• Sonuç bulunamadı

İÇİNDEKİLER. Kainatın Efendisi / FEYZA YILDIRIM Ümmetin IŞIĞI / ŞULE MEŞE

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "İÇİNDEKİLER. Kainatın Efendisi / FEYZA YILDIRIM Ümmetin IŞIĞI / ŞULE MEŞE"

Copied!
49
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

KÜTAHYA KIRKLAR KIZ ANADOLU İMAM –HATİP LİSESİ 2015

(2)
(3)

1

İÇİNDEKİLER

Kainatın Efendisi / FEYZA YILDIRIM --- 5

Ümmetin IŞIĞI / ŞULE MEŞE --- 7

Çok Geç Olmadan / FATMA SELVİ --- 9

Yetim Düşler / YASEMİN KOLHAN --- 12

Arkadaşlığın Gücü / MERVE DEMİR --- 18

Aysel ve Bebeği / NURDANE ALAN --- 20

Büyük Ağacın Yıkılışı / İREM ÖGET --- 23

Defterimin Kahve Lekesi / FATMA SELVİ --- 27

Küçük Mutluluk / YASEMİN KOLHAN --- 29

Kader / MERVE DEMİR --- 34

Küçük Sırdaşım / ELİF ZELİHA ÇİÇEK --- 37

Kaybolan Mutluluğum / FATMA SELVİ --- 40

Nasıl Konuşmalı? / YASEMİN KOLHAN --- 42

Gülmek ve Ağlamak / MERVE DEMİR --- 44

Tadı Damağında / SÜMEYYE ÖNCEL --- 45

Yağmur Kokusu / DiLARA GÜLEÇ --- 46

(4)

2

(5)

3

(6)

4

TAKDİM

Sözün uçtuğu, yazının kaldığı bu alemde, amatör bir ruhla yazdığımız bu satırlar ebedi olsun istedik. Yıllar sonra bile okuduğumuzda, bizi gülümsetecek, hüzünlendirecek ve geçmişte kalmış anlarımıza götürecek satırlarımızı sizlerle de paylaşmak istedik.

Herkes durup dururken bir şeyler hayal eder veya düşünür. Zihinlerindeki bu tasarıların, bu fikirlerin; bir masala, bir öyküye ya da bir denemeye nasıl dönüşeceğini hayal edemezler. Bazen de bunu yapmak zor geldiği için bu işe girişmekten vazgeçerler. Oysa yazmak hiç de zor ve altından kalkılamayacak kadar büyük bir iş değildir. Üretken bir hayal gücün varsa ve bir de kalemin yapılacak tek şey yazmaktır. ‘’Yaratıcı Yazarlık’’ çalışmasıyla başladığımız bu yolculukta ortaya çıkan bu yazılar, yazma işinin acemisi olan üretken kalemlerin eseridir.

Kitapta yazıları olan sevgili öğrencilerime hayallerini yazmada rehberlik ederek gönüllerinden geçen cümleleri satırlara dönüştürmeyi ve yazma aşkını hayatlarına yerleştirmeyi hedefledim. Beni mahcup etmeyen cemrelerimin daha nice sayfalara düşüp bizlerle buluşması dileğiyle emekleri için hepsine teşekkürler…

Semra İNAL ERDOĞAN TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI

ÖĞRETMENİ

(7)

5

(8)

6

KAİNATIN EFENDİSİNE (MEKTUP) Aciz bir ümmetin olarak, ahir zamandan yazıyorum bu mektubu. Biraz heyecan ve biraz korkuyla uzunca cümleler kurmaya yelteniyorum. Haddim olmayarak Ey Allah’ın Sevgilisi; seni muhatabım sayıp gül yüreğine hisler sunuyorum, dikenler bürümüş kalbimden…

Ben ki, büyük bir üzüntüyle söylüyorum.Senin çok sevdiğin ümmetinden sünnetine sarılamamış, seni tam anlamıyla yaşayamamış çoğunluktan sadece aciz bir biçareyim. Ama yine de seni özleyen, seni hiç görmeden sevmeye çalışan, minarelerden yükselen ezanları duyduğumda ‘’Şefaat Ya Rasulallah!’’ diyerek içinde ümit taşıyan bir acizim…

Öğütlerine ve örneklerine ekmek gibi, su gibi muhtaç olduğumuz şu devirde manevi bağlamda seninle yaşayamadığım için özür dilerim Ey Peygamberim, Ey Uyarıcım, Ey Müjdecim…

Biliyorum ki sana dillerle düzülen övgüler, kalben duyulan saygının yanında deryada bir damladır, yağmurda tane… Sen rahmet olup asırlar önce üzerime yağmıştın ve ben hala senin verdiğin serinlikle yaşıyorum. Seni seviyorum. Eğer bu sevgi bir üzüm tanesi ise sen bunu bağ eyle. Eğer bu sevgi bir çakıl taşı ise sen bunu dağ eyle…

Ey Allah’ın Sevgilisi,

Ey Sevilmeye en layık olan, Ey nuruyla kainatın yaratılmasına sebep olan Yüce İnsan, Ey Yüce Peygamber!

(9)

7

Farkındayım, ben cennete girip, kuş olur uçarım sana uyarsam eğer. Ve halim zarar edenlerin en fenası olur, senden uzaklaşırsam eğer. Senin yolunda olup ışığınla yön bulmak bin ömrü eskitecek olsa da yaşamaya değer. Dünya denen bu yerde en yüce şey seni bulmakmış meğer…

Ve Ey Peygamberim, Rehberim!

Dünya ve dünyalık sevgisiyle senden öteye adım atan ayaklarımı bağışla, sana doğru gelmeyi nasip et bana. Senin adın geçtiğinde heyecanlanmayan kalbimi, ismini gördüğümde yaşarmayan gözlerimi, seni üzecek kelimelerimi, seni unutan bir aklı bağışla !

Sen şimdi benim içimden geçen her şeyi biliyorsun Ey Sevgili! Sayfalarca yazsam da,saatlerce konuşsam da kendimi ifade edemem.

Özür dileyip,affına sığınarak;

Ümmetini namaza çağıramadan ağlayan Bilal’i anımsayıp, sen olmadığın için ezan okurken ‘’Muhammedün Rasulallah’’

diyemeyen, felahı hissedemeyen Bilal gibi hislenip, sözlerime son vermek istiyorum. Emrettiğin gibi kısa ve öz konuşmayı düstur bilmiş say beni Ey Sevgili…

Kevser’in başında seninle buluşup, Cennet- i Alâ’da sana komşu olabilmek ümidiyle…

‘’Allahümme Salli Alâ Seyyidinâ MUHAMMED’’

FEYZA YILDIRIM

(10)

8

ÜMMETİN IŞIĞI (MEKTUP)

Allah’ın sevgilisi, doğumu ile dünyayı şereflendiren büyük insan;

Henüz doğmamışken nuru dünyaya inen, efendiler efendisi… Amine annemizin gonca gülü, ümmetinin güneşi…

Nisan, ayların en güzeli, baharın gözdesi ve ümmetin müjdecisi. Günlerden pazartesi. Mekke’de bir nur, nurdan öte bir nur. Mekke sokaklarında artık bir huzur. Çünkü ebedi bir sultan, övülmüş bir peygamber dünyaya geldi. Sen geldin efendim. Çocukluğun, gençliğin ve peygamberliğinde ümmete ışık oldun. Karanlıktan aydınlığa çıkardın insanları…

Sen doğdun Ya Resulallah ve ümmetin yüzü güldü, yetimin başı kalktı. Efendim, hani babaları kız çocuklarını gezmeye götürüyorum diye ölüme götürüyorlardı ya adım adım. Kız çocukları her şeyden bihaber gömülüyordu ya toprağa diri diri… Sen geldin o kız çocuklarının umudu oldun, artık gömülmüyorlar toprağa o masumlar… Sen geldin zalimin korkulu rüyası oldun. Sen geldin putlar yere yıkıldı birer birer…

Öğrendim ki, çocukları çok severmişsin. Bir baba gibi.Senin ardından koşan Mekke çocuklarına çok imreniyorum. Ben de senin ardından koşan çocuk olmayı, seninle oynamayı ne çok isterdim.

Ya Resulallah Şimdi çocuklar belki toprağa diri diri gömülmüyorlar ama, her gün yüzlerce çocuk ölüme gidiyor.

Ümmetin başsız, yetimin boynu yine bükük. Gelip görsen halimizi, ağlardın ümmetine…

(11)

9

Efendim, bu dünyada sensiz kaldık, fakat yolundan ayrılmadık. Senin sevgini, şefkatini hâlâ hissediyoruz gönüllerimizde…

Ey iki cihanın sultanı! Mahşerde bizi de Liva-ul Hama sancağının altına alır mısın? Dünyada göremedik seni ama çok özledik. Bize de kol kanat gerer misin mahşerde?

ŞULE MEŞE

(12)

10

ÇOK GEÇ OLMADAN (HİKAYE)

Her güzel görünen şeyin arkasından güzellikler çıkmıyor insanın karşısına. Öyle gülüşler var ki hayatta arkasından dikenini gösteren. Gül !Gül ! Saçma de hadi ! Ben asla yapmam de !

Temizdim, saftım kendi beyaz dünyamda kötülüklerden uzaktım. İlk yalanımı 17 yaşımda söyledim. Bazen insanın kalbi ve aklı karşısındaki herkesin iyi olduğunu düşündürür.

