• Sonuç bulunamadı

Enis Yazıcı

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Enis Yazıcı"

Copied!
6
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Kocaeli Üniversitesi Doktora Öğrencisi

Enis Yazıcı

3

(2)

F

izikçiler bunu yorumlamakta gecik-medi. Kimilerinin deli muamelesi yap-tığı Dirac haklıydı. Gerçekten de anti-madde diye bir şey vardı ve Anderson’un göz-lemlediği şey de anti-elektrondu. Saf matema-tikten yola çıkarak geliştirdiği yöntem, yıllar sonra Dirac’ı haklı çıkarmıştı. Ardından peş peşe anti-parçacıkların keşfi geldi. Kuantum mekaniği kaldığı yerden yoluna devam etme-liydi ve gözler bayrağı Dirac’tan devralacak yeni fizikçiler arıyordu.

Dirac’ın denklemi elektrik yüklü parçacık-ların nasıl davranacağı hakkında olağanüs-tü başarılı öngörülerde bulunmuştu. Ancak yüklü parçacıkların birbirleriyle karşılaştık-larında doğanın onları ne yapmaya zorladığı-nı anlatmıyordu. Parçacıkların birbirleriyle

et-kileşimini açıklayan daha gelişmiş bir kurama

ihtiyaç vardı.

Yeni kahraman yine California’dan çıkacak-tı. Richard Feynman isimli son derece sosyal, gösterişli ve eğlenmeyi seven bu genç adam, çı-tayı Dirac’ın ötesine taşımaya kararlıydı. Elekt-ronların, fotonların ve diğer tüm parçacıkların elektromanyetik kuvvetle ilişkisini çözmeye odaklanmıştı. Bu hedef o zamanki kütleçekimi dışında bilinen tüm fiziği tek çatı altında topla-mak demekti. Çağdaşlarının kuantum elektro-dinamiği (KED) adını verdiği bu kuram ile

do-ğadaki inanılmaz çeşitliliği, kimyasal tepkime-lerdeki zenginliği, cisimlerin şekillerini, renk-leri, ışığı, maddenin fiziksel hallerini tam ola-rak anlamak mümkün olacaktı ve bu elektrik yükü, foton ve elektromanyetik etkileşim sabiti gibi sayısı bir elin parmaklarının sayısını geç-meyen kavramla yapılabilecekti.

KED, elektromanyetik alan ile madde-nin nasıl etkileştiğini açıklayan bir kuramdır. Elektromanyetik alan olarak bildiğimiz şey as-lında fotonların taşınmasına aracılık ettiği fi-ziksel etkileşimdir. Örneğin iki elektron, ara-larında foton alışverişi yaparak etkileşime gi-rer. Bizim bu kuvvet taşıyıcı fotonları gözlem-leme imkânımız yok, ancak kuram bunun üze-rine kurulu. Kuramın öngörüleriyle deneysel veriler öyle örtüşür ki, aradaki uyumsuzluk on milyarda birdir. Bu tıpkı Dünya’nın çapını sa-dece bir milimetre hatayla ölçmek gibidir.

Peki KED ne söylüyordu? Ona geçmeden ön-ce bizzat Feynman’ın kullandığı şu cümleye ku-lak kabartmak gerek: “Öğrencilerim bu kuramı anlamıyor. Çünkü ben de anlamıyorum. Kimse anlamıyor.” Bu sözlerle aslında Feynman, kuan-tum fiziğinin bizim algılarımıza ters gelen do-ğasına işaret ediyordu. Sonuçta bizim anlayışı-mız, duyu organlarımızın şekillendirdiği mak-roskopik dünyada geçerli kuralları içerir. Ancak yine de anlamaya çalışmak eğlenceli olacaktır.

1930’lu yılların başında Los Angeles’ta Carl Anderson,

atmosferimizi aşarak dış uzaydan gelen kozmik parçacıkları inceliyordu.

Yüksek enerjili bu parçacıkları incelemek için buharla doldurulmuş

odacıklar kullanıyordu. Buhar tabakasından geçen kozmik ışınlar geçtikleri

yol boyunca iz bırakır. Odacıkların etrafına güçlü mıknatıslar koyarak

manyetik alan oluşturunca da elektrik yükü olan parçacıklar kavisli izler bırakır.

Kavisin eğimine bakarak yüklü parçacıkların kütleleri hakkında

fikir sahibi olunabilir.

Anderson bir gün çok şaşırtıcı bir şey fark etti.

