• Sonuç bulunamadı

Genel Teori ye Giden Yol: Keynes in Entelektüel Oluşumu

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "Genel Teori ye Giden Yol: Keynes in Entelektüel Oluşumu"

Copied!
15
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

4

İKTİSAT VE TOPLUM MART 2021 • SAYI: 125

1. Keynes’in Gençlik Yılları

John Maynard Keynes 1883’de Cambridge’de doğdu. Babası John Neville Keynes (1852- 1949), Maynard doğduğu sırada Cambridge Üniversitesi’nde mantık ve iktisat dersleri veren genç bir öğretim üyesiydi.

O yıllarda Cambridge’de iktisat daha henüz bir bilim olarak kabul edilmiyordu ve iktisat dersleri Ahlâkî Bilimler (Moral Sciences) eğitimi içinde veriliyordu.1 Daha sonra, 1910 ve 1925 yılları arasında, akademik çalışmaları bir kenara bırakarak, üniversitenin yönetiminde önemli ve etkin bir pozisyon olan Kayıt İşleri’nin

(Registrary) başına geçti ve oradan da emekli oldu. Ancak iktisat camiasında John Neville Keynes’i esas ünlendiren, iktisadı pozitif bir bilim olarak tanımlayan; bu yeni bilimin sosyal, ahlâkî ve tarihî yanlarına değinmekle birlikte, tümdengelimci ve mantıkî yanını öne çıkartan; halen bile iktisat metodolojisi alanında bir klasik olarak kabul edilen Politik İktisadın Kapsamı ve Metodu (The Scope and Method of Political Economy) (1890) adlı kitabıydı.

Maynard’ın annesi, Florence Ada Keynes de (1861-1958) eşi John Neville gibi Cambridge Üniversitesi mezunuydu.2 Florence Ada Keynes tüm

hayatı boyunca hep toplumun genel refahını arttıracak sosyal reform ve hareketlerle ilgilendi.

Gençlere iş bulmak için bir kurum oluşturdu, bu kurum önce yerel yönetim tarafından genişletildi, sonra hükümet tarafından ulusal düzeye çıkartıldı; verem hastalarının sorunlarıyla ilgilendi; fakir düşmüş yaşlıların durumlarını düzeltmeye, yoksul evlerinde yaşayan kişileri topluma kazandırmaya çalıştı (Harrod, 1951, s. 11). 70’inden sonra, oğlu Genel Teori’yi yazarken, üniversitede ve hatta dünyada önemli bir konuma gelmişken, 1932-1933 yıllarında,

Cambridge Belediye Başkanı oldu. Tüm hayatı Cambridge’de

Genel Teori ’ye Giden Yol:

Keynes’in Entelektüel Oluşumu

Vedit İnal Yeditepe Üniversitesi vinal@yeditepe.edu.tr

Keynes, iktisadî sistemin fiyatların esnekliği sonucu dengeye gelmediğini, toplam arz ve talep arasındaki dengenin hasıla tarafından sağlandığını gösteriyordu.

(2)

5

İKTİSAT VE TOPLUM MART 2021 • SAYI: 125

geçen, şehrin her türlü

sorunuyla ilgilenen ve şehirdeki en önemli mevkiye de gelen Florence Ada Keynes, 86 yaşında şehrin tarihini, sokaklarını, binalarını, ilginç kişilerini anlattığı bir de kitap yazdı:

Cambridge Tarihinin Yan Yolları (By Ways of Cambridge History) (1947). Cambridge Üniversitesi yayınlarından çıkan bu kitap 2009 yılında en son baskısını yaptı ve halen satılmakta.

Bundan üç yıl sonra da ailesini ve Maynard’ın çocukluğunu anlattığı İplikleri Toparlarken (Gathering up the Threads) yayınlandı. Florence Ada Keynes, eşi John Neville gibi, 97 yaşında ve oğlu Maynard’dan yıllar sonra öldü.

1897 yılının Temmuz ayında, üç gün süren zorlu bir sınav maratonu sonucu, Maynard Eton College’e burslu olarak kabul edildi. Diğer alanlarda en tepelerde olmasa bile, matematikte en yüksek puanı almış ve bu da Eton’a kabul edilmesini sağlamıştı (Harrod, 1951, s. 14). 1440 yılında, Kral VI. Henry tarafından kurulmuş olan ve en aşağı 15 başbakan yetiştirmiş olmakla öğünen Eton College, bugün olduğu gibi o gün de İngiltere’nin en önemli ve prestijli liselerinden biriydi.

Cambridge’deki King’s College ise bir yıl sonra, Eton’un kardeş kuruluşu olarak, gene VI. Henry tarafından kurulmuştu. Bu nedenle Eton’dan King’s College’e geçiş eğitimin doğal bir süreci

gibi kabul ediliyordu. King’s College, Maynard’ın okumak istediği tek yerdi. Cambridge’in diğer kolejlerini, ya da Oxford’u hiç düşünmüyordu. King’s College’de burslu okumak için girdiği sınavda yazdığı denemede ‘Para’ konusunu işledi (Skidelsky, 1983, s. 98). Eton’dan sonra, 1902 yılında, King’s College’de üniversite eğitimi başladı.

Keynes, Cambridge’de matematik okudu, ama greko- romen klasik dönem üzerine de dersler aldı, felsefe ve tarih çalıştı, iktisatla ilgilendi.

Cambridge’e geldiğinde, sosyal bilimler, ikisi de babasının yakın arkadaşı olan, iki önemli hocanın etkisi altındaydı: Ahlâk Felsefesi profesörü Henry Sidgwick (1838-1900), ve neoklasik iktisadın ve özellikle kısmî denge analizinin kurucusu olarak kabul edilen Alfred Marshall (1842-1924). Marshall esas olarak matematikçiydi.

Cambridge’de iktisat eğitimini Ahlâkî Bilimlerden ayırarak kendi başına bir bilim dalı haline getirebilmek için Sidgwick’e karşı zorlu bir mücadele vermiş ve bu mücadeleyi ancak Sidgwick’in ölümüyle kazanabilmişti.

Sidgwick ahlâkî konuları, bu alandaki spekülatif yaklaşımları önemsiyordu. Marshall’ın ise ayağı yere basıyor, öğrencilerine hayatta sosyal görevleri olduğu telkininde bulunuyordu (Skidelsky, 1983, s. 40). Sonuç olarak Keynes’i

etkileyen Marshall oldu. Onun teşvikiyle iktisada yöneldi.

Marshall’dan aldığı eğitimin bir sonucu olarak da, örneğin Walras’ın aksine, iktisadı hiçbir zaman ‘saf bir bilim’ olarak görmedi. İktisat onun için iktisadî mükemmeliyet için yapılan birşey değildi. İktisadî araştırmanın amacı toplumun sorunlarına çare bulmaktı.

Cambridge’de 3 yıllık lisans eğitiminin sonunda ‘tripos’ adı verilen bir dizi sınava girilir.

Keynes ilk grup sınava 1905 Mayıs’ında matematikten girdi ve bu sınavlarda 12. oldu.

Birinci olamamak, Keynes’i matematiğin ona uygun bir alan olmadığı sonucuna götürdü ve sınavların ikinci kısmına girmekten vazgeçti.

Ahlâk felsefesine duyduğu ilgi nedeniyle George Edward Moore’un Ahlâkın Temelleri (Principia Ethica) (1903) adlı yeni kitabını okumaya başladı, ardından da Alfred Marshall’ın İktisadın Temelleri ’ni (Principles of Economics) (1890). İkinci grup sınava Ahlâkî Bilimler’den mi, İktisat’tan mı gireceği konusundaki kararsızdı.

Üniversitede bir yıl daha kalarak kendini geliştirmeyi seçti. Ancak kararsızlığı devam etti. 1906 Baharında Marshall, kalan kısa zamana rağmen, sınavlara iktisattan girerse büyük bir ihtimalle birinci olacağını söyleyerek, Keynes’i sınavlara iktisattan girmesi için ikna etmeye çalışıyordu.

