• Sonuç bulunamadı

Modern Toplumların Doğayı Algılamaları ve Doğaya Bakışları Hakkında Yakın zamanlarda tabiattaki sanat ve bilim adamlarını yeniden bir araya getirip ba

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "Modern Toplumların Doğayı Algılamaları ve Doğaya Bakışları Hakkında Yakın zamanlarda tabiattaki sanat ve bilim adamlarını yeniden bir araya getirip ba"

Copied!
74
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)
(2)
(3)
(4)
(5)
(6)
(7)

1

Modern Toplumların Doğayı Algılamaları ve Doğaya Bakışları Hakkında

Yakın zamanlarda tabiattaki sanat ve bilim adamlarını ye- niden bir araya getirip bağlayan aşka özgü duygular içinde hakikaten ateşli bir coşku kendini göstermektedir. Gezgin- ler (turistler), şehirlerinin güzelliği ya da iklimlerinin büyü- leyici hoşluğuyla çekici ve fark edilir olan, ulaşılması kolay bütün bölgelere topluluklar halinde yayılıyorlar. Bir sürü ressam, desinatör, fotoğrafçı, Yangzi Jiang kıyıların- dan1Amazon nehrinin kıyılarına kadar dünyayı baştanbaşa kat ediyorlar; en ilginç ve çeşitli görünümleriyle ormanları, denizi, toprağı inceliyorlar; üzerinde bulunduğumuz geze- genin bütün göz kamaştırıcı ihtişamını, güzelliklerini bize gösteriyorlar ve onların tabiatla giderek sımsıkı, içtenlikli hale gelen bağları ve ilişkileri sayesinde, sayılamayacak ka- dar fazla sayıdaki seyahatlerinin ve bir kaynak halinde olan sanat eserlerinin sayesinde şimdi bütün kültürlü insanlar, yeryüzünün farklı bölgelerinin fizyonomisinin, görünümü- nün ve özelliklerinin farkına varıyorlar. Sanatçılardan daha az sayıda olan ama arayıp bulup ortaya çıkarma konusunda

1Asya’nın en uzun, dünyanın Nil ve Amazon’dan sonra üçüncü en uzun nehridir. Uzunluğu 6.370 km olup Çin’in batısından Doğu Çin Denizi’ne akar. Çincede anlamı “uzun nehir”dir. Dünyada sadece bir ülkeyi sulayan en büyük nehirdir: ‘Vikipedi’

(8)

2

ve keşfetme becerilerinde daha yararlı ve becerikli olan bil- ginler bu yüzden göçebe bile oldular ve tüm dünya onların çalışma ve inceleme odası olarak kullanılır hale geldi: Al- tay’da And’ları gezip dolaşırken Humbold, kendisinin de- miş olduğu gibi “bunlar ki özgürlük aşkıyla yaşamın fırtınalı dalgalarından kendilerini çekip çıkardılar” diye kaleme al- dığı kendisine ait olan tabiatın hayranlık uyandırıcı Tablo- larını meydana getirdi.

Bir sürü sanatçı, bilgin ve ne sanatta ne de bilimde gözü ol- mayan, özgür tabiatın içinde yalın olarak ve sadece yeniden güç ve kuvvet kazanmayı isteyenler, mevsim, seyahatlere, yüksek vadileri ziyaret etmelerine ve tepelerin dorukları üzerinde kendilerini tehlikeye, maceraya atmalarına fırsat verir vermez, özellikle dağların bulunduğu bölgelere yöne- lirler; ovaların binlerce sakini, binlerce insan, güzellikle- riyle oldukça fazlasıyla ün salmış olan Alplerin ve Pirenele- rin bulunduğu kısımlara doğru koştururlar. Çoğu gerçekten de modaya uymak, itaat etmiş olmak için, laf olsun diye, iş- sizlikten güçsüzlükten, aylaklık olsun diye ya da hiçi hiçine, övüneyim diye gelirler, ama hareketin, devinimin yol gös- tericileri, öncüleri, dağların çekiciliğine kapılmış olanlardır ve onun için kayalara tırmanmak hakiki bir keyif, gerçek bir zevktir. Yüksek doruklardaki manzara, birçok insanın üze- rinde büyü etkisi yapıyor ve kendine çekiyor; bu durumda işin içine düşünme olayı girmez, yani çoğunlukla düşüne- rek hareket etmezler, fiziki bir içgüdüyle gerçekleşir olay;

bu tepelere doğru uzanan dik bayırları tırmanmak için dağ- lara doğru sürüklendiklerini hissederler.

(9)

3

Dağ kolları üzerinde ve akarsu yarıkları içinde meydana ge- len ışığın ve gölgenin sürekli oluşum halinde çeşitlilik arz eden değişimleriyle, yamaçlarında dolanıp duran bulutlar- dan oluşmuş kuşakla çevrelenmiş, gökyüzüyle koyun ko- yuna, özgürlük ve cesaret telkin eden hali ve görünümünün ihtişam ve görkemiyle dağlar, böylece yaşama hayat ve an- lam katan niteliğe sahip varlıklardan olurlar, ayrıca insan- lar, varlıklarının gizemiyle yakalanıp şaşırdıkları için, on- ları fethedip ele geçirme arzusuyla hareket ederler. Bunun dışında insanların üzerinde çalışması nedeniyle, ekilip bi- çilmiş, sıklıkla bozulup çirkinleşmiş ovaların tekdüzeliği ile el değmemiş bayır ve yamaçlarının bakir güzelliğinin sun- duğu kontrastla, zıtlıkla dağların insanı kendine doğru çek- tiği hissedilir. Ve sonra tepeler küçücük bir alan içinde ken- dilerinin, dünyanın göz kamaştırıcı bütün güzelliklerinin bir özeti olduklarını bilmiyorlar mı? Bitki örtüsüyle kaplı bölgeler ve onların bulunduğu yerdeki iklimler, çevrele- rinde, etraflarında, sıra sıra bölümlenirler: Tek bir bakışla karları, buzları, kayaları, çayırları, ormanları, ekin tarlala- rını, bu tepelerden kucaklayıp içinize hapsedebilirsiniz ve her akşam güneşin batarken oluşturduğu ışık, sanki bu bü- yük kütle sadece göklerde dalga dalga kımıldanıp gezinen ince, pembe kıvrımlı, hafif, ince bir kumaşmış gibi dupduru, saydamsı, harikulade bir görünümü zirvelere bırakır.

Eskiden insanlar dağlara tapıyorlardı ya da en azından orayı, yüce tanrılarının kaldıkları, yaşadıkları bir yer olarak hayal ediyorlardı. Merou dağının kuzeyinde ve batısında, Hindistan’ın tanrılarının anlı şanlı bu muhteşem tahtı, me- deniyetin, her dönemi göğün efendilerinin bir araya gelip

(10)

4

toplandığı, ulusların yaşamı ile ilgili olağanüstü mitolojik olayların cereyan ettiği diğer kutsal tepelere göre değerlen- dirilip ölçülebilir. Elli dağdan fazlası, Ararat’tan Athes da- ğına kadar, dünya üzerinde yaşayanların kaynağı, tohum- ları ve dünyaya gelen insanlığı göğün göğsünde tutan, içinde taşıyan bir geminin üzerine indiği tepeler gibi göste- rildiler. Sami ülkelerinde, bütün dağların zirveleri, doruk- ları, ya Yehova’ya, ya Molokh‘a2 ya da diğer tanrılara olsun kutsal sunaklar olmuşlardır: Bu Sina Yarıma- dası’ydı.3 Orada Yahudi Kralı’nın On Emri ışıklar içinde dünyaya inmişti; gizemli, mistik bir elin Hz. Musa’yı sakla- yıp gizlediği Nebo4dağıydı; İsrail’in tapınağını taşıyan Mo- rija (Moriah, Moriyyah, Yahudiye) idi, Yüce Rahip (Hz.

Musa’nın kardeşi Hz. Harun)’in halkına dua edip onları kut- sadığı Garizim (Gerizim, gizemli dağ) Kudüs yönünde Nab- lus’a giderken, “Kutsal Gerizim Dağı”, gizemli halkıSamiri- ler, Filistin Yahudileri, Carmel dağı(İsrail’de bir dağ), Tha- bor5 ve sedir ağaçları ile taçlanıp süslenmiş Lübnan da- ğıydı. Yahudilerin ya da Canaan ( Kenan, Filistin)ların yara- lılarını boğazlayıp öldürmek ve kurbanlarını yakmaya git- mek için kalabalıkların sürüler halinde gittikleri “Yüce Yer- ler”dir bu dağlar. Üstelik Grekler (Yunanlılar) için her dağ

2Moloch, Fenikelilerin çocuklarını kurban ettikleri güneş tanrı, bir zaman- lar İsrail oğulları bu cehennem tanrısına tapmışlar.

3Sina yarımadası, kuzeyde Akdeniz, batıda Süveyş Kanalı ve körfezi, do- ğuda İsrail–Mısır sınırı ve Akabe Körfezi ile çevrilidir. Sina yarımadası, Af- rika kıtası ile Arap Yarımadası arasında bir platodur. Coğrafi olarak Asya kıtasındadır.

4Nibu, cennet anlamında, Ürdün’ün Medeba ilinde yer alan dağ, Tanah’ta vaat edilmiş topraklarların Hz. Musa’ya gösterildiği yer.

5Tabor, Hz. İsa’nın üç havarisi ile Hz. Musa ve Hz. İlyas peygamberle gö- rüştüğü dağ.

(11)

5

devlere ait bir kale ya da bir tanrının divanı, sarayıydı: Kaf- kasların sivri bir tepesi, insanlığın ülkütü ve babası Pro- mete’yi bağlamış oldukları bir direk gibi kullanılmıştı;

Olimpos’un üç katlı kubbesi Jupiter’in6 kalmış olduğu muh- teşem bir yerdi, ayrıca bir şairin Apollon’a7 başvurup ona yakarıp yardım istendiğinde gözler Parnas’ın8 zirvesine doğru döner.

Bazı benzer sebeplerin gücü ve etkisiyle köylerinden sürül- müş insanların çoğu gün geçtikçe artıyor. Bu nedenle tabi- atın duygusal temayülünün gelişip daha iyi yönde düzelip iyileşmesi çok önemlidir. Oldukça uzun zamandan beri ka- ramsar insanlar, büyük şehirlerin ardı arkası kesilmeyen artışından korkarlar, bununla birlikte artık nüfusun ayrıca- lıklı şehir merkezlerine doğru yer değiştirmesinin hızlı ve çabuk gelişme nedeniyle gerçekleşebileceğinin hiç farkında değiller.