Bazı parçacıklar elektronun bıraktığı izin aynısını bırakıyordu, tek farkla:

Onların kavisleri zıt yönlüydü. Bu da pozitif yüklü bir elektron

anlamına geliyordu.

>>>

73 73

(3)

Öncelikle, uzay boşluğunun gerçekten “boş” ol-duğu düşüncesini unutmak zorundayız. Örne-ğin içi boş, kapalı bir kutunun içindeki tüm hava moleküllerini çıkarırsak, kutunun içinde kalan şe-ye mutlak boşluk ya da vakum deriz. KED, işte bu vakumun boşluktan ibaret olmadığını, sürekli var olup yok olan parçacıkların doldurduğu çok dina-mik bir şey olduğunu söyler. Daha açık bir ifadey-le, KED o vakumun “ortalama olarak” boş olduğu-nu söyler. Cüzdanınızda 10 TL olduğuolduğu-nu düşünün. Aynı zamanda 10 TL de borcunuz olduğunu. So-nuçta bir miktar paraya sahipmişsiniz gibi görünse de, ödemeniz gereken bir de borç var. Ortalamada aslında hiç paranız yoktur.

Benzer bir durum boşluk için de söz konusudur. Boşluk çok kısa bir süre için, tam anlamıyla “gelecek-ten” enerji ödünç alır, yine çok çabuk bir şekilde geri ödemek kaydıyla. Bu enerji, birbirlerini yok edecek

bir parçacık ve anti-parçacık çiftinin yaratılmasın-da kullanılır. Sonuçta çok çok kısa bir süre zarfınyaratılmasın-da hiç yoktan bir parçacık çifti yaratılır ve bu çift kendi-ni yok ederek tekrar enerjiye dönüşür. Özetle, boş-luk dediğimiz şey sürekli parçacıkların yaratılıp yok olduğu, fokur fokur kaynayan bir kazana benzer. Bu olay öyle kısa sürelerde gerçekleşir ki, biz hiçbir şeyin farkına varamayız. Ancak zamanı aşırı yavaşlatma-nın imkânı olsaydı, evreni inanılmaz aktif bir parça-cık çorbası şeklinde görürdük. Göremediğimiz tüm bu olayların aktörü olan parçacıklara sanal parçacık-lar diyoruz. Ama aslında onparçacık-lar evrenin gerçekliğinin ta kendisi. Dahası, bizim algıladığımız her şey, o ger-çeklikten arda kalan bir tür kalıntı.

Evet, boşluk hiçbir şeyin olmadığı, hiçbir olayın gerçekleşmediği bir yer değildir. Tam aksine, boşluk olaylar ve parçacıklarla, fizikçilerin deyimiyle “kuan-tum köpüğüyle” doludur.

Modern fizikte, doğadaki bütün etkileşimleri Feynman diyagramları ile göstermek mümkün.

Bu çizimler, parçacıkların birbirleriyle ve vakumla hangi kuvvet taşıyıcı parçacıklar aracılığıyla ve nasıl etkileşime girdiğini görsel olarak anlamamıza yardımcı olur.

(4)

1940’lı yıllarda Feynman çalışmalarına başla-dığında kuantum elektrodinamiği projesi tam bir keşmekeşe dönüşmüştü. Matematiksel çözümle-meler bir sonuca ulaşmaz olmuş, anlamsız sonsuz-luklarla dolu garip denklemler her yeri sarmıştı. Tam bu noktada Feynman çok muzipçe bir şey yap-tı. Seleflerinin atomaltı dünyayı anlamak için olan-ca hırslarıyla sımsıkı sarıldığı matematiksel tasvir-lere sırtını döndü. Onun yerine çok temel bir ta-kım şekiller kullanmayı tercih etti. Tüm atomaltı etkileşim süreçlerini komik denecek kadar basit di-yagramlarla anlatmayı başarmıştı. Yeni yöntemini açıklamak için sabırsızlanıyordu. ABD’de düzenle-nen önemli bir bilimsel konferansı gözüne kestir-di. Katılımcılar arasında Niels Bohr ve Paul Dirac da vardı. Konferans başlarda fizikçilerin, kuantum elektrodinamiğinin kendilerini sürüklediği dehşet verici matematiksel kaostan dert yanmasıyla geçti.