(3)

6

İKTİSAT VE TOPLUM MART 2021 • SAYI: 125

Aynı yılın Mayıs ayında Keynes ikinci grup sınava girmeme, onun yerine memuriyet sınavlarına hazırlanma kararı verdi. Sonuç olarak, 20. yüzyılın en önemli iktisatçısı, iktisat diploması olmayan, üniversite yaşamında en fazla bir kaç ay iktisat dersi almış, iktisat alanında ne biliyorsa, hepsini kendi özel gayretiyle, okuyarak, gözlemleriyle, mantık yürüterek ve yaptığı işler sırasında

öğrenmiş bir kişiydi (Skidelsky, 1983, s. 166).

Keynes’in üniversite sonrası hayatı hep kamu hizmeti ve üniversitede ders verme arasında gidiş gelişlerle geçti. 1906

Ekiminde İngiltere’nin Hindistan Bürosu’nda (India Office)

çalışmaya başladı. Bürodaki görevleri sıradan işlerdi, Keynes’in ilgisini çekecek şeyler değildi. Bu büroda çalışıyor olması, ona Hindistan’daki İngiliz yönetiminin Hintliler için ne anlama geldiğini de öğretmedi. Hintlilere bir empati geliştiremedi, Hindistan’ı İngiliz gözüyle görmeye devam etti. İki yıl sonra da tekrar Cambridge’e dönüp ders vermeye başladı. 1911 yılında, İngiltere iktisatçılarının en önemli birliği, Royal Economic Society’nin çıkardığı, Economic Journal’ın yayın yönetmeni oldu. Çeşitli kamu görevleri nedeniyle üniversiteden zaman zaman ayrılsa da, derginin editörlüğünü yapmayı 33 yıl sürdürdü. Birinci Dünya Savaşı

başlayınca akademik hayata ara verdi ve Ekonomi ve Maliye Bakanlığı’nda (Treasury) çalışmaya başladı. Temel ilgi alanı savaşın, enflasyona neden olmayacak bir şekilde finansmanı idi. Bu ilgi, savaş karşıtlığıyla bilinen ve Keynes’in de dahil olduğu entellektüel ve sanatçılardan oluşan Bloomsbury grubu tarafından hiç de hoş karşılanmadı.

1919 yılının Ocak ayında Birinci Dünya Savaşı’nı bitiren Paris (Versailles) Barış Görüşmeleri’ne giden İngiliz heyetine Ekonomi ve Maliye Bakanlığını’nın baş temsilcisi olarak katıldı.

Görüşmelerde müttefikler Almanya’nın ve diğer mihver devletlerinin savaş tazminatı ödemelerini talep ediyordu.

Ancak savaşın yaptığı tahribatın büyüklüğünü ve Almanya’nın ödeme kapasitesini tespit etmek kolay değildi. Müttefiklerin savaş harcamalarını karşılamak için arttırmak zorunda

kaldıkları vergiler üzerinden yapılan bir hesap, yaklaşık 125 milyar dolarlık bir savaş maliyeti çıkartıyordu ortaya (2021 doları cinsinden, yaklaşık 1.75 trilyon dolarlık bir büyüklük).

Almanya’nın ve diğer mihver devletlerinin ödeme kapasitesi ise 25-30 milyar dolar (2021 fiyatlarıyla, yaklaşık 350- 420 milyar dolar) olarak hesaplanıyordu.

Barış görüşmelerinde Fransa’nın amacı, Almanya’nın yeni savaşlar çıkartmasının önüne geçmekti.

Bunun için Almanya’nın iktisadî olarak zayıflatılması, hatta çökertilmesi gerekiyordu.

Keynes için önemli olansa Avrupa’nın yeniden ayağa kaldırılabilmesiydi. Bunun için tazminatların Alman ekonomisini çökertmeyecek düzeyde olması gerekiyordu.

Keynes’e göre, Almanya’ya ve mihver devletlerine ödettirilmeye çalışılan tazminat çok yüksek bir düzeyde tutulursa, müttefikler kısa zamanda bu tazminatın düşmana olduğu kadar kendilerine de zarar verdiğini anlayacaklardı (Skidelsky, 1983, s. 365). Nisan ayında, Almanya’nın yaklaşık 7 milyar dolarlık (2021 fiyatlarıyla yaklaşık 100 milyar dolarlık) tazminat ödemesi içeren planını İngiltere başbakanı Lloyd George’a sundu, ancak plan kabul görmedi (Skidelsky, 1983, s. 369). Keynes, bunun üzerine Mayıs sonunda İngiliz Heyeti’nden ayrıldı. Bir ay sonra da, geçtiğimiz aylarda Türkçe çevirisi Efil Yayınevi tarafından yayınlanan,

Barış’ın İktisadî Sonuçları (The Economic Consequences of the Peace) (1919) adlı kitabını yazmaya başladı. İmzalanan barışı ‘Kartaca Barışı’ diye nitelendiriyordu.

Keynes, bu kitabın son bölümünde ileriye yönelik önerilerini dört grupta toplar.

Burada özellikle birinci ve üçüncü bölümlerde söyledikleri

(4)

Sermaye, Bölüşüm, Büyüme

Büyüme Teorisinin Gelişimi ve Türkiye’nin Büyüme Sorunları

İktisadi Büyüme ve Bölüşüm Teorileri

Sermaye Bölüşüm Büyüme, edebiyatta “nehir roman”

adıyla tanınan türler gibi, bir “nehir eser”dir. Bu eserde büyüme ve bölüşüm sorunsalı salt bugünün kavşağında algıladığımız biçimiyle ele alınmamakta, bir tarihsel perspektife oturtularak sunulmaktadır.

Böylece eser, bugünkü bilgilerimizin öncüllerini sergilemekle kalmamakta, köklü bir iktisadi analiz geleneğinden gelecekte filizlenecek düşüncelerin de önünü açmaktadır.

Prof. Dr. Oktar Türel

Bu kitap Türkiye’nin daha hızlı bir büyüme gösterip, ülkeler sıralamasında öne geçebilmesi için neler yapılması gerektiğini tartışmak amacıyla yazılmıştır.

Sorunun cevabı büyüme teorisinin detaylı bir biçimde incelenmesiyle bulunabilir. Kitabın ilk kısmında, büyüme teorisinin işaret ettiği büyüme sağlayıcı faktörler

detaylı bir biçimde incelenmekte; ikinci kısmında da Türkiye’nin incelenen bu faktörler açısından, rakiplerine ve ilişki içinde olduğu ülkelere göre ne durumda

olduğu araştırılmaktadır.

Bu kitap küreselleşme ve ülke içi veya ülkeler arasındaki gelir farklılıklarının nedeni olan etkenler hakkındaki güncel tartışmaları anlamak isteyen herkesçe okunmalıdır.

Yılmaz Akyüz

Anlaşılması kolay bir üslupla ayrıntıya inen ve gerçek dünyadan verilerle teoriyi destekleyen ve okuyucunun ekonomik fenomenlerin açıklamalarla kavramasını sağlayan bir kitaptır.

Dr. Orhan Kurmuş

Yılmaz Akyüz

Vedit İnal

Erinç Yeldan

(5)

Salgın Ekonomisi

EDİTÖR: ÖMER FARUK ÇOLAK

Dünyayı etkisi altına alan COVID-19 salgını, ülkeler üzerinde daha önce yaşananlardan farklı etkiler bırakacak gibi gözükmekte. Salgın sonrası ülkeleri ekonomiden politik davranış biçimlerine, kentleşmeden gıda üretimi ve güvenliğine, eğitim ve sağlık sistemine kadar uzun bir değişim süreci bekliyor.

Bu değişimin sadece iktisat politikalarıyla değil, ulusal ve uluslararası kurumsal yapılanmaları da kapsayacağını düşünmekteyiz. Nitekim bunun işaretleri de gözükmekte.