Bu hayatta herkesin iyi olmadığını o saf dünyamda yaşarken nerden bilebilirdim ki...

Okul hayatım hep ders çalışmakla geçmişti. Bir hedefim vardı.Hukuk Fakültesine gitmek.Emeklerimin karşılığını da almıştım artık Hukuk Fakültesinde öğrenciydim. Hep olmak istediğim yerde yeni hayatımın içindeydim.

Okuldan çıktığımız bir gün arkadaşım evinde bir eğlence düzenlediğini söyledi. Bütün sınıfın toplanacağını ve çok eğleneceğimizi anlattı. Gelemem, dediğimde: " Sen artık üniversitelisin ,iki saatlik bir eğlenceye de gelemeyeceksen nasıl arkadaşlık bu?" dedi. Keşke beni arkadaş olarak hiç görmeselermiş,keşke onları hiç tanımasaymışım...

Eve telefon açtım. Babama okul kütüphanesinde çalışacağım yalanını söyledim sesim titreyerek. Canım babam anladı mı acaba çok sevdiği ve güvendiği biricik kızının ona yalan söylediğini. Sadece " Geç kalma kızım. " dedi.

İçim çok rahat değildi. Babama yalan söylemiş olmam beni huzursuz etmişti. Arkadaşımın verdiği adrese gelmiştim. Girip girmeme konusunda hala emin değildim. Kapı

(13)

11

aralanmıştı. Bu kabir gibi karanlık cehennem gibi dumanlı eve adım atmıştım bile. Kapının hemen yanında ve sehpaların üzerinde şişeler, içi izmaritlerle dolu tabaklar, eve sinmiş insanın genzini yakan o koku karşıladı beni.

ilk kez geldiğim bu ev huzursuz etmişti içimi. Bir müddet oturduk, sohbet - muhabbet fena sayılmazdı. Ta ki o sinsi bakışmaları fark edene dek... Yanımda oturan arkadaşım ev sahibi olan arkadaşıma bir şeyler anlatmaya çalışır gibi hareketler yapıyordu. Arkadaşım oturduğu yerden kalktı, dolaptan bir şeyler aldı ve arkasında sakladığı o zehirle bana doğru gelmeye başladı. Ben " Yapmayın, yapamam !" dedikçe diğer kızlar beni tutmaya çalıştı."

Korkma, bir seferden bir şey olmaz. Çok hoşuna gidecek. "

dediler. En yakın arkadaşım koluma bir lastik bağladı ve batırdı içinde o zehir dolu iğneyi damarıma. Yandı bütün bedenim yandı, kavruldu. Büyük bir boşluğun içinde kaybettim kendimi… Ter içindeydim kendime geldiğimde.

Gözlerimi zor açabildim. Bütün bedenim uyuşmuş gibiydi.

Kolumdaki lastik hala duruyordu. Güçlükle çıkardım ve etrafta kendinden geçmiş olan arkadaş dediğim o hainleri gördüm. Vakit nasıl bu kadar çabuk ilerlemişti. Saatlerce bu halde kalmıştım. Olamaz on iki cevapsız arama. Canım babam beni ne kadar da merak etmiştir. Güçlükle yattığım yerden kalktım. Kendimi hiç iyi hissetmiyordum. Ayaklarım uyuşuk gibiydi zor adım attım. O cehennem evinden sokağa attım kendimi. Hemen bir taksiye bindim ve eve gittim. Eve bir hırsız gibi sessizce girdim. Doğru odama gittim. Yanıma kimse gelmesin diye kapımı kilitleyip yatağıma girdim...

(14)

12

Ben, ben değildim sanki titriyordum.

Durduramıyordum kendimi. Kalktım yataktan yerimde duramıyordum. Bir an odada gezinirken aynadaki o yabancı yüzü gördüm. Bu ben olamazdım. Babamın ceylan gözlüm, diye sevdiği gözlerim mahvolmuştu, birer kan çanağına dönmüştü. Hareketlerimi kontrol edemez hale gelmiştim.

Ellerimi başıma koymuştum ama tir tir titrememe yine de engel olamıyordum. Kalbim yerinden fırlayacakmış gibi atıyordu. Daha fazla direnemedim. Son nefesimi mi veriyordum. Var gücümle "Anne !" ve " Baba !" diye bağırdım, yere düştüm. Babam kapıyı kırarak ve korku içinde yanıma geldi. Aldattığım, yalan söylediğim benim okuma sebebim babam... Gözlerim onun yaşlı gözlerine değdiğinde artık kendimi kaybetmiştim.

"Korkuyorum, korkuyorum, ölmek istemiyorum !" sözleri dudaklarımdan dökülerek kendime geldiğimde bir hastane odasındaydım. Babam yaşlı gözlerle yine başucumdaydı.

"Sana sahip çıkamadım güzel kızım. " diyordu. Benimse ona söyleyecek tek bir sözüm bile yoktu pişmanlık dolu bakışlardan başka...

FATMA SELVİ

(Kütahya Üçüncüsü Olan Hikayemiz)

(15)

13

YETİM DÜŞLER (HİKAYE)

Benim de büyük bir şirketim ve birçok çalışanım olacak hep bana sadık kalacaklar, dedi ve tekrar güldüler…

Büyük yetimhanenin bu iki küçük çocuğu yatmadan önce birbirleriyle hayallerini yarıştırırlardı. Bu kötü bir yarış değildi. Aslında çok yakın arkadaşlardı. Bir haksızlığa uğradıkları vakit yardımlaşırlar, birbirlerini korurlardı.

Onur, orta boylu zayıf bir çocuktu. Çenesi sivri, dudakları kıvrımsız, yanakları elmayı andırıyordu. Kömürümsü saçları onu daha sevimli bir çocuk yapıyordu. Görünürde uysal çekingen biriydi ama capcanlı bir ruhu vardı. Onur yetimhaneye henüz bebekken onu bulan bir kadın tarafından bırakılmıştı. Ailesi hakkında kimsenin bir bilgisi yoktu. Enes ise Onur’un aksine gökyüzünü andıran mavi gözlere sahipti, bakışları insana huzur verirdi. Sapsarı saçları vardı. Onun da ailesi bilinmiyordu. Yetimhane yetkilileri onu bir bebekken yetimhanenin kapısında bulmuşlardı.

Zaman akıp gitti. Bu iki çocuk büyüdüler ve yetimhaneden ayrıldılar. Birbirleri ile olan ilişkileri burada sona ermişti. En azından onlar öyle sanıyorlardı. Onur istediği gibi bir şirketin başkanı olmuştu. Saygı duyulan, aynı zamanda da çalışanları tarafından sevilen bir şirket başkanı… Hayalini

(16)

14

gerçekleştirebildiği için her zaman kendisiyle gurur duydu.

Enes ise hayalini gerçekleştirememişti. Küçük eski bir kitap dükkânının sahibi olmuştu. Her ne kadar bu durumdan hoşnut olmasa bile işini seviyordu, kendisini geçindirecek kadar para kazanabiliyordu.

Sıradan bir gündü. Onur arabasına binmiş, özel şoförü eşliğinde iş için yola koyulmuştu. Camdan etrafı süzüyordu.

Martılar gökyüzünde ahenkle oradan oraya savruluyorlardı, denizin huzur veren sesi vapurlarla bir bütün oluşturmuştu.

Ne zaman buradan geçse içine bir huzur doluyordu. Hiç beklemediği, tanıdık bir yüzle karşılaştı. İçinde birden anlam veremediği bir heyecan beliriverdi. O sarı saçları, mavi gözleri görünce çocukluğuna döndü. Nasıl da özlemişti birden o eski hayal arkadaşını. Onunla sohbetlerini. Onur onu takip etti ve çalıştığı yeri buldu. Dar sokağın köşesindeki küçük ve bakımsız bir kitapçıdan içeri girdi Enes. Kitapçının tabelasında ‘’Düşler Kitapevi’’ yazıyordu.

Enes kitap okumayı çok sevdiği için hep büyük ve güzel bir kitapçı dükkanı olmasını hayal ederdi. Yetimhanede kurdukları hayallerin tersine bu kırk dökük duvarların ayakta zor tuttuğu çatının altındaki köhne kitapçı dükkanı Onur’un karşısındaydı. Arkadaşının hayallerini kurduğu o

(17)

15

güzel kitapçı dükkanına kavuşmadığını görünce çok üzüldü.

Ama o çok mutsuz gibi görünmüyordu…

Onur eski dostuna yardımcı olmak istedi ve her gün çalışanlarına para vererek çalışanlarını arkadaşının dükkanına kitap almaya gönderdi. Bu durum Enes’in gelirini neredeyse iki katına çıkarmıştı. Ama her gün aynı adamların gelip çok sayıda kitap alması ona biraz garip gelmeye başlamıştı. Onur’un çalışanlarından biri tekrar kitap almaya geldi. Enes daha fazla dayanamayarak ‘’Aldığınız bu kitapları beğendiniz mi?’’ diye sormak istedi. Adam hiç cevap vermeden istediği kitapları aldı, teşekkür etti ve dükkândan çıktı. Enes adamın tavrı karşısında iyice meraklanmıştı.

Adamın arkasından dükkânını kapadı ve ona belli etmeden onu takip etmeye başladı.. Adam her gün çok sayıda kitap almasına rağmen bir arabası yoktu. Bir müddet takip ettikten sonra adamın büyük bir şirkete girdiğini gördü.