Sıra Feynman’a geldi ve Feynman basit şekilleriyle fiziksel süreçlerin nasıl tasvir edilebildiğini açıkla-dı. Kısa bir şaşkınlıktan sonra kopan gümbürtü ise bu genç adamı hiç etkilemişe benzemiyordu. Fizik-çileri kızdıran şey, Feynman’ın kuramlarının aca-yipliği değildi, zira fizikçiler bu yıllarda tuhaflıklara şerbetliydi. Onları kızdıran, Feynman’ın sanal par-çacıkları ve rol oynadıkları süreçleri basit resimler-le görselresimler-leştirmeye kalkmasıydı. Bunca yılın ardın-dan saf matematiğin onca başarısını düpedüz alaya almaktı bu. Özellikle Bohr’un ne büyük hayal kırık-lığına ve öfkeye kapıldığını tahmin etmek zor değil-di. Çünkü hayatını, parçacıklara ait hiçbir şeyin gör-selleştirilemeyeceğini anlatmakla geçirmişti.

Sert tepkiler üzerine Feynman, şekillerinin sadece denklemleri sembolize ettiğini, bunları atomaltı sü-reçleri daha anlaşılır kılmak için kullandığını açıkla-maya çalıştı. Lâkin muhatapları onu kuantum meka-niğinin ruhunu anlamamış olan heyecanlı bir genç olarak küçümsemeyi tercih etti. Ancak Feynman Ju-lian Schwinger isimli başka bir gencin bir hayli dik-katini çekmeyi başarmıştı. Feynman’ın diyagramları ve Scwinger’in matematik cambazlığı sayesinde yep-yeni bir cephe açılmış oldu.

Sonraki yıllarda Feynman’ın şekillerinin ne bü-yük rahatlık sağladığı daha da netleşti. Matematik-sel denklemlerde çıkan sonsuz ifadeleri halının al-tına süpürmenin bir yolu bulunmuştu. Fizikçiler renormalizasyon denilen yöntemle denklemlerde-ki fiziksel karşılığı olmayan sonsuzluklardan kur-tulabildi. Kuramsal fizikte artık her şey çok güzel-di. Tüm atomaltı süreçler anlaşılmış, tüm parçacık-lar tanımlanmış, etkileşimlerin sırparçacık-ları çözülmüştü!

>>>

Çizimlerde her bir düğüm noktası ve

her bir çizgi, matematiksel bir ifadeye eşdeğerdir. Böylece bütün etkileşimler matematiksel denklemlerle kolayca tasvir edilir. Denklemlerin çözümleri ile parçacıkların kütleleri, bozunma sabitleri, etkileşim sabitleri gibi bütün temel fiziksel özelliklerini

öngörmek mümkündür.

Richard Feynman

(5)

Ancak laboratuvarlardan kötü haberlerin gelmesi çok sürmedi. Bir süredir, nereden geldiği anlaşılma-yan bir sürü yeni parçacık türemeye başlamıştı. He-men heHe-men her gün bir laboratuvarda yeni bir par-çacığın keşfedildiği duyulur oldu. Nötrinolar, pion-lar, kaonpion-lar, lamdapion-lar, deltalar… Hiçbir kurama uy-mayan bu parçacıklardan biri olan muon ilk keşfedil-diğinde Nobel Ödüllü fizikçi Rabi’nin öyle canı sıkıl-mıştı ki “kim ısmarladı şimdi bunu” diye isyan etmiş-ti. İşler artık altından kalkılmaz bir hal almaya başla-mıştı. Atomaltı dünyanın esrarı her aydınlanır gibi ol-duğunda yepyeni bilinmezlikler ortaya çıkıveriyordu. 1960’lara gelindiğinde yeni bir devrime ihtiyaç vardı. Aranan isim Feynman’ın Caltech’teki odası-na komşu bir odada çalışıyordu: Murray Gell-Mann. Gell-Mann kontrolden çıkan parçacıklar dünyasına bir düzen getirebilmek için yeni bir matematik arayışı-na girdi. Aradığı yöntemi, matematiğin tozlu rafların-da buldu. Fizikçilerin matematiksel bir araç olarak o güne kadar kullanmadığı grup teorisini temel aldı. Bir takım sayıları temsil eden örüntüler şeklinde gruplar oluşturdu. Bilinen bütün parçacıkları içeren organize bir sistem kurmaya çalıştı. Başardı da. “Sekiz katman-lı yol” dediği bir sistem oluşturdu. Her keşfedilen par-çacık spinleri, elektrik yükleri gibi fiziksel özellikle-riyle bu sistem içinde bir sınıflandırmada yer bulabil-di. Parçacıklardan oluşan bu sirk çok kalabalıktı, yine de zapt edilmiş olmaları onca keşmekeşten sonra ye-terince mutluluk vericiydi. Ama Gell-Mann, nedense birden bütün bu parçacıkların aslında daha derinde bulunan başka bir gerçekliğin yansıması olabileceğini düşündü. Evet, proton, nötron ve elektronlar atom-ları oluşturuyordu; yeni keşfedilen parçacıklar da bu parçacık listesini epeyce kalabalıklaştırmıştı. Peki ya bunları da oluşturan daha temel parçacıklar varsa?