Gerçek şu ki eskinin ürküntü verici akıl almaz Babillileri de, yüz binlerce insanı ya da hatta milyonlarca nüfusu içinde barındırdılar, taşıdılar: Doğal ticari çıkarları, her türlü gü- cün despotik, zorba merkezileşmesini, lütufların, sevgilerin büyük rahibi, zevklerin, arzuların aşkı, bu güçlü, otoriter şe- hirlere bütün bölgelerin nüfusunu kazandırdı. Ama ileti- şimsel bağlantılar o zaman bugünkünden çok daha yavaştı

6Tanrıların en güçlüsü Zeus ile denk, Satürn ile Ops’un en genç çocuğu, Atlas’a evreni taşıma görevini vermiştir, Romalılar büyük bir sevgiyle ona tapmışlardır.

7Apollo, müziğin, sanatların, güneşin, ateşin ve şiirin tanrısı, bilici tanrı.

8Yunanistan’ın merkezinde bir dağ

(12)

6

ve yetersizdi. Bazen bir sel felaketi, kötü hava koşulları, so- ğuk, bir karavanın gecikmesi, bir düşman ordusunun saldı- rısı, bir kabilenin isyanı, yiyeceklerin, araç ve gereçlerin sağlanmasının gecikmesine ve durmasına neden olu- yordu, koca şehir bütün bu görkeminin içinde hep açlıktan ölme noktasında kalıyordu. Ayrıca bu merhamet bilmez, acımasız savaş yılları boyunca, bu uçsuz bucaksız kentler, başkentler hep sonunda birkaç büyük ölümü sahneleyerek sona eriyordu ve bazen de yıkım o kadar şiddetli oluyordu ki bir şehrin yıkımı aynı zamanda bir halkın sonu oluyordu.

Hatta bu son zamanlarda da görülebilmekte; Çin’in şehirle- rinde birkaç tanesini örnek olarak verebiliriz, eski medeni- yetlerin hükmü ve imparatorluğu altındaki büyük insan yı- ğınlarının, yerleşim yerlerinin başına gelen yazgıda da gör- düğümüz gibi. Büyük güçlü Nanking şehri,9 bir harabe, bir yıkıntı haline geldi. Yaklaşık on beş sene önce bütün dünya- nın en kalabalık şehri olduğu görülen Ouchang şehri böyle iken sakinlerinin dörtte üçünden fazlasını kaybetti.

Eskiden nüfusun büyük şehirlere doğru akın akın hücum etmelerine neden olan sebepler ve daha da az güçlü olma- yan modern ilerleme ve gelişmelerin de aralarında bulun- duğu başka sebepleri de eklemek gerekirse hız kesmeden devam etti. İletişim yolları, kanalları, sıradan yollar ve de- mir yolu gittikçe daha fark edilebilir miktarda önemli mer- kezlere doğru yayılıyorlar ve onları durmadan, ara vermek- sizin birbirine yakın bir zincir şebekesi, bir kafes ağı gibi çevreleyip kuşatıyorlar. Günümüzde, bir yerden bir yere

91 Aralık 1937’de Japonya’nın Çin’in o zamanki başkenti Nanking’de tes- lim olmalarına rağmen yaptıkları katliam

(13)

7

yapılan yolculuklar, yer değiştirmeler o kadar çok kolay- lıkla yapılıp gerçekleşiyor ki sabahtan akşama kadar demir- yolları Londra’nın ya da Paris’in yollarına, kaldırımlarına 500.000 kişiyi bırakabilir durumda, ayrıca basit bir bay- ram, bir evlilik, bir cenaze olayı, herhangi bir kişinin ziya- reti olasılığına karşı milyonlarca insan bazen önemli bir kenti, bir anı bir anına uymayan, dalgalı, kararsız, sürekli yer değiştiren bir nüfusla şişirdiği olur. Azık ve gereçlerin taşınma ve nakli de seyyahların, turistlerin, yolcuların ula- şımıyla aynı kolaylıkla gerçekleştirilebilir. Etraftaki, çevre- deki bütün kır ve köyler, ülkenin bütün aşırılıkları, güçlük- leri, dünyanın bütün sorunları, mücadeleleri, yiyecek ve be- sin maddeleri, suyla, toprakla, yemeyi içmeyi bırakmayıp devam eden ve daha da fazla silip süpüren bu akıl almaz bü- yüklükteki midelere doğru akın edip, üşüşüp hücum eder- ler. Gerektiğinde, eğer Londra’nın iştah ve hevesleri gerek- tirir de canı isterse, kent, toprağın ürünlerinin yarısından fazlasını bir yıldan daha az bir zamanda taşıyıp kaldırabile- cektir.

Gerçekte orası, Antikite’nin büyük şehirlerinin sahip olma- dığı bir avantaja, elverişliliğe sahiptir ve bununla birlikte, demir yolları ve diğer iletişim araçlarının, geleneklerin ve yaşam biçimlerinin içine işlemiş olduğu, yaşamın içine gir- diği devrim henüz daha yeni başlamıştır. Hakikaten bu ne- dir; Fransa’nın sakinlerinin, orada oturanların her biri için yılda iki ya da üç yolculuk için bir araç olduğu, özellikle o zaman, Paris’in ya da diğer bu büyüklükte büyük şehir ban- liyösünde gerçekleşmiş olan bir çeyrek saatlik yolculuk, is-

(14)

8

tatistiklerde bir yolculukmuş gibi değerlendiriliyor mu ger- çekten? Doğrusu kesin olan şu ki her yıl bir yerden bir yere yolculuk yapan, yer değiştiren kalabalık halk yığınları bü- yük oranlarda artış gösterecek ve büyük olasılıkla bütün öngörülen tahminler bir bakıma sınırları aşıp daha öteye geçecek, çünkü zaten bu öngörüler yüzyılın başından beri böyleydi. Böylece sadece Londra şehri için, seyahat edenle- rin hareketi, devinimi, günümüzde, tek bir hafta içinde, 1830’lu yıllarda tüm Britanya açısından her sene olduğu gibi aynı eşit şekilde hızlı ve güçlüdür. Demiryolları saye- sinde ülkenin çevresi durmadan daha da küçülür ve hatta orada hangi oran ve ilişki içinde bölgenin bu küçülmesinin gerçekleştiği kesin bir hesapla kaçınılmaz olarak ortaya ko- nup gösterilebilir, çünkü bunun için lokomotiflerin hızını, yerini aldıkları yolcu arabalarının ve yaysız büyük yolcu arabalarının hızıyla karşılaştırmak yeterli olur. İnsanoğlu kendisine sıra gelince, kendi açısından gittikçe daha büyük bir kolaylık ve rahatlıkla doğduğu yerden ayrılıp uzaklaşı- yor, göçebe oluyor, göçebe bir yaşamın içinde kendini bu- luyor; her zaman alışagelmiş yollardan giden ve bir daha neredeyse asla geri dönmeyen eski önderler ve yol gösteri- cilerin yaptığı gibi değil, hep aynı süre zarfında, toplulukla- rıyla, sürüleriyle aynı otlaklara geri dönmeyen eski çoban- lar, yol göstericilerin yaptığı gibi değil, ama çok daha eşsiz bir bütünlükle; çünkü ufkun bir ucundan diğerine doğru belli belirsiz bir şekilde ilgisinin onu ittiği, ona zevk verdiği, mutlu ettiği her yere doğru yönelir, hareket eder: Bu yurt- larından kendi iradeleriyle sürgün olmuş, yurtlarından uzaklaşmış olanların aşağı yukarı küçük bir kısmı doğduk-

(15)

9

ları vatanlarına ölmek için geri dönerler. Habire, ara ver- meksizin gittikçe artan bu insan göçü şimdi milyonlar tara- fından yapılıp ve milyonlar tarafından gerçekleştiriliyor.

Açık ve kesin olarak daha kalabalık nüfuslu karınca gibi kaynayan insanlardan meydana gelen kalabalıklar oluştu- rur. Onlarçok kalabalık haldeki göçebe yığınlarının hareket ve ilerlemelerinden daha fazla kalabalıklardır. Roma Galya’sındaki Frenk savaşlarının korkunç istilaları, belki et- nolojik açıdan, Lüksemburg’un, Palatinat’ın10 her yıl Pa- ris’in nüfusunu şişirip artırmaya gelen bu süpürücülerin, çöpçülerin bu sessizlik içindeki göçleriyle aynı derecede öneme sahip değildi belki de.

Bir fikir vermesi bakımından, bir gün dünyanın büyük tica- ret merkezleri, şehirleri çok başka sebeplerden dolayı çok daha farklı hareket etmek zorunda kalacaklar. Bununla bir- likte er ya da geç büyümeye neden olan sebepleri dengele- meleri gerekecek; bunun için çağdaş, ilerlemiş olan modern koloniler içindeki şehirlerin ıssız şehirden uzak evlere ve köylere ne derece büyük bir ö[1]nem verdiğini görmek ye- terlidir. Bu çevrelerde gelenek, görenek, töre bağlarından kurtulmuş ve keyiflerine göre toplanıp bir araya gelmekte özgür olan insan toplulukları şehirler içinde hemen hemen tamamen balık istifi gibi sıkışırlar. Hatta özellikle tarım ko- lonileri içinde Far-West (Vahşi Batı)’nın genç Amerika Dev- letleri, La Plata’nın11 bölgeleri, Avustralya’nın Queens- land’ı,12 Yeni Zelanda(Başkent Wellington)’nın kuzey adası

10Almanya’nın batısında Fransa’ya komşu bir eyalet.

11Arjantin’in başkenti Buenos Aires’in merkezi şehri

12Başkenti Brisbane, ada devleti, komşusu yok

(16)

10

gibi kentlilerin sayısı, köylü ve taşralıların sayısına daha çok üstün gelir, onların sayısını geçer: Ortalama olarak, en azından üç kat daha üstündür, ticaret ve endüstri ilerlediği ölçüde, geliştiği müddetçe büyümesini durdurmaz, büyü- meye ve artmaya devam eder. Büyük ticari avantajlar ve al- tın madenleri gibi özel madenlerin birçok spekülatörün cezbedip kendine çektiği Viktorya ve Kaliforniya gibi kolo- nilerde, şehirlerde ikamet eden insan nüfusunun yığılması halen çok daha dikkate şayandır. Eğer Paris bir dereceye kadar, San Fransisko’nun Kaliforniya’da olduğu, Melbo- urne’nun Mutlu-Avustralya’da olduğu şey olsaydı, o zaman gerçekten adına yaraşır olan “büyük şehir” 9 milyondan 10 milyona kadar olan kişi nüfusundan daha az olmazdı.

