• Sonuç bulunamadı

Milli İhtilâl Reisi İle İstanbul Hükümeti Mümessili Arasında Cereyan Eden Müzakereler

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Milli İhtilâl Reisi İle İstanbul Hükümeti Mümessili Arasında Cereyan Eden Müzakereler"

Copied!
10
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

2 I / I / 9 . 3 6 TAN 4

Milli İhtilâl Reisi İle İstanbul

Hükümeti Mümessili Arasında

Cereyan Eden Müzakereler

5 — Yakında toplanacak olan mec­

lisi meb’usanın, Anadoluda, Istanbu- la civar bir yerde içtima etmesi. [Bilhassa, Bursa şehri tercih edili­ yordu].

Bu beş protokoldan ikisi, (mah­ rem) di. Ve bu mahrem iki protokol­ dan biri, şu maddeleri ihtiva etmek­ te idi:

1 — (Millî hareketlerle alâkadar olduklarından dolayı) bazı kuman­ danların tardına, ve bir kısım zabita- nın da divanı harbe tevdilerine dair sadir olan iradei seniyelerin ve sair emirlerin tashih olunması (1).

2 — Maltaya nefyedilmiş olanlar hakkında, kendi mahkemelerimizde kanunî takibat yapılmak için Istan- bula getirtilmeleri esbabına tevessül edümesi

Şehzade Abdülhafclm piyade kayma­ kamı ttniformastte

3 — Ermeni zalimlerinin de mah­ kemeye verilmesi (2).

4— Izmirin tahliyesi için, hükü­ meti merkeziye tarafmdan yeniden protesto yapılması ve icap ederse, gizli talimatlar verilerek halka mi­

tingler aktettirilmesi.

5 — Umum jandarma kumandanı, merkez kumandanı, polis müdürü ve dahiliye müsteşarının tebdilleri (3).

6 — (Ingiliz Muhipler Cemiyeti) mensuplarının, kapı kapı dolaşarak ► millî teşkilât aleyhinde ve intiha- batın selâmet ve bitaraflığını ihlâl eder mahiyette - ahaliye kâğıt mü­ hürletmelerine mâni olunması.

7 — Ecnebi parasile satmalınmış cemiyetlerin faaliyetlerine., ve bu gi­ bi gazetelerin muzır neşriyatına ni­ hayet verilmesi. [Bilhassa zabitan ve memurların, bu gibi cemiyetlere in­ tisap eylemelerinin k at’iyyen men’i], 8 — Aydın Kuvayi Milliyesinin takviye ve iaşelerinin teshil ve temi­ ni [bu husus, Harbiye Nezaretince tanzim edilir. Donanma Cemiyetinin 400.000 lirasındaki lüzumu kadarı, hükümet tarafından bu maksada tahsis kılmabilir].

9 — Harekâtı milliyeye iştirak et­ miş memurların umumca sükûnet ve emniyeti tamme husulüne kadar, yerlerinden kaldırılmamaları.. ve, amali milliyeye muhalif hareket et­ melerinden naşi, millet tarafından işten el çektirilmiş memurların, yeni memuriyetlere tayinlerinden evvel, sureti hususiyede müdavelei efkâr edilmesi.

10 — Garbı Trakya muhacirleri­ nin sevk ve naklinin temini.

11 — Acemi Sadun Paşa ve mai­ yetinin, sureti münasebede ikdarı.

Diğer mahrem protokol da, sulh konferansına gönderilecek zevatın isimlerini ihtiva etmekte idi. Ve bunların arasında da; Tevfik Paşa, Ahmet izzet Paşa, Reşat Hikmet Bey, Hâmit Bey, Erkânıharp Mirala­ yı ismet Bey, Mühendis Muhtar Bey, Reşit Saffet Bey gibi mümtaz şah­ siyetlerin isimleri görülmekte idi.

Tanzim edilen bu protokolların, milletle hükümet arasında tam bir itilâf husule getirebileceği; ve bil­ hassa, millete bir fayda temin eyle­ yip eyliyemiyeceği henüz belli değil-(1) Damat Ferit Paşanm sadareti zama­ nında, millî teşkilâtı vücude getiren bazı kumandanların askerlikten tartları ciheti­ ne gidildiği gibi, Istanbulda bulunan bir hayli zabıtan da, bu teşkilât ile alakadar görüldükleri için divanıharplere verilmiş­ lerdi.

(2) Ferit Paşa Hükümetinin en büyük cinayetlerinden birisi de gerek îstanbulda- ve gerek Anadoluda Türklere tecavüz ve zulmeden Ermenileri himaye etmesi ve bunlar hakkmda bir ceza tertibini akim­ dan geçirmemesidir.

(3) Bunlarm hepsi de, Damat Ferit P a­ şa hükümetinin taraftarları idi. Ancak Po­ lis Müdürü Nurettin Bey, iki yüzlü bir »ol oynamağa yeltenmekte; bazı yerlerde, millî mefkûre sahiplerini himave ediyor gi­ bi görünmekte idi.

dı. Ancak; Ali Rıza Paşa Kabinesi­ nin bir nazırını Anadoluya göndere­ rek Heyeti Temsiliye ile müzakereye girişmesi, artık Anadoludaki millî teşekkülün bir (mevcudiyeti siyasi­ ye) olmak üzere resmen tanınmış olduğuna delâlet etmekte idi.

Bütün bu müzakerat esnasında Salih Paşa şahsan büyük bir hüsnü niyet göstermiş; bütün emel ve fikir­ lerinin Heyeti Temsiliye ile tamamen beraber olduğunu söylemekten çe­ kinmemişti. Ayni zamanda, müşte­ reken tanzim edilen bu protokollar ahkâmını Istanbuldaki arkadaşlarına kabul ettireceğini; ve şayet buna muvaffak olamazsa, istifa ederek kabineden çekileceğini vadeylemişti.

Asıl dikkate şayan olan noktaya gelince:

Amasyada bu müzakere cereyan ederken, îstanbulda fesat ocakların­ dan Anadolunun saf sinesine serpi­ len mefsedet ve ihanet tohumları çarçabuk tesirlerini göstermişti.

Teşrinievvelin 18 inci günü Sıvas- ta (Şemseddini Sıvasî) tekkesinin postneşini Şeyh Recep Efendi, ya­ nında Zaralızade Celâl Efendi oldu­ ğu halde, Sivas Valisi Reşit Paşanm odasına gelmiş; birkaç dakika şura­ dan buradan bahsettikten sonra:

— Efendim!.. Bahriye Nazırı Sa­ lih Paşa, mukaddema Sıvasta menfi olarak bulunmuşlardır. Kendilerile hukuku kadimemiz vardır. Amasya- ya teşrif etmek üzere olduklarını duyduk. Buraya da davet edilmeleri­ ni münasip görüyoruz. Ne buyrulur? Demişlerdi. Reşit Paşa, esasen memlekette mühim birer muhalif olarak geçinen bu iki efendinin yüz­ lerine dikkatle bakmış; ortada hiçbir ciddî sebep yokken Salih Paşanın Srvasa davet edilmesinde, her halde gizli bir maksat olduğunu anlamıştı.

Reşit Paşa, evvelâ bu suale ehem­ miyet vermiyor gibi hareket etmiş:

— Salih Paşanın buraya gelmesi, birçok dedikoduya meydan verebilir. Böyle nazik bir zamanda, buna ne lüzum var t

Vahideddinin kayinbiraderi kayma­ kam Zeki

Diye, baştansavma bir cevap ver­ mişti. Halbuki Şeyh Recep ve Celâl Efendiler, bu teklifte ısrar göster­ mişler ve Reşit Paşa ile bir saat ka­ dar süren bir münakaşaya girişmiş­ lerdi. Ve nihayet; valinin sözlerine kanaat hâsıl etmiş gibi görünmüşler, çekilip gitmişlerdi.

Evvelce de arzetmiştik ki; Reşit Paşa, saf kalpli bir adamdı. Bunla­ rın çekilip gitmesinden, artık bu me­ seleden feragat ettiklerini sanmıştı. Halbuki; îstanbuldan, bilhassa tali­ m at almış olan bu iki efendi ile Ilyas- zade Ahmet Kemal Efendi, o gece yarısı telgrafhaneye gelmişler; nö­ betçi memurlara müracaat ederek ellerinde bulunan telgrafların çekil­ mesini istemişlerdi.

Telgraf memurları, kendilerine gösterilen telgrafları okur okumaz vaziyeti anlamışlar:

— Paşa hazretleri henüz Amasya- ya gelmediler. Siz, telgrafı bırakın. Teşrif ettikleri zaman biz çekeriz.

Demeğe ve bu suretle baştan sav­ ma bir cevap vermeğe mecbur kal­ mışlardı. Buna mukabil; bu üç efen­ di de ısrar ve h attâ 'tehdide başla­ mışlardı. Fakat bütün bunlara rağ­ men, vazifesini bilen bu memurlara telgrafları çektirmeğe muvaffak ola­ mamışlardı,

(2)

2 5 /1 /9 3 «M3P

===== 4

mm

No. Z5

Masruflardan,

Bir Güruh Millî

Koymak için

Tayyar ve Tahsin — Bunlar, iki biraderdi, ittihatçılar «samanında, mü lâzımıevvel iken, her ikisi de ordudan t&f.dedümişlerdi.

Nedim — Komiserlikten tardedil- mişti.

Çingene İbrahim — Asıl mesleği, çalgı takımlarında hanendelikti.

Çerkez Ragıp — Büyükdere ve ci­ varlarında bulunarak hafiyelik eder ve ekseriya şapka ile gezerdi.

Leon — Evvelce san’ati, kadın tel­ lâllığı idi. Fakat o devirde hafiyeliği daha revaçlı bulmuş; bu mesleğe sü­ lük etmişti.

Sütlüceli Cemal — işi gücü, cep­ hanelikler ve silâh depolan etrafın­ da dolaşmak ve bunlar etrafında do­ laşan TiV'kler hakkında ihbaratta bulunmaktı.

Yusuf Bey — Boğaziçinde bir doktor miralayının damadı idi.

Terzi Mehmet — Usküdarda, Ah- mediyede oturuyordu. Bu da o ci­ varlarda elinde gümüş bir kırbaç ol­ duğu halde geziyor; o civarlardaki millî teşkilât mensuplarım tarassut ediyordu.

