• Sonuç bulunamadı

COU NCIL AVRUPA EUROPE KONSEYİ

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "COU NCIL AVRUPA EUROPE KONSEYİ"

Copied!
21
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

1 AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ

İKİNCİ DAİRE

DESDE – TÜRKİYE DAVASI

(Başvuru no: 23909/03)

KARAR

STRAZBURG

1 Şubat 2011

İşbu karar AİHS’nin 44/2 maddesinde belirtilen koşullar çerçevesinde kesinleşecektir. Şekli düzeltmelere tabi olabilir.

__________________________________________________________________________________________

© T.C. Dışişleri Bakanlığı, 2011. Bu gayrıresmi özet çeviri Dışişleri Bakanlığı Avrupa Konseyi ve İnsan Haklan Genel Müdür Yardımcılığı tarafından yapılmış olup, Mahkeme'yi bağlamamaktadır. Bu çeviri, davanın adının tam olarak belirtilmiş olması ve yukarıdaki telif hakkı bilgisiyle beraber olması koşulu ile Dışişleri Bakanlığı Avrupa Konseyi ve İnsan Hakları Genel Müdür Yardımcılığı'na atıfta bulunmak suretiyle ticari olmayan amaçlarla alıntılanabilir.

AVRUPA KONSEY İ COUNCIL

OF EUROPE

(2)

2

USUL

Türkiye Cumhuriyeti aleyhine açılan 23909/03 no’lu davanın nedeni, Mehmet Desde isimli Alman vatandaşının (“başvuran”), Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne, 20 Mayıs 2003 tarihinde, İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına Dair Sözleşme’nin (“AİHS”) 34. maddesi uyarınca yapmış olduğu başvurudur.

Başvuran, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (“AİHM”) önünde, İzmir Barosu avukatlarından Ç. Bingölbalı tarafından temsil edilmiştir.

OLAYLAR

I. DAVANIN KOŞULLARI

Başvuran, 1959 doğumlu bir Alman vatandaşıdır ve Berlin’de ikamet etmektedir.

A. Başvuranın yakalanması ve gözaltındayken kötü muameleye maruz kaldığı iddiası

Başvuran, 9 Temmuz 2002 tarihinde saat 14.00’te İzmir’de gözaltına alınmıştır.

Yakalama tutanağına göre, İzmir Emniyet Genel Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi tarafından başvuranın seyahat etmekte olduğu arabayla ilgili arama emri çıkartılmıştır.

Aynı gün saat 15.10’da, başvuran gözaltına alınmadan önce İzmir Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde muayene edilmiş ve vücudunda hiçbir şiddet izine rastlanmamıştır.

Başvuran daha sonra Terörle Mücadele Şubesi’nde görevli polis memurları tarafından İzmir Emniyet Müdürlüğü’ne götürülmüştür.

Başvuran, gözaltındayken kötü muameleye maruz kaldığını iddia etmektedir.

Başvuran, çok aydınlık ve havasız bir hücrede tutulmuş, aç ve uykusuz bırakılmıştır.

Sorgulama sırasında başvuranın gözleri bağlanmış, çırılçıplak soyulmuş ve hakarete maruz kalmıştır. Başvuran, ayrıca, ölümle tehdit edilmiş ve dövülmüştür. Özellikle, göğsüne, sırtına ve başına vurulmuştur. Başvuran, ayrıca, polis memurları tarafından taciz edilirken dizlerinin üstünde çökmeye zorlanmıştır.

11 Temmuz 2002 tarihinde, başvuran, İzmir Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde yeniden muayene edilmiş ve vücudunda fiziksel şiddet izine rastlanmadığı kaydedilmiştir.

11 Temmuz 2002 tarihinde, polis teşhis amacıyla yüzleştirme yapmıştır. Operasyon sırasında yakalanan M.Ö., H.H.T. ve E.Y. isimli kişiler, başvuranın yasadışı bir örgüt olan Bolşevik Parti-Kuzey Kürdistan/Türkiye’nin kıdemli bir üyesi olduğunu söylemişlerdir.

Sözkonusu şahıslar, başvuranın “Hıdır” kod adını kullandığını ve örgütün aktif bir üyesi olduğunu ifade etmişlerdir. Adı geçen kişiler, mahkeme önünde, baskı altında alındığını iddia ederek sözkonusu ifadeleri reddetmişlerdir.

(3)

3 Polis tarafından hazırlanan 12 Temmuz 2002 tarihli raporda, başvuranın yukarıda adı geçen yasadışı örgüt içerisindeki eylemlerine ilişkin sorulara cevap vermeyi reddettiği ve susma hakkını kullanmak istediği belirtilmiştir. Bununla birlikte, başvuran, işkence altında ifade verdiğini iddia etmektedir.

13 Temmuz 2002 tarihinde, başvuran üçüncü kez İzmir Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne getirilmiştir. Hükümet’in itiraz etmediği başvuranın ifadelerine göre, 10.47- 11.00 saatleri arasında başvuran ile diğer dokuz sanık doktor muayenesinden geçmiştir.

Dolayısıyla, on üç dakika içerisinde on kişi muayene edilmiştir. Muayeneyi gerçekleştiren doktor, başvuranın vücudunda hiçbir şiddet izine rastlanmadığını kaydetmiştir.

Aynı gün, başvuran, İzmir Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Savcısı tarafından sorgulanmıştır. Başvuran, Bolşevik Parti’nin eylemlerine katılmadığını iddia etmiştir.

Başvuran, daha sonra İzmir Sulh Hukuk Mahkemesi önünde gözaltındayken kötü muameleye maruz kaldığını iddia etmiştir. Başvuran, polis memurlarının cinsel tacizde bulunduklarını ve sırtına ve göğsüne vurduklarını iddia etmiştir. Başvuranın avukatı, sözkonusu iddialara ilişkin soruşturma başlatılmasını talep etmiştir. İzmir Sulh Hukuk Mahkemesi, başvuranın sağlık muayenesinden geçirilmesinin Cumhuriyet Savcısı’nın yetkisinde olduğunu belirtmiştir.

Mahkeme, ayrıca, başvuranın tutuklanmasına karar vermiştir. Başvuran, daha sonra Buca Cezaevi’ne gönderilmiştir.

15 Temmuz 2002 tarihinde, bir psikolog ve sosyal hizmetler görevlisi Buca Cezaevi’nde başvuran ile görüşmüştür. 24 Temmuz 2002 tarihinde hazırlanan rapora göre, görüşme sırasında başvuranın endişeli olduğu ve korktuğu gözlemlenmiştir.

B. Polis memurları hakkındaki ceza davası

18 Temmuz 2002 tarihinde, başvuranın avukatı, başvuranın gözaltındayken kötü muameleye maruz kaldığını iddia ederek Buca Cezaevi Cumhuriyet Savcılığı’na suç duyurusunda bulunmuştur. Avukat, ayrıca, başvuranın bir üniversite hastanesinde muayene edilmesini talep etmiştir. Başvuranın avukatı, özellikle, başvuranın bir dahiliye uzmanı, psikiyatrist, nörolog ve ürolog tarafından muayene edilmesini ve kemik sintigrafisinin çekilmesini talep etmiştir. Avukat, başvuranın Buca Cezaevi’ne geldikten sonra cezaevi doktoru tarafından muayene edilmediğini ve vücudunun çeşitli yerlerinin ağrıdığını ileri sürmüştür.

19 Temmuz 2002 tarihinde, başvuranın avukatı, İzmir Devlet Güvenlik Mahkemesi önünde tutukluluk kararına itirazda bulunmuş ve başvuranın serbest bırakılmasını talep etmiştir. Avukat, başvuranın gözaltındayken avukatlık yardımından yararlanamadığını ve gözleri kapalı bir şekilde işkenceyle bazı belgeleri imzalamaya zorlandığını kaydetmiştir.

Avukat, ayrıca, soruşturma dosyasına erişimine izin verilmediği ve başvuranın savunma haklarının kısıtlandığı konusunda şikayetçi olmuştur. Sözkonusu itiraz, 24 Temmuz 2002 tarihinde, iddia konusu suçun niteliği ve tutukluluk kararının tarihi göz önünde bulundurularak Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından reddedilmiştir.

22 Temmuz 2002 tarihinde, Buza Cezaevi Cumhuriyet Savcısı, cezaevi doktorundan başvuranı muayene etmesini talep etmiştir.

(4)

4 Aynı gün, cezaevi doktoru başvuranı muayene etmiş ve başvuranın vücudunda hiçbir şiddet izine rastlanmadığını kaydetmiştir. Doktor, başvuranın yeniden muayene edilmek üzere Adli Tıp Kurumu’na sevk edilmesine gerek olmadığını kaydetmiştir.

24 Temmuz 2002 tarihinde, İzmir Cumhuriyet Savcısı, avukatının kötü muamele iddialarıyla ilgili olarak başvuranın ifadesini almıştır. Avukatının iddialarını doğrulayan başvuran, diğer hususlar meyanında, Terörle Mücadele Şubesi’nde görevli polis memurları tarafından beş gün boyunca gözlerinin bağlı tutulduğunu, dövüldüğünü ve hakarete maruz kaldığını ileri sürmüştür. Başvuran, kötü muamelede bulunan kişileri görmediğini, ancak kendisini dövenler arasında Terörle Mücadele Şube Müdürü’nün sesini duyduğunu kaydetmiştir.

Belirtilmeyen bir tarihte, başvuran, Kırıklar F-Tipi Cezaevi’ne gönderilmiştir.

31 Temmuz 2002 tarihinde, başvuran avukatına bir mektup yazarak tutukluluk koşullarından bahsetmiş ve gözaltındayken kötü muameleye maruz bırakıldığını belirtmiştir.

Başvuran, mektubunda, yakalanma sebepleri veya hakları konusunda kendisine bilgi verilmediğini ifade etmiştir. Başvuran, ayrıca, avukatının ve ailesinin yakalanma konusunda bilgilendirilmediğini belirtmiştir. Başvuran, dört gün boyunca bir hücrede güçlü ışık altında tutulduğunu ve kötü muameleye maruz bırakıldığını iddia etmiştir. Başvuran, son olarak, gözaltı sonrasında yüksek tansiyon şikayetlerinin başladığını ileri sürmüştür.