Gell-Mann proton, nötron ve diğer parçacıkla-rın “kuark” adını verdiği daha temel parçacıklardan oluştuğunu düşündü. Farklı “çeşnilerdeki” kuark-lar bir araya gelerek farklı onkuark-larca parçacığın açı-ğa çıkmasını sağlıyordu. Gell-Mann kuark kuramı-nı 1964’te oluşturduğunda, çok şık bir matematik-sel altyapıyla birlikte her şey eskisi gibi az ve öz gö-rünüyordu. Üç kuarkın bir araya gelmesiyle proton, nötron gibi baryonlar, bir kuark ve anti-kuark çif-tinin bir araya gelmesiyle de piyon, kaon gibi me-zonlar oluşuyordu. Gell-Mann bu öngörüsünü pay-laşmakta acele etmedi. İnsanların tepkisini kestire-memişti. Ta ki 1968’de Stanford Lineer Hızlandırı-cısı’ndaki (SLAC) inanılmaz keşfi duyana kadar.

Hızlandırıcılarda elektrik yüklü parçacıklar ışık hızına çok yakın değerlere kadar hızlandırılır ve bir hedefe doğru yönlendirilir. Hedefle çarpışma sağ-landığında atomaltı dünyanın sırları ortaya saçılı-verir. SLAC’ta elektronlar hızlandırılarak hidrojen tankına yönlendirilmişti. Hidrojen atomunun çe-kirdeği tek bir protondan ibarettir. Protonla çarpış-tıktan sonra saçılan yüksek enerjili elektronlar in-celenerek çarpışma esnasında gerçekleşen fiziksel olaylar ve çarpışan parçacıkların özellikleri hak-kında bilgi elde edildi. Sonuçlar çok ilginçti, çün-kü verilere göre, proton bilinenin aksine temel bir parçacık değildi. Daha temel parçacıklardan oluş-muş, kompozit yapılı bir parçacıktı. Onca yıl ato-mun en son yapıtaşı olduğu düşünülen protonlar ve nötronların, aslında keşfedilmeyi bekleyen karma-şık yapıları vardı. Gell-Mann kuarkın kâşifi olarak tarihe geçti. Evrenin yapıtaşları dediğimiz sınıf tek-rar büyük bir sadeliğe kavuştu. Maddeyi oluşturan atomlar kuark ve elektron denilen iki temel parça-cıktan oluşuyordu.

(6)

Günümüzde hâlâ geçerli olan sınıflandırmaya göre proton ve nötron, u ve d kuarklarından olu-şur. Yüksek enerji laboratuvarlarında nispeten ağır olan s, c, b ve t kuarkları çok kısa süreliğine yaratılır ve kısa sürede bozunur. Böylece doğada toplam al-tı kuark çeşnisi bulunur. Tıpkı elektron, proton gi-bi parçacıkların elektrik yükü taşıması gigi-bi, her ku-ark da bir renk yükü taşır. Elektrik yüklü parçacık-ların birbirlerine kuvvet uygulamasına benzer şe-kilde, renk yükü taşıyan kuarklar birbirlerine güç-lü etkileşim ile bağlanır. Yine elektromanyetik kuv-veti taşıyan fotonlar gibi, gluon adlı taşıyıcı parça-cıklar da güçlü etkileşimin iletilmesinde görev alır. Güçlü etkileşimin erimi atom çekirdeği ile sınırlı-dır. Ancak etkili olduğu o minicik mesafede ina-nılmaz bir şiddetle parçacıkları birbirine yapıştırır. Öyle ki, ne doğada ne de laboratuvar ortamında tek başına bir kuark gözlemlemek mümkün olmuştur. Bütün kuarklar ya üçlü gruplar halinde baryon ya da çiftler halinde mezon oluşturacak şekilde birbir-lerine bağlıdır.