Avram — Bu da arkasında Gürcü elbisesi olduğu halde her yerde ge­ zer; menfaatini birçok masum Türk- lerin felâketine sebep olmakla temin ederdi.

Kilisli Riza — (Yüzbaşılıktan mat rut) Verdiği jurnallerle, hem Dahili­ ye Nezaretinin tahsisatı mesturesin­ den, hem de Ingiliz istihbarat şefle­ rinden binbaşı Mister Kampel’den bol paralar çeker ve daima sefiha - ne bir hayat takip ederdi. Millî ordu nun Istanbula girdiğ sırada Iskende riyeye firar etmiştir. Şimdi orada berberdir.

Görülüyor ki; matrutlardan, mü - tekaitlerden ve bilhassa müntakim unsurlardan mürekkep olan bu gü - ruh Istanbulda açıktan açığa, hükü­ metin gözü önünde Türklere ve Türk istiklâl mefkûresine karşı her gün ihanetlerde ve suikastlerde bulun - dukları halde, Ali Riza Paşa hükû - meti de bunları görmemezlikten ge­ liyor; heyeti temsiliyenin tevali e - den şikâyetlerine rağmen daha ha - lâ (âdilâne icraat) ve (idarei masla­ h at kanunlarını tatbik) ile vakit geçiriyordu. Ve anlaşılıyordu ki;

A-Tokatlı Hoca Sabri Efendi nadolunun genç, dinç ve bilhassa ba kir mefkûresile Ali Rıza Paşa kabine si erkânının köhne, âtıl ve küf ko - kan siyaseti arasında çok geniş bir açıklık bulunuyordu.

Iş bununla kalsaydı, yine bir şey değildi. Fakat bu kabinede en ehem­ miyetli mevkii işgal etmekte olan da hiliye nazırı (Damat Şerif P a şa), mil lî teşkilâta karşı açıktan açığa hu - sumet gösteriyordu. Babıâlide -tıpkı Damat Ferit Paşanın zamanında ol - duğu gibi - Millî teşkilât aleyhinde jürnalciliği muhafaza eden, İzmit ve Bursa havalisindeki isyan hazırlık - larına tamamile müsamaha goste - ren Damat Şerif Paşanın Anadoluyn karşı takip ettiği husumet siyaseti, bilhassa şu maddelerle tesbit ediliyor du:

1— Damat Şerif Pş., Ankara, Sivas, Konya, Kastamonu, Trabzon, Elâziz vilâyetlerindeki bazı büyük memur - ları telgraf makinesi başma celbedı- yor; bunlarla hususî muhabereye gi rişiyor; harekâti milliye esnasında (Damat Ferit Paşa kabinesi aleyhin­ deki icraat) müteşebbislerinin ahva­ lini, ithamların esbabını, yapılan iş­ lerin (kanun) a ne dereceye kadar* uygun olduğunu tahkik ediyor; ve bu tahkik esnasında da, açıktan açı­ ğa tehditkâr bir lisan kullanıyordu.

Ziya

ŞAKIR

Menkûplardan

Davaya Karşı

Çalışıyordu

2 —- Tokat mutasarrıfı, (tifo) ya tutulmuş; kırk beş gün hasta yattık tan sonra, nihayet vefat etmişti. Bü­ tün Tokat doktorlarının gözleri ö - nünde cereyan eden bu tabiî hâdise­ ye, derhal (esrarengiz) bir mahiyet verilmişti. Dahiliye nazırı Şerif Paşa

Damat Şerif Paşa

Sivas valisi Reşit Paşaya şifreli bir telgraf çekmiş; inceden inceye bu rae seleyi tahkike girişmişti. Bu suret - le de, millî teşkilâta ve heyeti tem- siliyeye karşı bir emniyetsizlik ve hürmetsizlik göstermişti. Halbuki da

mat Şerif Paşanın şunu çok iyi bil - mesi lâzımgelirdi ki, eğer heyeti tem siliyenin adam öldürmesi lâzımgel - şeydi, herhalde Tokat m utasarrıfı se­ çilmez; ve bilhassa millî teşkilâta karşı en muzir ve en hain birer şah­ siyet olan Konya valisi Cemal Beyle Ankara valisi Muhiddin, Bursa valisi (Nemrut) Mustafa Paşalarla daha birçok vali ve mutasarrıflar, sağ ve selâmet Istanbula a.vdet etmezlerdi.

3 — Balıkesirdeki Kuvayi Milliye cephesinden Istanbula bir heyet gön derilmişti. Bu heyet, oradaki vaziye­ ti dahiliye nazırma izah edecek; mil­ let ve memleketin müdafaası hakkm- daki ihtiyaçları söyliyecekti. Bu he - yet ile dahiliye nazırı gizli bir mülâ- I kat yapmıştı. Ve bu mülakatta, ad - 1 liye nazırı Celâl Bey de vardı. Dahili­ ye nazırı bu heyeti dinledikten son - ra millî ve vatanî vazifesini ifa et - mek; Anadolunun garbini kan ve a- teşe boğan düşmanlara göğüs geren bu fedakâr insanlara yardım eyle - mek lâzımgelirken, bilâkis adliye na­ zırı ile; (harekâtı milliye rüesası a - leyhinde icraata imkân olup olma - dığını) müzakereye girişmişti.

4 — Millî teşkilât aleyhinde elle­ rinden gelen her fenalığı yapmış o - lan idare memurları, daha hâlâ yor lerinde duruyorlar ve - tıpkı Damat Ferit Paşa hükümeti dahiliye nazır­ larının zamanında olduğu gibi - Da - mat Şerif Paşadan himaye görü - yorlardı. Sabık dahiliye nazırı Adil Beyin (mahremi efkâr ve ef’ali) olan

(Keşfi Bey), daha hâlâ dahiliye ne - zareti müsteşarlığında bulunuyor - du. Bunun gibi; millî hareketin ilk günlerinden itibaren muhalefet gös­ termiş olan bir hayli m utasarrıflar ve idare memurları da ya, mevkileri ni muhafaza ediyorlar ve yahut da- hamühim ve daha mutena yerlere te yin ediliyorlardı.

5 — Dahiliye nezareti memurin müdüriyetinde bir Ermeni bulunuyor du. ittihatçılar zamanında yapılan tehcir meselelerine açıktan açığa diş gıcırdatmaktan kendini alamıyan bu intikamcı Ermeni, Taşnak ve Hinçak komitecilerinden birçoklarım Istan - bul zabıtasına yerleştirmiş; Ermeni- lerin kalabalıkça bulunduğu yerlere yine komiteci Ermenilerden nahiye müdürleri, kaza kaymakamları ve h attâ m utasarrıflar tayin ettirmişti. Anadoluya tayin edilecek memurlar, bizzat Ermeni komitecileri tarafından tezkiye edilmekte idi. Ermenilere kar şı en ehemmiyetsiz aleyhtarlığı sa - bit olan Türklere, memuriyet veril - memekte idi. Koca imparatorluğun idare makinesi makanizmasınm, böy le intikamcıların elinde bırakılması, hiç şüphesiz ki, millet ve memleke­ te en büyük ihanetti.

6 — Istanbulda bir kısım matbu - at, millî teşkilât aleyhinde ateş püs- kürüyordu. Eğer damat Şerif Paşa hüsnüniyet sahibi bir adam alsaydı - hem bir dahiliye nazırı hem de te ­ miz duygulu bir vatandaş sıfatile- bu gazetelerin sahiplerini Babıâliye celbeder, vaziyetin ciddiyet ve haki - katini izah eyler; h attâ icap ederse bunları susturabilirdi.

(3)

No-27 Z ¡yo

ŞAKIR

İçtimada Hazır Bulunan Ermeniler

Zeki Paşanın Kabineye

Girmesini

Arzu

Etmemişlerdi

Bu hazırlıkların en başında, kabine meselesi geliyordu. Ali Riza Paşa ka binesi, Anadoludaki millî kuvveti na sil tatmin edemiyorsa - Istanbulda da sarayı ve muhalifleri öylece memnun eyliyemiyordu.

Teşrinievvelin 27 inci günü Erme ni patrikanesinde, Patrik Zaven E- fendinin iştirak ve riyaseti altında (muhalif blok) tarafından yapılan bir içtimada bu mesele de müzake­ re edilmiş:

— Kabine, Kuvayi Milliyeyi sus - turm ak için hiçbir muvaffakiyet gös terememiştir. Damat Şerif Paşanm bütün gayretleri, boşa gitmektedir. Bu kabine üe intihaba iştirak etmek tehlikelidir. Ali Rıza Paşayı istifa et tirerek yeni bir kabine teşkiline ira­ de etmesi için, padişaha müracaat edilmelidir.

Denilmişti. Ve ondan sonra da, ye tıi kabineyi kimin teşkil etmesi lâ - zımgeleceği hususunda hararetli bir münakaşa cereyan etmişti.

Bazıları; Tevfik Paşayı, Ahmet Iz ret Paşayı, ve h attâ tekrar Damat F erit Paşayı ileri sürmüşlerdi. Fa­ k at ekseriyet, ortaya yepyeni bir Sadrazam çıkarılması fikrinde idi. H ürriyet ve İtilâf mensuplarından Şa ban Efendi, - kendi partilerinin lide­ ri olan Sadık Beyden bahsetmişti. Fa kat, Zeynelâbidin Efendi partisine mensup olanlar, bu fikri şiddetle red detmişlerdi. Bu içtimada (Nigehban cılarİnamına ispatı vücut eden Kiraz Hamdi Paşa ile Ingiliz muhipleri ce­ miyeti reisi Sait Molla, eski müşir - lerden Kâzım Paşa, ve Zeki Paşa ile dahiliye nazırı Damat Şerif Paşayı münasip görmüşlerdi.

İçtimada bulunan Ermeniler, Zeki Paşayı şiddetle reddetmişler:

— Bu Paşa, Abdülhamit devrinde dördüncü ordu müşiri iken Ermemle re zulüm etmiştir.Şimdi onun sadaret mevkiine getirilmesine taraftar..de - filiz.

Demişlerdi.Diğer bazı kimseler de, Kâzım Paşanm Sadaret işlerine ta - mamen yabancı olduğundan; ve Da­ m at Şerif Paşanm sadarete getiril - mesüe Damat Ferit Paşanm müte - essir olacağmdan bahsederek ikisini de reddeylemişlerdi. Bu suretle bu iç tima, hiçbir netice vermemşti.