Salgın Ekonomisi, tüm bu sorgulamaları yapmakta. On iki farklı üniversiteden yirmi

üç akademisyen “Salgın Ekonomisi” kitabına emek verdi. Amacımız bu konuda çalışmalar yapan akademisyenleri okuyucuyla buluşturmanın yanında, ülkemize egemen olan sığ ve rafine olmayan söylemlerin çıplaklığını göstermektir.

Dünyayı etkisi altına alan COVID-19 salgını, ülkeler üzerinde daha önce yaşananlardan farklı etkiler bırakacak gibi gözükmekte. Salgın sonrası ülkeleri ekonomiden politik davranış biçimlerine, kentleşmeden gıda üretimi ve güvenliğine, eğitim ve sağlık sistemine kadar uzun bir değişim süreci bekliyor.

Bu değişimin sadece iktisat politikalarıyla değil, ulusal ve uluslararası kurumsal yapılanmaları da kapsayacağını düşünmekteyiz. Nitekim bunun işaretleri de gözükmekte.

Salgın Ekonomisi, tüm bu sorgulamaları yapmakta. On iki farklı üniversiteden yirmi

üç akademisyen “Salgın Ekonomisi” kitabına emek verdi. Amacımız bu konuda çalışmalar yapan akademisyenleri okuyucuyla buluşturmanın yanında, ülkemize egemen olan sığ ve rafine olmayan söylemlerin çıplaklığını göstermektir.

Yazarlar:

Asaf Savaş Akat Ahmet Atıl Aşıcı Osman Aydoğuş R. Funda Barbaros Ömer Faruk Çolak Nazire Nergiz Dinçer Alper Duman

Ceyhun Elgin

Oğuz Esen

Öner Günçavdı

Seyfettin Gürsel

Ersin Kalaycıoğlu

Pınar Kaynak

Ayça Tekin-Koru

Özge Erdölek Kozal

Şevket Pamuk

Güven Sak

Serdar Sayan

İlhan Tekeli

Gökçe Uysal

Ebru Voyvoda

Abdullah Yalaman

M. Ege Yazgan

Erinç Yeldan

(6)

9

İKTİSAT VE TOPLUM MART 2021 • SAYI: 125

ilginçtir. Birinci bölümde, anlaşmanın yeniden gözden geçirilmesini, savaş tazminatı olarak Almanya’nın sadece 10 milyar dolar (2021 fiyatlarıyla yaklaşık 140 milyar dolar) ödemesini; Almanya bu tazminatı ödeyemiyorsa üzerine çok gidilmemesini ve Almanya dışındaki mallarına el konulmamasını; Avusturya’dan savaş tazminatı istenmemesini;

Milletler Cemiyeti (Cemiyet-i Akvam) gözetiminde, Türkiye’yi, Mısır’ı ve hatta İngiltere

kanalıyla Hindistan’ı da içine alacak şekilde orta, doğu, güney-doğu Avrupa ülkelerini ve Sibirya’yı içeren bir serbest ticaret bölgesi oluşturulmasını önerir. Keynes bu tür önerilerin Avrupa’nın 1914 öncesi

günlerine dönebilmesi için zorunlu olduğuna inanmaktadır.

Bu önlemlerin Almanya’nın orta Avrupa’yı ele geçirme rüyasını engelleyeceğini ve eğer bu tedbirler alınmazsa, esas o zaman Alman rüyasının gerçekleşeceğini söyler

(Keynes, 1919, ss. 166-69).

Üçüncü bölümde ise Avrupa’da üretimin yeniden başlayabilmesi için, Amerika’dan gelecek finansmanın önemine değinir (Keynes, 1919, ss. 179-80).

Kitap, Avrupa’da olmasa bile Amerika’da çok etkili oldu.

Paris görüşmelerinde Keynes’in önerilerine soğuk bakan Amerikalılar, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra dünya barışının savaşı çıkartanlardan

alınacak tazminattan değil, savaşın yaralarının sarılmasından ve Avrupa’nın ve dünyanın yeniden inşasından geçtiğini anlamışlardı. Marshall Planı ve kuruluşlarında

Keynes’in de etkin bir rol oynadığı IMF ve Dünya Bankası kısmen bu anlayış değişikliğinin bir sonucuydu.

Barış görüşmeleri heyetinden ayrıldıktan sonra, Cambridge’e King’s College geri döndü ve 1940’a kadar da herhangi bir devlet görevinde bulunmadı.

Heyetten ayrılmakla

Cambridge’e dönmek arasında geçen kısa sürede ise London School of Economics’de Para ve Bankacılık kürsüsü başkanlığı, British Bank of Northern Commerce’de yönetim kurulu başkanlığı gibi teklifleri de reddetmişti (Skidelsky, 1983, s.

379). Akademik çalışmaların yanısıra üniversitenin ve kolejin çeşitli işleri ile de ilgileniyordu.

Borsayla ilgilenmeye ve kendi hesabına borsada oynamaya başladığı için 1924’ten itibaren King’s College’in yatırım fonlarını da yönetmeye başladı.

Bunun sonucu olarak da hem kendini hem de King’s College’i zenginleştirdi. İki savaş arası bu dönemde ileride inceleyeceğimiz üç kitabı çıktı: Para Reformu Üzerine bir Risale (A Tract on Monetary Reform) (1923), Para Üzerine bir İnceleme (A Treatise on Money) (1930) ve İstihdam, Faiz ve Paranın Genel Teorisi (The General Theory

of Employment, Interest and Money) (1936).

II. Dünya Savaşı başlayınca Keynes tekrar Ekonomi ve Maliye Bakanlığı’na (Treasury) döndü ve savaş boyunca burada çalıştı. Bu dönemdeki düşünsel gelişimi 1940 Şubat’ında yayınladığı Savaşın Maliyeti Nasıl Karşılanmalı (How to Pay for the War) adlı kitapçıkta açık olarak görülebilir. Keynes iki soruna cevap arıyordu bu kitapçıkta.

Savaş süresince devam eden tüketimin yanısıra artan savaş harcamalarının oluşturacağı enflasyonla ve savaşın bitiminde üretimin yavaşlaması nedeniyle meydana gelecek durgunlukla nasıl mücadele edilmeliydi.

Keynes, savaş harcamalarının hiç olmazsa bir kısmının makul düzeyde yapılacak bir borçlanmayla karşılamasını öneriyordu. Bu, savaş süresince talebi azaltıp, enflasyonu önleyici bir etki yapacaktı. Savaş sonunda da borçların zaman içinde yavaş yavaş ödenmesi, talebi yüksek tutarak durgunluğu önleyecekti.

Keynes, savaşın bitiminde, dünya para sistemine çeyrek yüzyıl boyunca yön verecek olan ve Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası gibi uluslararası örgütlerin kurulması kararının alındığı Bretton Woods Konferansı’nda İngiliz heyetinin başındaydı.

Konferans’da dünya finans sistemini stabilize edecek önemli bir öneride bulundu. Ticaret

(7)

10

İKTİSAT VE TOPLUM MART 2021 • SAYI: 125

fazlası olan ülkelerin, ticaret açığı olan ülkelere yatırım yapmalarını önerdi. Bu öneri kabul görmedi. Mantıksız olduğundan değil, İngiliz delegasyonundan geldiği için.

İkinci Dünya Savaşı sonunda dengeler değişmiş, siyasî ve iktisadî güç ‘Üzerinde Güneş Batmayan İmparatorluk’

İngiltere’den Amerika Birleşik Devletleri’ne geçmişti

(Tsoulfidis, 2010, s. 245).

Tüm bu uğraşların yanısıra Keynes sanatla da ilgiliydi.

Londra’daki Royal Opera House’un destekleyicisiydi.