Hiç kuşkusuz 19. yüzyıl toplumunun dış idealinin olduğu bütün bu yeni ülkelerde böyleydi, çünkü hiçbir engel bölge- nin tüm alanı üzerinde küçük gruplar halinde etrafa ya- yılma açısından yeni gelişleri engellemedi ve onlar büyük şehirlerde toplanıp bir araya gelmeyi yeğlediler.

Bu durum Kaliforniya ya da böyle başka bir modern kolo- nininkine karşı muhalif olan Rusya ya da Macaristan örneği gibi nüfuslarının Orta Çağ’da olduğu gibi dağılıp yayıldığı ülkeleri, hangi yüzyıllarla ilgili zaman zarfının ayırdığını göstermeye yarayabilir. Rusya’nın ovalarında, Macaristan Puszta’sında (çayır ve ovalarla çevrili stepler), tam anla- mıyla pek şehir yok. Sadece az ya da çok geniş köyler var.

Başkentler idari merkezlerdir. Sakinlerinin gelip de çabuk gittiği, gelip geçtiği ve eğer hükümet bununla birlikte orada ulusun bir kısmının hesabına milletin sırtından sahte, yap- macık bir hayat sürdürürse hemen önem ve nüfuzlarının

(17)

11

önemli, hatırı sayılır bir parçasını kaybedecek olan yapma- cık dünyalardır bu şehirler. Bu ülkelerde çalışan nüfus çift- çilerden oluşur, ayrıca şehirler yalnızca memurlar ve işi gücü olmayan boş gezen insanlar için vardır. Avustralya’da, Kaliforniya’da tam tersine köy yaşamı asla sadece bir ban- liyö(yöre kent) değildir ve köylülerin kendileri, çobanlar, çiftçiler, tarımcılar ruhlarını şehre doğru yönlendirmişler, kafalarını şehre çevirmişlerdir: Bunlar mesleklerinin çıkarı dâhilinde, geçici bir süre için büyük ticari merkezden uzak- laşan ama tekrar oraya gelmekten geri durmayan speküla- törlerdir. Er ya da geç, şüphe ve tereddütte kalınmayacaktır ki, bugün doğdukları toprakta sıkı bir şekilde kök salıp yer- leşmiş olan Rus köylüler dün henüz köle oldukları toprak- lardan, köy yaşamından bağlarını koparıp ayrılmayı öğre- necekler; İngilizler gibi, Avustralyalılar gibi göçebe olacak- lar, ticaretin ve endüstrinin onları çağırdığı, kendilerinde doğal olarak var olan, görmek, tanımak, bilmek ya da şart- larını iyileştirmek tutkularının onları ittiği büyük şehirlere doğru yol alıp gidecekler, oralara taşınacaklardır.

Köylerde oturanların azalıp bu yerlerin ıssızlaşmasından yakınıp sızlananların şikayet ve yakınmaları yine de bu ha- reketliliği durdurmaz. Bu hiçbir şey işe yaramaz, bütün ba- ğırıp çağırmalar faydasızdır. Olan olmuş, daha büyük bir geçim kolaylığı sayesinde, seyahatlerin göreli ucuzluğu sa- yesinde “gitmek ve gelmek” ile alakalı olarak bu en önemli, temel özgürlüğü elinde bulunduran, buradan hareketle, za- manla gittikçe bütün diğerleri de bu özgürlük düşüncesiyle yola çıkıp oralardan alıp başını gitmiştir, mal sahibi olma- yan mülkiyetsiz çiftçi kendisine bu yerler hakkında birçok

(18)

12

harika, şaşılacak şeylerden sayılıp döküldüğü kalabalık şehre doğru yol aldığı zaman çok doğal ve tabii bir içgü- düye, eğilime itaat eder. Üzgün ve bununla birlikte aynı za- manda neşeli, mimarinin ve endüstrinin mucizelerini sey- retmeye gitmek için doğduğu viraneye elveda der; kolları- nın gücüne, çalışmasına güvenip, bel bağladığı düzenli üc- retinden vazgeçer, ama belki de köyün diğer çocukları gibi o da zenginliğe ve refaha ulaşmayı başaracaktır ve eğer bir gün ülkesine geri dönerse bu doğduğu, pis, iğrenç barınağın yerine kendisi için bir şato dikmek için olacaktır. Servet edinme ve zengin olma hayallerini gerçekleştirebilenler bu göçmenlerin çok az bir kısmıdır, onlardan çoğu zenginlik peşinden koşarken fakirliği, hastalığı, büyük şehirlerde va- kitsiz ölümü buldular; ama en azından yaşayanlar fikirleri- nin çemberini genişletmeyi başardılar, birbirinden farklı çevreler, değişik yerler gördüler, başka insanlarla iletişime geçerek şekillendiler, daha zeki, daha bilgi sahibi oldular, yetiştiler. Bunun yanında tüm bu bireysel gelişmeler top- lum için tamamen paha biçilmez, değerli bir avantaj oluş- turmuştur.

Köylülerin Paris’e, Lyon’a, Toulouse’a, büyük deniz liman- larına doğru gerçekleşen göç olayının nasıl, hangi bir hız ve süratle olup bittiğini biliyoruz. Nüfusun her artışı, çoğal- ması, çekim merkezlerinin lehine, yararına olmuştur ve köylerin, küçük şehirlerin çoğunluğu belirli bir gelişme gös- termez halde durağan kaldılar ya da aynı şekilde nüfus sa- yıları bakımından daha da kötüleştiler, taşranın yarıdan fazlası giderek daha da az bir nüfusa sahip hale geldi ve Orta Çağ’dan bu yana nüfusunun, sakinlerinin gerçekte üçte

(19)

13

birlik bir kısmını kaybeden Bas-Alpes’i13 burada örnek ola- rak gösterebiliriz. Büyük şehirlerin dalgalı, kararsız nüfu- sunun ister istemez artmasına sebep olan seyahatleri ve ge- çici göçleri hesaba katıp dikkate alacak olursak sonuçlar çok daha fazla çarpıcı olacaktır. Ariege (Ariege nehrinden adını alır) ilinde Pyrénées (Pirene dağları nedeniyle )’de bazı köyler vardır ki bütün sakinleri, erkekler ve kadınlar kış boyunca, ovadan şehirlere inmek için tamamen buraları terk ederler. Nihayetinde, birçok işçiyi ve köylüyü hesaba katmadan gelirleriyle yaşamlarını sürdüren ya da ticari fa- aliyetlerle uğraşan Fransızların birçoğu Paris gibi Fransa’nın belli başlı önemli şehirlerini ziyaret etmekten geri kalmazlar. Uzak, ücra taşra şehirlerinde, ikamet etmiş olduğu büyük şehrin ismiyle bir iş emekçisi yolcunun ad- landırılıp gösterilmiş olduğu zaman çok uzakta şimdi. İngil- tere’de ve Almanya’da aynı toplumsal olgu ve olaylar ger- çekleşmektedir. Bu iki bölge içinde doğumların ölümlerden daha fazla olması Fransa’dan çok daha fazla dikkate şayan olmasına rağmen, bununla birlikte tarım ülkelerinin ol- duğu yerlerde de Hesse-Cassel dükalığı14 ve Cambridge kontluğu gibi büyük şehirlerin çıkarına, sakinlerinden yok- sun olarak ıssızlaşıp bomboş kalmaktadır. Hatta Kuzey Amerika’da, nüfus çok şaşırtıcı bir hızla artıp çoğalmakta- dır. Yeni İngiltere’nin tarım alanlarının olduğu yerlerden büyük bir kısmı, iki yönlü bir göçle bir yandan Far-West bölgelerine doğru, bir yandan Portland, Boston, New York

131790’de Basses-Alpes adını almıştı. Şimdiki adı Alpes-de- Haute-Pro- vince, Fransa’nın güney bölgesi 1970’e kadar BassesAlpes’di.

14Alman Roma imparatorluğu döneminde bir devletti.

(20)

14

gibi saygın ticari şehirlere doğru sakinlerinin çok büyük bir kısmını kaybettiler.

Ayrıca bunun yanında şehirlerin havasının tabiatın ölüm ilke ve yasalarıyla dolu ve bundan sorumlu olduğu oldukça tanıdık ve bildik bir olgudur. Resmi istatistikler bu bakım- dan arzu edilen gerçekliği ve doğruluğu her zaman sunma- malarına karşın yine de bütün Amerika ve Avrupa ülkele- rinde, kırda, taşrada yaşayan köylülerin ortalama ömrü kentli insanların ömründen çok daha fazladır. Onların öm- rünü yıl olarak fazlasıyla geçer ve büyük şehrin iç bulandı- rıcı ve dar sokağı için ana yurdunun geniş tarlasını terk eden göçmenler öncesinden yaklaşık olarak ömürlerini, olasılık ve ihtimal kurallarını izleyerek zaman olarak ne ka- dar kısalttıklarını hesaplayabilirler sanırım. Yeni gelen kendi öz varlığında sadece acı çekmez, ayrıca peşin bir ölümle karşı karşıyadır. Ama aynı şekilde soyunu, sopunu, çoluk çocuğunu da mahkûm eder, buna zorunlu bırakır. Bi- lincinde olunmadığı söylenemez ve bilinmez değildir;

Londra ya da Paris gibi büyük şehirlerde yaşamak için önemli olan esas güç, kuvvet çok çabuk bitip tükenir. Bunun yanında hiçbir burjuva, kentli aile üçüncü ya da tam olarak olsa olsa en fazla dördüncü nesilden öteye orada kalmaya devam etmez. Eğer birey onu çevreleyen ortamın ölümcül etkisine direnç gösterip dayanabildiği takdirde, en azından aile yenik düşüp sonunda başarısızlığa uğrar ve ölüme se- vinçle, güle oynaya yürüyen, sürekli ardı arkası kesilmeyen yabancı yerlerden ve taşralardan kaynaklı göçler olmaksı- zın büyük şehirler, kentler o büyük, olağanüstü nüfuslarını