20 Ağustos 2002 tarihinde, başvuranın avukatı, İzmir Cumhuriyet Savcılığı’na ifade vermiştir. Avukat, başvuranın yazmış olduğu 31 Temmuz 2002 tarihli mektuba atıfta bulunarak, başvurana kötü muamelede bulunan polis memurlarının kimliklerinin tespit edilmesini ve cezalandırılmalarını talep etmiştir.

9 Eylül 2002 tarihinde, İzmir Cumhuriyet Savcılarından C.Ç., başvuranın kötü muamele iddialarıyla ilgili olarak takipsizlik kararı vermiştir. Cumhuriyet Savcısı, 9, 11 ve 13 Temmuz tarihli sağlık raporlarını göz önünde bulundurarak, polis memurları aleyhinde yeterli delil bulunmadığına karar vermiştir. Aynı gün, başvuranın avukatı sözkonusu karara itiraz etmiştir. Karşıyaka Ağır Ceza Mahkemesi, 25 Kasım 2002 tarihinde, avukatın itirazını reddetmiştir.

16 Eylül 2002 tarihinde, başvuran bir mektup daha yazarak gözaltı sonrasında yüksek tansiyon hastası olduğunu ileri sürmüştür. Başvuran, üniversite hastanesinde muayene edilme talebinde bulunmuştur.

22 Ekim 2002 tarihinde, başvurandan aldığı bir mektup üzerine, İzmir Alman Konsolosu Kırıklar Cezaevi yetkililerine bir mektup göndererek, başvuranın kötü muamele iddialarıyla ilgili olarak bir üniversite hastanesinde muayeneden geçmesini talep etmiştir.

Konsolos, ayrıca, başvuranın F-Tipi Cezaevi’nde tek başına bir hücrede tutulduğunu iddia ettiğini belirterek, başvurana diğer tutuklularla görüşme imkanının tanınmasını talep etmiştir.

23 Ekim 2002 tarihinde, Kırıklar Cezaevi Müdürü, İzmir Alman Konsolosu’na bir mektup göndererek, başvuranın haftada üç gün diğer tutuklularla görüştüğünü iddia etmiştir.

Cezaevi müdürü, ayrıca, muayene talebinin İzmir Cumhuriyet Savcılığı’na yöneltilmesi gerektiğini kaydetmiştir.

(5)

5 31 Ekim 2002 tarihinde, Almanya Federal Cumhuriyeti Başkonsolosu’nun talebi üzerine, İzmir Cumhuriyet Savcılarından N.A., Kırıklar Cezaevi Cumhuriyet Savcısı’ndan kötü muamele iddialarıyla ilgili olarak başvuranın ifadesinin alınmasını talep etmiştir. N.A., ayrıca, polis memurlarının kulağına yumruk attığı ve işitme kaybı yaşadığı yönündeki iddiasıyla ilgili olarak başvuranın Ege Üniversitesi Hastanesi’nde muayene edilmesini talep etmiştir.

Ege Üniversitesi Kulak Burun Boğaz Bölümü, 6 Kasım 2002 tarihli sağlık raporunda, başvuranın kulak zarlarının ve işitmesinin normal olduğunu ve herhangi bir kötü muamele izine rastlanmadığını kaydetmiştir.

Kırıklar Cezaevi Cumhuriyet Savcısı, 7 Kasım 2002 tarihinde başvuranın ifadesini almıştır. Başvuran, tutukluluk koşullarını anlattığı ve kötü muamele iddiasının detaylarından bahsettiği 31 Temmuz 2002 tarihli mektubunun içeriğini yinelemiştir.

Aynı gün, başvuranın avukatı, İzmir Cumhuriyet Savcısı’nın 9 Eylül 2002 tarihli kararına itiraz etmiş, ancak bu itiraz 25 Kasım 2002 tarihinde Karşıyaka Ağır Ceza Mahkemesi tarafından reddedilmiştir.

15 Kasım 2002 tarihinde, İzmir’deki ikinci Cumhuriyet Savcısı N.A., başvuranın Ege Üniversitesi Hastanesi doktorları tarafından muayene edildiğini ve başvuranın iddialarına ilişkin soruşturmayı sonlandırmak için hastanenin çıkaracağı sağlık raporunu bekleyeceğini İzmir Cumhuriyet Başsavcısı’na bildirmiştir.

22 Kasım 2002 tarihinde, İzmir’deki birinci Cumhuriyet Savcısı C.Ç., 9, 11 ve 13 Temmuz 2002 tarihli sağlık raporlarının içeriğini göz önünde bulundurarak, başvuranın kötü muamele iddialarıyla ilgili olarak ikinci bir takipsizlik kararı vermiştir.

21 Ocak 2003 tarihinde, başvuran serbest bırakılmıştır.

19 Şubat 2003 tarihinde, başvuran İzmir Tabip Odası doktorları tarafından muayene edilmiş ve başvuranda majör depresyon ve post-travmatik stres sendromu teşhis edilmiştir.

Komisyon tarafından hazırlanan 21 Temmuz 2003 tarihli sağlık raporuna göre, başvuranın vücudunda hiçbir fiziksel şiddet izine rastlanmamıştır. Bununla birlikte, doktorlar, başvuranın kötü muameleye maruz kalmış olması durumunda bile, üzerinden geçen zaman nedeniyle başvuranın vücudunda şiddet izi gözlemlemenin mümkün olmadığını kaydetmişlerdir.

Komisyon, ayrıca, gözaltı sürecinde ve sonrasında yapılan sağlık muayenelerinin, başvuranın gerçekten iddia edildiği gibi kötü muameleye maruz kalıp kalmadığının belirlenmesi için yeterli olmadığını kaydetmiştir. Uzmanlar, Sağlık Bakanlığı tarafından belirlenen standartlara uygun olmadıkları gerekçesiyle, bu muayenelerin “tıbbi açıdan geçerli olmadıkları” kanısına varmışlardır. Dolayısıyla, Komisyon, başvuranın şikayetlerinin iddia konusu kötü muameleyle örtüştüğünü kaydederek başvuranın gözaltındayken kötü muameleye maruz kaldığı sonucuna varmıştır.

3 Şubat 2003 tarihinde, başvuranın Almanya’daki doktoru bir sağlık raporu hazırlamış ve başvuranın Almanya’dan ayrılmadan önce yüksek tansiyon hastası olmadığını belirtmiştir.

11 Mart 2003 tarihinde, Ege Üniversitesi Hastanesi, İzmir Cumhuriyet Savcılığı’na başvuranla ilgili sağlık raporunu sunmuştur. Rapora göre, başvuran 5 Kasım 2002 tarihinde sağlık muayenesinden geçmiştir. Doktorlar, başvuranın karnının sol tarafında 10 cm

(6)

6 büyüklüğünde eski bir lezyon gözlemlemişlerdir. Başvuran, yaranın gözaltındayken sandalyeden düşmesi sonucu oluştuğunu iddia etmiştir. Ancak, doktorlar, yaranın ne zaman ve nasıl oluştuğunu belirleyememişlerdir. Raporda, ayrıca, başvuranda ağır depresyon ve post-travmatik stres sendromu teşhis edildiği kaydedilmiştir.

Cumhuriyet Savcısı N.A., 20 Mart 2003 tarihli mektubuyla, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı’ndan ek rapor çıkartılmasını talep etmiştir. N.A., başvuranın karnında gözlemlenen lezyona sebep olan yaralanmanın hangi tarihte oluştuğunu belirlemenin mümkün olup olmadığını sormuştur.

7 Nisan 2003 tarihinde, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı, yaralanmanın hangi tarihte meydana geldiğini belirlemenin mümkün olmadığını Cumhuriyet Savcısı’na bildirmiştir.

Cumhuriyet Savcısı, 30 Mayıs 2003 tarihinde, başvuranın gözaltındayken sorgulandığı sırada görevli olan polis memurlarına celp göndermiştir.

10 Haziran, 9 Temmuz, 5 ve 6 Ağustos 2003 tarihlerinde, Cumhuriyet Savcısı, başvuranın kötü muamele iddialarıyla ilgili olarak M.A., A.G. ve H.G. adlı polis memurları ile M.Ç. adlı komiserin ifadesini almıştır. Polis memurları iddiaları reddetmiş ve sağlık raporlarında belirtilenin aksine, başvurana fiziksel veya psikolojik anlamda kötü muamelede bulunmadıklarını iddia etmişlerdir.

27 Şubat, 12 Mart, 16 Mayıs ve 18 Haziran 2003 tarihlerinde başvuranla görüşen psikiyatri uzmanı, 19 Haziran 2003 tarihinde bir rapor hazırlamıştır. Psikiyatri uzmanı, gözaltı sürecinde ve hücre hapsinde tutulduğu dört hafta boyunca gördüğü kötü muamele nedeniyle, başvuranda kronik post-travmatik rahatsızlık ve ağır depresyon görüldüğü sonucuna varmıştır.

6 Ağustos 2003 tarihinde, Cumhuriyet Savcısı N.A., suçunu itiraf etmesi için başvurana işkence uyguladıkları gerekçesiyle, İzmir Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi’nde görevli üç polis memuru ile Terörle Mücadele eski Şube Müdürü hakkında İzmir Ağır Ceza Mahkemesi’ne iddianame sunmuştur. N.A., gözaltında bulunduğu sırada, suçunu itiraf etmesi için başvurana çeşitli şekillerde kötü muamelede bulunulduğunu kaydetmiştir.

Başvuranın gözleri bağlanmış, uykudan mahrum bırakılmış, ölümle ve tecavüzle tehdit edilmiş, aşağılanmış, başına, sırtına ve göğsüne vurulmuş, hayaları sıkılmış ve cinsel tacize maruz kalmıştır. Cumhuriyet Savcısı, başvuranın gözaltındayken işkenceye maruz kaldığını kaydeden ve 21 Temmuz 2003 tarihinde İzmir Tabip Odası tarafından verilen sağlık raporuna dayanarak, sanıkların sözkonusu suçu işlediğine dair yeterli delil bulunduğunu iddia etmiştir.