Enes ne diyeceğini, ne yapacağını hiç hesaba katmadan onun peşinden şirkete girdi. Fakat şirketin korumaları onu içeri almadılar. Enes ısrarla içeri girmeye çalışırken o kargaşa esnasında korumalar da dâhil etraftaki herkes bir anda durdu. Siyah bir limuzin şirketin önünde durmuştu. Enes başta ne olduğunu anlayamadı. Ta ki korumalardan biri gidip

(18)

16

limuzinin kapısını açana dek. İçinden uzun boylu, esmer, kömür saçlı yakışıklı bir adam indi. Enes hayretler içerisindeydi. Eski, yakın arkadaşını bu halde görmek onu hem şaşırtmış, hem de çok mutlu etmişti. Onur da onu uzun zamandır ilk kez görüyor gibi bir ifade takınmıştı. Bu iki arkadaş tekrar görüşebilmenin sevinci ile birbirlerini kucakladılar. Uzun, hasret dolu bir kucaklamaydı bu. Onur korumalara gitmelerini söyledi ve Enes’i kolundan tutarak odasına çıkardı. Çok heyecanlıydı:

- Gerçekten özür dilerim. Buraya gelip böyle karşılanmanı hiç istemezdim eski dostum. Lütfen, geç otur bir şeyler içelim. Eski günleri konuşalım.

Enes de onun kadar heyecanlıydı. Masanın karşısındaki koltuğa oturdu.

- Hayır önemli değil eski dostum. Ben aslında buraya ne için gelmiştim ama kadere bak ki seni karşıma çıkardı.

Hiç değişmemişsin. Hayalini kurduğun işe kavuşman beni gerçekten çok sevindirdi. Umarım işin gibi hayatın da iyi gidiyordur?

- Ah çok teşekkür ederim. Hayatımda her şey yolunda.

Umarım senin de öyledir? Ayrıca senin de pek değiştiğin

(19)

17

söylenemez. Sen olduğunu anlamak için gözlerine bakmam yetti açıkçası. Seni gördüğüme o kadar sevindim ki.

Yaşadığımız o günleri hiçbir zaman unutamıyorum.

Yetimhanenin o soğuk ve kimsesiz duvarlarının ardında her zaman birbirimize destek olmuştuk. Sen benim bu hayattaki tek dostumsun.

Her ikisinin de gözleri dolmuştu o günleri ve dostluklarını hatırlayınca… Tam o sırada kapı çaldı ve içeriye kucağında kitaplarla bir adam girdi. Enes adamı görünce bir şaşkınlık yaşadı. Çünkü bu adam az önce takip ettiği müşterisiydi.

- Efendim istediğiniz kitapları aldım. Nereye koyma mı istersiniz?

Onur telaşla dışarı götürmesini ve daha sonra gelmesini söyledi. Böyle bir şeyi beklemiyordu. Arkadaşına ne diyeceği, ne yapacağını bilemiyordu. Ama bir şey söylemesi gerekiyordu çünkü Enes merakla ve şaşkınlıkla ona bakıyordu. Bu yüzden konuşmaya başladı daha doğrusu konuşmaya çalıştı:

- Ben buna açıklık getirebilirim.

- O adamları her gün sen mi yolluyordun?

- Evet , diyebildi Onur. Umarım kızmamışsındır sadece yardımcı olmak istedim.

(20)

18

Ben kızmadım sadece şu an çok mahcup hissediyorum.

Gerçekten böyle bir şey yapmana gerek yoktu. Ayrıca sen beni nasıl buldun?

- Hayır, lütfen mahcup olma! Seni tesadüfen deniz kenarında gördüm ve takip ettim. Hep hayalini kurduğun büyük ve güzel kitapevine kavuşamadığını görünce sana yardım edip destek olmak istedim.

Enes gerçekten çok tuhaf hissediyordu. Eski arkadaşının böyle bir şey yapması onu ne kadar mahcup etse de bir o kadar da sevindirmişti. Ona defalarca teşekkür etmek istiyordu ama bu onun duygularını yansıtmak için yeterli olmayacaktı. O yüzden ayağa kalktı ve arkadaşını kucakladı. Onur ise arkadaşının ona gücenmemiş, kızmamış oluşunun verdiği rahatlama ile kucaklamasına karşılık verdi.

Bu iki hayal arkadaşı adeta yılların acısını çıkarıyorlardı.

Eskiden birbirleriyle heyecan içinde yarış yapan o gözler şimdi tekrar kavuşmanın heyecanı ile parlıyordu. Ve görünen o ki bundan sonra da birbirlerine yardımcı olmaya devam edip, aynı heyecanla arkadaş kalacaklardı. Ebediyen ve daima…

YASEMİN KOLHAN

(21)

19

ARKADAŞLIĞIN GÜCÜ (HİKAYE)

Sabahın ilk ışıklarına o tatlı ses karışmıştı. ‘‘Kızım kalk hadi kahvaltı hazır.’’ Cansu uykusunu iyi almış olmanın verdiği mutlulukla gözlerini hemen açtı. Annesi kahvaltının hazır olduğunu ve havuz başında onu beklediğini söyledi.

Hazırlanıp aşağı inen Cansu tam masada onu bekleyen ailesine doğru ilerlerken çalar saati bu güzel rüyayı bölmüştü bile...

Cansu’nun hayatı gördüğü bu rüya gibi olsaydı keşke.

Çünkü, babası vefat etmişti ve maddi durumları pek iç açıcı değildi. O soğuk odada kısmen sıcak olan yatağından kalkmak istemiyordu. Ama kalkması gerekiyordu. Annesi çoktan işe gitmişti ve kardeşlerini okula gitmeleri için kaldırması gerekiyordu. Hızla kalkıp hazırlandıktan sonra kardeşlerini de uyandırdı. Kardeşlerinden biri yedinci, diğeri dördüncü sınıf öğrencisiydi. Cansu’da on birinci sınıfa gidiyordu.

İmam- Hatip öğrencisiydi, okulu kız okuluydu. Tüm arkadaşları çok düşünceli ve iyi niyetli kızlardı. Cansu’nun maddi durumundan da haberdardılar. Zaten o anlatmadan da giysilerinden ve kantine pek uğramamasından da bu durum anlaşılıyordu. Fakat Cansu gururluydu ve arkadaşlarının ona acımasını da hiç istemiyordu. Onlar da bunu bildikleri için farklı şekillerde ona yardımcı olmayı çalışıyorlardı. Buna test kitabı alarak başladılar. Bu kitapların herkese ücretsiz olarak verildiğini söyleyerek Cansu’nun almasını sağladılar.

Çalışkan olduğu için bu kitaplar onun çok işine yarayacaktı.

Cansu’nun doğum gününe az bir süre kala yeni bir ayakkabıya ihtiyacı olduğunu düşündüler. Ama Cansu’nun bu

(22)

20

teklifi kabul etmeyeceğini bildiklerinden ufak bir yalan söylemeye karar verdiler. Ayakkabıyı aldılar ve bugünü doğum günü sandıklarını söylediler. Arkadaşlarını kırmamak için hediyeyi kabul etmek zorunda kaldı. Onlara söylemese de ayakkabıları görünce çok mutlu olmuştu. Çünkü ayağındaki ayakkabıları çok eskimişti ama yenisini alacak durumda değillerdi.

Bu güzel sınıfta günler hızla akıp gidiyordu. Bu sefer Cansu’nun gerçek doğum günü yaklaşmıştı. Yine para toplayarak Cansu’ya hediyeler aldılar. Cansu böyle arkadaşlara sahip olduğu için çok şanslı olduğunu düşünüyor ve arkadaşlarına bu minnettarlığını gönlünden gelip dudaklarından dökülen güzel cümleleriyle gösteriyordu.

Cansu’nun arkadaşları bu yardımları yapmaya devam ettiler. Her ay belli miktarda yardım yapıyorlardı. Cansu ve ailesi ise bu yardımı kimin yaptığını hiçbir zaman öğrenemediler. Zaten yardımın en güzeli de bu değil miydi?

Sağ elin verdiğini sol elin görmemesi.

Zaman akıp giderken üniversite sınavı gelip çattı.

Cansu’nun sınavı çok güzel geçti ve Tıp Fakültesini kazandığını öğrendi. Güzel bir üniversitede okumaya başladı.

Okulunu burslu olarak okuyan Cansu, çocuk doktoru oldu.

Artık maddi sıkıntıları da geçmişti. Her kışın ardından gelen o bahar ona ve ailesine de uğramıştı. Tabii bu sırada eski sınıf arkadaşlarını da hiç unutmadı. Onları unutması imkansızdı. Bu güzel baharın gelmesinde katkısı olan o harika arkadaşları her zaman kalbinin en özel köşesine yerleştirdi. MERVE DEMİR

(23)

21

AYSEL VE BEBEĞİ (HİKAYE)

Aysel, biraz tombul, saf, iyi kalpli biriydi. Ailenin üçüncü çocuğuydu. Bir ablası, bir ağabeyi ve bir de küçük kız kardeşi vardı. Ailesinin durumu pek iyi olmadığı için dört çocuk ile zar zor geçinirlerdi. Aysellerin çok sayıda keçileri vardı. Keçileri çok olduğu için köylüler onların durumlarını iyi zannederlerdi. Ama gelin görün ki ailede her gün bir kavga gürültü olurdu. Aysel’in Ali Rıza adında huysuz, haylaz, elinden hiçbir iş gelmeyen bir babası vardı. Her gün annesini döver, bütün işleri ona yaptırırdı. Aysel ve ailesinin köyün dışında bir kışlaları vardı. Günün çoğunu orada geçirirlerdi.