(21)

15

toplayıp bir araya getiremezler. Kentlinin çizgileri, nükte- leri incelmiş ve gelişmiştir, ama vücudu zayıftır, yaşamın kaynakları bitip tükenip suyunu çekmiş, kurumuştur. Aynı şekilde entelektüel açıdan toplumsal hayatın geliştirdiği bütün parlak yetenekler, öncelikle aşırı şekilde coşkun ve kışkırtılmıştır, ama düşünce, aşamalı olarak kademe ka- deme gücünden kaybeder; bıkıp usanır, sonunda zamanla zayıf düşüp çöker. Gerçekten, Paris’in haylaz çocuğu, köyle- rin, taşranın kaba genciyle karşılaştırılınca canlılık, öfke, neşe ve coşku dolu bir varlıktır; ama koyu karanlık cehalet ortamındaki çukurlarda bir bitki gibi anlamsız, sanki cılız bitkiler gibi tatsız bir yaşam süren bu sıska, marazi insan- lar, fizik ve ahlak açısından karşılaştırdığımız bu solgun, serseri haytanın sonuçta erkek kardeşi değil midir? Niha- yetinde bu şehirlerin içinde, medeniyetleri ve büyük zen- ginlikleriyle en ünlü, en anlı şanlı olan şehirlerin içinde, kir- liliğin, bayağılığın, açlığın, kaba cehaletin, herkesin hor gö- rüsünün, aşağılayıcı söz, davranış ve aldırmazlığının, or- manları ve dağları baştanbaşa arşınlayıp kat eden vahşi mutluluğunun gölgesi altında, özgürlüğe kavuşturduğu umutsuz zavallı varlıklar, gerçekten bütün insanların en aşağılığı, rütbesizleri bulunur. En büyük, göz kamaştırıcı ih- tişamın yanında en küçük, en aşağı alçaklığı, iğrençliği ara- mak gerekli; bütün görkem ve ihtişamı içinde insan vücu- dunun güzelliğinin kendini gösterdiği bu müzelerden uzakta değil, raşitik, zayıf, gelişmemiş çocuklar, kanalizas- yonların, iğrenç yerlerin ağzından çıkmış, pis, iğrenç at- mosferde canlanıp yeniden dirilirler.

(22)

16

Eğer vapur durmadan büyüyen kalabalıkları şehirlere ta- şırsa, bir diğer taraftan, bir zaman için özgür atmosferi so- lumaya ve yeşilin, çiçeklerin manzarasında, düşüncesini ta- zeleyip canlandırmaya gelen, giderek kalabalıklaşan sayıda şehirliyi köylere getirir. Keyif ve arzularına göre boş vakit yaratmada usta olan zenginler, tüm aylar boyunca şehrin yorucu zevklerinden ya da meşguliyetlerinden kaçıp kurtu- labilirler. Kırda ikamet eden, büyük şehirlerdeki evlerinde kısa sürede şöyle bir görünüp, geçip gidiveren içinde du- rum aynıdır. Gündelik hayatın gereksinimleri nedeniyle uzun süre uzaklara gidemeyen her türden çalışana gelince, aralarından çoğu kırları ziyarete gitmek için ihtiyaç duy- dukları soluklanmaya, dinlenip rahatlamaya, meşguliyet- leri arasından az da olsa fırsat bulamazlar. En avantajlı, en şanslı olanları kendilerine haftalarca izin verirler ve izinle- rini şehirden uzakta, dağlarda ya da denizin kıyısında geçi- rirler. İşleri nedeniyle daha köleleşmiş, işinin tutsağı olmuş olanlar zaman zaman birkaç saatliğine alıştıkları sokakla- rın dar ufkuna sığınıp kaçarak kendilerini sınırlarlar. Hava sıcak ve tatlı, gökyüzü aydınlık ve parlak olduğunda bunun onlara bayram günlerinin mutluluğunu verdiğini, bundan faydalandıklarını biliyoruz: Büyük şehirlerin birbirine komşu ormanlarındaki her ağaç mutlu, neşeli bir aileyi ba- rındırır. Tüccarların ve çalışanların gözle görülür önemli bir kısmı, özellikle İngiltere ve Amerika’da, cesur bir şe- kilde, cesaretle kırsak kesimdeki kadın ve çocukları yerleş- tirir ve onları günde iki kez aile ocağından, yuvalarından mağazayı, tezgâhı ayıran yolu kat etmeye mahkûm ederler.

Ulaşım ve irtibatlarının çabukluğu sayesinde, milyonlarca insan böylece köy ve kent niteliklerinin her ikisini de bir

(23)

17

arada üzerlerinde bulundurabilirler ve her yıl böylece ha- yatlarını yarı yarıya bu şekilde bölüştüren birçok sayıda in- san durmadan çoğalmaya devam ederler. Londra’nın etra- fında yüz binlerce sayıda olan, bu, her sabah büyük şehrin iş girdabına dalıp her akşam yeşil banliyödeki huzur dolu evlerine geri dönenleri hesaba katmalıyız. Büyük şehir, kent yaşamı, dünyanın gerçek ticari merkezi, kendini sakin- leriyle, mukimlerle dolduruyor; her gün en aktif insan ko- vanıdır bu; her gece ise tıpkı bir çöldür.

Ne yazık ki, şehirlerden dışarıya doğru gerçekleşen bu geri çekilme, bu cezir, sadece köyleri çirkinleştirmekle kalmaz:

Sadece her türden çer çöp, döküntü, tarlaları ve şehirleri birbirine bağlayan sahalar dahil her yeri doldurup boş yer bırakmayacak şekilde kaplamamıştır, ayrıca çok daha ciddi bir şekilde, spekülasyon, çöküntü ve vurgunculuk, yörenin, komşuluğun sıcak, gönül çekici, hoş tüm kır görünümlerini, manzarayı yakalayıp ele geçirip egemenliğine almıştır; on- ları dikdörtgen şeklinde hisselere, parçalara böler, onları birbirinin aynı, tekdüze büyük duvarlar, surlarla çevirir, kuşatır, sonrada orada yüzlerce, binlerce kendini beğen- miş, kasıntılı küçük küçük evler, evcikler inşa eder. Bu sö- züm ona köylerdeki bu çamurlu yollardan geçen göçebe gezginlere göre, tabiat sadece parmaklıklar, demir kafesler arasında şöyle böyle sezinler gibi hayal meyal gördükleri büyük çiçek yığınları ve kesilip budanmış çalılarla gösteri- lir, tasvir edilir. Denizin kıyısında, çok dikkat çekici, çok gü- zel görünümlü yalıyarlarda, oldukça fazlasıyla çekici plaj- lar, kıskanç çekemeyen mal sahipleriyle olsun, bir altın kül-

(24)

18

çesine değer biçen, hesaplayan sarrafların yaklaşımı ve tav- rıyla tabiatın güzelliklerini değerlendiren spekülatörlerle olsun, istif edilip tekele alınmış birçok yerler halindedir.

Sıklıkla ziyaret edilen dağların bulunduğu bölgelerde, aşırı şekildeki ele geçirme isteği, doymazlık orda oturan nüfusu sakinlerini zapt edip etkisi altına alır: Kırlar, köy manzara- ları kareler halinde parçalara bölünmüş ve çok hızlı bir şe- kilde açık artırmada satılmıştır; her olağan doğa merakının, kayalık, mağara, çağlayan, buzul çatlağı, yarığı, yansıyan, karşılık veren yankının gürültüsüne kadar hepsinin ken- dine özgü, özel bir niteliği vardır. Müteşebbisler büyük çağ- layanları kiraya verirler, suların gürültüsünü seyretmeye niyetli para ödemeyen, parasız turistleri, gezginleri, yolcu- ları engellemek için tahta ve levhadan bariyerlerle onların etrafını çevreler, kuşatırlar. Sonra reklamlar sayesinde, su buharları halinde örtülerden oluşan, alanda yayılan, alanı kaplayan rüzgârın esintisi ve kıvrılıp, dökülüp parçalara ay- rılan damlacıklar içinde oynayıp dans eden ışığı, ses verip çınlayan güzel kalkanlara dönüştürür.

Tabiat, güzelliği sebebiyle kesinlikle birçok spekülatör ta- rafından kötü kullanılıp değersizleştirildiği için, kıymetini bilmemeleri şaşırtıcı değildir. İşletip çalıştırma, iş ve uğra- şılarında çiftçiler, tarımcılar ve sanayiciler toprağın, dünya- nın çirkinleşmesinde parmaklarının olup olmadığını, bu çirkinleştirmede katkılarının olup olmadığını kendi kendi- lerine sormak zorundadırlar. Geçek şu ki “çift süren, sert, kaba çiftçi, köyün, kırların büyüsünü ve çekiciliğini, manza- raların armonisini, uyumunu, ahengini kendine tasa etmez, buna aldırmaz, yeter ki toprak çok verimli olsun, bol ürün

(25)

19

versin, verim sağlasın. Ağaç koruluklarında rastgele balta- sını gezdirip dolaştırırken onu rahatsız edip işini güçleşti- ren ağaçları kesip devirir, diğerlerini yakışıksız bir şekilde kırıp yaralar ve onları süpürgelere ya da ağaç kazıklarına benzer bir hale getirir. Eskiden görülecek güzellikte olan, baştan sona gezip görüp dolaşmaktan zevk alındığı büyük geniş bölgeler, yöreler, tamamıyla şerefi lekelenmiş, kirle- nip bozulmuş haldedir. Onlara bakıp seyredince gerçekten içten içe bir isteksizlik, bir tiksinti duygusu hissedilir. Ay- rıca bundan başka, sıklıkla tabiata olan sevgisinde olduğu gibi bilim alanına da uzak, bu konuda fakir, geri kalmış olan çiftçi hesaplarında yanılgıya düşer. Bilmeden ve anlamadan iklim ve hava koşullarına benimsetmeye çalıştığı, getirdiği değişim ve değişikliklerle kendi yıkımına sebep olduğu olur. Aynı şekilde, köyün, kırın ortasında imalathanesini, madenini işleten sanayici için maden kömürünün duman- larının, atmosferi karartıp kirletmesi ve iç bulandırıcı, pis kokulu buharlarla atmosferi kirletmek önemsizdir. Bunun onun için pek bir önemi yoktur. İngiltere bir yana, ondan başka, batı Avrupa’da yoğun kıvamda havasının hemen he- men yabancılar için solunamaz olduğu çok büyük sayıda imalathane, sanayi vadileri vardır. Evler orada dumana bu- lanmış, dumandan tütsülenmiş gibidir, hatta aynı şekilde oralarda ağaçların yaprakları is ve kuruma bulanmış, is, ku- rum giyinmiş gibidir, ayrıca güneşe bakınca hemen hemen her zaman için sarı yüzünü, yoğun kalın kıvamda olan sisin arasında kendisini gösterir. Mühendise gelince, onun için de dümdüz, en monoton olan ovada ya da en dik en sarp dağların boğazları, köprüleri ve viyadükleri, köprü yolları her zaman onun için aynı şeylerdir; çok meşguldür, aklı

(26)

20

fikri hep yapılarını, binalarını manzarayla uyum içinde yap- mak değildir, ama kafasını taktığı şey sadece ve sadece araç, gereç ve malzemelerin direncini, dayanıklılığını, itiş ve tepi gücünü dengelemektir.