1936 yılında Cambridge’de Cambridge Arts Theater’ın, 1946 yılında, Arts Council of Great Britain’ın (Büyük Britanya Sanat Konseyi) kuruluşunda etkin rol oynamıştı. Aynı zamanda, bu ikinci kuruluşun ilk başkanı olarak da görev yapmıştı. Savaş sonrasında, hükümetin elinde çok da para olmamasına rağmen, Keynes’in hükümet üzerindeki etkisi sayesinde bu kuruluşun bütçesi oldukça geniş tutulabilmişti.

Keynes adı, Virginia Woolf, E.M. Forster, Duncan Grant ve Lytton Stratchey gibi yazar ve ressamların oluşturduğu ve Kraliçe Viktorya dönemi ahlâkî değerlerine karşı çıkmalarıyla, alışılmışın dışında (unorthodox) davranışlarıyla bilinen sanatçı ve entellektüeller topluluğu, Bloomsbury grubu ile birlikte anılırdı. İngiltere ve dünya politik sahnesinde boy gösteren

birinin böyle avant garde bir grubun içinde olması çok da alışılmış bir şey değildi aslında, ama bu kişi Keynes olunca bu durum pek de göze batmıyordu.

Keynes’in, Cézanne, Degas, Modigliani, Georges Braque, Picasso, and Georges Seurat gibi ressamların eserlerinden oluşan hatırı sayılır bir resim kolleksiyonu da vardı, ama sanatla en büyük ilgisi ise kuşkusuz eşiydi – Diaghilev Bale Grubu’nun yıldızlarından bir balerin, Lydia Lopokova (1892- 1981) ile evliydi.

2. Keynes’in Dönemini Tanımlayan İktisadi Sorunlar

İki savaş arası dönemde dünyada ve özellikle İngiltere’de iktisadî politika tartışmaları iki temel sorun üzerinde yoğunlaştı:

altın standardına geri dönüş ve 1920’lerde de bir sorun olan, ama Büyük Bunalım’da dayanılmaz boyutlara ulaşan işsizlik. Keynes her iki sorunla da aktif bir biçimde ilgilendi.

(i) Altın Standardına Dönüş

Napolyon Savaşları’ndan itibaren, 19. yüzyıl boyunca altın ile kâğıt para arasındaki ilişki hep tartışıldı, ama yüzyılın son çeyreğine gelindiğinde İngiltere’de ve Avrupa’da altın standardı tüm ülkelerin kabul ettiği para sistemi haline gelmişti. Bu durum I. Dünya Savaşı’na kadar

da aynı şekilde devam etti.

Ancak savaş sırasında düşen üretim, azalan vergi gelirleri ve artan harcamalar nedeniyle bütçe açıkları ortaya çıkmaya başlayınca, altın standardını terketmek ve para arzını merkez bankasının elindeki altın rezervlerinden bağımsız hale getirmek bir çözüm olarak yeniden ortaya çıktı.

Savaş süresince birçok ülke altın standardını terketti, para politikasını serbestleştirdi ve bütçe açıklarını mümkün mertebe azalttı. Savaş bitince de, üretim yeniden başladığı, vergi gelirleri arttığı ve savaş harcamaları azaldığı için yeniden altın standardına dönülmesi çağrıları gelmeye başladı. İngiltere, 1920 ile 1925 arasını altın standardına geri dönüş tartışmaları ve hazırlıkları ile geçirdi.

Keynes 1920 başlarından beri altın standardına karşıydı.

1923 yılında yayınladığı Para Reformu Üzerine bir Risale (A Tract on Monetary Reform) adlı kitabında altın standardına dönmenin yaratacağı deflasyon ve işsizlik tehlikesine dikkat çekiyordu. Otomatik bir ayarlama mekanizması olarak altın standardının pürüzsüz işleyebilmesi için fiyatların esnek olması gerekiyordu. Yoksa fiyat- altın-para akımı-mekanizması (price-specie-flow-mechanism) işlemezdi. Yüzyılın başından beri ise hem ücretler, hem de fiyatlar esnekliklerini kaybetmişlerdi.

(8)

11

İKTİSAT VE TOPLUM MART 2021 • SAYI: 125

Bu durumda altın standardına dönmek ciddi bir deflasyon ve işsizlik tehlikesi içeriyordu.

Bu kitabı bugün hâlâ hatırlanır kılan iki önemli özelliğine dikkat çekerek devam edelim.

Keynes sadece altın standardına dönmenin tehlikelerinden bahsetmiyor, iktisat tarihinde ilk defa para arzının merkez bankasının elindeki altın rezervlerinden bağımsız hâle getirilmesini de öneriyordu bu kitapta. İkinci olarak, Keynes denilince akla ilk gelen özlü sözü Keynes bu kitapta söylemiştir:

‘uzun dönemde hepimiz öleceğiz’ (in the long-run we are all dead) (Keynes, 1923, s. 65).

Keynes bu lafı paranın miktar teorisini eleştirirken eder. Ana akım iktisadi düşünceye göre, der Keynes, eğer para arzı ikiye katlanırsa, fiyat seviyesi de uzun dönemde ikiye katlanır.

Bu muhtemelen doğrudur der, ama unutmamak gerekir ki uzun dönemde hepimiz öleceğiz.

Aslında para miktarındaki bir değişme hem paranın dolaşım hızında bir değişime sebep olur, hem de gerçek işlem hacminde. Ancak bunlarda bir değişme olmadığı varsayılırsa, para arzının ikiye katlanması fiyatları ikiye katlayacaktır. Daha sonraları Keynes’in 1923’de ettiği bu laf, onun Genel Teori’de de kısa dönemli bir analiz yaptığı şeklinde yorumlanacaktır.

Ancak bu başka bir makaleyi gerektirecek bir tartışma konusudur. Keynes’in Genel

Teori’de uzun dönemli mi, yoksa kısa dönemli mi analiz yaptığı konusuna burada hiç girmeyelim.

Keynes’in altın standardına dönüşün sorunlarına ilişkin yazdığı kitap ve makaleler yeterli olmadı. İngiliz hükümeti altın standardına dönme kararı aldı ve 1925 yılında, savaş öncesindeki değer üzerinden, Pound’u tekrar altına bağladı. Hükümetin bu kararı almasında en etkili kişi İktisat ve Maliye Bakanı Winston Churchill’di (1874-1965). Bu kararın ardından Keynes Bay Churchill’in İktisadî Sonuçları (The Economic Consequences of Mr. Churchill ) (1925) adlı kitabını yayınladı. Keynes’e göre, İngiliz Pound’u savaş sırasında Amerikan Doları’na göre %10 civarında değer kaybetmişti.

Pound’un savaş öncesi pariteden altına bağlanması, ücretlerdeki katılıkla da birleştiğinde, ihracatı olumsuz etkileyecek, İngiltere’nin dış ticaret açığı vermesine yol açacaktı (Keynes, 1932, s. 244).3 Churchill’in aldığı bu karar, tam da Keynes’in dediği gibi, bir durgunluğa yol açtı. Bu durgunluk işçi sınıfını, özellikle kömür madenlerinde çalışan işçileri etkiledi. 1926 yılında yüzbinlerce madenci işsizdi. Bu da 2 milyona yakın işçinin katıldığı, 1926 Genel Grevi’ne neden oldu.

Tabii burada tek sorun altın standardına geri dönüş değildi.

En aşağı bunun kadar sorunlu bir politika da Churchill’in denk

bütçe israrıydı. Zaman içinde Chuchill, altın standardına dönüşü hayatının en büyük hatası olarak niteledi. Bunu derken de Donanma Bakanı (First Lord of the Admiralty) olarak 1915 Şubat’ından 1916 Nisan’ına kadar süren Çanakkale Savaşı’nda – İngilizlerin tabiriyle The Gallipoli Campaign – oynadığı rolü ve buradaki yenilgiyi unutuyordu herhalde.

1925 ile 1929 krizi arasındaki dört yılda İngiltere’de fiyatlar yüksek, dolayısıyla ihracat zayıf kaldı. A.B.D. ve Fransa ödemeler dengesi fazlası verdi. A.B.D.

dışarıya borç verip, dışarıda yatırım yapmaya başladı. Buna karşı Fransa altın ve Pound rezervlerini arttırmayı seçti.

