramdan uyum sağlamanın hatta asimilasyonun anlaşıldığını görürsünüz. İçinizde Ruhr Bölgesinden gelen olup olmadığını bilmi- yorum. Ruhr Bölgesindeki bu gibi toplantılara son yüzyılın başlarında Ruhr Bölgesine gelen ve bugün sadece soyadlarının sonundaki „ski“

eki ile tanınan Polonya kökenliler de sık sık gelmektedir. Onların ata- ları da Polonyalıydı, ancak yaşam tarzları bugün bütünüyle Alman

(6)

toplumuna uyum sağlamış durumda. Alman toplumunun büyük bir bölümünde Polonyalıların olduğu gibi Türklerin, İtalyanların, Yunanlıların ve benzerlerinin de uyum sağlamalarının beklentisi mev- cut olduğundan, entegrasyondan uyum sağlama anlaşılmaktadır. Türk kökenli göçmenlerle konuşacak olursanız, onlar için entegrasyonun mükemmel bir şey olduğunu görürsünüz. Fakat biz Türk kökenli Almanlar için entegrasyon kültürel köklerimizi mümkün olduğu kadar orijinal biçimde korumamızdır. Ve bu da, birbiri ile pek uyuşmayan iki entegrasyon modelinin bulunduğunu gösteriyor. Bu nedenle toplumumuzun entegrasyon modelinin ne olduğu, ortak yaşam hedeflerimizin ne olduğu konusunda karşılıklı olarak tartışmamız gerekmektedir.

5. Tezimde bu bağlamda entegrasyon zirvesini ve Alman İslam Konferansını ele almak istiyorum. Özellikle entegrasyon zirvesinde ilk kez Federal Almanya tarihinde yoğun bir aksiyon görüldü. Bu aksiyon çerçevesinde, konu üzerinde kafa yormuş ve ne yapılacağı konusunda somut öneriler getiren çeşitli resmi platformlar ve birçok sivil toplum kuruluşu bir araya geldi. Bu kapsamlı önerilerin birkaç yıl içinde uygulamaya konulup konulamayacağı tartışılabilir. Kuşkusuz bu böyle olmayacaktır. Ancak bu süreç göstermiştir ki, birçok kentte, organizasyonda ve kuruluşta ilgili projeler uygulamaya konmuştur.

Belki de bunları biraz abartıyoruz. Şu sıralarda o kadar büyük bir proje dalgası var ki, orta büyüklükteki kentlerde neler olduğu anlaşılamıyor.

Ön plandaki konular özellikle eğitim, iş, dil, din ve kadın-erkek konusuna ilişkin her şey. Entegrasyon konferansı ve entegrasyon zirvesi ile toplumun çeşitli alanlarını kapsayan bir inisiyatif geliştiril- diğini düşünüyorum.

(7)

6. noktaya geliyorum. Alman İslam Konferansı. Burada da en büyük kazanımın devletin Alman İslam Konferansı vasıtası ile ilk kez İslami kuruluşların temsilcileri ve İslam’la bir diyalog başlatması olduğunu düşünüyorum. Burada özel olan nedir? Çalışmalardan çok sayıda somut sonucun ortaya çıkmış olduğunu düşünmemeliyiz. Ancak bura- da özel olanın, din ve özellikle de İslam’ın ortak yaşam için büyük bir engel oluşturması olduğuna inanıyorum. Bu objektif bir şey değil, ancak insanların sübjektif bilincinde bu böyle. 90’lı yılların başlangıcında „İslam’ı bir tehdit olarak görüyor musunuz?“ sorusuna insanların %20’sinden daha azının evet dediğini gösteren araştırmalar vardır. Bugün bu oran kısmen %70’in üzerindedir ve tartışmanın duy- gusal boyutunda İslam’ın ve dini sorunların büyük bir rol oynadığı görülmektedir. Görüşüme göre Alman İslam Konferansı ile bir diyalog süreci başlatılmıştır. Bu bir başlangıçtır ve mutlaka sürdürülmelidir.