30 Eylül 2003 tarihinde, başvuran, sanık polis memurları hakkındaki ceza davasına müdahil olmak için İzmir Ağır Ceza Mahkemesi’nden izin talebinde bulunmuştur.

2 Ekim 2003 tarihinde, İzmir Ağır Ceza Mahkemesi, başvuranın ifadesini almıştır.

Başvuran, gözaltındayken polis memurları tarafından sorgulanması ve kötü muameleye maruz bırakılmasına ilişkin ayrıntılı bir ifade vermiştir.

6 Ekim 2003 tarihinde, İzmir Ağır Ceza Mahkemesi, Cumhuriyet Savcısı’ndan, başvurana uygulandığı iddia edilen kötü muameleye ilişkin tıbbi delillerin tamamını 31 Ekim 2003 tarihli duruşmadan önce mahkemeye sunmasını talep etmiştir. Sözkonusu talep Türk Tabipleri Birliği’ne iletilmiştir.

(7)

7 10 Ekim 2003 tarihinde, Aydın Ağır Ceza Mahkemesi, İzmir Ağır Ceza Mahkemesi’nin talebi üzerine, Aydın İl Emniyet Müdür Yardımcısı olarak görev yapmakta olan M.Ç.’nin ifadesini almıştır. İddianame sesli olarak okunmuştur. M.Ç., suçsuz olduğunu iddia ederek İzmir’de yapılacak olan duruşmalara katılmaktan muaf tutulmak istediğini belirtmiştir.

22 Ekim 2003 tarihinde, İzmir Tabip Odası, ilgili sağlık raporlarının tamamını ağır ceza mahkemesine sunmuştur.

İzmir Ağır Ceza Mahkemesi, 31 Ekim 2003 tarihli duruşmada, başvurana sanık polis memurları hakkındaki ceza davasına müdahil olma iznini vermiştir. Mahkeme, ayrıca, beş sanık polis memurunun ifadesini almıştır. Sanıkların tamamı suçlamaları reddederek masum olduklarını iddia etmişlerdir.

16 Nisan 2004 tarihinde, İzmir Ağır Ceza Mahkemesi, başvuranın vücudunda tespit edilen lezyonların işkenceden kaynaklanıp kaynaklanmadığının belirlenmesi için Adli Tıp Kurumu’ndan ayrıntılı bir rapor çıkarılmasını talep etmiştir.

Başvuranla ilgili olarak daha önce çıkarılan raporların tamamını inceleyen Adli Tıp Kurumu, 16 Temmuz 2004 tarihli raporunda, başvuranın fiziksel travmaya maruz kaldığını gösteren herhangi bir delil bulunmadığı sonucuna varmıştır. Ayrıca, başvuranın Adli Tıp Kurumu doktorları ve Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi uzmanları tarafından muayene edilmesinin ardından, iddia konusu kötü muamele ile hafif işitme kaybı arasında herhangi bir bağ tespit edilmemiştir. 11 Mart 2003 tarihinde Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı ve 10 Mayıs 2004 tarihinde Adli Tıp Kurumu tarafından yapılan iki muayene sonucunda, başvuranın karnının sol kısmında gözlemlenen lezyonların sebebi belirlenmemiştir. Son olarak, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Bölümü tarafından konan “ağır depresyon” ve “post-travmatik stres bozukluğu” teşhislerini ve Adli Tıp Kurumu 4. İhtisas Kurulu’nun başvuranın gözlemlenmek üzere hastaneye yatırılması yönündeki talebini göz önünde bulunduran Adli Tıp Kurumu, başvuranın psikolojik travmaya maruz bırakılıp bırakılmadığının belirlenmesi için bahsi geçen kurulun görüşünün alınmasını tavsiye etmiştir.

İzmir Ağır Ceza Mahkemesi, 11 Ekim 2004 tarihli duruşmada, olayları açığa kavuşturmak için yeterli delil bulunduğu gerekçesiyle, Adli Tıp Kurumu 4. İhtisas Kurulu’nun ek rapor çıkarmasına gerek olmadığına karar vermiştir.

İzmir Ağır Ceza Mahkemesi, 22 Aralık 2004 tarihli duruşmada, makul şüphenin ötesinde polis memurlarının başvurana işkence uyguladıklarını gösteren yeterli ve ikna edici delil bulunmamasından dolayı sanık polis memurlarının beraatına karar vermiştir. Mahkeme, başvuranın Ege Üniversitesi Hastanesi’nde yapılan muayenesinde hiçbir fiziksel şiddet bulgusuna rastlanmadığını kaydetmiştir. Ayrıca, Ege Üniversitesi doktorlarının başvuranın ruhsal sağlığına ilişkin bulgularının kötü muamele sonucu oluştuğuna dair herhangi bir tespitte bulunulmamıştır.

17 Şubat 2005 tarihinde, başvuran kararı temyiz etmiştir. Başvuran, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı ve Adli Tıp Kurumu tarafından hazırlanan sağlık raporlarının, polis memurlarından işkence gördüğünü açık bir şekilde kanıtladığını iddia etmiştir. Ayrıca, ilk derece mahkemesi, Türk Tabipleri Birliği’nin ayrıntılı raporundaki

(8)

8 bulguları göz ardı etmiştir. Mahkeme, işkencenin psikolojik etkilerini takip etmek yerine fiziksel delil bulunmadığı hususuna ağırlık vermiştir. Başvuran, polis memurlarını ve onlardan gördüğü muameleyi net bir şekilde tarif etmiştir. Başvuran, gözaltı sorgusu sırasında avukat yardımı talebinde bulunmuş, ancak polis memurları bu talebi reddederek avukat isteğini deftere kaydetmemişlerdir. Başvuran, defteri imzalamamış ancak imzası taklit edilmiştir.

11 Aralık 2006 tarihinde, Yargıtay, 22 Aralık 2004 tarihli kararı onamıştır. Yargıtay, delillerin değerlendirilmesinin ve ilk derece mahkemesi tarafından verilen kararın usule ve hukuka uygun olduğunu kaydetmiştir.

C. Başvuran hakkındaki ceza davası

12 Temmuz 2002 tarihinde, terörle mücadele şube müdürü, başvuran ile Bolşevik Parti-Kuzey Kürdistan/Türkiye’nin diğer üyelerinin müdahil oldukları iddia edilen eylemlere ilişkin yapılan soruşturmayı özetleyen bir rapor hazırlamıştır. Terörle mücadele şube müdürü, sözkonusu örgütün amacının anayasal düzeni bozarak yerine komünist rejimi getirmek olduğunu kaydetmiştir. Başvuranın sözkonusu örgütün eylemlerine katıldığı iddiasıyla ilgili olarak, başvuranın yakalanmasından önce M.K. adlı kişinin evinde arama yapıldığını ve başvurana ait bazı belgelerin bulunduğunu belirtmiştir. Bulunan belgelerin incelenmesi sonucunda, başvuranın “parti hücresinden” sorumlu olduğu ve yeni üyelerin alınması ve yayınlarla propaganda yapmak gibi üst düzey görevlerde bulunduğu anlaşılmıştır.

6 Eylül 2002 tarihinde, İzmir Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Savcısı, eski TCK’nın 168/2 maddesi uyarınca, başvuranı yasadışı bir örgüt olan Bolşevik Parti-Kuzey Kürdistan/Türkiye üyesi olmakla suçlayan bir iddianame hazırlamıştır. Cumhuriyet Savcısı, başvuranın İzmir’deki “parti hücresinden” ve örgütle “parti hücresi” arasındaki iletişimden sorumlu olduğunu iddia etmiştir. Cumhuriyet Savcısı, ayrıca, bir “hücre evinde” yapılan arama sırasında başvurana ait bazı belgelerin bulunduğunu kaydetmiştir.

İzmir Devlet Güvenlik Mahkemesi, 24 Ekim 2002 tarihinde bir tensip tutanağı hazırlamıştır. Tensip tutanağında, başvuranın adı geçen örgütle ilgisi olmadığı, “Hıdır” kod adının kendisine ailesi tarafından verilen bir takma isim olduğu ve gözaltı sırasında kötü muameleye maruz kaldığı yönündeki ifadeleri yer almaktadır.

24 Ekim 2002 tarihinde, başvuran İzmir Devlet Güvenlik Mahkemesi’ne başvurarak serbest bırakılma talebinde bulunmuştur. Suçun niteliğini, kanıtların durumunu ve başvuranın kaçma riskini göz önünde bulunduran mahkeme, sözkonusu talebi reddetmiştir.

21 Ocak 2003 tarihinde, İzmir Devlet Güvenlik Mahkemesi, başvuranın serbest bırakılmasına karar vermiş, ancak Türkiye’den çıkışına yasak getirmiştir.

Başvuran, 24 Temmuz 2003 tarihli yazılı savunmasında, Bolşevik Parti-Kuzey Kürdistan/Türkiye adlı örgütle ilgisinin bulunmadığını ifade etmiştir. Başvuran, soruşturmanın başından beri aleyhindeki iddiaları reddettiğini, gözaltındayken işkence altında ifade verdiğini, bunun da İzmir Tabip Odası’nın raporuyla kanıtlandığını kaydetmiştir.

Başvuran, ayrıca, arkadaşının evinde bulunan eşyalarıyla ilgili olarak kanuna aykırı bir durumun sözkonusu olmadığını iddia etmiştir.

(9)

9 24 Temmuz 2003 tarihinde, İzmir Devlet Güvenlik Mahkemesi, 3713 No.lu Terörle Mücadele Kanunu’nun 7/1 maddesi uyarınca, başvuranı silahsız terör örgütü üyesi olmak suçundan mahkum etmiştir. Başvuran dört yıl iki ay hapis cezasına çarptırılmıştır. Mahkeme, tanıkların ifadelerine ve yasadışı örgüt üyelerinden birinin evinde bulunan CD, bilgisayar ve belgelere dayanarak, başvuranın adı geçen örgütün kurucu üyelerinden ve liderlerinden biri olduğunu ve örgüte yeni üyelerin alınmasından ve propagandadan sorumlu olduğunu tespit etmiştir.