Her gün Aysel kardeşleri ile birlikte keçilerini gütmeye gider, annesini kışlanın arkasındaki kuyudan eşeğin heybesiyle su getirirdi. Üstelik annesi çok hastaydı. Babası ise eşeğin üstüne biner, sabahtan akşama kadar o dağ senin bu dağ benim dolaşır dururdu.

Sıcak bir yaz günüydü. Güneş tüm sıcaklığı ile etrafı ısıtıyordu. Aysel köydeki evlerinden bir şey almak için köye doğru yola çıktı. Ne kadar ailesinin durumu iyi olmasa da onun içinde kelebekler uçuşuyordu. Etraftaki ağaçları, böcekleri, kelebekleri görünce içi kıpır kıpır oluyordu. Bir kuş gibi kanatlanıp bütün dünyayı dolaşmak istiyordu.

Derken köydeki evlerine vardı. Eve gidip annesinin istediklerini aldı. Sonra kapıyı kitleyip yola çıktı. Yolda hoplaya zıplaya giderken köyün yardımseveri olan Mehmet Ağa ile karşılaştı. Aysel’in haline acıyıp ona para verdi ve Aysel de parayı aldıktan sonra Mehmet Ağa’ya teşekkür

(24)

22

etti. Sonra tekrar yoluna devam etti. Kışlaya artık daha hızlı ve neşeli gidiyordu. Biraz daha yürüdükten sonra kışlaya vardı. Koşarak annesinin yanına gidip parayı gösterdi. Annesi parayı babasına göstermemesini, aksi takdirde babasının parayı alıp geri vermeyeceğini söyledi. Aysel de tamam deyip kardeşlerinin yanına gitti. Kardeşine parayı bir dedenin verdiğini ve paylaşmalarını söylediğini anlattı. Aysel saf olduğu için parayı dört parçaya bölerek kardeşlerine verdi. Aysel’in ve kardeşlerinin hiç oyuncakları olmadığı için oyuncak almaya karar verdiler. Köylerinde ne bakkal vardı ne de bir dükkan sadece bazı günler köye arabalar ile satıcılar geliyordu. Satıcıların geldiği bir gün Aysel parayı alıp oyuncak bir bebek almak için köyün yolunu tuttu.

Oyuncak alacakları için çok sevinçliydi. Çünkü bu onun ilk oyuncağı olacaktı. Koşarak satıcının yanına gitti ve parayı uzatarak oyuncak bir bebek alacağını söyledi. Satıcı ‘’Fakat bu para parçalanmış’’ dedi. Aysel üzülerek ‘’ Ama Mehmet Ağa bize bu parayı paylaşmamızı söyledi, biz de paylaştık.’’

dedi. Adam biraz duraksadı. Aysel’in haline acıyıp ona oyuncak bir bebek verdi. Aysel bebeği kaptığı gibi koşarak kışlanın yolunu tuttu. Aysel koşarak eve geldi. Babasından habersiz aldığı oyuncağı kardeşlerine gösterdi. Daha sonra bebeği babasının bulamaması için bir yere sakladı. Her gün keçi gütmeye giderken bebeği sakladığı yerden alıyor, dağda kardeşleriyle oynuyordu. Fakat Aysel’in korktuğu bir şey vardı. O da babasının bebeği görmesiydi. Derken korktuğu başına geldi. Babası eşekle gezerken onları gördü. Aysel’i ve kardeşlerini eşek sudan gelesiye kadar dövdü. Bebeği de alıp

(25)

23

yüksek bir ağacın üstüne attı. Aysel’in her tarafı kan içindeydi. Her tarafı çok ağrıyordu. Babasının vurduğu yerler değil de aslında kalbi çok acıyordu. Hayatında ilk kez oyuncağı olmuştu ve onu da babası ağacın üstüne atmıştı.

Babası bir süre daha onlara bağırdıktan sonra eşeğine binip köye gitti. Babası gittikten sonra Aysel hemen kalkıp bebeği ağacın üstünden indirmeye çalıştı. Her türlü yolu denemişti, ama nafile. Bir türlü bebeği ağacın tepesinden indiremiyordu. Aysel artık ümidini kesmişti. Aysel bebeği indirmekle uğraşırken havanın nasıl karardığını anlamamıştı.

Hayvanları toparlayıp kışlanın yolunu tuttular. Aysel bir yandan bebeği düşünüyor bir yandan da öğlenki acılarının üstüne akşam yine babasının döveceğini düşünüyordu.

Hangisine üzüleceğini şaşmıştı. Artık gözyaşlarına hakim olamıyordu. Hem ağlıyor hem de hayvanları salıyordu. Kışlaya vardıklarında keçileri yerlerine koyduktan sonra korkuyla eve girdi. Akşam yine babası tarafından dövülmüş ve ağlayarak uykuya dalmıştı. Babası o günden sonra artık onları o tarafa keçileri gütmek için göndermiyordu. Fakat Aysel hala düşünüyordu. Bebeğini hangi rüzgar nereye savurmuştu ya da kimin elindeydi…

NURDANE ALAN

(26)

24

BÜYÜK AĞACIN YIKILIŞI (ANI )

O gün çok mutluydum. Çünkü her zamankinden daha fazla eğlendik. Hiç gitmediğimiz yerlere gittik. Küçük su balonları aldık. İçlerine su doldurduk ve su savaşı yaptık. İki gruba ayrıldık. Benim grubumda Kerim, Fırat ve Zeliş vardı.

Esra’nın grubunda ise Hatice, Melih ve Ahmet vardı. Yine her zamanki gibi biz yendik. Su balonlarını attık.Onları baştan aşağı ıslattık ve sırılsıklam oldular. Çimene yattılar ve güneşin kendilerini kurutmasını beklediler. Onlar beklerken biz su doldurduk ve tekrar üstlerine attık. Bu sefer kalkamadılar. Çünkü sırılsıklam olmuşlardı. Artık hepimizin üstü kurumuştu. Sonra oturduk bakkaldan bir şeyler aldık ve yedik. Sonra akşam oldu evlerimize dağıldık.

Ben üstümü değiştirdim ve babaanneme çıktım. Dedem hala hastaydı, iyileşememişti. Her geçen gün durumu daha kötüye gidiyordu. Biz de her gün başında Kur’an okuyorduk, dedemin iyileşmesi için. Dedemin yanına oturdum, ‘’Dedecim nasılsın, iyi misin?’’ diye sordum. Dedem de ‘’Gördüğün gibi.’’

dedi. Ağzında dişleri olmadığı için onu çok anlayamıyorduk.

Susadığını söyledi ve ben içirebilir miyim? Dedim. Bardağın içine pipeti koyduk ve içirdim. Babaannem yemeğini yedirdi.

Onu öyle görmeye dayanamıyordum. Onu daha bu kadar hasta olmadan önce bütün hastanelere götürdüler. Ama işte hepsi sigara yüzünden. Hastaneye gittik. Halamlar, biz ve babaannem dedemin odasına girdik. Orada çok iyiydi sağlığı.

Aşağıya oturma yerlerine indik. Dedemin koluna girdim.

Diğer koluna ise kardeşim ve kuzenim girdi,oturduk. Sağ tarafına ben oturdum ve herkes yerlerine oturdu. Kolları

(27)

25

artık mosmor olmuştu, serum takmaktan. Dedem yine de mutluydu. Keyfi yerindeydi. Her şey çok güzeldi. Evimize döndük.

Yoncalı’dan sonra kaç ay diğer hastanelerde kaldı, bayramlarda dahi. En sonunda eve getirdik. Ertesi gün ben okula gittim ama hiç okulda olmak istemiyordum. içimde garip bir sıkıntı vardı. Okuldan kaçtık. Ben, Zeliş, Esra, Gencay, Burak, Samet ve Emre sonra biz giderken eski sınıf arkadaşımız Ayşenur da geldi. Yanımıza yiyecek bir şeyler aldık. Okulun arkasındaki yere gittik. Orada bir güzel yedik, içtik, gezdik. Parka indik, biraz da orada oturduk. Sonra evlere dağıldık. Ben bu sefer dedem iyidir diye yukarı çıkmadım. Kardeşimle beraber televizyon izlerken çekirdek yiyorduk. Tam reklam çıktı, kapı çaldı, ben de tabakları mutfağa götürüyordum. Annemmiş ama anneme bir şey olmuştu, ağlıyordu. Kapımızın önünde bütün erkekler toplanmıştı. ‘’Anne ne oldu da sustun, anne sana diyorum!’’

dedim. Annem de kelimeleri bir türlü söyleyemedi, en sonunda konuştu. ’’İrem, deden vefat etti! ’’ dedi. Elimdeki tabaklar yere düştü, bütün akrabalarımız bana bakıyordu.

Birden ağlamaya başladım hüngür hüngür. Yukarı çıktım, herkes oradaydı. Annem dedi ki; ‘’Eğer kuzenin Beyza Nur’a söylemeselerdi, sana da söylemeyecektik.’’ dedi. Ben de inanamadım, herkesin benden önce haberi olmuş. Ben torunuyum ve en son benim haberim oldu. Kuzenim Beyza Nur geldi. Sarıldık, ağladık. Dedem oracıkta öyle yatıyordu.