7. Tez: Bir bütün olarak bakıldığında bir faktörün dikkatlerden kaçırılmaması gerektiğini düşünüyorum. Söz konusu olan öncelikle, özellikle Türk göçmenler olmak üzere hem göçmenlerde hem de Alman toplumundaki duygusal platformdur. Söz konusu olan hislerdir. Bunu kanıtlayan anketler var. Devletin bu konudaki tavrı ise biraz başka görünüyor. Bugünkü entegrasyon politikası öncelikle ras- yonel düşünceye hitap ediyor. Bazıları şöyle düşünüyor: Birkaç kurs açarız, Almanca’yı öğretiriz, anayasayı açıklarız ve her şey yoluna girer. Eğer insanlar birbirine doğru çekildiğini hissetmezlerse bu düşünce gerçekleşmez. Ve şunun da eklenmesi gerekiyor: Bu konu hem Alman kökenli nüfusu, hem göçmenleri hem de Türk göçmenleri kapsamaktadır.

(8)

Alman nüfus içinde özellikle duygusal alanda somut bir korku ve endişe var. Örneğin Alman kültürü ve Alman anavatanı ile bağlantı içinde bulunan belirli değerlerin tehlikede olduğu korkusu. Ve bunun gerçekten de böyle olduğunu söylemek zorundayız. Özellikle büyük kentlerde eskiden Alman kültürü ve Alman değerleri ile bağlantılı olan çok şey gelecek on yıllar içinde artık var olmayacak. Bugün Almanya’da, göçmen kökenli yeni doğanların oranının %60’ın üzerinde olduğu beş büyük kent var. Bu gelişmenin 20, 30 yıl içinde nasıl bir tablo ortaya çıkaracağını hesaplayın. Bu kentler bütünüyle değişeceği gerçeği insanları korkutuyor. Ancak bu gibi korkuların açıkça dile getirilmesinin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Bu sorun, anavatanın aslında ne olduğu ve anavatanımın nasıl bir değişikliğe uğrayacağı sorusuna sıkı bir biçimde bağlı. Benzer bir korkuyu göçmenlerde de hissedebilirsiniz. Bu korku Türkler arasında çok daha büyük. Türkler de kültürel ve dini köklerinin, örneğin Türkçe’nin kaybolacağından korkuyorlar. Ve korkularında haklılar.

Bizler sürekli olarak Almanca bilgisinden söz ediyoruz ama son yıllar- da Türk çocuklarının Türkçe bilgileri belirgin ölçüde kötüleşti. Ve bu da insanların „İşte korkularımızda ne kadar haklı olduğumuz görülüyor; bu nedenle kültürel köklerimize daha sıkı sarılmalıyız“

demelerine neden oluyor.

Ve bu nedenle bu duygusal platform politika dünyası tarafından daha güçlü biçimde dikkate ve ele alınmalıdır. İnsanların kendilerini rahat ve huzur içinde hissetmeleri için gerekenler yapılmalıdır. Normal Alman politikacının bunu kolaylıkla yapamayacağını da söylemek zorundayız. Açıkça söylemek gerekirse normal Alman politikacı bir yere gider, gözlem yapar, sorunları tespit eder ve çözüm üretmeye çalışır. Ancak bir Türk genelde böyle düşünmüyor. Türk sorunlar

(9)

üzerinde tartışmak istemiyor, ilk elden sorunların çözülmesini istemi- yor. Bunun tersine o, kendisine saygı gösterildiğini, hoş karşılandığını hissetmek istiyor. Ve şimdi de bu toplantıda edindiğim izlenimleri aktarmak istiyorum. Türkiye’de, en azından Alanya’da durum farklı.

Bürokratik ve yasal engel ve kısıtlamalara rağmen burada, çok farklılık göstermesine rağmen „kendini huzur içinde hissetme“ ortamı mevcut.

Bu nedenle diyorum ki, bu alan politikanın ele alması gereken bir alandır. Bu nasıl yapılabilir? Bu o kadar da basit değil. Tezim şudur:

Yurtseverliği daha güçlü biçimde işleyecek olursak bu en iyi biçimde Almanya’da gerçekleştirilebilir. Şimdi bazıları "ipin ucunu iyice kaçırdı“ diyecek. Bir Türk nasıl yurtseverlik yapacak?“

Hayır sayın dinleyiciler, kendimden eminim, bu böyle olabilir ve gele- cekte de böyle olmalıdır. Birlik Partisi (Union) ile FDP arasındaki yeni koalisyon sözleşmesinde toplumu bir arada tutmaktan söz edilmekte- dir, ancak sadece işsizlik oranları, vergiler, sosyal sigortalar ve anayasanın değerleri hakkında konuşarak toplum bir arada tutulamaz.