Başvuran, diğer hususlar meyanında, mahkumiyetinin baskı altında alınan ifadelere dayandığını iddia ederek 25 Temmuz 2003 tarihinde ilk derece mahkemesinin kararını temyiz etmiştir.

Başvuran, 19 Aralık 2003 tarihinde Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na başvurarak ülke dışına çıkma yasağının kaldırılmasını talep etmiştir. Başvuran, Almanya’da yaşadığını ve çalıştığını belirterek, yargılama süresi göz önünde bulundurulduğunda sözkonusu tedbirin kendisini ciddi biçimde etkilediğini kaydetmiştir. Belirtilmeyen bir tarihte, başvuranın talebi İzmir Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından reddedilmiştir.

3 Mart 2004 tarihinde, başvuran Yargıtay’a temyiz gerekçelerini sunmuştur. Başvuran, yalnızca örgüt üyesi olmakla suçlanmasına rağmen, devlet güvenlik mahkemesi tarafından örgütün kurucu üyelerinden olduğuna karar verildiğini belirtmiştir. Ayrıca, ilk derece mahkemesi, kararında, başvuranın terör suçu oluşturacak ve Bolşevik Parti-Kuzey Kürdistan/Türkiye’nin bir terör örgütü olduğu sonucuna götürecek bir eylemde bulunduğuna dair herhangi bir delil ortaya koymamıştır. Ayrıca, başvurana ve diğer sanıklara işkencede bulunan polis memurları aleyhinde açılan ceza davası göz önünde bulundurulduğunda, başvuranın ve diğer sanıkların gözaltı sırasında verdiği ifadelerin soruşturma dosyasından çıkarılması gerekir. Son olarak, başvuran, yasadışı bir örgüt üyesi olduğunu kanıtlayan hiçbir delil bulunmadığını iddia etmiştir.

Yargıtay, 8 Nisan 2004 tarihinde, ilk derece mahkemesinin kararını verirken 3713 No.lu Kanun’da yapılan son değişiklikleri göz önünde bulundurması gerektiğini kaydederek 24 Temmuz 2003 tarihli kararı bozmuştur. Dolayısıyla, Yargıtay, başvuranın temyiz gerekçelerini onamıştır.

30 Haziran 2004 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanan 16 Haziran 2004 tarih ve 5190 No.lu Kanun ile devlet güvenlik mahkemeleri kaldırılmıştır. Başvuran aleyhindeki dava İzmir Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderilmiştir.

16 Temmuz 2004 tarihinde, İzmir Ağır Ceza Mahkemesi, başvuranın ülkeden çıkma yasağının kaldırılması yönündeki talebini reddetmiştir. Mahkeme, davanın halen derdest olduğunu ve nihai kararın beklenmesi gerektiğini kaydetmiştir.

Bu arada, soruşturmadan sorumlu Cumhuriyet Savcısı, davanın esasına ilişkin görüşünü sunmuş ve başvuran ile diğer sanıkların kurdukları örgütün 3713 No.lu Kanun’un 7/1 maddesi uyarınca terör örgütü tanımına uymadığı gerekçesiyle serbest bırakılmalarını talep etmiştir.

12 Ekim 2004 tarihinde, İzmir Ağır Ceza Mahkemesi, 3713 No.lu Kanun’un 7/1 maddesi uyarınca başvuranı bir kez daha mahkum etmiştir. Başvuran temyize gitmiştir.

(10)

10 Kasım 2005’te, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, dava dosyasını ilk derece mahkemesine geri göndermiş ve mahkemeden Ceza Muhakemesi Kanunu’nda yapılan değişiklikler ışığında davanın yeniden ele alınmasını talep etmiştir.

5 Aralık 2005 tarihinde, başvuran, İzmir Ağır Ceza Mahkemesi önünde, aleyhinde açılan ceza davasının AİHS’nin 5/3, 5/4, 6/1 ve 13. maddelerini ihlal ettiğini ileri sürmüştür.

Bu nedenle, başvuran, ülkeden çıkma yasağının kaldırılmasını ve davanın hızlandırılmasını talep etmiştir.

16 Mart 2006 tarihinde, İzmir Ağır Ceza Mahkemesi, 3713 No.lu Kanun’un 7/1 maddesi uyarınca başvuranı iki yıl altı ay hapis cezasına mahkum etmiştir. Adı geçen örgütün yapısını, yöntemlerini, hedefini ve eylemlerini göz önünde bulunduran mahkeme, sanıkların ve soruşturmadan sorumlu cumhuriyet savcısının ifadelerinin aksine, örgütün terör örgütü olarak nitelendirilebileceği sonucuna varmıştır. Mahkeme, örgüt üyelerinin fiziksel şiddete başvurmamalarına rağmen, amaçlarına ulaşmak için manevi cebir uyguladıklarını kaydetmiştir. Mahkeme, örgütün amacının, mevcut demokratik rejimin yerine Marksist- Leninist rejim getirmek için bir ayaklanma başlatmak olduğu kanısına varmıştır. Yakalama tutanağını, sanıkların kimlik teşhisini içeren raporu, başvurana ve diğer örgüt üyelerine ait yazılı delilleri ve sağlık raporlarını göz önünde bulunduran mahkeme, başvuranın adı geçen yasadışı örgütün kurucu ve aktif üyesi olduğuna karar vermiştir. Mahkeme, ayrıca, başvuranın ülke dışına çıkma yasağının karar kesinleşinceye kadar yürürlükte kalmasına karar vermiştir.

Bununla birlikte, mahkeme, başvuranın gözaltı sırasında kendisi ve diğer sanıklar tarafından verilen ifadelerin soruşturma dosyasından çıkarılması yönündeki talebine karşılık vermemiştir.

Başvuran, 21 Mart 2006 tarihinde, yasal yollarla elde edilmeyen delillere dayanılarak mahkum edildiğini ve adı geçen örgütün 3713 No.lu Kanun’un 1. ve 7. maddelerinde yer alan terör örgütü tanımına uymadığını ileri sürerek kararı temyiz etmiştir.

5 Ekim 2006 tarihinde, Cumhuriyet Başsavcısı görüşünü sunmuş ve 29 Haziran 2006 tarihinde 3713 No.lu Kanun’un 7. maddesinde yapılan değişiklik ışığında başvuran ile diğer sanıkların hukuki statülerinin yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini kaydederek Yargıtay’dan ilk derece mahkemesinin kararını bozmasını talep etmiştir.

25 Aralık 2006 tarihinde, Yargıtay, 16 Mart 2006 tarihli kararı onamıştır. Yargıtay, 3713 No.lu Kanun’un 7. maddesinde tanımlanan suç unsurları bakımından başvuranın lehinde herhangi bir değişikliğin sözkonusu olmadığı sonucuna varmıştır. Buna karşılık, uygulanacak yaptırım, maddenin bir önceki versiyonuna göre daha ağırdır. Dolayısıyla, Yargıtay, Cumhuriyet Başsavcısı’nın görüşüne katılmamıştır. Tarafları dinleyen, taraflarca sunulan delilleri inceleyen ve ilk derece mahkemesinin takdir yetkisini göz önünde bulunduran Yargıtay, başvuranın itirazlarını da reddetmiştir.

7 Şubat 2007 tarihinde, başvuranın avukatı yukarıda bahsedilen karara itiraz etmiş ve karar düzeltme talebinde bulunmuştur.

HUKUK

I. AİHS’NİN 3. VE 13. MADDELERİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI

(11)

11 Başvuran, kötü muameleye maruz kaldığı ve bununla bağlantılı olarak etkili bir iç hukuk yolu bulunmadığı gerekçesiyle AİHS’nin 3. ve 13. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

A. Kabuledilebilirlik

AİHS’nin 35/3 maddesi uyarınca bu şikayetlerin açıkça dayanaktan yoksun olmadığını kaydeden AİHM, ayrıca başka açılardan bakıldığında da kabuledilemezlik unsuru bulunmadığını tespit eder. Bu nedenle şikayetler kabuledilebilir niteliktedir.

B. Esas

1. Tarafların ifadeleri

(a) Başvuran

Başvuran, AİHS’nin 3. maddesine göre, gözaltındayken gördüğü muamelenin işkence ve onur kırıcı muameleyle eşdeğer olduğunu iddia etmiştir. Başvuran, polis memurlarının kendisini çırılçıplak soyduklarını, diz çökmeye zorladıklarını ve cinsel tacizde bulunduklarını ifade etmiştir. Polis memurları ayrıca başvurana tecavüz etmeye teşebbüs etmişlerdir.

Başvuran, daha sonra sırtüstü yatırılarak hayaları sıkılmıştır. Başvuran, ayrıca, çok sıcak bir yerde gözleri kapalı olarak tutulmuş, daha sonra da güçlü ışığa maruz bırakılmıştır. Başvurana yemek verilmemiş, ölümle tehdit edilmiş, hakarete maruz bırakılmış ve tekmelenmiştir.

Başvuran, yasal takibatta bulunan makamların işkence şikayetleriyle ilgili olarak kapsamlı ve etkili bir soruşturma yapmadıklarını ileri sürmüştür. Makamlar, gerçeği yansıtmayan sağlık raporlarını göz önünde bulundurmuşlardır. Başvuran, bu bağlamda, hiçbir işkence izine rastlanmadığını belirten sağlık raporlarının Adalet Bakanlığı tarafından belirlenen standartlara uygun olarak hazırlanmadığını belirtmiştir. Başvuran, Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde yapılan muayenesinin, doktorun on üç dakika içerisinde diğer dokuz sanığı da muayene etmesi nedeniyle, yalnızca bir dakika otuz üç saniye sürdüğünü kaydetmiştir. Başvurana göre, gözaltı sonrasında muayeneyi gerçekleştiren doktor, işkence izlerini rapora kaydetmemiştir. İzmir Tabip Odası’nın başvuranın işkence gördüğü sonucuna varmasına rağmen sözkonusu raporda işkence izine rastlanmadığı kaydedilmiştir.