Üzerine bıçak koymuşlardı ama ben sadece camdan görebiliyordum. Dedemin yanına girmek istedim fakat

(28)

26

eniştem izin vermedi. Ben de ’’Enişte, görmek istiyorum, lütfen!’’ dedim. ‘’Olmaz!’’ dedi ve içeri sokmadı. Son defa olsun dedemi görmek istedim ama izin vermediler. Bir gün boyunca evde durdu sabahtan akşama kadar. Ben hala ağlıyorum. Babaannemin yanına gittim. Mahvolmuştu.

Halamın yanına gittim, o desen mide krampı geçiriyordu.

Babamın yanına gidemedim. Çünkü onu öyle görmeye dayanmazdım. Gözleri kıpkırmızı olmuştu. Dayım geldi bizi götürmek için, ben gitmedim. Sabah oldu, dedemi tabutun içine koymuşlar, götürüyorlardı artık.‘’Dedecim gitme

!’’diyemedim. Desem de fayda etmeyecekti artık.

Arkalarından kuzenimle gittik camiye. Namaz kılmaya gidiyorlardı. Cenaze arabası ileri giderken benim ayaklarım geri geri gitti. Oturduk caminin karşısına, tabutu koydular, biz de bakıyorduk. Daha sonra gömmek için götürdüler. Ben de gitmek istedim. Ama dayım ’’Olmaz!’’ dedi. Evde kaldık, bir hafta olmuştu. Ben hala alışamamıştım. Kırkı oldu hala alışamadık…

Sık sık mezar ziyaretine gittik. Toprağın üstüne çiçekler ektik. Ben oturdum dedemin önüne, onunla konuştum, ama o cevap vermiyordu artık. Onun yerine ben kendime cevap veriyordum. Onun beni bir yerlerden duyduğunu biliyordum. ‘’Dedecim üzülme her zaman geleceğim yanına, seninle böyle konuşucağım.’’ derken bir yandan da gözyaşlarımı siliyordum. Ağlıyordum çünkü yedirememiştim kendime dedemin orada olduğunu, kabullenememiştim öldüğünü.‘’Dedecim merak etme ağlamıyorum.’’ dedim. Babaannem dedenin yanında sakın

(29)

27

ağlama oda orda üzülür, demişti. Bu yüzden hemen sildim gözyaşlarımı. ‘’ Dedecim görüşürüz, seni çok seviyorum.’’

dedim ve gittik. Dedemi hiç orda bırakmak istemedim.

Hatta dedemin evde beni beklediğini düşünüyordum. Eve gelince hayal kırıklığına uğradım. Akşam oldu, babaannem dedemin özel eşyalarını çıkardı. Halamlar ve biz vardık.

Dedemin çakmağını, şakşağını ve hacı misini aldım. Çok güzeldi hepsi. Hepsi dedem kokuyordu, onları sakladım.

Kardeşim yanlışlıkla dedemin şakşağını kopardı. Çok sinirlendim ve dövdüm, daha sonra içim acıdı, özür diledim.

O da özür diledi. Dedem vefat etmeden önce eski halinden biraz daha iyiyken , kandildi, yukarı çıktık. Dedemin elini öptük ve ‘’ Allah yenisini erdirsin.’’ dedi halam. Dedem de ‘’

Ben bir dahaki kandili göremem.’’ dedi. Boğazımda kelimeler düğümlendi. Ben hiçbir şey diyemedim. Halam ise ‘’

Görürsün baba niye göremeyesin, iyisin sen iyi, maşallah.’’

dedi. Ama göremedi gerçekten de. Dedem 20 Ocak’ta vefat etti. Üç gün sonra ise benim doğum günümdü. Dedem vefat etmeden önce dedim ki ‘’Dedemle beraber yeriz pastamı, ben dedeme yediririm.’’ dedim. Hatta pastayı hem ben yapacaktım hem de alacaktık. Ama bilemezdik ki böyle olacağını. Aslında ben hala dedemi yaşıyor olarak kabul etmek istiyorum. Çünkü hastanedeyken de evde pek yoktu.

Aylarca hastanede kaldı. Bayramları hastanede geçirdik. Bu yüzden dedem hala hastanede. Çok yakında dedem iyileşip geri evine, bizim yanımıza gelecek. Ya da yakında biz onun yanına gideceğiz, hiç belli olmaz böyle şeyler…

İREM ÖGET

(30)

28

DEFTERİMİN KAHVE LEKESİ (DENEME)

Sonbaharın getirdiği hüzün yaprakları gibidir yıl bitimi.

Geçen zamanın tüm duygularını yükleyiverir insanın omuzlarına. Eskiye dönük kapılar tek tek kapatılır, son dokunuşlar da yapıldıktan sonra kilit vurulur ve yol alınır yeni bir başlangıca doğru...

Her masama yaklaştığımda, umut dolu hayallerle yaklaşıyorum. Sandalyemin, yarı beyaz yarı turuncu demirine tutarak asıldım. Turuncu yeri yine elime küf kokusu vermişti. Birden kendimi çok eksik hissettim. Ve birden burnuma yanık, karamsar ve ağır kuru kahve kokusu geldi.

Derin derin içime çektim. Ve koşarak mutfağa yöneldim.

Birden gözüme ayna parçası çarptı. Bir mutfak dolabındaki kahveme baktım, bir ayna parçasına. Kendimi tanımazcasına baktım aynaya, baya uzun zaman olmuştu kendime bakmayalı.

Ta ki kahve lekeli defterimi açmadan önce. Kim bilir kaç defa geçtim karşısına, kim bilir kaç defa konuştum onunla sanki cevap verecekmişçesine.

Yine gözüm kahve dolabına gitti. Kablosu eski, içi kireç, dışı pas gösteren su ısıtıcımda ısıttım suyumu.

Kenarları dişlenmiş, puantiyeli kupama dolduruyordum suyumu. Suyun içine attığım eridikçe yaydığı kokuyla zihnimi gıdıklayan kahveye baktım beni hangi hayallere götürecekti bugün onu yudumlarken. Elimde kahvem yavaş yavaş yine yöneldim masama, oturdum eski sandalyeme. Yine başladım

(31)

29

anılarımı yazmaya. Her anımın başında yazdığım gibi bu anıma da yazmıştım.

"27.12.2014 içimizden gelen davetin ifadesi, tatlı bir sohbetin habercisi, uzun sürecek bir dostluğun müjdesi, kırk yıllık bir hatırın güvencesi. Kimi zaman ciddiliğin göstergesi, bazen hayat arkadaşlığının başlangıcının simgesi, kahve! "

Nedense hep takılıyordu bu söz dilime. Bazen de kendi kendime fısıldıyordum bu sözü...

- Aaaahhhh ! Olamaz yine tuttu sakarlığım, kaçıncı bu ?....

Yine kızmıştım kendime... Her yaprağımın ayrı bir kahve kokusu vardı.. Çoğu kez bir dokunuşumla mahvoluyordu tüm notlarım. Fincanın içindeki kahvenin son yudumları kalmıştı yine bana. Yine kahveyi ben değil, anılarım içmişti. Yalnızlık işlemişti yüreğime... Bakıyordum, göremiyordum; duyuyorum, işitemiyorum; dokunuyorum, hissedemiyorum. Anlıyordum ama yorum yapamıyordum.

Bazen penceremdeki açık mavi tonunda, uçları leylakları anımsatan kamelya ya dalıp gidiyordum... Bakıyordum, görmüyordum. Ona dokunuyordum ama hissedemiyordum.

Bana sabahları küsüyordu. Geceleri ise beni uykuda izliyordu. Konuşuyordu biliyordum ama duyamıyordum. Bana kızıyordu. Çünkü ben kahve lekeli defterime yazılan yaşayan, ölüydüm. Bedenim yoktu ama ruhum beni pencereden izleyen annemle birlikteydi. Bana yine hayatımı bir kahverengine boyadım diye kızıyordu.

FATMA SELVİ

(32)

30

KÜÇÜK MUTLULUK (HİKAYE )

Yağmur damlalarının camlara vurduğu rüzgarlı gecede, insanlar evlerine çekilmişlerdi. Baştan aşağıya siyahlara bürünmüş, ufak yırtıkların giysilerini tamamladığı çocuk yağmurdan korunmak için bir dükkan şemsiyesinin altına oturmuştu. Elinde küçük bir ekmek vardı. Zengin adamın ilgisini çekti. Acaba evi yok muydu? Veya gece için kalabileceği bir yer… Karnını küçücük bir ekmekle mi doyuruyordu? Yaklaşıp sormayı düşündü. Fakat tam o sırada çocuğun yanına incecik bir kedi geldi. Bir şey istercesine miyavladı. Çocuksa hiç tereddüt etmeden onu kucağına aldı ve elindeki ekmeğin geri kalanını ona uzattı. Zengin şaşırmıştı. Böyle bir durumda kendini düşünmeden nasıl yemeğini bir kediye verebiliyordu? Çocuğun halinden memnun oluşuna daha da şaşıran adam, düşüncelere dalarak evinin yolunu tuttu.