Nihayet Rum Patrikanesinin mu - rahhaslan ortaya bir- isim atmışlar - di: — Prens Sabahaddin Bey.

Bu isim, herkese az çok mülâyim gelmşti. Mecliste, bu zat hakkında hâsıl olan telâkkiye göre; Prens Sa­ bahaddin Bey; siyaset sahasmda se nelerce mücadele etmişti. (İttihatçı­ lar) la anudane mücadele eden kah­ ramanların en başında gelmekteydi.

Bahusus Rum ve Ermeni unsurla­ rını hiçbir zaman kırıp incitmemişti. Senelerdenberi bu uğurda envai mah rumiyete tahammül eden ve bugün de gurbet diyarlarında kendisine mu­ kadder olması lâzımgelen ikbal ve sa adet bekliyen bu zat, artık niçin sa - daret makamına gelmemeli idi?..

Fakat, Damat Ferit Paşa ta ra fta r­ ları ve bilhassa Sait Molla, Prens Sa­ bahaddin Beyin sadarete getrilmesinı şiddetle reddetmiş;

— Olsa, olsa.. O da. güzel hatırla­ rınız için.. Bu zat ancak bir nazır olabilir. Meselâ; hariciye nazırı...

Demişti.

Sait Mollanın bu sözleri, sebepsiz değildi. Zira; Damat Ferit Paşa, Prens Sabahaddin Beyin ismi anıldık ça, âdeta sırtında bir üşüme hisse - derdi. Buna sebep te, rekabetti. Bu rekabet, mütarekenin ilk günlerinde başlamıştı. Ve o esnada, - Avrupada bulunan Prens Sabahaddin Beyin - sulh lehinde çalışması ve birçok Av­ rupalI diplomatlardan dostlar kazan­ ması, Damat Ferit Paşanın kalbinde bir kıskançlık uyandırmıştı.

Blhassa İtalya hükümeti, Prens Sabahaddin Beye çok büyük iltifat göstermişti. Prens, yanında hususî kâtibi olan (Ahmet Bedevi Bey) ile İsviçreden Italyaya gelmiş, hariciye nazırı (kont Isforçiya) ile mülâkat etmişti.

Kont Isforçiya, Prense çok büyük kolaylıklar göstermiş, ve manevî mü­ zaheret vadetmişti. Prens ayni za - manda, Romada bulunan bazı Türk ricalde ve ezcümle o sırada mühim ve siyasî bir vazife ifa eden (Galip Kemalî Bey) ve -Kahire sefiri - Mehmet Ali Şevki Paşa ile uzunca mülakatlar icra ederek Türkiyeye av

Millî teşkilâta çok büyük yardan eden Cevat Paşa

detini müteakip ne suretle çalışaca - ğını izah eylemişti.

Prens Sabahaddin Beyin o günlere kadar Istanbula avdetine mâni olan, bizzat Damat Ferit Paşa idi. Kendi­ ne nisbetle herhalde daha çok münev ver ve kendisine nisbetle, Rumlar ve Ermeniler nezdinde daha çok sem - pati uyandırmış olan Prensin Istan- bula girmesi, hiç şüphesiz ki kendi mevkiine de bir sarsıntı verecekti. Ve belki de - her şeyi kendisinden bekli­ yen padişah - kendisinden daha ya - km olan bu akrabasına derhal bir in cizap ve temayül gösterecekti. Bu - nun önünü almak istiyen Damat Fe­ rit Paşa, birçok münasebetler getire­ rek;

— Efendimiz!.. Bu zat, ötedenberi Cümhuriyetçidir. Makamı Saltanata pek muzir olan fikirlerinden içtinap etmelidir.

Diye Prens Sabahaddin Beyi Padi­ şaha çekiştirdiği gibi, onun Istanfcu- la girmemesi için Istanbulda bulunan itilâf devletleri komiserleri nezdin- de de teşebbüsata girişmişti.

Prens Sabahaddin Bey, bu cereya­ nı haber aldığı için, Damat Ferit Pa­ şanın sadareti zamanında ts+anbula gelmekten çekinmişti. Fakat şimdi Ali Rıza Paşa kabinesi iktidar mev­ kiine gelince; artık o da Istanbula avdette hiçbir beis görmemişti.

Yalnız şu yukarda arzettiğimiz mü zakere cereyan ederken, Prens, he­ nüz Italyada bulunmakta idi.

Patrikhanedeki müzakere, hiçbir neticeye bağlanmadan hitama ermiş­ ti. Ve üç gün, bu mesele etrafında hususî görüşmeler cereyan etmişti. Meseleye, (Papaz Fru) da karışmış­ tı. Ve o da tıpkı Ermeniler g'bı düşü­ nerek:

(Zeki Paşanın sadaret mevkiine getirilmesini hiç doğru bulmuyorum. Daha yakm bir mazide bu zatin Şar­ kî Anadoluda Ermenileri katliâm et­ tiğini unutmayınız.) diye, Sait Molla­ ya bir mektup göndermişti. Fakat Zeki Paşanın iktidar mevkiine gelme­ sine çok hararetli bir ta ra fta r olan Sait, Molla, Papaz F ru’ya gönderdiği bir mektupta, onun bu fikrine şu sa­ tırlarla mukabele etmişti:

(... Kabine riyasetine Zeki Paşa - nın getirilmesi hakkında beyan olu­ nan mütalea doğru değildir. Bu zat, Kürtler üzerinde hâkimdir. Eski E r­ meni kıtali unutulmuştur. Sizce varit olan mütalea, her halde bugün için nabemevsimdir. Bunu, icabmda tevil etmek mümkündür.)

Şu satırlardan da anlaşılıyor ki, Sait Mollanm fikri. Anadoluyu kan ve ateş içinde bırakmak, ve bilhas­ sa bütün Kürtler üzerinde Nâfiz bir şahsiyet vasıtasile isyan çıkarmak üzere temerküz etmekte idi.

Uç gün devam eden hususî müza­ kereler, nihayet hitama ermişti. Teş­ rinievvelin 30 uncu günü Sait Molla, Kiraz Hamdi Paşa, sabık Dahiliye Nâzın Adil Beyden mürekkep bir he­ yet saraya gitmiş, bu heyet namına huzura giren Kiraz Hamdi Paşa, (Mu halefet bloku)nun müzakereleri ne­ ticesini Padişaha arzettikten sonra, teşekkül etmesi lâzım olan yeni ka­ binenin listesini takdim eylemişti. Bu listeye nazaran yeni vükelâ heyetini, şu zevat teşkil edecekti:

Sadrâzam — Zeki Paşa,

Şeyhülislâm — (İntihap, zatı şa­ hanenin hukuku cümlesinden olmak­ la beraber, Hürriyet ve itilâf fırkası­ nı memnun etmek için Hoca Sabri Efendinin tayini arzu olunur.)

Harbiye Nazın — Hamdi Paşa Hariciye Nazırı — Prens Sabahad­ din Bey,

Dahiliye Nazırı — Tevfik Hamdi Bey

(4)

4

No. 28

Ziya ŞAKİR

Vahdeddin Kiraz Hamdı Paşanın

Hazırladığı

Kabine Listesini Kabul Etmemişti

Adliye Nazırı — Mahir Sait Bey,

Bahriye Nazırı — Avni Paşa, Maarif Nazırı — Ali Kemal Bey, Nafıa Nazırı — Adil Bey,

Şûrayı Devlet Riyaseti—- Sait Mol­ la Bey,

Ticaret ve Nafıa — Eşref Bey Evkaf — Hoca Hamdi Efendi... Vahdettin, Kiraz Hamdi Paşanın verdiği şu listeye göz gezdirmiş; - A l i K e m a l B e y i n p e k m aruf bir tabiri veçhile (Hin oğ­ lu Hin) olan - Padişah, hafifçe gü - lümsedikten sonra cebinden altın ka lemini çıkarmış, şu isimleri çizmiş; ve çizerken de şu sözleri söylemişti:

— Hamdi Paşa.. Ali Kemal Bey.. Adil Bey.. Sait Molla... Bu zevatın şu günlerde iktidar mevkiine getril - mesi, doğru olamaz. Zira, Anadoluda yeniden hücumlara maruz kalırız... Sonra, bu isimler bu listeye girdik - ten sonra, bir bizim enişte mi fazla idi?.. Aeaba, ona niçin bir mevki ve - rilmedi. Ne ise.. Hele liste şimdilik bende kalsın. İyice düşüneyim. Eğer muvafık görürsem, Ali Rıza Paşaya istifasını teklif ederim.

Demişti.

Padişah Vahdettinin, eline listeyi alır almaz gülümsemesi ve bu şekilde bir cevap vermesi sebepsiz değildi. Zira, bu kabine meselesinin Patrikha nede ilk teklif edildiği gündenberi üç gün zarfında şurada burada cereyan eden müzakere ve münakaşalardan Damat Ferit Paşa haberdar edlnuş; ve kendisinin açıkta bırakılması, pek gücüne gitmişti. Ve derhal saraya ko şarak ;

— Şevketmaap!.. Bu adamların gözlerini hırs bürümüş. Bakınız, ben; taç ve tahtınızı bir tehlikeye uğrat - mamak için ferağat gösterdim.. Sa - daretten çekildim. Halbuki, bugün ik tidar mevkiine gelmek istiyenlerin a- rasmda Anadolu tarafından benimle müşterek gösterilen adamlar var. Bunlardan mürekkep bir kabine te - şekkül etmesi, sizin için bir tehlike teşkil etmez mi?..

Demişti.

Tam sırasında olan bu telkin, Pa­ dişahı ikaza kâfi gelmişti. Çünkü bu dessas hükümdar, Anadoludaki Ku - yayi Milliye erkânını toptan pusuya düşürmek için muazzam bir haile plânı tertip etmekte idi. Ve şimdi ka binede bir değişiklik yaparsa, hiç şüp hesiz ki, bu plân suya düşecekti. O - nun için Padişah kurnaz davranmış; Kiraz Hamdi Paşayı - ve dolayısile, (muhalefet bloku)nu bu kısa söz­ lerle başından savu vermişti.