1929 Ekim’inde Amerika’da borsa çökünce, Amerika’dan gelen yatırım ve borçlar kesildi.

Fransa İngiliz Pound’u cinsinden rezervlerini altına çevirmeye başladı. Ardından 1931

yılındaki panikde, Rotschild’ler tarafından kontrol edilmekte olan Avusturya bankası Credit- Ansalt iflas ettiğini ilan edince, İngiliz Pound’undan bir kaçış başladı. Pound’daki değer kaybına İngiliz Merkez Bankası Pound satın alarak cevap verdi, ama piyasalara karşı durmaya çalışan her merkez bankası gibi ülke parasını satın alarak değer kaybını önlemenin mümkün olmadığını gördü. İngiltere 1931 yılında altın standardını terk etmek zorunda kaldı (Screpanto ve Zamagni, 1993, s. 226).

(9)

Gregory Mankiw’in Makroekonomi kitabı, tüm dünyada ders kitabı olarak geniş kabul görmüştür. Kitap bugüne kadar altı baskı yaparken başta Almanca, Fransızca, İtalyanca, İspanyolca, Çince, Rusça, Japonca ve Portekizce olmak üzere 16 dile çevrilmiştir. Elinizde tuttuğunuz Türkçe çeviri de altıncı baskıdan yapılmıştır. Mankiw’in Makroekonomi kitabını bu kadar önemli kılan nokta, kitabın öğrenci ve öğretici dostu olmasıdır. Kitap, makroekonomideki son gelişmeleri teorik olarak anlatırken ekonomideki gerçekleşmelere ilişkin verdiği örneklerle de teorik bilginin ayakları üzerine basmasını sağlamaktadır.

Kitapta konular anlatıldıktan sonra her bölümün sonuna özet, anahtar kelimeler ile problemler ve uygulama soruları koyulmuştur. Öğrenciler, bu sorulara yanıt vererek bilgilerini pekiştirebilirler.

Öğrenciler artık makroekonomik sorunların çözümlerini ve buna yönelik alternatif iktisat politikalarını da merak eder hale geldi.

Abel, Bernanke ve Croushore’un birlikte yazdıkları bu kitap, makroekonomiye bu çerçevede yaklaşıyor. Yazarlardan Ben S. Bernanke, kriz döneminde ABD Merkez Bankası’nın (FED) başkanıydı. Dolasıyla, büyük bir krizi idare eden kişi olarak, krize yönelik alınan makroekonomi politikalarını küresel ekonomi ölçeğinde yönetti. Kitapta bu deneyimi de bulacaksınız.

Kitabın, özellikle son çeyrek yüzyılda giderek daha fazla birbirine benzeyen ve yeknesaklaşan “standart” ders kitaplarından en önemli farkı, sorunları konular temelinde ve tek bir doktrinin uzantısı olarak değil, belli başlı tüm iktisat doktrinleri (yaklaşımları) çerçevesinde ele almasıdır. Bu kitap, temel makro iktisadi teorileri tarihsel çıkış sırasına göre tartışmayı; bunları temellendirmeyi ve eleştirmeyi ve son olarak karşılaştırmalı olarak farklarını ortaya koymayı amaçlamakta ve bunu başarıyla yapmaktadır.

N. Gregory Mankiw

Abel, Bernanke, Croushore

Bernhard Felderer-Stefan Homburg

MAKROEKONOMİ

MAKROEKONOMİ

MAKRO İKTİSAT VE YENİ MAKRO İKTİSAT

(10)

Bu eser, yaşadığımız ekonomik düzenin açıklanmasında temel alınan ana akım iktisat okullarını karşılaştırmalı ve derinlikli bir şekilde analiz ederek günümüzdeki makroekonomik yapının temel yapı taşlarını sunmaktadır.

Dünyada pek çok üniversitede lisans ve lisansüstü eğitimde ders kitabı olarak okutulan Modern Makroekonomi, aynı zamanda araştırmacılar için de temel bir eser niteliğindedir.

Sorularla Makro İktisat kitabı, orta düzey makro iktisadı öğrenmek isteyen herkes için bir başvuru kitabı niteliğindedir. İdari bilimlerde okuyan ve ikinci sınıf makroekonomi dersi alan tüm öğrenciler için vazgeçilmez bir kaynak niteliğindedir. İktisat bölümünde yüksek lisans yapmak isteyen ve/veya araştırma görevlisi olmak isteyen tüm öğrencilerin bu kitabı mutlaka çalışması gerekir. Doktora ve meslek sınavlarına hazırlanan iktisadi ve idari bilimler öğrencileri için de bu kitap, mutlaka yanlarında bulundurmak isteyecekleri bir kaynaktır.

Piyasalarda dengesizliğin olağan dışı ya da geçici bir durum olmadığını ortaya koyuyor. Piyasa ekonomisinde miktar sinyallerinin, en az fiyat sinyalleri kadar önemli olduğu, hatta bazı durumlarda daha da önemli olduğunu gösteriyor.

Buradan da yaşadığımız makroekonomik sorunların çözümünde farklı yollar aranması gerektiği ortaya çıkıyor.

Bu kitabın çok bir ilginç özelliği daha var: Tazeliğini koruyor...

-Hasan Ersel

Brian Snowdon-Howard R. Vane

Hakan Yetkiner

Yılmaz Akyüz

MODERN MAKROEKONOMİ

TEMELLERİ, GELİŞİMİ VE BUGÜNÜ

SORULARLA MAKRO İKTİSAT

KPSS A KAMU KURUM SINAVLARI BANKA SINAVLARI

FİYAT MEKANİZMASI VE

MAKROEKONOMİK DENGESİZLİKLER

(11)

14

İKTİSAT VE TOPLUM MART 2021 • SAYI: 125

(ii) Büyük Bunalım,

İşsizlik, ‘Maliye Yaklaşımı’

ve Keynes’in Pozisyonu 1920’ler boyunca ve özellikle 1929 sonrasında, işsizlik İngiltere’nin ve dünyanın en önemli sorunuydu. İngiltere’de, 1920’ler boyunca işsizlik %10’lar civarında seyretmişti. Dönem boyunca Keynes, Liberal Parti ve Lloyd George’a destek verdi.

1926’da Laissez Faire’in Sonu (The End of Laissez Faire), 1929 başında da, Hubert Henderson ile birlikte, Liberal Parti programına destek verdiği Lloyd George Başarabilir mi?

(Can Lloyd George Do It?) adlı kitapçıkları yayınladı. 24- 29 Ekim 1929’da New York Borsası’ndaki çöküşle başlayan bunalım durumu daha da kötüleştirdi. İngiltere’de işsizlik oranı, 1931 yılında %22’ye yükselmişti. 1933’de, bunalımın dördüncü yılında, Amerika’da

%27 idi. 1929’dan 1932’ye imalat sanayiinde üretim %50 düşmüştü. Sadece Amerika’da 5000 banka, 85000 işyeri iflas etmişti (Screpanti ve Zamagni, 1993, s. 227).

Ekonomideki bu apaçık çöküşe rağmen, ‘Maliye Yaklaşımı’ (Treasury View) adı verilen, dönemin neoklasik bakış açısı, durumun geçici olduğunu, sabretmekten başka yapılabilecek birşey olmadığını belirten açıklamalar yapıyordu.

Devlet harcamaları bir çözüm değildi, çünkü bu harcamalar ya vergilerle finanse edilecekti, ya

da uzun vadeli tahvillerle. Bu, her iki durumda da, yapılacak harcamaların özel sektör tarafından finanse edileceği anlamına gelirdi. Bu durumda özel sektörün harcamalarını kendi istediği şekilde yapmasına müsade etmek daha doğru bir yoldu. Bu anlamda ‘Maliye Yaklaşımı’, 1980’lerde ‘dışlama’

(crowding out) adı altında iktisat literatürüne giren görüşün 1920’ler, 1930’lar biçiminden başka birşey değildi.