Yavaşça kapıyı kapadı ve şemsiyesini astı. Dışarısı gerçekten soğuktu ve bir hayli üşümüştü. Ağır adımlarla şöminenin yanındaki koltuğuna gidip yerleşti. Aklı çocukta kalmıştı. Kıtanın en yağışlı bölgesinde evsiz bir çocuk… İçi sızlamıştı. Fakat bir süre sonra bu konuyu büyütmemesi gerektiğini düşündü ve gördüklerini bir kenara bırakıp, keyifle yemeğini de yedikten sonra sıcak yatağında uykuya daldı. Ertesi gün hiç evden çıkmadı. Kitabını okudu, piyanosunu çaldı, kahvesini içti… Normal bir gün geçirmişti.

Birkaç gün sonra havanın yağmursuz olduğunu gören adam gününü dışarıda geçirmek istedi ve kasabanın küçük

(33)

31

çarşısına doğru yol aldı. Sokakta her şey aynıydı.

Tezgahtarlar müşteri çekmeye çalışıyor, başka bir köşede sihirbazlık yaptığını iddia eden çocuk para toplamayı deniyor, ilerideki banklarda insanlar oturuyor ve bu güzel havanın her an sona erebileceğini bildiklerinden hepsi birer şemsiye taşıyordu. Köşeyi yavaşça döndü ve karşı yolda kaldırım kenarında o tanıdık yırtık, siyah elbiseleri gördü.

Oydu, geçen gece gördüğü onu şaşırtan ufak çocuk. Yanına birkaç peçete koymuş elindeki bozuklukları sayıyordu.

Birden heyecanla ayağa kalktı, yerden peçeteleri aldı ve etraftaki insanlara verdi. Sonra bozuklukları cebine atarak koşmaya başladı. Adam, onun ne yapacağını merak ederek peşinden gitti. Çocuk küçük bir dükkana girdi ve saniyeler sonra elinde bir poşetle çıktı. Az önce oturduğu yere döndü.

Poşete elini daldırdı. Zengin adam başta ne olduğunu anlayamadı. Ta ki çocuk elindekileri arkasındaki güvercinlerin önüne atana kadar. Ne yani azıcık para kazanıyor ve onunla da kuş yemi mi alıyor diye geçirdi içinden. Ama çocuk etrafına gülücükler saçıyordu. Onun delirmiş olduğunu düşündü. Kendisinde bu kadar para olmasına rağmen bu çocuk gibi mutlu olamamasına içerlemişti. O bunları düşünürken ufaklık işini bitirmiş ve az önce yemlerin olduğu poşeti kafasına geçirmişti. Adam bunu neden yaptı diye düşünemeden gök gürültüsü duyuldu ve yüzünden süzülen yağmur damlasıyla kendine geldi. Çocuksa koşarak ortadan kayboldu. Anlaşılan yine sığınacak yer arayacaktı. Adam da evine dönmüştü. Çocuğun bu yaptıklarını aklından çıkaramıyordu. Bunlar adama ne kadar

(34)

32

saçma gelse de aynı zamanda etkilemişti de. Evet, çocuğu kafasına takmıştı, gidip onu tekrar görmeye karar verdi. Ve yaptı da…

Günler günleri kovalarken adam yaklaşık iki haftadır çocuğu izliyordu. Yine bir gün onu görmek için şemsiyesiyle yola koyuldu. Yağmur yağıyordu ve su birikintileri paçalarını sarmıştı. Sokağın başına geldiğinde tebessümle etrafı izleyen çocuğu gördü ve duraksadı. Onun her şeye bu denli içten bakması hoşuna gidiyordu. Zengin adam birden tedirginlik yaşadı. Çocuk ona bakıyordu. Ve tedirginliği korkuya dönüştü. Çocuk ayaklanmış ona doğru geliyordu. Ne yapacağını şaşıran adam en iyi şeyin onun konuşmasına izin vermek olduğunu düşündü ve hareket etmedi. Çocuk geldiğinde tebessümle ‘’Merhaba!’’ dedi. Adam cevap vermek istemedi fakat ağzından zar zor bir ‘’Merhaba!’’ çıktı. Çocuk onun tedirginliğini yanlış anlayıp tekrar tebessüm ederek ekledi:

- Korkmayın ben dilenci değilim.

Bu cevap karşısında afallayan adam:

- Ah hayır, b-ben s-sadece… diye kekeledi. Çocuğun yüzünden gitmeyen tebessüm biraz daha artmıştı. Adamsa uzun süredir izlediği bu çocukla konuşma fırsatını kaçırmak üzere olduğunu ve ona yemek ısmarlayabileceğini düşündü.

Ancak çocuğun bunu geri çevireceğini düşündü ve kabul etmesi

için küçük bir bahane uydurarak tekrar konuşmaya başladı:

(35)

33

- Köşedeki kafede bir şeyler yemeyi düşünüyordum fakat yalnız yemekten pek hoşlanmıyorum.Bu yüzden tam geri dönüyordum ki sen geldin. Bana eşlik edip edemeyeceğini sormayı düşünüyordum.

Çocuk bu teklifi de geri çevirecek gibi göründü ama adamın ısrarlı bakışları üzerine evet anlamında kafasını salladı. Adam da minnettar bir halde başını öne eğdi.

Birlikte köşedeki kafeye gittiler. Zengin adam önlerine gelen menüyü incelerken göz ucuyla çocuğa baktı ve onun menüye değil kendine baktığını gördü. Merakla :

- Bir sorun mu var evlat? dedi.

Çocuk bu ani soru üzerine çekingen bir tavırla:

- Teşekkür ederim, karnım aç değil, demekle yetindi. Aç olduğu her halinden belliydi. Israrlar üzerine nihayet menüye bakan çocuk belki de en ucuz şeyi istemişti. Adam üstelemek istemedi. Sessizce önlerindekini yediler. Hesap da ödendikten sonra tekrar sokaktaydılar. Çocuk minnettar bir şekilde adama bakarak:

- Gerçekten çok teşekkür ederim efendim. Beni tanımıyor olmanıza rağmen benden korkmadınız. Üstelik bir de bana bir şeyler yedirdiniz. Minnettarım.

Adam bu teşekkürü gereksiz bulmuştu bu yüzden ‘’ Önemi yok.’’ demekle yetindi. Çocuk tekrar teşekkür ederek gitmek için yeltendiğinde adam bir şey sormak istediğini söyledi ve

konuşmaya başladı:

- Yaklaşık iki haftadır seni izliyorum ve bir türlü yaptıklarına anlam veremiyorum. Çünkü eline zar zor para geçiyor ve sen onu kendine harcamıyorsun. Ama yine de

(36)

34

mutlu oluyorsun. Seni lüks bir kafeye götürdüm ama menüdeki en ucuz şeylerden birini istedin. Yine de memnun kaldın. Bu kadar ucuz ve önemsiz şeylere nasıl bu kadar mutlu olabiliyorsun? Dedi ve yanıt istediğini belirten bir bakış attı. Çocuk yine tebessüm etti. Fakat tebessümünde bu kez mutluluk değil çok daha farklı bir şey vardı. Adamın çözemediği bir şey…

- Özür dilerim efendim ama yanlış düşünüyorsunuz. Ben ucuz ve önemsiz şeylere değil, yaşamımı sürdürebilmemi sağlayan şeylerle mutlu oluyorum. Size küçük ve saçma görünen bu şeyler bana yeterken neden daha fazlasını isteyeyim ki?

Adam bu cevap üzerine kendini aç gözlü hissettiğini fark etti. Olgunluğun yaşla ilgisi olmadığını bu küçük, fakir çocuğun belki de sokaktaki tüm insanlardan bile daha olgun olabileceğini düşündü. Yine afallamıştı. Çocuğa ne diyebileceğini bilemedi. Sadece ona baktı ve istemsizce güldü. Bu küçük çocuk o zengin, mutsuz, uzun zamandır tebessüm bile etmeyen bu adamı güldürmeyi başarmıştı.

Adamın gülümsemesine karşılık:

- Tekrar teşekkür ederim efendim. Şimdi gitsem iyi

olacak, diyerek ortadan kayboldu.

Adam bu çocuğa tam anlamıyla hayran kalmıştı. Belki zengindi. Evet. Ama zenginliği ona, bu fakir çocuğun mutluluğu kadar mutluluk verememişti. Ve o küçük çocuk sayesinde artık tüm yaşamı değişecekti. Çünkü ondan çok önemli bir kural öğrenmişti…

YASEMİN KOLHAN

(37)

35

KADER (HİKAYE)

Zehra okula gitmek için hazırlanıyordu. Gece geç saatlere kadar çalıştığı matematik sınavının yorgunluğu hala üzerindeydi.Her zaman olduğu gibi bu kadar çalışmanın sonunda sınıfın en yüksek notunu yine o alacaktı bundan emindi. Olabildiğince hızlı bir şekilde hazırlanıp okula gitmek için yola çıktı.Aklında sadece matematik sınavı vardı.

Yol boyu zihninden tekrarladı bilgilerini. Yol boyu tekrarları yüzünden nerdeyse okula geç kalıyordu. Koşa koşa sınıfa çıkan Zehra öğretmeniyle sınıfın kapısında karşılaştı.

Çalışkan Zehra, her sınavda olduğu gibi bu sınavda da gayet başarılı bir sınav kağıdı vermişti öğretmenine. Öğretmenleri tarafından çok sevilen ve ileride iyi bir yerleri kazanacağı düşünülen bir öğrenciydi. On ikinci sınıf öğrencisi olan Zehra güzelliğiyle de adından söz ettiriyordu. Ama Zehra dış görünüşünün güzel veya çirkin olmasıyla hiç ilgilenmiyordu. Onun tek derdi ve tek amacı üniversitede matematik öğretmenliği bölümünü okumaktı. Okuldaki başarılarından da bunu yapabileceğine emindi. Şimdilik her şey planladığı şekilde ilerliyordu. Ders notları çok iyiydi.