Muhaliflerin bu teşebbüsü, Istanbul- daki Kuvayi Milliye tarafından der - hal haber alınmış ve Sivasa bildiril­ mişti. Sivas, meseleye ehemmiyet vermişti. Mustafa Kemal Paşa, har - biye Nazırı Cemal Paşaya şifreli bir telgraf çekerek:

(Sadrazamın hiçbir sebep ve baha ne ile mevkiini terk etmemesi lüzum ve kafisini) tavsiye etmiş ve şayet kabine istifa ederse, (bütün memle - ketin tekrar Istanbulla sureti kat’iy- yede alâkasını keseceğini) ilâve et - misti. Ve ayni zamanda böyle bir hâ­ dise karşısmda almacak vaziyet hak kında da Anadoludaki bütün kuman danlarla Müdafaai Hukuk heyetleri

haberdar edilmişti. *

Istanbuldaki (muhalefet ocakları) en doğru ve en tam manasile birer ihtiras ve mefsedet kaynağı haline gelmişlerdi.

Hürriyet ve itilâf fırkasının - Sait Molla ile müştereken çalışan - (Zey - nelâbidin Efendi partisi), Anadoluda intihabatı kendi lehlerine celp ede - bilmek için tam yetmiş beş kişiden mürekkep bir propagandacı kafilesi­ ni, muhtelif şehir ve kasabalara gön dermişti.

Sait Molla ise; - Sivastaki (an ev- lâdi Şemseddin, Şeyh Recep Efendi) ile AdapazarındakiTalûstan çetesinin harekâtı akim kalmasına rağmen - yine isyanlar tertibinden' vaz geçme miş; yeni teşebbüslere girişmişti. Bir taraftan (Bursa) havalisinde Anza - vur Ahmet Beyin girişeceği kanlı iş­ lerin hazırlıklarını ikmale çalışırken, diğer taraftan da Adapazarında Hik­ met isminde birini elde etmişti.

Bu Hikmet, Mahmut Şevket Pa - şanın katli hâdisesini tertip eden ve bunun neticesi olarak ta Istanbulda şaiben idam edilen yüzbaşı Kâzımın kardeşi idi. Bir müddet Amasyada vakit geçiren Hikmet, Adapazarına

avdet ettiği zaman orada Kuvayi Milliyeyi temsil eden zevatın şahısla­ rına itiraz etmiş:

— Eğer burada böyle bir teşkilâta lüzum varsa, bunu ben yapmalı idim.

Dedikten sonra, bu zevata karşı muhalif bir vaziyete geçmişti. Bun - dan haberdar olan Sait Molla, Hik - metin aldığı bu pozdan istifade et - mek istemiş; kendisini derhal Istan- bula celbederek o havalide yeni bir isyan hareketine şevketmiş; bu iş için de iki bin lira vermişti. (1)

Hikmete verilen vazife, çok mü - himdi, Hikmet, orada mühim bir kuv vet toplıyacak; İzmit kasabasının Karşıyakasında bulunan (Bahçecik) nahiye merkezlerde bu civarda

bulu-Sıvas Valisi Reşit Paşa

nan Döngel, Aslan Bey, Armaşadaki Ermenilerle, (Yeniköy) deki Rumlar üzerine atılacak; bunlara karşı bü - yük ve korkutucu nümayişler yapa­ cak; bu suretle Ingiliz ve Fransızla­ rın müdahalesini mucip olacak; on - dan sonra da.Düzce,Hendek üzerlerin den aşarak (Bolu) ve havalisinde is­ yanlar çıkaracaktı

Nigehban Cemiyeti de büyük mili-« yasta harekete geçmişti. Ordunun bü | tün itaat ve vatana merbutiyet hisle rini kıracak şekillerde, her tarafa be yanameler göndermişti. Fakat, top - rağına ve sancağına karşı sarsılmaz bir iman ile merbut olan ordunun bir çok kumandanları artık bu hale ta - hammül edememişler; Sivasa tel - graflar çekerek bu müz’iç kuvvetin faaliyetine nihayet verilmesini iste - mislerdi.

Mustafa Kemal Paşa, Harbiye na­ zırı Cemal Paşaya müessir bir tel - graf çekmiş; Istanbulda, hükümetin gözü önünde açıktan açığa cereyan eden bu hallere nihayet verilmesini is temişti. O gün, Nigehban grupuna mensup olanlardan bazı zabitler tev­ kif edilmişti. Fakat nekadar gariptir ki, sabahleyin tevkif edilen bu zabit­ ler, o gün birer çürük kefalete bağ - lanarak akşam üzeri serbest bıraküı vermişlerdi.

O günlerin en mühim hâdiselerin - den biri de; (Kızılhançer) ismini ta ­ şıyan gizli bir teşekkülün İstanbul halkına dehşet vermesi; gerek BabI­ âli mahafiline ve gerek itilâf devlet­ leri zabıtasına çok heyecanlı saatler geçirtmesi idi. Bir anda Istanbulu dehşet içinde bırakan bu enteresan hâdisenin en dikkate şayan ciheti, hü kûmet merkezinde, (devletin yüksek siyasetini idare edenlerin iç yüzleri) ni, bütün üryanlığı ile göstermesinde idi.

Aslı ve esası ancak alâkadarların­ ca malûm olan, ve hakikî mahiyeti, o günden bugüne kadar tamamile meçhul kalan bu hâdise; Damat Fe - rit Paşa zamanında (Hürriyet ve iti­ lâf fırkası) tarafından vücuda geti - rilen entrikalı siyasetin hem gülüne­ cek ve hem de ağlanacak sahnelerin den en mühimmini teşkil etmekte idi.

Evvelce de arzetmiştik ki, Damat Ferit Paşanın Paris konferansına git tiği esnalarda, Hürriyet ve itilâf fır­ kası (ihtiras ve menfaat) yüzünden iki partiye ayrılmıştı. Bu partilerden birinin başında miralay Sadık Bey bulunuyor; diğerini de, - o esnada Şeyhülislâm ve Sadaret kaymakamı olan Mustafa Sabri ve Zeynelâbidin hocalar idare ediyordu.

(Arkası var) [1] Bu para Papas Firudan almmrşttr

(5)

4

\

N o

42

Ziya ŞAKIR

Celâl Bayar Yalancıktan Zeybek

Olmanın Müşkülâtını

Daha O Geceden Anlamıştı

Fakat; böyle tenha bir köşeye çe­

kilmek; bahusus bir mücrim gibi her keşten saklı bir hayat geçirmek, Ce­ lâl Beye güç gelmeğe başladı. Niha yet bir gün Gökçen efeyi karşısına o- tu rta ra k :

— Bak, efe!.. Biz buraya böyle bir köşeye sinmeye gelmedik. Vakıa, gö riiştüğümüz arkadaşlara,memleketin tehlikesinden bahsediyoruz, böyle bir tehlike zuhûr ederse, onlara yapı­ lacak şeyleri anlatıyoruz. Fakat, bi­ zim bu kadar mihnet ve meşakkati ihtiyar etmekten maksadımız, sadece işi lâfta bırakma* değil; hakikaten iş yapmak. Bugün, İzmir henüz işgal edilmemiştir. Lâkin, yarın işgal edi­ lecektir. Bu işgal vuku bulduğu za­ manda, ortalık çorbaya dönecektir. Onun için böyle bir karışıklık baş göstermeden evvel, yapılacak işleri yapmak; her şeyden evvel silâhlı bir kuvvet hazırlamak lâzım. Buna ne buyurursun?..

Demişti... Gökçen efe, hiç tered­ düt etmemiş;

— Sen önde olunca, gözümü kırp madan ne iş olsa girerim. Söyle, ne kadar adam istiyorsun?.. Seksen mi? yüz mü?...

Diye cevap vermişti.

Hiç şüphesiz ki. efenin sözü, sağ - lam bir senetti. Buna binaen Celâl Beyin kalbi derin bir sevinçle titre - misti.

Celâl Bey, bu sağlam sözü aldık - tan sonra, artık gizli bir ev köşesin­ de oturmaktansa, - gene hüviyetini saklamak şartile - muhit ile teması tercih etmiş; ilk defa olarak zeybek kıyafeti ile oraya yakın bir köye git meye karar vermişti. Bu karar üze­ rine tam teçhizatile birtakım zeybek , elbisesi getirmişler; Celâl Beye giy- dirmişlerdi. Fakat Celâl Bey evden biraz uzaklaşır uzaklaşmaz iki ka - dına tesadüf etmişti. Bu iki kadın - dan biri, ötekine Celâl Beyi göster­ miş:

— Hele şuna bak. Bu nasıl zey - bekmiş, böyle.. Bacakları hiç gün gör memiş mi?..

Demişti... Bir kadınm bu sözleri, başka bir zaman olsaydı, belki hoşa gidebilirdi. Fakat Celâl Beyin hoşu - na gitmek şöyle dursun, bilâkis ona tam bir ikaz dersi yerine geçmişti. Anlaşılıyordu ki; çarçabuk zeybek olmak, kolay değüdi. Evvelâ, beyaz baldırları karartm ak icap etmekte idi.

Celâl Bey, yalancıktan zeybek ol­ manın asıl müşkülâtını o gece misa - fir olduğu köyde hissetmişti.

Gündüz, şöyle böyle geçmiş; gece, tam yatacak zaman gelmişti. Celâl Bey, uzun uzadı itinalarla beline sa­ rılan kuşakları, şalları, silâhlıkları çözerse, bunları tekrar böylece sarıp bağlıyamıyacağını hissetmiş; soyun­ madan yatmağa karar vermişti. 0- nun için, kendisine tahsis edilen oda­ daki yatağa, sırtüstü uzanmıştı.. F a­ kat, kat kat şallar, kuşaklar, silâh­ lıklarla sarılı olan beli, tamamen ha­ vada kalmıştı.

Böylece yatamıyacağını anlıyan Celâl Bey, bir de yan yatmağı tecrü­ be etmişti. Fakat, belindeki o kala­ balıkla, kabü değü bu şekilde de ra ­ h a t edememişti. Artık ondan sonra, kalkmış, oturmuş; sıkıntılı saatler içinde sabahı beklemişti.

Celâl Bey, alışması güç olan bu kıyafet içine yerleşemiyeceğini his­ setmiş; ertesi günü (Karaheyete) döner dönmez, bir hoca kıyafeti te­ darikine karar vermişti. Fakat (Ka- raheyet) e gelir gelmez, Gökçen Efe karşısına çıkmış:

— Izmirden Tireye bir zabit gel­ miş. Seninle görüşmek istiyor.