Hükümet’in, Adli Tıp Kurumu 4. İhtisas Kurulu’ndan rapor alınması amacıyla başvuranın hastaneye yatırılmak istendiği, ancak başvuranın bu talebi reddettiği yönündeki iddiası başvuran tarafından yalanlanmıştır. Başvuran, yalnızca yol masraflarının karşılanmasını istemiş ve İzmir Ağır Ceza Mahkemesi önünde iki buçuk yıldan sonra işkence izlerini belirlemenin imkansız olduğunu ifade etmiştir. Ayrıca, Cumhuriyet Savcısı, mevcut deliller göz önünde bulundurulduğunda, başvuranın gözetim altında tutulmasına gerek olmadığını ifade etmiştir. Mahkeme, her şeye rağmen, başvuranın yeniden muayene edilmesini talep edebilirdi.

(b) Hükümet

Hükümet başvuranın, polis tarafından gözaltında tutulduğu süre boyunca işkenceye ya da kötü muameleye uğramadığını kaydetmiştir. Sağlık raporları başvurana işkence edilmediğini doğrulamıştır. Ayrıca, başvuranın iddiaları ile başvuranın iddialarını ispatlamak için dayanarak olarak gösterdiği Türk Tabipleri Birliği raporundaki bulgular çelişmektedir.

(12)

12 Hükümet başvuranın, Adli Tıp Kurumu 4. Değerlendirme Kurulu tarafından hastaneye kaldırılmayı ve gözetim altında tutulmayı reddettiğini ve nedenle, mahkemenin başvuranın kötü muamele görüp görmediğine karar veremediğini ileri sürmüştür.

Hükümet başvuranın iddialarının ulusal makamlarca soruşturulduğunu iddia etmiştir.

Cezai takibat sonuçlarının başvuran için tatmin edici olmaması, etkili bir iç hukuk yolunun mevcut olmadığı anlamına gelmemektedir. AİHM’nin Čonka/Belçika (no. 51564/99, paragraf 75) davasındaki kararına atıfta bulunan Hükümet, bir “iç hukuk yolunun” AİHS’nin 13.

maddesi bağlamında etkili olup olmamasının, lehte bir sonucun kesinliğine bağlı olmadığını ileri sürmüştür. Bu nedenle, yetkili makamların mevcut dava koşullarına ilişkin detaylı ve kapsamlı bir soruşturma yürüterek AİHS’nin 3. ve 13. maddeleri bağlamındaki usule ilişkin yükümlülüklerini yerine getirdiklerini iddia etmiştir.

2. AİHM’nin değerlendirmesi

(a) Genel ilkeler

AİHM, 3. maddenin AİHS’nin hiçbir değişikliğe müsaade edilmeyen en temel maddelerinden biri olduğunu yinelemektedir. Ayrıca, Avrupa Konseyi’ni oluşturan demokratik toplumların en temel değerlerinden birini kapsamaktadır. İnsan haklarının korunma vasıtası olan AİHS’nin kapsam ve amacı maddelerinin, sağladıkları güvenceleri pratik ve etkili hale getirecek şekilde yorumlanmasını ve uygulanmasını gerektirmektedir (bkz. Avşar/Türkiye, no. 25657/94, paragraf 390).

AİHM buna ek olarak kişinin sağlıklı olarak gözaltına alındığı ancak gözaltında tutulduğu süre sonunda yaralı olduğunun tespit edildiği durumlarda, bu yaraların nasıl oluştuğuna ilişkin makul bir açıklamada bulunma ve özellikle sağlık raporları ile desteklenmesi halinde mağdurun iddialarının doğruluğa gölge düşüren deliller sağlama görevinin Devlet’e ait olduğunu hatırlatmaktadır. Bu görevin yerine getirilmemesi halinde, 3.

madde kapsamında ciddi bir sorun açığa çıkmaktadır (bkz. Çolak ve Filizer/Türkiye, no.

32578/96 ve 32579/26, 30. paragraf, 8 Ocak 2004; Selmouni/Fransa [BD], no. 25803/94, 87.

paragraf; Aksoy/Türkiye, 18 Aralık 1996, 61. paragraf; Hüküm ve Karar Raporları 1996-VI;

ve Ribitsch/Avusturya, 4 Aralık 1995, 34. paragraf, A Serisi no. 336).

AİHM, görevinin yardımcı niteliği konusunda hassastır ve dava koşulları bunu kaçınılmaz kılmadığı sürece ilk derece mahkemesi görevi üstlenmekte dikkatli olması gerektiğini kabul etmektedir. Ancak, AİHS’nin 3. maddesine dayanılarak iddiada bulunulması halinde, AİHM’nin özellikle kapsamlı bir inceleme başlatması gerekmektedir (bkz. Ülkü Ekinci/Türkiye, no. 27602/95, 135. paragraf, 16 Temmuz 2002) ve tarafların sunduğu delillere dayanarak başlatacaktır.

AİHM delilleri değerlendirirken “makul şüphenin ötesinde” kanıt standardını benimsemektedir (Orhan/Türkiye, no. 25656/94, 264. paragraf, 18 Haziran 2002 ve Avşar, 282. paragraf). Ancak bu tür deliller yeterli derecede güçlü, açık ve uygun çıkarımlar ya da çürütülmemiş benzer fiili karinelerin bir arada var olmalarından kaynaklanabilmektedir (bkz.

Ülkü Ekinci, 142. paragraf).

Ayrıca, sözkonusu olayların bütünüyle ya da kısmen yetkili makamların özel bilgileri dahilinde bulunduğu durumlarda, tutuklu bulundurulma sırasında meydana gelen

(13)

13 yaralanmalar hususunda güçlü fiili karineler ortaya çıkacaktır (bkz. Salman/Türkiye [BD], no.

21986/93, 100. paragraf, AİHM 2000-VII). Tatmin ve ikna edici bir açıklamada bulunma hususundaki ispat mecburiyetinin yetkili makamlara ait olduğu kabul edilebilmektedir (bkz.

Salman/Türkiye [BD], no. 21986/93, 100. paragraf, AİHM 2000-VII).

Son olarak AİHM bireyin, kanuna aykırı olarak ve 3. maddenin ihlali neden olacak şekilde polis ya da Devlet’in diğer yetkilileri tarafından kötü muameleye maruz bırakıldığını ileri sürmesi halinde, bu madde Devlet’in AİHS’nin “… kendi yetki alanları içinde bulunan herkese bu Sözleşme’[de] … açıklanan hak ve özgürlükleri tanırlar” şeklindeki 1. maddesi bağlamındaki genel yükümlülüğü ile birlikte dolaylı olarak etkili bir resmi soruşturma yapılmasını gerektirmektedir. Sözkonusu soruşturma sorumluların tespit edilmesini ve cezalandırılmasını sağlamalıdır. Aksi halde, birincil önemine rağmen, işkencenin ve insanlık dışı ve küçük düşürücü muamelenin kanunlara dayalı olarak yasaklanması pratikteki etkinliğini yitirecek ve Devlet yetkililerinin bir takım davalarda fiili dokunulmazlıkları ile kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını ihlal etmeleri mümkün olacaktır (bkz. Assenov ve Diğerleri/Bulgaristan, 28 Ekim 1998, 102. paragraf, Raporlar).

(b) Yukarıda kaydedilen ilkelerin mevcut dava koşullarına uygulanması i) Başvuranın kötü muameleye maruz bırakılması

Mevcut davada, Türk Tabipler Birliği raporlarına ve bir psikiyatri uzmanına dayanan başvuran, polis tarafından gözaltında tutulduğu sırada çeşitli kötü muamele türlerine maruz bırakıldığını iddia etmiştir. Hükümet, buna cevaben, Atatürk Eğitim Hastanesi, cezaevi doktoru, Ege Üniversitesi Hastanesi ve Adli Tıp Kurumu tarafından hazırlanan sağlık raporlarına değinmiş ve iddiaların dayanaktan yoksun olduğunu ileri sürmüştür. Tarafların dayandıkları sağlık raporlarının, esasen tespitleri ve sonuçları açısından değişiklik gösterdiklerini göz önüne alan AİHM, öncelikle mevcut başvuruya yol açan olayların doğru bir tablosunu çizebilmek amacıyla bu belgelerin delil teşkil edip etmediklerini incelemelidir.

Ancak, bu incelemeye başlamadan önce, güvenlik güçleri tarafından gözaltına alınan kişilerin sağlık muayeneleri için standartları belirleyen ilkeleri hatırlatmanın önem teşkil ettiği kanaatindedir. AİHM bu bağlamda Salmanoğlu ve Polattaş/Türkiye davasında verdiği kararda yer alan tespitlere ve sonuçlara değinmektedir (no. 15828/03, 17 Mart 2009, paragraflar 79- 83).

Mevcut dava koşullarına dönüldüğünde AİHM, öncelikle ulusal makamların tutukluların sağlık muayenesi hususunda sözkonusu kararda belirtilen ilkelere uyup uymadığına karar vermelidir. Bu hususta, başvuranın polis tarafından gözaltına alınmadan önce ve alınmasını müteakiben bir dizi sağlık muayenesinden geçtiğini kaydetmektedir. 9 Temmuz 2002 tarihli sağlık raporundan da anlaşıldığı üzere, başvuran polis tarafından gözaltına alınmadan önce sağlık durumu iyiydi. Bu durum, taraflar arasında ihtilaf teşkil etmemektedir.

Başvuranın kötü muamele iddiaları hususunda belirleyici üç sağlık muayenesine girdiği anlaşılmaktadır; birincisi polis tarafından gözaltına alınmasından iki gün sonradır ve diğer ikisi salıverilmesini müteakibendir. Atatürk Eğitim Hastanesi tarafından 11 ve 13 Temmuz 2002 ve cezaevi doktoru tarafından 22 Temmuz 2002 tarihlerinde hazırlanan sağlık raporlarından başvuranın bedeninde fiziksel şiddet izleri bulunmadığı anlaşılmaktadır. Bu raporlarda başka bir beyan ya da ayrıntı yer almamaktadır.