Planlı ve sistemli çalışmasının sonuçlarını görüyordu. Attığı her bir adımda hedefine biraz daha yaklaşıyordu. Ailesi de onun küçüklüğünden beri matematiğe olan ilgisinin farkındaydı ve bu bölümü kazanabilmesi için ellerinden gelen bütün desteği Zehra’ya veriyordu.

Üniversite sınavı yaklaştıkça sınıftaki arkadaşlarının kaygıları ve stresleri artmaya başlamıştı. Sınıftaki herkes

(38)

36

son derece tedirgin ve heyecanlı olmasına rağmen Zehra gayet rahattı. Hatta arkadaşlarıyla bu konu yüzünden sürekli dalga geçiyordu. Onların fazla abarttığını düşünüyordu.

Zehra dersleri kendinden iyi olmayan öğrencilerle artık sürekli dalga geçiyordu. Onların okumaya haklarının olmadığını düşünüyordu. Karşısına kim çıkarsa mutlaka matematik öğretmenliği bölümünü kazanacağını anlatıyordu.

Kendinden emin olmak güzel bir şey. Ama insan her şeyde olduğu gibi bunu da abartınca bu hoş özellik, nahoş bir duruma dönüşüyordu. Çünkü bu kadar emin olma, ukalalığa, bilmişliğe doğru gidiyor ve bu da arkadaşları tarafından çok hoş karşılanmıyordu. Artık kimse onunla karşılaşmak dahi istemiyordu. En yakın arkadaşı, dostu Ebru bile artık mesafeli davranmaya başlamıştı. Sadece bir sınav yüzünden arkadaşlarıyla arası bozulmuştu.

Neyse öyle veya böyle malum sınav günü geldi, çattı.

Sınav yerleri belli olmuştu. Herkes sınav yerine önceden gidip baktı. Tabii bizim Zehra da baktı. Artık her şey yolunda gözüküyordu. Sınav günü herkes sınava girecek ve Zehra da soruları takır takır yapacaktı. Günler birbirini kovaladı ve sınav günü gelip çattı. Herkes sınav için erkenden yola çıktı. Zehra da erkenden yola çıkmıştı ama sınava saatinde yetişememişti. Çünkü yolda gelirken bir araba kaza yapmıştı ve yol kapanmıştı. Yol açıldığında ise artık çok geçti.Hemen sınav yerine giden Zehra kapıda kaldı.

Sınav başladığı için artık kimseyi içeri almıyorlardı.

Zehra’nın o an da yaşadığı hayal kırıklığı, üzüntü gözlerinden

(39)

37

okunuyordu. Yılların emeği ellerinin arasından uçup gitmişti sanki. Artık sınav bitti. Sınavı kazanacağına emin olan hatta sırf bu yüzden arkadaşlarını kaybetme derecesine gelen Zehra sınava girememişti işte. O dalga geçtiği arkadaşları bile çok iyi olmamalarına rağmen bir yerlere yerleştiler.

Zehra’nın koca bir yılı boşa gitmişti.

İşte hayat da böyle, her ne kadar plan yapsak da karşımıza böyle sürprizler çıkabiliyor. Planlar her zaman bizim istediğimiz gibi gitmeyebiliyor. Hayatı asıl planlayana teslim olarak yaşamalıyız…

MERVE DEMİR

(40)

38

KÜÇÜK SIRDAŞIM (HİKAYE)

Arkadaşlarla yetimhaneye gitmek için gün kararlaştırmıştık, heyecanla bekliyorduk . İşte o gün geldi çattı. Söylediğimiz yerde toplandık hepimizin yüzünde öyle bir mutluluk vardı ki...

Çünkü hepimizin de yetimhaneye ilk gidişiydi. Yola koyulmuştuk o kısa yollar bize bir ülkeden bir ülkeye gidiyormuşçasına uzun geliyordu. Yollar uzadıkça sabırsızlanıyorduk. Nihayet yetimhanenin önündeydik.

Yetimhanenin bahçe kapısından içeriye adım attığımızda görevliler bizi güler yüzle karşıladılar. İçeri girmek üzereyken, yukarıdaki pencereden gözüme bir şey takıldı; baktım küçük bir kız pencerede biriyle sohbet ediyordu. Ama karşısında hiç kimse yoktu. Herhalde odanın içerisinde biri var onunla konuşuyordur, dedim. Aklımda küçük kızın sureti görevliler eşliğinde içeri girdik. İçerisi dışarıdan görüldüğü kadar iyi değildi. Sıvası dökülmüş ve boyası yıpranmış duvarlar, kimsesizliğin sindiği soğuk koridorlar karşıladı bizi. Görevlilerle birlikte tek tek odaları dolaşıyorduk. Sevgiye ve ilgiye muhtaç pek çok küçük göz ile göz göze geliyorduk. Kısa bir sürede olsa onların yüzünü güldürebilmek tarifi mümkün olmayan bir duyguydu… .İşte camda gördüğüm küçük kızın odasına gelmiştik. Odadan fısıltılar geliyordu. Ben arkadaşlarıma ve görevlilere:

-Ben bu odaya yalnız girebilir miyim? Siz başka odalara bakar mısınız? Dedim.

Arkadaşlarımın yüzünde soru sorarmışçasına bir ifade oldu.

-Sonra anlatırım ,dedim.

(41)

39 Onları gönderdim ve yavaşça kapıya doğru ilerledim. Hala fısıltılar geliyordu aralık duran kapının ardından. Kapıyı tıklatarak içeriye girdim. Küçük kız afalladı:

-Sen kimsin? dedi.Bende gülümseyerek, -Biz sizi ziyaret etmeye gelmiştik.

-Sen az önce kiminle konuşuyordun?

-Be ..be .. ben kimseyle konuşmuyordum ,dedi ürkek bir sesle.

-Ben kendi kendime konuşuyorum .

Yalan söylediği belliydi. Daha fazla üstelemedim onu sevmek için yanına yaklaştım .

-Hayır, gelme! Diye bağıdı.

-Peki neden ? İstersen bana her şeyini anlatabilirsin, söz veriyorum aramızda kalır. Bu kadar korkmana gerek yok . Ben sadece seninle sohbet etmek istiyorum, dedim.

Küçük kız biraz sakinleşmişti. Konuşmaya başladı.

-Söz ver kimseye söylemeyeceğine , ilk kez sırrımı bir başkasıyla paylaşıyorum, dedi.

-Söz veriyorum, dedim . Ve anlatmaya başladı :

-Ben hayvanlarla konuşabiliyorum,dedi.

Ve küçük kız elini bana uzattı avucundaki minicik karıncayı gösterdi.

-İşte bu benim en iyi arkadaşım. İkimiz konuşurken görmüşsün bizi. Benim burada hiç arkadaşım yok. Tek arkadaşım bu küçük karınca , dedi.

Hiç şaşırmamıştım, benim de ona anlatacaklarım vardı:

(42)

40 -Canım benim, bende yetimhanede kalıyordum senin yaşlarındayken ve ben de hayvanlarla konuşabiliyordum, dedim.

Küçük kız şaşırmıştı.

-Nasıl yani bu özellik sadece bende var sanmıştım?

Gülümsedim.

-Küçük bir çocukken bende hep öyle sanıyordum.

Yetimhaneden bir arkadaşımın da hayvanlarla konuştuğunu gördüm, sonra sadece kendimde olmadığını anladım.

-Bizim kaderlerimiz aynı, dedim gözlerim dolarak.

Küçük kız gülümsedi ve boynuma sarıldı. Bir müddet öyle kaldık kimsesizliğin kardeşliğini yaşadık beraber. Birbirimizi çok sevmiştik.

İşte gitme zamanımız gelmişti. Zamanın nasıl ilerlediğini anlamamıştık. Ayrılık zamanında küçük kızın yüzünde yılların dostluğunu kaybediyormuş gibi bir ifade vardı. Ben de onun bu haline çok üzülmüştüm. Gitme diyen gözlerle bana bakıyordu. Ağlamamak için ikimizde kendimizi zor tutuyorduk. Vedalaşmak için birbirimize sarılırken kulağına:

-Hoşça kal benim küçük sırdaşım, en kısa zamanda tekrar geleceğim, dedim.

Odadan çıkarken camın önüne doğru ilerledi ve karıncasıyla sohbet etmeye başladı. Aşağıya indiğimde bana camdan el sallıyordu.

Yol boyunca bu küçük kız aklımdan hiç çıkmadı. Kendi çocukluğumu ve yalnızlığımı görmüştüm yetimhanenin o ıssız odasında. Yalnızsan , bu hayatta kimsen yoksa sığınırsın hayallerine seni avutsun diye…

ELİF ZELİHA ÇİÇEK

(43)

41

KAYBOLAN MUTLULUĞUM (MEKTUP)

Reva mıydı bu bana, yoksa kaderim miydi? Neydi bu?

Oysaki ne hayallerim vardı. Okulumun son deminde kurduğum, düşlediğim hayallerim ne olacak?Sadece bir yolculuk mahvetti tüm hayallerimi ve hayatımı. Ne istemişti ki benden?Mutluluğumu mu, hayatımı mı, geleceğimi mi yoksa bedenimi mi ? Bir heves için değer miydi bunların hepsi.