Demişti... Şu halde, Celâl Beyin derhal Tireye hareketi lâzımgelmek- te idi. Celâl Bey, zeybek elbisesinin mahzurlarını efeye anlatmış; daha kolay giyilebilecek bir elbise istemiş­ ti. Gökçen Efe, bu sefer de Celâl Beye kayınpederinin elbiselerini ge­ tirmişti. Bu elbiseler de; mavi çuha ,üzerine siyah kaytan işlemeli bir ta ­

kımla, kalın yün çoı aplardan ve ye­ rinden güç kalkan kunduralardan mürekkepti. Yalnız şu var ki, Celâl Bey bunları kolayca giyip çıkaraca­ ğına hükmetmiş, memnuniyetle ka­ bul eylemişti.

Efe; kapının önüne, sırtına semer Vurulmuş bir a t çekmiş:

— Kusura bakma beyim. Munta- ram eyerli bir a t versem, belli olur.

Artık; rahatlı, rahatsız bu ata kat­ lanacaksın.

Demişti... Efenin kızanlarından Ilyas ta, Celâl Beye refakat edecek­ ti.

Hiçbir hâdiseye maruz kalmadan Tireye gitmişlerdi. Kasabaya, gece girmişlerdi. Ve girerlerken de, gerek tesadüf ettikleri # köylerde ve gerek devriyelerde göze çarpacak derecede bir hassasiyet görmüşlerdi.

Sık sık gezen devriyeler, kim ol­ duklarını soruyorlardı. Bereket ver­ sin ki:

— Ben.. Ilyas Çavuş... Efenin kı­ zanı....

Cevabım almca, derhal yol veri­ yorlardı.

Izmirden gelen misafir zabit, Ce­ lâl Beyi Tire eşrafından Mehmet Be­ yin evinde beklemekte idi. Onun için doğruca oraya gitmişlerdi. Fakat evin kapısı kolay kolay açılmıyor; Ilyas Çavuşun:

— Yahu!.. Ben... Ilyas Çavuş... Efenin misafirini getirdim.

Demelerine rağmen kapının önün­ de uzun isticvaplar devam ediyordu. Nihayet ev sahibine kanaat gelmiş, Celâl Bey içeri kabul edilmişti.

Ancak, selâmlık odasında, kazanın müstantiği ile yabancı birkaç misa­ fir vardı. Bunlar, Izmirden gelen misafir zabitle yemek yiyorlardı.

Onun için ev sahibi Celâl Beyi ses­ sizce harem dairesine geçirmiş; bir odanın kapısını açarak:

— Hele siz biraz istirahat edin de, ben tekrar gelirim.

Demişti.

Celâl Bey, odaya girip te etrafına göz gezdirir gezdirmez, dudaklarında garip bir tebessüm belirmişti. Kaç gündenberi vakit geçirdiği izbe gibi yerlere nazaran burası, adeta cen­ netten bir köşe idi... Yerde, tertemiz takımlarile bir yatak serilmişti. Ce­ lâl Bey, bu yatağın kar gibi beyaz çarşaflarına imrenmiş; gayriihtiyarî bir hisle eğilerek, mis gibi sabun ko­ kan bu takımları koklamaktan nef­ sini menedememişti. Ve sonra gözü, duvardaki yaldızlı aynaya ilişmişti. j O zaman, günlerdenberi görmediği yüzü ile, sırtındaki elbiselerin nasıl imtizaç ettiğini görmek istemiş; o temiz yatağa sürünmekten korka korka aynanın karşısına geçmişti.

Fakat Celâl Bey, aynada hiç tanı­ madığı bir çehre ile karşılaşmış; yü­ zünü çemberliyen sakalı, ile artık bir köy hocası gibi koyulaşan rengi kar­ şısında, hayrette kalmıştı.

Fakat, çehresinin bu büyük tebed­ dülü, Celâl Beyi memnun etmişti.. Ar tık kolay kolay tanmmıyacağına ka­ naat hâsıl eylemişti.

Tam bu sırada yavaş yavaş kapı açılmış; içeriye dilber bir Rum kızı dalmıştı... Celâl Bey, başını çevirip te, bu genç kızın çehresindeki mana­ lı tebessümü görünce, uyanık bulun­ mak lâzım olduğunu hissetmiş; kı­ zın maksadını anlamak için, ilk defa onun söz söylemesini beklemişti... , Kızın, o evde hizmetçi olduğu belli idi. Ancak şu var ki; bu hizmetçinin dudaklarmdaki küstahça tebessüm ile aldığı tavır, bu hizmetçinin de maskeli bir şahsiyet olduğunu gös­ termekte idi.

Kız; Celâl Beyin yanına kadar yaklaşarak:

— Bir şey ister misin?..

Demişti. Fakat Celâl Bey; tam bir köylü kayıtsızlığile:

— Ne istiyecekmişim, ben... Beni efe gönderdi. Mehmet Beyle, şöyle- ce konuşup gideceğim.

Diye cevap vermişti.

Fakat; bu cevap, bu Rum dilberi­ ni tatmin etmemişti Dudaklarındaki tebessümün manasını biraz daha art- ' tırarak:

— E ; beyle konuşup gideceksen, burada ne arıyorsun. Selâmlığa git- sene.

Diyecek kadar cür’et göstermişti.. , Celâl Bey, artık bu kızın hususî bir maksatla kendisine sokulduğunu his­ setmiş; ve tam bir efe tavrı ve lisa- nile:

— Ulen!.. Sen beni süvale mi çeki- yon?..

Diye mukabele etmişti. Fakat kız, bu sualden de ürkmediğini göster­ miş:

(6)

No. 44

Ziya ŞAKIR

Celâl Bayar Yunanlılara İlk

Kurşunu Atacak Teşkilâtı Kurarken

Binbır Müşkülâtla Karşılaşıyordu

Celâl Bey; bütün bu tertibatı al­ makla beraber, hareket ve faaliyet­ lerine şahsî bir ihtiras manası veril­ memek için bu kuvvetlerin başına geçmemişti. Müdafaa kuvvetlerinin kumandasını, Hâmit Şevket, Tahir ve Rasim Beylerle kaza kaymakamı Bekir Sami Beye tevdi eylemişti.

ödemişte bu hazırlıklar görülür­ ken, Tirede de bir mukavemet yara­ tılmak istenilmişti. Fakat İstanbul hükümeti tarafından Tire kaymaka­ mına:

[işgal, muvakkattir. Halka, sabır ve sükûn tavsiye ediniz.]

Diye gelen telgraf, Yunan ordusu lehine propaganda yapanların elin­ de bir senet teşkil etmiş; halkı, mü­ dafaa hislerinden uzakla ıtırıvermiş- tı.

Bu vaziyetten en ziyade Gökçen Eıe müteessirdi. Çünkü, Celâl Beye verdiği sözü tutamıyacak bir hale gelmişti. Esasen ödemiş Jandarma Kumandanı Tahir Beyle Kaza Kay­ makamı Bekir Sami- Bey arasındaki geçimsizlikten kendine göre birçok manalar çıkaran Gökçen Efe, şimdi Tirede de esen bu muhalif havayı görünce Celâl Beye gelmiş:

— Beyim!.. Senin sözlerinin uğru­ na, canım kurban olsun. Yedi kıza­ nımla ölünciye kadar sana bağlıyım. Fakat, bu yedi kızanımdan başka, başıma adam toplıyamıyacağım.

Demişti.

Boşboğazlık yüzünden kaybolan bu fırsat, Celâl Beyin kalbinde çok büyük bir acı huşu’e getirmişti. Ar­ tık Tirede vaziyeti ıslah mümkün de­ ğildi. Onun için burayı kendi mukad­ deratına terketmek zarurî idi. Zaten, göz açıp yummağa vakit kalmadan iki efzun taburu ile diğer müteferrik Yunan kuvvetleri Tire önlerine gel­ miş; Rum komitecilerinin coşkun te­ zahüratı arasında kasabaya girmiş­ lerdi.

Tirenin bu suretle elden çıkması üzerine artık Celâl Beyin bütün ümi­ di, Ödemiş üzerinde temerküz etmiş­ ti. Ödemiş halkının hissiyatı, tama- mile müdafaa ve mücadele merke­ zinde idi. Tertip edilen küçük bir mil î müfreze, Yunanlılar tarafından idare edilmeğe başlanan treni Öde­ miş civarında tevkif etmişti. Ayni za­ manda, Ödemişin Türk ahalisinden mürekkep bir heyet seçilerek Baym­ amda bulunan Yunan işgal Kıt’ası Kumandanı (Kirya Çavulas) m nez- dine gönderilmişti. Bu heyet; Yu­ nan kumandanına, şu şifahî notayı tebliğ etmişti:

— Askerleriniz ileri hareketine de­ vam ettikleri takdirde, Ödemişin ile­ risinde toplanan millî kuvvetlerimi­ zin ateş’erüe karşılaşacaklardır. Haksız işgale, hiçbir zaman boyun eğmiyeceğiz. Eğer kan dökülmeme- sini istiyorsanız, olduğunuz yerde kalınız; ödemişi işgale kalkışmayı­ nız.

Kumandan Çavulas, cesur ödemiş- lilerin bu ihtarı karşısında büyük bir telâş göstermiş ve derhal ellerini uğuşturarak:

— Ben, askerim. Aldığım emri ifa­ ya mecburum. Maamafih, bu sözleri­ nizi, şimdi Izmirdeki başkumandanı­ mıza arzederim.

Cevabını vermiş ve derhal Izmire telgraf çekmişti.

işgal Ordusu Kumandanı, Çavu’a- gın bu telgrafını alır almaz, derhal Bayındıra iki tabur asker gönder­ mekle beraber, (Ilacıilyaslar) istika­ metine doğru ilerlemesi için Çavu- las’a k at’î emir vermişti.

Yunanlıların hareketini haber a- lan ödemiş millî müdafaa kuvvetleri, derhal (Karauhat) sırt! ar il e Hacıil- yaslar sırtlarında yerleşmişlerdi, iş­ te, Türk istiklâl harbinde millî kuv­ vetlerle Yunan ordusunun ilk silâhı burada patlamış; ilk çarpışma, bu­ rada vukua gelmişti (1).