Bunların hepsi belki önemli ve gereklidir ama eğer insanları bir araya getirmek istiyorsanız daha basit davranmanız gerekir. İnsanların duygularına daha çok hitap edilmelidir. Bu nedenle diyorum ki, bir yurtseverlik geliştirmeliyiz ve bu yurtseverlik gelecekte sadece Alman etnisitesine yönelik olmamalıdır, bu konuda samimi olmalıyız.

Bugün Almanya’da belirli yasal gereklilikleri yerine getirirseniz bir dilekçe ile başvurarak Alman yurttaşlığına geçebilirsiniz. Ancak Alman halkının algılamasına göre Alman değil, Alman pasaportlu Türksünüz. Bu Türklerin algılamalarında da böyledir, onlar Alman değil, yurttaşlığa geçmiş Türklerdir ve buna benzer bir şeydir. Bu konu göründüğü kadar basit değildir.

(10)

Önümüzdeki yıllarda ve on yıllarda şu soruyu ele almalıyız: „Hangi andan itibaren Alman olunur? Hangi andan itibaren Alman ulusunun bir üyesi olunur?“ Bugün için eğer Alman atalara sahipseniz Alman ulusunun bir üyesisiniz. Ancak bu anlayış kanımca gelecekte pek bir anlam ifade etmeyecek. Bu sorunu ele almak zorundayız. Bu konu basit bir konu değil, bunu kimseye açıklamam gerekmiyor. Alman tarihi açısından bakıldığında da bu basit bir sorun değil. Ancak bu tartışmayı gündeme getirecek cesarete sahip olmalıyız ve konuyu ileri taşımalıyız.

8. Tez: Tekrar entegrasyon zirvesine ve Alman İslam Konferansına dönmek istiyorum. Bu iki projenin en önemli kazanımlarının sembolik olarak çok konuya değinilmiş olmasıdır. Gazetelerde yayınlanan ve Başbakan ile İç İşleri Bakanını büyük bir göçmen grubunu yan yana gösteren fotoğraflarda büyük bir sembolik anlatım vardır. Bu özellikle Türk toplumu için büyük sembolik anlam taşımaktadır, çünkü burada devletin en yüksek makamlarında bulunan kişilerin sorunlarla ilgilen- diğini görmektedirler. Alman politikasının kültürler arasındaki farkı tanımlayan bu sembolik değeri ön plana çıkarması gerektiğini düşünüyorum. Her iki proje de biraz Alman işi gibi görünüyor.

Çalışma grupları içinde çalışılmaktadır. Projeler geliştirilmekte, sözleşmeler akdedilmekte, yükümlülükler üstlenilmektedir. Eğer göç- menlere ulaşmak istiyorsak bu duygusal platforma daha çok hitap etmeli ve sembolik politikayı daha da güçlendirmeliyiz.

9. Nokta: Bu bağlamda Türkiye’nin rolü gerçekten nedir? Görüşüme göre bu rol Almanya’da çoğunlukla küçümsenmektedir. Bana göre Türkiye’nin rolü çok büyük. Düşünceme göre Türkiye’nin rolü Alman bakış açısından çok daha aktif biçimde ele alınmalıdır. Bununla ne

(11)

demek istiyorum? İki şey: Birincisi; Almanya’daki Türkler arasında Türkiye, Türk politikası ve Türk devleti ile özdeşleşme çok güçlü.

Onlar Türkiye ile özdeşleşiyorlar. Öncelikle Türkiye ile meşgul olu- yorlar. Biraz tuhaf ama, dikkatlice bakalım: Bu insanlar akşamları evlerinde ne yapıyorlar? Kuşkusuz öncelikle Türk televizyonunu seyrediyorlar. Özellikle de Türkiye haberlerini izliyorlar. Belki inan- mayacaksınız ama öncelikle Türkiye’deki hava tahminlerini izliyorlar.