(14)

14 AİHM, Sağlık Bakanlığı’nın 1995 tarihli genelgesi bağlamında, ilgili tarihte adli görevlere atanan doktorların tutuklunun ifadeleri, doktorların tespitleri ve vardıkları sonuçlar için ayrı kısımlar içeren standart sağlık formları kullanmalarının gerekli olduğunu kaydetmektedir (bkz. standart adli sağlık formu örneği için CPT/Inf (99) 3). Sağlık raporlarının nüshalarını mühürlü zarflarda polise ve Cumhuriyet Savcısı’na göndermeleri gerekmektedir (bkz. Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi’nin 5-17 Ekim 1997 tarihleri arasında Türkiye’yi ziyareti hususunda Türk Hükümeti’ne sunulan rapor, CPT/Inf (99) 3, 39.

paragraf). Buna ek olarak, Başbakan’ın 3 Aralık 1997 tarihli Genelgesi’nde polis tarafından gözaltında tutulan kişiler hususunda hazırlanan adli raporlarının standart adli sağlık formu formatında olmaları gerektiği açıkça belirtilmektedir (bkz. Salmanoğlu ve Polattaş, 86.

paragraf). Ayrıca, Sağlık Bakanlığı’nın Adli Hizmetler ve Adli Tıp Raporların Hazırlanması hususundaki 20 Eylül 2000 tarihli 13243 sayılı genelgesi uyarınca, sağlık raporlarında hastanın şikayetleri ve psikolojik bulgular ve cinsel istismar davalarında ek formların tamamlanması da dahil olmak üzere muayeneye ilişkin tüm detaylar kaydedilmelidir.

Yukarıda kaydedilen düzenlemeler ışığında incelendiğinde, sözkonusu üç sağlık raporunun o tarihte yürürlükte olan iç hukuka ve İstanbul Protokolü’nde belirtilen CPT standartlarına ve ilkelerine uygun olmadığı anlaşılmaktadır. Bu nedenle AİHM, on kişinin yalnızca on üç dakikada muayene edilmesinin, standart sağlık formları kullanılmamasının ve muayeneye ilişkin ayrıntıların tümüyle kaydedilmemesinin de gösterdiği gibi doktorlar tarafından yapılan yüzeysel muayenelerden üzüntü duymaktadır. Bu muayenelerin başvuranın polis tarafından gözaltında tutulduğu sırada ve salıverilmesini müteakiben yapılması nedeniyle başvuranın kötü muameleye maruz kaldığına ilişkin şüpheleri dağıtacak önemli delilleri sağlamış olabilecekleri kanısındadır. Bu nedenle ulusal makamların polis tarafından gözaltında tutulan kişilerin sağlık muayenelerinin etkili şekilde işlemesini sağlamadıkları sonucuna varmıştır. Bu muayeneler güvenilir deliller sağlayamamıştır. Dolayısıyla, AİHM 11, 13 ve 22 Temmuz 2002 tarihli sağlık raporlarının sonuçlarının önemli olmadığı kanaatindedir.

AİHM Ege Üniversitesi Hastanesi’nin, İzmir Tabip Odası’nın, başvuranın Almanya’daki doktorunun, psikiyatri uzmanının ve Adli Tıp Kurumu’nun raporlarını inceleyecektir.

AİHM Ege Üniversitesi Hastanesi’nin başvuranı 5 ve 6 Kasım 2002 tarihlerinde muayene etmesi ardından iki sağlık raporu hazırladığını kaydetmektedir. Ancak bu raporlar doktorların başvuranın batın bölgesindeki lezyonun ne zaman ve nasıl oluştuğunu belirleyememeleri ve başvuranın kulaklarında ve duymasında bir sorun olmadığını tespit etmeleri nedeniyle herhangi bir sonuç ortaya koymamaktadır. Bu nedenle, sözkonusu raporlar ispat gücüne sahip deliller şeklinde dayanaklar teşkil etmemektedir.

Alman avukatının, başvuran Almanya’yı terk etmeden önce hipertansiyonu olmadığı yönündeki ifadesi hususunda AİHM, sözkonusu problemin başvuranın maruz kaldığı kötü muamelenin direkt sonucu olmadığı kanaatindedir.

Türk Tabipler Birliği ve psikiyatri uzmanının hazırladıkları raporlar hususunda AİHM, bu raporlarda başvuranın kronik post travmatik stres bozukluğu ve ağır depresyon geçirdiği sonucuna varıldığını kaydetmektedir. Başvuranı birçok kez muayene eden doktorlar, vücudunda herhangi bir kötü muamele izi bulamamışlardır. Ancak, ruhsal durumu ile bağlantılı olarak başvuranın şikayetlerini incelediklerinde, polis tarafından gözaltında ve hücre hapsinde tutulduğu müddetçe kötü muameleye maruz kaldığı sonucuna varmışlardır.

(15)

15 Son olarak önceden hazırlanan tüm sağlık raporlarını inceleyen Adli Tıp Kurumu başvuranın fiziksel travma geçirdiğine dair göstergeler bulunmadığı kanısına varmıştır.

Bununla birlikte, başvuranın psikolojik travmaya maruz kalıp kalmadığına karar verilmesi için 4. Değerlendirme Kurulu’ndan ek bir rapor alınması gerektiği kanaatindedir.

AİHM yukarıda kaydedilenler ışığında sözkonusu raporların başvuranın serbest bırakılmasından uzun bir süre sonra hazırlandığını ve bazı raporların başvuranın direkt muayenesi ardından çıkarılmadığını gözlemlemektedir. Türk Tabipler Birliği ve psikiyatri uzmanının hazırladıkları raporlarda başvuranın psikolojik sağlığı ve kötü muamele iddiaları arasında direkt bir illiyet bağı kurulmuş olmasına rağmen AİHM yakalanma, tutuklanma ve yargılanma gibi diğer faktörlerin de başvuranın psikolojisinin bozulmasına yol açan stres, depresyon ve endişe hallerine neden olabileceği kanısındadır. Dolayısıyla başvuranın psikolojik durumunun, maruz kaldığı kötü muamelenin direkt sonucu olduğu söylenemez. Bu nedenle AİHM, sözkonusu raporların başvuranın kötü muamele iddialarını ispatlamada ya da çürütmede delil olarak kabul edilemeyeceği sonucuna varmıştır.

AİHM yukarıda kaydedilenler ışığında dava dosyasındaki materyalin, gerekli kanıt standardına göre başvuranın polis tarafından gözaltında tutulduğu sırada kötü muameleye maruz kaldığı sonucuna varmasını sağlamadığı kanaatindedir.

Sonuç olarak AİHS’nin 3. maddesi esas açısından ihlal edilmemiştir.

(ii) Soruşturmanın etkili olmadığı iddiası

AİHM başvuranın yetkili makamlar önünde, salıverilmesinden son olaya kadar geçen süre içerisinde, sürekli olarak polis memurları tarafından kötü muameleye maruz kaldığını iddia ettiğini gözlemlemektedir.

Kovuşturmadan sorumlu makamlar ve ulusal mahkemeler cevaben başvuranın iddialarına ilişkin kapsamlı bir soruşturma başlatmışlardır. Başvuranın ve başvurana kötü muamelede bulunan polis memurlarının ifadelerini almışlardır. Ayrıca başvuranın iddialarının doğruluğunu karara bağlamak amacıyla sağlık kurumlarının görüşlerine başvurmuşlardır.

Ancak, başvuranın vücudunda fiziksel şiddet izi bulunmadığı yönündeki raporlara dayanan ulusal mahkemeler, makul şüphenin ötesinde, başvuranın iddia ettiği gibi kötü muameleye maruz kaldığını gösteren yeterli ya da ikna edici deliller bulunmadığı sonucuna varmışlardır.

AİHM durum ne olursa olsun başvuranın maruz kaldığını iddia ettiği kötü muameleye ilişkin tam bir resim oluşturamadığını belirtmektedir. Bu durum büyük ölçüde, polis tarafından gözaltına alınan kişilerin muayene sistemlerinin etkili şekilde işlemesini sağlayamayan ulusal makamlardan kaynaklanmaktadır.

AİHM bu bağlamda başvuranın polis tarafından gözaltında tutulduğu süre içerisinde ve salıverilmesini müteakiben hazırlanan sağlık raporlarının, o tarihte yürürlükte olan iç hukuka ve İstanbul Protokolü’nde ortaya konan CPT standart ve ilkelerine uygun olmadığı sonucuna varmıştır.

Diğer taraftan, Türk Tabipler Birliği’nin Sağlık Bakanlığı’nın standartlarına uymaması nedeniyle tıbben geçerli olmadıkları yönünde vardığı sonuca rağmen ulusal mahkemeler hiçbir zaman ihtilaflı raporların kanunlara ya da iç hukuka uygunluğunu sorgulamamıştır.

(16)

16 Aksine, polis memurlarının kötü muamele suçundan beraat etmelerine karar verirken bu raporlarda verilen sonuçlara önem vermişlerdir.

AİHM yukarıda kaydedilenler ışığında sözkonusu yargılamanın, polis tarafından gözaltına alınan kişilerin muayene sistemlerindeki eksiklikler nedeniyle herhangi bir sonuç ortaya koymadığını gözlemlemektedir. Bu nedenle, başvuranın kötü muamele iddialarının, AİHS’nin 3. maddesinin gerektirdiği gibi, ulusal mahkemelerin başlattıkları etkili soruşturmaya konu teşkil etmediği sonucuna varmıştır.

Sonuç olarak, AİHS’nin 3. maddesi esas açısından ihlal edilmiştir.

AİHM yukarıda varılan sonuçlar ışığında AİHS’nin 13. maddesi bağlamında ayrıca bir hususun ortay çıkmadığı kanısındadır (bkz. Timur/Türkiye, no. 29100/03, paragraflar 35-40, 26 Haziran 2007).