Emsalsiz bir kahramanlıkla bu müsademeyi kabul eden Ödemişliler, ancak 300 kişiden ibaretti. Halbuki, müteaddit mitralyözlere malik olan Kumandan Çavulas’ın kuvveti ise, Iz-nirden yetiştirilen bir jandarma bölüğü ve tam mevcutlu iki tabur piyade ile takviye edilmişti. Bahu­ sus, bu kuvvet harekete geçer, geç­ mez, Tireyi işgal eden Yunan efzun- ları da Ödemiş üzerine ilerlemişlerdi.

O ) Çimdi, fen ve san’at dairesi S üncü gebe müdürü ve miralaydır.

Bir iki gün zarfında toplanan ve ciddî bir askerlik raptı zaptı alamı- yan üç yüz kişilik bir müfrezenin, böyle mühim bir kuvvete uzun müd­ det dayanamıyacağı pek tabiî idi. Böyle olmakla beraber, hem Kara­ uhat ve Hacıilyaslar sırtlarında ve hem de Tireden gelen Yunan kuvvet­ lerine karşı (Uçkuyular) mevkiinde yapılan anudane müdafaada ödemiş­ liler son kurşunlarına kadar atmış­ lar; artık cephanelerini tamamile sarfettikleri için, geri çekilmek mec­ buriyetinde kalmışlardı.

*

Celâl Bey; ilk millî müdafaa kuv­ vetinin bu kadar kısa bir zamanda inhilâl edivermesine rağmen ümidini kesmemişti. Hattâ, bu ilk müsade­ menin muhitte ve bilhassa zeybekler üzerinde hâsıl ettiği tesirden mem­ nuniyet hisseylemişti.

O; Tire ve Ödemişin işga’i üzerine artık gözlerini daha gerilere, Nazilli havalisine çevirmişti. Gökçen Efe,

istiklâl harbi Müdafaai Milliye Vekili Kâzım Paşa

daha hâlâ müteredditti. Biribirini takip eden işgaller, onun ruhunda da büyük bir ıstırap uyandırmakla be­ raber, artık bu civarlarda teşkilât yapmanın imkânsız ve faydasız oldu­ ğuna hükmediyor; ve ancak vakti gelince, kendi küçük ve mütevazı kuvvetile baskınlar yaparak düşmanı iz’aç etmeği düşünüyordu.

Celâl Beyin fikrini, en ziyade (De­ mirci Efe) kurca’ıyordu. Nazilli, De­ nizli ve havalisinde büyük bir nüfu­ za malik olan (Demirci Mehmet Efe) nin bu işlerde bir hayli faydası dokunacağım ümit ediyordu.. Ancak şu var ki, Demirci Mehmet Efe ile o civarın yine en şöhretli şahsiyetle-

j

rinden biri olan (Yürük Ali Efe) arasında, senelerdenberi devam eden bir (nüfuz rekabeti) vardı. Ortada bu şahsî rekabet varken, tabiîdir ki, her iki tarafın hizmetinden de ciddî bir surette istifade olunamazdı. Ev­ velâ bu vaziyeti ıslah etmek ve son­ ra da, yurdun bu cesur evlâtların­ dan büyük istifade’er teminine gay­ ret eylemek lâzımdı.

Celâl Bey, Gökçen Efe ile son mü­ zakerelerini yaptıktan ve ondan da harekete geçeceğine dair k at’i vait aldıktan sonra, artık Denizli istika­ metine doğru çıkmağa karar vermiş­ ti. Fakat kıyafetini o günün ihtiyacı­ na uygun bir şekilde tebdil edemedi­ ği takdirde, bu yolculuğun icrası mümkün değildi. Düne kadar çeki- nilmesi lâzımgelen unsurlara bugün, her ta rafa yayılan Yunan’ılar ve Yunan casusları da iltihak eylemişti. Bu düşünce neticesinde Celâl Bey, hoca kıyafetine girmeği muvafık görmüş; Tire pazarına adam gönde­ rerek, sarık, cüppe, elifi şalvar, mest lâpçinden mürekkep bir takım elbise getirtmişti.

Fakat bu gelen elbiseler, o kadar rli, o kadar yağlı ve içine o kadar >fta kokusu sinmişti ki; Celâl Bey ınları bir tü r’ü giyememiş; tekrar ireye adam gönderip getirttiği bir şe kolonya ile biraz temizliyebildik

RSSB

1912 senesinden 1

İ

Rus ihtilâlinin en heyecanlı v

(7)

4

No. 44

Ziya ŞAKIR

Celâl Bayar Yunanlılara İlk

Kurşunu Atacak Teşkilâtı Kurarken

Binbir Müşkülâtla Karşılaşıyordu

Celâl Bey; bütün bu tertibatı al­ makla beraber, hareket ve faaliyet­ lerine şahsî bir ihtiras manası veril­ memek için bu kuvvetlerin başına geçmemişti. Müdafaa kuvvetlerinin kumandasını, Hâmit Şevket, Tahir ve Rasim Beylerle kaza kaymakamı Bekir Sami Beye tevdi eylemişti.

ödemişte bu hazırlıklar görülür­ ken, Tirede de bir mukavemet yara­ tılmak istenilmişti. Fakat İstanbul hükümeti tarafından Tire kaymaka­ mına:

[işgal, muvakkattir. Halka, sabır ve sükûn tavsiye ediniz.]

Diye gelen telgraf, Yunan ordusu lehine propaganda yapanların elin­ de bir senet teşkil etmiş; halkı, mü­ dafaa hislerinden uzakla jtırıvermiş- tı.

Bu vaziyetten en ziyade Gökçen Ere müteessirdi. Çünkü, Celâl Beye verdiği sözü tutamıyacak bir hale gelmişti. Esasen ödemiş Jandarma Kumandanı Tahir Beyle Kaza Kay­ makamı Bekir Sami- Bey arasındaki geçimsizlikten kendine göre birçok manalar çıkaran Gökçen Efe, şimdi Tirede de esen bu muhalif havayı görünce Celâl Beye gelmiş:

— Beyim!.. Senin sözlerinin uğru­ na, canım kurban olsun. Yedi kıza­ nımla ölünciye kadar sana bağlıyım. Fakat, bu yedi kızanımdan başka, başıma adam toplıyamıyacağım.

Demişti.

Boşboğazlık yüzünden kaybolan bu fırsat, Celâl Beyin kalbinde çok büyük bir acı huşu’e getirmişti. Ar­ tık Tirede vaziyeti ıslah mümkün de­ ğildi. Onun için burayı kendi mukad­ deratına terketmek zarurî idi. Zaten, göz açıp yummağa vakit kalmadan iki efzun taburu ile diğer müteferrik Yunan kuvvetleri Tire önlerine gel­ miş; Rum komitecilerinin coşkun te ­ zahüratı arasında kasabaya girmiş­ lerdi.

Tirenin bu suretle elden çıkması üzerine artık Celâl Beyin bütün ümi­ di, Ödemiş üzerinde temerküz etmiş­ ti. Ödemiş halkının hissiyatı, tama- mile müdafaa ve mücadele merke­ zinde idi. Tertip edilen küçük bir mil î müfreze, Yunanlılar tarafından idare edilmeğe başlanan treni Öde­ miş civarında tevkif etmişti. Ayni za­ manda, Ödemişin Türk ahalisinden mürekkep bir heyet seçilerek Bayın­ dırda bulunan Yunan işgal Kıt’ası Kumandanı (Kirya Çavulas) in nez- dine gönderilmişti. Bu heyet; Yu­ nan kunıandanma, şu şifahi notayı tebliğ etmişti:

— Askerleriniz ileri hareketine de­ vam ettikleri takdirde, Ödemişin ile­ risinde toplanan millî kuvvetlerimi­ zin ateş’erile karşılaşacaklardır. Haksız işgale, hiçbir zaman boyun eğmiyeceğiz. Eğer kan dökülmeme- sini istiyorsanız, olduğunuz yerde kalınız; ödemişi işgale kalkışmayı­ nız.

Kumandan Çavulas, cesur ödemiş- lilerin bu ihtarı karşısında büyük bir telâş göstermiş ve derhal ellerini uğuşturarak:

— Ben, askerim. Aldığım emri ifa­ ya mecburum. Maamafih, bu sözleri­ nizi, şimdi Izmirdeki başkumandanı­ mıza arzederim.

Cevabını vermiş ve derhal îzmire telgraf çekmişti.

işgal Ordusu Kumandanı, Çavu’a- sın bu telgrafını alır almaz, derhal Bayındıra iki tabur asker gönder­ mekle beraber, (Hacıilyaslar) istika­ metine doğru ilerlemesi için Çavu- las’a k at’î emir vermişti.

Yunanlıların hareketini haber a- lan ödemiş millî müdafaa kuvvetleri, derhal (Karauhat) sırtlarile Hacıil- yaslar sırtlarında yerleşmişlerdi, iş­ te, Türk istiklâl harbinde millî kuv­ vetlerle Yunan ordusunun ilk silâhı burada patlamış; ilk çarpışma, bu­ rada vukua gelmişti (1).

Emsalsiz bir kahramanlıkla bu müsademeyi kabul eden Ödemişliler, ancak 300 kişiden ibaretti. Halbuki, müteaddit mitralyözlere malik olan Kumandan Çavulas’ın kuvveti ise, Iz 'Y» irden yetiştirilen bir jandarma bölüğü ve tam mevcutlu iki tabur p;yade ile takviye edilmişti. Bahu­ sus, bu kuvvet harekete geçer, geç­ mez, Tireyi işgal eden Yunan efzun- ları da Ödemiş üzerine ilerlemişlerdi.

Bir iki gün zarfında toplanan ve ciddî bir askerlik raptı zaptı alamı- yan üç yüz kişilik bir müfrezenin, böyle mühim bir kuvvete uzun müd­ det dayanamıyacağı pek tabiî idi. Böyle olmakla beraber, hem Kara­ uhat ve Hacıilyaslar sırtlarında ve hem de Tireden gelen Yunan kuvvet­ lerine karşı (Uçkuyular) mevkiinde yapılan anudane müdafaada ödemiş­ liler son kurşunlarına kadar atmış­ lar; artık cephanelerini tamamile sarfettikleri için, geri çekilmek mec­ buriyetinde kalmışlardı.

*

Celâl Bey; ilk millî müdafaa kuv­ vetinin bu kadar kısa bir zamanda inhilâl edivermesine rağmen ümidini kesmemişti. Hattâ, bu ilk müsade­ menin muhitte ve bilhassa zeybekler üzerinde hâsıl ettiği tesirden mem­ nuniyet hisseylemişti.