Evet, bu insanlar size yarın Türkiye’de havanın nasıl olacağını söyleye- bilirler, ancak yarın Düsseldorf’ta havanın nasıl olacağı ile ilgilenmi- yorlar. Bu, konumuzla ilgili çok şey söylüyor.

İkincisi ise Türkiye’nin rolünün neden bu kadar önemli olduğudur:

Organizasyon ve birlikler. Bu Alman İslam Konferansının çalışma alanına girmektedir. Bütün büyük organizasyon ve birliklerin resmi merkezleri Köln veya Frankfurt’ta, yani Almanya’dadır. Ancak fiili merkezleri Türkiye’dedir. Bir birliğin merkezi Diyanette, diğerininki bir dini organizasyonda ve bir başkasınınki de diğer bir dini harekette.

Ve Alman devleti gerçekte karar verme yetkisi bulunmayan birlik tem- silcileri ile görüşmektedir. Çünkü bu birliklerin politikası Türkiye’de belirlenmektedir. Bu nedenle biraz daha samimi olunmasını istiyor ve bu birlikleri gerçekten yöneten ve kararları veren kişilerle görüşülmesini talep ediyorum. Şimdi çok kişi şöyle diyecek: „İyi ama, bir Alman politikacısı olarak Almanya’nın içişleri ile ilgili konuları Ankara ile görüşemem ki.“ Bu belki biraz abartılı oldu. Kuşkusuz bu uzun vadeli bir hedef olamaz. Ancak insanların zihinlerinin de Almanya’ya gelmesini, ruhsal olarak Almanya’ya gelmesini istiyor- sanız, bunun yapılması gerekmektedir. En azından kısa ve orta vadede bu yapılmalıdır.

(12)

Son tezim: Burada değer yargılarına hitap etmek istiyorum. Kanımca bu konuda da açık ve samimi olunmalıdır. Önceleri entegrasyon poli- tikasında hep müştereklerle uğraştık. Bu da önemli ve gerekli. Ancak farklılıkları da ele almak zorundayız. Değer yargılarında farklılıklar, dini anlayışlarda farklılıklar, kültürel yaşamda farklılıklar vs. vardır.

Her iki taraftaki insanlar da farklılıkların olduğunu hissediyor. Ve şu anda tam olarak tanımlanamayan fakat gittikçe belirginleşen bir konu alanı daha var. Bu, kadın-erkek ilişkileri çevresinde dönen bütün konu- ları kapsayan bir alandır. Bütün konu alanlarında Türkler ve Almanlar karşı tarafta durumun farklı olduğunu hissediyor. Bu tam olarak tanımlanamıyor ve biraz yabancı olduğundan endişelere yol açıyor. Bu nedenle bu farklılığı da ele almak zorundayız.

Bu farklılıkları gören ve namus cinayetlerini, kadınların ezilmesini ve benzerlerini gündeme alan kişiler de var. Bu kişiler şu sonuca varıyor- lar: „Tanrım. Bu tamamıyla farklı bir kültür çevresi, bu nedenle hiçbir zaman bir araya gelemeyeceğiz.“ Bu örneğin Türkiye’nin AB’ye girişi söz konusu olduğunda bir argüman olarak ileri sürülüyor. Şöyle diyenler çok: „Türkiye’ye bir bakın. Bambaşka bir kültür çevresi. Bu kültür çevresi AB’ye uygun değil.“ Bu insanların bazıları şimdi aramızda ve bana göre bunlar geçmişte kalmış insanlar. Bu kişilere sadece şunu söylemek istiyorum: „Birkaç on yıl geriye dönüp bakın.