Gerçekten insan yeryüzünün yüzeyine, bu toprak alanına sımsıkı dört elle sarılmalı, onun üzerinde güç ve çaba har- camalı, bunun için gücünü kullanmasını bilmelidir. Bu- nunla birlikte mülk sahibi olan, bu sahiplenmenin etkisiyle birlikte gerçekleştirdiği hoyratlık, sertlik ve kabalığa üzül- mek, buna pişmanlık duymak engellenemez. Ayrıca bunun yanında Jeolog Marcou15 bize kıyılarındaki fabrikaları hare- kete geçirmek, çalıştırıp işletmek için boğazı kesilip kanı kurutulduğundan bu yana Niagara’nın Amerikalı çağlayanı- nın açıkça gözle görülür, hissedilir biçimde bol bol, gürül gürül akışının azalıp eksildiğini ve güzelliğini kaybettiğini bize haber verip bizi bilgilendirdi. Medeni insan için ya- bancı olan, bilmediği taşlardan oluşmuş tamamen büyük, kocaman iki kaya duvarı arasında yukarıdan aşağıya güm- bür gümbür gürleyerek “suların gök gürültüsünü andıran bir sesle akışı”, yalıyarlardan özgürce olduğu yere gümle- yerek döküldüğü, bizimde yakın bir zamanda tanık olup ya- şadığımız bu dönemi hüzünle yâd ediyoruz. Bununla bir- likte aynı şekilde, tahayyül ederek, hala Chingashook16 ve

15Jules Marcou-Jeolog, 20 Nisan 1824-17 Nisan 1898, Salins-lesBains, Fransa, ilk defa Amerika ile birlikte dünya jeolojik haritasını yayınlamaya cesaret etmiştir.

16Chingachgook; Son Mohika filminin başrol oyuncusu Kızılderili karak- ter.

(27)

21

Bas-de-Cuir’in17 soylu figürlerini gördüğümüz özgür or- manların ve engin otlakların, hepsi aynı yükseklikteki bari- yerlerle, engellerle, parmaklıklarla düzenli bir şekilde dört yanından kuşatılmış, hepsi de yer yazımsal olarak kadast- roya uygun bir şekilde dört ana yöne doğru yön işaretleri konularak çevrilmiş, hepsi de eşit yüz ölçümü ve alana sa- hip tarlalarla farklı bir şekilde yerinin doldurulup bu şe- kilde düzenlenebilip düzenlenemeyeceğini kendi kendile- rine soruyorlar. Vahşi tabiat öylesine güzeldir ki: O halde onu zapt edip egemenliği altına alan insanın, fethedilip ele geçirilmiş her yeni alanın işletilmesinde ve sömürülme- sinde geometrik ve bilimsel bir şekilde davranması, düzenli ve dümdüz çizilmiş mülklerle ilgili sınırların, bayağı, kaba saba yapı ve inşaatlarla onu kendisininmiş gibi ele geçirip zapt etmesi ve bunun ispatı için onu işaretleyip göstermesi gerekli midir? Eğer bu şekilde olmuşsa, toprağın güzellikle- rinden biri olan uyumlu, ahenkli kontrastlar, zıtlıklar ya- kında üzüntü verici bir tek biçimlilik, tekdüzelik ve mono- tonlukla yer değiştirecektir ne yazık ki. Çünkü her yılın en azından 10 milyonluk insan sayısınca artan, endüstri ve bi- lim sayesinde muazzam, olağanüstü bir oranla gittikçe ar- tan bir gücü elinde bulunduran toplum çok çabuk bir şe- kilde tüm gezegen yüzeyinin fethine yürür. Medeni, uygar öncü tarafından ziyaret edilmemiş olan kıtalardan artık tek bir bölgenin bile kalmayacağı gün çok yakındır, er ya da geç insani emek, yeryüzü küresinin her noktasında kendini gösterecek. Ne mutlu ki güzellik ve fayda tamamen eksiksiz, eşsiz bir şekilde birbiriyle bağdaşır, birleşir; ayrıca kesin

17James Fenimore Cooper; 15 Eylül 1789-14 Eylül 1851 Amerikalı yazar;

Son Mohikan, Chingachgook onun romanlarından uyarlanmış filmlerdir.

(28)

22

bir şekilde tarım endüstrisinin en gelişmiş olduğu ülke- lerde, İngiltere’de, Lombardiya’da,18 İsviçre’nin bazı kısım- larında böyledir; toprağı işletenler, manzaraların büyüsü ve çekiciliğine tamamen saygı duymakla birlikte bunun ya- nında güzelliklerine sanatla katkıda bulunarak onun bol bol ürün vermesini sağlayabilirler. Pek bol olan verimlilik ve zenginlikteki köylerde Flandres19 içindeki sulama kanalları sayesinde muhteşem bir çayır haline dönüşen; taşlık, kaya- lık Crau şehri (Fransa’da bir şehir), zeytin ağaçlarının yap- rakları altında zirveden aşağıya doğru, kendini saklayan denize uzanan Alplerin ve Apenin dağlarının20 kayalık kıyı- ları; gümüş köknarlardan, sedir ağaçlarından, karaçam ağaçlarından oluşmuş ormanlarla donanmış İrlanda’nın kırmızı renkte turba bataklığı dediğimiz batak çayırlar…

Bunların hepsi, toprağın, dünyanın yararına onu daha güzel kılan, onu daha güzel hale getirerek toprağı işlemede çiftçi- nin sahip olduğu bu gücün hayranlık verici örnekleri olarak orada değiller mi?

İnsanın bir şeyler yapıp ortaya koyma çabası dâhilinde dış dünyayı, tabiatı güzelleştirmesini sağlayan ya da bozup ha- rap etmesine sebep olan şeyi bilip anlama meselesi, kendi- sinin olumlu ve yapıcı olduğunu söyleyen ruhlara anlamsız ve boş gelebilir: en azından birinci sırada önem arz eden bir mesele değildir bu. İnsanlığın ilerleyip gelişme evreleri tam

18Kuzey Batı İtalya’da Alpler ve Po nehri vadisi arasındaki bölge

19Flanders; Kuzey Fransa, Belçika ve Güney Batı Hollanda toprakları ara- sında kalan tarihi bir bölge, Kuzey Avrupa’da bulunan eski bir ortaçağ ül- kesi.

20Apeninler, İtalya yarımadasında bir dağ zinciri, Alplerin bir kolu.

(29)

23

olarak en candan, en yürekten bir şekilde onu sarıp sarma- layıp kuşatan doğayla, tabiatla bağlantılıdır. Kendini belli etmeyen, gizli saklı bir ahenk, bir armoni, toprak ve onun beslediği insanlar arasında yerleşip kök salmıştır. İhtiyatsız ve düşüncesiz toplumlar bulundukları yerdeki güzelliği oluşturan şeylere müdahale edip zarar vermekte sakınca görmedikleri zaman, eninde sonunda daima bu yaptıkla- rına çok üzülüp pişman olurlar. İşte orada yer, toprak çir- kinleşti, işte orada o yüce güzellik, tüm o şiirsellik manza- radan silinip kaybolup gitti, görünmez oldu, tahayyüller, ta- savvurlar yitip gider, sönerler, akıl ve espri yoksullaşır, ve- rimsizleşir, alışkanlıklar, görenekler ve bayağılık ruhları zapt edip ele geçirir ve onları bir ölüm uykusuna, uyuşuk- luğa sevk eder. İnsanlık tarihinde önceden birbirini takip eden birçok medeniyeti yerle bir edip ortadan kaldıran, si- lip yok eden sebepler arasında, birinci sırada çoğu ulusun onunla geçim sağlayıp beslendiği toprağı çalıştırıp iletmek için kullandığı sert ve hoyrat şiddeti hesaba katmak gerekir tabii ki. Ormanları kesip, yıkıp, devirip bozdular. Yerle yek- san ettiler. Kaynakların suyunu çekip kurumasına müsaade ettiler, nehirleri, taşırdılar, taşıdılar, yerinden ettiler. İklim- leri bozup harap ettiler, bataklık ve pis kokular yayan böl- gelerle şehirleri çevirip kuşattılar. Sonra da onlar tarafın- dan hor görülüp kötü kullanılan, değeri bilinmeyen tabiat onlara bunun karşılığında onlar düşman olduğu zaman, ona düşman kesildiler ve bir vahşi gibi ormandaki yaşamla ilişki ve bağlantıya girmeye muktedir olamayarak, onunla uyum ve ahengi tutturamayarak, kralların, din adamlarının despotluk ve zorbalığıyla sersemlik içinde giderek alçalıp

(30)

24

küçüldüler. Pline21 ”Büyük verimli topraklar İtalya’da yiti- rildi, Çok büyük, önemli sahalar, alanlar İtalya’yı görünmez yaptı” demişti; ama eklemek gerekir ki kölelerin elleriyle ekilip işlenmiş olan bu değerli, büyük topraklar, oyuk, dö- kük cüzam gibi toprağı çirkinleştirdi. Charles- Quint’den22 beri İspanya’nın herkesin gözü önünde gürül- tüyle çöküşüne tanık olup bunun şaşkınlığı içinde olan ta- rihçiler, çeşitli şekilde bunu açıklamaya çalıştılar. Bir kıs- mına göre, ulusun bu yıkımının asıl nedeni, Amerika’nın al- tını keşfi olmuştu; arkasından diğerlerine göre, engizisyo- nun “aziz, yüce kardeşlik” kavramıyla, Yahudilerin ve Mağ- riplilerin sürgün edilip kovulması, yoldan çıkmış mezhep sapkınlığına verilen; yürek yaralayan, kanlı, acılı ateşe atma cezaları ile teşkilatlanmış, organize olmuş dinsel terördü bu. Aynı şekilde İspanya’nın çöküşünden, Fransa’nın zor- baca merkezileştirmesini ve ayrıca haksızca alınan dolaylı vergiyi suçlu gösterdiler; ama İspanyolların etkisiyle “kuş korkusu nedeniyle”, kuşların korkusundan ağaçları yıkıp devirmeleri, bu türden bir şiddet ve öfke duygusu içinde ol- maları, sonuçta bu korkunç çöküşün içinde boşuna değil midir? Yeryüzü toprağı, sarı, taşlı, çıplak, çok kötü ve çok korkunç bir hal aldı, toprak kısırlaşıp verimsizleşti, iki yüz yıl süren bir zaman zarfında azalan nüfus, kısmen, tekrar- dan uygarlık yolunda geride kaldı, çağdaşlıktan uzaklaştı.