1929 yılında İktisat ve Maliye Bakanı Winston Churchill

‘Maliye Yaklaşımı’nı İngiliz Parlamentosu’na sundu ve hükümetin krize karşı hiçbirşey yapmayacağını ilan etti. Görüşün teorik desteği Hawtrey’den geliyordu. Ralph George Hawtrey (1879- 1975), Ekonomi ve Maliye Bakanlığı’nın en yetkin iktisatçısı diye biliniyordu. Keynes’in Eton ve Cambridge’den arkadaşıydı.

Onun gibi akademik kariyeri seçmemiş, 1904 yılında Maliye’ye girmiş, 1945’de de buradan emekli olmuştu. 1929 yılında krizin etkilerini ve yapılabilecekleri araştırmak için İngiliz Hükümetince kurulan ve Keynes’in de üyesi olduğu, MacMillan Komitesi’ne yaptığı açıklamada, ‘Maliye Yaklaşımı’nı tekrarladıktan sonra,

harcamaların para arzında ve, dolayısıyla, banka kredilerinde oluşacak artışla karşılanması konusunu da ele almış ve, dönemi için oldukça radikal olan

bu öneriyi, enflasyona sebep olacağı ve altın standardına bir tehdit oluşturacağı gerekçesiyle reddetmişti (Klein, 1961, ss. 45- 46). Hawtrey’e göre, durgunluk geçiciydi, sistem nihayetinde tam istihdamda dengeye

ulaşacaktı. Yapılması gereken tek şey beklemekti.

Aslında 1920’ler boyunca Hawtrey’i pek de destekleyen yoktu. Ancak 1930 başlarında London School of Economics’in iki ağır topu, Lionel Robbins (1898-1984) ve Avusturya ekolünün takipçisi, Friedrich August von Hayek (1899- 1992), Hawtrey’e destek vermeye başladılar (Screpanti ve Zamagni, 1993, s. 228).

Sonuç olarak, 1930 başlarında entellektüel güçler şöyle hizalanmıştı. ‘Maliye Yaklaşımı’

diye nitelenen, anaakım neoklasik yaklaşım Hawtrey, Robbins ve von Hayek

tarafından savunuluyordu. Karşı tarafta ise, neoklasik ortodoks yaklaşımı eleştiren, ama henüz teorik bir eleştiri geliştirememiş üç Cambridge iktisatçısı, Arthur Cecil Pigou (1877-1959), Dennis Robertson (1890- 1963) ve Keynes vardı. Genel Teori’nin yayınlanmasından sonra Keynes’in her ikisiyle de arası açılacak, farklı kamplara düşeceklerdi, ama o sırada Keynes, Pigou ve Roberston

‘Maliye Yaklaşımı’na karşı bir ittifak içindeydiler. Pigou benzer bir yaklaşımı 1908’de eleştirmişti, Robertson da

(12)

15

İKTİSAT VE TOPLUM MART 2021 • SAYI: 125

1915’de (Screpanti ve Zamagni, 1993, s. 227). Ekonominin durumu gözönüne alındığında,

‘Maliye Yaklaşımı’nın önerdiği gibi zaman içinde durumun düzeleceğini beklemenin pek desteklenecek bir yanı yoktu, durum çok kötüydü ve aradan geçen yıllara rağmen bir değişme de gözükmüyordu, ama mesele bu yaklaşımdaki sorunu bilimsel olarak göstermekti.

1932 A.B.D.’nde Franklin Delano Roosevelt başkan seçildi ve 1933-1939 arasında ‘Yeni Anlaşma’ (New Deal) adını verdiği politikaları uygulamaya koydu. Uygulanan programların en popüleri, yaklaşık 300,000 civarında 17-28 yaş arası gencin iş bulduğu, kırsal alanlarda doğal kaynakları korumaya ve geliştirmeye yönelik programdı (Civilian Conservation Corps).

Çok uzun süreli olmamakla birlikte, milyonlarca işçinin yol, okul, köprü, havaalanı, kanalizasyon ıslahında çalıştığı İnşaat İşleri İdaresi (Civil Works Administration) zor geçen 1933-34 kışında devreye girmesi açısından önemliydi. Çiftlik sahibi küçük üreticilere ve genel olarak kırsal yoksullara yardım için 1937’de kurulan Çiftlik Güvenliği İdaresi (Farm Security Administration);4 barajlar, köprüler, okul ve hastahaneler gibi büyük kamusal projeler oluşturmak için kurulmuş olan Bayındırlık İşleri İdaresi (Public Works Administration) ve çalışanlara emeklilik,

maluliyet ödemeleri sağlayan Sosyal Güvenlik Kurumu (Social Security Administration) diğer önemli New Deal kurumlarıydı.

Pragmatik bir siyasetçi olan Roosevelt, durumun vahametini kavramış, ortada henüz bu yaklaşımın iktisadî teorisi olmasa bile, bugün Keynesci denilebilecek uygulamaları devreye sokmuştu.

3. Genel Teori ’den Önce Son Durak: Para Üzerine Bir İnceleme (1930)

Genel Teori’ye giden yolda son durak Keynes’in 1930’da yayınladığı Para Üzerine bir İnceleme (A Treatise on Money) adlı kitabıdır. Kitap, Büyük Bunalım’ın başlamasından bir yıl sonra, Ekim 1930’da piyasaya çıkmıştı, ama yaklaşımı itibarıyla kriz öncesine ait bir kitaptır. Kitapta temel sorun dengesizliktir. Bu dengesizlik üzerinden dinamik bir analiz yürütmeye çalışır Keynes. Bu da Genel Teori’de gördüğümüz,

‘eksik istihdam dengesi’den (unemployment equilibrium) çok farklı bir analiz yöntemidir.

Genel Teori’de uzun dönemde de etkili olabilecek bir denge analizi vardır, İnceleme’de ise kısa dönem dengesizlik (disequilibrium) analizi. Keynes İnceleme’de Ukraynalı Marxist iktisatçı Mikhail Tugan- Baranovsky (1865-1919) ile neoklasik iktisadın en yetkin teorisyenlerinden İsveçli

Knut Wicksell’in (1851-1926) farklı düşünce sistematiklerini birleştirmeye çalışır (Screpanti ve Zamagni, 1993, ss. 230-31).

Tugan-Baranovsky, kapitalist ekonomilerde krizlerin sebebi olarak sektörler arasındaki oransızlığı (disproportionality) gösteriyordu. Kapitalist ekonomilerin parçalı yapısı, firmaların piyasada bulacakları talebin büyüklüğü hakkında bilgilerinin olmamasına ve, dolayısıyla, sektörlerin farklı hızlarda büyümelerine yol açıyordu. Keynes’in terminolojisinde bu yatırım malları üretimiyle, yatırımlar arasındaki dengesizlikten başka birşey değildi. Yatırım yapma kararı ile yatırım malları üretme kararı birbirlerinden haberi olmayan gruplarca veriliyordu ve bunların birbirlerine eşit olmaları için bir neden yoktu.

Birincinin ikinciden fazla olması yatırım malları fiyatlarının dolayısıyla, oluşacak kârların yükselmesine yol açacak, bu da enflasyonist bir gelişmeye sebep olacaktı. Tersi durumda ise sistemde deflasyonist baskılar oluşacaktı.

Keynes’in İnceleme’deki ikinci dayanağı Wicksell’in ‘Parasal Dengesizlik’ (Monetary Disequilibrium) teorisidir.

Wicksell merkez bankası ve bankalar tarafından tespit edilen,

‘nominal’ faiz oranı ile tasarruf arzı ve yatırım talebini birbirine eşitleyen ‘doğal’ (natural) faiz oranını birbirinden ayırıyordu

(13)

16

İKTİSAT VE TOPLUM MART 2021 • SAYI: 125

(Knut Wicksell, 1978 [1901] s.