O; Tire ve Ödemişin işga’i üzerine artık gözlerini daha gerilere, Nazilli havalisine çevirmişti. Gökçen Efe,

istiklâl harbi Müdafaai Milliye Vekili Kâzım Pasa

daha hâlâ müteredditti. Biribirini takip eden işgaller, onun ruhunda da büyük bir ıstırap uyandırmakla be­ raber, artık bu civarlarda teşkilât yapmanın imkânsız ve faydasız oldu­ ğuna hükmediyor; ve ancak vakti gelince, kendi küçük ve mütevazı kuvvetile baskınlar yaparak düşmanı iz’aç etmeği düşünüyordu.

Celâl Beyin fikrini, en ziyade (De­ mirci Efe) kurca’ıyordu. Nazilli, De­ nizli ve havalisinde büyük bir nüfu­ za malik olan (Demirci Mehmet Efe) nin bu işlerde bir hayli faydası dokunacağım ümit ediyordu.. Ancak şu var ki, Demirci Mehmet Efe ile o civarın yine en şöhretli şahsiyetle­ rinden biri olan (Yürük Ali Efe) arasında, senelerdenberi devam eden bir (nüfuz rekabeti) vardı. Ortada bu şahsî rekabet varken, tabiîdir ki, her iki tarafın hizmetinden de ciddî bir surette istifade olunamazdı. Ev­ velâ bu vaziyeti ıslah etmek ve son­ ra da, yurdun bu cesur evlâtların­ dan büyük istifade1 er teminine gay­ ret eylemek lâzımdı.

Celâl Bey, Gökçen Efe ile son mü­ zakerelerini yaptıktan ve ondan da harekete geçeceğine dair k at’ı vait aldıktan sonra, artık Denizli istika­ metine doğru çıkmağa karar vermiş­ ti. Fakat kıyafetini o günün ihtiyacı­ na uygun bir şekilde tebdil edemedi­ ği takdirde, bu yolculuğun icrası mümkün değildi. Düne kadar çeki- nilmesi lâzımgelen unsurlara bugün, her ta rafa yayılan Yunan’ılar ve Yunan casusları da iltihak eylemişti. Bu düşünce neticesinde Celâl Bey, hoca kıyafetine girmeği muvafık görmüş; Tire pazarına adam gönde­ rerek, sarık, cüppe, elifi şalvar, mest lâpçinden mürekkep bir takım elbise getirtmişti.

Fakat bu gelen elbiseler, o kadar kirli, o kadar yağlı ve İçine o kadar softa kokusu sinmişti ki; Celâl Bey bunları bir tü r’ü giyememiş; tekrar Tireye adam gönderip getirttiği bir şişe kolonya ile biraz

temizliyebildik-ten sonra, - vatan ve millet aşkının verdiği bir sabır ve tahammül ile - sırtına geçirebilmişti.

'V rkası var)

<J) Şimdi, fen ve san’at dairesi 3 üncü sbe müdürü ve miralaydır.

ssa

1D12 senesiriâen 1918 senesine kada r Rusyada îngiltereniı

i TST G i

Rus ihtilâlinin en heyecanlı ve doğru vakaları Beyaz Rus ordularının meraklı bir aşk macerası. Yıldızlar : KAY I

(8)

4

No• i ' ' •

Ziya

" Pek  lâ! Ben Kızanlarımla

Düşmanın Üzerine Atılacağım !"

Fakat Miralay Şefik Bey, fena halde bunalmıştı. Bu zaruret ve ih­ tiyaç karşısında; zeybeklerin kuvve­ tinden de istifadeye müracaate mec­

bur kalmıştı .

Yüzbaşı Ahmet ve Mülâzım Kadri Beyleri, - Çineye yakın olan - Yağcı köyüne göndermiş, orada bulunan (Yörük Ali Efe) yi bir mülakata da­ vet etmişti. Yörük Ali Efenin, hü­ kümet mensuplarile bir işe girişmesi gu tarafa dursun, h attâ böyle bir mülakatı kabul ederek Çineye gele­ ceği bile şüpheli idi.

Lâkin; bu şüphenin aksi zuhûr et­ miş; (Yörük Ali Efe) yanında on kızanı olduğu halde; erteBi gece, Çi- jıedeki 57 inci Fırka karargâhına gelmiş; Miralay Şefik Bey büyük bir teessür ve heyecanla kendisini millî vazifeye davet ettiği zaman : — Bey amice!... O eşraf denilen soyguncu heriflerin sözlerine bakıp ta, sen hiç tasa çekme. Mademki millet bizden hizmet bekliyor, diyor­ sun. Pek âlâ. Ben, kızanlarımla düş manın üstüne atılacağım. Sen, he­ men bana cephane yetiştir. Hele ben bir yol ileri atılayım. Bak., millet ardımızdan bize nasıl katılır.

Diye cevap vermişti.

Bu sözler, 57 inci Fırka Kumanda­ nının kalbine su serpmiş; ertesi gü­ nü derhal Yörük Efenin ihtiyaçları­ nı temine girişmişti. İstediği kadar silâh ve cephane ile; Yüzbaşı Ah­ met, Mülâzım Zekâi, ihtiyat Topçu Mülâzımı Necmi Beyleri, Yörük Ali Efenin nezdine göndermişti (6 Hazi­ ran 025).

Yörük Ali Efe, 57 inci fırka kuman damndan aldığı talimat mucibince, bütün kızanları toplıyarak Nazilli - Aydın arasındaki istikamete hare - ket etmişti. Burada birdenbire düş - mana bir baskın verecekti.

Burada bu hazırlıklar devam eder ken, Ce âl Bey de sessizce Nazilliye girmiş, müftü ile temasa gelmişti. Müftü, Celâl Beyin eski tanıdıkların­ dan saf ve temiz kalpli bir zat, idi Izmirin işgali üzerine o havalide hâ - sil olan fikir cereyanlarını bütün in­ celiklerde Celâl Beye izah etmişti

Ce'âl Bey; ihtiyatlı davranmış, fi­ kirlerini müftü efendiye tamamen aç­ mamıştı. Çünkü muhitte hürriyet ve itilâf propagandacılarile Rum komi fecilerinin faal bir rol oynadıklarını anlamıştı.

Böyle olmakla beraber, bu havali­ de yapılacak olan kuvvetli bir muka­ bil propagandanın bütün ihanet'ere galebe çalacağına hükmetmiş; birkaç hainden başka tamamile vatan ve milletine merbut olan o civar halkını millî hizmete davet etmiye girişmiş - ti.

Bu sırada, (Mustafa Kemal Paşa) um (Havza) ve (Amasya) daki fa - aliyetlerine, ve Türk milletini halâs ve se'âmete isal edecek yolda büyük rehberliği kabul ettiğine dair gizlice haberler gelmiye başlamıştı.

Zaten daha Izmirde iken bu büyük halâskârın yüce dehasından nur ve İlham alan Celâl Bey birdenbire büs­ bütün ferahlamış artık daha coşkun bir ruh ve iman ile çalışma sahasına atılmıştı.

Lâkin Celâl Bey, ihtiyatı e’den bı­ rakmıyordu. Çünkü vatan hainleri - nin propagandaları bir tek nokta üze i’inde toplanıyor; Ferit Paşa hükû - metini tepelemeye hazırlanan Musta­

fa Kemal Paşa ile onun millî ve mu­ kaddes cihat bayrağı altına toplanan lara (ittihatçılık) atfedilerek, cahil ha" kın dimağı bu zehirle uyuşturulu­ yordu... Celâl Bey ise, senelerce itti­ h at ve Terakki fırkasında büyük ve mühim bir vazife ifa etmişti. Filha - kika onun bu fırkada çalışması - düş inanlarının bile itiraf ettiği gibi - ter­ temiz geçmiş; ne vatan ve milletin ve ne de şahsın zararına olarak en kü - çük bir iş gördüğü işitilmemişti. Fa­

kat ne de olsa, (İttihat ve Terakki) kelimesinin zihinlerde hâsıl ettiği te­ sir, buradaki cahil ve basit düşünceli lıa’k üzerinde de bir ürperme huşu - le getirecek, ve takip edilen saf, pâk mefkûre ve maksadı ihlâl edecekti. İşte bu mülâhazaya binaen Celâl Bey, mümkün olduğu kadar ortada gö - rünmemeye ve göründüğü takdirde de; (Celâl Bey) olarak değil, (Galip boca) namı altında tanınmaya karar vermişti. Artık, -birkaç candan dost müstesna olmak üzere- (Galip hoca) adı altında hareket ediyor; propa » gandaîarına da emin olduğu vasıta - kırla, gizlice kuvvet veriyordu.

Celâl Bey bir taraftan bu kuvvet­ li propagandalarla -İstanbul hükû - ; metinin ve düşmana yol açan hainle- : rin zehirli telkinatmın- muhitteki te­ sirlerini kırmaya çalışırken, diğer ta ­ raftan da mühim bir kuvvet membaı ele geçirmeye çalışıyordu. Bu kuv - :

vet membaı,o havalideki zeybeklerdi. Bu zeybekleri idare eden de (Demirci Mehmet Efe) idi.

Demirci Mehmet Efe, birkaç sene zarfında bu civarda büyük bir mevki elde etmiş, uzaklara kadar yayılan bir şöhret tesis eylemişti. O günkü nüfuz ve kudretine göre o havalide bir derebeyi gibi yaşıyan Mehmet E- fe, zeybeklik hayatına şöyleee gir - mişti.

Kendisi, Nazilli kazasının (Pirli Beyli) karyesinde dünyaya gelmişti. Babası, köylülerin sapanlarını ve çift alet'erini yapan namuslu, sakin, ca­ hil olmasına rağmen, ilme ve ülema- ya karşı hürm etkar bir demirci idi. Bunun içindir ki, evlâtlarım cahil bı­ rakmak istememiş; (Ahmet) ve (Mehmet) ismindeki iki oğlunu mek tep ve medreseye göndermişti.

Ahmet; tıpkı babası gibi sakin, mahcup bir gençti. Oldukça tahsile ehemimyet vermiş, ayni zamanda san1 at e de heves göstermişti.