Ren Bölgesi, Vestfalya, Franken veya başka bir yer. 50-100 yıl geriye gidin. Şu anda kadın-erkek ilişkisi konusunda ne konuşuyorsak o zamanlar buralarda da aynı şeylerin konuşulduğunu göreceksiniz.“

Bazı şeyleri örtbas etmeyelim, bu konuda Alman toplumunda büyük bir gelişme oldu, kadınların toplum içindeki konumu son on yıllarda çok değişti. Bu değişim sürecini bire bir, ancak zamansal olarak farklı biçimde Türkler içinde de gerçekleştiğini görebilirsiniz. Bu nedenle

(13)

şimdi bu süreci nasıl hızlandırabileceğimizi düşünmeliyiz ve bu gelişmenin büyük ölçüde Alman toplumunun eşliğinde gerçekleştiğini de anlamalıyız. En kötüsünü yaparak sürekli olarak yakınmak yerine bu konuda biraz gururlanabiliriz. Kanımca son yıllardaki ve son on yıllardaki gelişmeden gurur duymalıyız. Ve bu nedenle , eğer değerler- den söz ediyorsak, hem müştereklerin hem de farklılıkların ayırtına varmamız gerekiyor. Bir bütün olarak baktığımda, hem entegrasyon zirvesi hem de Alman İslam Konferansı ileri sürdüğüm kavramların altını çizerek topluma önemli mesajlar vermişlerdir. Bu mesajlardan biri sürekli olarak birlikte yaşamak zorunda olduğumuzdur. Bunun başka bir alternatifi yok. Bir diğer mesaj ise, göçmenlerin de toplumu- muzun ayrılmaz bir parçası olduğunun, önemli işlevlere sahip olduk- larının, Almanya'ya önemli katkılarda bulunduklarının bilince çıkarılması ve kabul edilmesidir. Bir diğer boyut ise, verilen mesajların göçmen toplumuna aktarılmasına sağlayan bu bütünsel semboliktir.

Bu sadece bir başlangıç, ne daha fazla ne de az. Bu belki bir ara adım, önemli bir ara adım, fakat bu süreç daha yıllarca, on yıllarca sürecek.

Hepimiz, hangi yaşta olursak olalım, bu konu ile birlikte yaşayacağız.

Bu nedenle, birkaç proje geliştiriyoruz, her şey kendiliğinden yoluna girecek ve sorunlar çözülecek diye düşünmemeliyiz. Bu üstümüze düşen sürekli bir görev, hem Almanya hem de Türkiye’de bu konuyla uğraşmak, diğer kültürler ve diğer dinlerle sürekli olarak bir arada yaşayabilmemizi sağlayacak toplumsal bir yeterliliği nasıl sağlaya- cağımızı düşünmek zorundayız. Bunun geleceğe yönelik en önemli sorun olduğunu düşünüyorum. Alanya’da bu önemli gelecek soru- nunu hep birlikte ele aldığımız için mutluluk duyuyorum.

Referanslar

Benzer Belgeler

Yenilenebilir Enerji Kaynaklarına Öncelik Tanıma Yasası’nın (Yenilenebilir Enerji Kaynakları Yasası) amacı bu hedeflere ulaşılmasına yardımcı olmak ve Avrupa

 Veya işletmede en azından on iki yıldan beri istihdam edilmiş ve asgari olarak üç yıldan beri işyeri yaşlılık sigortası sistemine prim aktarılmış olması,

2010 yılının ilk 4 ayıyla karşılaştırmalı olarak ticaretin ülke gruplarına göre dağılımına bakıldığında, Almanya’nın ihracatında Avro alanının payının azaldığı

2019 yılı verilerine göre iki ülke arasındaki ticaret denge- si yaklaşık 2,7 milyar dolar ile Alman- ya’nın lehine sonuçlanmaktadır.. Al- manya pazarı Türkiye’nin

Almanya’da 26 Eylül 2021’de gerçekleşen Federal Meclis seçimlerinin akabin- de koalisyon görüşmeleri gerçekleştirilmiş ve 8 Aralık’ta üç partiden oluşan yeni

Inventor HSM;takımyollarının hesaplama süresini kısaltmak,yüzey kalitesini arttırmak ve takım ömrünü uzatmak için optimize edilmiştir.Inventor HSM yenilikçi

Ülkenin iki büyük akarsuyu, güneyden kuzeye akan Ren Nehri ve Çek Cumhuriyeti’nden gelip Hamburg Limanı yakınlarında denize ulaşan Elbe, hem Almanya hem de diğer Avrupa

ÖĞRENCİNİN ‘NORMAL’ BİR YAKLAŞIMLA KABUL EDİLDİĞİ VE HER BİREYE FARKLI YAKLAŞAN BİR OKUL ANLAYIŞI