193). Genel neoklasik yaklaşıma göre belirli bir faiz oranında tasarruflar yatırımlara eşit olur ve makroekonomik denge sağlanır. Ancak Wicksell’e göre, tasarruf yatırım eşitliği tek başına sistemin denge durumunu göstermeye yeterli değildi. Makroekonomik dengenin oluşabilmesi için, nominal faiz oranının doğal faiz oranına eşit olması da gerekirdi. Nominal faiz oranı, merkez bankası ve bankaların tasarrufuyla doğal faiz oranının altında veya üstünde belirlenebileceği gibi;

nominal faiz oranında bir değişme olmamasına rağmen, makroiktisadi sistemin temel verilerindeki değişmeler nedeniyle de doğal faiz oranı nominal faiz oranının altında veya üstünde oluşabilirdi. Bu iki faiz oranının birbirinden farklı olması durumunda, Wicksell’in deyimiyle, ‘birikimsel süreç’

(cumulative process) başlar. Bu süreç fiyat hareketlerini tetikler ve merkez bankasıyla bankacılık sistemi nominal faiz haddini doğal faiz haddine eşitleyene kadar devam eder.

Tüm neoklasik yaklaşımlarda olduğu gibi, Wicksell’in analizi de tam istihdam varsayımı üzerinden yürür. Bu nedenle dengesizlik durumunda sadece fiyat seviyesinde bir değişme olur. Nominal faiz haddinin doğal faizden yüksek olduğu durumda, Wicksell deflasyonist

bir spiral oluşacağını, ücret ve fiyatların düşeceğini, sistemin böyle dengeye geleceğini söyler. Wicksell’in sonradan Stockholm Okulu diye bilinen ekolü oluşturacak takipçileri, özellikle Erik Lindahl (1891- 1960), Gunnar Myrdal (1898- 1987) and Dag Hjalmar Hammarskjöld (1905-1961), fiyatların esnek olmadığı (rigid prices), ya da yapışkan (sticky prices) olup yeterince hızlı düşmediği durumda ne olur sorusunu sormaya başladılar.

Verdikleri cevap, böyle bir durumda hasıla ve istihdamda bir azalma olacağı şeklindeydi.

İşte bu düşünce, Keynes’in Para Üzerine İnceleme’deki yaklaşımının temelini teşkil eder. Keynes, tasarruf hacmiyle yatırım hacminin birbirlerinden farklı olduğu bir dengesizlik durumu ile başlar işe. Nominal faizin doğal faizden yüksek olduğu bir durumda tasarruflar yatırımların üzerinde kalacak, bu da durgunluğa yol açacaktır.

Böyle bir durumda Keynes, merkez bankası yöneticilerinin sadece fiyat istikrarı ile

ilgilenmemelerini, yatırım, hasıla ve istihdamı da dikkate almaları gerektiğini; parasal genişlemeyle faizleri düşürerek, yatırımları yükseltmenin daha doğru bir tercih olacağını söyler.

Para Üzerine bir İnceleme birçok iktisatçı tarafından ağır bir biçimde eleştirildi.

Bunlar içinde Keynes’in öğrencisi ve genç meslekdaşı

Richard Kahn’ın (1905-1989) eleştirisi özellikle can yakıcıydı.

Kahn İnceleme’deki ‘temel denklemlerin’ (fundamental equations) tam istihdam dengesi için geçerli olduğunu, bu denklemlerle tanımlanan bir ekonomiyi para arzını arttırarak canlandırılamaya çalışmanın mantıksız olduğunu söylüyordu.

Bu eleştiri Para Üzerine bir İnceleme’nin sonunu getirdi.

Keynes bu kitabı bir kenara koydu ve Genel Teori üzerine çalışmaya başladı.

4. Genel Teori

Genel Teori 4 Şubat 1936 günü piyasaya çıktı. 2 gün önce de yukarıda bahsini ettiğimiz Cambridge Arts Theater açılmıştı (Skidelsky, 1992, s. 536). Keynes Genel Teori’de, bundan 6 yıl önce basılmış olan İnceleme’den farklı olarak, dengesizlikten değil, dengeden bahsediyordu.

Mal piyasasının dengede, ama emek piyasasında işsizliğin olduğu bir ‘eksik istihdam dengesi’. Bu anlamda analiz dinamik değil, statikti. Sistemin dengeye gelişinin hızlı bir şekilde olduğu varsayılarak, bir denge noktasından diğerine geçişin incelendiği statik bir analiz yapılıyordu.

Sorun istihdamın ve hasılanın seviyesiydi. Keynes, iktisadî sistemin fiyatların esnekliği sonucu dengeye gelmediğini, toplam arz ve talep arasındaki dengenin hasıla tarafından sağlandığını gösteriyordu. Bu

(14)

17

İKTİSAT VE TOPLUM MART 2021 • SAYI: 125

denge, neoklasik iktisatçıların iddia ettikleri gibi, tam istihdamı sağlayan bir denge olmayabilirdi. Tam istihdamın altında kalan bir seviyede de oluşabilirdi. Bu anlamda Genel Teori, sistemin ‘tam istihdam’da dengeye geleceğini iddia eden neoklasik yaklaşıma bir cevap niteliğindeydi. Faiz hadddinin, ücretlerin ve diğer fiyatların esnekliği sistemi tam istihdamda dengeye getirme kapasitesine sahip değildi. Tam istihdam, ancak talebin canlandırılması ile sağlanabilirdi. İnceleme’de vurgulanan para politikalarına karşı, Genel Teori’de vurgu malî politikalarda ve devlet harcamalarındaydı.

Keynes, Haziran 1937’de Economic Journal’da yayınladığı makalede Genel Teori’deki esas yeniliği şu şekilde anlatır:

‘(Kitaptaki) esas yenilik tasarrufla yatırım arasındaki eşitliği sağlayanın faiz haddi değil, ekonomideki gelir seviyesi olduğunu iddia etmemdir’

(Keynes, 1937, s. 250).

Neoklasik yaklaşımın tersine, analizdeki bağımsız değişken yatırımdır. Yatırım arttıkça, hasıla ve istihdam artar, bu da tasarufların artmasına yol açar. Makroekonomik denge sağlanır. Bu dengenin, geçerli ücret düzeyinde iş aramakta olan herkese iş sağlayacağının garantisi yoktur. Eksik istihdam mümkündür. Keynes Genel Teori’nin 19. bölümünde ücretlerdeki bir düşüşün neden

tam istihdamı sağlayamayacağını da gösterir, ama bu tartışma başka bir yazının konusu, artık bu konuya girmeyelim.

Yatırımların yetersiz kalacağı bir durgunluk durumunda, toplam talep devlet harcamalarının arttırılmasıyla da arttırılabilir ve Büyük Bunalım şartlarında Keynes’in önerdiği de budur.

Amerika Birleşik Devletleri’nde Roosevelt pragmatik bir siyasetçi olarak çözümün nasıl olacağını göstermişti. Bu anlamda Genel Teori bu çözümün iktisadî temellerini ortaya koyar. Ancak Keynes’in analizini sadece bir kriz durumunun çözümüne indirgemek, Genel Teori’yi krize

‘özel’ bir teori haline getirir.

Marshall’ın öğrencisi olarak Keynes, sosyal görevlerinin olduğunun, iktisadın ayağı yere basan bir bilim olması gerektiğinin bilincindeydi ve işsizliğe bir çare bulmaya çalışıyordu, ama ortaya attığı teori, aynen neoklasik teori gibi, genel bir teoriydi. Aradaki fark neoklasik teorinin yanlış, Keynes’in teorisinin doğru olduğundaydı.

Kaynakça

Ernesto Screpanto ve Stefano Zamagni, An Outline of the History of Economic Thought, Oxford, 1993.

Harvey Klein, The Keynesian Revolution, MacMillan, 1947 [1961] .