II. AİHS’NİN 6. MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI

Başvuran ulusal mahkemelerin ifadelerini baskı altında alması ve polis tarafından göz altında tutulduğu süre içerisinde avukatının olmaması nedeniyle adil şekilde yargılanmadığından şikayetçi olmuştur. Ayrıca, aleyhindeki suçlamaların niteliğinden ve nedenlerinden ivedilikle haberdar edilmediğini ve kendi adına aleyhindeki yargılamalara tanıkların katılmasını ve tanıkların incelenmelerini sağlayamadığını ileri sürmüştür.

İddialarını AİHS’nin 6. maddesinin 1. 3(a), (c) ve (d) maddelerine dayandırmıştır.

A. Kabuledilebilirlik

Hükümet, AİHM’den başvuranın şikayetini ulusal mahkemeler önünde sunmaması nedeniyle iç hukuk yolları tüketilmediği için başvurunun sözkonusu kısmını reddetmesini talep etmiştir. Hükümet, buna ek olarak, polis tarafından serbest bırakıldığı tarih olan13 Temmuz 2002’den itibaren altı ay içerisinde başvurusunu sunmadığı için başvuranın altı aylık süre kuralına uymadığını ileri sürmüştür.

AİHM, Hükümet’in iç hukuk yollarının tüketilmemesine ilişkin itirazı hususunda benzer davalarda Hükümet’in ilk itirazlarını incelemiş ve reddetmiş olduğunu hatırlatmaktadır (bkz., özellikle, Pakkan/Türkiye, no. 13017/02, 31. Paragraf, 31 Ekim 2006;

Taşçıgil/Türkiye, no. 16943/03, paragraflar 31-32, 3 Mart 2009; ve Tamamboğa ve Gül/Türkiye, no. 1636/02, 41. paragraf, 29 Kasım 2007). AİHM mevcut davada yukarıda kaydedilen başvurulardakinden farklı bir sonuca varmasını gerektiren özel koşullar bulunmadığı kanısındadır.

AİHM, altı ay kuralına uyulmadığına ilişkin itiraz hususunda, savunma hakkına ilişkin şikayetleri incelerken, polis tarafından gözaltında tutulduğu sırada başvuranın avukatı olmamasının yargılamanın sonucu üzerinde etkili olup olmadığına karar vermek için yargılamaları bütün olarak değerlendirmesi gerektiğini kaydetmektedir. Bu nedenle, mevcut davada altı aylık sürenin en erken Yargıtay’ın kararını verdiği 25 Aralık 2006 tarihinden itibaren işlemeye başladığı ve başvurunun bu tarihten daha önce, 20 Mayıs 2003’te yapıldığı kanaatindedir.

Sonuç olarak AİHM, Hükümet’in ilk itirazlarını reddetmektedir.

(17)

17 Başvurunun sözkonusu kısmının AİHS’nin 35/1 maddesi bağlamında dayanaktan yoksun olmadığını kaydeden AİHM, başka açılardan bakıldığında da kabuledilemez olmadığını kaydetmektedir. Bu nedenle, kabuledilebilir olduğuna karar verilmelidir.

B. Esas

1. Tarafların görüşleri

(a) Hükümet

Hükümet başvuranın 13 Temmuz 2002 tarihinde İzmir Sulh Ceza Mahkemesi önünde verdiği ifadelerin yasal temsilcisi eşliğinde alındığını kaydetmiştir. Ayrıca, ilk derece mahkemeleri ve Yargıtay önündeki yargılamalar sırasında bir avukat tarafından temsil edilmiştir. Bu nedenle aleyhinde yürütülen cezai takibat sürecinde avukat yardımından faydalanmıştır.

Başvuranın, ifadesinin baskı altında alındığına ilişkin şikayeti hususunda Hükümet ulusal mahkemenin bütün delilleri birlikte değerlendirdiğini iddia etmiştir; bu deliller başvuranın emniyet müdürlüğünde, Cumhuriyet Savcısı ve hakim önünde verdiği ifadeleri kapsamaktadır.

Hükümet son olarak ulusal mahkemelerin, tanık dinlemenin gerekli olup olmadığına karar verirken takdir yetkilerinin bulunduğu kanaatindedir.

(b) Başvuran

Başvuran iddialarını yinelemiştir. Ulusal mahkemelerin dava dosyasına kanuna aykırı delilleri dahil etmelerinin adil yargılanma hakkının ihlaline yol açtığını iddia etmiştir. Baskı altında alınan ifadelerinin, dava dosyasından çıkarılmasını sürekli talep etmesine rağmen ilk derece mahkemeleri ve Yargıtay kendisine cevap vermemiştir. Sonuç olarak, baskı altında alınan ifadelerine dayanılarak ve polis tarafından gözaltında tutulduğu sırada avukat yardımı almaksızın mahkum edilmiştir.

2. AİHM’nin değerlendirmesi

AİHM, AİHS’nin 19. maddesi bağlamında görevinin, Sözleşmeci Devletler’in AİHS’ye ilişkin yükümlülüklerinin gözetilmesini sağlamak olduğunu hatırlatmaktadır.

AİHS’nin koruması altında bulunan ihlal edilmiş haklara ve özgürlüklere sahip olmadıkları sürece ulusal bir mahkemenin olaylara ya da hukuka ilişkin yaptığı hatalara bakmak AİHM’nin görevi değildir. 6. madde adil yargılanma hakkını güvence altına almaktadır ancak öncelikli olarak iç hukuk bağlamında düzenlenmesi gereken bir konu olan delillerin kabuledilebilirliğine ilişkin kurallar ortaya koymamaktadır.

Bu nedenle, prensip gereği, belirli delil türlerinin – örneğin, iç hukuk açısından kanuna aykırı olarak elden edilen deliller – kabuledilebilir olup olmadığına ya da başvuranın suçlu olup olmadığına karar vermek AİHM’nin görevi değildir. Cevaplanması gereken soru, delillerin toplanma şekli de dahil olmak üzere yargılamanın bütün olarak adil olup olmadığıdır. Bu, sözkonusu “kanuna aykırılık” durumunun incelenmesini ve AİHS

(18)

18 bağlamındaki bir başka hakkın daha ihlal edilmesi halinde, tespit edilen ihlalin niteliğini kapsamaktadır.

AİHM daha önce, cezai yargılamalarda 3. madde ihlal edilerek ele geçirilen delillerin kullanılmasının, bu tür delillerin kabuledilebilirliği mahkumiyete karar vermede belirleyici olmasa dahi yargılamanın adilliğini ihlal edebilmektedir (ibid (Söylemez/Türkiye, no.

46661/99, 23. paragraf, 21 Eylül 2006). 3. maddeye dayanılarak şikayette bulunulmasa dahi, AİHM’nin 6. madde kapsamındaki güvencelere uyulup uyulmadığına karar verme amacıyla başvuranın kötü muamele iddialarını göz önüne alacağına da karar vermiştir (bkz. Örs ve Diğerleri/Türkiye, no. 46213/99, 60. paragraf, 20 Haziran 2006, ve Kolu, no. 35811/97, 54.

paragraf, 2 Ağustos 2005).

AİHM buna ek olarak, kendi aleyhine tanıklık etmeme imtiyazı ve sessiz kalma hakkının, genel olarak kabul görmüş ve adil yargılamanın merkezinde bulunan uluslar arası standartlar olduklarını hatırlatmaktadır. Amaçları, sanığı yetkili makamların uygunsuz zorlamalarına karşı korumak; böylece, adli hatalardan kaçınmak ve 6. maddenin amaçlarını güvence altına almaktır. Avukatı erken erişim, bir yargılamanın usulünün kendi aleyhine tanıklık etmeme imtiyazının esasını ortadan kaldırıp kaldırmadığını incelerken AİHM’nin, özellikle göz önüne alacağı usule ilişkin güvencelerin bir parçasıdır (bkz. Salduz/Türkiye [BD], no. 36391/02, 54. paragraf, 27 Kasım 2008).

AİHM yukarıda kaydedilenler ışığında ulusal mahkemelerin, başvuranın polis tarafından gözaltında tutulduğu sırada baskı altında ve avukat olmaksızın alındığı iddia edilen ifadelerinin, adil yargılanma hakkını ihlal edip etmediğine karar vermelidir.

AİHM başvuranın gözaltında tutulduğu sırada gerçekten kötü muameleye maruz kalıp kalmadığını tespit edemediğini kaydetmektedir. Ancak başvuranın, yargılama sürecinde polis tarafından gözaltında tutulduğu sırada işkence altında ifade verdiğine ilişkin görüşleri kesindir. Hükümet, 12 Temmuz 2002 tarihli bir polis raporuna dayanarak işkence iddialarını reddetmiş, başvuranın sessiz kalma hakkını kullandığını ve polis tarafından gözaltında tutulduğu sırada ifade vermediğini iddia etmiştir.

Başvuran ve başvuranla birlikte suçlanan kişinin baskı altında verdikleri ifadelerin başvuranın mahkumiyetinde belirleyici rol oynamadıklarının anlaşılmasına rağmen AİHM, iddiaların ciddi nitelikte olmalarıyla birlikte ulusal mahkemelerin başvuranın polis tarafından gözaltında tutulduğu sırada verdiği ifadeleri geri almaya yönelik tekrarlanan taleplerine cevap vermemelerini dikkat çekici bulmaktadır. Ayrıca, İzmir Ağır Ceza Mahkemesi başvuranı suçlu bulurken, kimlik teşhisi sırasında başvuranın yanındaki diğer sanıkların verdikleri ifadeleri göz önünde bulundurmuş, bu da ceza davasının sonucunu olumsuz etkilemiştir.

Ulusal mahkemeler bir kez daha başvuranın, ifadelerinin dava dosyasından kaldırılması talebini ve başvuranla birlikte suçlanan kişinin de duruşma sırasında ifadelerini geri aldığını göz ardı etmiştir.