21Pline l’Ancien, 23-İ.S. 79, GAİUS PlinusSecundus, Roma İmp. Dönemi, tarihçi, yazar, avukat, tabiat bilimci; bilim tarihindeki yerini insanlık tarihi- nin ilk ansiklopedisi sayılan dev yapıtı “Doğa Tarihi” ne borçludur.

22V. Karl, 1500-1558, Kutsal Roma –Germen İmparatoru, Belçika’da doğdu, İspanya’da öldü; Avrupa’yı Katolik bir imparatorluk etrafında bir- leştirmeye çalıştı.

(31)

25

Küçük kuşlar cezalandırıldı; intikam duygusunun kurbanı oldular.

O halde, bizim, birçok insanı saran bu cömertlik duygusunu şimdiden sevinç içinde selamlamamız gerekir, yani diyece- ğimiz şu ki, en iyi en şanslı olanları, bakir ormanları, deniz kıyılarını, plajları, dağların boğazlarını baştanbaşa kat et- mekte, tabiatın ilk halindeki güzelliğini muhafaza ettiği yer- yüzünün bütün bölgelerinde buluna tabiat alanlarını ziya- ret etmektedirler. Hissedilen şu ki, ahlaki ve entelektüel bir azalmanın, düşüşün üzüntüsünün etkisiyle dar kalıplı ruh- ların çağdaş medeniyetin tanıklığını ve kanıtını gördükleri birçok çirkin, düşük ve verimsiz şeylerin bayağılığını, yer- yüzü toprağının harikulade sahnelerinin manzarasıyla ne pahasına olursa dengelemek gerekir. Tabiatın dolaysız ola- rak incelenip araştırılması ve onun olgusal görüngülerinin düşsel ve düşüncesel seyri âlemi, eksiksiz, dolu ve tamam- lanmış olan her insan için eğitimin ve gelişimin başlıca esas unsurlarından biri olması gereklidir; ayrıca her bireyin içinde, bireyin dağların en yüksek doruklarını zevkle, ko- layca aşıp tırmanabilmesi için, uçurumlara korkusuzca ba- kabilmesi için ve tüm fiziki varlığının bütünlüğü içinde güç- lerin bu tabii dengesini muhafaza edebilmesi için kaslarıyla ilgili güç ve ustalığını geliştirip pekiştirmesi gereklidir. Bu denge olmaksızın asla bir melankoli örtüsü olmanın ya- nında, onun altında yatan ancak ondan çok daha güzel olan kır manzaraları fark edilmez. Modern insan, toprağın üze- rinde onun önünden geçen, olup bitip cereyan eden şeyle- rin tüm erdemlerini, etki güçlerini ve niteliklerini kendi ki-

(32)

26

şiliğinde birleştirip bütünleştirmek zorundadır; medeniye- tin ona vermiş olduğu engin imtiyaz ve ayrıcalıkları hiçbir şekilde bırakmadan, hiçbir şeyden vazgeçmeden, eski çağ- lardan, antikiteden gelen gücünden de hiçbir şey kaybet- memek zorunda, bununla birlikte, tabiatın olgusal olayları- nın bilgisi, ustalığı, zekâsı, güç, sertlik ve canlılığı içinde olup hiçbir vahşiliğe ödün vermemeli. Grek cumhuriyetle- rinin güzel zamanlarında Helenler, çocuklarını, hidayetli, kibar, güçlü ve cesaretli kahramanlar yapmaktan daha az hiçbir şey düşünüp istemezlerdi; aynı şekilde bu genç ne- sillerde erkeğe yaraşır, cesur, korkusuz tüm nitelikleri uyandırarak olur. Onları tabiata doğru sürükleyerek ve on- ları tabiatla etkileşim halinde olmalarını sağlayarak, tabi- atla kaynaştırarak olur. Modern, çağdaş toplumlar, kendi ırkının yeniden canlanıp dirilmesi, oluşmasıyla her tür ge- rileme ve çöküşe karşı kendilerini güven altına alabilirler.

Rumford’un23 uzun zamandan beri söylediği şuydu: “Tabi- atta aradığınız her şeyin daha fazlasını, yine tabiatın içinde fazlasıyla bulursunuz”. Bilim adamı, bulutları ya da taşları, bitkileri ya da böcekleri incelesin ya da hatta diyelim ki dünya küresinin genel yasaları üzerinde çalışsın, her zaman ve her yerde umulmadık, hesapta olmayan harikuladelikler keşfeder. Sanatçı, güzel manzaraların ardı sıra aralıksız sü- rüp giden, içi içine sığmayan bir tür sevinçle dolu ruhsal bir karaktere, görme duyusuna ve bakış açısına sahiptir: Top- raktan gelen ürünleri kullanıp bunlara işlevsellik kazandır- maya çalışan sanayici etrafındaki daha henüz keşfedilip

23Benjamin Thompson, Kont Rumford, 1753-1814, fizikçi, bilim adamı.

(33)

27

kullanılmamış zenginlikleri görmekten geri durmaz. Tabi- atı tabiat olduğu için sevmekten memnun olan, basit ve sade insana gelince, orada mutluluk, sevinç ve neşe bulur.

Bunun yanında mutsuz olduğu zaman, onun üzüntü ve acı- ları, hür ve engin kır manzaralarının etkisiyle en azından hiç olmazsa azalır, yatışır. Gerçekten de, sürgün edilmiş olanlar ya da daha doğrusu doğduğu yerinden, vatan topra- ğından sürgün edilmişler gibi yaşayan, derecesinden düş- müş bu düşkün zavallılar, en güzel, en mükemmel yerde ol- salar bile, arkadaşsız, yabancı, tanınmayan biri, tek başına kimsesiz biri olduklarını hissetmekten geri durmazlar, bundan kendilerini hiç alıkoyamazlar. Ayrıca umutsuzluk yarası onları daima kemirir durur. Bununla birlikte onlar da, onları çevreleyen, kuşatan ortamın tatlı, hoş etkisini ni- hayetinde hissederler. En diri, en canlı acı ve üzüntüleri ya- vaş yavaş, yeryüzü toprağının güzellik ve iyiliklerle sun- duğu her şeyi, acının imbiğinden geçerek arıtılıp inceltilmiş bir duyuyla değişerek onların anlamalarını sağlayan bir tür melankoli haline geçer, melankolikleşirler. Yaprakların hı- şırtılarını, kuşlarını cıvıltısını, pınarların mırıltısını takdir edip sevmesini bilirler. Bunun yanında, eğer tabiatın birey- ler üzerinde onları sakinleştirip yatıştırmak ya da onları güçlendirip sağlamlaştırmak için bu kadar çok etkisi varsa, bu etki yüzyıllar boyunca tüm insanların kendilerinin üze- rinde de olamaz mı? Hiç şüpheye yer bırakmaksızın bura- dan uzak, büyük, muhteşem ufukların manzarasına ba- kınca, gelecekte dağlar, yaşayan insan nüfusunun değer ve niteliklerine katkıda bulunacak görünüyor ve Alplerin, öz- gürlüğün ana vatanı olarak gösterilmesi hiç de yabana atı- lacak boş bir ifade değil.

(34)

28

(35)

29

Tarih Öncesi Sosyoloji Notları – Yeni İnsanlık (İnsan Davranışları Tarihi)

Düşünmeye sevk edip yayan basit, elverişli, akla yatkın hi- potezleri, edinilmiş hakiki gerçeklermiş gibi kolayca kabul edip, onları tekrar etmeye kapılıp gidiyoruz. Bu göreneksel alışkanlık gereğince, denilene göre, insanlığın, karakteris- tik açıdan, yiyip içip beslenmeyi fethedip, özümseme mod ve niteliğine sahip olup, açık seçik, çok farklı, bambaşka medeniyet hallerinden başarıyla geçtiği bize söyleniyor.