John Maynard Keynes, The Economic Consequences of the Peace [1919], Collected Writings

of John Maynard Keynes, cilt II, Cambridge University Press, 1971.

John Maynard Keynes, A Tract on Monetary Reform [1923], Collected Writings of John Maynard Keynes, cilt IV, Cambridge University Press, 1971.

John Maynard Keynes, A Treatise on Money [1930], Collected Writings of John Maynard Keynes, cilt V, Cambridge University Press, 1971.

John Maynard Keynes, Essays in Persuasion, 1932.

John Maynard Keynes, The General Theory of Employment, Interest and Money [1936], Harcourt, Brace and Jovanovich, 1964.

John Maynard Keynes, ‘Alternative Theories of the Rate of Interest’, Economic Journal, cilt 47, No. 186, Haziran 1937.

Knut Wicksell, Lectures in Political Economy, cilt II, [1901], İngilizce çeviri, George Routledge and Sons, 1935. Tıpkı basım, Augustus M. Kelley, 1978.

Lefteris Tsoulfidis, Competing Schools of Economic Thought, Springer, 2010.

Robert Skidelsky, John Maynard Keynes: Hopes Betrayed 1883- 1920, Penguin,1983.

Robert Skidelsky, John Maynard Keynes: The Economist as Savior 1920-1937, Penguin, 1992.

Roy Harrod, The Life of John Maynard Keynes, W. W. Norton and Co., 1951.

Son Notlar

1. 1850’li yıllardan itibaren Cambridge Üniversitesi’nde eğitim Fen Bilimleri (Natural

(15)

18

İKTİSAT VE TOPLUM MART 2021 • SAYI: 125

Sciences) ve sosyal bilimler anlamında Ahlâkî Bilimler (Moral Sciences) olarak ikiye ayrılmıştı. Ahlâkî bilimler eğitimi ahlâk felsefesi, politik iktisat, modern tarih, genel hukuk, İngiliz Hukuku gibi beş alandan oluşan disiplinlerarası bir eğitimdi. 1861 yılında üç yıllık bir müfredat zorunlu kılındı, bu değişiklik sırasında da hukuk ayrı bir alan haline getirilerek Ahlâkî Bilimler eğitiminden çıkartıldı, yerine pskoloji girdi. Daha sonra, 1867 yılında tarih, 1903 yılında da, Alfred Marshall’ın çabalarıyla, iktisat ayrı bilim haline geldi.

Ahlâkî Bilimler Fakültesi de Bertrand Russel, Ludwig Wittgenstein ve George Edward Moore’un başını çektiği analitik

felsefenin temellerinin atıldığı Felsefe Fakültesi haline dönüştü.

2. Kadınlar Cambridge

Üniversitesi’ne 1869’da itibaren kabul edilmeye başlandı. Girton College kadınlara eğitim veren ilk kolejdi. Bundan birkaç yıl sonra, 1875’de, felsefeci Henry Sidgwick’in çabalarıyla Newnham College açıldı. John Maynard’ın annesi Newnham College’in ilk mezunlarındandır.

Girton erkek öğrencileri de kabul ediyor artık, ama Newnham hala sadece kadınları kabul eden bir kolej olarak varlığını sürdürüyor.

3. Keynes altın standardına dönüş kararının alınmasından hemen sonra Evening Standard’da

‘Economic Consequences of Mr. Churchill’ adı altında üç

makale yayınladı. Bu makaleler daha sonra Leonard ve Virginia Woolf’un sahibi olduğu Hogarth Yayınevi tarafından basıldı (1925) ve Keynes’in Essays in Persuasion (1932) içinde bir bölüm haline getirildi (III.5) (Harrod, 1951, s. 360).

4. Büyük Bunalım’ın Amerikan kırsalı üzerindeki etkilerini görsel olarak tespit edebilmek amacıyla Farm Security Administration tarafından işe alınan 11 fotoğrafçının çekmiş olduğu, bir kısmı hafızalarımıza kazınmış olan 175,000 fotoğraf, bugün Büyük Bunalım

sırasında çekilen sıkıntıların en somut tanıkları ve Keynes’ci iktisadın gerekliliğinin en canlı savunucularıdır.

Ekonomi büyüdü; ahlaksızca. Ve bir ahlaksız büyüme sürecinden diğerine sürüklenirken herkesi bir kara delik gibi içine çekti. Ahlaksız büyüme kimisine erzak torbası, kimisine iş, kimisine maaş zammı, kimisine kömür yardımı, kimisine faiz rantı, kimisine arsa rantı, kimisine de sattığı oylar karşılığında para olarak döndü. Bu nedenle de bu ahlaksız büyümeye toplum olarak göz yumuldu. Kimse yalana, haksızlığa, hukuksuzluğa sırf kısa dönem kazançlar için dur diyemedi;

sonuçta herkes bu ahlaksız büyüme sürecinin bir parçası oldu.

Doç. Dr. Semih Akçomak, 4 ayda ikinci baskısının yapıldığı Ahlaksız Büyüme’de, 2000 sonrası filizlenmeye başlayan ve son 15 yılda hızlı bir şekilde gelişen son büyüme sürecini inceliyor.

Murathan Mungan “Bu ülkenin resmî dini ikiyüzlülüktür.”

derken; Şevket Pamuk yolsuzluğun, düzenin kendisi olduğunu söylerken; Ayfer Tunç, bir ahlak buhranında yaşadığımızdan bahsederken; Gülse Birsel, Yalan Dünya’daki kurgunun ve karakterlerin, ülkede olanlardan daha ciddi ve ahlaklı olduğundan dert yanarken; Hakan Günday, Zargana’da “Matematiği kuvvetli değildi fakat çıkarlarını hesaplamasını iyi bilirdi.” cümlesini sarf ederken farkında olmadan Türkiye’yi yıllardır yiyip bitiren ancak, adı

konulamayan bir kavramı tasvir ediyor aslında. Türkiye’nin uzun dönem ekonomik büyüme hikâyesine farklı bir bakış açısı getiren bu kitap, bu kavramın adını koyuyor: Ahlaksız Büyüme.

AHLAKSIZ BÜYÜME

İbrahim Semih Akçomak

Referanslar

Benzer Belgeler

TÜRKİYE’YE İHRACATI : Kimyasal ürünler, petrol ve bitümenli minerallerden üretilen yağlar, sentetik lifler, kalaylı demir-çelik, enjeksiyon kalıpları, muslukçu eşyası,

Ukrayna'ya dair endişeler güvenli liman olarak görülen altının çekiciliğini artırırken, yatırımcılar Fed'in faizleri yükseltme takvimine dair ipucu elde

Örneğin tütün mozaik virüsü Tobacco mosaic virus (TMV), Beet necrotic yellow vein virus (BNYVV) gibi. Bitkilerin anatomik yapısı içindeki fizyolojik olayların seyri

Bu şekilde taşınan virüslere örnek olarak Tütün mozaik virüsü, Domates mozaik virüsü, Hıyar mozaik virüsü ve Patates Y ve X virüslerini gösterilebilir.. 2.Tohumla

Ulak- bim, YÔK Dökümantasyon Merke- zi'nin süreli yayınlar koleksiyonunu, hizmet binasını ve gerekli demirbaş-.. ATM teknolojisini kullanacak olan UlakNet 1997

TÜBİTAK çalısı altında kuruluş çalışmaları yürütülen Ulusal Aka- demik Ağ ve Bilgi Merkezi (ULAKBİM) ile ilgili olarak başlatınlan ıa­. nıum seminerleri

Buna karşın 12.888 dolarla Türkiye’ye yakın milli geliri olan Bulgaristan’da ise dana etinin kilosu 8-10 dolar arasında değişiyor.. ‘KURBANLIK KR

İsviçre kökenli Transocean petrol firması çiğnediği kanunlardan dolayı ABD'ye 400 milyon dolar para cezası ve 1 milyar dolar tazminat ödeyecek.. Deepwater Horizon