Son olarak AİHM, başvuranın gözaltında tutulduğu sırada adli yardım alamamasının taraflar arasında ihtilaflı olmadığını gözlemlemektedir. Başvuranın avukata erişim hakkına getirilen kısıtlama sistemikti ve devlet güvenlik mahkemelerinin yetki alanına giren bir suçla bağlantılı olarak gözaltına alınan herkese uygulanmıştı (bkz. Salduz, 56. paragraf).

Başvuranın, tutuklu yargılanması ardından ve takip eden cezai yargılama sürecinde avukata erişim hakkı ve savcının iddialarına itiraz etme fırsatı olmuştur. Bununla birlikte,

(19)

19 yukarıda da kaydedildiği gibi, ulusal mahkemeler başvuranı suçlu bulurken, başvuranın ve birlikte suçlandığı kişinin sonradan geri aldıkları ve avukat olmaksızın polis gözetiminde alındıklarını iddia ettikleri ifadeleri dava dosyasına dahil etmişlerdir. Sonuç olarak, mevcut davada, başvuran avukata erişim hakkına getirilen kısıtlamalardan kesin olarak etkilenmiştir.

Gözaltında tutulduğu sırada ortaya çıkan eksiklikleri ne daha sonra bir avukatın sağladığı yardım ne de takip eden yargılamada delil sunulması giderebilmiştir (bkz. Salduz, 58.

paragraf; Amutgan/Türkiye, no. 5138/04, 18. paragraf, 3 Şubat 2009, ve Dayanan/Türkiye, no.

7377/03, 33. paragraf, AİHM 2009-…).

Yukarıda kaydedilenler göz önüne alındığında, başvuranın duruşmada ve takip eden temyiz aşamasında aleyhindeki delillere itiraz etme fırsatı olduğu halde, kuşkulu delillerin dava dosyasına dahil edilmesi ve polis tarafından gözaltında tutulduğu süreçte başvuranın adli yardım alamaması, savunma haklarını telafi edilemez şekilde etkilemiştir.

Bu nedenle, mevcut davada AİHS’nin 6/3 (a) maddesi 6/1 maddesi ile birlikte ihlal edilmiştir.

AİHM, yukarıda kaydedilenleri göz önüne alarak, sözkonusu madde bağlamında ortaya konan asıl yasal sorunları incelemiş olduğu kanaatindedir. Bu nedenle, başvuranın AİHS’nin 6/3 (a) ve (d) maddeleri bağlamındaki diğer şikayetlerini ayrıca karara bağlamanın gerekli olmadığı sonucuna varmıştır (bkz. Kamil Uzun/Türkiye, no. 37410/97, 64. paragraf, 10 Mayıs 2007; Getiren/Türkiye, no. 10301/03, 132. paragraf, 22 Temmuz 2008; ve orada atıfta bulunulan kararlar).

III. AİHS’NİN 5/2 MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI

Başvuran AİHS’nin 5/2 maddesine dayanarak yakalanmasının sebeplerinin kendisine zaman yitirmeksizin belirtilmediğinden şikayetçi olmuştur.

Hükümet bu iddiaya itiraz etmiştir.

AİHM başvuranın polis tarafından gözaltında tutulmasının 13 Temmuz 2002’de sona erdiğini ancak 20 Mayıs 2003’e kadar AİHM’ye başvuruda bulunmadığını gözlemlemektedir.

Bu nedenle, şikayeti hususunda AİHS’nin 35/1 maddesinde ortaya konan altı ay kuralını gözetmemiştir. Sonuç olarak davanın bu kısmı, AİHS’nin 35. maddesinin 1. ve 4.

ğparagrafları uyarınca reddedilmelidir (bkz., diğerleri arasında, Duman/Türkiye (karar), no.

803/04, 11 Aralık 2007).

IV. AİHS’NİN 41. MADDESİNİN UYGULANMASI

AİHS’nin 41. maddesi şöyledir:

“Mahkeme işbu Sözleşme ve protokollerinin ihlal edildiğine karar verirse ve ilgili Yüksek Sözleşmeci Tarafın iç hukuku bu ihlali ancak kısmen telafi edebiliyorsa, Mahkeme, gerektiği takdirde, hakkaniyete uygun bir surette, zarar gören tarafın tatminine hükmeder.”

A. Tazminat

Başvuran maddi tazminat olarak 6,487.82 Türk Lirası ve manevi tazminat olarak 50,000 Euro talep etmiştir.

(20)

20 Hükümet bu meblağlara itiraz etmiştir.

AİHM, tespit edilen ihlal ve ileri sürülen maddi zarar arasında illiyet bağı bulunmaması nedeniyle talebi reddetmektedir.

Başvurana hakkaniyet temelinde 19,000 Euro manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir.

AİHM ayrıca en uygun tazmin yolunun başvuranın, talep ettiği takdirde AİHS’nin 6.

maddesi gereklerine göre yeniden yargılanması olduğu kanaatindedir (bkz. Salduz, 72.

paragraf).

B. Yargılama masraf ve giderleri

Başvuran ulusal mahkemeler önünde yaptığı masraf ve harcamalar için 1,500 Euro (yaklaşık 750 Euro), ve AİHM önünde yaptığı masraf ve harcamalar için (AİHM önünde kendisini temsil eden avukat masrafı için 2,000 Türk Lirası ve çeviri masrafları ile diğer harcamalar için 1,011 Euro) 2000 Euro talep etmiştir.

Hükümet taleplerin dayanaktan yoksun olduklarını iddia etmiştir.

AİHM içtihadına göre, bir başvuran ancak gerçekten yapıldıklarını ve meblağların makul olduğunu ispat ettiği sürece masraf ve harcamaların tazminine hak kazanmaktadır.

Mevcut davada sunulan belgeleri ve yukarıda kaydedilen kriterleri göz önüne alan AİHM, ulusal yargılama sırasında yapılan masraf ve harcamalar için talep edilen tazminatı reddetmiştir ve AİHM önünde yapılan masraf ve harcamalar için toplam 2,000 Euro ödenmesinin uygun olduğu kanısındadır.

C. Gecikme Faizi

AİHM, gecikme faizinin, Avrupa Merkez Bankası’nın marjinal kredi faiz oranına üç puanlık bir artış eklenerek belirlenmesini uygun görmektedir.

BU GEREKÇELERE DAYANARAK, AİHM OYBİRLİĞİ İLE

1. Başvurana baskı yapıldığına, yetkili makamların başvuranın şikayetleri hususunda etkili bir soruşturma yürütmediklerine, başvuranın adil olarak yargılanma ve savunma haklarını kullanma haklarının ihlal edildiğine ilişkin şikayetlerin kabuledilebilir ve başvurunun kalan kısmının kabuledilemez olduğuna;

2. AİHS’nin 3. maddesinin esas açısından ihlal edilmediğine;

3. AİHS’nin 3. maddesinin usul açısından ihlal edildiğine;

4. Başvuranın işkence altında alındığını iddia ettiği ifadelerinin dava dosyasına kabulü ve polis tarafından gözaltında tutulduğu süreçte kendisine adli yardım sağlanmaması açısından AİHS’nin 6. maddesinin 1. ve 3(c) paragraflarının ihlal edildiğine;

(21)

21 5. Başvuranın AİHS’nin 6. maddesinin 3(a) ve (d) paragrafları bağlamındaki şikayetlerini ayrıca incelemenin gerekli olmadığına;

6. (a) Savunmacı devletin, 44. maddesinin 2. paragrafı gereğince kararın kesinleştiği tarihten itibaren üç ay içinde, ödeme tarihindeki döviz kuru üzerinden Türk Lirası’na çevrilmek üzere başvurana aşağıda kaydedilen meblağları ödemesine;

(i)Manevi tazminat olarak 19,000 Euro (on dokuz bin Euro) ve ödenebilecek her tür vergi;

(ii)Yargılama masraf ve giderleri için 2,000 Euro (iki bin Euro) ve ödenebilecek her tür vergi;

(b) Yukarıda belirtilen üç aylık sürenin sona erdiği tarihten ödemenin yapılmasına kadar geçen süre için, sözkonusu meblağlara, Avrupa Merkez Bankası’nın anılan dönem için geçerli olan marjinal kredi faiz oranına üç puanlık bir artış eklemek suretiyle belirlenecek basit faiz uygulanmasına;

6. Adil tatmine ilişkin diğer taleplerin reddine,

KARAR VERMİŞTİR.

İşbu karar İngilizce olarak hazırlanmış ve AİHM İç Tüzüğü’nün 77. maddesinin 2. ve 3. paragrafları uyarınca 1 Şubat 2011 tarihinde yazılı olarak tebliğ edilmiştir.

Referanslar

Benzer Belgeler

Doctorate, Culture and Structure in Organizations: Investigating The Effects of Industry and Contextual Factors on their Relationships across Turkish And Canadian Firms.,

Ayrıca değerlemelere yeni filo planlarını ve risksiz getiri oranındaki yükselmeyi (Avro ve Dolar bazında %6,5) yansıttığımızda THY’nin hedef değeri hisse

• Müktesebatın benimsenmesi, uygulanması ve idare edilmesi için kamu yönetiminin kapasitesinin özellikle eğitim ile yasal olmayan göç ve yasal olmayan insan ve

Görüşümüze göre, ekli mali tablolar Banka’nın 31 Aralık 2002 tarihi itibariyle mali durumunu ve aynı tarihte sona eren yıla ait faaliyet sonucunu, tarihi

Haziran ayında para arzı alt bileşenlerinde yaşanan sınırlı artışın yanısıra baz etkilerin de devreye girmesi sonucunda M3 para arzı artış hızının aylık bazda son dokuz

Euro alanının en önemli 12 ticaret ortağının euro karşısındaki döviz kurunun, söz konusu ülkenin Euro Alanı dış ticaretindeki payı ile orantılandırılması sonucunda

Bilgilendirici metinlerin çevirisinde göz önünde bulundurulması gereken durumlar

Genç yaştaki acentelerin daha olgun yaştaki acentelere oranla daha fazla hata yaptıkları gözlenmiştir.. Yalnız evli, çocuk sahibi, işini kurmuş ve belirli bir seviyeye