Kuarklar kimilerine göre gerçekten temel parça-cık, kimilerine göre onların bile anlaşılmayı bekle-yen daha derin yapıları olabilir. Ancak bunun öte-sinde deneysel keşiflere teknolojimiz şimdilik ye-terli değil. Daha küçük yapılara ulaşabilmek için daha yüksek enerjili, dolayısıyla daha büyük ve da-ha pada-halı laboratuvarlara gereksinim var.

Atom ve ötesini anlama gayretleri tüm hızıyla de-vam ediyor. 1900’lü yıllarda başlayan yolculuğun he-nüz başlarında olduğumuzu bile iddia edebiliriz. Bu süreçte sorular yanıt buldukça, daha büyük soru-lar doğdu. Parçacıksoru-ların çetrefilli dünyasını yorum-lamaya yönelik standart bir “dünya görüşü” üzerin-de bile hemfikir olunamadı. Farklı yorumlar, bam-başka iddialar, bilim kurgu öykülerini aratmayacak gariplikte yeni kuramlar revaçta. Atomaltı dünya ile bizim gündelik deneyimlerimiz arasındaki ürkütü-cü uyumsuzluktan bunalan kimi bilim insanları, fel-sefi konuşmaları bir kenara bırakıp matematiğin bi-ze anlattıklarını kabul etmekle yetinmeyi tercih edi-yor. Dirac’a veya Feynman’a atfedilen, fizikçiler ara-sında meşhur “sus ve hesaplamaya devam et!” mot-tosu, bunun dışa vurumu olsa gerek.

Çizim: Ersan Yağız

Murray Gell-Mann

Kaynaklar

• Yazıcı, E., “Satranç ve Kuantum Fiziği”, Bilim ve Teknik, Şubat 2015.

• Anderson, C. D., “The Positive Electron”, Physical Review, Cilt 43, Sayı 6, s. 491, 1933. • Al-Khalili, J., “The Illusion of Reality”, http://www.bbc.co.uk/programmes/b007vz5n • Yazıcı, E., “Atomaltı Dünyanın Doğuşu 1”, Bilim ve Teknik, Mart 2015.

• Brown, L. M., Rigden, J. S., Memories of Richard Feynman, Simon and Schuster, 1993. • Yazıcı, E., “Atomaltı Dünyanın Doğuşu 2”, Bilim ve Teknik, Nisan 2015.

• http://tuvalu.santafe.edu/~mgm/Site/Front_Page.html

• Fritzsch, H., Gell-Mann, M., Current algebra-quarks and what else?, 1993. http://books.google.com.tr/books?id=0_FAAQAAIAAJ&redir_esc=y

<<<

Referanslar

Benzer Belgeler

Akdere Mutlu Mahallesi (11'inci gün); Abidinpa şa Ege Mahallesi (dokuzuncu gün), Batıkent Uğur Mumcu Mahallesi Harb-İş Siteleri (sekizinci gün) günlerdir susuz

Buna rağmen sudan içen hayvanlar telef oldu, şebeke suyunu yıllardır zaten sadece ‘temizlik ve sulama amaçlı’ olarak kullanan köyde 7 kişi de hastanelik oldu.. Dulkadir, 7

Buna göre, sınırları yeniden çizecek (yada silikleştirecek) olan ana dinamik piyasad ır; büyük imparator (ABD) ve onun bölge müttefikleriyle uyum içinde olmak da bu açılımın

Dünya Savaşı’nda pek çok cephede siper savaşı yaşanmış olmasına karşın bunların hiç birinin Batı cephe- si kadar uzun siperlere ve neredeyse dört yıl süren

 İdrar yolu enfeksiyonlu kastre erkeklerde komplike olgularda tedavi 3 hafta devam etmelidir..  Kastre edilmemişlerde daha uzun süre (en az 4 hafta) tedaviye

Bu bilgiler ışığında, Vâ-Nû imzalı hikâyenin ve önceki nüshalardaki üçünün Vâlâ Nu- rettin tarafından kaleme alındığı, daha önceki tarihlerde yer alan imzasızla-

Dinledikçe biri, sonra diğeri, sonra diğeri Bir ruh üşümesi, bir çalkantı, bir gök çarpması Bir erkek geyiğin sıçrayan yıldızlarıyla Karanlığa bıçak hâlinde..

Horizontal göz hareketlerinin düzenlendiği inferior pons tegmentumundaki paramedyan pontin retiküler formasyon, mediyal longitidunal fasikül ve altıncı kraniyal sinir nükleusu