Tüm insanlar için uygarlık öncesi ilkel zamanlar, ürün top- lanması ve hasat edilmesi, avcılık ve balıkçılıkla beslenip hayatlarını sürdürdükleri zamanlar boyunca geçirdikleri zamanlardı. Sonrasında kırsal yaşam devri gelecekti ve ar- kasından sıra çiftçilik ve tarımcılık, göçebe yaşamdan insan sürü ve topluluklarının bakım ve korunmasına geçilen çağ- ların arkasından gelecekti. Marquis de Condorcet,24 insan- lık tarihinde ayrımını yaptığı “on çağı” numaralandırarak kesin bir dille “kırsal hayattaki insanların gelişim ve oluşu- munu” ve “tarım ve çiftçilik haline geçişi”, zamanımıza ka- dar olmuş, tamamlanmış gelişmeler babında, büyük yolcu- luğun ilk iki büyük etabı olarak gösterir.25 Ama yeryüzünün

2417 Eylül 1743-28 Mart 1794, Fransa, Aydınlanmanın ünlü düşünürü. İn- sanlığın sonsuzluğa ilerleyebileceğine inancını, İnsan Zekâsının İlerlemeleri Üzerine Tarihi Bir Tablo Taslağı adlı eserinde belirtmiştir. (Ç.n)

25İnsan Ruhunun ve Aklının gelişimi ile ilgili tarihsel bir Tablo Taslağı

(36)

30

ayrıntılı incelenip araştırılması bize, toplumsal yaşam bi- çimlerinin bu sözüm ona art arda gelişi, olay ve olgularla anlaşmazlık ve uyuşmazlık içinde olan ruhun katıksız, saf anlayış ve kavrama yetisi olduğunu ispatlar. Gıda ve beslen- meyi fethetme araç ve gereçlerindeki farklılık her yerde do- ğal çevrenin kendi farklılığının belirgin, açıklayıcı nedeni oldu. Av bakımından zengin olan ormanın insanı, balık ba- kımından zengin olan denizin ve nehrin kıyılarında oturan sahil ahalisi, insan kalabalıklarının, toplulukların yayılıp yerleşmiş olduğu sonsuz bozkırların sakini, dar bir vadide sıkışıp kalmış dağ insanı, ortamın şartları bakımından, farklı yaşam türlerine sahip olmak zorundaydılar. İnsanın geçmişteki eski hayvan yanından miras kalmış, soya çekim ve geleneklerden, etobur ya da yemişle beslenen bu, şu ya da falan kabilede doğan, özel ahlak, tutum ve davranışlar- dan söz etmeden, genel manada diyebiliriz ki; devlet evren- sel değilse de hiç olmazsa en azından olabilecek en geniş anlamdan anlaşılacağı üzere, yani açlıktan kemikleri gözü- ken arayıcının kendi keyfine göre bulmuş olduğu her şeyi kullanımı bakımından ürünü toplayıp hasat eden devlet özelliğini aldı, hasat devleti oldu. Açlık hem etçil hem de ot- çul eder: Ormanda kaybolmuş kişi, böceklerden ve artıklar- dan olsun, her türden besinle beslenmek için kendini salıp koyu verir; solucanlar, böcekler ot yiyecektir, az ya da çok tiksinmeyle ya da açık bir açlık ve doymazlıkla, zehirlenme riskini bile göze alarak mantarların tadına bakacaktır. Hem de bireyin yapmak zorunda olduğu şey, hatta günümüzde bile, bütün kabileler, hatta ulusların aynı şekilde gerçekleş- tirmek zorunda oldukları şey ihtiyaçlara göre toprağı dü- zenleyip yola koymadan önce, yani bir mevsim boyunca ya

(37)

31

da açlığın devam ettiği tüm dönem boyunca bunun sürekli ve kalıcı olmasıdır.26

Oysa bu ilk ürün toplayıp hasat etme hali süresince, insan özellikle aynı zamanda yakalanması kolay küçük hayvan- larla birlikte bitki tohumlarını, meyvelerini, bitki soğanla- rını ve köklerini aramak zorundaydı, bir gün onun tarım ve çiftçiliği keşfetmesine yardımcı olması gereken ilk unsur- larla bu şekilde tanışmıştı. İlk defa tohumların yeşerip filiz- lenip bitki haline geldiğini görüyordu, eski bir bitki sapının dibinde yeniden doğup yeşeren filizleri, sürgünleri toplu- yordu, toprakta bulmuş olduğu böyle bir yumru çoktan ilk tomurcuğunu verip toprağı kabartıp yükseltmiştir.27 Tarım ve çiftçilik, şöyle diyebiliriz ki, insanın ruhunda bir çiçek taslağı halindeydi: Tarım konusunda harekete geçmeden önce insanda eksik olan şey, sabır, uzun bir öngörü ve za- manla onunla arasında kurması gereken yakınlık ve bir it- tifaktı sadece.

Çoğunlukla zaman içinde, geçmişteki eski uygarlıktan tarım ve çiftçiliğe doğru yol alan etapta, bu geçiş noktasında yer alan göçebe halin, sanıldığının aksine çok uzun süren bir hazırlık süreci anlamına geldiği görülür. Adalarıyla beraber Kuzey Takımadalarından Antarktika’ya doğru uzanıp yayı- lan, engin yüzölçümüyle Yeni Dünya örneği çok çarpıcı bir

26Link, İlkel ve Eski zamanlar

27Ed. Hahn, Demeter (Yunan mitolojisinde toprak ve ürün tanrıçası) un Baubo (Demeter’in kızını kaybetmiş olmaktan dolayı yas tutarken görüp onu güldürmüş olan Yunan Mizah Tanrıçası) (Ç.n)

(38)

32

şekilde tarımın doğmak için kırsal ve tabiatsal yaşamın ar- kasından onun yerini almaya ihtiyacının olmadığına tanık- tır; çünkü tarım, çift kıtanın farklı kısımlarında yaşayan uluslar ya da ilkel toplumlar tarafından önceden beri yapı- lıp uygulanıyordu; oysa böyleyken hiçbir yerde göçebe ço- banlarla karşılaşılmadı. İnkalar, gerçek şu ki, evcilleştirdik- leri Lama denilen bir hayvana sahiptiler, ama onu sadece eşya ve mal taşımacılığı için kullanıyorlardı ve bir yığın mil- letin tam olarak ciddi bir şekilde toprağına yerleşip hiç yer değiştirmeden yerleşik bir şekilde ve çiftçi olarak yaşamla- rını sürdürmeleri az zaman sürmedi, bu yaşamı uzun süre sürdürdüler: Hiç kimse efendilerin, toprak sahiplerinin izni ya da emri olmadan tarlasını bırakıp gidemezdi. Ame- rika’da hiçbir insan emzirme sürecinin dışında bol süt ve- recek dişi hayvanları eğitip yetiştirme sanatını henüz keş- fetmemişti, böyle bir dahi henüz çıkmamıştı, hatta Eski Dünya’da sütten nefret eden birçok millet vardır. Birçok de- ğişik bilgiyi ve hatta medeniyetlerini bile28 Batı’dan henüz almış olan Çinliler ve Japonlar, evcilleştirilmiş ineğin sütün- den beslenmeyi asla öğrenmediler. Ayrıca muhtemeldir ki, insanlığın bu kazanımı çok zaman almıştır ve bunun için çok çaba harcanması gerekmiştir, çünkü hayvanların sütü ancak yavruları içindir; yavrularını sütten kestikleri zaman sütleri de çekilir biter. Hahn,29 sütün birinci görevinin tan- rılara sunulmak olduğu, bunun için yapıldığını yayar30;

28Terrien de la Guperie, Çin ve Babil Kaydı

29Eduard Hahn, 7 Ağustos 1856-24 Şubat 1928, Almanya, antropojeograf, etnolog)

30Ed. Hahn, alıntılanıp aktarılan yapıt, sayfa 23 ve devamı

(39)

33

belki de önceden tapınaklarda, sunaklarda yakılmış düve- lere, tanrıların onuruna şarap, süt ve yağ dökülürdü.

İnsanlık bakımından sanayinin gelişmesi, sonuçta eskiden hayal edilmiş olan düzene göre tamamlanmadı, ama çeşitli şekillerde ortamın tabiatına göre değişmek gerekti. Örnek olarak Eski Dünya’nın (Avrasya ve Afrika) nüfus topluluk- larından bazılarını ele alabiliriz. Afrika’nın merkezinde uç- suz bucaksız ormanların gölgesinde yaşayan cüce kabileler, ilkel avcılık ve toplayıcılıktan başka güçlü, baskın bir sana- yiye sahip olabilirlerdi, ama ne yazık ki süper güçlü olan on- lara komşu nüfus toplulukları biraz tarım ve ticaret yap- mak için onlara izin vermezler. Aynı şekilde, Bahr el Cebel ve Bahr el Zeraf’ın bir sürü geniş adaları üzerinde ve batak- lıklar içinde yerleşmiş olan Nouerler (bir kabile) kıtanın kurutulmuş topraklarıyla her türlü kolay ve basit olacak ile- tişimlerden yoksun kaldıkça tohumlarla ve balık avcılığının dar emek sahasına mahkûm ve mecbur kaldılar. Nil vadisi ve ırmağı boyunca konumlu, limanından oldukça uzakta dünyanın bir yerinde, Lofoten (Norveçte bir takımada) ada- larının sakinleri, bu adalılar da aynı şekilde, Avrupa’nın geri kalan bir kısmında bu kıyı boyunca gidip gelen gemiler bu sahil şeridi boyuna uğramadan önce deniz balıklarını yaka- lama yazgısına mahkûm değiller miydi? Ayrıca diğer taraf- tan, çiftçiler çoktan hayvanları evcilleştirdiği ve dişi hay- vanların sütlerini kullanmayı öğrendikleri zaman, tabiatta aynı şekilde yağmurların yetersizliği müteakiben toprağı süren çiftçiler için kullanılamaz olan ya da av hayvanının az bulunması nedeniyle avcılar için elverişsiz olmuş, geniş, uç- suz bucaksız bölgelerin sakinlerine kır ve doğa yaşamını

(40)

34

gösterdi ve onları bu halde yoğurdu: Bu topraklar sadece, bir bölgenin otunu otladıktan sonra, fışkırıp duran kaynak- larla sulanmış meraları bulacakları bozkırın başka tarafla- rına doğru çabucak yer değiştirerek taşınıp giden hayvan sürülerinin izledikleri yollara, güzergâhlarına uygun yer- lerdir. İkametinin bulunduğu yerin etrafında hayvanları ot- latma sanatı ve becerisi içinde kendi kendisini yetiştirip bilgi sahibi olan ve çalışırken, ister yardımlarından olsun, ister sütlerinden, ister derilerinden faydalanmayı bekle- yen, sonuçta onları vahşi hayvanlara karşı koruyan insan, uçsuz bucaksız çayırlarda ehlileştirilerek evcilleştirilmiş bu hayvanları takip etmek için ırmakların ve denizin kıyılarını ya da ormanların bulunduğu bölgeleri çekinmeden cesa- retle terk edebilir. Başka karakter ve özellikte olan toprak- lar, buradaki kumlu, killi, kayalıklarla ya da çakıl taşlarıyla dolu bölgeler, daha uzaktaki karlarla kaplı platolar ya da dağların geçitleri, farklı ürünleri barındıran ülkeler ara- sında ortalama bölgeleri oluştururlar, sonuç olarak çoban- lara ve çiftçilere tabiat tarafından yasaklanmış bölgelerdir;

ancak kaçakçılık yapan, ister tek başlarına, ister gruplar ha- linde yürüyerek veyahut da yük hayvanlarıyla beraber ge- len taşıyıcılar tarafından kullanılabilirler.