Mehmet ise, bilâkis sert tabiatli, atılgan, pervasız ve bilhassa meşhur

Ankarada 20 inci kolordu kumandam Fuat Paşa

efelerin şöhretlerine meftun o’an a - teşli bir ruha malikti. Onun için mek ] tep ve medrese hayatı sönük geç - miş; bu müddet zarfında ancak oku­ mayı öğrenebilmiş; ve sonra da ba - ' basının mesleğine sülük etmişti. O - ’ nun için kendisine (Demirci Mehmet) ;

denilirdi. ı

Umumî harp başladığı zaman, bu 1 iki kardeşi de -emsalleri gibi- askere < gitmişlerdi... Ahmet, Filistin cephe - 1 sine sevkedilmiş, kıtaatı fenniyede küçük zabit sıfatile, askerlik vazife - 1 sini ifa eylemişti. Demirci Mehmet J ise, Izmirdeki beşinci depo a'ayma ; verilmişti. Orada, talim ve terbiye 1 görmekte idi. Fakat günün birinde ! (ermeni ırkından) bir zabitin, -millî '• ve dinî hayatını rencide edecek de • 1 recede- ağır bir hakaretine maruz ka lir kalmaz; derhal alayından firar et- 1 miş; o esnada Ödemiş dağlarında ge zen (Gökdeli) namındaki efenin çe- ; tesine iltihak eylemişti, Böylece zey- i beklik hayatına giren (demirci Meh- ; met), bir müddet (Gökdeli Efe) ye

(kızan) İlk ettikten sonra; günün ! birinde onun çetesinden ayrılmış; zeybek ikteki iktidar ve meharetine meftun olan kızanlardan mürekkep bir çete teşkil ederek (Demirci Meh­ met Efe) namını alıvermişti.

Demirci Mehmet Efe, derin düşü - nen ve vaziyetlerini mahirane idare eden bütün akıllı zeybekler ve efeler gibi, adamına ve muhitine göre (şid-

j

det) ile (iyilik) i mezcetmişti. Umu - mî harbin sonuna kadar da bütün ha- ! yatı, jandarma ve asker takip müfre zelerile mütemadi müsademelerle geçmişti, işte bu müddet zarfında, bütün o hava'ide büyük bir şöhret tesis etmiş, ve mütareke devri başlar , başlamaz, (Umurlu) dağlarına çekil­ mişti.

(9)

4

N »

47

ŞAKIR

Demirci Efe İstanbul Hükümetinin

Aczi Karşısında Hiddetleniyordu

Demirci Mehmet Efe, tahsilinin az­ ığ ın a ve görgüsünün noksanlığına rağmen zeki ve anlayışlı idi. Yegâ - ne düşüncesi, artık zeybeklik haya - tının sonu gelmiyen velvelelerine ni­ hayet vermek; bir hayli mühim ye - kûn tutan servetile, sakin ve hayır işleri! e meşgul olarak hayat geçir - inekti.

Mütarekeyi müteakip, İstanbul hü kûmetinin -tamamen Türklerin zara­

rına olarak hıristiyan unsurlara ze- lilâne imtiyazlar vermesi, itilâf dev - letleri karşısında aciz ve tabas­ bus göstermesi, Demirci Mehmet Efe yi kızdırmaya başlamış; hele Izmirin işgali kalbinde acı bir teessür uyan - dırmıştı.

E traftan bazısı acı ve bazısı da ta t lı haberler geliyor; Demirci Mehmet Efe,bunları büyük bir dikkatle takip ediyordu. Çinede, Bozüyüklü Süley - man, belediye reisi Hidayet, Kadı - köylü Mustafa, Düyunuumumiye me­ muru (1) efendilerle arkadaşların - dan mürekkep olarak teşekkül eden (Çine heyeti milliye) sinin himmetile, toplanan gönüllü müfrezesi, günden güne büyüyordu. Yörük Ali Efenin de, Sultanhisar köyüne giderek, Menderesin cenubundaki köylerden arkadaşlarını ve tanıdıklarını millî müdafaaya çağırdığı işitiliyordu.

57 inci fırka kumandanı, Antalya ve Sökede bulunan fazla kuvvet ve silâhlan Çineye celbediyor ve muhit teki vaziyeti, doğrudan doğruya Is - tanbula (erkâni harbiyei umumiye riyaseti) ne bildiriyordu.

Bu sırada Istanbuldan, erkâni har biyei umumiye reisi Cevat Paşadan 57 inci fırka kumandanına şu şifreli telgraf gelmişti:

57 inci Fırka Kum andanlığına

1 — Ahali tarafından (2) Yunanlı­ ların hüsnü kabul görmesi. Aydın vi­ lâyetinin âkıbeti için gayri kabili te­ lâfi zararlar tevlit edecektir. Bunu ahaliye pek seri bir surette anlatma­ nızı rica ederim. Bununla, bir kıtal yapılmasını arzu etmiyordum. Fakat her halde o havalideki itilâf zabita- niîe ecnebiler bizim, Yunan idaresini k a t’iyyen istemediğimizi anlamalıdır­ lar. Ahvali mahalliyeye göre yapıl­ ması lâzım gelen işleri, siz daha iyi takdir edersiniz.

2 — Askerin dağılması (3) veha- meti, pek büyük fena âkıbetlere yol açar. Heyeti zabitan.işe çok ehemmi­ yetle sarılmalıdır.

Harbiye Nazırı Namına Erkânı Harbiyei Umumiye Reisi

Cevat

Evvelce de münasebet getirerek arz 1 2 3 (1) Maalesef bu zatın ismi öğrenileme- m'ştir.

(2) Buradaki ahaliden maksat, düşmana ta ftar olanlardır.

(3) Düşmana taraftar olanlar, bilhassa sarıklı kıyafetinde saf ve cahil askerler1 din perdesi altında iğfal ediyorlar, bu su retle orduyu inhilâl ettirmiye çalışıyorlar

İt.

etmiştik ki, büyük bir vatanperver olan Cevat Paşa, - sarayın ve Babıâ- linin bütün ihtiraz ve içtinaplarına ve hattâ Vükelâ Meclisi kararlarına rağmen, sureti k at’iyyede düşmana mukabele ve müdafaaya taraftardı. Hükümet, Yunanlılarla (hali harp) te olmadığını ileri sürerek, askerlerin bir tek silâh atmasma rıza göster - miyordu. Bu hale resmen muhalefet edemiyen Cevat Paşa ise, - Mustafa Kemal Paşanın yüksek mefkûresine hissen ve ruhen iştirak ediyor ve Büyük Halâskârriı Uk mütareke gü- nündenberi milletin ruhuna aşılamı- ya çalıştığı - büyük millî mefkûreye tâbi olarak düşmanlara silâhla mu - kabeleyi terviç eyliyor, açıktan açı­ ğa veremediği emirleri, bu telgrafta olduğu gibi:

(... Ahaliye pek seri bir surette anlatmanızı rica ederim.,

(Ahvali mahalliyeye göre yapılma­ sı lâzımgelen işleri siz takdir edersi­ niz.) gibi mânalı cümlelerle ihsas et­ mek istiyordu.

Bu şifreli telgraf, Fırka

Kumanda-Ayd.tn mîMî cida’Ir 1e yüksek feda­ kârlığı görülen mülâ/.iın Zekâi Bey

[Şimdi Izmirde Turan yağ fabrikası direktörü J m Miralay Şefik Beyi teşci etmiş, ar­ tık Çinedeki faaliyet bir kat daha te- zayüt eylemişti.

Şefik Bey, (Sökeldeki mevki ku­ mandanı Saip Beyi makine başına celbetmiş, millî kuvvetler teşkili için - gayri resmî surette - emir vermiş­ ti... Filhakika orada teşkilât yapmak çok elzemdi. Çünkü, Söke ve Kuşa­ dası mıntakaları, Yunanlıların geri­ sinden tesir icrasına en müsait bir yerdi. Ayni zamanda, Sisam adasın­ dan sıksık ve kolayca geçen çeteler, bu civarda bulunan Türk köylerini kan ve ateş selleri altında boğmak istemektelerdi. Eğer orada derhal milî bir teşkilât yapılacak olursa, hem bu felâketin önüne geçilecek, V»om Ha V ı ı n n n i c + ı l a n r H ı ı c n r m n p"p.ri

GÜMÜŞ YALE

HİKÂYE

MJZ.

HERKE.

S IN NEF­ RETLE

ANDI&l

G-ARİP

TABİATLI

MİLYO- N E R V İ

LAYNIN

EVİNDE BAŞLI­ Y O R .

BİNİ, POLİSE^

TELEFON

ETTİN K i ?

APTAL N ER E.

tNircİk.» o -J

/ A l S T I R L A Y N S I Z I

İ5 T IY O R .

PEK İ B İN İ

Z A T E T E N E

DA H İC BİR

B U LA A A A O

Referanslar

Benzer Belgeler

A) Basit işlerde anne ve babamıza yardım etmemize gerek yoktur. B) Evde, üzerimize düşen görev ve sorumlulukları yerine getirmeliyiz. C) Evde işbölümü yaparsak işler

Ayrıca sağ tarafta bulunan optik formda işaretlediğiniz soruların cevaplarını görebilir ve soru numaralarına tıklayarak o dersin içindeki sorular arasında geçiş

Steinman, köprünün inşası ve kısmî finansmanı için hâlen İstanbul'da, Türk hükümeti temsilcileri ve bir Fran- sız - Türk grubu arasında müzakereler cereyan

Ayrıca rüzgar sonucu bir çok toz parçacığının atmosfere taşınması güneşten gelen ısınların geriye yansımasına bu da dünyanın olması gerektiğinden çok daha soğuk

Âkit Taraflardan her biri, diğer Âkit Tarafın yetkili makamları tarafından kendi kanun ve yönetmeliklerine uygun olarak düzenlenmiş olup diğer Âkit Taraf gemilerinde

H alk başlarm ış hemen kahkaha atm aya Ben N aşit’i gördüm , kulisten koca burn u belirince seyirci neşelenirdi.. D üm büllü de onlar

Bu çalışmada, yumurtadan çıkıştan sonra farklı yaş gruplarındaki civcivlerin ince barsaklarında (duodenum, jejunum ve ileum) villus boyları, villus çapları, birim

Mısır’a, orada hastalanınca 36 da te- davi için önce Atina’ya, daha sonra Paris’e geçerek yurtdışında muhale- fet hareketinin önde gelen isimlerin- den biri olan