Ne geçti eline ey cani ?

Şimdi rahat mı için ey cellat ?

SANA SESLENİYORUM, SİZLERE SESLENİYORUM, HAYKIRIYORUM SON NEFESİMLE!

Yetmedi çığlıklarım, yalvarışlarım, tepinmelerim, gözyaşlarım, dayanamadım anne. Yetmedi gücüm ona. Bir itmesinde yığılıp kaldım koltukların arasına. Defalarca yalvardım Allah' a "Bu bir kabus olmalı. Yardım et ALLAHIMM!" diye. Hayatımı can çekişe çekişe bitireceğim aklıma bile gelmezdi.

Anneee ! diye defalarca bağırdım ama nafile. Ne duyan vardı ne de koşup imdadıma yetişen...

Canlı canlı ellerimi çaldı benden. Damarıma soktuğu soğuk metal bedenimi yakıverdi. Dayanamadım, canım çok yandı anne. Yerde hareketsiz kaldım. Defalarca tekmeledi karnımı. Her direnmemde nefesim kesiliyordu. Beklemekten başka çarem yoktu. Kıpırdayamadım, kaçamadım annem! Bir başıma ormanda verdim canımı. Gelemeden, göremeden o gül yüzünü annem kül oldu bedenim. Her gün taramaktan dökülen saçlarıma sinirlenirken şimdi ise bir çırpıda

(44)

42

yolunuverdi. Sürükleye sürükleye yolun kenarına götürdü beni. Oysa evde bekleyen kendi evlatlarıda vardı. Hiç mi düşünmedi onları, koymadı mı benim yerime. Yeşilliklerin içine atarken, kalkamadım.Toparlanıp vuramadım ona. Ne mecalim vardı ne de dayanacak takatim. Yok oluvermişti birden ellerim. Ben orada azap çekerken o yetmeyip, kızgın sular döktü üstüme. Oda korkmuştu. Titremekten zor yaktı beni yakan o ateşi. Artık içi rahattı belli ki, arkasına bakmadan kaybolmuştu yanımdan. Artık yalnızlıktan korkmuyorum. Canım öyle çıkmıştı ki bedenimden gözyaşlarım dinmiyordu. Artık sesimde, nefesimde tükenmişti.

Üzülme anne artık, ağlama !

Özgecanın…

FATMA SELVİ

(45)

43

NASIL KONUŞMALI? (DENEME)

İnsan konuşurken dediklerinin gerek kendisi gerek başkası için ne anlam ifade ettiğini düşünmeli. Gereksiz, kırıcı, kaba konuşmaktan kaçınmalı, ağzından çıkan her kelimeye özen göstermeli. Çünkü iyi veya kötü her kelimenin bir önemi vardır. İnsan kendini ifade etmek için veya derdini anlatmak için konuşur. Yani konuşmak en temel ihtiyaçlarımızdan biridir.

Herpin’ in çok doğru bulduğum bir sözü vardır:

‘’Düşündüğünüz, söylemek istediğiniz, söylediğinizi sandığınız, söylediğiniz; karşınızdakinin duymak istediği, duyduğu, anlamak istediği, anladığını sandığı, anladığı, arasında farklar vardır. Dolayısıyla insanların konuşurken birbirini yanlış anlaması için en az dokuz ihtimal var.’’

Gerçekten de öyle... İnsan beyni böyle bir mekanizmaya sahip. Bu yüzden konuşurken nerede, kiminle konuşulduğunun farkında olunmalı. Diğer yandan bağırmak, kavga etmek zamanla unutulan şeylerken, sözler asla unutulmuyor aksine binlerce kez beynimizde yankılanıyor. Özellikle sevdiğiniz birisi dediyse…

Susmak en iyi cevaptır mantığı var bir de… Evet, kendini bilmez kişilere en iyi cevaptır bunu kabul ediyorum ancak bunu nerede, nasıl kullanması gerektiğini bilmeyenlerle dolu etrafımız. Konuşulması, cevap verilmesi, açıklama yapılması gereken yerde susulması; en saçma, gereksiz ve çıkışı olmayan yoldur bana göre. Eğer susarsam her zaman, her yerde ben haklıyım diye düşünüyorlar, yazık.

Ancak asıl susması gereken yerlerde bu susmalarının acısını da çıkarıyorlar.

(46)

44

Nasıl konuşulması gerektiği hakkında bilinçlenmeli, daha özenli olmalı insanlar. Çünkü konuşmak; özenle, dikkatle, bilinerek yapıldığında güzel , haz veren, rahatlatıcı ender şeylerdendir yapabilene…

YASEMİN KOLHAN

(47)

45

GÜLMEK VE AĞLAMAK (DENEME)

İnsan mutlu anlarında ya da her hangi bir komik durumda güler. Bazen de o kadar çok güler ki gözünden yaş gelir. Ama asıl yaş ağlarken gelir. Peki insan ne zaman ağlar?

Üzüldüğünde, sinirlendiğinde, herhangi bir üzücü olay gördüğünde ya da vicdanını acıtan bir şey gördüğünde mi ya da sevinçten mi ağlar? İnsanın gözlerinden yaş akar ve bu akan yaş bence insan ne için ağladıysa onu temizlemek için Allah'ın bize vermiş olduğu çok temiz ve özel bir şeydir.

İnsan ağlarken gözünden yaş akar da gülerken niye akar? Ağladığımız şeyi temizlemek için akan yaş, gülerken de gülmemizi bitiren şeydir. İnsan ya güler ya ağlar, ya da ikisini de yapar. Peki ikisini de yapınca ne olur? Gülerken ağlayan insan deli olarak bilinse de eğer ağlarken birileri tarafından güldürülüyorsak bu deli olduğumuz anlamına değil kıymetli olduğumuz anlamına gelir.

MERVE DEMİR

(48)

46

TADI DAMAĞINDA (DENEME)

Ah o eski Türk kahveleri! Ocak başında yapılan o kahveler. Mangal kömüründen simsiyah olmuş cezvelerin içinde, korun sıcağıyla yavaş yavaş suda eriyip lezzetlenen kahveler.

Şimdi böylesini bulmak zor. Avrupa’dan gelme makinelerde pişen kahveler var her yerde. Kazan gibi bardaklarla içilen. Öyle içilir mi hiç? O kadar çok içilen kahveden lezzet alır mı insan? Kahve dediğin küçük fincanlarda ,köpüğü üstünde olacak ki keyif versin içerken.

Tadı damağında kalacak az olduğu için. Doymayacaksın ki hep içmek isteyesin. Seni doyumsuz yapmayacak içtiğin bu kahve her defasında o küçük fincanın sonunda telveyi gördüğünde bir daha içeceğin ana kadar özlemle bekleyeceksin bir sonraki kahveni…

SÜMEYYE ÖNCEL

(49)

47

YAĞMUR KOKUSU (DENEME)

Nasıl anlatır ki insan huzuru? Tek kelimeyle ‘’yağmur’’

bence. Islatır yerleri ,toprakla karışır kokusu. Ciğerlerin dolana kadar çekersin bu kokuyu içine…

Yağmur damlaları gibi özgürce yağmak istersin yeryüzüne. Aniden olur her şey. Günü , zamanı, saati yoktur.

Kararan bulutlar, kasvetli bir hava ve ardından yeryüzüne boşalan gökyüzü…Bu kadar kasvete rağmen ferahlatır yağmur içimizi .Yağmur kokusu ve sesi içimizdeki korkuyu, mutsuzluğu, hüznü yağmur damlaları ile birlikte alıp götürür .İşi biten bulutlar yerini yavaş yavaş güneşe bırakır ve gökyüzü o şahane yedi renkle süslenir. Artık ne keder kalmıştır ne de hüzün yeni bir gün başlar her yağmurdan sonra…

DİLARA GÜLEÇ

Referanslar

Benzer Belgeler

Araştırmacılar beyin sinyallerini konuşmaya çevirmek için “vocoder” olarak adlandırılan, insan sesiyle eğitildikten sonra kelimeleri telaffuz edebilen bir yapay

Hayatının son günlerinde kendisine milletlerarası akade­ milerin müşterek karar ve mu­ vafakati ile verilen «Bavyera Kırallığı ilim ve sanat büyük altın

Belki öyledir; günlerin koşuşturmalı, ayık vaktinde belki bana da başka gözükür ama sakin, karanlık gecede bu tüm dehşetiyle karşıma gelip duruyor ve ruhumu büyük

Şule naneli şeker aldı.. Nisa ise tatlı

Gazeteciliğe başlıyan Cihad Baban, sonradan siyasî hayata alılmış, bir kere Islanbuldan, bir defa da tamir­ den milletvekili seçilmiştir.. Evli olan Cihad

Örne¤in http://www.yoyogames.com/make adresinde yer alan Game Maker adl› yaz›l›m, size oyun haz›rlaman›z için haz›r setler sunuyor.. Size de bu setlerde yer alan

Ciddi neonatal mortalite ve morbidite nedeni olabilen toxoplazma enfeksiyonunun üçüncü basamak referans bir merkezde İmmünglobülin M (Ig M) pozitifliğinin değerlendirilerek

genusuna dahil Channel Catfish Virus (CCV), taksonomik yeri henüz tam ortaya konmamış (tentativ) Oncorhynchus masou virus (OMV) ve nispeten daha az rapor edilmiş 10 kadar viral