Bütün doğal bölgeler bakımından toprağın, bitki örtüsü- nün, ürünlerin tezatları, insan topluluklarının ve endüstri- lerin tezadı olan başka bir tezatla birbirlerini tamamlarlar.

Ambiyans insanlar arasındaki bu farklılıkların çıkış nokta- sını, kökenini açıklıyor; ayrıca bu ambiyans, aynı medeni- yet şeklinin, elverişli hale getirilerek, az ya da çok çabuk bir şekilde besleyici bitkilerin insanların tabiatına uygun hale

(41)

35

getirilerek büyütülüp yetiştirilmesinin sağlandığı bölge- lerde doğmuş olan çiftçi, tarımla uğraşan milletleri değişti- ren gelişmeleri yıldan yıla bağımsız bir şekilde nasıl sürdü- rüp devam ettirebildiğini de açıklıyor. Her zaman, deniz kı- yısı ve sahili, ırmak kenarları ve kıyıları, orman ve stepler, çöl ve vahalar, dalgalı bir görünüme sahip platolar ve dağ- lar, ortamın empoze edip işlediği endüstri ile esnekleşip uy- sallaşmış sakinlere sahip oldular. Besinin fethedilip ele ge- çirilmesi için insan tarafından kullanılan araç ve gereçlerin çeşitliliği içinde özellikle ilginç olan şu ki, bu araç ve gereç- lerle bağlantılı olan kendine özgü medeniyetler zaman içinde birbirlerinin arkasından birbirlerini izlemedikleri kadar, daha da fazla alanda yan yana gelirler.

Belki de aynı şekilde iki doğal bölgenin, çölün ve az çok su- lak olan kırların, köylerin birbirlerine karıştıkları bir ül- kede, insan nüfusu aynı zamanda iki durumla alakalıdır, iki halleri vardır; aynı zamanda hem çiftçi ve çoban olan her birey fark edilir bir şekilde bir kavrayış, bir görüş keskinli- ğine kavuşur, çifte ustalığı gereğince, öngörülü ender bir zekâsı, duyuların eşsiz bir inceliğine, keskinliğine sahiptir.

Toprağı ekip biçmenin çağı ve zamanı gelmiştir. Devam eden kuraklıktan kaygılanıp korkmamak için yeterince nemli ve verimli bir toprak arayışı arkasından, tohum çan- tasını ve hafif sabanını yanında taşıyarak devesine biner.

Topraktaki bitkinin kendiliğinden gelişip büyümesi, yeryü- zünün görünüşü, saban yapmayla ilgili bazı gereç ve özel- likler birey elverişli yerleri bulmasında yol gösterirler; to- humunu oraya atar ve eğer yeterince kullanışlı alan yoksa sonraki yıla başka bir tarla bulup keşfetmek için daha uzağa

(42)

36

gider. Sürülerin yol alması ve sürülmesi bakımından, mil- yarlarca kilometre karelik, milyarlarca sayıda, çok büyük, geniş bir alan mesafesi kapsamında, ülkeyi çok da iyi tanı- ması gerekmektedir. Haftalar ve aylar boyunca, hayvanla- rını, geçip gittiği çalılık ya da kıraç yerlerde, güzergâhında bulunduğu yerlerde yayılmaya bırakabileceğini, karşılaştı- ğında hangi kabilenin barışçı ya da savaşçı olduğunu, çev- resinde, yöresinde çeşme ya da dere olup olmadığını kişisel olarak inceleyerek ya da alışkanlık üzere bilmek zorunda- dır.31

Ayrıca durum, insanlığın gelişiminin bütünü içinde buna bağlı olarak meydana gelen sosyal ve siyasi değişimler, ge- lişmeler, medeniyetin yaşamsal ve toplumsal halleri ara- sında sınırların değişmesinin bir sonucudur da: Halkların akın ve istilalarının, çatışma ve anlaşmazlıkların, kararsız değişikliklerinin arkasından Kuzey Amerika’da, Güney Mo- ğolistan’da olduğu gibi çiftçilerin, avcı ya da çoban olan halkların bölgelerine saldırıp istila ettikleri ve saban alan- larına onları kattıkları görülür; başka zamanda tersine, ekilmiş alanı yeniden elde etmek için çalılık ve otları bıra- kıp yerleşik olunan yeri yeniden elde eder, ekim ve tohum- larla ekmeğini elde etmede tamamen güçsüz olup, sürülme- miş toprakta, tarlalar arasında önlerine çıkan hayvanların etiyle ya da av etiyle beslenmek zorunda olan göçebelerin

31Tunus (resmi yayın, cilt 1, sayfa 58 ve 59)

(43)

37

saldırgan bir geri dönüşleri olur: Antik Haldia,32 bir mede- niyetin geri çekilip bitmesi bakımından örnek olarak veri- lebilir. Yeni Dünya’da bir durumdan başka bir duruma geçiş ancak, ilkellerin durumundan, balık ve avcılıkla uğraşarak, sanayi ve tarımla uğraşıp uygarlaşmışların durumuna ge- çerek olabilir: Çift kıtada hayvancılıkla uğraşan çoban halk- lar artık hiç olmaz.

Ayrıca tek bir bütün yapıya sahip hiçbir medeniyet ülkesi yoktur, çünkü tabiatın kendisi çeşitlidir ve tarihin evrimi;

gelişim ve dönüşümü her yerde farklı şekillerde oluşur. Ba- lıkçıların ve avcıların birbirleriyle eşit olarak içinde bulun- madıkları sadece tarımcı ve çiftçilerden oluşmuş toplum pek yoktur. Aynı şekil sürü hayvanlarını güden çobanlar için de söz konusudur. Her ülkenin ikincil sıradaki çevre ve ortamlarına göre insan nüfusu, kısmi, parçalı toplumlar şeklinde bölünüp sınıflanmıştır: İnsanlığın bütünü, grupla- rının her birinde özetlenir. Bunun yanında denilebilir ki her aile belli bir ölçüde insanlık türünün özeti babında, küçük bir örneğini sunar. Çünkü aynı çatı altında birbirini tamam- layan okuma ve ya yazma ile yani uzaktan düşüncelerin ile- tişimi gibi en rafine bir şekilde incelip gelişmiş şeylere ka- dar -bir vahşinin, bir ilkelin kulübesinde geleneksel bir ye- meğin hazırlanışı gibi- yapılıp uygulanan işlerden bu yana çok farklı ve çeşitli işler aynı çatı altında gerçekleştirilir.

Medeniyet ile ilgili yapılan her inceleme, farklı tarihsel pe-

32Karadeniz’in Güney Doğu’sunda, Küçük Asya’da tarihi bir bölgedir. Bi- zans İmparatorluğu’nun bir şehridir, Başkenti Trabzon’dur. 1461’de düşü- şüne kadar Trabzon İmparatorluğu’nun kalbi olmuştur. (Ç.n)

(44)

38

riyotların her birini tarihleyen, ama her yaş ve her köken- den geleneklerin tek bir genel kavram yetisine dâhil olma- sını sağlayan yaşam sayesinde ahenkli niteliğe sahip bir or- ganizma halinde bir araya gelip birleşerek yaşam kalıntıla- rından bir sonsuzluk sunar. Toplumun içinde ve insanda yeniden üretmede gerekli olan güçler her zaman dışarıdan gelen bir diriltme duygusundan ileri gelmektedir. Bazen inorganik tabiattan kaynaklanan diriltme duygusu, kaba, yontulmamış, otoriter ve kesindir. Volkanik bir patlama, bir ırmağın taşkınlığı, tisunami gibi bir deniz istilasının, bir ka- sırganın ortalığı kırıp geçirip tahrip etmesi, çoğu kez öyle ya da böyle ülkede yaşayan insanları, sakinlerini, yaşamaya elverişli bölgelere doğru kaçmak için doğdukları toprakları terk etmeye zorlar, mecbur bırakırlar. Bu durumda, or- tamda meydana gelen değişiklikler ister istemez zorunlu olarak fikirlerle ilgili değişikliklere, etrafı çevreleyen tabia- tın başka şekilde anlaşılıp kavranmasına ve bu yüzden ona uyum sağlanması sürecine sürükler; ilkinden farklı olan ko- şullara uyma konusunda başka bir tarz ve yol bulmaya gö- türür. O halde belki de, bunun sonucunda tüm talihsizlik ve felaketlere rağmen olayın sonucu, gelişmelerle ilgili güçlü bir durumsal nedene maruz kalıp kaygılanan insan nüfusu- nun lehine olur. Şüphesiz bireyler acı çeker, belki azıkları, gereçleri ve emekleriyle elde ettikleri ürünlerini kaybetti- ler. Ama buna benzer kayıplar entelektüel edinimlerle kar- şılaştırınca, bu durum yeni bir ortama uyum sağlanmasını getirmez mi? Bazen, gerçek olan şu ki, yıkımlar maddi yı- kımlardan başka şeylere götürür: İlkel toplumlar, tabiatın bu felaketlerinden ötürü ya birçok can kayıplarına uğrarlar ya da benzer bir şekilde tamamen yok olurlar. Bu durumda

Referanslar

Benzer Belgeler

[r]

Fatih Köksal’ın odasına gittiğimde sohbet esnasında masanın üzerinde Haydar Ali Hoca’nın cildi oldukça sade ama güzel olan kitabını gördüm: Kudemânın

Evlerden ve fabrikalardan çıkan çöpler, su ve hava ile gelen maddeler, tarım alanlarında kullanılan kimyasal ilaç ve gübreler toprak kirliliğine neden olmaktadır..

Vince Emanuele: Kitab ın birinci bölümünde şöyle yazıyorsunuz: “Ne tür bir kent istediğimiz sorusu, nasıl bir insan olmak istediğimiz, ne türden toplumsal

E ğer küresel petrol, doğalgaz ve kömür rezervleri şu anki hızda yakılmaya devam ederse, atmosferdeki karbon dioksit eşleniği konsantrasyonu 500 ppm (milyonda parçacık)

• Gözlem, deney ve çıkarım akılcılığın temel araçları olarak modern bilim anlayışının yolunu açtı.

• Devasa boyutlardaki nesnelerin (gezegenlerin vb.) hareketlerinin dahi sıradan nesnelerin hareketlerinden çıkarılan yasalarla.

Altan Onat’ın Türk Kardiyoloji Derneği başkanlığı göre- vini devrettikten sonra kendini neredeyse sınırsız bir enerjiyle adadığı bilimsel çabaları ise, 20 yıllık